Eden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2016 Pazar

Enfal s. 48. Ayetinde Müşrikleri Savaşmaya Teşvik Eden Şeytan Kim ?

Şeytan , insanları kıyamete kadar yanlışa sevk ederek onların ayaklarının cennetten kaymasına sebep olacak her türlü sapmanın ve saptırıcının sembol isim olarak Kur'an'da yerini almış önemli bir kavramdır. Bir çok ayet , Şeytan'ın bize düşman olduğunu , ondan sakınmamız gerektiğini öğütlemekte, ona uyanların akıbetinin ise cehennem olduğunu haber vermektedir. 

Şeytan kavramı ilk olarak Adem kıssasında karşımıza çıkmakta, ve bu kavram "İblis" adında temsili bir şahsiyet üzerinden canlandırılarak , Adem'in şahsında tüm insanlara nasıl zarar vereceği, görsel bir anlatım yolu ile bizlere, çeşitli surelerdeki ayetlerde gösterilmektedir. 

[015.039]  (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

Kur'an'da gördüğümüz tüm müşrik ve kafir karakterleri , Şeytan tarafından azdırılmanın yaşanan hayatlar da nasıl gerçekleştiğine dair verilen canlı örneklerdir. Bizler o karakterlerin yaptıkları üzerinden cehennemin yolunu öğrenerek , bu yola girmemeyi öğrenmekteyiz.

[004.120]  Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.

[007.016-7] «Öyle ise» dedi, «Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.» «Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın!»

[020.120] [ Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?»

Bedir savaşı bilindiği üzere Medine de, Müslümanlar ve Mekke müşrikleri arasında geçen bir savaştır. Bu savaş sadece belirli bir zaman ve mekanda yapılmış kahramanlık destanı olarak değil , Allah (c.c) nin yer yüzüne koyduğu toplumsal yasaların nasıl işlediğine dair bilgiler de içermektedir. Müslümanların karşısındaki müşrik ordusunun hangi saikle Müslümanlara saldırdığı , Enfal s. 48. ayetinde anlatılmaktadır.

Şeytan bu savaşta Müslümanların karşısındaki ordunun , Müslümanlara saldırmasını onlara güzel göstermek sureti ile onların bozguna uğramasına sebep olmakta , onun gerçek bir dost olmadığı, bizlere bu şekilde anlatılmaktadır.


[008.048] Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, «Bu gün insanlardan size galip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.» demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: «Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah'dan korkarım. Ayrıca Allah'ın azabı çok çetindir.»

Bu ayetin tefsirlerine bakıldığında , ayet içinde zikri geçen Şeytan'ın, müşrik ordusu içinde olan Süraka Bin Malik adlı kişi olduğu , İblis'in onun kılığına girerek bu sözleri söylediğine dair yorumları görmekteyiz. Adı geçen kişinin müşrikleri savaşa teşvik ettiği yönündeki rivayetler de doğruluk payı olması muhtemeldir. Ancak ayette bahsedilen Şeytan ile bu kişinin kast edildiği yorumlarına, ve İblis'in bu kişinin kılığına girdiği düşüncelerine katılmadığımızı ifade etmek istiyoruz. 

Bizim düşüncemiz , ayetin belirli bir kişiden bahsetmediği yönünde olup , belirli bir kişiden bahsedildiği yönündeki düşüncelerle bu ayeti yorumlamanın , Şeytan kavramının evrensel bir kavram olmasına ve Kur'an bütünlüğüne gölge düşüreceği yönündedir. 

[007.014-15] Bana, (insanların)  dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. Buyurdu ki: Sen mühlet verilmişlerdensin.

[015.036]  Dedi ki: «Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.»

[038.079] Dedi ki: «Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.»

Şeytana kıyamete kadar müsaade edilmiş olması , bu kavramın insan ile iç içe bir kavram olmasından dolayıdır. İnsanlar hayatta olduğu süre içinde onların yapmış olduğu bir takım kötülükler mutlaka olacak , ve bu kötülükler "Şeytan" kavramı ile sembolize edilerek , yaptığı kötülüğün onu nereye götürdüğünü bilecektir. 

Kur'an, "Şeytan" adı ile ontolojik mahiyeti olan bir varlığı göstermek yerine , onu kavramlaştırarak evrensel sembol haline getirmiştir. Bu kavramın sembol haline getirilerek anlatılması, muhatapların kendilerine verilmek istenen mesajı daha kolay anlamasına yöneliktir.  

Enfal s. 48. ayetinde geçen Şeytan'ın belirli bir kişi olarak değil , bu kavram ile ilgili ayetlerin Kur'an bütünlüğü dikkat edilerek yorumlanması gerektiğini düşünmekteyiz.

Şeytan ile ilgili ayetlerin önemli noktası , onun insana kötülükleri süslediği ve güzel gösterdiği , onlara cazip gelecek şeyler fısıldadığı , insana istediğini yaptırdıktan sonra onu terk ederek onu yarı yolda bırakarak gerçek bir dost olmadığı yönündedir. 

[059.016] Şeytanın durumu gibi; hani o, insana; küfret, deyip de küfredince; doğrusu ben senden uzağım, çünkü ben; alemlerin Rabbı Allah'tan korkarım, demişti.

Enfal s. 48. ayeti ile Haşr s. 16. ayeti birlikte okunduğunda , Şeytan'ın insana istediğini yaptırdıktan sonra onu nasıl yalnız bıraktığı , gerçek bir dost'ta olması gereken en önemli haslet olan , iyi günde de kötü günde de yanında olma erdemini göstermediği yönünde bizlere bilgi verilerek , hesap gününde ona uyanlara karşı nasıl davranacağı, İbrahim s. 22. ayetinde anlatılmaktadır. 

[014.022]  İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir gücüm yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.

[016.099-100]  Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiç bir zorlayıcı gücü yoktur.Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir.

Enfal s. 48 ve Haşr s. 16. ayetlerinde verilmek istenilen mesaj görsel bir anlatım tarzı şeklinde bizlere sunulmaktadır. Bir insanın dost olarak bildiği kimse , onu hiç bir zaman yanlış bir yola sevk etmez . Eğer bir kimse arkadaşını yarı yolda bırakıyor ve onu satıyor ise , o kimse asla gerçek bir dost olamaz. 

Bu gerçek üzerinden Şeytan'ın insana asla dost olmadığı , kendisini dost edinenleri yarı yolda bıraktığı , insanın dosta ihtiyacı olduğu günde ise onu yapayalnız nasıl bırakacağı İbrahim s. 22. ayetinde anlatılmaktadır.

[020.120] Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?»

Şeytan'ın Adem kıssasında ontolojik mahiyeti olan İblis adında bir varlık olarak tasvir edilmiş olması ve cennetten onu çıkarmasına vesile olan sözleri söylerken karşısına gözle görünür bir kimse gibi çıktığının anlatılması , olayın görsel bir hale sokularak anlatılmasının sonucudur. 

Şeytan Adem'in karşısına gözle görünür bir kimse olarak değil , Adem'in yasaklanan ağaca yaklaşmak için kendisine haklı bir gerekçe sunmasının, içinden geçirdiklerinin bir ifadesi olarak, Şeytan'ın ağzından çıkan sözler şeklinde bizlere sunulmaktadır. Yani her insan aslında kendisinin Şeytanı olup , "Vesvese"  kelimesi ile ifade edilen akla gelen kötü düşünceler , temsili bir olay üzerinden bizlere aktarılmaktadır. 

