Musa (a.s) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Musa (a.s) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2016 Perşembe

Musa (a.s) Kıssasındaki Denizin Yarılması Olayı Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an'da en fazla hacme sahip olan Musa (a.s) kıssası, toplumsal yasaların nasıl işleyiş gösterdiğinin canlı örneklerinin sergilendiği bir kıssadır. Musa (a.s) ın, kıssanın önemli aktörlerinden biri olan Firavun ile olan mücadelesi ve Firavunu yenilgiye götüren mücadele stratejisi , tüm zamanlardaki Firavunların yenilgiye uğratılmasının yolunu göstermesi açısından evrensel mesajlar içermektedir. 

Bu kıssada gözümüze çarpan önemli noktalardan birisi , Musa (a.s) ve kavminin, yıllar süren mücadele sonunda Mısırı terk ederek denizin karşı kıyısına geçmeleri , ve bu geçişin denizin yarılması sonucunda gerçekleştiğinin beyan edilmesidir. 

İsrailoğullarının  Firavun'dan kurtuluşunun, denizin yarılması sonucunda olduğunu beyan eden ayetlerin üzerinde bir takım spekülasyonlara gidilerek , denizin yarılması olayının gerçek olarak meydana gelmediği , bu yarılma olayının Sünnetullah'a aykırı olduğu , yarılma olarak ifade edilen olayın , İsrailoğulları tarafından yapılan baraj olduğu , barajın kapaklarının açılarak Firavun ve ordusunun boğulduğu , veya denizin med cezir olayı neticesinde suların çekildiği zamanda İsrailoğullarının denizin karşısına geçtiği şeklinde yorumlar yapılarak , bu olay izah edilmeye çalışılmaktadır. 

Yazımızda, denizin yarılması ile ilgili anlatımların nasıl bir bakış açısı ile okunması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

[002.050]  Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.

[026.063]  Bunun üzerine Musa'ya vahyettik ki: Asanı denize vur. O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.

Denizin hakiki anlamda yarılmadığını iddia edenlerin ortaya koydukları delillerden bir tanesi "Sünnetullah" kavramı ile ilgili olup , "Allah'ın sünnetinde değişme yoktur" mealindeki ayetlerden yola çıkarak, böyle bir değişimin mümkün olamayacağı ileri sürülmektedir. "Allah'ın sünneti" deyiminin geçtiği ayetlere baktığımızda, değişmeme yasasının tabiat kanunları ile ilgili olmadığını, toplumsal yasalar ile ilgili olduğunu görebiliriz. 

Dolayısı ile denizin yarılmasının gerçekte mümkün olamayacağını iddia edenlerin , bu iddialarını "Sünnetullah" kavramına dayandırarak , tabiat yasalarının değişmemesi anlamında kullanmaları , Kur'an'dan onay almamaktadır. Bu olayın elbette Sünnetullah ile yakından ilgisi bulunmaktadır , fakat iddia edildiği gibi tabiat yasaları ile değil , toplumsal yasalar ile yakından ilgili bulunmaktadır.

"Allah'ın sünnetinde değişme yoktur" mealindeki ayetler, maalesef yanlış olarak  tabiat yasalarının değişmemesi şeklinde anlaşılması sonucunda, denizin yarılması olayının farklı bir şekilde tevil edilmesi gerektiği düşüncesi hasıl olmuştur. "Sünnetullah" kavramını , toplumsal değişim yasaları çerçevesinde okuduğumuzda, bizim bakmamız gereken asıl meselenin denizin yarılıp yarılmamış olmasından ziyade, İsrailoğullarının kurtarılması , Firavun ve ordusunun helak edilmesi yönünde olması gerektiği ortaya çıkacaktır.

Bu konuda yapılan bir okuma yanlışına dikkat çekmek istiyoruz. Denizin yarılması sonucunda gelişen olaylar iki yönlüdür , 1- İsrailoğullarının denizin yarılması sonucunda Firavun zulmünden kurtulması , 2- Firavun ve ordusunun denizin yarılması sonucunda helak olması. Denizin yarılması sonucunda bu iki olayın meydana geldiği herkesçe malumdur.

Bizler , Kur'an kıssalarında anlatılan bu tür olayların gerçekte olup olmadığı konusuna odaklanarak , anlaşılması gereken asıl meseleyi maalesef ıskalamaktayız. Halbuki anlamada öncelik verilmesi gereken konu , bu olayların hangi sebeplere binaen gerçekleştiği konusu olması gerekmektedir. İşte "Sünnetullah" kavramı bu noktada devreye girerek , Allah'ın değişmeyen sünneti olan, toplumların kendi elleri ile işlediklerinin sonucunda yaptıklarının karşılığını alması , İsrailoğulları ve Firavun örneğinde bizlere gösterilmektedir. 

İsrailoğulları Musa (a.s) önderliğinde, Firavun zulümden kurtulmak için yıllarca süren bir mücadele vermişler ,ve bu mücadele sonucunda toplumsal işleyiş yasaları ,yani Sünnetullah gereğince zulümden kurtulmayı hak ederek,  denizin karşı kıyısına geçmişlerdir.   

Firavun ise , İsrailoğullarına reva gördüğü, yıllar süren zulüm ve soykırım neticesinde , toplumsal işleyiş yasaları, yani Sünnetullah gereğince helak olmayı hak ederek , denizde boğulmuştur.

Sünnetullah'ta değişme olmamasına işte bizim bu noktadan bakmamız gerekmektedir . Bir toplumun kurtuluşu , bir toplumun batışı , kıyamete kadar değişmeyecek olan yasaların işlemesi neticesinde gerçekleşmiştir. 

Kur'an'ın kıssa yollu anlatım yöntemi ile anlattığı bu olaylar , kıyamete kadar geçerli olacak olan toplumsal işleyiş yasalarının, geçmişlerin hayatlarında nasıl gerçekleştiğini bizlerin görerek ibret almasını amaçlayan anlatımlardır. Bizler, yanlış bir okuma sonucu sebepleri atlayarak , sonuç üzerinde odaklanıp , toplumları bu sonuca götüren sebepleri maalesef okumayarak , yapılan anlatımı bir nevi modern bir masala çevirmekteyiz. 

Denizin yarılması ile İsrailoğullarının kurtulması , Firavun ve ordusunun boğulması bir sonuçtur. Bu kıssada bizim öncelikli olarak okumamız gereken taraf , İsrailoğullarını kurtuluşa , Firavun ve ordusunu batışa götüren sebeplerin öne çıkarıldığı bir okuma yöntemi olmalıdır. Bu yöntem aynı zamanda, kıssayı tarihsel bir masal olmaktan çıkararak , evrensel mesajlar içeren bilgiler haline getirecektir. 

İsrailoğullarını kurtuluşa , Firavun ve ordusunu batışa götüren sebepleri Kur'an genelinde okuduktan sonra , kurtuluş ve batışa sebep olan denizin yarılmasının nasıllığı üzerinde fikir yürütmek daha kolaylaşacak , ve daha doğru bir anlayışa sahip olunacaktır.

Kurtuluş ve batışın denizin yarılması neticesinde gerçekleşmiş olmasını nasıl okumalıyız

[002.214]  Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali, başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.

[012.110]  Nihayet elçiler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.

[030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinlemeyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.

