çalışma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çalışma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mayıs 2017 Cuma

Hud s. Bağlamında Ayetlerin Sure İçi Bütünlüğü Üzerinde Bir Çalışma

Herhangi bir ayet ile ilgili yapılan Kur'an okumalarında ilgili ayetin, konu, sure ve Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmesi, yapılan anlama çalışmasını kolaylaştıracaktır. Bu yazımızda Hud suresi bağlamında bazı ayetlerin sure için ilişkileri üzerinde durarak, ayetlerin sure içinde birbiri ile olan bağına dikkat çekmeye çalışacağız.

Hud suresini okuduğumuzda bazı elçilerin kıssalarını, ve o elçilerin kavimlerinin helak edildiğini görmekteyiz. Aynı surenin 120. ayetinde, bu kıssaların anlatılma sebebi şöyle anlatılmaktadır;

[011.120] Elçilerin haberlerinden senin gönlünü yatıştıracak olanlardan sana anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.

Hud s. 120. ayeti, Kur'an kıssalarını anlamanın anahtar ayetlerinden bir tanesi, belki en önemlisidir. Ayete baktığımızda kıssa anlatımların iki amaca yönelik olduğunu görmekteyiz. 

1- Elçinin gönlünü yatıştırmak. 

Bilindiği gibi Muhammed (a.s) kendisine verilen görevi yerine getirmek konusunda bir hayli sıkıntı çekmekte, kavmi tarafından ona ve beraberindekilere her türlü eza ve cefa reva görülmekteydi. Geçmiş elçilerin başlarından geçenlerin ona anlatılmasının sebebi, bu konuda yalnız olmadığı, ve aynı olayların geçmiş elçilerin başlarından da geçtiğini bilmesi, böylelikle rahatlaması içindir. 

2- Müminlere öğüt ve ibret.

Aynı sıkıntıları sadece elçiler değil, onlarla beraber olan müminlerde çektiği için, kıssa anlatımlarının onlar için de birer ibret olarak okunması gerekmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki, Kur'an kıssaları sadece geçmiştekilerin yaşantılarından kesitler olarak değil, onların yaşanmışlıklardan ibret alınması için bizlere anlatılmaktadır.


Hud suresi bütünlüğünde, bu ayetin daha geniş açılımını görmekte, bir nevi ayetin ayet ile açıklanma örneğini görmekteyiz. Kısacası, Hud s. 120. ayeti kendisini yine aynı sure içinde tefsir etmektedir. 

Ellâ ta’budû illallâh(illallâhe), innenî lekum minhu nezîrun ve beşîr(beşîrun).
[011.002]  Öyle ki, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Gerçekten ben, sizi onun tarafından uyarıp-korkutan ve müjdeleyenim;

Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadleh(fadlehu), ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr(kebîrin).
[011.003] Rabbınızdan mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her lütuf sahibine lütfunu versin. Eğer yüzçevirirseniz; o zaman ben, başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.

Hud s. 1. ayeti, bu kitabın kimin tarafından indirildiğini beyan etmekte, 2. ve 3. ayetlerinde neden indirildiği ve elçinin kavmine yaptığı uyarıları görmekteyiz. Bu uyarıların benzerlerinin surenin diğer ayetlerinde başka elçilerin de ağzında döküldüğünü görülecektir. İlerleyen ayetlerde, Mekke'lilerin inkarcı davranışları, ve onlara karşı söylemesi gerekenler bildirilmektedir. 

Hud suresinin temel mesajı, Allah'tan başkasına kulluk edilmemesi gerektiğine dair bilgileri ihtiva eden kitaba iman etmek, önceki elçilerin kavimlerinin, bu emre aykırı hareket etmek sureti ile başlarına gelenlerden ibret almaktır diyebiliriz.

E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu'minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev'ıduh(mev'ıduhu), fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu'minûn(yu'minûne).
[011.017]  Rabbından açık bir delil üzerinde bulunan, ardınca da Rabbı tarafından bir şahid gelen, ondan önce de Musa'nın imam ve rahmet olan kitabını tasdik eden kimse, başkaları gibi midir? İşte onlar; Kur'an'a inanırlar. Herhhangi bir güruh onu inkar ederse; onun varacağı yer ateştir. Bundan şüphen olmasın. Doğrusu o, Rabbın tarafından gelen bir gerçektir, ama insanların çoğu inanmazlar.