Enfal s. 48. ayetinde anlatılan olay , müşrik ordusunun tamamının içinden geçen vesvesenin , Şeytan üzerinden dile getirilmiş bir ifadesidir. Olayın Adem kıssası ile benzerliğini kuracak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Müşrik ordusu , Müslüman ordusuna saldırmak için gerekli olan moral motivasyonu kendilerine vesvese yolu yani kötü düşünceler ile vermektedir. Müslüman ordusu ise müşrik ordusuna saldırmak için gerekli olan moral motivasyonu Allah (c.c) den almaktadır. Allah (c.c) nin Müslüman ordusunu Melek ile desteklemiş olmasının keyfiyeti, "Melek - Şeytan" zıtlığını düşündüğümüzde daha net ortaya çıkacaktır. 

Melek , insanın içine doğan iyi düşüncelerin kaynağı iken (Melek kavramını sadece bu anlamda düşünmediğimizi hatırlatmak isteriz), Şeytan , insanın içine doğan kötü düşüncelerin kaynağıdır. Melek kavramı iyilik ve güzelliği ifade ederken , Şeytan kavramı ise kötülük ve çirkinliği ifade etmektedir. 

Bedir savaşında karşılaşan iki ordudan Müslüman tarafın yardımcısı Allah ve Melekler olurken , Müşrik tarafın sözde yardımcısı Şeytandır. Müşrik tarafın sözde yardımcısı olan Şeytan, orduya değil yardım edebilmek , gerisin geri tabanları yağlayıp kaçtığı ifade edilerek onun gerçek bir dost olmadığı haber verilirken , Müslüman tarafın yardımcısı olan Allah ve Melekler , Müslüman ordusunun arkasında sonuna kadar durarak onların galip gelmesini sağlamışlardır. 

[017.064] «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder.

Enfal s. 48. ayeti , Şeytan'ın gerçek hayat içinde , iman etmeyenler üzerinde nasıl bir işlevi olduğunu göstermektedir. İsra s. 64. ayeti , Şeytan'ın vaadinin insanları aldatmak üzerine olduğunu beyan ederken , Enfal s. 48. ayeti , bu vaadin insanları nasıl aldattığını , müşriklerin Bedir de uğradıkları bozgun üzerinden canlı bir örneğini vermektedir.

Sonuç olarak : Kur'an'ın rivayetler ile değil kendisi ile anlaşılması doğrultusunda bir çalışma örneğini , Enfal s. 48. ayette bahsedilen Şeytan'ın, rivayetlerde müşrik ordusundan bir kişi olduğu yönündeki yorumların , bu kavramın evrensel olarak anlaşılmasına mani olduğunu düşünmekteyiz. Halbuki bu kavram, tarihte yaşanmış bir olay üzerinden tüm zamanlarda meydana gelmesi muhtemel olan insanın ayağının cennetten nasıl kayabileceğini, Bedir de yaşanmış bir örnek üzerinden bizlere göstermektedir. 

Adem kıssasında temsili bir şahsiyet olarak gördüğümüz İblis'in , "Şeytan" olarak kavramsallaştırılmasından sonra , bu kavramın insanların hayatında  nasıl işlev gösterdiği , canlı örnekleri ile anlatılarak , ondan sakınma yolları gösterilmiştir. 

Bizler bu kavramın ontolojik mahiyetinin olup olmadığından çok , işlevi üzerinden anlama çalışmaları yaptığımız zaman , bu kavramın bizim hayatımızda nasıl yer bulduğu daha net anlaşılacak , ve korunma yolları aranacaktır. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Şubat 2016 Cuma

TAHRİM s.1 : Muhammed (a.s) ın Haram Kılma Yetkisi OlMAdığını Beyan Eden Bir Ayet

Müslümanlar arasındaki ihtilafların temelinde , son elçi olan Muhammed (a.s) ın, beşer bir elçi olduğunun göz ardı edilmesi ve onun İsa (a.s) ile yarıştırılma gayretleri sonucunda getirildiği son nokta olan "İlah peygamber" algısı yatmaktadır. Böyle bir algının sonucunda oluşan peygamber , artık Allah (c.c) gibi haram ve helal tayini yapmakta , söylediği rivayet edilen sözler Kur'an ile eş değer, hatta Kur'an ayetlerini bile neshedebilecek bir kuvvete sahiptir. 

Halbuki Kur'an onun "Beşer bir elçi" olduğunu defalarca vurgulayarak , bu dinin merkezinde elçinin değil, Allah (c.c) nin olduğunu beyan ederek , Hıristiyanların İsa (a.s) ile düştükleri hataları tekrarlamamaları gerektiğini hatırlatmaktadır.

Ancak bu hatırlatmalar sanki hiç yapılmamış gibi okunan Kur'an, elçiyi merkeze alan bir okuma ve bazı ayetlerin bu okuma doğrultusunda yorumlanması ve bu yorumları destekleyen rivayetlerin uydurulması sonucunda , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi haram ve helal koyma yetkisine sahiptir" söylemi, dinin amentüsü haline getirilmiştir.

Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisinin olduğunu iddia eden , "Ehli hadis" fırkasının delil olarak getirdiği ayetleri ele aldığımız yazılarımızda , böyle bir düşüncenin Muhammed (a.s) ın , Allah (c.c) ile aynı konuma getirilmesi anlamında yani , "Şirk" olduğunu vurgulayarak , "Elçi" olmanın ne anlama geldiğinin üzerinden ilgili ayetleri anlamaya çalışmıştık.

Bu yazımızda da Tahrim s. 1. ayetini ele almaya çalışarak , bu konuda düşülen hatanın boyutunu , ilgili ayet üzerinden anlamaya ve hatırlatmaya çalışacağız.

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيم

[066.001] Ey Nebi! Eşlerinin rızasını arayarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.

Ayeti okuduğumuzda , Muhammed (a.s) ın aile içi bir durumdan dolayı , kendisine helal olan bir yiyeceği artık yemeyeceğine dair vermiş olduğu kararın hata olduğunu, ve bu hatasının Allah (c.c) tarafından düzeltilmekte olduğunu görmekteyiz.

Bu ayet nazil olduğu zaman ve hitap ettiği kişiler çerçevesinde düşünüldüğü zaman, belki tarihsel bir ayet olarak görülerek , sadece Muhammed (a.s) ve eşleri arasında  olan bir olayı anlatmış olduğunu düşündürebilir. Fakat ayetin bize dönük öyle bir mesajı vardır ki , Muhammed (a.s) ın haram helal koyma yetkisi diye bir şey olmadığını, işiten kulaklara resmen bağırmaktadır.

Bilindiği üzere, kulları üzerinde yegane tasarruf sahibi ve onlar ile ilgili yaşam kurallarını yani "Din" i , düzenleme yetkisine sahip olan kişi sadece Allah (c.c) olup , onun dışında hiç kimsenin elçisi dahil böyle bir yetkisi yoktur. Tahrim s. 1. ayeti işte bu durumu açık ve net bir şekilde ifade ederek , Muhammed (a.s) ın bile Allah (c.c) tarafından belirlenmiş kurallara tabi olduğu , kendisi tarafından kural belirlemek gibi bir lüksü olmadığını ifade etmektedir.

Eğer Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) gibi haram helal yetkisi var idiyse ve bu yetkiyi Allah (c.c) ona tanımış ise , Allah (c.c) nin helal kıldığı bir şeyi , Muhammed (a.s) ın haram kılmasının hiç bir sakınca teşkil etmemesi gerekirdi. Çünkü Muhammed (a.s.) ın aynı Allah (c.c) gibi haram helal yetkisi olduğuna göre , helal olan bir şeyi haram kılmasında ne gibi bir beis olabilirdi?. 

Haram helal tayininde Allah (c.c) ile aynı hakka sahip olduğu iddia edilen bir kişinin , Allah (c.c) nin helal kıldığını rahatlıkla haram kılmasının mümkün olmasını icap ettirmektedir. Maalesef böyle olmamış , Allah (c.c) böyle bir yetkinin elçisinde bile olmadığını beyan ederek , elçisinin düşmüş olduğu hatayı onu ikaz ederek düzeltmiştir.

Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisi olduğunu iddia eden düşünce taraftarlarının nasıl bir yanlış içinde olduklarını sadece Tahrim s. 1. ayeti bile gören göze , işiten kulağa , akleden kafalara haykırmaktadır.

"Muhammed (a.s) ın haram helal yetkisinin, Allah (c.c) nin bir şeyin haram veya helal olduğunu beyan etmeyerek açık bıraktığı konularda olup, onun beyan ettiği konularda zaten söz sahibi değildir" şeklinde bir itiraza karşı şunları söyleyebiliriz ;

Bu itiraz ancak , "Özrü kabahatinden büyük" dedirtecek cinstendir. Allah (c.c) "Din" konusunda yani bizim hesap gününde sorumlu olacağımız konularda , her hangi bir konuda eksik bırakarak ,bu eksikliğin elçisi Muhammed (a.s) tarafından giderilebileceği gibi bir hüküm bildirmemiştir. "Ehli hadis" fırkasının bu eksiğin hadisler ile giderildiği iddiası , Allah (c.c) ve elçisine atılmış büyük bir iftiradır.

Allah (c.c) elçisini , açık bıraktığı konuları onun tamamlaması için değil , onun bize olan emir  ve yasaklarını bizlere hatırlatması için göndermiştir. Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin haşa açığını kapatan birisi değildir.

Tahrim s. 1. ayeti , Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etmek gibi bir yetkisi olmadığını , böyle bir iddia içinde olanların suratlarına şamar gibi çarpmasına rağmen , "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" misali , böyle bir iddia içinde olanlar , bu iddiaya karşı olanlara "Hadis sünnet inkarcısı" , "Peygamber düşmanı" , "Sapık" , "Zındık" v.s suçlamalar ile karşı çıkmaktadırlar.

Allah (c.c) nin kimseye vermediği ve vermediğini açık ve net olarak ifade ettiği bir çok ayete rağmen ,  Muhammed (a.s) ı "Din" konusunda Allah (c.c) ile aynı konumda görmenin literatürdeki adı "ŞİRK" tir. Bu şirkin içinde olanlar , kendi paçalarındaki pislikleri görmemeye özen göstererek , başkalarını suçlamak yerine önce kendi hatalarını düzelterek acilen tevbe etmeye yönelmeleri gerekmektedir.

Hükmünde kimseyi kendisine ortak kabul etmediğini beyan eden Allah (c.c)nin ,  elçisini bu beyandan istisna ederek hükümde onu ortak tanıması için ne gibi bir sebebi olacaktır?.
Kuluna indirdiği kitap içinde olması gereken bazı hükümleri koymayarak , bu hükümleri beyan etme görevini elçisine verdiği için olabilir mi ?.


Kur'anı eksik olarak indirerek , bu eksikliği ona tamamlatma gibi bir görev verdiği için olabilir mi ?.

Muhammed (a.s) ı özel bir statüye tabi tutarak , onu bu istisnadan muaf tutmuş olabilir mi ?.
Hıristiyanların İsa (a.s) a uyguladığı muameleden ötürü biz Müslümanların, peygamberleri yarıştırma konusunda geri kalmış olmasına karşı bizim elimizi güçlendirerek "Sizin İsanız varsa bizim de Muhammedimiz var" diyebilmek için olabilir mi ?.
Bunların hiç birine "Evet" demek mümkün değildir.

Şurası asla unutulmamalıdır ki ; Allah (c.c) hiç kimseye kendisine ait olan bir yetkiyi vererek , yetki paylaşımında bulunmaz. Böyle bir paylaşım yapmış olduğunu iddia etmek , Allah ve elçisine atılmış en büyük iftiralardan birisidir. Eğer bu konuda birilerinin suçlanması ve "Sapık" olarak ilan edilmesi gerekirse , onlar Muhammed (a.s) ın helal haram yetkisi olduğunu iddia eden fırka mensupları olmalıdır.

Tahrim s. 1. ayeti ayrıca, Muhammed (a.s) ın hata yapmadığını iddia edenlere tokat gibi bir cevap olup , onun insan olma yönünü ortay çıkarmaktadır. Kendilerinin ululadıkları zatları masum ilan edebilmek için , önce Muhammed (a.s) ı masum ilan etmenin şart olduğunu bilen bu kimseler , onun hata yapmadığını öne sürerek , kendi ululadıkları zatlarında masum olduğu tezini güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Ancak Tahrim s. 1. ayeti böyle bir masumiyetin söz konusu olmadığını ifade etmesi açısından önemli bir delildir. 

Tahrim s. 2. ayeti , yapılan bir yeminden dönülebileceğini  öğreten bir ayettir. 

[066.002] Allah sizin için yemînlerinizin çözümlüğünü farz kılmıştır ve Allah sizin mevlânızdır, hem de alîm hakîm odur

Sonuç olarak ; Tahrim s. 1. ayeti , Muhammed (a.s) ın kendisi için helal olan bir şeyi , haram olarak  görmek ile düştüğü bir yanlışı düzelten bir ayettir. Şayet iddia edildiği gibi Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) nin gibi haram helal yetkisi bulunsaydı , bu ayette böyle bir ikazın yapılmasına gerek kalmaz , Muhammed (a.s) yetkisi dahilinde olan bir hakkı kullanmış sayılırdı. 

Ancak Allah (c.c) kimseye böyle bir yetki vermediği için , böyle bir eylemin hata olduğu ikaz edilerek , elçinin hatadan dönmesi sağlanmıştır. Bu ayet bizlere , haram helal tayini gibi konularda tek yetkilinin sadece Allah (c.c) olduğu , böyle bir yetki paylaşımının kimse ile yapılmadığı , yetki paylaşımı iddiasının ortaklı iddiası anlamına geldiğini hatırlatmaktadır.

Allah (c.c) nin böyle bir yetkiyi paylaştığını iddia ederek , yetkilerini kimse ile paylaşmadığını iddia edenlere yapıştırılan etiketlerin aynısı , bu yetkiyi paylaştığını iddia edenlere yapıştırılmaya daha layıktır. 

RABBİMİZ BİZLERİ ONA ELÇİSİNİ DAHİ ORTAK KILMAYAN KULLARINDAN KILSIN.


5 Ocak 2016 Salı

İHSAN ŞENOCAK : Allah (c.c) nin Buhari ve Müslim'e İmanı Emrettiğini İddia Eden Bir Müfteri

Son yıllarda Türkiye geneline baktığımızda , geleneksel düşüncede hakim olan din konusunda rivayetlerin belirleyiciliğine karşı , Kur'anın belirleyici ve hakem olmasını savunan düşüncenin filizlendiğine şahit olmaktayız. Ancak bu filizlenmeye, din konusunda rivayetlerin belirleyici olmasını savunanlar tarafından şiddetli bir biçimde karşı çıkıldığı da malumdur. 

Kur'anın din konusunda belirleyici ve hakem olmasına karşı çıkanların bayraktarlığını yapan şahsiyetlerden bir tanesi de İhsan Şenocak adlı bir kişidir. Yapmış olduğu konuşmalarda , din konusunda Kur'anın belirleyici ve hakem olmasını savunan kişileri hedef alarak onları acımasız bir biçimde eleştiren bu kişi, rivayetleri savunmak adına Allah adına yalan ve iftira atmayı dahi göze alacak kadar gözü kararmış bir halde, Kur'ana karşı rivayetleri savunmaya devam etmektedir. 

Bu yazımızda, onun bu konudaki konuşmasından bir kesit sunup, nasıl bir şirk içinde olduğunu göstererek, kendisini ve kendisi ile aynı düşünceyi paylaşanları  şirklerinden dönmeye davet edeceğiz.





