Tevbe s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tevbe s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2014 Cumartesi

Tevbe s. 107-110. Ayetleri ve Yeniden Oluşturulan Dırar Mescidleri

"Dırar Mescidi (zarar mescidi)” deyimi TEVBE 107 ayeti içinde; münafıkların Medine’de oluşturmuş oldukları ayrı bir mescid ile ilgili olarak kullanılmış olup, Allah(c.c)'nin onların oluşturmuş olduğu bu mescide değil, diğer mescide dahil olunmasını emrettiğini görmekteyiz. İlgili ayetlerin meali şöyledir.

[009.107] Bir de müslümanlara zarar vermek, kâfirlik etmek ve müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü'ne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescid yapanlar var. «İyilikten başka bir maksadımız yoktu.» diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahittir.

[009.108] Orada asla durma. İlk gününden takva üzerine kurulmuş olan mescid, içinde durmana daha uygundur. Orada temizlenmek isteyen adamlar vardır. Allah, temizlenmek isteyenleri sever.

[009.109] Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

[009.110] Yaptıkları bina, kalblerinde şüphe ve ızdırap kaynağı olmakta kalbleri paralanana kadar devam edecektir. Allah bilendir, hakimdir.

Ayetlerin tarihsel bağlamı Medine’de münafıklar tarafından inşa edilmiş olan mescid ile alakalı olup, o mescidin yapılış sebebinin beyan edilmesi ve Muhammed(a.s)'ın oraya asla girmemesinin emredilmesi üzerinedir. Siyer kaynaklarına göre o mescid sonradan yıkılmıştır.

"Bu ayetlerin günümüze dönük herhangi bir mesajı var mıdır?" dersek şu mesajları çıkarmak mümkündür;

Müslümanların bugün birçok fırka ve hizbe bölünmüş olduğu ve bu bölünmüşlüğün birbirimize karşı bir düşmanlığı da beraberinde getirmiş olduğu, her hizbin kendisinin onunla ifade ettiği bir kitabı, şeyhi ve mekanı olduğu bir gerçektir.

Şunu evvela hatırlatalım ki; bütün bu hizipleri “münâfık" ilan edip kendi fırkamızı hak ilan etmek gibi bir düşünce içinde değiliz. 73 fırka hadîsinin herkesi cehennemlik, sadece kendisini "kurtulmuş fırka" ilan edenlerin elinde bir silah olduğunu hatırdan çıkarıp, bütün oluşumları "Zarar Mescidi" olarak görüp kendi oluşumumuzu "Takvâ Mescidi" ilan etmek gibi bir amaç ile bu yazı kaleme alınmamıştır. Bizi takip edenler hiçbir fırka içinde olmadığımızı, çağrımızın sadece Kur’an’ın rehber edinilmesi üzerine kurulmuş bir düşünce merkezinden ayrılmamak üzerine olduğunu iyi bilirler.

Bugün Müslümanların birçoğunun, sahip olduğu kimliğin hakkını vermekten uzak olan inançlara ve "şucu bucu" şeklinde kimliklere sahip olarak kendilerini ifade ettikleri bilinen bir olgudur. Müslüman isminin yanına ilave isimler koyarak, o isimler ile kimliklerini ifade etmektedirler. Bu kimliğin oluşmasında Kur’an’dan çok; kişi, kitap, mezhep, meşrep, tarikat vb. kurumlar öne çıkmaktadır.

Allah(c.c)'nin bize verdiği bu isim, sadece O’nu İlah ve Rab edinmek üzerine kurulu bir inanç sistemidir. Ayrıca çeşitli fırkalara ayrılmış olan Müslümanların, kendi yanlarında olanlar ile yetinerek, başlarında olan şahsı veya Kur’an harici okuduklarını rehber edindikleri malumdur.

Bu oluşumlar içinde olanların Allah(c.c)'yi tek Rab ve İlah olarak tanımaları maalesef sözde kalmaktadır. Özde ise; tâbi oldukları kişileri veya onların kitaplarını Rab edindikleri gözlemlenmektedir. Herhangi bir meselede hakem olarak Allah’ın Kitap’ı yerine, o kişilerin yazmış olduklarının ortaya konulmuş olması; bu fırkaların birleştikleri bir noktadır.

