delil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
delil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2016 Çarşamba

Secde s. 21- 23 : Rivayetlere Kurban Edilmek İstenilen İki Ayet

Kur'anı tefsirler aracılığı ile anlamaya çalışmak, karşı çıktığımız bir yol olmamakla birlikte , beraberinde bir takım sorunları taşıması açısından dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Tefsir okuyucusu öncelikle hangi tefsiri okursa okusun , bu tefsirin kişisel görüşlerin bir yansıması ve bu görüşlerde eksik ve hata barındırma ihtimalini her zaman dikkate almak zorundadır. 

Tefsir yapıcısı eğer sahip olduğu mezhep veya meşrebinin görüşlerini Kur'ana onaylatmak için böyle bir işe girişmiş ise , karşımıza tam bir facia çıkabilir. İslam düşüncesine hakim olan rivayet kültürü maalesef öyle bir hal almıştır ki , neredeyse Kur'anın bazı ayetleri bu rivayetleri onaylatmak temeline dayalı düşünceler çerçevesinde yorumlanmaktadır. 

Bütün tefsirlerin böyle bir düşünce içinde olduğunu iddia etmemekle birlikte , maalesef bazı tefsirlerdeki ayet yorumlarının böyle bir amaca hizmet ettirilmeye yönelik olarak yorumlandığını görmekteyiz. Bu yazımızda, Secde suresi içinden 2 ayeti ele alarak, rivayet merkezli bir yoruma örnek olarak göstermeye çalışacağız. 

Secde s. 21. ayeti ; 

وَلَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

Andolsun ki onlara en büyük azaptan önce yakın azaptan tattıracağız. Umulur ki dönerler.

Bu ayet içinde geçen "Yakın azap" kelimesi  bazı tefsirciler tarafından , kabir azabı olarak yorumlanmaktadır. Tefsirlerin çoğunluğu böyle bir yoruma katılmamış olsa da , yine bazı tefsirlerde şaz olarak görülen bu gibi yorumlar bulunmaktadır. Bu yorumu yapan tefsirci eğer , ayeti kabir azabını onaylatmak amacı ile okumamış olsaydı, aynı ayet içindeki "Umulur ki dönerler" ibaresini görebilir , ve bu yapılan hatadan dönmenin hayatta iken olacağı , öldükten sonra yapılan hatalardan dönmenin imkansız olduğunu bilir ve bu ayet ile ilgili yapılabilecek en uçuk bir yorum olan "Bu ayet kabir azabına işaret ediyor" şeklinde yorumlar yapmanın büyük bir hata olduğunu anlayabilirdi. 

Secde s. 23. ayeti ;

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُن فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَائِهِ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ

Bu ayetin tefsir ve meallerine baktığımızda yapılan meal ve yorumları 5 gurupta toplamak mümkündür. 

1- Tevratın Musa'ya ulaşmış olmasından korkmaması.
2- Musa'nın karşılaştığı eza cefaların benzerinin onun da karşılaşacağı.
3- Musa'nın kitaba kavuştuğu gibi , onun da kitaba kavuşacağı.
4- Ahirette Musa'ya kavuşacağından şüphe duymaması. 
5- Miraç gecesi Musa'ya kavuşacağından şüphe duymaması. 

Sıraladığımız şıklardan ilk 4 tanesi , ayet içindeki "Liqaihi" kelimesindeki zamirin raciliği noktasındaki tercihlerden kaynaklanan anlam farklılıklarından kaynaklanmaktadır.

5. sıradaki yorum ise , rivayetler ile İslam inancına sokulmuş olan miraç hadisesinin Kur'ana onaylatılması düşüncesine dayalı olarak yapılmış bir yorumdur. Bu ayetin meallerine baktığımızda Ali Fikri Yavuz hocanın yaptığı Kur'an mealinde böyle bir düşüncenin onaylatılmasına yönelik bir çeviri yapıldığını görmekteyiz.

Ali Fikri Yavuz :
Gerçekten biz Musa’ya Tevrat’ı verdik. Şimdi sen, ona kavuşmakdan dolayı şübhede olma, (Mi’raç gecesinde ona kavuşacaksın). Biz O’nu (Mûsa’yı), İsraîloğullarına bir hidayet rehberi yapmıştık.