Surenin 17. ayeti, elçinin açık bir delil üzerinde olduğu, önceki elçilerden olan Musa'nın kitabını tasdik eden elçiler zincirinin bir halkası olduğu belirtilmekte, surenin 25. ayetinden itibaren ise Nuh (a.s) ın kıssası anlatılmaya başlanmaktadır. Kur'an'ın kendisinden önceki kitapları tasdik etmiş olmasının sıkça hatırlatılması, son elçi ve kitabın kaynağının aynı olduğunun bilinmesi içindir.

Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
En lâ ta’budû illallâh(illallâhe), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin elîm(elîmin).
[011.025]  Gerçekten Nuh'u da kavmine göndermiştik. Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
[011.026] «Allah'dan başkasına kulluk etmeyin, muhakkak ki, ben sizin üzerinize elîm bir günün azabından korkuyorum.»

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî rahmeten min indihî fe ummiyet aleykum, e nulzimukumûhâ ve entum lehâ kârihûn(kârihûne).
[011.028] (Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?.

Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
[011.029] Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.

Surenin 2. ve 3. ayetlerinde Muhammed (a.s) ın kavmine söylediği  sözlerin bir benzerinin Nuh (a.s) ın ağzından da döküldüğünü görmekteyiz. 28. ayette ise, surenin 17. ayetinde olduğu gibi, elçinin yetkiyi kimden aldığı bildirilmektedir. 29. ayette ise Nuh (a.s) ın tebliğine karşılık herhangi bir ücret istemediğini görmekteyiz. Bu durum bir sonraki Hud (a.s) kıssasında da karşımıza çıkacaktır. İlerleyen ayetlerde, Nuh (a.s) ın kavminin ona karşı olan inkarcı tavrı mücadelesinden kesitler sunularak, kavminin helak edilmesi, ile kıssa son bulmaktadır. 

Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi'budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), in entum illâ mufterûn(mufterûne).
[011.050]  Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz.

Yâ kavmi lâ es'elukum aleyhi ecrâ(ecren), in ecriye illâ alellezî fetaranî, e fe lâ ta'kılûn(ta'kılûne).
[011.051] Ey kavmim; ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu?

Ve yâ kavmistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yursilis semâe aleykum midrâran ve yezidkum kuvveten ilâ kuvvetikum ve lâ tetevellev mucrimîn(mucrimîne).
[011.052] «Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol bereket indirsin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Gelin günahkâr olarak dönüp gitmeyin.»

Surenin 2. ve 26. ayetlerine baktığımızda, Muhammed ve Nuh (a.s) ların kavimlerine yaptığı çağrının benzerinin, Hud (a.s) tarafından da kavmine yapıldığını görmekteyiz. Surenin 29. ayetinde, Nuh (a.s) ın kavmine yaptığı tebliğe karşılık herhangi bir karşılık istememesi, Hud (a.s) ın ağzından dökülmektedir. Surenin 3. ayeti ve 52. ayetini okuduğumuzda ise Allah (c.c) den mağfiret ve tevbe istenilmesini görmekteyiz. Ayrıca surenin 6. ayetinde gördüğümüz sözlerin bir benzerinin, 56. ayette Hud (a.s) tarafından da tekrarlandığını görmekteyiz.

Nuh (a.s) ı ret eden kavminin başına gelen helak, Hud (a.s) ı ret eden kavminin de başına gelerek, yeni bir elçi kıssasına geçilmektedir.

Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ(sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), huve enşeekum minel ardı vesta'merekum fîhâ festâgfirûhu summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî karîbun mucîb(mucîbun).
[011.061]  Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. O: « Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka bir ilahınız da yoktur. Sizi, yerden O meydana getirdi, yeryüzünde yerleşme ve imar etme gücünü size O verdi; O'nun bağışlamasını isteyin, sonra O'na tevbe edin! Şüphe yok ki, Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.» dedi.