İzlemiş olduğunuz video da , İhsan Şenocak adlı kişi , "Buhari ve Müslim'i hakem kılmayı Müslüman olmanın şartı olarak görmekte ve bu şartı söylerken ,"BEN DEMİYORUM ALLAH DİYOR KARDEŞİM" diyerek Allah (c.c) adına yalan ve iftira uydurmaktadır.

"Buhari" ve "Müslim" adlı rivayet kitapları din de belirleyici ve hakem midir?. 

Adını verdiğimiz kitaplar bilindiği üzere , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözlerin toplandığı kitapların iki tanesinin ismidir. Zaman içinde özellikle bu iki ismi taşıyan kitaplar, İslam dünyasında Kur'anın önüne geçirilerek , din de belirleyici ve hakem kılınan marka isimler haline getirilmiş , bu kitaplara yapılacak en küçük bir itirazın, kişinin dinden çıkarak "Kafir" damgası yemesine sebep olacağı şeklinde bir düşünce geliştirilmiştir.

"Buhari" ve "Müslim" in bu kadar savunulmasının amacı nedir ?. 

İhsan Şenocak ve benzer kişilerin, bu kitapları böyle hararetli bir şekilde savunmasının altında yatan sebeplerin en başta geleni , bu kitaplar içindeki bir takım rivayetlerin , Kur'an ile uyum arz etmeyen bir yapıya sahip olmasına rağmen , bu rivayetlerin dini inanç haline getirilmiş olmasıdır. Kur'an hakem kılınarak bu rivayetler tahlil edildiği takdirde , bu kişilerin savunduğu din anlayışı büyük bir çöküş içine gireceğini kendileri de bildiği için, bu kadar hararetli bir savunma içine girmişlerdir.

Kardeşim Allah (c.c) kitabında "Allah a ve resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerini inkar mı ediyorsunuz siz ?.

Allah (c.c) nin kitabında, kendisine ve resulüne iman etmemizi emreden ayetlerin hiçbiri inkar edilemez. Ancak , "Resule itaat" emrini hadis kitaplarında onun söylediği rivayet edilen sözlere bağlamaya itirazımız vardır neden mi ? ; 

Herhangi hadis kitabında rivayet edilen bir hadis , Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığı anda yazılmış bir söz değildir. Onu dinleyen sahabenin , duyduklarından akıllarında kalanı, bir başkasına aktararak, onun vefatından onlarca yıl sonra yazıya geçirilmiş olan sözlerdir. Sahabe ve ondan sonrakiler tarafından yapılan bu aktarımlarda , insan olmanın bir neticesi olarak , yanlış anlamak , unutmak gibi durumların yanı sıra , konuşmanın yarısında gelerek bir kısmını dinleyememenin vermiş olduğu bazı yanlış anlama ve aktarımlar söz konusudur.

Kur'an , kendisinde böyle bir problem asla söz konusu olmayan , indiği anda yazıya geçirilerek , en küçük bir hataya dahi yer verilmeyen bir kitap olarak elimizde bulunmaktadır. Problem olan nokta , hadis kitaplarının aynı Kur'an gibi olduğu muamelesine tabi tutulmasıdır. Bu kitaplar eğer üzerinde mahalle baskısı oluşturulmadan Kur'ana eş değer görülmemiş olsaydı , bu kadar kavganın meydana gelmesine gerek dahi kalmazdı. Bu kavganın baş müsebbipleri , zaman içinde bu kitaplara aşırı bir değer yükleyerek Kur'anın önüne geçirenlerdir.

Allah (c.c) bizlere "Buhari" ve "Müslim" e itaat etmemizi mi emrediyor?.

Allah (c.c) nin bizlerden böyle bir itaat istediği iddiası , İhsan Şenocak'ın okuduğu bir ayetin o anlama geldiğini iddia etmesinden başka bir şey değildir. Bu düşünce hocanın indi düşüncesi olup "Ben böyle olduğunu düşünüyorum" demiş olsa idi bu hoşgörülebilir di, fakat "BEN DEMİYORUM ALLAH DİYOR KARDEŞİM"  şeklinde bir iddia ALLAH ADINA KONUŞMAK anlamına gelip , Allah (c.c) adına konuşmak Muhammed (a.s) ile bitmiş olup ,böyle bir konuma ondan sonra kimse sahip olmayacaktır.

İhsan Şenocak'ın okumuş olduğu "Hayır; Rabb'ine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar." mealindeki Nisa s. 65. ayetinin nasıl anlaşılması gerekmektedir?.

Ayetleri bağlam gözetmeden , veya bağlamından kopararak okuma metodu , kendi ön yargılarını Kur'ana kabul ettirmek isteyenlerin en çok başvurdukları bir yöntem olup , bu yöntemi iddia sahibi olan zat çok açık bir biçimde kullanmaktadır şöyle ki;

İlgili ayetlerin bize dönük herhangi bir mesajı olmadığını iddia etmemekle birlikte , öncelikle ilk hitabın dikkate alınması gerektiğini düşünerek , sonra ki aşamada bize dönük nasıl bir mesajı olduğu anlaşılmaya çalışılabilir.

Nisa s. 65. ayeti , 60. ve 70. ayetler arası bir bağlama sahip olarak bütünlük içinde okunması gereken bir ayettir. 60. ayetten itibaren "Münafık" olarak bahsedilen kişilerin , iman ettiklerini iddia ettikleri kitabın hakemliğini ret ettiklerini görmekteyiz. Ayetleri bağlamı dahilinde okuduğumuzda , münafıkların çekiştikleri şeylerde , iman ettikleri kitabın hakemliğine başvurmadıkça iman etmiş sayılmayacağı beyan edilmektedir. 

Ayeti bağlamından koparıp , sonra bu hakemliğin bu gün hadis kitaplarına düştüğünü "Ben demiyorum Allah diyor kardeşim" şeklinde cezbeye gelmiş sofiler misali söylemek, zalimlikten başka bir şey değildir.

Ayet içinde geçen "seni hakem tayin edip" cümlesi , Muhammed (a.s) ın kendisine inen kitabın haricinde bir hakemliği olduğunu mu, ve bu gün bu hakemliğin Buhari" ve "Müslim" gibi hadis kitaplarına düştüğünü mü ifade etmektedir ?.

[004.105]  Doğrusu Biz sana gerçeğin ta kendisi olan kitab (Kur'an)'ı indirdik ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma!
[003.023]  Kendilerine Kitapdan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitabına çağırılmışlar, sonra onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.
[024.051]  Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: «İşittik, itaat ettik» demek, ancak müminlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.
[005.048]  Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
[005.049]  O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.
[042.010]  Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.
[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerde , Muhammed (a.s) ın kendisine inmiş olan kitabın hakemliğine uyduğunu görmekteyiz. Problem "Elçiye itaat edin" şeklindeki emirlerin bu gün nasıl okunması gerektiğinde düğümlenmektedir. İhsan Şenocak adlı kişi bu düğümü Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarının çözeceğini iddia etmektedir. 

http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/12/hasr-s-7-ayeti-resulun-verdigini-almak.html
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2016/01/tevbe-s-29-ayeti-allah-ve-elcisinin.html

Yukarıdaki linkler , "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaştığımız yazılardır.  

 Nisa s. 65. ayetine dönecek olursak, bu benzeri ayetler bu gün nasıl anlaşılmalıdır ?.

Muhammed (a.s) ın hakem olmasının anlamı , öncelikle onun "Resul" olmasının ne anlama geldiğinin anlaşılmasından sonra mümkün olacaktır.