Bu ayetin meallerine baktığımız zaman , "Liqaihi" kelimesinde zamirin raciliği noktasındaki tercihlerin farklılığından doğan mealler karşımıza çıkmakta ve bu meallerin hangisinin daha doğru olabileceği meal okuyucularının zihninde cevabını aramaktadır.

Kanaatimiz , 3. sırada olan ve Muhammed (a.s) ın , Musa (a.s) a verilen kitabın bir benzerine kavuşacağı şeklinde yapılan çevir ve yorumların daha doğru olduğu yönündedir.

Ayet içinde önce çıkması gereken kelime "Musa" değil "Elkitap" kelimesidir. Yani "Liqaihi" kelimesi Elkitaba raci edildiğinde daha doğru bir anlam ortaya çıkacaktır. Bu düşüncemizi ise kitap bütünlüğüne dayandırmaktayız.

[010.094]  Sana indirdiklerimizde herhangi bir şüpheye düşersen, senden önce kitap okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma!
[011.017]  Rabbinin katından bir belgesi ve onun arkasından da bir şahidi olanlar, önlerinde de Musa'nın Kitap'ı önder ve rahmet olarak bulunanlardır ki, işte onlar Kuran'a inanırlar. Hangi topluluk onu inkar ederse yeri ateştir; senin de bundan şüphen olmasın. Doğrusu o, Rabbinden bir gerçektir, fakat insanların çoğu inanmazlar.
[021.007]  Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[026.197] İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir âyet (delil) değil midir?

Ayet , Musa (a.s) a verilen kitabın , bir benzerinin Muhammed (a.s) a da verildiğini hatırlatarak , ilk olmadığı bu konuda örnek olarak Musa (a.s) olduğu , Muhammed (a.s) ın diğerleri gibi seçilmiş elçilerden olması dolayısı ile kitap ile muhatap olduğu ve bundan şüphesi olmaması gerektiği hatırlatılmaktadır. 

Kitabı merkeze alarak ,  Muhammed (a.s) ın da kitap ile karşılaşması ve bunda şüphesi olmaması gerektiği doğrultusunda yapılan ve doğru olduğunu düşündüğümüz çeviri örnekleri şöyledir ; 

Diyanet İşleri :
Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik. Sen de kitaba (Kur’an’a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğullarına bir yol gösterici kılmıştık.

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
Andolsun ki biz vaktiyle Musa'ya kitap vermiştik. Şimdi de sen ona (öyle bir kitaba) kavuşmaktan şüphe içinde olma. Biz onu İsrailoğullarına doğru yolu göstren bir rehber kılmıştık.

Erhan Aktaş
Ant olsun ki Musa’ya Kitap verdik. Sakın ona kavuşmaktan (1) kuşku içinde olma. Onu2 İsrailoğulları için yol gösterici yaptık. (1)- Musa’nın muhatap olduğu ilahi vahye muhatap olduğundan, aynı yolun yolcusu olduğundan

Muhammed Esed :
Gerçek şu ki (ey Muhammed,) Biz vahyi Musa'ya (da) tevdi etmiştik: öyleyse (sana ilettiğimiz vahiyde) aynı (hakikat) ile karşılaşacağından kuşkuya düşme! Ve (nasıl ki) o (önceki vahy)i İsrailoğulları için bir rehber kıldık,

Suat Yıldırım :
(23-24) Şu bir gerçektir ki, sana verdiğimiz gibi Mûsâ’ya da kitap vermiş, sana vahyettiğimiz gibi ona da vahyetmiştik. Dolayısıyla onun da böyle bir vahiy aldığından hiç tereddüdün olmasın. Biz ona verdiğimiz kitabı, İsrailoğullarına rehber kıldık. Onlar sabrettiği ve âyetlerimize kesin olarak inandıkları müddetçe, Biz, emir ve irşadımızla onlardan doğru yolu gösteren önderler tayin ettik.

Ümit Şimşek :
Doğrusu, Biz Musa'ya da kitap vermiştik; vahye muhatap olman konusunda senin de bir kuşkun olmasın. Biz o kitabı İsrailoğulları için bir hidayet rehberi yapmıştık.