Salih (a.s) ın kavmine karşı yaptığı tebliğin benzerinin, surenin 3-26-50. ayetlerinde de diğer elçiler tarafından kavimlerine yapıldığını görmekteyiz.

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî minhu rahmeten fe men yansurunî minallâhi in asaytuhu fe mâ tezîdûnenî gayre tahsîr(tahsîrin).
[011.063] Dedi ki: «Ey kavmim, görüşünüz nedir-söyler misiniz? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerindeysem ve bana tarafından bir rahmet vermişse, bu durumda da O'na isyan edecek olursam Allah'a karşı bana kim yardım edecektir? Şu halde kaybımı arttırmaktan başka bana (hiç bir yarar) sağlamayacaksınız.»

Surenin 17. ve 28. ayetlerinde gördüğümüz, elçilerin bir yetki belgesi ile kavimlerine geldikleri, elçiliklerinin kendilerinden menkul olmadığı, surenin 63. ayetinde, Salih (a.s) tarafından da tekrarlanmaktadır. Nuh ve Hud (a.s) lara kavimlere tarafından verilen ret cevabının aynısı, Salih (a.s) a da verilerek, aynı akıbete düçar olmuşlardır. 

Surenin ilerleyen ayetlerinde İbrahim'im misafirleri kıssası anlatılmaktadır. Aynı elçiler Lut kavmine de giderek o kavmin helak olmasını sağlamışlardır. Surenin devamında Şuayb (a.s) ın kıssası anlatılmaya başlanmaktadır.

Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît(muhîtin).
[011.084] Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı. Dedi ki: Ey kavmim; Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi, iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Ve sizi azabla kuşatacak bir günden korkuyorum.

Salih (a.s) ın kavmine karşı söylediklerini, daha önceki 3-26-50 ve 61. ayetlerde de görmekteyiz. Önceki elçilere yapılan itirazların aynısını, kavminin Şuayb (a.s) a yaptığını görmekteyiz.

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve rezekanî minhu rızkan hasenâ(hasenen), ve mâ urîdu en uhâlifekum ilâ mâ enhâkum anh(anhu), in urîdu illel ıslâha mesteta’tu, ve mâ tevfîkî illâ billâh(billâhi), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb(unîbu).
[011.088] Dedi ki: Ey kavmim; ben Rabbımdan apaçık bir delil üzere iken O, bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse; ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar islah etmekten başka bir isteğim yoktur. Başarım; ancak Allah'tadır. O'na tevekkül ettim ve O'na yöneliyorum.

17-28-63. ayetlerde gördüğümüz, elçilerin yetki belgesi üzerinde oldukları, 88. ayette de tekrarlanmaktadır. Bugün bazı kimselerin Ben de resulüm diyerek ortalıkta gezmeleri, ve ellerinden herhangi bir yetki belgesi olmaması, onların bu konuda yalan söylediklerini ortaya koyduğunu, yeri gelmişken hatırlatmak isteriz.

Şuayb (a.s) kavmine kendilerinden önce helak edilen Nuh, Hud, Salih ve Lut (a.s) ların kavimlerini hatırlatarak, bir benzerini 3-52 ve 61. ayetlerinde gördüğümüz sözleri 90. ayette tekrarladığını görmekteyiz. 

Vestagfirû rabbekum summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî rahîmun vedûd(vedûdun).
[011.090]  «Rabbinizden mağfiret dileyin; O'na tevbe edin; doğrusu Rabbim merhamet eder ve çok sever.»

Şuayb (a.s) ın çağrısına ret cevabı veren kavmi, diğer kavimler gibi aynı akıbete uğramıştır.

Ve yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve men huve kâzib(kâzibun), vertekibû innî meakum rakîb(rakîbun).
[011.093]  «Ey Milletim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu ben de yapacağım. Kime rezil edici bir azabın geleceğini, kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlüyorum.»