Resuller , Allah (c.c) nin insanlar içinden seçtiği insanlar olup , onların görevi aldıkları vahyi insanlara aktarmaktır. Bu aktarmayı postacılık ile aynı anlama geldiğini söylemek istemediğimizi hatırlatarak , aynı vahyin muhatabı kendilerinin de olması nedeniyle , okudukları vahyi hayatlarına en doğru pratize eden "Üsvetün hasene" yani güzel örneklerdir. 

Muhammed (a.s) bu örneklerin sonuncusu olup , yaşadığı zaman zarfı içinde ,kendisine inen kitabı hakem yapan bir hayatı devam ettirmiştir. Onun vefatı sonrasında ,"Vahiy merkezli din" yerine "Elçi merkezli din" anlayışı hakim kılınarak , bu gün meydana gelen  elçinin konumu tartışmalarının önü açılmıştır. 

Vahyin belirleyiciliği yerine , rivayetlerin belirleyici olmasına sebep olan bu din algısı , resulun görevini daha yukarılara taşıyarak , onu din koyucu bir konuma getirmiş , ve onun söylemiş olduğu rivayet edilen sözleri "Vahiy" ile eşdeğer hale getirmiştir. Bu eşdeğer kılma çalışmaları , yine bazı Kur'an ayetlerinin ön yargılar sonucu ve bağlamından koparılarak okunması ve ona atfen yalan ve iftira türünden hadisler uydurularak yapılmıştır. 

"Buhari ve Müslim tapıcılığı" olarak ifade edebileceğimiz durum , bu tür bir din algısının yansıması olup , "Buhari çökerse din çöker" , "Buhari yere gök , göğe yer dese inanacaksınız" türünden bildiğimiz söylemler bu düşüncenin yansımasıdır. 

Elçinin sözlerini Kur'an ile eşdeğer tutmak düşüncesi , Elçiyi ilah , veya Allah (c.c) nin elçisinin seviyesine indirilmesi gibi bir itikadi bozukluğu beraberinde getirir. Elçinin söylemiş olduğu sözlerin içinde bulunduğu kitaplar , o kitaplardaki rivayetleri toplayan kişilerin içtihatları sonucunda belirlenmiş olan rivayetler olup , sahih olup olmaması kişilerin içtihatları ile belirlenmiştir.

Bizler bu gün , kişisel içtihatların belirlediği rivayetlerin toplandığı kitapları , Allah (c.c) nin kitabı olarak görür , bu kitaplara iman edilmesi gibi bir şartın Allah (c.c) tarafından emredildiği gibi bir iddia içinde olduğumuz takdirde bu iddianın bize getirisi "Küfr" ve "Şirk" ten başka bir şey olmayacaktır. 

İhsan Şenocak'ın iddiasına göre , Allah (c.c) eğer Müslüman olmak için , Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarına iman etmeyi şart koştu ise , Buhari ve Müslim gibi hadis kitapları tedvin edilmeden önce yaşayanlar Müslüman değilmiydi ?.

Sonuç olarak ; İhsan Şenocak adlı kişinin cezbe halindeki dervişler misali ağzından çıkan sözler, aklı başında bir müslüman tarafından söylenecek sözler değildir. Rivayetleri kotarmak için ortaya atılan düşünceyi seslendirirken ,"BUHARİ HAKEM OLMADIKÇA , MÜSLİM HAKEM OLMADIKÇA, ALLAH'A YEMİN OLSUN Kİ MÜSLÜMAN OLAMAZSINIZ ALLAH DİYOR KARDEŞİM BEN DEMİYORUM" şeklindeki sözler ,  "«Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?»" beyanı gereğince , tek hakem olması gereken kitabın, KUR'AN olduğunu ret ederek bu kitaba, kişilerin içtihatları ile belirlenen Muhammed (as) ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözleri ortak koşması nedeniyle Allah adına yalan ve iftira atmak denilen cürüm'ün işlenmesi anlamına gelmektedir.

[011.018]  Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kim vardır? Bunlar Rabblarının huzuruna götürülürler ve şahidler: Rabblarına yalan uyduranlar bunlardır, derler. Bilin ki; Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.

"Ben demiyorum Allah diyor" ifadesi asla kullanılmaması gereken bir söz olup , sahibini "Allah (c.c) adına konuşmak" konumuna getirir ki , böyle bir yetki seçilmiş elçiler haricinde kimseye verilmemiştir. 

İhsan Şenocak'ı "Müfteri" olarak itham etmiş olmamız, ona ve onun gibi düşünenlere hakaret mahiyetinde bir söz olmayıp , söylenen sözün , kişiyi nasıl bir duruma düşürdüğünü göstermek içindir. 

Ona ve onun gibi düşünenlere tavsiyemiz şu dur ; Yol yakın iken tevbe edip , kendinizi Kur'anın hakem kılındığı bir din anlayışına teslim ediniz. Eğer bu yolda devam ederseniz , Allah (c.c) uydurduğunuz yalanlar hesap gününde yakanızı bırakmayacak ve bunun cezası ağır biçimde size ödetilecektir. 

Bu yazı, başta sözün sahibi olmak üzere,  bu sözü sahiplenenlere bir tebliğ mahiyetindedir .

                ŞAHİD OL YA RAB , ŞAHİD OL YA RAB, ŞAHİD OL YA RAB 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


5 Haziran 2015 Cuma

Musa (a.s) Firavuna İsyan Eden Bir Nankör müydü ?

Bilindiği üzere Türkiye'de seçim zamanlarında ortaya çıkan tartışmalardan bir tanesi; mevcut sistemin kuralları dahilinde kurulmuş olan siyasi partilere oy vermenin hükmü konusunda olup, Müslümanlar bu konuda iki zıt kutupta toplanmışlardır. Bir kısım Müslüman oy kullanmayı savunurken, diğer bir kısım Müslüman oy kullanmamayı savunmaktadır.

Oy kullanmayı savunanların oy verme sebebi olarak öne sürdükleri gerekçelerden bir tanesi; içinde yaşadığımız sistemin herkese sağlamış olduğu bir takım imkanlardan herkesin yararlanmış olduğu ve oy kullanmama noktasında tercih beyan edenlerinde bu nimetlerden faydalandığı halde sisteme karşı çıktıkları, "Madem sisteme karşı çıkıyorsunuz bu nimetlerden neden faydalanıyorsunuz?" şeklinde bir söylem ile kendilerini savunup karşı tarafı suçladıklarına şahit olmaktayız.

Kur'an'ın hayatlarında belirleyici bir Kitap olduğunu iddia eden bizler için, yaşadığımız her zaman çerçevesi içindeki olaylara karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği, bu tür durumlarda bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından örnekler çıkararak muvahhid atalarımızın yolunu izlemek mecburiyeti vardır.

Musa(a.s)'ın Firavun ile olan mücadelesi, sadece yaşandığı zaman ve mekan dahilinde değil, çağlar boyunca gelecek olan Firavunlar'a karşı nasıl bir tavır takınılması gerektiğini bize öğretmektedir. Musa(a.s)'ın hayatını okuduğumuz zaman, onun bebekliğinden gençlik çağına kadar Firavun'un himayesinde büyümüş birisi olduğunu görürüz.

Musa(a.s)'ın elçi seçilme anına kadar başından geçen olaylar, onun kıssasının anlatıldığı surelerden okunabilir. Yazıyı uzatmamak amacı ile onun elçi seçilmesini müteakip, Firavun ile aralarında geçen bir konuşma üzerinden içinde olduğumuz duruma dair bir davranış metodu çıkarılabileceğini düşünmekteyiz.

Musa(a.s)'ın ŞUARA Suresi içinde anlatılan kıssasında Firavun ile aralarında geçen konuşma şöyledir:

Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne). Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).

[026.018-19] Dedi ki: "Çocukken biz, seni yanımıza alıp büyütmedik mi (sana rablik etmedik mi)? Ve sen, hayatının birçok yılllarını aramızda geçirdin. Hem de o yaptığın fi'li yaptın, o halde sen o nankör kâfirlerdensin."

Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn(murselîne). 
Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle). 

[026.020-22] Dedi ki: "Ben, onu yaptım, ama o zaman şaşkınlardandım. Bu yüzden sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra, Rabbim bana hikmet verip, beni peygamber yaptı. Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür" dedi.

Musa(a.s) ile Firavun arasında geçen konuşmayı şu şekilde tahlil edebiliriz; Firavun halkına karşı "İlahlık" ve "Rablık" iddia eden birisi olarak buna karşı çıkan Musa(a.s)'a, ona daha önceden yaptığı "Rab"lığı hatırlatarak (başına kakarak) kendisine karşı "kafir" olmamasını ister. Firavun'un böyle bir istekte bulunma sebebi; Musa(a.s)'ın varlık sebebinin kendisi(!) olduğuna dair olup, günümüz tabiri ile "Ben olmasaydım sen olmazdın" diyerek Musa(a.s)'a hatırlatmada bulunmaktadır.

Firavun kendi açısından haklı sayılabilir çünkü bebek iken aldığı Musa(a.s)'ı sarayında en güzel ortam içinde büyütmüş ve ona gereken ihtimamı göstermiştir. Buna karşılık olarak, yaptığı bu iyiliklere Musa(a.s)'ın nankör davranmamasını istemiş olması bir yönden makul görülebilir. Ancak burada bir hata yapmaktadır. Kendisini Rab olarak tanıtan Firavun'a karşı Musa(a.s) ve kardeşi Harun(a.s), gerçek Rabbın "alemlerin rabbi" olan Allah(c.c) olduğunu ifade etmektedirler.

Musa(a.s), iki Rab karşısında bir seçim yapmak durumunda olup, bu seçimini "alemlerin rabbi" Allah(c.c) yönünde yapmış ve Firavun'un rablığını red etmiştir. Burada dikkatimizi çeken ve çekmesi gereken nokta şu olmalıdır; Firavun'un iddia ettiği mülk aslında kendisinin değil, Allah(c.c)'nindir. Firavun ilahlığa ve rablığa soyunarak Mısır ülkesi üzerinde hak iddia etmekte olup, ona bu imkanları veren "alemlerin rabbi" olan Allah(c.c)'dir. Musa(a.s) bu noktayı göz önüne alarak kendisine bebek iken bakmış olması onun İsrailoğulları üzerindeki zulmünün neticesinde olduğunu, yani ona hiç bir şekilde borcu olmadığını tereddüt etmeden haykırmıştır.

MUSA(A.S) FİRAVUN'A, "ER-REZZAK" OLANIN SADECE ALLAH OLDUĞUNU HAYKIRARAK, ONA HİÇBİR ŞEKİLDE MİNNET BORCU OLMADIĞINI SÖYLEMESİ BİZİM İÇİN BİR TAKIM MESAJLAR İÇERMEKTEDİR.

Bu olayın bize dönük mesajını okumaya çalıştığımız zaman şunları söylemek mümkündür; içinde yaşadığımız ülkenin yönetim şekli bilindiği gibi gayri İslami bir sistem üzerine kurulmuştur. Bu sistemin yürümesi için kurulmuş siyasi partiler seçimler yolu ile iş başına gelerek halkı yönetmektedirler. Siyasi partilerin tamamı sistemin önermiş olduğu kanunlar dahilinde ve esas olarak mevcut sistemin yürümesi için kurulmuşlardır.

Durumu, inancını Kur'an'ın belirlediği Müslümanlar açısından değerlendirdiğimizde, inancımıza sahip çıkan ve mevcut sistemin yerine İslami bir sistem getireceği söyleminde bulunan tek bir parti olmaması (böyle bir partinin olması mevcut kanunlara göre mümkün değildir), bizim oy kullanmak konusunda daha temkinli davranmamızı gerektirmektedir.

Tercihini oy kullanmamaktan yana kullananlara karşı getirilen argümanlara baktığımızda, bu sistemin bize olan nimetleri hatırlatılarak, bu sisteme karşı "KAFİR" nankör davranılmaması gerektiği ve sistemin desteklenmesi gerektiği söylenmektedir.

Muhatap olduğumuz bu söylemi, Musa(a.s)'ın muhatap olduğu kişinin söylemi ile aynileştirmek mümkündür. Firavun, Musa(a.s)'a kendisine karşı yapmış olduğu "rablığa" karşı ondan itaat beklemektedir. Fakat Musa(a.s) Firavun'a itaat etmek şöyle dursun, ona zulmünü haykırmaktan geri durmamıştır.

Musa(a.s) neden böyle bir kafirlikte(!) bulunup "alemlerin rabbi"ne teslim olduğunu bildirmiştir? Çünkü Musa(a.s), Firavun'un elinde bulundurmuş olduğu iktidar, servet, mülk, güç vb. unsurların asıl sahibinin Allah(c.c) olduğunu biliyordu.

BİZE NE OLUYOR Kİ, KENDİSİNİ KUR'AN MÜSLÜMANI OLARAK LANSE EDENLERİN BİR KISMINA GÖRE BU SİSTEMİN YÖNETİCİLERİNİN BİZLERE VERMİŞ OLDUĞU NİMETLERİN ASIL SAHİBİNİN ONLAR OLDUĞU ZANNINA KAPILARAK, BU SİSTEMİN AYAKTA KALMASI İÇİN BİZDEN ÖNCEKİ ELÇİLERİN YOLLARINA İHANET EDİYORUZ?

Alemlerin Rabbi olan Allah(c.c), Musa(a.s)'a "Firavun'a git çünkü o AZDI" dediği zaman, Musa(a.s) Rabbi'ne "Ey Rabbim! Doğru dersin ama o azgın Firavun ben bebek iken büyütüp RABLİK etti, ben ona nasıl isyan ederim?" mi dedi?

Bugün sisteme karşı çıkarak, bu karşı olmalarını oy kullanmayarak göstermeye çalışanlara karşı getirilen argümanın, yukardaki sözlerden bir farkı yoktur. Bu sistemin halkına vermiş olduğu nimetlerin sanki sistemin yöneticileri tarafından verildiği zannı onların "er-rezzak" (rızık verici) konumuna yükseltilmiş olduğunu göstermektedir.

"er-rezzak" olan sadece Allah(c.c)'dir. Arz üzerinde kim varsa, hangi ülke varsa verilenler hepsi O'nun katından olup, yönetici kademesinde olanların yapmış olduğu sadece Allah(c.c)'nin verdiğini halka dağıtmaktır. Bu dağıtımın adaletli olup olmadığı tartışması bir tarafa olup, ülkemiz geneline baktığımızda hangi iktidar olursa olsun bu nimetleri önce kendilerine aktarmaya gayret ettikleri bir vakıadır. Bu vakıaya özellikle kendisini muhafazakar İslamcı olarak gösterenlerin ortak olmuş olmaları ayrı bir gerçek olup bu yazının konusu değildir.

Bugün içinde bulunduğumuz sisteme bakış açıları, o sistem içindeki mevcut olan iktidar partisinin diğer partilere göre daha kaliteli olduğu için oy verdiğini iddia edenler için herhangi bir sözümüz yoktur. Sözümüz; kendisini Kur'an Müslümanı olarak beyan edip inancının esaslarını Kur'an'ın belirlediğini iddia edenleredir.