Kur'an içinde bir çok ayet , Allah (c.c) nin iman eden kullarına yardım edeceğini vaat etmektedir. Yine bir çok ayet , bu yardım vaadinin sözde kalmadığını , fiile dökülerek gerçekleştiğini bildirmektedir. Allah (c.c) nin yardımının , iman edenlerin kurtarılması , iman etmeyenlerin ise helak edilmesi şeklinde gerçekleştiği malumdur. Musa (a.s) kıssasında İsrailoğullarının kurtarılması , Firavun ve ordusunun helak edilmesi şeklinde gerçekleşen olay, Allah (c.c) nin yardım yasasının işlemesi sonucunda meydana gelmiştir.

Allah (c.c) nin yardımının ve helakının "Sünnetullah" dediğimiz yasalar dahilinde gerçekleştiğini hatırlatmak istiyoruz. Bu yasa, kulların hak edişine bağlı olarak çalışmaktadır. Allah (c.c) nin yardımı, iman edenlerin bütün güçlerini ortaya koyarak yaptıkları mücadele sonucunda, artık yapacaklarının son haddesine kadar yaptıktan sonra, yapacak bir şeyleri kalmayarak, "Bittik artık" dedikleri yerde gelmektedir(Bakara s. 214).

[020.077]  Musa'ya «Kullarımı geceleyin yola çıkar,denize değneğini vurarak onlar için kuru bir yol aç, ne yakalanmaktan kork ve ne de boğulmaktan çekin» diye vahyettik.

[026.052]  Biz Musa'ya: «Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip edileceksiniz» diye vahyettik.

[026.061] İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın arkadaşları: «Yakalandık» dediler.
[026.062]  Musa: Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.
[026.063]  Bunun üzerine Musa'ya vahyettik ki: Asanı denize vur. O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.

İsrailoğulları önlerinde deniz , arkalarında ise Firavun ordusunun bulunduğu ana gelene kadar sergiledikleri mücadelede artık sona gelmişler , fakat Firavun'un zulmüne bir türlü mani olamamışlardır. Onların deniz kıyısına gelene kadar geçirdikleri zaman içinde gösterdikleri mücadele azmi , Sünnetullah gereği Allah (c.c) nin yardımına hak kazandıklarını göstermektedir. 

Denizin yarılması olayını bu perspektiften bakarak okumanın daha doğru bir yaklaşım olacağını söyleyebiliriz. Çünkü bu bakış açısı , bizleri denizin yarılıp yarılmadığı gibi kısır bir tartışma içinden çekip çıkartacak , Allah (c.c) nin neden böyle bir yol ile İsrailoğullarını kurtarmış olduğunu bizlere anlatacaktır.

İsrailoğullarının kurtuluşunun denizin yarılması sonucunda gerçekleşmiş olması , Bakara s. 214. ayetinde beyan edilen durumun gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sıkışan kullarına, "Ben buradayım" diyerek yardım elini uzatan Allah (c.c) ,yardımını hak eden kullarına asla kayıtsız kalmayacağını , İsrailoğullarına yapmış olduğu yardım ile canlı bir biçimde göstermektedir. 

Bu noktada denizin yarılıp yarılmadığını tartışmaktan çok , neden böyle bir yol kullanıldığının anlatılmış olduğu üzerinde bir fikir yürütmek gerektiğini düşünmekteyiz. 

İsrailoğullarının kurtuluşunun denizin yarılması sonucu olduğunun haber verilmesini , zor durumda kalarak yapacak bir şeyi olmayanlara ,eğer yardımı hak ettikleri takdirde , kimsenin gücü yetmediği anda, sadece Allah'ın yardım elinin uzatacağının bir göstergesi olarak okumak mümkündür. Böyle bir okuma, olayın gerçekte vuku bulup bulmadığı konusunda yapılan kısır tartışmalara da son verecektir. 

Kıssalarda anlatılan bu gibi olaylar , geçmişte mesaj içerikli okunmaması sonucunda, masal içerikli bir okumaya dönüşerek asıl mesaj ıskalanmış , Kur'an üzerine kafa yoran bir kısım kimseler , bu okumalardaki yanlışlığa tepkisel bir biçimde yaklaşarak , olayların vakiliğini tartışmaya açmış , bu olayların gerçekte vaki olmadığını , bu tür anlatımların mecaz içerdiğini iddia etmişlerdir.

Edebi bir anlatım üslubu olarak Kur'an mecazı sıkça kullanmaktadır ,fakat aklımızın almadığı her olay için "Bu mecazdır" demek ne kadar doğru olabilir?. Allah ( c.c) bizlere, akıl almaz bir biçimde kurtardığını haber verdiği insanlar üzerinden zımnen şöyle seslenmektedir : 

"Ey kullarım , benim size olan yardım vaadim elbette haktır, ben vaadimden asla dönmem. Ancak benim yardım vaadimin yerine gelmesi için , sizin bunu hak etmeniz gerekmektedir. Siz benim yardımımı hak ettiğiniz zaman , dünyanın bütün güçlerinin bir araya gelerek başaramayacağı şeyleri benim yapmaya gücüm elbette yeter. İsrailoğullarını "Artık bittik" dedikleri bir zamanda onları kurtarmış olmam ve bu kurtarışı , kimsenin gücünün yetmeyeceği bir yol ile yapmış olmam, size olan vaadimin gerçek ve ne kadar büyük güç sahibi olduğumun açık bir göstergesidir". 

Allah (c.c) nin kullarına yardım vaadi kıyamete kadar geçerli bir vaattir. Bizler Musa (a.s) kıssasını okumakla , bu yardım vaadinin doğru olduğunu görmekteyiz. Eğer bizler çağdaş Firavunlara karşı yapacağımız mücadelede , tüm imkanlarımızı kullandığımız , ve var gücümüzle mücadele ettiğimiz takdirde Sünnetullah gereği Allah'ın yardımını hak ederek "Artık bittik" dediğimiz yerde, Allah'ın yardım eli bizlere ulaşacaktır. 

İsrailoğullarının Firavun zulmünden kurtulmasının denizin yarılması sonucu gerçekleştiğini ret etmenin, Allah (c.c) nin yardım vaadinin gerçekleşmediği gibi bir düşünceyi barındırması açısından doğru bir düşünce olmadığını söylemek istiyoruz. Denizin yarılarak İsrailoğullarının kurtarılmış olduğunun ifade edilmesi , tüm zamanlarda başı dara düşen Müslümanların yardımı hak ettikleri takdirde olmaz denilen şeyin olarak , sıkıntıdan kurtarılacakları , denizin yarılmış olması ile ifade edilmektedir. 

Bedir'de az sayıdaki Müslüman ordusunun müşrik ordusuna galebe çalması, onlar için denizin yarılmasıdır. Müşriklerden kaçarken mağaraya sığınan Muhammed (a.s) ve arkadaşının ölümden kurtulmaları, onlar için denizin yarılmasıdır. Huneyn günü mağlup olmaktan kurtularak galip gelinmiş olması ,Müslüman ordusu için denizin yarılmasıdır. Dün İsrailoğulları için denizin yarılması olarak gerçekleşen Allah'ın yardımı, hak edişe bağlı olarak kıyamete kadar geçerli bir vaat olup , farklı şekillerde mutlaka gerçekleşecektir.

Kıssa okumalarında hatalı bir yöntem olarak gördüğümüz okuma yöntemi, sonuçlar üzerinde yoğunlaşmış bir okuma yöntemidir. Halbuki sonuçlar değil , sebepler üzerine yoğunlaşan okuma yöntemi , kıssaların evrensel mesajlarının okunmasını kolaylaştıracaktır. Kıssalarda anlatılan sonuçlar, din dilinin anlatım üslubu olan ve insanların olayın vehametini daha kolay anlamalarına yönelik bir anlatım üslubudur.