Ve kul lillezîne lâ yu’minûna’melû alâ mekânetikum, innâ âmilûn(âmilûne).
[011.121-2] İnanmayanlara: «Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu biz de yapıyoruz; bekleyin, biz de bekliyoruz» de.

93. ayette Şuayb (a.s) ın ağzından çıkan sözlerin benzerinin, 121. ayette de Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığını görmekteyiz.

Kur'an muhataplarına gereken mesajı verdikten sonra, bu mesajı ret edenlerin başlarına neler geleceğini de haber vermektedir. Bu haberi vermekte kullandığı anlatım üslubu, önceki kavimlerin başlarına gelenlerdir.Allah (c.c) bu haberleri anlatmakla, Yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir demekte, iman etmeyenleri açık bir şekilde tehdit etmektedir.

Sonuç olarak; Kur'an, muhataplarına vermek istediği mesajı basit ve yalın bir dille anlatmakta, bu anlatımı kullanırken, geçmiş yaşantıları örnek vermektedir. Bu ayetleri okuyan ve dinleyenlerin zihninde ilk canlanan şey, Allah (c.c) nin biz kullarına yapmış olduğu vaadin boş olmadığı, bu vaadin önceki yaşantılar bazında gerçekleştiği, bundan dolayı aynı yolu izleyenlerin de bu vaad ile karşı karşıya kalacağını bilmeleri olacaktır. 

Elçilerin kavimlerine karşı olan tebliğinin bütün elçiler için aynı olduğunu düşündüğümüz zaman, elçileri ret eden bir hayat sürmenin bedelinin de aynı olacağı, bu şekilde bizlere anlatılmış olmaktadır.

Bu çalışma yapma amacımız, bir surenin kendi içinde nasıl bir bütünlüğe ve anlam örgüsüne sahip olabileceği üzerinde tefekkürde bulunmaya çalışmak idi. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


15 Nisan 2014 Salı

Saffat s. 24. Ayeti'nin Mealleri İle İlgili Bir Çalışma

Saffat s. 19. ayetinden itibaren başlayan kıyamet ve sonrası ile ilgili anlatımların 24. ayetinde şöyle buyurulmaktadır. 

"Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne)".  

Bu ayetin mealleri ise genelde, " Durdurun onları; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir" şeklinde yapılmaktadır. 

Saffat s. 24. ayet öncesinde olan 22 ve 23. ayete baktığımızda ise mealen şöyle buyurulmaktadır. 

 Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayın. Onların taptıklarını da;«Allah'tan başka (taptıklarını) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.»

Saffat s. 22 ve 23. ayetlere baktığımız zaman, zalimlerin cehennem yoluna sevk edildikleri görülmektedir yani hesapları görülmüş ve haklarında hüküm verilmiştir. 24. ayete gelince yapılan meallerin " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde olduğu görülmektedir.  

Şimdi dikkatli bir Kur'an okuyucusu haklı olarak , " Saffat s. 22. ve 23. ayetlerde haklarında hüküm verilmiş olanlara neden " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." denilmektedir , halbuki onların hükmü verilmemişmiydiki böyle deniliyor? ,sorguya çekilmeden cehennem hükmü nasıl verilmiş?" diyecektir.

Bu sorunun cevabını , "Saffat s.24. ayet'in o şekilde yapılan mealleri yanlıştır" şeklinde verebiliriz, bu seferde yine haklı olarak , " bu ayetin doğru meali hangisidir?" sorusu ile karşılaşılacaktır. 

"Vakafe" kelimesi "durmak" anlamında bir kelime olup , "birşeyi vakfetmek demek" , o şeyin süresiz olarak kullanıma açık olması, "tevkif etmek" demek hakkında hüküm kesinleşmiş olan birisini o hükmün gerçekleşmesi için durdurmak demektir. 

Saffat s. 24. ayetteki "vakıfuhum" kelimesinin , haklarında hüküm kesinleşmiş olanlar için kullanılan anlama uygun olarak tevkif edilmeleri yani "haklarındaki hükmün gerçekleşeceği ebedi hapishanede tutmak" şeklinde anlaşılması gerekmektedir.  

