Yeniden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeniden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Şubat 2016 Çarşamba

Çağdaş Büyücü ve Sihirbazlara Karşı Musa'nın Asasını Yeniden Canlandırmak

Kur'anın kıssa yollu anlatımları içinde yaşayan kişi ve nesneler , sadece o kıssa içinde yaşayan kişi ve nesne olarak kaldığı zaman , bu kıssalar "Eskilerin masalları" na dönüşerek , hurafeler ile bezenmiş masallara dönüşerek, köy kahvelerinin vazgeçilmezleri olarak kalacaktır. Ancak kıssalardaki kişi ve nesnelerin, bize dönük mesajlarının olup olmadığı yönünde yapılacak okumalar , kıssaları ölü anlatımlar olmaktan çıkararak , diri, yaşanan ve yaşanacak hayatlara dair mesajları olan anlatımlara dönüştürecektir.

"Asa" , güç sahiplerinin elinde , onların güçlerini sembolize eden bir nesne olarak evrensel bir anlama sahiptir. Bu asa , Musa (a.s) ın elinde vahyi sembolize eden bir güç olarak, Kur'anda da karşımıza çıkmış , bizlere evrensel bir mesaj veren nesne olarak okunmayı beklemektedir.

Musa (a.s) ın asasının güncel mesajını okuyabilmek için , Firavun tarafından Musa (a.s) ın karşısına çıkarılan sihirbazların , Musa nın karşısına çıkarılış amaçlarını anlamak , ve firavunun o günkü yapmak istediğini bu güne taşımak gerektiğini düşünüyoruz.

Firavun karakteri , yeryüzünde Allah (c.c) den rol çalarak ilah ve rab olmaya soyunanların sembolik bir ismi olarak evrensel bir anlam taşımaktadır. Firavunlar , mevcut iktidarlarının devamı için her türlü yola başvurarak, yeryüzünde  fesat  zulmün hakim olmasına dayanan bir sistemi hayata hakim kılmak için var güçleri ile çalışmışlar , hala da çalışmaktadırlar. Firavunlar her devirde , saltanatlarını sürdürebilmek için , askeri , ekonomik ve sosyal olarak her türlü yolu kullanmışlar , hala kullanmaktadırlar.

[007.116] Siz atın, dedi. Atınca; halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirmiş oldular.

Büyü ve Sihir, insanlar üzerinde baskı ve hegemonya kurmanın kadim bir yolu olarak, binlerce senedir hala kullanılmaktadır. Büyü ve sihir yolu ile, insanlar üzerinde korku ve baskı kurarak onları sömürmek ve kendilerine kul etmek , firavunların kullandığı bir yol olarak Musa (a.s) kıssasında da karşımıza çıkmaktadır. 

Bilindiği üzere , firavun sihirbazlarının yapmış olduğu sihir , Musa (a.s) ın elindeki asa tarafından yok edilerek , firavun büyük bir yenilgiye uğratılmıştır.

Firavunların binlerce yıldır kullandığı büyü ve sihir yolu ile insanları sindirme ve kendilerine kul etme yolları , bugünde kullanılarak,  bu kimseler tarafından kurulan iktidarlar ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Bu iktidarların yıkılabilmesi , dün Musa (a.s) ın elinde vahyi sembolize eden asanın yeniden canlandırılarak , yapılan büyü ve sihirlerin yok edilmesi ile mümkün olacaktır.

Çağdaş firavunların kullandıkları sihir ve büyü ile insanlar üzerinde baskı kurma yolunun bir bölümü , bugün "Kitle İletişim Araçları" ile yapılmakta olup, çağdaş firavunlar bu araçları kullanarak, insanlar üzerinde zihni baskı kurmakta ve onları her yönden ifsad etmeye çalışmaktadır. 

Bu araçlar yolu ile yapılan ifsadın Türkiye boyutuna baktığımızda , korkunç bir boyuta ulaştığını görebiliriz. Bu ifsad hareketi ,  TV dizileri ile yıllardır yapılmaya çalışılmaktadır. Türkiye genelindeki en çok izlenen TV kanallarının yayınladıkları dizilere baktığımızda, bu dizlerin neredeyse tamamı , zinaya dayalı bir hayat ve bu hayattan doğan çocuklar üzerine yapılmış senaryolar üzerine kurulmaktadır.

 Namazlı abdestli muhafazakar insanlarının bile izlediği bu dizilerin sayesinde , artık şuur altımızda zina fiili gayet normal bir fiil haline getirilmiştir. Dizileri izlerken , o kişilerin zina temelli hayatlarına , bizler tarafından en küçük bir tepki bile gösterilmemekte , aksine o dizilerin insanlara sunduğu sahte dünyalara heves edilerek , böyle hayatlara kavuşmak için kendisini paralayan insanların yaptıkları, gazetelerin 3. sayfa haberlerini doldurmaktadır.

Bu senaryolar çerçevesinde oluşmuş olan dizilerdeki olaylar, bizlerin günlük muhabbetlerini oluşturmakta , ve bir çoğumuz, bu kişilerin sunduğu sahte hayatlara heves etmektedir. İnsanların şuur altlarında haramın helalleşmesini amaçlayan bu diziler , Türk film sektörünün önemli bir ihraç ürünü olup , bu diziler en fazla halkı Müslüman olan Arap ülkeleri tarafından rağbet görmekte olması , Müslüman dünya üzerinde oynanan bir oyunun göstergesidir. 

Sağlam bir aile yapısı , sağlam bir toplumun temelidir. Sağlam bir aile yapısına sahip olmayan toplumlar zamanla yıkılmaya mahkum topluluklardır. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda , tv dizileri ile aile yapısını bozmayı amaçlamak , ancak insanları zulüm ve fesat ile yönetmek isteyen firavunvari yönetimlerin tevessül edeceği bir yöntem olup , bu yıkımı emrindeki sihirbazlar ile film endüstrisini devreye sokarak yapmaktadırlar.

"Moda" kelimesi etrafında oluşturulan giyim tarzının insanlara empoze edilmesi, çağdaş bir sihir olarak karşımızdadır. İnsanlar , kendilerine yapılan bu sihir sayesinde , kendisine empoze edilen giyim tarzı ile giyinmek zorunda olduğu hissettirilerek aptallaştırılmaktadır.
"Yarışma Programları" altında , giyim tarzı yarışma programları ile bu aptallaştırma ameliyesi kitleler üzerinde gerçekleştirilerek, insanlar batılı hayat tarzının en önemli unsuru olan çıplaklığa teşvik edilmekte , bunun sonucunda Allah (c.c) nin örtünme emri ayaklar altına alınmaya çalışılmaktadır.

Aralarında nikah bağı olamayan , bir eve veya bir adaya doldurulan kadınlı erkekli insanlar , hiç bir sınır gözetmeden birbirleri ile aynı çatı altında yaşamaya çalışarak , temeli birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışarak , en son kişi kalarak büyük ödülü kapmak olan , hırs , düşmanlık , kin , haset , aç gözlülük , küfür , hakaret v.s kötü hasletleri sergileyerek, sadece üç kuruş için kendilerini rezil etmekten çekinmemektedirler.

Bu tür programlarla empoze edilen hayat tarzında insanlar, birbirine güvenmeyen , kendi menfaatini düşünen , kendisinin menfaati için başkasını ezmenin şart olduğuna inanan , güvenilmez bir kimse olarak hayat içinde yerini almaya teşvik edilmektedirler.

İşin daha kötüsü, temeli insanları aptallaştırmak , fırkalara bölmek , düşmanlık oluşturmak olan bu tür yarışmalar Türk halkı tarafından büyük bir rağbet görerek , günlük işler bu diziler ve yarışma programlarına göre ayarlanarak , bu programların yayın saatlerinde kitleler TV başında toplanmaktadır.

Bu dizileri ve yarışma programlarını izleyenler, artık hayatlarına bu dizi ve yarışma programları tarafından şuur altlarına yerleştirilmiş olan duygular ile yön vermektedirler. Bu dizileri izleyen insanlar , karşısındaki kadını veya erkeği sadece cinsel bir meta olarak görerek , ondan faydalanmaya çalışmaktadır. 

Ülkemizde son yıllarda artan hırsızlık , cinayet , cinsel suçlar , bu dizi ve yarışma programlarının sundukları hayatlara öykünen , fakat ulaşamayan insanların , bu isteklerine ulaşmak için denedikleri iğrenç ve korkunç yollardandır. Bu kimselerin işledikleri suçların haberleri , yine onları bu suça teşvik eden tv ve gazetelerde haber şeklinde her gün yayınlanarak haber programlarının reytingini artırıcı malzeme olarak sunulmaktadır.

"Küresel Güçler" olarak ifade edilen çağdaş firavunların , dünya üzerindeki işledikleri fesadı kolaylaştırma çalışmalarının ürünü olan dizi ve yarışma programlarına ilave olarak , başta futbol olmak üzere, spor kulüpleri üzerinden suni gündem oluşturarak, insanları "Arena" , "Mabed" gibi adlandırılan alanlarda toplamak sureti ile aptallaştırma, fırkalaştırma ve düşmanlaştırma çabaları, tüm dünya üzerinde oynanan oyunlardan birisi olarak herkesi kuşatmış bir vaziyettedir.