Sonuç olarak : Kur'an kıssalarında bir takım sıra dışı olayların anlatılması , bu olayların vakiliğini tartışmaya açmıştır. İsrailoğullarının denizin yarılması sonucunda Firavun zulümnden kurtulduklarının haber verilmiş olması , bu yarılmanın gerçekte olup olmadığı konusunda bir takım spekülasyonlara yol açmıştır. 

Bizim önerdiğimiz okuma yöntemi , bu olayların vakiliğini sorgulamak temeline dayalı bir okuma yöntemi değil , bu olayların neden böyle anlatıldığı üzerine yoğunlaşmış bir okuma yöntemidir. Sebeplere odaklanan bir okuma yöntemi , kıssalardaki anlatımın , bizlere dair olan mesajlarının daha doğru ve net olarak anlaşılmasını sağlayacaktır.

İsrailoğullarının denizin yarılması sonucunda Firavun zulmünden kurtulduklarının beyan edilmesi , bizlerin denizin yarılıp yarılmadığı konusunu tartışmaya açmaya değil , denizin yarılması ile sonuçlanan sebepleri tartışmaya açmaya yöneltmelidir. Çünkü denizin yarılması ile sonuçlanan olaylar , Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasaların işlemesi ile gerçekleşmiştir. 

Denizin yarılması şeklinde gerçekleşen olay , yine Sünnetullah'ın bir tecellisidir. Bu yardım her zaman ve mekanda yaşan Müslümanlar için, 
 hak edişe bağlı olarak kıyamete kadar tecelli edecek bir yasadır.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.




5 Haziran 2015 Cuma

Musa (a.s) Firavuna İsyan Eden Bir Nankör müydü ?

Bilindiği üzere Türkiye'de seçim zamanlarında ortaya çıkan tartışmalardan bir tanesi; mevcut sistemin kuralları dahilinde kurulmuş olan siyasi partilere oy vermenin hükmü konusunda olup, Müslümanlar bu konuda iki zıt kutupta toplanmışlardır. Bir kısım Müslüman oy kullanmayı savunurken, diğer bir kısım Müslüman oy kullanmamayı savunmaktadır.

Oy kullanmayı savunanların oy verme sebebi olarak öne sürdükleri gerekçelerden bir tanesi; içinde yaşadığımız sistemin herkese sağlamış olduğu bir takım imkanlardan herkesin yararlanmış olduğu ve oy kullanmama noktasında tercih beyan edenlerinde bu nimetlerden faydalandığı halde sisteme karşı çıktıkları, "Madem sisteme karşı çıkıyorsunuz bu nimetlerden neden faydalanıyorsunuz?" şeklinde bir söylem ile kendilerini savunup karşı tarafı suçladıklarına şahit olmaktayız.

Kur'an'ın hayatlarında belirleyici bir Kitap olduğunu iddia eden bizler için, yaşadığımız her zaman çerçevesi içindeki olaylara karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği, bu tür durumlarda bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından örnekler çıkararak muvahhid atalarımızın yolunu izlemek mecburiyeti vardır.

Musa(a.s)'ın Firavun ile olan mücadelesi, sadece yaşandığı zaman ve mekan dahilinde değil, çağlar boyunca gelecek olan Firavunlar'a karşı nasıl bir tavır takınılması gerektiğini bize öğretmektedir. Musa(a.s)'ın hayatını okuduğumuz zaman, onun bebekliğinden gençlik çağına kadar Firavun'un himayesinde büyümüş birisi olduğunu görürüz.

Musa(a.s)'ın elçi seçilme anına kadar başından geçen olaylar, onun kıssasının anlatıldığı surelerden okunabilir. Yazıyı uzatmamak amacı ile onun elçi seçilmesini müteakip, Firavun ile aralarında geçen bir konuşma üzerinden içinde olduğumuz duruma dair bir davranış metodu çıkarılabileceğini düşünmekteyiz.

Musa(a.s)'ın ŞUARA Suresi içinde anlatılan kıssasında Firavun ile aralarında geçen konuşma şöyledir:

Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne). Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).

[026.018-19] Dedi ki: "Çocukken biz, seni yanımıza alıp büyütmedik mi (sana rablik etmedik mi)? Ve sen, hayatının birçok yılllarını aramızda geçirdin. Hem de o yaptığın fi'li yaptın, o halde sen o nankör kâfirlerdensin."

Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn(murselîne). 
Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle). 

[026.020-22] Dedi ki: "Ben, onu yaptım, ama o zaman şaşkınlardandım. Bu yüzden sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra, Rabbim bana hikmet verip, beni peygamber yaptı. Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür" dedi.

Musa(a.s) ile Firavun arasında geçen konuşmayı şu şekilde tahlil edebiliriz; Firavun halkına karşı "İlahlık" ve "Rablık" iddia eden birisi olarak buna karşı çıkan Musa(a.s)'a, ona daha önceden yaptığı "Rab"lığı hatırlatarak (başına kakarak) kendisine karşı "kafir" olmamasını ister. Firavun'un böyle bir istekte bulunma sebebi; Musa(a.s)'ın varlık sebebinin kendisi(!) olduğuna dair olup, günümüz tabiri ile "Ben olmasaydım sen olmazdın" diyerek Musa(a.s)'a hatırlatmada bulunmaktadır.

Firavun kendi açısından haklı sayılabilir çünkü bebek iken aldığı Musa(a.s)'ı sarayında en güzel ortam içinde büyütmüş ve ona gereken ihtimamı göstermiştir. Buna karşılık olarak, yaptığı bu iyiliklere Musa(a.s)'ın nankör davranmamasını istemiş olması bir yönden makul görülebilir. Ancak burada bir hata yapmaktadır. Kendisini Rab olarak tanıtan Firavun'a karşı Musa(a.s) ve kardeşi Harun(a.s), gerçek Rabbın "alemlerin rabbi" olan Allah(c.c) olduğunu ifade etmektedirler.

Musa(a.s), iki Rab karşısında bir seçim yapmak durumunda olup, bu seçimini "alemlerin rabbi" Allah(c.c) yönünde yapmış ve Firavun'un rablığını red etmiştir. Burada dikkatimizi çeken ve çekmesi gereken nokta şu olmalıdır; Firavun'un iddia ettiği mülk aslında kendisinin değil, Allah(c.c)'nindir. Firavun ilahlığa ve rablığa soyunarak Mısır ülkesi üzerinde hak iddia etmekte olup, ona bu imkanları veren "alemlerin rabbi" olan Allah(c.c)'dir. Musa(a.s) bu noktayı göz önüne alarak kendisine bebek iken bakmış olması onun İsrailoğulları üzerindeki zulmünün neticesinde olduğunu, yani ona hiç bir şekilde borcu olmadığını tereddüt etmeden haykırmıştır.

MUSA(A.S) FİRAVUN'A, "ER-REZZAK" OLANIN SADECE ALLAH OLDUĞUNU HAYKIRARAK, ONA HİÇBİR ŞEKİLDE MİNNET BORCU OLMADIĞINI SÖYLEMESİ BİZİM İÇİN BİR TAKIM MESAJLAR İÇERMEKTEDİR.

Bu olayın bize dönük mesajını okumaya çalıştığımız zaman şunları söylemek mümkündür; içinde yaşadığımız ülkenin yönetim şekli bilindiği gibi gayri İslami bir sistem üzerine kurulmuştur. Bu sistemin yürümesi için kurulmuş siyasi partiler seçimler yolu ile iş başına gelerek halkı yönetmektedirler. Siyasi partilerin tamamı sistemin önermiş olduğu kanunlar dahilinde ve esas olarak mevcut sistemin yürümesi için kurulmuşlardır.