Sonuç olarak ; Meal ve tefsirlerden Kur'anı okumak ve anlamında durumunda olan kimsenin yapması gereken ilk iş , okuduğu meal ve tefsirin kesin doğruları ifade ettiği gibi bir düşünce içinde olmaması gerektiğidir. Meal okuma noktasında metnin aslına sadık kalınarak yapılan çevirilerin daha sağlıklı olduğunu söylemekle beraber , tefsirlerin tamamı , o tefsirin yazarının ilgili ayet hakkındaki yorumudur. 

Bu durumda meal ve tefsir okuyucusu , öncelikle kendisi Kur'an bütünlüğüne hakim olmak zorundadır. Bu hakimiyet aynı zamanda onun, meal ve tefsirlerde karşına  çıkabilecek anlam yanlışlığını görmesini sağlayacaktır. Son yıllarda Kur'anın ülkemizde rağbet görmesi ile başlayan çeviri akımlarında, Arapça bilmeyen fakat elindeki Kur'an mealinden bile çeviri çalışmaları yapanların var olduğunu düşündüğümüzde, dikkatli bir okuma yapmanın önemi daha fazla ortaya çıkmaktadır.

7 Temmuz 2013 Pazar

Kur'anın Tahrif İddiaları Veya Aydınlatıcı Delil Olmadan Kur'an Hakkında Konuşmak

Alemlere rahmet ve hidayet olmak üzere Allah cc tarafından muhammed as a indirilen kur'ana iman ettiğini iddia edip, bu kitabın bazı ayetlerinin eksik veya fazla olduğu veya yanlış yazıldığı şeklinde iddialar yüzyıllardır gündemimizde yer tutmakta olup bundan sonrada yer tutmaya devam edecektir. Kur'ana iman etmeyenlerin bu kitabın tahrifi ile ilgili iddialarının kaynağı maalesef bizim kaynaklarımız olup haklı olarak "kardeşim ben demiyorum kendiniz diyorsunuz" şeklinde sözlerle bizleri muhatap etmektedir.   

Kitabın eksik olduğu konusundaki iddialar geleneksel anlayışta nasih mensuh teorisi adı altında yürütülerek,1- tilaveti mensuh hükmü baki (recm ayeti  örneği) 2- tilaveti ve hükmü mensuh şeklinde kategorize edilerek kitabın ayetleri olarak indirilen fakat kitaba alınmayan ayetlerin olduğu iddialarının devamı olarak bazı ayetlerin kurandan olmadığı veya bazı ayetlerin yanlış yazıldığı iddiaları konuşulmaya devam etmektedir.      

Bir kitabın doğru veya yanlış olduğunu iddia edebilmek için elimizde kesin doğru olduğuna inandığımız bir delilin olması ve o kitabın içeriğindeki bazı sözlerin  kesin doğru olduğuna inandığımız delil ile ispatlamak zorunluluğumuz vardır.    

Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın doğruluğuna dair delilimiz yine kur'andan olup harici olarak bir delilimizin olması mümkün değildir. Kur'anın sahihliğini iddia etmek için kullandığımız kur'an harici deliller yaratılmış olan kulların koymuş olduğu deliller çerçevesinde olacağı için Allah cc nin kitabını yaratılmış olan kulların koymuş olduğu ölçüler dahilinde doğrulatmaya çalışmak bizi doğru bir sonuca götürmez.    

Allah cc nin kitabının matematiksel bir koruma ile çok mükemmel bir şekilde korunduğu iddiası ile yola çıkan bazıları tevbe s. son iki ayetinin bu matematiksel ahenge uygun olmadığı gerekçesi ile red etmektedirler. Allah cc hiç bir ayetinde " bu kitap 19 ve katlarının ahengi ile korunmuştur bu ahenge uymayan ayetler kitaba sonradan ilave dilmiştir" şeklinde bir beyanda bulunmamasına rağmen Allah cc nin kitabının kulların koyduğu ölçüler dahilinde sağlamaya gidilmesi kitabın korunmadığına dair düşüncelere sebeb olmuştur.     