Bu bağlamda, Kur’an’ı arkaya atarak meydana getirilmiş bütün fırka ve oluşumların toplanmış olduğu çatının adını "Dırar Mescidi (zarar mescidi)" olarak isimlendirmek, Medine’de tesis edilen o mescidin yapılmasındaki gaye ile örtüşmesi hasebiyle yanlış olmayacaktır.

O mescid çatısı altında toplananlar, ZARAR-KÜFR-TEFRİKA merkezli bir amaç doğrultusunda birleşerek Mü'minlere zarar vermeyi amaçlamışlardı. Bugün fırkacılık şeklinde meydana gelen oluşumların Mü'minlere hiçbir faydasının olmadığı, aksine zarar-küfr-tefrikadan başka bir şey doğurmadığı ayan beyan ortadadır. Herkesin, içinde bulunulan bu durumdan şikayetçi olması ancak birleşmenin kendi mescidlerinin çatısı altında olması gerektiğini düşünmesi ise ayrıca traji-komik bir durumdur.

Burada fırka isimleri altında toplanmış olan kimseleri “münâfık" olarak damgalamak gibi bir niyet içinde olmadığımızı tekrar hatırlatmak yerinde olacaktır. Ancak bu oluşumların neye hizmet ettiği konusu bizim için önemlidir. Kişilerin samimi bir niyet içinde bu oluşumlar içinde bulunmuş olmaları, bu yanlışları hoş görmeyi gerektirmez. Bizler niyet okuyuculuğu gibi bir vazife ile vazifelendirilmiş değiliz. Ancak ortada olan durumun kimin işine yaradığına, kimin ekmeğine yağ sürdüğüne bakarak karar verebiliriz.

Fırkacılık şeklindeki oluşumlar; Müslümanların birlik ve beraberliklerine vurulmuş en büyük darbelerden biri olmaları nedeniyle bugünkü zelil halimizin baş müsebbipleri olup, bu durumdan faydalanan müstekbirlerin ve zalimlerin ekmeklerine yağ sürdüğü muhakkaktır.

Bir fırkayı kötüleyip diğer bir fırkaya dahil olmayı tavsiye etmediğimizi yeniden hatırlatarak "Dırar Mescidi" adına layık olan fırkaların yerine "Takva Mescidi" olarak nitelenen bir oluşumun adresinin neresi olduğunun cevabını vermek gerekmektedir.

"Takva Mescidi" olarak nitelenebilecek oluşumun düşünce temellerini şöyle özetlemek mümkündür;

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; Kur’an’ı kendilerine hayat rehberi edinmişlerdir. Bu Kur’an, onlara içinde adı geçen Elçilerin örneklikleri üzerinden tarih boyunca şirke karşı nasıl mücadele edileceğinin örneklerini vererek, bugün o örnekler üzerinden tağutlara ve şirke karşı nasıl bir tavır takınınacaklarını öğretir.

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; vahyi ve onu göndereni öteleyip, onu getiren Elçiyi ikinci bir yarı-ilah mesabesinde görmeyip, onu dinde ayrı bir şâri değil, Allah’ın dininin uygulayacısı olarak görürler. Onun adına söylendiği iddia eden sözleri Kur’an ölçeğinde değerlendirerek doğruluğu veya yanlışlığı hakkında düşünce belirtirler.

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; mensup oldukları fırkanın önde gelenlerinin her sözüne “vardır bir hikmeti" diyerek boyun eğmez, yanlışını gördüğü an onu uyarırlar.

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; mensup oldukları fırkanın kitabını Kur’an ile aynı mesafede görerek ona kutsiyet atfetmez, ne okurlarsa okusunlar, okuduklarını Kur’an ile değerlendirir ve yanlışsa kimin yazdığına bakmadan yanlışlığını haykırırlar.

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; Kur’an’ı tevhid merkezli bir okuma ile hayata geçirir ve “parmak ayı gösterirken, aya değil parmağa bakmak" şeklinde okumalara itibar etmezler. Bu tür yapılan okumaların sonuçları aynı şekilde fırkacılık olup, diğer fırkayı zemmedip kendi fırkasını öne çıkarmaktan başka bir işe yaramadığı görülmektedir.