Durumu, inancını Kur'an'ın belirlediği Müslümanlar açısından değerlendirdiğimizde, inancımıza sahip çıkan ve mevcut sistemin yerine İslami bir sistem getireceği söyleminde bulunan tek bir parti olmaması (böyle bir partinin olması mevcut kanunlara göre mümkün değildir), bizim oy kullanmak konusunda daha temkinli davranmamızı gerektirmektedir.

Tercihini oy kullanmamaktan yana kullananlara karşı getirilen argümanlara baktığımızda, bu sistemin bize olan nimetleri hatırlatılarak, bu sisteme karşı "KAFİR" nankör davranılmaması gerektiği ve sistemin desteklenmesi gerektiği söylenmektedir.

Muhatap olduğumuz bu söylemi, Musa(a.s)'ın muhatap olduğu kişinin söylemi ile aynileştirmek mümkündür. Firavun, Musa(a.s)'a kendisine karşı yapmış olduğu "rablığa" karşı ondan itaat beklemektedir. Fakat Musa(a.s) Firavun'a itaat etmek şöyle dursun, ona zulmünü haykırmaktan geri durmamıştır.

Musa(a.s) neden böyle bir kafirlikte(!) bulunup "alemlerin rabbi"ne teslim olduğunu bildirmiştir? Çünkü Musa(a.s), Firavun'un elinde bulundurmuş olduğu iktidar, servet, mülk, güç vb. unsurların asıl sahibinin Allah(c.c) olduğunu biliyordu.

BİZE NE OLUYOR Kİ, KENDİSİNİ KUR'AN MÜSLÜMANI OLARAK LANSE EDENLERİN BİR KISMINA GÖRE BU SİSTEMİN YÖNETİCİLERİNİN BİZLERE VERMİŞ OLDUĞU NİMETLERİN ASIL SAHİBİNİN ONLAR OLDUĞU ZANNINA KAPILARAK, BU SİSTEMİN AYAKTA KALMASI İÇİN BİZDEN ÖNCEKİ ELÇİLERİN YOLLARINA İHANET EDİYORUZ?

Alemlerin Rabbi olan Allah(c.c), Musa(a.s)'a "Firavun'a git çünkü o AZDI" dediği zaman, Musa(a.s) Rabbi'ne "Ey Rabbim! Doğru dersin ama o azgın Firavun ben bebek iken büyütüp RABLİK etti, ben ona nasıl isyan ederim?" mi dedi?

Bugün sisteme karşı çıkarak, bu karşı olmalarını oy kullanmayarak göstermeye çalışanlara karşı getirilen argümanın, yukardaki sözlerden bir farkı yoktur. Bu sistemin halkına vermiş olduğu nimetlerin sanki sistemin yöneticileri tarafından verildiği zannı onların "er-rezzak" (rızık verici) konumuna yükseltilmiş olduğunu göstermektedir.

"er-rezzak" olan sadece Allah(c.c)'dir. Arz üzerinde kim varsa, hangi ülke varsa verilenler hepsi O'nun katından olup, yönetici kademesinde olanların yapmış olduğu sadece Allah(c.c)'nin verdiğini halka dağıtmaktır. Bu dağıtımın adaletli olup olmadığı tartışması bir tarafa olup, ülkemiz geneline baktığımızda hangi iktidar olursa olsun bu nimetleri önce kendilerine aktarmaya gayret ettikleri bir vakıadır. Bu vakıaya özellikle kendisini muhafazakar İslamcı olarak gösterenlerin ortak olmuş olmaları ayrı bir gerçek olup bu yazının konusu değildir.

Bugün içinde bulunduğumuz sisteme bakış açıları, o sistem içindeki mevcut olan iktidar partisinin diğer partilere göre daha kaliteli olduğu için oy verdiğini iddia edenler için herhangi bir sözümüz yoktur. Sözümüz; kendisini Kur'an Müslümanı olarak beyan edip inancının esaslarını Kur'an'ın belirlediğini iddia edenleredir.

İnancını Kur'an'ın belirlediği iddiasında olanlar için örneğini verdiğimiz ayetlerdeki Musa(a.s)'ın duruşunun, bugün bizim sisteme karşı duruşumuz noktasında bir örneklik teşkil etmesi gerektiğini düşünmekteyiz. İçinde bulunduğumuz imkanları sunanlar, o imkanların yaratıcıları değil, o imkanları halka eşit olarak dağıtmakla görevli olan emanetçilerdir. Bu emanetçiliği bizler şayet asil olarak gördüğümüz takdirde, yönetim kademesinde olan kişileri "Rab" konumuna yükseltmiş oluruz ki bunun literatürdeki adı "ŞİRK"tir.

Müslümanlar olarak yaşadığımız topraklar üzerinde Allah(c.c)'den başka kimseye karşı bir minnet borcumuz olmadığı gibi, bizim üzerimizde yönetici kademesinde olanların yönetim konusunda Allah(c.c)'nin emirlerinde doğrultusunda hareket etmek mecburiyetleri vardır. Bu yöneticilerin veya bu yöneticilerin yandaşlarının kendilerinin dışındakilere, onlara karşı yaptıklarını başa kakmak gibi bir cüretleri, onların kendilerini Rab ilan etmeleri anlamına gelir.

Allah(c.c)'den başka Rab olmadığını iddia eden Müslümanların, varlıklarını yönetim kademesinin başındakilere bağlayarak veya ellerindeki imkanları onların sayesinde sahip oldukları "Onlar olmazsa halimiz duman olur" şeklindeki söylemleri, Rablığı Allah(c.c)'nin dışındakilere tahsis etmeleri anlamına gelir.

Sistemin yönetim kademesinin başında olanlar şunu asla unutmamalıdırlar ki; sizlerin varlığınızı borçlu olduğunuz birisi vardır ki O da "alemlerin rabbi" Allah(c.c)'dir. Kendinizi yandaşlarınıza ululatarak etrafınızda oluşturduğunuz taraftarlarınız yarın hesap gününde ne sizi, ne kendilerini kurtaramayacaklardır.

Çağrımız şudur; özellikle AKP'nin destekçisi olan ve kendilerini Kur'an Müslümanı olarak niteleyenler, hiç kimsenin bu yöneticilere herhangi bir minnet borcu yoktur. Minnet borcu, bu yöneticilerin kendilerini böyle bir kademeye getirdiği için Allah(c.c)'ye karşı olmalıdır. Ancak görüyoruz ki bu minneti tabanlarına öyle bir lanse etmektedirler ki "Biz olmazsak batarsınız" şeklinde bir söylem ile kendilerini bulunmaz hint kumaşı olarak görmektedirler.

Esas olan ellerindeki bu iktidar gücünü İslami argümanları istismar etmeden kullanmak olması gereken bu insanlar, etraflarında oluşturmuş oldukları taraftarları ile İslami söylem kullanarak bir nevi nifak içine girmektedirler. Kendilerine İslami şahsiyetleri örnek aldıklarını iddia ederek iktidarını sürdürenlerin, yaşantılarında bu şahsiyetlerin yaşantılarını ne kadar pratize(!) ettikleri hepimizin bilgisi dahilindedir.

Şakşakçı tabir edilen taraftar kadrosunun yaptığı şey, iktidar sahiplerinin saltanatlarını sürdürmesinde İslami söylemi öne çıkararak sadece oy deposu olarak gördükleri halk sürüsünün oylarını toplayarak iktidarlarının sürmesini sağlamaktır.