Futbolun oluşturduğu bir deyim olan "Ezeli Rekabet" adı altında , aynı ülkenin , aynı şehrin , aynı ilçenin , aynı köyün insanlarını birbirine düşman hale getirmeyi başarmak , milyar dolarlar dökülse belki bu kadar kolay olamazdı. Futbol takımları üzerinden oluşturulmuş olan bu düşmanlığın bir çok ölümlü kavgaya sebebiyet verdiğini düşünürsek , küresel güçlerin bir ülkede kargaşa çıkarmak için hazır bir nedenleri, futbol kulüpleri üzerinden oluşturulmuş olan suni bir düşmanlıkta bulunmaktadır.  

Mahalle takımlarının taraftarları arasında dahi oluşturulmuş olan bu düşmanlık , bir ülkeye zarar vermek isteyen firavunların elinde hazır bir koz olarak her an kullanılabilir durumda beklemektedir.

Herhangi bir futbol takımını tutmanın "Allah emri" gibi algılanarak , takım tutmayanların farklı bir gözle bakıldığı ülkemizde , bu hastalıktan belli bir şuura sahip olan bazı Müslümanlarından da kurtulamamış olduğunu dikkate aldığımızda , çağdaş firavunların insanları nasıl bir etki altına almış olduğu görülecektir.

Müzik , çağdaş firavunların önemli bir büyü ve sihir aracı olarak kitleleri hakimiyetleri altına almakta kullandıkları bir yoldur. Dünyaca ünlü hale getirdikleri gurupların bireylerini sahte bir ilah haline getirerek , insanları onlara kul yaparak , Allah (c.c) ye kul olmayı unutturan bu firavunlar , bu yollarla insanların ceplerinden milyarlarca dolar çalarak kasalarını da doldurmaktadırlar. 

İsimleri, çeşitli algı yönetim metotları ile dünyaca ünlü hale getirilmiş bu insanlar üzerinden yapılan aptallaştırma yollarından birisi , ve o kişileri insanları idol olarak sunarak , onlar gibi yaşama ve onlar gibi olmaya özendirmektir. Dünyaca ünlü bu müzisyenlerin en başta gelen hasletleri , alkol ve uyuşturucu müptelası , ve her türlü cinsel sapkınlıkları hayat tarzı edinmiş olmalarıdır. Bu insanları kendilerine model edinen hayranları da onlar gibi , alkol , uyuşturucu ve fuhuş batağına saplanmış bir hayat sürerek , çağdaş firavunların kulları haline gelmiş bir hayat sürmektedirler. 

Çağdaş firavunların kullandığı bu tür büyü ve sihir ile insanları kendilerine kul etme yöntemleri , Musa nın asası ile bunların hepsinin yok edileceği günü beklemektedir. Gel gelelim bu asayı elinde taşıyan bizler , elimizdekinin değerini bilmeyen bir halde , hala Musa nın asasının hangi ağaçtan yapıldığını veya bu asanın yılan olup olmadığını tartışmaktayız.

Bizler , Allah (c.c) tarafından bize yüklenen "Marufu emr , münkerden nehiy" şeklindeki bir hayatın gereği olan , çağdaş firavunlara karşı sesimizi yükseltmek , insanların bu şekilde kendilerine kul edinmelerine "Dur" demek ile görevliyiz.

Bu gidişe "Dur" diyebilmek , öncelikle büyü ve sihir yolu ile aptallaştırılmış kitleler üzerinde farkındalık oluşturabilmek ile mümkün olacaktır. "Celladına aşık insanlar" haline gelmiş olan kitlelerin , çağdaş firavunların iktidarlarını devam ettirmek için kullanılan bir piyon olduklarının farkına varabilmeleri ,  kolaylıkla başarılabilecek bir iş değildir.

Çağdaş firavunların sihirbazları tarafından yapılan büyü ve sihrin, "Asa" tarafından yok edilmesi , önce bizlerin bu asanın farkında olmamız ve dünyada küresel güçler tarafından sahneye konulan bu oyunun sadece ve sadece dün Musa nın elinde olan asanın yeniden canlandırılması ile son bulacağını anlamamız ile mümkün olacaktır.

Dün Musa nın elinde olan ASA, bugün bizim elimizde olan KUR'AN dır. Mesele , elimizdeki bu Kur'anın nasıl kullanılarak yapılan büyü ve sihri yutacağı konusundadır.

Müslümanlar yaşadıkları hayatı , önce kendilerinden başlayarak , sonra daha geniş kitlelere Kur'anın önerdiği yaşam biçimini tebliğ ederek  kitlelerin , yaşamlarını firavunların empoze ettiği sistemlere göre değil , vahyin önerdiği sisteme göre yönlendirmeye başladıklarında , o zaman onların yapmış oldukları büyü ve sihir yok olmaya başlayacaktır.

Çağdaş firavunların büyü ve sihrine karşı kişisel olarak yapılabilecek en etkin eylemlerden birisi , dizi ve yarışma programları yolu ile yapılmaya çalışan ifsadı ortadan kaldırmaktır. Bunun yolu ise , o dizi ve programları izlemeyerek o programların izleyici sayısını düşürmekten geçer. Bu tür programları besleyen en büyük etken , o programları izleyen insanların sayısal çokluğudur. Bu sihirbazlar dizi ve yarışmalar ile insanları maddi olarak sömürerek , kendilerini zengin etmektedir. Gelir kaynakları azalan bu insanlar , artık getirisi olmadığı için bu tür programları yapmaktan vazgeçeceklerdir.

Kendilerinin küresel güçlerin bir oyuncağı haline getirilerek , sadece sırtından para kazanılan enayiler olarak görüldüklerini anlayan insanlar , onların para musluklarını kestiklerinde , onların yaptıkları sihir ve büyü yutulmuş olacaktır.

Vahyin emirlerini kendisine rehber edinenler  yaratılana değil , onları yaratana kul olunması gerektiğini bilirler. Bu bilince sahip olan bir kimse , kendisini kul edinmek isteyenler karşı her an uyanık durumda olur ve onların hile ve desiselerine en küçük bir prim dahi vermez. 

Bu emirleri hayatına geçirmiş bireylerden oluşmuş toplumların elinden "Asa" (Vahiy) düşmeyeceği için , firavunların ve onları iktidarda tutmaya çalışan sihirbazların yaptıkları büyü ve sihir yollu halkı aptallaştırma çalışmaları yok olacaktır.

"Musanın Asası" denilince , bir çoğumuzun aklına anında yılan olan ve sihirbazların yaptığı sihri yutan sihirli bir değnek , bir kısmımızın aklına da , asanın yılan olmasının imkansız olduğu düşüncesinden yola çıkılarak oluşmuş anlamlar gelmektedir. Ancak bu anlatımların yaşandığı zaman ve mekan dışına çıkarılarak , mesaj içerikli olup olmadığı , bir çoğumuzun aklına gelmemektedir. 

Asanın ağaç halinden değişime uğrayarak , yılan haline dönmesinin imkansız olduğunu savunan düşünce sahipleri , bilerek veya bilmeyerek vahyin insan hayatında yaptığı değişimi ret etmekte olduklarını hatırlatmak isteriz. Çünkü asanın yaşandığı zaman ve mekan dahilindeki bu değişimi, vahyin insan hayatına girdiğinde insanda yapacağı etkiyi ve bu vahye düşmanlık yapanların düşeceği durumu ifade etmektedir. 

"Asa değişime uğramaz" iddiası içinde olmak , vahyin insan hayatına dair herhangi bir söylemi olmadığı , onları "ÖLÜ" olmaktan çıkarıp , "DİRİ" bir hale getirmediği  ve insanları kendilerine kul etmek isteyen , çağdaş firavunların yaptırdığı büyü ve sihirleri yok etme gücüne sahip olmadığı iddiasını beraberinde getirmesi açısından sıkıntılar doğurmakta, Kur'anın onu okuduklarını iddia edenler tarafından doğru okunmadığı ve anlaşılmadığını göstermektedir.

Bizler eğer , Musa (a.s) kıssasındaki firavun ve onun sihirbazlarını güncelleştirerek , yaşayan bir hale getirdiğimiz takdirde , onları bugün dünyada dönün dolapların baş müsebbipleri olarak görerek , bunları yenecek bir Musa olması gerektiğini düşünmeye başlayacağız. Bu düşünce ile, onun elindeki "Asa" nın gördüğü işlevi hatırlayarak , dün Musanın elinde bir değnek olan asanın, bugün ne olabileceği arayışına giderek , ve elimizdeki olan Kur'anın dün Musanın elindeki asanın işlevini görebileceğini yeniden hatırlayacak , çağdaş firavun ve sihirbazlarının yaptıklarına karşı vahiy hayatımıza kuşanarak , onların yaptıkları sihir ve büyülerin bizlere etki etmemesini sağlamış olacağız.

Böyle bir okuma , bizlerin elinde olan Kur'anın şu andaki durumu olan "Ölü bir Kitap" (AĞAÇTAN BİR DEĞNEK) halinin değişime uğramasına sebep olarak , çağdaş firavunların sihirlerin yutan bir YILAN haline gelmesine sebep olacaktır.

Kur'anda geçen "Ölü" ve "Diri" kelimelerine baktığımızda , bu kelimenin mecaz anlamda kullanıldığı yerlerde , "Ölü" olarak vasfedilenlerin vahyi hayatına taşımayanlar , "Diri" olarak vasfedilenlerin ise ,vahyi hayatlarına taşıyanlar olduğunu net olarak görürüz. İşte bu kelimeleri "Asa" ile ilgisini kurarak okuduğumuzda , "Ölü" bir ağaç parçası olan sıradan bir değneğin , Musa nın elinde "Diri" bir nesneye dönüşerek Allah (c.c) nin düşmanlarını nasıl yenilgiye uğrattığını görürüz. 