Bu tür söylemlerin iyi niyetli olmayan düşünceler olduğu açıktır. Adı müslüman olan kimselerden sadır olması bu düşünceleri ortaya atanların bu sözleri iyi niyetle ortaya attığı zannına götürmemelidir. Bu tür düşüncelere karşı olan yaklaşımlarımız bunların isimlerine kanarak samimi oldukları yolundaki düşüncelerine kanmayıp belli bir projenin içerdeki tatbikçileri olarak görülmesi olmasıdır.     

Kitab üzerinde şüphe uyandırarak kitaba olan güveni sarsmak amacında olan yaklaşımlardan biriside kitabın imlası konusundadır. Bilindiği gibi kur'an sözlü olarak inmiş bir kitab olup vahiy meleğinin muhammed as vahyi bırakması ve o vahyin muhammed as ın ağzından çıkan sözler olarak muhatablarına tebliği şeklinde olmuştur. Muhammed as ın ağzından çıkan ayetler  vahiy katipleri tarafından yazıya geçirilmiştir. Bugün elimizde olan mushaftaki harflerin harekeler ve noktalama işaretleri okumayı kolaylaştırmak amacı ile ebu esved eddüeli tarafından sonraları yapılmıştır.   

Bu durumu fırsat bilen bazıları bu konuyu istismar ederek işlerine gelmeyen bazı ayetlere  kendi hevaları doğrultusunda anlam vererek o ayetin mushaftaki yazılışının yanlış olduğu doğru olanın! kendi yazdığı biçimde olduğu şeklinde  görüş beyanında bulunmaktadırlar. Mushafın putlaştırıldığını iddia ederek mushaf hakkında şüpheler ortaya atmaları mushafı putlaştırmama adına yaptıkları girişim kendi hevalarını putlaştırmaktan başka bir şey değildir.  

Kitab indiği zaman muhammed as ın katiplere yazdırır yazdırmaz hafızasından silinmiş değildir. Aksine onun haricinde bir çok kişinin hafızasında yer etmiş ve yazılışı anında yapılacak herhangi bir hata başkaları tarafından görülerek yanlışın düzeltileceği muhakkaktır. Yazılan kitabın Allah cc nin indirdiği ayetler olması ve kur'andan önce nazil olan kitabın ayetleri konusunda israiloğullarının yaptıklarınında o kitabta bahsedilmesi aynı hataya düşmemeleri konusunda müslümanlara verilen bir mesaj olarak algılanmasını  ve kitabı sonraki geleceklere miras bırakırlarken herhangi bir ihtilafa sebebiyet verecek hataları yapmamaları gerektiğini herhalde  çok iyi biliyorlardı. Hele hele kitabın anlamını değiştirecek şekilde bir harf hatası yaptıkları iddiası masum bir iddia olamaz.                     
        
Birileri kalkıp , " bu dedikleriniz kitabın tahrif olmadığı ön kabulu içinde yazılmış duygusal ifadelerdir" diye bir itirazda bulunabilir. O zaman bizde kendisinden duygusal olmayan ve delile dayanan bir karşı itiraz beklerizki kitabın tahrif olduğu konusunda bizleri inandırsın. 
  
-----031.020 Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır.
-----022.003 İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır.
-----022.008 İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de aydınlatıcı bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.

Allah hakkında tartışmak için gerekli olan verilerden bir tanesi kişinin elinde aydınlatıcı bir kitabı olmasıdır. Bu aydınlatıcı kitab yine Allah cc nin indirdiği kitabtan başkası olamaz. Kur'andan önce nazil olan tevrat ve incilin tahrif olduğuna dair delilimiz o aydınlatıcı kitab olan kur'an iledir. Tevrat ve incilin tahrif edilerek içine vahiy harici bilgilerin karışmış olduğuna dair delilimiz yine Allah cc nin indirdiği son kitab olan kur'anın verileri ile o kitapları karşılaştırmak ve kur'ana aykırı olan bilgilerin tevrat veya incile sonradan dahil edildiği şeklindedir.   