Aynı durumu atamız İbrahim (a.s) açısından değerlendirdiğimizde ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır; Bilindiği üzere İbrahim (a.s) ın babası müşrik bir kimse olarak oğluna iman etmemiştir. İbrahim (a.s) babasının kendisini büyütmüş ve doyurmuş olması karşısında ona minnet altında kalarak, ona karşı müdaheneci bir tavır içine girmemiş, seçimini Rabbinden yana yapmıştır.

Sonuç olarak; Türkiye'de mevcut olan tağuti sistemin devam etmesinde önemli etken olan seçimler ve seçimlerin en önemli kaynağı olan halkın oyları, bu sistemin ayakta kalmasını sağlamaktadır. Sisteme karşı duruşlarını oy kullanmayarak göstermeye çalışanlara karşı getirilen argümanlara karşı, bize Musa(a.s)'ın Firavun'a karşı olan duruşu örnektir. Kimseye karşı minnet borcumuz olmamakla birlikte, minnet borcu olanların başında iktidar sahipleri gelmektedir. Onlar bu minnetlerini, onlara bu iktidarı sağlayan Rablerine karşı O'nun önerdiği bir sistemi hayata geçirerek göstermek zorunlulukları vardır. Sistemin bize verdiklerini öne sürerek bu sisteme karşı "kafirlik" yapılmamasını isteyenler, aslında Allah(c.c)'ye "kafirlik" yapmakta olduklarını unutmamalıdırlar.

[039.036] Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başka şeylerle korkutuyorlar. Allah'ın, saptırdığını doğru yola koyacak yoktur.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Mart 2015 Pazar

Yunus s. 83-93. Ayetleri: Musa (a.s) ın Duası Firavunun Boğulması

Kur'an kıssa yollu anlatımları ile , bizden öncekilerin yaşantılarından kesitler sunarak , onlardan ibretler çıkarmamızı amaçlamaktadır. Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda,dikkat edilirse kıssanın yaşandığı zaman ve mekan çerçevesindeki anlatımların bize dönük nasıl bir mesajı olabilir sorusunun cevabını arayarak bu konudaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Musa (a.s) kıssası Kur'anda hacim olarak en fazla yer tutan kıssa olarak önümüzde durmakta ve kıssa ile ilgili yapılan anlatımlardan bir çok mesajlar okumak mümkündür. Bu yazımızda kıssanın Yunus s. içindeki bölümünün Sihirbazların imanı sonrası başlayan ve Firavunun boğulma süreci ile son bulan kısmındaki Ayetleri ele almaya çalışacağız.

Musa (a.s) a karşı toplanan Sihirbazların yenilgileri sonucunda, Firavun yeni bir soykırım başlatarak İsrailoğulları üzerindeki baskılarını artırmıştır(7.127).

[010.083]  Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.

Bu Ayetten anlaşıldığı üzere, Firavun ve Mele si baskılarını iyice artırmış ve İsrailoğulları üzerinde üzerinde büyük bir korku oluşturmuştur. Baskılardan korkan İsrailoğulları kavmine mensup bir çok kişinin Musa (a.s) a iman etmediği bildirilmektedir. Burada ortaya çıkan durum , Dünya hayatında her hangi bir sıkıntıya düşme korkusunun Ahiret hayatına tercih edilmiş olmasıdır. Allah (c.c) bir çok Ayetinde bu tür tercih yapma durumunda kalanlara Ahireti tercih etmeleri Dünya hayatının geçici bir yer olduğu , Ahiret hayatının ebedi olduğunu beyan ederek doğru tercihi göstermiştir. 

İsrailoğulları bu baskılardan dolayı Musa (a.s) suçlayarak "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik" (7.129) diyerek nankör bir tavur takınmışlar , Musa (a.s) onlara "Rabbinizin düşmanlarınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl davranacağınıza bakar" diyerek umutvar olmalarını öğütlemiştir.

[010.084]  Mûsâ: «Ey kavmim!» dedi, «Siz Allah’a iman ettiniz, O’na tam bir teslimiyetle bağlandınızsa, öyleyse yalnız O’na dayanıp güvenin!»

Musa (a.s) ise Elçilik görevi olan Kavmine karşı tebliğine devam ederek onlara kime dayanılması ve kimin vekil kılınması gerektiğini anlatmaktadır. Allah (c.c) kullarına kendisine tevekkül etme şartlarına uygun harekt ettikleri takdirde onları başarıya ulaşrıcağına dair söz vermiş olup , bu sözün yerine gelmesi Kur'an içindeki örneklerde görülmektedir.

[010.085] Onlar da dediler ki: «Allah’a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!
[010.086]  Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!»

Bu Ayetlerden , Firavun korkusu ile iman etmekten korkanların büyük ihtimalle bir kısmının daha  iman ettiği anlaşılmaktadır. Bu demektir ki , Musa (a.s) ın yılmadan , bıkmadan devam ettiği tebliğ çalışmaları onun bu gayreti neticesinde karşılık bulmuş ve  İsrailoğullarından olan insanlar bu korkularını yenerek ona iman etmişlerdir. Buradan bize mesaj olarak, tebliğ çalışmalarında canlı bir örneklik olarak Musa (a.s) ın izlediği yol ve aldığı olumlu karşılığın dikkate alınarak onun izlediği yolun doğruluğu çıkabilir.

85. Ayet içinde İsrailoğullarının " Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!" şeklindeki duası üzerinde biraz durmak istiyoruz. Bu duanın bir benzeri Mümtehine s. 5. Ayetinde de karşımıza çıkmaktadır , İbrahim ve onunlar birlikte olanların bir duası olarak orada da okuduğumuz bu duanın kabul olması için sadece el açıp yalvarmak yeterli olabilir mi ? .

Dua şeklinde yakarışlar ile kulun Allah (c.c)  den olan isteklerini ona bildirmesi Allah (c.c) nin bizlere öğrettiği bir yoldur. Ancak bu yolun bazı kuralları vardır ki bu kuralları uygulamadan bu dualar asla kabul olmaz. Zalimler ile deneme yapılmaması duasının kabulu için önce mazlumların o zalimlere karşı koymaları gerekmektedir. Mazlumlar sadece el açarak dua ettikleri takdirde bu dua asla kabul olmayacaktır. Zalimlere karşı mazlumların nasıl davranış sergiledikleri Elçi kıssaları ile bizlere örneklik olarak gösterilmiş , Musa (a.s) ve kavmi böyle bir duayı yaparken zalim Firavundan nasıl korunacaklarına dair olan bilgileri Musa (a.s) dan öğrenerek hayata pratize etmişlerdir. 

Duanın en önemli adabı , abdest alarak kıbleye yönelmek veya her hangi bir şahsı vesile edinerek değil , Allah tan istenen şeyin gerçekleşmesi için fiili olarak çalışmaktır. Bizler bu gün aynı şekilde "Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!" diye ettiğimiz duaların kabul edilmemesinin sebebi, bu duanın kabulu için gerekli olan o zalimlere karşı koymaktaki gösterdiğimiz zaafiyettir.

[010.087] Mûsâ’ya ve kardeşine: «Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi kıble edinin, salatı hakkıyla ifa edin ve ey Mûsâ müminleri müjdele!» diye vahyettik.