Saffat s. 24. ayetteki çevirinin problemli olduğu ikinci kelime "mes'ulune" kelimesidir. Bu kelimenin genellikle " sorguya çekilecekler" şeklinde çevrilmiş olduğu görülmektedir. 

Kur'anda 4 ayette geçen "mes'ul" kelimesinin anlamı bize bu kelime hakkında doğru bilgiyi verecektir.  

[017.034]  Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erişinceye kadar en güzel şekilde yaklaşma başka; verdiğiniz sözü yerine getirin; çünkü verilen sözde muhakkak bir sorumluluk(mes'ulen) vardır.
[017.036]  Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur (mes'ulen).
 25.16 Onlar için orada, diledikleri herşey sürekli vardır. Bu, Rabbin üzerinde sorumluluğu(mes'ulen) üstlenilen bir vaattir.
[033.015]  Halbuki bundan evvel Allaha ahid vermişlerdi: arkalarını dönmiyeceklerdi, Allahın ahdi ise mes'uliyyetlidir(mes'ulen)
 

Yukarıdaki ayetlerde , Saffat s. 24. ayetindeki "mes'ulune" kelimesinin ,"mes'ulen" kelimesinin anlamına uygun olarak çevrilmediğini görmekteyiz. Bu kelimenin, "yaptığı bir işten veya verdiği bir sözden ötürü sorumluluk altına girmek" şeklinde bir anlama uygun olarak çevrilmesinin daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Sonuç olarak; Saffat s. 24. ayetinin, " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde meallendirilmesinin, haklı olarak bazı soruları beraberinde getireceği için isabetli bir çeviri olmadığını düşünmekteyiz.

Bu ayetin , "VE ONLARI HAPSEDİN  MUHAKKAK ONLAR SORUMLUDURLAR!" şeklinde yapılan meallendirmelerin daha isabetli olacağını düşünmekteyiz. Çünkü bu şekilde yapılan meallerin 22. ve 23. ayetlerin siyak ve sibakına daha uygun olarak çevrildiğini, haklarında cehennem hükmü verilmiş olanların, artık haklarındaki hükmün ebedi olarak uygulanması için TEVKİF edilerek cehennem yoluna sevkedilmeleri emredilmekte olup, buna sebeb olarak onların SORUMLU oldukları yani cehenneme atılmalarının bir gerekçesi olduğu beyan edilmektedir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Al-i imran s. 81. ve Araf s. 157. Ayetleri Arasındaki Bağlantı İle İlgili Bir Çalışma

Alemlere rahmet ve hidayet kaynağı kur'anın al-i imran s. 81. ayetinde rabbimiz şöyle buyurmaktadır.  

 Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn

Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti.

Bu olayın nasıllığı konusunda fikir yürütmekten ziyade, ayette verilmek istenen mesaj üzerinde yoğunlaşarak anlama çalışma yapmanın daha doğru bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz. Nasıllığı konusu çünkü gaybi bir konu olup , Allah cc sanki bütün nebileri bir araya toplayıp böyle bir söz almış gibi bir anlayış akla gelebilir'ki bu şekil anlatımı hakiki bir şekilde anlamaya kalkanların içine düştükleri soruların cevaplarını vermekte zorlandıklarını görmekteyiz. 

Al-i imran suresi bilindiği gibi medinede nazil olan surelerden olup ayetlerde geçen hitaplar genelde medinede bulunan ehli kitaba yönelik ayetlerdir.Araf suresi mekkede nazil olmasına rağmen bir kısım ayetlerin medinede nazil olduğu söylenmekte olup 157. ayetinde medinede nazil olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir.   

Medinede nazil olan ayetlerin ehli kitaba yönelik olanlarına baktığımızda genel olarak, ehli kitab olarak adlandırılan yahudi ve hıristiyanların, iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat,incil ve iman ettiklerini iddia ettikleri musa ve  isa as ları, kur'anın ve muhammed as ın tasdik ettiği vurgusu yapılarak, "tevrat,incil,kur'an, musa,isa ve muhammed as ların  hepsinin kaynağı aynı olup birbirlerinden herhangi bir farkı yoktur onlara iman edenlerin bu kur'ana ve elçiye iman etmeleride gerekmektedir" şeklinde mesaj içerdikleri görülmektedir.