Eğer biri kalkıp kur'ana bu tür ilavelerin veya yazılım hatalarının yapıldığı noktasında bir iddiada bulunacak olursa ondan isteğimiz Allah cc nin indirmiş olduğu aydınlatıcı bir kitabtan delil getirmesidir. Şayet kur'ana vahiy harici bir ilave olduğu yolunda bir iddiada bulunan kişi ya bize Allah cc nin indirmiş olduğu bir delil getirecek yada bu iddiasını bu şekilde delillendiremediği müddetçe müfteri olmaktan öteye gidemeycektir.  Allah cc ve onun kitabı hakkında söylenecek en doğru söz o kitabın doğrultusunda olacaktır, başka kitaplar referans alınarak Allah cc ve kitabı hakkında söylenecek her söz batıldır.  

"elkur'an mushafı" adını kullanarak elimizdeki iki kapak arasında sahifelenmiş olan kitabın levhi mahfuzdaki kur'an ile aynı olmadığı tahrif olmayan kur'anın levhi mahfuzdaki kur'an olduğu elimizde olanın tevrat ve incil gibi tahriften kurtulamayacağı düşüncesi yine adı müslüman! olanlar tarafından dile getirilen düşüncelerden biridir. Kur'ana korunmuş gözüyle bakanların onu putlaştırdığı iddiası ile yazılım hataları olabileceği ve bu yazılım hatalarını düzelten kur'an alimlerinin çalışmalarından !! örnekler vermek istiyoruz.     

Meryem s. 24. ayetine vermiş olduğu mealin gerekçesi olarak "tahtihe" kelimesinin hatalı yazıldığı hatasız! olanın hangisi olduğunu şu şekilde delillendirmektedir.

"Doğurduktan hemen sonra ona seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin senin doğuruşunu meşru kılmıştır,
 Nuhhata, nahtuta, aramice de terk, teslim, çıkış, veriş, doğurma anlamlarına gelir. Min edatı aramice de ve arapça da -den, -dan olarak genel kullanımının yanında “that point in time” “yani o olayın olduğu an, o anda” manalarında da kullanılır. ” İza nudiye li el-salati MİN yevm el cumuati” Cuma/9  bu kullanımdır.benzeri bu surenin 37. Ayetinde “MİN meşhedi yevmin azim” HAALE Hud/43
“Min nahtiha” şeklinde okunursa anlamı “doğurduktan hemen sonra, doğruduğu anda” olur.Arapçada Nahte ( nun-ha-te ) yontmak, yonga, yontulan nesneden düşen şey, insanın üzerine yontulduğu tabiatı ( nuhita aleyha  – Müfredat ), Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem.

Sin-ra-elif ( Lisan ) Asil, şerefli, soylu, yiğit, mert, Reculün seriyyun ( Müfredat ) yüce ve yüksek asil saygın onurlu cömert adam
Seriya nın arami köklü bir kelime olduğu çok açıktır. Aramice’de (SARYA), yasal doğum,asil, yüce şerefli adam manalarındadır. Kelimenin direkt anlamı özgürlük (hür) kökünden gelir. Kehf suresi 61. Ayetin sonundaki seraba okunan kelime de buradaki seriya olabilir."   demektedir .

Yine aynı şekilde bir başka kur'an alimi!  olan Hakkı Yılmaz'da bazı ayetlerdeki harflerin sehven! hatalı yazıldığını ve bu hatayı düzelterek! doğru olanı nasıl yaptığını bir çok yazımızda örneklerini vererek göstermeye çalışmıştık. Kur'an mushafını putlaştırmama adına yapılan bu çalışmalar kur'anı sanki herhangi bir kulun kitabı seviyesine indirmiş ve hevayı putlaştırmıştır.  
Sonuç olarak;

 Müslüman olarak kur'ana bakış açımız, şu anda elimizde olan "el kur'an mushafı" Allah cc den indirildiği şekli ile bozulmadan herhangi bir tahrife uğramadan elimizde olup kıyamete kadarda böyle kalacaktır. Aksine Allah cc nin katından olan bir kitapla delillendirilmesi gerekirki bunun böyle olduğuna inanalım. Eğer yeni bir elçi ve beraberinde yeni bir kitap gelecek olursa (ki bu kur'anın beyanıyma bu mümkün değil) yeni gelen kitap bizlere kur'andaki tahrifleri mutlaka beyan edecektir. Bunun dışındaki kur'anın bozulmuş olduğu yönündeki iddialar tamamen art niyetli belli bir proje ürünü olup, tek doğru ölçü olan kur'anıda yıkarak elde doğru ölçü adına hiç bir şey bırakmayarak müslümanları kaosa sürükleme çabalarından başka bir şey değildir. Adı müslüman dahi olsa bu tür kişilerin yapmış oldukları çalışmalar art niyet ürünü olup bilerek veya bilmeyerek olsun bir yerlere hizmet ederek onların ekmeğine yağ sürme çabalarıdır. Rabbimiz bizleri içimize sokulmuş olan truva atı mesabesinde olan bu tür insanlardan muhafaza buyursun.   