85. Ayette ki " Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!" duasının kabulu için gerekli şartların vaz edildiği bir Ayet olarak karşımızda duran 87. Ayet , Firavunlarla nasıl bir mücadele ederken uygulanacak stratejiyi anlatması bakımından evrensel mesajlar taşımaktadır. Dün nasıl İsrailoğulları bu yöntem ile Firavunu alt etti ise , bu gün aynı yöntem çağdaş Firvaunların yıkılması içinde geçerli ve uygulanmak zorundadır. Bu konuyu daha geniş bir biçimde "Yunus s. 87. Ayeti Firavunlarla Mücadele Yöntemi" başlıklı yazımızda ele almaya çalışmıştık.

[010.088]  Mûsa da dedi ki: «Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki, sen Fir'avun'a ve melesine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Senin yolundan sapıtsınlar diye. Ey Rabbimiz! onların mallarını mahvet ve gönülleri üzerini şiddetle mühürle. Tâ ki onlar acıklı azabı görünceye kadar imân etmesinler.»

88. Ayette , Firavun ve Melesi nin ellerindeki güç ve serveti zalimliklerinin devamı için kullandıklarını görmekteyiz. Halbuki Allah (c.c) kullarına verdiği hiç bir şeyin kendilerinin olmadığı , onların üzerinde geçici olarak halife kılınmış olduklarını hatırlatarak göndermiş olduğu klavuza göre onları kullanmalarını emretmiştir. Bu klavuza uymayanlara örnek olarak Firavun ve Melesi karşımıza çıkmakta olup ,yanlış kullanım sonucu başlarına neler geleceği ilerleyen Ayetlerde görülecektir. 

Bu Ayet içinde ki , "«Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki, sen Fir'avun'a ve melesine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Senin yolundan sapıtsınlar diye." şeklindeki nidanın başka yapılan meallerinde "Diye mi?" şeklinde geçtiğini görmekteyiz. Bu nidanın Allah (c.c) ye , Musa (a.s) tarafından sanki bir kafa tutma gibi algılanması doğru değildir. Bu nida zulm artık canlarına tak etmiş olan birisinin nidası olup "Bu  verdiklerin ile bizlere zulm ediyorlar" şeklinde bir şikayet ve boyun bükerek yardım istemenin dile getirilmiş bir halidir.Kulun Rabbine karşı olan acziyetinin bir ifadesi olan bu uslubu Nuh (a.s) ın duasında ve Araf s. 155 ve 173. Ayetlerde de görmekteyiz.
 
Yine bu Ayet içindeki , " Ey Rabbimiz! onların mallarını mahvet ve gönülleri üzerini şiddetle mühürle. Tâ ki onlar acıklı azabı görünceye kadar imân etmesinler.»" şeklindeki dua hakkında kısa bir izahta bulunmak istiyoruz. Musa (a.s) ın bu bedduasına benzer bir bedduayı Nuh (a.s) kıssasının anlatıldığı Nuh s.26-27. Ayetlerinde görmekteyiz. İlk okunuşta sanki, "Firavun ve melesinin iman etme isteklerini red et , onlar iman etmek isteseler bile ettirme" şeklinde bir istek gibi görünen bedduanın anlamını "Müşrik Sünneti" olarak tarif edebileceğimiz durum ile izah edebiliriz. 

Firavunun boğulma anında görüleceği üzere, Kur'anın pek çok Ayetinde kendilerine Elçiler tarafından yapılan tebliğlere ve tehditlere boyun eğmeyerek inkarcılıkta direnen Müşriklerin, iman etmelerinin helak anında gerçekleştiği ve helak olma anına kadar küfürde direnenlerin helak anı geldiği zaman  imanlarının kabule değer bir iman olmadığı anlatılmaktadır.

 [010.096] Haklarında Rabbinin hükmü kesinleşenler asla iman etmezler. Velev ki, onlara her âyet gelsin. Pek acıklı azabı görünceye kadar

[040.083-85] Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler . Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

Musa (a.s) ın bu bedduasının ne anlama geldiği yukarıda mealini verdiğimiz diğer Ayetler yardımı ile anlaşılması kolaylaşacaktır. Kalpleri mühürlenmiş olanların iman etme zamanlarının, o imanın fayda getirmediği zaman olan son nefeslerini verecekleri an olduğunu bilen Musa(a.s) böyle bir dilekte bulunmuştur.

[010.089]  (Allah) Dedi ki: «İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.»

Allah (c.c) bu duanın kabulu için gerekli şartın durmaksızın yola devam etmeleri yani mücadele sürecini asla bırakmamalarını olduğunu beyan etmektedir. Musa ve Harun (a.s) ettikleri bu duanın kabul olduğunu bilerek, "nasıl olsa helakları garanti" deyip bir kenara çekilmemiş ve aynı mücadele sürecini kesinti yapmadan sürdürmüşlerdir.

Firavun ve Melesi nin Sünnetullah gereği helaklarının gerçekleşmesi onların zulmu altında inleyen mazlumların direnişleri ile gerçekleşmiş olduğu asla unutulmamalıdır. Sünnetullahın gerçekleşmesi için gerekli şartlardan birisi mazlumların mücadele süreci içinde hiç bir zaman taviz vermeden yola devam etmeleridir. Allah (c.c) Elçilerinin bu dualarını kabul ettiğini bildirdikten sonra bile yola devam etmelerini emretmiş olması bu sürecin kesintiye uğratılmaması gerektiğine dair önemli bir vurgudur.

[010.090] İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri saldırı ve düşmanlık amacı ile peşlerine düştüler. Sonunda Firavun boğulmanın eğişine geldiğinde, «İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım, ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim» dedi.
[010.091]  Şimdi mi? Oysa bundan önce hep isyan etmiştin ve fesatçılardan idin.
[010.092]  «Senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için bugün sadece senin cesedini çıkarıp (sahile) atacağız» dedik. Doğrusu insanların çoğu ayetlerimizden habersizdir.

Musa (a.s) ın , 88. Ayette gördüğümüz duasının kabulu 90. Ayette gerçekleşmiştir. Firavun da diğer Müşrik atalarının sünnetine uyarak , kendisine fayda getirmeyecek bir zamanda iman etmiş fakat bu imanı ona fayda getirmemiştir.

91.ve 92. Ayetlerde ki hitap şekline baktığımızda, yapılan hitabın Firavuna yapılmış bir konuşma gibi bir uslubu olduğunu görürüz. Yapılan hitabın sanki Firavunun duyması gibi bir durum gibi görünmesine rağmen , bu hitabı Firavunun duyması gibi bir durum asla sözkonusu değildir. Bu şekil bir konuşma uslubu içinde onun imanının artık fayda getirmediği ibret olması gerekenlerin anlamasını sağlama amacına matuftur. 

Cesedin sahile atılması ile , kendisini her şeyin üzerinde İlah ve Rab olarak niteleyen birisinin nasıl aciz bir duruma düştüğünün görülerek sonraki sahte İlah ve Rab adaylarına, onlarında nasıl bir son ile hayatlarının son bulabileceği yönünde mesajlar verilmektedir. Kendisini suyun boğmasından dahi koruyamayan birisinin İlahlık ve Rablık iddiasının nasıl trajikomik bir son ile noktalacağını görmek isteyenler Firavunun bu sonunu iyi okumalıdırlar.

Allah (c.c) Arz üzerine koymuş olduğu yasalardan bir tanesi , Arz üzerinde yaşayanların yaptıkları zulmün ilelebet payidar kalmamasıdır. Tarihin hangi devrinde olursa olsun zulüm ile abad olmak isteyenlerin akıbetleri berbat olmuştur. Ancak bu zalimlerin akıbetlerini mazlumların mücadelesinin belirleyici olması yine Arz üzerine konan yasalardandır. Hiç bir zalim karşısına bu zulmünün yıkılması için mücadele eden birileri çıkmadıkça asla yıkılmaz , aksine daha da abad olur. Musa (a.s) kıssasının öne çıkan en önemli mesajı zalimlerin nasıl yıkılabileceğine dair gösterilmiş müsadelenin örnekliğidir.