Sonuç olarak ; Kıssalar üzerinde yapmaya çalıştığımız okumalarda, bu kıssaların yaşanan hayatlara dair mesajları olduğu üzerinden yola çıkarak , bu kıssalar içindeki nesnelerin dahi bizlerin hayatlarına dair mesajları olduğu yönünde okumalar yaparak, o nesnelerin bugün için bizlere neyi ifade edebileceğini anlamaya çalışmak yönündeki çalışmalarımıza örnek olarak "Musa nın Asası" nın bugün için neyin karşılığı olduğunu anlamaya çalıştık.

Musa nın asasının bugünkü karşılığının "Vahiy", yani Kur'an olduğundan yola çıkarak , firavunların ölmediği ve halen yaşamakta olduğuna dikkat çekmeye , onların paralı uşakları tarafından yapılan ve insanları kendilerine kul etmeyi amaçlayan büyü ve sihrin yok edilmesinin , ölü bir değnek halinden çıkarak , diri bir bir yılan haline dönüşen asanın bugünkü karşılığı olan Kur'anın, yeniden diriltilerek hayata hakim kılınması  ile mümkün olacağını vurgulamaya çalıştık.

Asanın yılan olup olmadığının tartışılması , havanda su dövmek misali boşa harcanan vakitler olacak , asıl konumuz bu anlatımlar üzerinden verilmek istenilen mesajların okunmaya ve hayata aktarılmaya çalışılması etrafında yoğunlaştığında ,  elimizdeki kitap ÖLÜ BİR DEĞNEK olmaktan çıkarak , firavunları alt eden DİRİ BİR YILAN a dönüşecektir.

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

30 Kasım 2015 Pazartesi

"Mezhep" ve "İçtihat" Kavramlarını Yeniden Düşünmek

Mezhep ve İçtihat , İslam düşüncesi içinde önemli bir yere sahip olan iki kavramdır.Bu kelimeler ile ifade edilen konular, İslam tarihi içinde bir takım olumsuzlukları barındırmış olması nedeniyle , özellikle son zamanlarda Kur'anın öne çıkması ile birlikte sorgulanmaya başlanarak toptancı bir mantık ile  hayat içinden çıkarılmaya yönelik bir düşünce oluşturulmaya çalışılmaktadır. 

Bu tür toptancı düşüncelerin oluşmasına zemin hazırlayan etkenler , bu iki kavram etrafında oluşturulmuş olan fıkhi kuralların, din haline getirilerek  tartışılmaz bir hale sokulması ve tarih içinde oluşturulmuş bu fıkhi kuralların sanki evrensel bir hüküm arz ettiği gibi bir havaya sokulması ,ve günümüze kadar gelen ve "4 hak mezhep" şeklinde dilimizde dolanan bir tabu haline getirilmiş olmasıdır. 

Kur'anın yeterliliği etrafında gündeme gelen bu tartışmalarda , Kur'anın yeterliliğini iddia eden taraf , Kur'anda her şeyin olduğu ve onun dışında herhangi bir kaynağın özellikle mezheplerin gereksiz olduğu yönündedir. Bizim mezheplerin gerekliliğinden kastımız, bildiğimiz anlamda 4 mezhebin uygulanması  olmamakla birlikte , bu mezheplerin çıkışını gerektiren amillerin üzerinde durarak , bu kavramların günümüzde nasıl bir anlayış zeminine oturtulması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşacağız. 

Kur'anın yeterliliği ve yetersizliği konusunda yapılan tartışmalarda,  ortaya konulan argümanlar maalesef tatmin edicilikten uzak , sadece karşı tarafın görüşlerine itiraz etmeye dayalı bir tartışmadan ileri gidememektedir. 

Klasik İslam düşüncesinde "İslamın kaynakları" denilince, akla gelen "Kur'an-Sünnet-İcma-Kıyas" şeklindeki yerleşmiş inancı savunanların ortaya koyduğu delillerden bir tanesi, Kur'anın bazı konularda yeterli olmadığı ve bu yetersizliğin Kur'an dışındaki kaynaklar yardımı ile aşılabileceği yönündedir. 

Kur'anın yeterliliğini savunanlara göre , Kur'anda hiç bir şey eksik bırakılmamış olması nedeniyle , hadis , sünnet , mezhep , gibi ilavelere ihtiyaç yoktur ve her konuda Kur'an bize gerekli olan bilgiyi vererek , başka bir kaynağa muhtaç bırakmamaktadır. 

Kur'anın yeterliliği konusunda görüş beyan edenlerin, bu konuda doğru düşündüğü kadar hatalı düşündüğü noktalarda mevcuttur. 

Evet Kur'an yeterlidir , Kur'an içinde beyan edilmiş olan ayetler, bizlerin itikadını belirleme açısından yeterli olup , harici bir kaynak tarafından ilave itikadi hükümlere asla ihtiyaç yoktur. Nasıl ki bir talebe imtihana girdiği zaman , sorulan sorular ona öğretilen konulardan olup , müfredat harici konulardan imtihana çekilmiyorsa , bizimde Din adına müfredat konumuz, sadece Kur'an içindekiler olup , bunun dışındaki kaynaklardan oluşturulmuş bir müfredattan sorguya çekilmeyeceğiz.  

Kur'anın yaklaşık 1500 yıl önce nazil olan bir kitap olması , aynı zamanda kıyamete kadar gelecek ve kendisini "Müslüman" olarak tanımlayacak insanlar için hayat rehberi olacak olması, bu kitabın içinde beyan edilen bazı hükümlerin, yaşanan zaman ve mekana uygun düzenlemeler içermesi gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Bu gereklilik , "Mezhep" ve "İçtihat" dediğimiz kavramların yeniden gündeme gelmesini gerektirmektedir. 

Bu gerekliliği maalesef , düşüncelerini Kur'anın belirlediğini iddia eden bir kısım insan anlayamamakta ve bu kelimeleri duyunca , elektrik çarpmışa dönmektedirler. Bu insanların bir çoğu, okudukları Kur'anı sadece hadisçileri ve tasavvufçuları , yani "Cübbeli şirk" olarak gördükleri kısımdaki insanları tekfir etmek için kullanmakta , şirk'in öteki kanadı olan  "Kravatlı şirk" için  herhangi bir tepki koymamaktadırlar. 

"Kravatlı şirk" deyiminden kastımız , içinde yaşadığımız yönetim sisteminin temelinin , Kur'anın "Tağut" olarak nitelediği sistemlerden alınma olması , bir Müslümanın bu tür sistemlere karşı nebevi bir duruş sergilemesi gerektiği , fakat kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanıtan bir kısım insanın , bırakın böyle bir duruş sergilemeyi , sistemi içselleştirmeye ve bu sisteme itaat etmeyi Kur'ani bir temele dayandırmaya yönelik düşünce içinde olmalarıdır.

Bu insanlar için, Kur'anın itikadi konulardaki beyanı dikkate alınıp , yaşanan hayat içinde günlük sorunlarımıza karşı herhangi bir çözümü olup olmadığı bile düşünülmediği için, "Mezhep" ve "İçtihat" kavramları onlar için gereksiz hatta şirk !! içeren kavramlar haline gelmiştir. 

"Mezhep" ve "İçtihat" kavramlarının isimlerini değiştirerek , "Mezhep" kavramını "farklı görüş" olarak , "İçtihat" kavramını ise "Hüküm çıkarmak için yapılan çalışma" olarak tarif edersek,  bu kavramlara karşı olan antipati bir nebze olsun azalacaktır.  

Kur'an nasıl bir kitaptır?. 

Bu sorunun cevabı , konumuz ile ilgili kavramların hayat içinde gerekli, hatta olmazsa olmaz kavramlardan olduğunu da ortaya çıkaracaktır.

Kur'an, insanı yaşadığı hayat içinde "Tek İlah" sistemine dayalı bir hayatı esas almasını emreden bir kitaptır. Tek İlah sistemi, akide boyutunda yaşanması gerektiği gibi , sosyal hayatın içinde gerekli olan konular içinde de geçerlidir. İnsan birlikte yaşama fıtratında yaratılmış olması nedeniyle , onun bu birlikte yaşamı bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunların aşılması , bir takım düzenlemeler yapılarak , insanların bu kurallara uyması neticesinde gerçekleşebilir. 

Allah (c.c) insanların tek Rabbi ve İlahı olması sebebi ile , o insanların yaşamlarını belirleyecek düzenlemeler koyma hakkının kendisine ait olduğunu söyleyerek , son elçi ile gelen kitap içinde bu hükümleri vaaz etmiştir. Miras , evlilik , boşanma , ceza, savaş , barış v.s gibi insan hayatı içinde ortaya çıkan bu gibi konular Kur'an tarafından bir takım kurallara bağlanmıştır. 

Bu hükümlerin indirildiği zaman ve mekan, yaklaşık 1500 sene önce Arapların yaşadığı Mekke ve Medine şehirleridir. Bu zaman ve mekan içinde inen ayetler , sosyal hayatın nasıl düzenleneceği konusunda gerekli olan hükümleri vaaz ederken , Kur'anın beyan etmediği hükümler emir sahibi yani devlet başkanı olan , Muhammed (a.s) tarafından hükme bağlanmaktaydı.

Ancak ilerleyen zamanlarda , insanların sosyal hayatlarındaki gereksinimlerin genişlemesi ile , İslama dayalı olarak yaşanan hayat içinde yeni düzenlemeler yapılması şartı hasıl olmuştur. Muhammed (a.s) ın yaşamıyor olması , bu düzenlemelerin başka kimseler tarafından yapılma gereğini de beraberinde getirmiştir.