21 Ağustos 2011 Pazar

Mü'min s. 46. ve Tevbe s.101. Ayeti Kabir Azabına Delil Olurmu

Kur'anda varlığına dair hiçbir delil bulunmayan kabir azabı konusu Resulullah s.a.v den rivayet edildiği iddia edilen hadisler yoluyla itikadi bir konu haline getirilmiş ve buna inanmayan kişiler kafir ilan edilmeye kadar gidilmiştir. Bizlerin iman etmesi gereken her türlü itikadi bilgi Kur'an kaynaklı olması gerekmesine rağmen bu konu hadisler yolu ile itikat alanında mühim bir yer teşkil ettirilmiştir. 
 
Kabir azabı konusuna girmeden önce Kur'an harici bize gelen bir bilgiyi ne şekilde kabul edeceğimizi hatırlamadan bu konunun açıklığa kavuşması zor görünmektedir.Bizlere hadis adı gelen herhangi bilginin sağlamasını Kur'an ile yapmadıkça o bilginin doğruluğu ve yanlışlığı anlaşılamaz.Hadis adı altında gelen bir bilgi Kur'an ile uyuşuyorsa kabule şayandır eğer bu bilgi Kur'anla uyuşmuyorsa kabul edilemez. Kabir azabı hakkında gelen hadisleri de bu kriter ile ölçmek zorundayız. Yani Kur'anın doğruluğu hadis ile değil , hadisin doğruluğu kur'an ile ölçülmelidir. Kabir azabı konusu da bu kriter ile ölçüldüğü zaman karşımıza çıkan sonuç bu haberlerin sahih olmadığıdır. 

Geleneksel din anlayışına hakim olan genel geçer düşünce Kur'an ile hadis çakışınca Kur'anı hadise uydurmak şeklinde bir anlayıştır. Kabir azabı konusu da bu anlayışa uydurulan meselelerdendir. Özelikle Mümin suresi 46. ayeti kabir azabına delil getirilen bir ayet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazımız Mü'min s. 46. ayetinin kabir azabına delil olup olmayacağı ile ilgili olacaktır. Ölüm ile diriliş arası durumu kur'an ışığında başka bir yazımızda ortaya koymaya çalışmıştık. Bu ayeti anlamak için konu bütünlüğü içinde okunması gerekmektedir. Ayetin bağlamı bilindiği gibi Musa as ve Firavun kıssası ile ilgilidir. Mü'min s. 23. ve 50. ayetlerinin meali şu şekildedir.

23- Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;
24- Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler.
25- Böylece, o, Katımız'dan kendilerine bir hak ile geldiği zaman, dediler ki: "Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın." Ancak kafirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.
26- Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum."
27- Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım."
28- Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size va'dettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez."
29- "Ey Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah’tan dayanılmaz bir azap gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek?" Firavun dedi ki: "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum."
30- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
31- "Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."
32- "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum."
33- "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."
34- "Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez." İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır."
35- "Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah Katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler."
36- Firavun (alayla) dedi ki: "Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara ulaşabilirim,"
37- "Göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum." İşte Firavun'a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun'un hileli-düzeni, 'yıkım ve kayıpta' olmaktan başka (bir şey) olmadı.
38- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim."
39- "Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur."
40- "Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- bir mü'min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler."
41- "Ey kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe çağırıyorsunuz."
42- "Siz beni Allah'a (karşı) inkar etmeye ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah')a çağırıyorum.
43- "İmkanı yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da, ahirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah'adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin halkıdırlar."
44- "İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir."
45- Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.
46- Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek).
47- Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?
48- Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)."
49- Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: "Rabbinize dua edin; azaptan bir günü (olsun) bize hafifletsin."
 50- (Bekçiler:) "Size kendi Resulleriniz açık belgelerle gelmez miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Bekçiler:) "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa kafirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir. 