Sonuç olarak; TEVBE 107-110 ayetleri arasında gördüğümüz; farklı mescidler altında olan yapılanmalar, bugüne fırkacılık olarak yansımış, ayet içinde belirtilen amaçlara hizmet eden bir duruma sebebiyet verilmiştir. Tâbi olunması gereken mescidin yapılanma amaçlarının içinde TAKVA ve TEMİZLENME amacı olması gerektiği 108. ayet içinde beyan edilmektedir. Müslümanlar içinde oldukları fırkaların nasıl bir amaca hizmet ettiğini ve nasıl olması gerektiğini sorgulayarak şeyh, üstad, fırka, kitap tasallutundan kurtularak, Kur’an yönelmeleri ve bu Kitap altında oluşturulan "TAKVA MESCİDİ"nde “salat"a durmaları gerekmektedir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Tevbe s. 128 ve 129. Ayetleri İle İlgili Bir Çalışma

Kur'an, alemlerin rabbi olan Allh cc nin kulu ve elçisi muhammed sav e indirmiş olduğu bir kitaptır. Bu kitaba inanan mü'minler elimizdeki iki kapak arasında olan mushafta (sahifelenmiş kitabın) Allah cc nin kulu ve elçisi muhammed sav indirmiş olduğu ayetlerieksiksiz olarak mevcut olduğuna inanırlar, her ne kadar rivayetler yolu ile bazı ayetlerin kur'ana alınmadığı gibi düşünceler ortaya atılmış olsa bile bunların doğruluk derecesi olmayan haberler olduğu açıktır. Bu yazımızda müddessir s. 30. daki  "üzerinde ondokuz vardır" mealindeki ayetten hareketle kur'anın 19 ve katları üzerinden matematiksel bir koruma ile korunduğu düşüncesi ortaya atılmış ve bu düşüncenin bir uzantısı olarak tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinin matematiksel korumanın dışında olduğu için kur'ana sonradan ilave edildiği düşüncesi ortaya atılmıştır. 

Siyak ve sibak, yani ayetlerin öncesi ve sonrası ile birlikte okuyarak anlama metodu kur'anı doğru olarak anlama yollarından biridir. Tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinide bu metod ile okursak şu netice karşımız çıkar.  

tevbe s. 128. ayetinin meali şu şekildedir. 

 " Andolsun size kendinizden öyle bir  resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."
Ayete baktığımız zaman  "SİZE" ve MÜ'MİNLERE" şeklinde iki ayrı guruptan bahsedildiğini görmekteyiz, ayetteki "size" zamirinin kim olduğunu anlamak için 124. ayetten okumaya başlamak gerekmektedir. 
----- 9.124 Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: «Bu sizin hanginizin imanını artırdı?» İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler.
-----9.125 Kalblerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik katmıştır; onlar kafir olarak ölmüşlerdir.
-----9.126 Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.
-----9.127 Bir sure inince, «Sizi bir kimse görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar, sonra dönüp giderler. Anlamaz bir güruh olmalarına karşılık Allah onların kalblerini imandan döndürmüştür.

124. ayete baktığımız zaman iki gurup insandan bahsedilir, 1-bu sizin hanginizin imanını artırdı diyenler ve 2- iman edenler, devam eden 125-126-127.ayetlerde ise 1. gurup insanlarla ilgili ayetler vardır. 128. ayete gelinde aynı konu buradada devam etmekte olup  iki gurup insan buradada karşımıza çıkmaktadır 128. ayetteki "size" şeklindeki hitabın muhatapları önceki ayetlerde bahsedilen  kalplerinde hastalık olan münafıklardır. 129. ayette " Eğer yüz çevirirlerse de ki: «Allah bana yeter; O'ndan başka tanrı yoktur, yalnız O'na güveniyorum; O büyük arşın Rabbidir.»" buyurularak yine 124 ve 128 . ayetler arasında bahsedilen münafıklarla ilgili olduğu açıktır.   

Ayetleri red gerekçelerinden biriside, ayet içinde geçen "rauf" ve "rahim" kelimelerinin Allah cc nin esmasından olduğu bu kelimelerin bir insan için kullanılamayacağı şeklindedir. Eğer bu gerekçe üzerinde bir red mantığı geliştirecek olursak yusuf suresindeki bir çok ayeti red etmemiz gerekecektir, sure içindeki ayetlerde geçen "rabb", "el aziz" , "hafiz-alim" . "el melik" , "basiran"gibi kelimeler Allah için değil insanlar için kullanılmıştır.