Bu düzenlemeleri yapan kişiler, Kur'an ayetlerini ve bu konuda Muhammed (a.s) dan varid olan rivayetleri baz alarak görüş beyan etmişlerdir. Bu kişilerin yapmış olduğu çalışmanın literatürdeki adı "İÇTİHAT" , bu kişilerin aynı konuda ortaya koyduğu farklı görüşlerin literatürdeki adı ise "MEZHEP" tir.

"İçtihat" kelimesini güncelleyerek "Hüküm çıkarmak için yapılan çalışma" , "Mezhep" kelimesini güncelleyerek "Farklı görüşler" olarak bir tarif getirdikten sonra bunların İslami bir hayat içinde nasıl bir yeri olduğunu düşünebiliriz. 

Kur'an içindeki hüküm ile ilgili ayetler , maksadı öne çıkarması açısından okunması gerekli olan ayetlerdir. Kur'an her konuda en ince detayına kadar hüküm vermekten ziyade , ilgili konuda genel bir çizgi çizerek , ilgili konuda nasıl bir yol takip edilmesi gerektiğini önerir. 

"Adalet" kavramı bu konuda olmazsa olmazlardan olan bir kavramdır. Nisa s. 135 ve benzeri ayetler bizlere insanlar arasında hüküm konusunda yol çizmektedir. İşlenen suça ceza verilmesi ile ilgili ayetlerin maksadını okumaya çalıştığımızda öne çıkan mesaj, "Caydırıcılık"tır. 

Özellikle ceza hukuku ile ilgili ayetler bağlamında baktığımızda , Kur'anda açık ve net olarak cezası bulunmayan bir suç için takip edeceğimiz en önemli yol , verdiğimiz cezanın adalete uygun , ve caydırıcı olup kamu vicdanını rahatlaması icap etmektedir. Bu gün ülkemiz bağlamında baktığımız zaman , bazı suçlara verilen cezaların adalet ve caydırıcılıktan uzak olmuş olması , suç işleme potansiyeline sahip olanları teşvik edici bir unsur olarak karşımızda durmaktadır.

Kur'ana baktığımız zaman içindeki güncel yaşama dair sorunlar ile ilgili hükümler konusunda, en ince detayına kadar hükümler bulunmamaktadır , bulunmasını beklemek onun yaşanan hayata dair kıyamete kadar sözü olmasına engel bir durumdur. 

Yaşanan hayatın her geçen gün değişmesi , bu hayat içindeki ihtiyaçları da beraberinde getirmekte olduğu bir gerçektir. 1500 sene önce nazil olan bir kitabın , kıyamete kadar geçecek süre içinde gelecek olan insanların hayatlarına dair en ince ayrıntısına dair hükümler vaaz etmesi beklenemez. İnsan unsuru burada devreye girerek , yaşanan hayatla ilgili sorunlar konusunda yapılması gereken düzenlemeler , Kur'anın çizmiş olduğu yol doğrultusunda yapılacaktır.

Bugün elimize Kur'anı verip , "Al bu beldeyi Kur'ana göre yönet" deseler , günlük yaşam içinde karşımıza bazı sorunlar hakkında Kur'an içinde net ve açık hükümlerin olmadığını görebileceğiz. Bu durumda hukukçular gerekli olan çalışmaları yaparak , yaşadığımız zaman ve mekana uygun yeni hükümler ihdas etmek zorunda kalacaklardır.

Kur'an içinde açık ve net bir şekilde hüküm bulamadığımız konular hakkında çalışma yapmak ve bu çalışma yapanların farklı görüşlere sahip olması bildiğimiz anlamda "İçtihat" ve "Mezhep" kavramlarının gündeme gelmesini gerektirecektir. 

Örneğin ; Kasten adam öldürmenin cezası , kısas olup katilin aynı cezayı görmesidir . Fakat nefsi müdafaa durumunda kalarak karşısındaki kişiyi öldüren kişiye nasıl bir ceza verileceği Kur'anda yoktur. Bu durumda ilgili kişiye nasıl bir ceza uygulanacağı hukukçuların belirlemesine bırakılmıştır.

Kur'ana baktığımız zaman , bazı suçlara kefaret olarak , köle azat edilmesi emrini görmekteyiz. Bugün kölelik kurumu artık olmadığına göre , Kur'an içindeki bu hükmün bugün nasıl bir düzenleme ile hayat içinde geçerli olacağı yine hukukçuların belirlemesine bırakılmıştır. 

Kur'anın hırsızlık cezasına verdiği el kesme şeklindeki cezanın , bugün bütün hırsızlık vakalarına uygulanabilir mi ? sorusunu beraberinde getirmiştir. Yaşadığımız hayat içinde adına "Hırsızlık" diyebileceğimiz ve Kur'anın nazil olduğu zaman içinde bilinmeyen ve yapılmayan türden suçlar ortaya çıkmıştır. El kesmenin daha altında veya daha üzerinde ceza verilmesini gerektiren bu tür suçların hükmü yine hukukçular tarafından belirlenecektir. 

Vergi bir devletin en önemli geliri olup , "Zekat" adı altında toplanan gelirler, İslam hükümleri ile yönetilen devletin gelir kaynağıdır. Bu verginin miktarı Kur'anda yoktur. Geçmişte , 1/40 olarak belirlenmiş olan miktar değişmez bir miktar olmayıp , ihtiyaca göre artırılıp eksiltilebilir. Bu miktar ülkenin iktisatçıları tarafından belirlenerek uygulanır.

Maide s. 33. ayeti içinde beyan edilen suç için önerilen 4 ayrı cezanın hangisinin uygulanması gerektiği yine hukukçular tarafından belirlenecektir , bu örnekleri çoğaltmak mümkündür , fakat verdiğimiz örneklerin , anlatmak istediğimiz konu için yeterli olduğunu düşünüyoruz. 

Çoğaltılması mümkün olan bu örneklerden sonra şunu söyleyebiliriz ; Kur'an ceza hukuku kitabı değildir , fakat ceza hukuku ile ilgili ana  düzenlemeler konusunda yol belirler. Kur'an ekonomi kitabı değildir , fakat ekonomi ile ilgili düzenlemeler konusunda yol belirler. Kur'an insan hayatı ile ilgili düzenlemelerin nasıl yapılması konusunda ana yolu belirleyen bir kitap olup , ara yol tabir edebileceğimiz , günün şartlarına uygun hükümlerin düzenlenmesi o günü yaşayan insana bırakılmıştır. 

Bu durumu T.C. anayasası ile benzeştirmek mümkündür. T.C. anayasasında, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar için gerekli olan sosyal düzenlemelerin ana hatları belirtilmiş olup , her türlü sosyal düzenlemenin, bu anayasanın maddelerine uygun olması gerekmektedir. Örneğin , ceza kanunu ile ilgili yapılan bir düzenleme, eğer anayasanın ilgili maddesine uymuyor ise, bu madde Cumhurbaşkanı veya muhalefet tarafından anayasa mahkemesine götürülerek , ilgili düzenlemenin anayasaya uygun olması için gerekli müdahele yapılır . 

Herhangi bir kanun eğer yaşanan şartlara uygun olmayan bir hale gelmiş ise , yine anayasanın ilgili maddesi esas alınarak , günün şartlarına uygun olarak yeniden düzenlenebilir. Bu düzenlemeler yapılırken hukukçular tarafından ortaya farklı görüşler konulabilir. Yapılan bu tür çalışmaların ve ortaya konulan farklı görüşlerin , İslami literatürdeki adı olan "Mezhep" "İçtihat" kelimesinin ihtiva ettiği anlam ile eşdeğerdir.

 Kur'anı bir anayasa gibi düşünürsek , onun içindeki sosyal hayata ilişkin düzenlemeler , hükmünü Kur'anda bulamadığımız hükümler için yol göstericidir. Bu yol göstericiliği insanların bu konuda çalışmalar yapmasını da beraberinde getirdiği için , "Mezhep" ve "İçtihat" kavramları , Kur'anın yaşanan zamana dair sosyal düzenlemeleri ihtiva ettiğini düşünenler , ve sosyal hayatta Kur'anın belirleyici bir kitap olmasını isteyenler için olmazsa olmaz kavramlardandır.

Sonuç olarak ; Geçmişte yapılan bazı olumsuzluklardan yola çıkarak, adını duyduğunda bir kısım insanın elektrik çarpmışa döndüğü, "Mezhep" ve "İçtihat" kavramları , İslamın sosyal hayata dair düzenlemeleri hayata geçtiği takdirde en önemli kavramlar olarak yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelecektir. 

Kur'anın yeterliliğinin ne demek olduğu veya, yeterlilikten anlaşılması gerekenin ne olduğu bilinmeden ortaya atılan, "Kur'an yeter" sloganının her yerde geçerli olmadığı , Kur'anın sosyal hayata indirilmesi sonucunda görülecektir. 

"Yalnız Kur'an" denilince Kur'anın dışında herhangi bir kaynağın, din adına hiçbir şekilde kural koyamayacağı iddiası elbette doğrudur , ancak bu sloganın her yerde kullanılamayacağı , bu sloganı kullanan bir kısım zevatın eline Kur'anı verip , "Al bu kitapla şu beldeyi yönet" dediklerinde, bu slogan sahiplerince anlaşılacaktır. Karşılarına çıkan bir takım sorunlara Kur'an dışından hüküm vermek zorunda kalacak olan bu insanların , konumuz olan kavramları ön yargısız ve realist bir biçimde yeniden değerlendirerek "Herşeye karşıyız" modunda bir anlayış sergilemeleri onların gerçeklerlerden habersiz bir Kur'an anlayışı içinde olduklarını göstermektedir.