[010.093] And olsun ki, İsrailoğullarını iyi bir yere yerleştirdik, onlara temiz rızıklar verdik, kendilerine bir bilgi gelene kadar ayrılığa düşmediler.

93. Ayette ,İsrailoğullarının denizin karşı kıyısına geçtikten sonraki durumları ile bilgi verilmektedir. Denizin karşı kıyısına geçtikten sonra Musa (a.s) ve İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda öne çıkan taraf , İsrailoğullarının kendilerine verilen bu nimetlere karşı olan olumsuz tavırlarıdır. Bu Ayet içinde de bu duruma kısaca değinilmiştir. Olması gereken ise kendilerini büyük bir zulumden kurtarana karşı olan şükrü yerine getirmek iken , denizin karşı kıyısına geçer geçmez oluşan rahatlık psikolojisinin etkisi eski hallerine dönme itiyadında olduklarını beyan etmişlerdir.

Sonuç olarak; Musa (a.s) kıssası içinde yer alan Firavun ile olan mücadelenin anlatıldığı Yunus s. 83-93. Ayetlerini ele almaya çalıştığımız yazımızda öne çıkan mesaj , zulum altında inleyen mazlumların bu zulumden nasıl kurtulabileceklerine dair bir yaşanmışlık örneğidir. Her türlü baskı altında yılmadan yapılan mücadelenin er veya geç başarıya ulaşacağı Allah (c.c) nin Sünneti olup bu Sünnetin çalışma kuralında başrolu insan oynayacaktır. Zulum altında olan her kim olursa olsun sadece kuru dua seansları ile bu zulumden kurtulmasının imkansız olduğu bir çok Ayette görüldüğü gibi , yukarıda okumaya çalıştığımız Ayetlerde de görülmektedir. Musa (a.s) kıssasında önemli bir aktör olan Firavun ve ordusunun sonları da onların yolundan gidenler için bir ibret vesikasıdır. Kendilerine gelen iman etme teklifine sırt çevirenlerin helak olma noktasına geldiklerinde imana gelmeleri bir Müşrik sünnet olup bu Sünneti Firavun da uygulamış ancak diğer atalarının imanı nasıl kabul görmedi ise onun imanı da kabul görmemiştir. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

25 Eylül 2014 Perşembe

Musa (a.s) Kıssası ile İlgili Genel bir Değerlendirme

Kur'an kıssaları; taşıdıkları mesajlar itibarı ile "Tevhid" ve "Şirk"in kıyamete kadar olacak mücadelesinin, Muhammed(as) öncesi elçiler ve kavimleri arasında nasıl cereyan ettiğini canlı biçimde gösteren ve bu mücadelenin içindeki aktörler olan "Mü'min" ve "Müşrik"lere vaad edilen karşılık önerisinin boş bir iddiadan ibaret olmadığını gösteren yaşanmış anlatımlardır.

Musa(as) kıssası, Kur’an'da en fazla yer tutan kıssa olması itibarı ile bizlere bir çok mesaj vermektedir. Musa(as) kıssasında öne çıkan aktörleri;

1. Firavun,
2. Haman,
3. Karun,
4. Askerler,
5. Sihirbazlar,
6. İsrailoğulları,
7. Samiri,
8. Asa, olarak sıralamak mümkündür.

Bu aktörlerin üzerinden yapılan anlatımları sadece yaşadıkları zaman içinde düşünerek ileriye dönük mesajlar taşımış olması bakımından okumayacak olursak, kıssalar sadece "eskilerin masalları"na dönüşür. Musa(as) kıssasındaki bu aktörler ile ilgili anlatımları ayrı ayrı başlıklar halinde değerlendirerek, onlar üzerinden verilmek istenen mesajları anlamaya çalıştığımız takdirde, onlarca ayrı başlık altında yazılabilecek bir çok konu başlığı çıkacaktır.

Musa(as) kıssasını;

1. Firavun ile olan mücadelesi,
2. İsrailoğulları ile olan mücadelesi şeklinde iki ana başlık altında değerlendirmek mümkündür.

Firavun ile olan mücadelesini; Allah(cc) tarafından sadece kendisine kul olmak için yarattığı insanın eline güç, servet ve iktidar geçince nasıl "Müstekbir"leştiğinin, yönetimi altındaki insanlara karşı nasıl zalim olabileceğinin, ezilen "Müstaz'af"ların bir zalimi nasıl devirebileceklerinin ipuçlarının verilmesi açısından evrensel bir mesaj olarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz.

İsrailoğulları ile olan mücadelesini ise; insanın nasıl nankör olabileceği, "Müstaz'af" iken "Müstekbir"lerin elinden kurtulmalarının onlar için bir ibret olmaması, "Müstaz'af" iken onları kurtaranı unutarak "Müstekbir"leşerek arz üzerinde hakim olan yasalar gereği başlarına neler geldiğini okuyarak, bu yolu takip edenlerin akıbetlerinin ne olacağı açısından evrensel bir mesaj olarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz.

1. FİRAVUN İLE OLAN MÜCADELE

[28.4-6] Şüphe yok ki, Firavun o yerde yükseldi ve ahalisini bölük bölük etti, onlardan bir tâifeyi zayıf düşürmek istiyordu. Oğullarını boğazlıyordu, kadınlarını da berhayat bırakıyordu. Muhakkak ki o müfsitlerden olmuştu.Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları varis yapmak, memlekete yerleştirmek; Firavun, Haman ve her ikisinin askerlerine, çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk.

KASAS 4 ve 6 ayetleri; Musa(as) kıssasının, Firavun ile olan mücadelesi kısmının bel kemiğini oluşturan ayetlerdir. Firavun ve kıyamete kadar gelecek olan çağdaş “Firavunlar"ın yıkımlarının nasıl bir yasaya tâbi olarak gerçekleştiği, onun denizde boğulmasına kadar varan süreç içinde anlatılmaktadır.

Firavunların yıkımının yasası; onların zulmü altında inleyen mazlumların, onları yıkmak için gerekli olan çabayı göstermeleri sonucunda olduğu, bu çabanın nasıl olması gerektiği YUNUS 87 ayetinde anlatılmaktadır.

[010.087] Biz de Musa ile kardeşine şöyle vahyettik. «Kavminiz için Mısır'da bir takım evler hazırlayın, evlerinizi kıble edinin ve salatı ayakta tutun ! Bir de mü'minleri müjdele!

İsrailoğulları, Mısır’da zulme uğradıkları süre içinde elleri kolları bağlı olarak sadece Musa(as)'a güvenselerdi, bu zulumden kurtulmaları asla mümkün olmazdı. Kurtuluş; hep birlikte çabalayarak gelmiş ve zalimler helak olmuştur. Musa(as) kurtuluş sürecini koordine eden bir önder olarak önemli bir konuma sahiptir ve bu tür önderlik her devir içinde olması gereken bir kurum olup, mazlumların örgütlenerek başkaldırması ve başarıya ulaşması için gereklidir.