Kur'anın muhataplarına mesajını anlatma yollarından biriside olayı görselleştirerek anlatma şeklinde olduğu kur'an okuyucularının bildiği bir durum olup , bu şekil anlatıma bir ayetlerde rastlanmaktadır. Al-i imran s 81. ayetide mesajı görselleştirerek anlatma yolu seçilen bir ayettir. Ayet'te, elçilerin sanki bayrak yarışı gibi elindeki bayrağı önündeki elçiye vermesi şeklinde bir görselleştirme yapılıp vahiy ve içerikleri sanki tek bir bayrakmışçasına ayni içeriğin elden ele geçerek elçiler vasıtası ile ulaştırıldığı anlatılmaktadır.

Bu ayet maalesef bir kısım önkabullerini kur'ana tasdik ettirmek isteyen kişilerin elinde oyuncak olarak oynanmaya çalışılan bir ayet durumuna düşürülerek, resul ve nebi kavramları çerçevesinde okunmaya çalışılmış ancak bu şekil bir okuma tarzıda kur'an bütünlüğünden uzak kalarak okunmaya çalışılmış , neticede  resulluğu kendinden menkul bazı şahısların resul olabileceğine !! dair bir delil ayet olarak karşımıza çıkarılmaya çalışmıştır.   

Al-i imran s. 81. ayetinin measjına gelince; ayet medinede nazil olmuş ve kendilerini kitab ehli olarak adlandırılan kitleye şöyle bir mesajı vardır. "Ey kitab ehli, eğer siz Allah'ın kendilerini elçi seçip kitap verdiğine inandığınız musa ve isa'ya gerçekten iman ediyorsanız, işte bu gelen elçi muhammed'e ve kur'ana,şayet musa ve isa hayatta olsalardı ona iman edip yardım edeceklerdi, sizde onlar gibi iman edin ve ona yardım edin".   

Al-i imran s. 81. ayeti ile araf s. 157. ayeti nasıl bir bağ kurulabilir? sorusunun cevabından önce ayetin metnini ve mealini verelim.   

Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn.

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Bu ayet, al-i imran s. 81. ayeti gibi muhammed as ın kur'an harici haram ve helal kılma gibi bir yetkisi olduğunun savunanların elinde oyuncak olan bir ayet olup kur'an bütünlüğünden uzak olarak sadece savundukları şeye delil aramak için kuran okuyanların buldukları bir delil! olduğu zan edilmiştir.   

"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları" şeklindeki ibareden ayet'in muhatabların kimler oldukları apaçık ortadadır. Musa ve isa as a indirilen kitap'ta böyle bir elçinin geleceğinin bilgisine sahib oldukları anlaşılmaktadır. 

[002.146]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[006.020]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar.
[061.006]  Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.

Bakara s. 146 ve enam s. 20 ayetlerinde ehli kitabın bu elçi ile ilgili bilgiye sahip oldukları, saff s. 6. ayetinde ise isa as ın verdiği habere göre daha geniş bir bilgiye sahip oldukları bildirilmektedir.

" temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor" cümlesi ise yanlış anlamaya kaynaklık eden bir cümledir, halbuki israiloğullarının yaptıkları zulümler nedeni ile Allah cc den bir ceza olarak önceden helal olan bazı yiyeceklerin kendilerine haram edilmesi ayetlerinin ardından bu ayeti okudukları zaman bu ayetin mesajı daha doğru anlaşılacaktır. 

[002.057] Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin» dedik. Onlar Bize değil, fakat kendilerine yazık ediyorlardı.
[003.093] Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».
[004.160-1] Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.
[006.146] Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere ise bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık ve onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
[003.050]  Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

Verdiğimiz ayet meallerine dikkat edilecek olursa daha önce kendilerine bütün yiyeceklerin helal olduğu yahudilere , yapmış oldukları zulümler nedeniyle helal olan bir kısım yiyecekler haram edilmiş isa as ile al-i imran s 50 ayetindeki ibareyi dikkatlice okumak gerekmektedir, "size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim." isa as haram olan bir kısmı helal kılmak için rabbinizden ayet getirdim diyor kendisinin bu konuda herhangi bir yetkisi olmadığı apaçık ortadadır.  