İnancını Kur'an'ın belirlediği iddiasında olanlar için örneğini verdiğimiz ayetlerdeki Musa(a.s)'ın duruşunun, bugün bizim sisteme karşı duruşumuz noktasında bir örneklik teşkil etmesi gerektiğini düşünmekteyiz. İçinde bulunduğumuz imkanları sunanlar, o imkanların yaratıcıları değil, o imkanları halka eşit olarak dağıtmakla görevli olan emanetçilerdir. Bu emanetçiliği bizler şayet asil olarak gördüğümüz takdirde, yönetim kademesinde olan kişileri "Rab" konumuna yükseltmiş oluruz ki bunun literatürdeki adı "ŞİRK"tir.

Müslümanlar olarak yaşadığımız topraklar üzerinde Allah(c.c)'den başka kimseye karşı bir minnet borcumuz olmadığı gibi, bizim üzerimizde yönetici kademesinde olanların yönetim konusunda Allah(c.c)'nin emirlerinde doğrultusunda hareket etmek mecburiyetleri vardır. Bu yöneticilerin veya bu yöneticilerin yandaşlarının kendilerinin dışındakilere, onlara karşı yaptıklarını başa kakmak gibi bir cüretleri, onların kendilerini Rab ilan etmeleri anlamına gelir.

Allah(c.c)'den başka Rab olmadığını iddia eden Müslümanların, varlıklarını yönetim kademesinin başındakilere bağlayarak veya ellerindeki imkanları onların sayesinde sahip oldukları "Onlar olmazsa halimiz duman olur" şeklindeki söylemleri, Rablığı Allah(c.c)'nin dışındakilere tahsis etmeleri anlamına gelir.

Sistemin yönetim kademesinin başında olanlar şunu asla unutmamalıdırlar ki; sizlerin varlığınızı borçlu olduğunuz birisi vardır ki O da "alemlerin rabbi" Allah(c.c)'dir. Kendinizi yandaşlarınıza ululatarak etrafınızda oluşturduğunuz taraftarlarınız yarın hesap gününde ne sizi, ne kendilerini kurtaramayacaklardır.

Çağrımız şudur; özellikle AKP'nin destekçisi olan ve kendilerini Kur'an Müslümanı olarak niteleyenler, hiç kimsenin bu yöneticilere herhangi bir minnet borcu yoktur. Minnet borcu, bu yöneticilerin kendilerini böyle bir kademeye getirdiği için Allah(c.c)'ye karşı olmalıdır. Ancak görüyoruz ki bu minneti tabanlarına öyle bir lanse etmektedirler ki "Biz olmazsak batarsınız" şeklinde bir söylem ile kendilerini bulunmaz hint kumaşı olarak görmektedirler.

Esas olan ellerindeki bu iktidar gücünü İslami argümanları istismar etmeden kullanmak olması gereken bu insanlar, etraflarında oluşturmuş oldukları taraftarları ile İslami söylem kullanarak bir nevi nifak içine girmektedirler. Kendilerine İslami şahsiyetleri örnek aldıklarını iddia ederek iktidarını sürdürenlerin, yaşantılarında bu şahsiyetlerin yaşantılarını ne kadar pratize(!) ettikleri hepimizin bilgisi dahilindedir.

Şakşakçı tabir edilen taraftar kadrosunun yaptığı şey, iktidar sahiplerinin saltanatlarını sürdürmesinde İslami söylemi öne çıkararak sadece oy deposu olarak gördükleri halk sürüsünün oylarını toplayarak iktidarlarının sürmesini sağlamaktır.

Aynı durumu atamız İbrahim (a.s) açısından değerlendirdiğimizde ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır; Bilindiği üzere İbrahim (a.s) ın babası müşrik bir kimse olarak oğluna iman etmemiştir. İbrahim (a.s) babasının kendisini büyütmüş ve doyurmuş olması karşısında ona minnet altında kalarak, ona karşı müdaheneci bir tavır içine girmemiş, seçimini Rabbinden yana yapmıştır.

Sonuç olarak; Türkiye'de mevcut olan tağuti sistemin devam etmesinde önemli etken olan seçimler ve seçimlerin en önemli kaynağı olan halkın oyları, bu sistemin ayakta kalmasını sağlamaktadır. Sisteme karşı duruşlarını oy kullanmayarak göstermeye çalışanlara karşı getirilen argümanlara karşı, bize Musa(a.s)'ın Firavun'a karşı olan duruşu örnektir. Kimseye karşı minnet borcumuz olmamakla birlikte, minnet borcu olanların başında iktidar sahipleri gelmektedir. Onlar bu minnetlerini, onlara bu iktidarı sağlayan Rablerine karşı O'nun önerdiği bir sistemi hayata geçirerek göstermek zorunlulukları vardır. Sistemin bize verdiklerini öne sürerek bu sisteme karşı "kafirlik" yapılmamasını isteyenler, aslında Allah(c.c)'ye "kafirlik" yapmakta olduklarını unutmamalıdırlar.

[039.036] Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başka şeylerle korkutuyorlar. Allah'ın, saptırdığını doğru yola koyacak yoktur.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Kasım 2014 Salı

Ahzab s. 72. ayeti: Emanete İhanet Eden İnsan

"Emanet" kelimesi ; "Nefsin güvene kavuşması , korkunun ortadan kalkması" anlamına gelen "e-me-ne" kelimesinden türemiştir. İnsanın kendisinde emin kılınan  , kendisine geçici olarak verilen şeyin adı olarak kullanılır.

Esas konumuz olan Ahzab s. 72. ayetinin mesajına geçmeden önce bu kelimenin Kur'anda geçtiği ayetleri sıralayarak , kişinin kendisinin emniyetine geçici olarak verilen şeylere nasıl bir tutum sergilemesi gerektiğini beyan eden ayet meallerini görelim.

[002.283]  Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği, bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdır. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.
[004.058] Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.
[008.027]  Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin.
[023.008]  Ve onlar ki, emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.
[023.008]  Ve onlar ki, emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.

Ahzab s. 72. ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. 
 [033.072]   Biz, o emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar ve ondan korktular da insan yüklendi onu. O gerçekten çok zalim, çok cahildir.

Ahzab s. 72. ayetinde emanetin , "göklere , yere ve dağlara sunulması" şeklindeki anlatım üzerimizdeki sorumluluğunu ne kadar ciddi olduğunun anlaşılması için yapılmış teşbihi bir anlatımdır , aksi takdirde sunulan emanetin red edilmesinin keyfiyetinin nasıllığı üzerinde kafa yormaya kalktığımız zaman altından kalkılmayacak müşkiller ortaya çıkacaktır. 

Ayette işaret edilen ana konu, "Emanet" olgusu olup, bu emaneti yüklenen insanın "zalim ve nankör" olmasıdır. İnsana Allah (c.c) nin tevdi ettiği geçici şeyler ne olabilir ki , insan "zalim ve nankör" bir tutum sergileyerek bu emenetlere ihanet edebiliyor. 

Bu merkezde, Kur'anda geçen "Halife" kelimesi de "Emanet" kelimesi ile bağlantılıdır. Halife kelimesin, "esas sahibi yani asil olan kişiden bir görevi geçici olarak devr almak , geçicilik , kalıc olmamak" gibi anlamları etrafında düşünecek olursak , "insanın arz üzerinde halife kılınmış olması" nın ne demek olduğunun anlaşılması kolaylaşacaktır. 

Allah (c.c) , Bakara s. 30. ayetinde "Ben arz üzerinde bir halife kılacağım" buyurması kendisinin ASİL olarak uhdesinde olan bir şeyi vekil olarak tayin ettiği insana GEÇİCİ olarak HİLAFETEN vermesini ifade etmektedir.  Allah (c.c) arz'a bir halife atayarak ki bu halife olmak bütün insanlar için geçerlidir, kendi istekleri doğrultusunda hareket edecek bir varlık meydana getirmek istediğini beyan etmektedir. Maalesef bu varlığın bir çoğu, kendisine verilen irade hürriyetini yanlış yolda kullanarak bu halifeliği doğru kullanmamıştır

Bu bağlamda arz üzerinde gelmiş veya gelecek olan herhangi bir insana verilen her ne ise o verilenin geçici olduğu yani EMANET olduğu , bunu mülkün asıl sahibi olanın, insanı geçici bir süre için hakim kıldığı , olması gereken şeyin bunun şuuruna vakıf olarak insanın mülkün asıl sahibine göre elindeki geçici mülkü kullanması gerektiği konusu Kitabın ana konularındandır diyebiliriz. 

Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı kendisi olduğu , dolayısı ile yarattığı her şeyin asıl sahibinin kendisi olduğu , kullarına verdiği her ne ise onların "geçici dünya malı" olduğu , verdiği her ne ise kendisinin koyduğu kurallara göre kullanılması gerektiğini tarih boyunca gönderdiği Elçiler vasıtası ile kullarına bildirmiştir. 

Tarihi , "insanın kendisine vekaleten, hilafeten ve emaneten verilen  şeylerin , asıl sahibini unutarak asıl sahibinin kendisi olduğu zannına kapılarak bunlarda hak iddia etmesi ile buna karşı çıkarak asıl sahibin Allah (c.c) olduğunu savunanlar arasındaki mücadele" olarak yorumlamak Kur'ana uygun bir tarif olsa gerektir.   

Bu mücadele örnekleri kıssa yollu anlatımlar ile bizlere aktarılmış olup bu örneklerden "EL melik" ismini "vekaleten" değil de "asaleten" kullanmaya kalkan kişilere örnek olarak olarak İbrahim ve Musa (a.s) ların kavimlerinin zalim hükümdarları örnek verilebilir.

"Elmelik" ismi ; "Mülk'ün tek sahibi" anlamında olup ortaklık şeklinde bir durumu asla kabul etmez , yer yüzünde bir kısım insana verilen mülk ten bir pay mülk ün sahibi tarafından emaneten verilmiştir.

 [023.116]  Hak melik olan Allah pek yücedir. Ondan başka ilah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir.
 [059.023]  O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Mülkün sahibidir, son derece mukaddestir, selamete erdirendir, güveni sağlayandır, görüp gözetendir, üstündür, zorludur, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştuklarından münezzehtir.

[002.258]  Allah kendisine MÜLK verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: «Rabbim, dirilten ve öldürendir» demişti. «Ben de diriltir ve öldürürüm» dedi; İbrahim, «Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene» dedi. İnkar eden şaşırıp kaldı. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
[043.051] Firavun kavmine şöyle seslenip dedi ki: «Ey kavmim, Mısır MÜLKÜ ve şu altından akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?

Bu ve benzeri yöneticiler , ellerindeki gücü kendilerinden başka sorgulama ve yönetme yetkisine sahip kimse olmadığı iddiası ile İlahlık ve Rabliğe soyunmuşlar ve tebalarını zulüm altında inleterek yönetmişlerdir. Buna karşılık kendilerine verilen "Mülk" ün asıl sahibi olmadıkları , bunun kendilerine geçici bir süre olarak "Emaneten" verildiği şuuruna sahip olanlara da örnek verilerek ibret alınması sağlanmaktadır. 

 [004.53-54]Yoksa onların MÜLK ten bir payları mı var? Eğer böyle olsaydı, insanlara 'çekirdeğin sırtındaki küçücük bir tomurcuğu' bile vermezlerdi.Yoksa o insanlara Allah'ın kendi lütfundan verdiği nimeti çekemiyorlar da haset mi ediyorlar. Oysa Biz İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, ayrıca büyük bir MÜLK de verdik.
[038.035] (Süleyman)Dedi ki: Rabbım; bağışla beni. Ve bana öyle bir MÜLK ver ki; benden sonra hiç bir kimse ulaşamasın. Muhakkak ki en çok bağışta bulunan Sensin, Sen.
[002.247]  Nebileri onlara «Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?» dediler, «Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah MÜLKÜ dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.

Süleyman , Davud, Yusuf ve Zülkarneyn (a.s) ların kıssalarını mesajını anlama maksadı ile okuduğumuz zaman o kıssalarda öne çıkan nokta , onlara Mülk'ten verilen emaneti gereği kullanmış olmaları , asla sahipliğe soyunmuş olmamalarıdır.

"Errezzak" ismi ; yarattıkların rızkını veren ihtiyaçlarını karşılayan" anlamına gelmektedir. Bu anlamda rızkın anahtarlarının sadece kendisinde olduğunu beyan eden bir çok ayet mevcuttur. "Rızkı dilediğine yayıp dilediğine kısması" şeklinde gelen bir çok ayet bu gerçeği vurgular. Bu ismi gereğince yaratmış olduğu insanlara rızk vermiş ve onlara bu rızıkların onlara kendisini lutfu olduğu asla sahiplenmemeleri gerektiği "emanetçi" olduklarının unutmamaları asalete soyunmamalarını Kitabında defaatle tembihlemiştir. 

Kullarına vermiş olduklarını kendi yolunda harcamaları gerektiğini bir çok ayetinde beyan eden rabbimiz , bu emrin tersine hareket edenleri "Karun kıssası" nda onun sonunu anlatarak bu şekil davrananların dünyadaki sonlarının nasıl olabileceği , ahirette ise onları daha elim bir azabın beklediğini haber vermiştir. "Sizi rızıklandırdığımız şeylerden" şeklinde yapılan vurgu dikkat çekici olup rızkın kimin tarafından verildiğinin unutulmaması açısından önemlidir. Buna rağmen Yasin s. 47. ayette verilen cevap emanete ihanetin bir belgesidir. 

  "Onlara; Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden infak edin, denildiğinde; o küfredenler iman etmiş olanlara dediler ki: Dilediği takdirde Allah'ın doyuracağı kimseyi biz mi doyuralım? Doğrusu siz, ancak apaçık bir sapıklık içerisindesiniz."

Allah (c.c) kuluna verdiği can ın dahi emanet olduğunu hatırlatarak bu canı onun yolunda vermesi gerektiğini ve bunun karşılığında vereceklerini bir çok ayetinde hatırlatarak bu konuda da cimri davranılmaması gerektiğini beyan etmektedir. Mal ve can vazgeçilmesi neredeyse imkansız iki emanet olarak , bu konuda yapılan vazgeçmeler veya vazgeçememeler Kur'an içinde anlatılarak alınacak karşılıklar bildirilmektedir.

Sonuç olarak ; Ahzab s. 72. ayeti insana onu yaratan tarafından verilen her şeyin "emanet" olgusu içinde değerlendirilmesi gerektiğini ve bu olgunun basit bir şey olmadığını teşbihi bir uslup ile anlatmaktadır. Halife olarak atanan insanın , bu şekil bir atanmışlığının ona daha üst bir mercie karşı olan sorumluluğunu hatırlatmakta olup asalete soyunmamayı yani "Allah tan rol çalmaya kalkmamasını hatırlatmaktadır. "Elmelik" ve "Errezzak" ismi çerçevesinde kısaca değinmeye çalıştığımız "emanete ihanet" in nasıllığı diğer bütün emanet çeşitlerinde de kendini göstermektedir. İnsanın "zalim ve cahil" olarak vasıflandırılması onun bu yönünün ağır basarak kendisine tevdi edilen emanete karşı davranışının onu getirdiği noktayı ifade etmektedir. İnsan olarak elimizde olanın asla bizim kendimizin değil , bize belirli bir süre için imtihan gerekçesi ile emaneten verildiği ,imtihan sonunda elimizden alınacağı bilinci içinde bunları kullanarak "zalim ve cahil"olmak yerine "adil ve alim" bir kul olarak ebedi cennetlerde ikamet etmek hakkını kazanmamız gerekmektedir. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.