Kıssa ile ilgili anlatımlarda, bu olayların sanki çok kısa bir zaman içinde olmuş gibi bir izlenim vermesine rağmen kurtuluş; uzun yıllar içine yayılan bir mücadele sürecinde gelmiştir. Denizin ortadan ikiye ayrılarak İsrailoğulları’nın kurtulmasının sağlanmasının sıradışı bir olay olması; böyle bir olayın bir daha gerçekleşeceği anlamına gelmez. Böyle bir durumun gerçekleşmeyeceğini söylemek; Allah(cc)'nin kullarına yardım etmeyeceği anlamına da gelmez.

Denizin yarılması üzerinden verilen mesaj; Allah(cc)’nin, zulümden kurtulmak için en üst seviyede gayret gösteren kullarına vermiş olduğu, onları zalimler elinden kurtarma sözünün gerçek olduğunun canlı bir ifadesidir. İsrailoğulları’nın kurtuluşu; denizin yarılması ile gerçekleşmesine rağmen, daha önceki yıllar içinde yapılan kurtuluş faaliyetlerinin, Allah(cc)’nin kullarına ve elçilerine söz verdiği onları zalimlerden kurtarma sünnetinin, kullara düşen kısmını yerine getirmeleri sonucunda gerçekleşmiştir. Allah(cc) zalimlerin yıkılarak mazlumların iş başına geçmesi için bir takım yasalar koymuş ve bu yasalara tabi olarak çalışıldığı takdirde kullarına yardım edeceğine söz vermiştir. Denizin yarılma olayı mazlumlara verilen bu sözün lafta kalan bir söz olmadığının açık bir göstergesidir.

2. İSRAİLOĞULLARI İLE OLAN MÜCADELE

Ancak mazlumlar zalimlerin elinden kurtulduktan sonra rol değiştirip, zalim rolune soyunacak olurlarsa; aynı yasalar bu sefer dünkü mazlum bugünkü zalimlerin üzerinde de işleyecektir. İsrailoğulları’nın denizin karşı kıyısına geçtikten sonra yapmış oldukları nankörlükler yüzünden başlarına gelenler, bu yasanın sadece onlara değil evrensel olduğu ve bütün zalimlere uygulanacağını göstermektedir.

Denizin öte yanına geçtiklerinde müşrik bir kavme rastlayan İsrailoğulları, Musa(as)'dan o kavmin putları gibi bir put yapmasını istemiş, Tur Dağı’na 40 günlük bir süre için çıkmasını fırsat bilenler hemen buzağı heykeli yapıp “Musa'nın ilahı bu fakat unuttu" diyerek halkı aldatmışlar (ARAF 137, 148), kesmeleri gereken ineği kırk dereden su getirerek kesmişler (BAKARA 67-74), kendilerine nimet olarak sunulanları beğenmeyerek daha başka yiyecekler istemişler (BAKARA 61), girmeleri istenen şehre girmeyi red ederek "sen ve Rabbin gidin savaşın” demiş ve Musa(as)'ı yalnız bırakmışlardır.

Kur'an genelinde, daha bir çok nankörlük örnekliklerini gördüğümüz İsrailoğulları; prototip bir kavim olarak mazlum iken zalimleşenlerin nasıl bir sona uğradığının canlı örneği olarak karşımızdadır. İSRA 2-8 ayetleri; bu kavim üzerinden ulusların yükseliş ve düşüşlerinin yasasının nasıl gerçekleştiğini bizlere göstermektedir.

Bugüne gelecek olursak; ezilen mazlumlar, ezen zalimlerin tasallutundan kurtulmak için Musa(as) ve İsrailoğulları gibi "Mısır direnişi" diyebileceğimiz bir örnekliği Kur’an'dan okumak zorundadırlar. Zalimler mazlumlara en ağır baskıları revâ görebilirler. Bu da zalimin zalim olmasının bir gereğidir. Eğer mazlumlar bu zulme seyirci kalarak, sadece birilerinin gelip onları kurtaracaklarını umarlarsa; zulümden kurtulmaları asla mümkün olmayacaktır.

Burada önderlik dediğimiz olgu büyük bir önem taşımaktadır. Örgütlenmeden, başıbozuk bir şekilde, bölük börçük parçalar halinde yapılan zulme başkaldırı hareketleri meyvesini vermez. Aksine zalimlerin ekmeğine yağ sürer. YUNUS 87 ayetinde emredilen hareket süreci; önemli bir süreç olup, çileli ve meşakkatli bir yolculuktur, sabır isteyen bir süreçtir. Liderlik vasıflarına haiz olan kimsenin bu işin ehli olmasının ve emri altında olan farklı karakterdeki insanları yönetmesinin kolay bir şey olmadığı malumdur. Musa(as)’ın; bir yöneticide olması gereken baskın ve sert bir karakterde olması, bu işi başarmasında önemli bir rol oynadığını düşünmekteyiz.

[007.129] Kavmi de ona: «Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da işkenceye uğratıldık.» dediler. O da: «Umulur ki, Rabbiniz hasımınızı helak edip de sizi yeryüzünde halife kılacak ve sizin nasıl işler yapacağınıza bakacaktır.»
ARAF 129 ayeti; direniş süreci içinde olması muhtemel bazı sabırsızlık örneklerinin nasıl bertaraf edilebileceğinin ipuçlarını vermesi bakımından önemli mesajlar taşımaktadır. Her topluluk içinde o topluluğa ayak bağı olabilecek düşünceler ve kişiler mutlaka çıkacaktır. 

Özellikle Medine’de nâzil olan ayetlerde ortaya çıkan, savaştan geri kalanların iki farklı karakter taşıdıklarını görürüz;

1. Müslüman olmasına rağmen savaşın zorluğuna katlanmaya cesaret edemeyen tip,
2. Menfaatleri doğrultusunda iman etmiş görünen fakat iman etmeyen, her defasında Müslümanların tekerine çomak sokmaya çalışan münafık tip.

Bu iki tipi biribirinden ayırmamızı sağlayan ayetler bir toplum içinde olması muhtemel tipleri anlatmaktadır.

İsrailoğulları içindede bu tip insanlar olmasına rağmen liderlik vasıflarını son derece iyi kuşanmış olan Musa(as), bu tür sıkıntılı durumları yönetmesini bilerek İsrailoğulları’nın kurtuluş sürecini ustalıkla yönetmiştir.

Sonuç olarak; Kur'an kıssaları içinde önemli bir hacmi olan Musa(as) kıssasını, iki ana başlık altında değerlendirmeye çalıştığımız takdirde; onlarca alt başlık açılarak gündem edilmesi gereken konular çıkacak kadar geniş ve evrensel mesajları olan bir kıssadır. Firavun ve yandaşları olan aktörlerin nasıl bir süreç içinde yıkılmış olduğu, yine kıssa içindeki ayetlerin okunması ile bizlere öğretilerek, bizlerin bundan sonraki zalimleri yıkma çalışmalarında örneklik olarak sunulmuştur.

Mazlumların zulümden kurtulduktan sonra zalim rolunü üstlenmeleri, bu sefer onların yıkımlarını beraberinden getirmiş olması, Firavun zulmünden kurtulduktan sonra zalimleşen İsrailoğulları üzerinden canlı olarak bizlere anlatılarak aynı yolu izlemememiz hatırlatılmaktadır.

Musa(as) kıssası okunurken bu tür bir değerlendirme ile okunacak olursa, kıssalar üzerinden verilmek istenen Tevhid ve Şirk mücadelesinin aktörlerinin, sadece yaşamış bitmiş şahıslar olmadığı, evrensellik taşıyan bir karaktere sahip olduğu görülerek, Kur’an’ın yaşanan zamana hitap eden beyanları olduğu görülecektir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

--