Sonuç olarak, tevbe s. 124. ve 129. ayetler birbirleri ile siyak sibakı olan ayetlerdir. Bazılarının iddia ettiği gibi kur'ana sonradan ilave edilmesi gibi bir durum sözkonusu değildir , eğer böyle bir durum varsa aynı durum 124-129. ayetlerin tamamı için sözkonusudur , yok 124-127. ayetler kur'andandır denilirse 128-129. ayetler kur'andan değildir demenin yanlışlığı ortadadır. Mü'minlere yakışan kur'anın mevsukiyetine gölge düşüren geleneksel rivayetleri nasıl reddediyorsa yeni yetmeler tarafındanda ortaya atılan rivayetleri red etmek ve kur'anın elimizde olan şekli ile muhammed sav e indirilmiş olduğuna iman etmektir.  

                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Ağustos 2011 Pazar

Mü'min s. 46. ve Tevbe s.101. Ayeti Kabir Azabına Delil Olurmu

Kur'anda varlığına dair hiçbir delil bulunmayan kabir azabı konusu Resulullah s.a.v den rivayet edildiği iddia edilen hadisler yoluyla itikadi bir konu haline getirilmiş ve buna inanmayan kişiler kafir ilan edilmeye kadar gidilmiştir. Bizlerin iman etmesi gereken her türlü itikadi bilgi Kur'an kaynaklı olması gerekmesine rağmen bu konu hadisler yolu ile itikat alanında mühim bir yer teşkil ettirilmiştir. 
 
Kabir azabı konusuna girmeden önce Kur'an harici bize gelen bir bilgiyi ne şekilde kabul edeceğimizi hatırlamadan bu konunun açıklığa kavuşması zor görünmektedir.Bizlere hadis adı gelen herhangi bilginin sağlamasını Kur'an ile yapmadıkça o bilginin doğruluğu ve yanlışlığı anlaşılamaz.Hadis adı altında gelen bir bilgi Kur'an ile uyuşuyorsa kabule şayandır eğer bu bilgi Kur'anla uyuşmuyorsa kabul edilemez. Kabir azabı hakkında gelen hadisleri de bu kriter ile ölçmek zorundayız. Yani Kur'anın doğruluğu hadis ile değil , hadisin doğruluğu kur'an ile ölçülmelidir. Kabir azabı konusu da bu kriter ile ölçüldüğü zaman karşımıza çıkan sonuç bu haberlerin sahih olmadığıdır. 

Geleneksel din anlayışına hakim olan genel geçer düşünce Kur'an ile hadis çakışınca Kur'anı hadise uydurmak şeklinde bir anlayıştır. Kabir azabı konusu da bu anlayışa uydurulan meselelerdendir. Özelikle Mümin suresi 46. ayeti kabir azabına delil getirilen bir ayet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazımız Mü'min s. 46. ayetinin kabir azabına delil olup olmayacağı ile ilgili olacaktır. Ölüm ile diriliş arası durumu kur'an ışığında başka bir yazımızda ortaya koymaya çalışmıştık. Bu ayeti anlamak için konu bütünlüğü içinde okunması gerekmektedir. Ayetin bağlamı bilindiği gibi Musa as ve Firavun kıssası ile ilgilidir. Mü'min s. 23. ve 50. ayetlerinin meali şu şekildedir.

23- Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;
24- Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler.
25- Böylece, o, Katımız'dan kendilerine bir hak ile geldiği zaman, dediler ki: "Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın." Ancak kafirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.
26- Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum."
27- Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım."
28- Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size va'dettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez."
29- "Ey Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah’tan dayanılmaz bir azap gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek?" Firavun dedi ki: "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum."
30- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
31- "Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."
32- "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum."
33- "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."
34- "Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez." İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır."
35- "Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah Katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler."
36- Firavun (alayla) dedi ki: "Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara ulaşabilirim,"
37- "Göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum." İşte Firavun'a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun'un hileli-düzeni, 'yıkım ve kayıpta' olmaktan başka (bir şey) olmadı.
38- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim."
39- "Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur."
40- "Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- bir mü'min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler."
41- "Ey kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe çağırıyorsunuz."
42- "Siz beni Allah'a (karşı) inkar etmeye ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah')a çağırıyorum.
43- "İmkanı yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da, ahirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah'adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin halkıdırlar."
44- "İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir."
45- Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.
46- Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek).
47- Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?
48- Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)."
49- Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: "Rabbinize dua edin; azaptan bir günü (olsun) bize hafifletsin."
 50- (Bekçiler:) "Size kendi Resulleriniz açık belgelerle gelmez miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Bekçiler:) "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa kafirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir. 