Araf. 157. ayeti ise yukarda verilen ayetlerin devamı niteliğinde bir ayet olup, isa as ile helal kılınan bir kısım haramın muhammed as ile tamamen kaldırıldığı bilgisi verilmektedir. Bu konunun muhammed as ın vahiy harici haram ve helal kılma yetkisi gibi bir durum yoktur. Muhammed as a böyle bir yetki verildiği iddiası onu haram helal kılmada tek yetkili olan Allah cc nin yanına ayrı bir ilah konumuna getirmek anlamına gelir. 

Bu iki ayet arasında şöyle bir bağ kurmak mümkündür ; al-i imran s. 81 de Allah cc nin vahyini insanlara iletmekle görevli olan her elçinin birbiri ile bayrak yarışı misali elindeki bayrağı önündeki elçiye devrettiği, öndeki elçininde arkadakini tasdikleyerek bu bayrağı taşıdığı şeklinde bir görsellikten yola çıkılarak, musa ve isa as lardan sonra gelen elçi muhammed as ın onları tasdik ettiği onlarında al-i imran s. 81. ayette belirtildiği gibi ona iman ve yardım ettikleri görülmektedir. 

Musa ve isa asların sonra gelen elçi muhammed as a nasıl yardım ettikleri sorusu akla takılabilir, burada onların bu yardım vaadlerini kendilerine iman edenlerede tebliğ ettikleri , yani musa ve isa as iman ettiklerini iddia edenlerin bakara s. 146,enam s.20 ve saff 6. ayetlerinde bildirildiği gibi böyle bir elçinin bilgisine sahip oldukları anlatılmakta olup musa ve isa as ların haber verdikleri bu elçinin kendilerinin dahil olduğu zincirin son halkası olduğu bildirilmektedir.   

Her iki ayette geçen "nebi ve resul" kelimeleri ayetlerin birbirleri ile bağını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. "Allah'ın nebilerden söz alması" resul olarak gönderilmeden önce Allah' cc den mesajı almaları onların "nebi" vasfına sahip olmaları anlamına gelerek bu anlamda resul olarak görevlendirilen bütün şahısların "nebi" oldukları, yani haberi aldıkları kaynağın aynı olduğu,sonra bu haberi tebliğ ile görevlendirilmelerinin resul olmaları yani görevi aldıkları kaynağında aynı olmaları, son " nebi resul" olan muhammed as ın bu zinciri tamamlayan bir halka olduğunun bilgisinin verilmiş olması şeklinde bağını kurmak mümkündür.  

Sonuç olarak, al-i imran s. 81 ve araf s. 157 ayetleri, önkabuller bir kenara atılarak kur'an bütünlüğünde okunacak olursa ayetlerin mesajını şöyle anlamak mümkündür , Allah cc nin göndermiş olduğu bütün "nebi resul" lerin aynı kaynaktan vahiy aldığı, aynı görevin devam ettiricileri olduğu, bu durumun muhammed as a kadar devam ettiği, kendilerini musa ve isa as aiman ettiklerini iddia edenlerinde bu elçiye uymak zorunda oldukları bu elçinin, yahudilerin daha önce yapmış oldukları zulümler nedeniyle ceza olarak kendilerine haram kılınan daha önce helal edilmiş şeylerin artık muhammed as a inen vahiy ile helal olduğu bilgisi verilmektedir.  