"Mezhep" ve "içtihat" kavramlarının , "Yalnız Kur'an" sloganına herhangi bir halel getirmediği , Kur'anın yaşam içinde pratize edilmesi gereken bir kitap olduğu idrak edildiğinde daha kolay anlaşılarak , bu kavramlara yapılan gereksiz itirazlar son bulacaktır.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.



13 Aralık 2014 Cumartesi

Tevbe s. 107-110. Ayetleri ve Yeniden Oluşturulan Dırar Mescidleri

"Dırar Mescidi (zarar mescidi)” deyimi TEVBE 107 ayeti içinde; münafıkların Medine’de oluşturmuş oldukları ayrı bir mescid ile ilgili olarak kullanılmış olup, Allah(c.c)'nin onların oluşturmuş olduğu bu mescide değil, diğer mescide dahil olunmasını emrettiğini görmekteyiz. İlgili ayetlerin meali şöyledir.

[009.107] Bir de müslümanlara zarar vermek, kâfirlik etmek ve müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü'ne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescid yapanlar var. «İyilikten başka bir maksadımız yoktu.» diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahittir.

[009.108] Orada asla durma. İlk gününden takva üzerine kurulmuş olan mescid, içinde durmana daha uygundur. Orada temizlenmek isteyen adamlar vardır. Allah, temizlenmek isteyenleri sever.

[009.109] Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

[009.110] Yaptıkları bina, kalblerinde şüphe ve ızdırap kaynağı olmakta kalbleri paralanana kadar devam edecektir. Allah bilendir, hakimdir.

Ayetlerin tarihsel bağlamı Medine’de münafıklar tarafından inşa edilmiş olan mescid ile alakalı olup, o mescidin yapılış sebebinin beyan edilmesi ve Muhammed(a.s)'ın oraya asla girmemesinin emredilmesi üzerinedir. Siyer kaynaklarına göre o mescid sonradan yıkılmıştır.

"Bu ayetlerin günümüze dönük herhangi bir mesajı var mıdır?" dersek şu mesajları çıkarmak mümkündür;

Müslümanların bugün birçok fırka ve hizbe bölünmüş olduğu ve bu bölünmüşlüğün birbirimize karşı bir düşmanlığı da beraberinde getirmiş olduğu, her hizbin kendisinin onunla ifade ettiği bir kitabı, şeyhi ve mekanı olduğu bir gerçektir.

Şunu evvela hatırlatalım ki; bütün bu hizipleri “münâfık" ilan edip kendi fırkamızı hak ilan etmek gibi bir düşünce içinde değiliz. 73 fırka hadîsinin herkesi cehennemlik, sadece kendisini "kurtulmuş fırka" ilan edenlerin elinde bir silah olduğunu hatırdan çıkarıp, bütün oluşumları "Zarar Mescidi" olarak görüp kendi oluşumumuzu "Takvâ Mescidi" ilan etmek gibi bir amaç ile bu yazı kaleme alınmamıştır. Bizi takip edenler hiçbir fırka içinde olmadığımızı, çağrımızın sadece Kur’an’ın rehber edinilmesi üzerine kurulmuş bir düşünce merkezinden ayrılmamak üzerine olduğunu iyi bilirler.

Bugün Müslümanların birçoğunun, sahip olduğu kimliğin hakkını vermekten uzak olan inançlara ve "şucu bucu" şeklinde kimliklere sahip olarak kendilerini ifade ettikleri bilinen bir olgudur. Müslüman isminin yanına ilave isimler koyarak, o isimler ile kimliklerini ifade etmektedirler. Bu kimliğin oluşmasında Kur’an’dan çok; kişi, kitap, mezhep, meşrep, tarikat vb. kurumlar öne çıkmaktadır.

Allah(c.c)'nin bize verdiği bu isim, sadece O’nu İlah ve Rab edinmek üzerine kurulu bir inanç sistemidir. Ayrıca çeşitli fırkalara ayrılmış olan Müslümanların, kendi yanlarında olanlar ile yetinerek, başlarında olan şahsı veya Kur’an harici okuduklarını rehber edindikleri malumdur.

Bu oluşumlar içinde olanların Allah(c.c)'yi tek Rab ve İlah olarak tanımaları maalesef sözde kalmaktadır. Özde ise; tâbi oldukları kişileri veya onların kitaplarını Rab edindikleri gözlemlenmektedir. Herhangi bir meselede hakem olarak Allah’ın Kitap’ı yerine, o kişilerin yazmış olduklarının ortaya konulmuş olması; bu fırkaların birleştikleri bir noktadır.

Bu bağlamda, Kur’an’ı arkaya atarak meydana getirilmiş bütün fırka ve oluşumların toplanmış olduğu çatının adını "Dırar Mescidi (zarar mescidi)" olarak isimlendirmek, Medine’de tesis edilen o mescidin yapılmasındaki gaye ile örtüşmesi hasebiyle yanlış olmayacaktır.

O mescid çatısı altında toplananlar, ZARAR-KÜFR-TEFRİKA merkezli bir amaç doğrultusunda birleşerek Mü'minlere zarar vermeyi amaçlamışlardı. Bugün fırkacılık şeklinde meydana gelen oluşumların Mü'minlere hiçbir faydasının olmadığı, aksine zarar-küfr-tefrikadan başka bir şey doğurmadığı ayan beyan ortadadır. Herkesin, içinde bulunulan bu durumdan şikayetçi olması ancak birleşmenin kendi mescidlerinin çatısı altında olması gerektiğini düşünmesi ise ayrıca traji-komik bir durumdur.

Burada fırka isimleri altında toplanmış olan kimseleri “münâfık" olarak damgalamak gibi bir niyet içinde olmadığımızı tekrar hatırlatmak yerinde olacaktır. Ancak bu oluşumların neye hizmet ettiği konusu bizim için önemlidir. Kişilerin samimi bir niyet içinde bu oluşumlar içinde bulunmuş olmaları, bu yanlışları hoş görmeyi gerektirmez. Bizler niyet okuyuculuğu gibi bir vazife ile vazifelendirilmiş değiliz. Ancak ortada olan durumun kimin işine yaradığına, kimin ekmeğine yağ sürdüğüne bakarak karar verebiliriz.

Fırkacılık şeklindeki oluşumlar; Müslümanların birlik ve beraberliklerine vurulmuş en büyük darbelerden biri olmaları nedeniyle bugünkü zelil halimizin baş müsebbipleri olup, bu durumdan faydalanan müstekbirlerin ve zalimlerin ekmeklerine yağ sürdüğü muhakkaktır.

Bir fırkayı kötüleyip diğer bir fırkaya dahil olmayı tavsiye etmediğimizi yeniden hatırlatarak "Dırar Mescidi" adına layık olan fırkaların yerine "Takva Mescidi" olarak nitelenen bir oluşumun adresinin neresi olduğunun cevabını vermek gerekmektedir.

"Takva Mescidi" olarak nitelenebilecek oluşumun düşünce temellerini şöyle özetlemek mümkündür;

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; Kur’an’ı kendilerine hayat rehberi edinmişlerdir. Bu Kur’an, onlara içinde adı geçen Elçilerin örneklikleri üzerinden tarih boyunca şirke karşı nasıl mücadele edileceğinin örneklerini vererek, bugün o örnekler üzerinden tağutlara ve şirke karşı nasıl bir tavır takınınacaklarını öğretir.

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; vahyi ve onu göndereni öteleyip, onu getiren Elçiyi ikinci bir yarı-ilah mesabesinde görmeyip, onu dinde ayrı bir şâri değil, Allah’ın dininin uygulayacısı olarak görürler. Onun adına söylendiği iddia eden sözleri Kur’an ölçeğinde değerlendirerek doğruluğu veya yanlışlığı hakkında düşünce belirtirler.

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; mensup oldukları fırkanın önde gelenlerinin her sözüne “vardır bir hikmeti" diyerek boyun eğmez, yanlışını gördüğü an onu uyarırlar.

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; mensup oldukları fırkanın kitabını Kur’an ile aynı mesafede görerek ona kutsiyet atfetmez, ne okurlarsa okusunlar, okuduklarını Kur’an ile değerlendirir ve yanlışsa kimin yazdığına bakmadan yanlışlığını haykırırlar.

"Takva Mescidi"nde “salat"a duranlar onlardır ki; Kur’an’ı tevhid merkezli bir okuma ile hayata geçirir ve “parmak ayı gösterirken, aya değil parmağa bakmak" şeklinde okumalara itibar etmezler. Bu tür yapılan okumaların sonuçları aynı şekilde fırkacılık olup, diğer fırkayı zemmedip kendi fırkasını öne çıkarmaktan başka bir işe yaramadığı görülmektedir.

Sonuç olarak; TEVBE 107-110 ayetleri arasında gördüğümüz; farklı mescidler altında olan yapılanmalar, bugüne fırkacılık olarak yansımış, ayet içinde belirtilen amaçlara hizmet eden bir duruma sebebiyet verilmiştir. Tâbi olunması gereken mescidin yapılanma amaçlarının içinde TAKVA ve TEMİZLENME amacı olması gerektiği 108. ayet içinde beyan edilmektedir. Müslümanlar içinde oldukları fırkaların nasıl bir amaca hizmet ettiğini ve nasıl olması gerektiğini sorgulayarak şeyh, üstad, fırka, kitap tasallutundan kurtularak, Kur’an yönelmeleri ve bu Kitap altında oluşturulan "TAKVA MESCİDİ"nde “salat"a durmaları gerekmektedir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Haziran 2013 Perşembe

Ölüm İle Yeniden Diriliş Arasını Kur'an Nasıl Anlatıyor?