Firavun , Haman ve Karun bilindiği üzere kur'anda küfrüne örnek verilen sembol şahsiyetlerdendir. Bu 3 insan gurubu ademden kıyamete kadar müstazafların başına musallat olan ve olacak olan zalimlere bir örnektir. Bu inkarcılar daha dünyada iken cehennemi hak edenler gurubuna dahildirler. Yani daha dünyada iken bunların yerleri rezerve edilmiştir. Buna dair ayet meallerinden birkaçını örnek olarak verelim.

5.10 İnkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
22.51 Ayetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
57.19 Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır

  4.115 Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! 

Daha dünyada iken yaptıkları karşısında cehennemi hak eden İbrahim as ın babasının zikri geçen Tevbe s 113. ayetinde de "çılgın ateşin yaranı oldukları açıklananlardan oldukları" kimseler bahsedilmektedir. Mümin s. 45 ayetinde de mümin kimseyi koruyup firavun ve yaranının ateşin en kötüsüne aday oldukları ve ateşin onları kuşattıkları 46. ayette bildirilmektedir. 


Yunus s. 33. ayetinde fasıkların iman etmeyeceklerini kesin olarak bildiren rabbimiz yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerde de bunların yerlerinin cehennem olduğunu beyan etmektedir. Firavun ve yaranı da bunlara dahildir. Sabah akşam ateşe sunulmaları kıyamet gününden önce değil aksine hayatta iken ateşe rezervasyonu yapılanlardan oldukları için "sabah akşam ateşe sunulurlar" denilmektedir. 

Kur'anda ölümden sonra kabirlerden kalkanlar için kullanılan "yattığımız yerden bizi kim kaldırdı" sorusunu soranlar şayet kabirlerinde herhangi bir azap görselerdi bu sözleri söyleyecekleri bize bildirilir miydi? 

Kabir azabı ile ilgili delil getirilen ayetlerden biride Tevbe s. 101 ayetidir. Ayetin meali şöyledir.


9.101 Çevrenizdeki Bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medine'liler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar.
 
 Ayette geçen "iki defa azab edilmesi " tabirinden yola çıkılarak birinci azabın kabirde olacağı görüşü ortaya atılmıştır. Kur'an bütünlüğü göze alındığı zaman bu ayetinde kabir azabına delil olmayacağı ortaya çıkmaktadır.


10.97 Onlara bütün uyarıcı mesajlar gelse bile. Ancak acıklı azabı görünce iman ederler. 
26.201Onlar acıklı azabı görmedikçe ora inanmazlar. 
39.26 Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı; ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilseler!

Tevbe s. 126. ayetine baktığımızda, iki defa azap etmenin nerede olduğu daha net anlaşılmaktadır. 


[009.126]  Ya görmüyorlar mı ki, onlar her yıl mutlaka bir defa veya iki defa bir fitneye, bir belâya tutuluyorlar da sonra tevbe etmiyorlar. Ve onlar düşünüp ibret de almıyorlar.

Tevbe s. 101. ayetinin bağlamı Medine ve çevresindeki münafıklar ile olduğunu dikkate aldığımızda, Tevbe s. 126. ayetinde onların yanlışlarını düşünüp kendilerini düzeltmeleri için, yılda bir veya iki defa belaya çarptırıldıklarının anlatılmış olduğunu görmekteyiz. Tevbe s. 101. ayeti onlara verilecek olan bu belayı haber vermekte, kendilerini düzeltmedikleri takdirde ise, büyük azaba yani ebedi cehennem azabına atılacaklarını bildirmektedir.

Sonuç olarak: kur'anda herhangi bir şekilde bizlere haber verilmemesine rağmen kabir azabı konusu hadisler gündeme getirilerek ortaya atılmıştır. Ancak hadisleri kur'anla sağlama yapma gereğince bu konuya kur'andan delil yoktur. Kur'andan delil olarak getirilen Mümin s. 46 ve Tevbe s. 101 ayetlerini kur'an bütünlüğünde ele aldığımız zaman bunların delil olamayacakları ortadadır.
 
                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.