Firavun , Haman ve Karun bilindiği üzere kur'anda küfrüne örnek verilen sembol şahsiyetlerdendir. Bu 3 insan gurubu ademden kıyamete kadar müstazafların başına musallat olan ve olacak olan zalimlere bir örnektir. Bu inkarcılar daha dünyada iken cehennemi hak edenler gurubuna dahildirler. Yani daha dünyada iken bunların yerleri rezerve edilmiştir. Buna dair ayet meallerinden birkaçını örnek olarak verelim.

5.10 İnkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
22.51 Ayetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
57.19 Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır

  4.115 Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! 

Daha dünyada iken yaptıkları karşısında cehennemi hak eden İbrahim as ın babasının zikri geçen Tevbe s 113. ayetinde de "çılgın ateşin yaranı oldukları açıklananlardan oldukları" kimseler bahsedilmektedir. Mümin s. 45 ayetinde de mümin kimseyi koruyup firavun ve yaranının ateşin en kötüsüne aday oldukları ve ateşin onları kuşattıkları 46. ayette bildirilmektedir. 


Yunus s. 33. ayetinde fasıkların iman etmeyeceklerini kesin olarak bildiren rabbimiz yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerde de bunların yerlerinin cehennem olduğunu beyan etmektedir. Firavun ve yaranı da bunlara dahildir. Sabah akşam ateşe sunulmaları kıyamet gününden önce değil aksine hayatta iken ateşe rezervasyonu yapılanlardan oldukları için "sabah akşam ateşe sunulurlar" denilmektedir. 

Kur'anda ölümden sonra kabirlerden kalkanlar için kullanılan "yattığımız yerden bizi kim kaldırdı" sorusunu soranlar şayet kabirlerinde herhangi bir azap görselerdi bu sözleri söyleyecekleri bize bildirilir miydi? 

Kabir azabı ile ilgili delil getirilen ayetlerden biride Tevbe s. 101 ayetidir. Ayetin meali şöyledir.


9.101 Çevrenizdeki Bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medine'liler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar.
 
 Ayette geçen "iki defa azab edilmesi " tabirinden yola çıkılarak birinci azabın kabirde olacağı görüşü ortaya atılmıştır. Kur'an bütünlüğü göze alındığı zaman bu ayetinde kabir azabına delil olmayacağı ortaya çıkmaktadır.


10.97 Onlara bütün uyarıcı mesajlar gelse bile. Ancak acıklı azabı görünce iman ederler. 
26.201Onlar acıklı azabı görmedikçe ora inanmazlar. 
39.26 Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı; ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilseler!

Tevbe s. 126. ayetine baktığımızda, iki defa azap etmenin nerede olduğu daha net anlaşılmaktadır. 


[009.126]  Ya görmüyorlar mı ki, onlar her yıl mutlaka bir defa veya iki defa bir fitneye, bir belâya tutuluyorlar da sonra tevbe etmiyorlar. Ve onlar düşünüp ibret de almıyorlar.

Tevbe s. 101. ayetinin bağlamı Medine ve çevresindeki münafıklar ile olduğunu dikkate aldığımızda, Tevbe s. 126. ayetinde onların yanlışlarını düşünüp kendilerini düzeltmeleri için, yılda bir veya iki defa belaya çarptırıldıklarının anlatılmış olduğunu görmekteyiz. Tevbe s. 101. ayeti onlara verilecek olan bu belayı haber vermekte, kendilerini düzeltmedikleri takdirde ise, büyük azaba yani ebedi cehennem azabına atılacaklarını bildirmektedir.

Sonuç olarak: kur'anda herhangi bir şekilde bizlere haber verilmemesine rağmen kabir azabı konusu hadisler gündeme getirilerek ortaya atılmıştır. Ancak hadisleri kur'anla sağlama yapma gereğince bu konuya kur'andan delil yoktur. Kur'andan delil olarak getirilen Mümin s. 46 ve Tevbe s. 101 ayetlerini kur'an bütünlüğünde ele aldığımız zaman bunların delil olamayacakları ortadadır.
 
                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.