Allah cc son elçisi muhammed as vasıtası ile indirdiği kitabında bizleri imtihan için yarattığını ilk ölümümüzün ardından kıyamet sonrası yeniden dirilirek dünyada işlemiş olduklarımızın karşılığının ebedi cennet veya cehennem olark verileceğini bildirmektedir. Ölüm ile yeniden diriliş arasındaki zaman ile bilgi kur'anda açık ve net  olmasına  rağmen rivayetlerin gölgesi altında kalarak anlaşılma çabaları bu konuyuda kur'an dışı bilgilerle örtmüş ve rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece bir ayet üzerinden kabir azabının varlığına delil çıkarılmaya çalışmıştır. Biz bu yazımızda kur'anın ölüm ile yeniden diriliş arasındaki geçen zamanı kıyamet sonrası yeniden dirilenlerin aralarındaki konuşmalarının geçtiği ayetleri alarak konuyu aydınlatmaya gayret edeceğiz. Ama önce mü'min s. 46. ayeti üzerinde kısaca durmak istiyoruz.   

Kabir azabının olduğunu iddia eden kitaplara baktığımız zaman ölüye yapılan azabın onun bedenine değil ruhuna olduğu şeklinde ibarelere rastlamaktayız. Kur'anın insan için ruh ve beden ayrımı yapmadığı göz önüne alınacak olursa bu konunun baştan sakat bir konu olduğu açıktır.Kabir azabını müdafaa eden görüşe göre beden ölmekte fakat ruh ölmemekte dolayısı ile azab gören ruhtur. Bu görüş beraberinde problemleri getiren bir görüştür, bilindiği gibi ahirette yeniden diriliş dünyada iken olan halimizin aynısı olarak gerçekleşecektir, kur'an buna ölümden sonra yeniden diriliş der, eğer ruh ölmüyorsa ve kabirde azab gören ruhsa yeniden dirilip hesaba çekilmenin ne anlamı olabilir?. Bazı islam filozofları yeniden dirilişin bedenen olacağını bu yüzden red etmişlerdir. Onun için insanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımına gidilerek azab görenin beden değil ruhudur denilmesi ayrı bir çelişki olup ölmeyen şey tekrar nasıl dirilir diye itiraz etmişlerdir. İnsanın kıyamette bedenen dirilerek hesap göreceği konusu kur'anın net beyanı olmasına rağmen dirilişten önce kabirlerde azab görmesi görmesi konusu çelişkili bir konu olup madem ruh asıl ise ve ölmüyor ise yeniden dirilip hesaba çekilmenin anlamı nedir? diye haklı olarak sorulmaktadır.   

Eğer bu konuya sadece kur'an ne diyor diye bakılmış olsaydı kabirde ruh azab görüyor diye bir iddia ortaya dahi atılmaz ve bu tür tartışmalara mahal bile kalmazdı . Biz yazımızın iesas amacı olan ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zamanın yeniden dirilenler arasındaki konuşmaların yansıması ile nasıl anlatıldığını gösteren ayetlere geçelim.  

-----17.052   O, sizi çağırdığı gün; hamdederek davetine uyarsınız. Ve çok az kalmış olduğunuzu zannedersiniz.
-----020.103-104 Onlar, aralarında: «On günden fazla durmadınız.» diye gizli gizli konuşacaklar. Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: «Siz yalnızca bir gün kaldınız» derler.
-----023.112-113-114 Allah onlara yine: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız» der.«Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor» derler.Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!
-----030.055-56 Kıyamet koptuğu gün suçlular sadece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler. Böylece onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.Kendilerine ilim ve iman verilenler; «And olsun ki, siz Allah'ın yazısında mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür, fakat sizler anlamıyordunuz» derler.
-----010.045 Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece tanışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah'ın karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir.
-----046.035 O halde üstün irade sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret ve onlar hakkında ivedilik etme! Onlar, kendilerine va'dedilen acıyı görecekleri gün, gündüzün bir saatinden başka durmamışa döneceklerdir. Bu yeterli bir tebliğdir. Demek ki, helak edilecekler, başkası değil, ancak itaattan çıkmış fasıklar topluluğudur!
-----079.046 Onlar, onu (kıyameti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya bir kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.
----- 036.052  «Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?» derler. Onlara: «İşte Rahman olan Allah'ın vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi» denir.
-----037.019-20-21İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar.Şöyle derler: «Vay bize! İşte bu ceza günüdür.»Onlara: «İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür» denir.
-----054.007-8 Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
-----070.043-4 O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!    

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden görüleceği üzere ölümden sonra yeniden dirilenlerin birbirlerine sormuş oldukları sorular onların azab görmüş olduğuna dair hiç bir şekilde bilgi içermemektedir. Birçok ayete rağmen sadece mü'min s. 46. ayetine dayanarak kabir azabına delil getirmeye çalışmak "kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" metodu ile yapılan bir çalışma olup ön kabulleri kur'ana tasdik amacından başka bir şey değildir.    

Bazı ayet meallerine baktığımız zaman kabirlerinden çıkanların birbirlerine sormuş olduğu sorulardan olan "ne kadar kaldınız" sorusuna "dünyada" ilavesi yapılarak sanki ayet metnindenmiş gibi bir hava oluşturularak kabir azabına kur'ani delil çıkarma yoluna gidildiğine şahid olmaktayız.  
----- 002.259 Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi.
-----018.019 Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.
Bakara s. 259 ve kehf s. 19. ayetlere bakacak olursak yeniden dirilişin dünyada iken canlı provası diyebileceğimiz ayetlerde kaldıkları süre olarak dünyada kaldıkları süre olarak "bir gün veya daha az" demeleri uykuda ve ölüm halinde kaldıkları süredir.    

 -----043.077] Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.
Zuhruf. 77. ayetinde cehennemde azab gören birisinin cehennem bekçisine olan feryadı dile getirilerek o kişinin ölümü istediği görülmektedir. Eğer bu kişi ölümden önce kabirde bir azab görmüş olsaydı ölümü istermiydi? çünkü ölüm sonra beklediği kabirdede azab görmüş olsaydı böyle bir istekte bulunmazdı.   

-----040.011] Onlar: «Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?» derler.
 Mü'min s. 11. ayetinde yine cehennem ehlinin feryadı dile getirilmekte ve onlar rablerinden onun öldüren ve dirilten kudretini dile getirerek artık ölümü istemektedirler, aynı şekilde ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar herhangi bir azab görmüş olsalardı acaba ölümü isterlermiydi?

Sonuç olarak, kabir azabı konusu kur'anın ortaya attığı bir konu olmayıp aksine kur'ana rağmen ortaya atılan konulardan olup rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece tek bir ayetten yola çıkılarak delil  getirilmeye çalışılmış bir konu olup bu şekilde getirilen delilde insanı beden ve ruh şeklinde yine kur'andan onay almayan bir ayrıma gidilerek yapılmıştır. İnsanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımı sadece kabir azabını doğrulamak için yapılan bir ayrım olup buda ayrı bir sorunu beraberinde getirerek haklı olarak bazı filozofların bedenen dirilişi inkarına kadar götürmüştür. Kabir azabı etrafında çerçevesindeki bu tür konular kur'anı rehber edinerek çıkarılmayan hükümlerin beraberindeki getirebileceği sorunlarada bir  örnektir. İnsan kur'anın ifadesi ile bedenen ölür ve kıyamete kadar kabirlerde bekler ve o zaman içinde herhangi bir hesap sonucu cennet bahçesi veya cehennem çukuru şeklinde bir mekana sahip olmaz, çünkü hesaplar yeniden diriliş sonucu olacak ve herkes yapmış olduğu amelleri neticesinde ebedi mekanına kavuşacaktır.   

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Mayıs 2013 Perşembe

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (3) Resul-Hadis-Sünnet Anlayışı

Özeleştiri olarak başlamış olduğumuz yazı dizilerinin 3. yazısını resul-hadis ve sünnet anlayışımızdaki yanlışlıklar üzerinde durarak devam etmek istiyoruz. Geleneksel islam düşüncesindeki resul anlayışının nasıl olduğu hepimizin malumudur, kainatın onun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan, bütün resullerin en üstünü olan, sözleri vahiy olan, haram ve helal koyan bir elçi anlayışı üzerine kurulmuş bir din anlayışına karşı çıkan kur'an müslümanlığı tabiri altında toplanmış müslümanlar.   

Geleneğin ifrat anlayışına karşı çıkmak için üretilen bazı tefriti anlayışların maalesef kur'anın tasvir ettiği resul anlayışı ile alakası olmadığı gibi yanlışlık açsından geleneğin içinde bulunduğu yanlıştan'da bir farkı yoktur. Geleneğin oluşturmuş olduğu resul anlayışı onu öldürmek üzerine kurulmuş bir anlayış anlayış olduğu gibi buna karşı çıkan düşüncenin oluşturmuş olduğu resul anlayışıda aynı şekilde resulu öldürmek üzerine kurulmuştur. "Resulleri öldürmek" tabiri sadec israiloğullarına has bir tabir olmayıp vahyin oluşturduğu anlayışın dışında oluşturulan her resul anlayışını anlatır.  