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Tevbe s. 128 ve 129. Ayetleri İle İlgili Bir Çalışma

Kur'an, alemlerin rabbi olan Allh cc nin kulu ve elçisi muhammed sav e indirmiş olduğu bir kitaptır. Bu kitaba inanan mü'minler elimizdeki iki kapak arasında olan mushafta (sahifelenmiş kitabın) Allah cc nin kulu ve elçisi muhammed sav indirmiş olduğu ayetlerieksiksiz olarak mevcut olduğuna inanırlar, her ne kadar rivayetler yolu ile bazı ayetlerin kur'ana alınmadığı gibi düşünceler ortaya atılmış olsa bile bunların doğruluk derecesi olmayan haberler olduğu açıktır. Bu yazımızda müddessir s. 30. daki  "üzerinde ondokuz vardır" mealindeki ayetten hareketle kur'anın 19 ve katları üzerinden matematiksel bir koruma ile korunduğu düşüncesi ortaya atılmış ve bu düşüncenin bir uzantısı olarak tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinin matematiksel korumanın dışında olduğu için kur'ana sonradan ilave edildiği düşüncesi ortaya atılmıştır. 

Siyak ve sibak, yani ayetlerin öncesi ve sonrası ile birlikte okuyarak anlama metodu kur'anı doğru olarak anlama yollarından biridir. Tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinide bu metod ile okursak şu netice karşımız çıkar.  

tevbe s. 128. ayetinin meali şu şekildedir. 

 " Andolsun size kendinizden öyle bir  resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."
Ayete baktığımız zaman  "SİZE" ve MÜ'MİNLERE" şeklinde iki ayrı guruptan bahsedildiğini görmekteyiz, ayetteki "size" zamirinin kim olduğunu anlamak için 124. ayetten okumaya başlamak gerekmektedir. 
----- 9.124 Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: «Bu sizin hanginizin imanını artırdı?» İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler.
-----9.125 Kalblerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik katmıştır; onlar kafir olarak ölmüşlerdir.
-----9.126 Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.
-----9.127 Bir sure inince, «Sizi bir kimse görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar, sonra dönüp giderler. Anlamaz bir güruh olmalarına karşılık Allah onların kalblerini imandan döndürmüştür.

124. ayete baktığımız zaman iki gurup insandan bahsedilir, 1-bu sizin hanginizin imanını artırdı diyenler ve 2- iman edenler, devam eden 125-126-127.ayetlerde ise 1. gurup insanlarla ilgili ayetler vardır. 128. ayete gelinde aynı konu buradada devam etmekte olup  iki gurup insan buradada karşımıza çıkmaktadır 128. ayetteki "size" şeklindeki hitabın muhatapları önceki ayetlerde bahsedilen  kalplerinde hastalık olan münafıklardır. 129. ayette " Eğer yüz çevirirlerse de ki: «Allah bana yeter; O'ndan başka tanrı yoktur, yalnız O'na güveniyorum; O büyük arşın Rabbidir.»" buyurularak yine 124 ve 128 . ayetler arasında bahsedilen münafıklarla ilgili olduğu açıktır.   

Ayetleri red gerekçelerinden biriside, ayet içinde geçen "rauf" ve "rahim" kelimelerinin Allah cc nin esmasından olduğu bu kelimelerin bir insan için kullanılamayacağı şeklindedir. Eğer bu gerekçe üzerinde bir red mantığı geliştirecek olursak yusuf suresindeki bir çok ayeti red etmemiz gerekecektir, sure içindeki ayetlerde geçen "rabb", "el aziz" , "hafiz-alim" . "el melik" , "basiran"gibi kelimeler Allah için değil insanlar için kullanılmıştır.

Sonuç olarak, tevbe s. 124. ve 129. ayetler birbirleri ile siyak sibakı olan ayetlerdir. Bazılarının iddia ettiği gibi kur'ana sonradan ilave edilmesi gibi bir durum sözkonusu değildir , eğer böyle bir durum varsa aynı durum 124-129. ayetlerin tamamı için sözkonusudur , yok 124-127. ayetler kur'andandır denilirse 128-129. ayetler kur'andan değildir demenin yanlışlığı ortadadır. Mü'minlere yakışan kur'anın mevsukiyetine gölge düşüren geleneksel rivayetleri nasıl reddediyorsa yeni yetmeler tarafındanda ortaya atılan rivayetleri red etmek ve kur'anın elimizde olan şekli ile muhammed sav e indirilmiş olduğuna iman etmektir.  

                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.