Allah cc, Adem as dan Muhammed as a kadar sayısını kendisinin bildiği elçiler göndererek dünyadaki hayatları için gerekli olan emir ve yasakları onlar vasıtası ile bildirmiştir. Gönderilmiş olan bu elçiler sadece vahyi ulaştırmakla kalmayıp kendilerine indirilen vahyi pratik olarak uygulamış ve örnek olmuşlardır.    

Muhammed as da bu resullerin son halkası olup önceki elçilerin nasıl bir görevi varsa oda aynı görevle  gönderilmiş olan bir elçiydi. Ancak daha hayatta iken onun yapıp ettiklerinin anlaşılması konusunda sahabe arasında bile farklı anlayışlar başgöstermiştir. Muhammed as ın her yaptığını taklit eden bir gurup sahabeye karşın onun yaptıklarının maksadını gözeten ayrı bir gurup sahabenin mevcudiyeti hepimizin malumudur. Bu iki farklı anlayış bugüne kadar süregelmiş olup baskın olan anlayış onun şahsiyetini kutsayan sözlerini kur'ana eşdeğer sayan
 bir anlayış olarak günümüzde devam etmektedir.   

Kur'anın sınırlarını çizdiği görevinin dışına çıkmayan muhammed as, vefatı sonrası olduğundan farklı bir duruma getirilerek sanki yardımcı ilah pozisyonuna getirilmiştir. Kur'an müslümanlığı düşüncesi etrafında buluşan müslümanlar bu yanlışları dile getirerek muhammed as ın kur'anın verdiği misyonun dışına çıkarılan anlayışlara karşı çıkmışlardır.   

Mutedil olan düşünceler bir tarafa , "hepsini al " düşüncesine karşı "hepsini at" düşüncesinin konuşulmaya başlanması ve bu düşünce etrafında bazı uygulamaların ortaya konulmasından anlaşıldıki "hepsini at" düşünceside öteki düşünce gibi yanlış bir düşüncedir." Hadisi şerif" deyimi muhammed as a ait olduğu iddia edilen sözlerin literatürdeki bir adıdır, elimizdeki hadis külliyatında ona atfedilen sözlerin olduğu ciltlerce kitaplar olmasına karşın maalesef içinde olan hadislerin büyük bir kısmı kur'anla uyuşmayan sözlerdir. Kur'an müslümanı olmak demek  o hadislerin topunu atmak değil o hadislerin kur'ana uygun olanı ile olmayanları birbirinden ayırarak seçmektir.

Hadis konusundan daha önemli konu "sünnet" tir, bu konuda yapılan yanlışlar mevcut olup daha vahim bir durum arzetmektedir. Kur'an hiç bir ayetinde, "resulun görevi ölene kadardır" şeklinde bir aksine haber vermemiş, aksine resullerin misyonunun kur'anın devamı ile eşdeğer bir zaman ile sınırlı olduğunu bildirmiştir. Bunun aksi bir durum resul ile ilgili ayetlerin hepsini nesh olmuş duruma getirir.   

Kur'an, yaşanan hayat içinde inmiş olan bir kitap olması nedeniyle onu yaşanmış olduğu hayat içinden ayırmak doğru olmaz. Kur'anın insan hayatını düzenleyen kaide ve kurallar kitabı olduğu açık iken, elçinin kendisine indirilen kitabı uygulayış şekli hakkındaki bilgilerin bir kenara atılması Allah ve elçisine hakarettir.

Kur'an daki bazı ayetlere baktığımız zaman o ayetler ile bilgilerin önceden mevcut olduğu yeni gelen ayetlerin o bilgi alt yapısı dahilinde olduğu görülür. Hacc,salat,kurban,oruç vs gibi konularle ilgili ayetler alt yapı bilgisi dahilinde nazil olmuştur. Hal böyle iken herhangi bir kişi bu kitab kendisine inmiş gibi bildiklerini bir kenara atıp kur'anı okumaya kalksa "bu kitab ne diyor?" diye başkasına sormak zorunda kalacağı açıktır.

Bilindiği üzere kur'an ritüeller konusu ile ilgili olarak yeni bir uygulama getirmemiştir, mevcut olan uygulamaları şirk karanlığından çıkarıp tevhidin aydınlığına çıkarmıştır. Muhammed as a inen ayetlerde "secde et" emri bu kelimenin ifade etmiş olduğu anlamın bilgisi dahilinde uygulanmıştır, çünkü kur'an nazil olmadan evvel insanlar secde etmekte olup kendilerine yaratan rablerine değil aracı kıldıkları putlara secde etmekteydi, salat kelimesi ile ifade ve içinde kıyam,ruku ve secdeyi barındıran ibadet yine bilinen bir ibadet olup şirk bulaşmış bir haldeydi.    

Bu güne baktığımız zaman eline kur'anı alan bazı kişilerin namaz,oruç,hacc gibi ibadetlerin şirk olduğunu iddia etmeleri trajikomik bir durum arzetmektedir. Bu tür düşüncelerin samimiyetten uzak olduğunu kur'anı doğru okuyan bir kişide bu tür düşüncelerin olamayacağını daha önceki bazı yazılarımızda belirtmeye çalışmıştık.  

Bu gün kılmış olduğumuz namaz uygulanarak gelmesi itibarı ile bizlerinde aynı şekilde ifa etmek durumunda olduğumuz ritüellerdendir. Kur'an müslümanlığı düşüncesi etrafında şekillenen bazı düşüncelere baktığımız zaman geleneğin ilmihal hastalığınını bir benzeri duruma düşüldüğü görülmektedir. Vakitleri ve rekatları ve nereye yönelmek gerektiği konusunda sanki herkes muhayyer ve istenildiği gibi hareket edilebilir gibi bir durumun olduğu zannedilmektedir.

Namaz ibadetinin ne demek olduğu kur'andan anlaşılacaksa, kur'anın ritüel ibadetlerin ne demek olduğunu bildiren ayetlerin iyi anlaşılması gerekmektedir. Herkes kafasına göre rekat,vakit, yön ve şekil uydurup bu ibadeti ifa etmeye kaktığı zamanki ortaya çıkacak olan kargaşadan kimlerin fayadalanacağı düşünülerek bu tür ibadetler üzerinde gereksiz olan ilmihal kavgaları bırakılarak bu ibadetlerin gerçek yönü ortaya çıkarılmalıdır.

Resulun örnekliği bu konuda bizlere en önemli bir kaynak olmalıdır. Yaşamış olduğu zamanla ilgili olarak yapmış olduğu bu tür ibadetler ile ilgili haberlerde herhangi bir namazı farklı sayıda rekatle kıldığı veya bir vakiti terk ettiği gibi haberler kesinlikle olmayıp aksine devamlılık ve kararlılık ve cemaat şeklinde birlikte ifa edildiğini bilmekteyiz.

Sonuç olarak, kur'an müslümanlığı tabirinden anlaşılması gereken resul sav i hayatın dışına atmak değil , hayatın içine alarak onun uygulamalarını örnek edinmek olmalıdır. Onu yok sayarak yapılacak kur'an okumaları doğru bir okuma olmayıp beraberinde yanlışları getiren okumalar olacaktır. Dışlama metodu ile yapılan okumalara baktığımız zaman kur'anı hayatın içine almak diye bir gayesi olmayan okumalar olup ibrahim as ın yolundan gittiğini ifade edip onun kırdığı putların önünde secde eden çakma haniflerden bir farkımız kalmaz.  

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

5 Nisan 2013 Cuma

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (2) (Kur'an Algıları)

Özeleştiri mahiyetinde başlamış olduğumuz yazı dizilerine kur'an algıları konusu ile devam etmektedir. Kur'an müslümanlığı iddiasında olan nir kısım kardeşlerimiz için kur'an yaşanacak bir hayat öngören kitap oarak değil kur'ana olan yaklaşımlarından dolayı ötekileştirdikleri müslümanlara karşı onların yanlışlarını ortaya dökme aracı olarak kullandıkları bir malzeme haline gelmiştir. Diğer müslümanlardan hem daha fazla kur'an okuyan bu insanlar nasıl olurda bazı konular ile ilgili yaklaşımlarından dolayı "siz başkasına iyliği emrederken kendiniz ondan öğüt almazsınız" şeklinde bir hitaba muhatap   olabiliyorlar?.  

Şirk'in en büyük zulüm olduğunu defalarca okuyan bizler tasavvuf düşüncesindeki , şeyhe olan saygının veya resul sav e yüklemiş oldukları yarı ilahlık görevinin şirk olduğunu bas bas bağırırda içinde bulunduğumuz tağuti düzenin kurucularına ve onun devamı için çaba gösterenlere karşı aynı tepkiyi göstermeyiz?. Onların şirkleri şirk oluyorda bizlerin tağuti rejim kurucularına ve onların bekçilerine olan tavrımız nedir diye acaba hiç düşündükmü?   
Durum böyle iken kur'anın mesajının ne olduğunu yeniden düşünmek kur'an  müslümanlığımızı'da  bu yapıya uygun bir hale getirmemiz gerekmektedir.

Allah bütün yarattıklarını kendisine ibadet için yarattığını gönderdiği elçi ve kitapların kendisine kul olmaktan alıkoyan her türlü engeli ortadan kaldırmak amaçlı olduğunu bize kitabında bildirmektedir. Yani kur'anın çağrısı sadece Allah cc ye kul olmak ve ona rakiplik iddiasında bulunan diğer sahte ilahları red etmek üzerine kuruludur. Kur'an müslümanlığı iddiasında bulunup "sahte ilah" deyiminin içini doldurmakta yaşadığımız sorun en baştaki sorunumuz olduğunu düşünmekteyiz. Sahte ilah bazılarımız için tasavvuf şeyhleri, müşrik ise bu şeyhlere kendisini kaptırmış müridler olmaktan öte geçememektedir.  

Allah cc,"benden başka ilaha  ibadet etmeyin " şeklinde buyururken bizlere sadece tasavvuf anlayışındaki şirk'i red edinmi demiş yoksa tüm şirk anlayışlarını  red edinmi demiş?, buna herkesin cevabı tüm şirk anlayışıların red edin şeklinde olacağı muhakkaktır ama senin şirkin kötü benim şirkim iyi şeklinde bir tutum içinde olmamızda kendimize yakışır bir durum değildir.  

Atamız ibrahim as   örnekliği bizlerin sahte ilahlara karşı nasıl davranacağımızı bir çok ayette öğretmektedir."Hanif müslüman"adını kendisine layık görüp onun kırdığı putların bugünkü versiyonlarının düşünce şirklerine karşı onlara ihtiram duruşunda bulunup ruku ve kıyam etmek kur'an müslümanlığının hangi ayetinde bulunabilir?   

Öncellediğimiz ve elimizden düşürmediğimiz bu kitap bizlere bu şirki öğretmiyor ise bizim bu kitabı muaviye ordusu misali mızraklamızın ucuna takıp ayetlerini sadece tasavvuf erbabına karşı kullanmamızın ne faydası olabilir?   

Ademas dan muhammed as a gelen bütün elçilerin çağrısı bu yönce  iken bizlerin kur'an algılarımızı yeniden gözden geçirip, " bu kitap bizden nasıl bir müslüman olmamızı istiyor?" sorusunun cevabını aramak için yeniden bu kitaba eğilmemiz gerekmektedir. Hiç bir resul ve arkadaşları inen kitaba karşı bizim günümüzde uyguladığımız yanlışları yapmamıştır. Allah cc, "ins ve cinni bana ibadet etsinler diye yarattım" buyururken kendinden başka bütün varlıkları kastettiğini anlamak yerine "cin" nedir?, kimdir? tipi, eni ,boyu üzerinde tartışıp vakit kaybetmemiz kur'anı okuma örneklerinden biridir.   

"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak " misali okumalar bizlere doğru bir kur'an algısı öneren okumalar değildir. Bu tür okuma yöntemleri şeytanın önerdiği ve "zararsız müslüman" projelerinin bir ürününden başka bir şey olamaz. Dünyadaki şeytani güçlerin projelerinden olan " zararsız müslüman" istekleri diyalogcu, tasavvufçu, mesnevici , ve içi boşaltılmış kur'an müslümanlığı ile bir şekilde yerine getirilmektedir.   

Tasavvuf veya farklı islam  algılarının müslümanlar için ne gibi bir tehlike teşkil ettiğinin şuurundaki müslümanlar tarafından gündeme getirilen " kur'an müslümanlığı" düşüncesinin bu gün geldiği durum "tu kaka" dediğimiz müslümanların kur'an algısından farklı olmaması bizlerin kur'anı yaşamaktan önce doğru düzgün okuma ihtiyacımız olduğunun bir göstergesidir. Kur'an hayat kitabıdır diye ortaya çıkıp onu hayattan çıkarmak için elinden geleni yaptığının farkında olunmadan okunan bir kur'anın kişiye vakit kaybından başka bir getirisi olmaz.   

Üzerimizdeki eziklik psikolojisini atarak , bu kitabın Allah cc nin kitabı olduğunu ve tüm insanları kula kulluktan kurtarıp tek ve gerçek ilah olanın yoluna iletmek için indirildiğini içindeki hükümlerin kıyamete kadar geçerli olduğunu yeniden düşünüp çağa uymadığı düşünülen bazı hükümleri "kitabına uydurma çalışmalarını" bırakıp Allah cc nin bizler için öngördüğü hükümler olduğuna önce kendimiz inanmalı sonrada diğerlerine "güzel söz" uslubu dahilinde tebliğ etmeliyiz.   

Bizler gibi düşünmeyeni ötekileştirip  kendimizi sırça köşklere atıp haftanın belli günleri "kur'an anla(ma)ma" çalışmalarını bırakıp herkese ulaştırmamız gereken bir kitabı yine o kitabtan öğrendiğimiz metod ile önce kendimiz doğru anlayıp sonra başkalarına tebliğ etmedikçe "kur'an müslümanlığı" iddiamız entel faaliyet olarak kalmaya mahkumdur.



29 Mart 2013 Cuma

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (1)

"Kur'an müslümanlığı" deyimi türkiye müslümanlarının aşağı yukarı 40 yıldır gündemlerinde olan bir deyim olup, hadis,mezhep,tasavvuf vs müslümanlıklarına alternatif amaçlı samimi bir çıkış olarak bizimde ilk yıllardan beri içinde olmaya çalıştığımız bir deyimdir. Allah cc nin fussilet s 33. ayetinde bizler için seçmiş olduğu müslüman isminin önüne herhangi bir isim koymanın pek doğru olmamasına rağmen kur'anın öncellenmesini teşvik amaçlı olarak bu deyim bizler için çok cazip gelmişti ve bugünde cazipliği devam etmektedir.  

Hareketin ilk başladığı zamanlardan bu yana bir özeleştiri yapmak gerektiğini düşündüğüm için bu yazıyı ve aynı başlık altında farklı konuların nasıl anlaşıldığını ve nasıl anlaşılmasını gerektiği konusunda düşünce serdetmek için bu yazı bir giriş mahiyetindedir. Kur'an müslümanlığı düşüncesinin çıkış amaçları bugünde müslümanların içinde bulunduğu sıkıntılara bir alternatif olma iddiasında çıkmıştır. Rivayetlerin kur'anın önüne geçirildiği , falan şeyhin falan alimin otoritesi , bunların karizmatik durumları kur'anın önünde en büyük engel olduğunu farkedenler kur'anın öncellenmesi gerektiğini, bu kişi  kurum ve düşüncelerin sağlamlığının kur'anla ölçülmesi gerektiğini savunmuşlardır.   

40 yıl önce böyle samimi düşüncelerle ortaya çıkan hareketin bugün geldiği noktaya bakacak olursak " nerede yanlış yaptıkta bu kadar farklı kur'an anlayışı ortaya çıktı" dedirtecek kadar ayrışımın olması bizleri derinden üzmektedir. İnsanları birleştirmek inen bir kitabın, sadece onun öncellediklerinin iddia edenler tarafından bu faarklı anlaşılması geldiğimiz noktanın acı bir sonucu olsa gerektir.   

Eline bir kur'an alan kişinin , namaz yok, hacc yok, faiz helal,başörtüsü yok, içki helal diyerek koşup gelmesi kur'anın bir hayat kitabı olmaktan çıkarılıp kelimelerinin tahlil edildiği bir oyuncak haline sokulan bir kitap haline getirildiğinin bir işaretidir. Muhammed as ın bazı çevrelerde yarı ilah pozisyonuna sokulmasına tepki olarak bazı çevrelerdede muhammed ismi üzerinde bir alerji oluştuğunu görmekteyiz.  

"Kur'an müslümanlığı" deyiminin içini dolduran kişilere elbette sözümüz olamaz ancak üzüntümüz  bu deyimi içi boş sadece entel faaliyet olarak görüp eseri kişinin üzerinde görülmeyen bir etiket olarak taşıyanlar içindir. Gelenekteki yanlış inançlara tepki olarak gündeme gelen bu düşünce gelenekteki doğruları atarak yerine kendi anladıkları yanlışları doğru olarak koyarak doğru sandıkları yanlışlar üzerinden ürettikleri kur'an anlayışlarının kendileri için bir şey ifade etmediğini gördükçe "deizm" bataklığına saplanmaktadırlar.   

Mezheplerin müslümanlar üzerindeki ayrıştırıcı etkisi ile bütün mezheplere hayır deyip, iş kur'anı anlamaya gelince kur'an dışı oluşturulmuş düşüncelerle kurana bakanların her biri ayrı bir mezhep oluşturduklarının farkında bile değillerdir.   

Bu satırları yazan acaba kur'an müslümanlığından istifamı etti diye bir düşünce aklına gelenlere derimki, eskisinden daha kavi ve daha heyecanlı olarak kur'an müslümanlığı düşüncesinden bir milim dahi geri atmak niyetinde değiliz. Amacımız , bu hareketin başıboş biçimde herkesin kendi anlayışını din edindiği bir hareket olmaktan çıkıp ortak bir anlayış zemini oluşturmak çabasıdır. Bundan önceki yazılarımızı takip edenler bilirler'ki yazılarımızda sahih bir kur'an anlayışı üzerinden yola çıkıp ortak bir anlayış zemini üzerinde ısrarla durmaktayız. Tabiki , "senin teklif ettiğin anlayışın sahih olduğuna dair delilin nedir" diyenede yanlışlarımızın kur'an açısından ne olduğunu gösterdikleri zaman onlara teşekkür etmekten bir an geri durmadığımızın bilinmesini isteriz.    

Kur'an müslümanlığını yeniden düşünmek başlığı altında giriş olarak ve genel olarak sıkıntılarımızı ortaya koymaya çalıştığımız bu giriş yazısının bundan sonraki devamında düşüncelerimizi ortak bir noktada toplama amaçlı olarak bazı alt başlıklar açıp , elçi , namaz,oruç,hacc , vahiy, kur'an kıssaları vs. gibi konuları yazıya taşıyıp düşünce birliği sağlanmasına çalışılacaktır. 
                                              gayret bizden başarı Allah cc dendir.