cin sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
cin sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

7 Mart 2024 Perşembe

A'RAF SURESİ MEALİ

1- Elif, Lam, Mim, Sad.

2- (Bu) kitap sana, onunla uyarman ve inananlar için öğüt olarak indirildi. Bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.

3- Rabbinizden size indirilmiş olana uyun. O'nun aşağısından olan sahip çıkan koruyuculara uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz.

4- Şehirlerden nicesini helak ettik. Şiddetli azabımız onlara geceleyin veya gündüz uykularında iken geldi.

5- Şiddetli azabımız onlara geldiğinde feryatları, "Şüphesiz ki biz yanlış yapanlardandık" demelerinden başka bir şey olmadı.

6- Kendilerine (elçi)  gönderilmişlere kesinlikle soracağız, (elçi olarak) gönderilmiş olanlara da kesinlikle  soracağız.

7- Onlara kesinlikle bilgi ile anlatacağız. Biz onlardan gizliler değildik.

8- Tartı, o gün gerçektir. Kimin tartılacakları ağır geldiyse, işte onlar arzuladıklarına kavuşanlardır.

9- Kimin tartılacakları hafif geldiyse işte onlar, ayetlerimize karşı yanlış yapmakta olduklarından dolayı kendilerini zarara uğratanlardır.

10- And olsun sizi yeryüzünde yerleştirdik. Orada size geçimlikler var ettik. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

11- And olsun ki sizi yarattık, sonra sizi suretlendirdik, sonra meleklere "Adem'e secde edin" dedik. Derhal secde ettiler, ancak İblis hariç. O secde edicilerden olmadı.

12- (Allah) dedi ki: "Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan ne idi?". (İblis) dedi ki: " Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın".

13- (Allah) dedi ki:" İn oradan, orada senin için büyüklenmek olmaz. Hemen çık, çünkü sen aşağılananlardansın".

14- (İblis) dedi ki: "Kaldırılacakları güne kadar bana süre ver". 

15- (Allah) dedi ki: "Şüphesiz sen süre verilenlerdensin".

16- 17- (İblis) dedi ki: "Beni azdırmandan dolayı, ben de onlar için senin dosdoğru yoluna kesinlikle oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kesinlikle geleceğim. Çoğunu şükredenler olarak bulamayacaksın".

18- (Allah) dedi ki: "Kınanmış ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki onlardan kim sana uyarsa sizden hepinizi cehenneme dolduracağım".

19- Ve (dedik ki)" Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde yanlış yapanlardan olursunuz".

20- Şeytan ikisine, kendilerinden gizlenmiş olan avret mahallerini açığa çıkarmak için fısıldadı ve dedi ki: " Rabbiniz ikinizi bu ağaçtan ancak iki melek olursunuz veya ölümsüzlerden olursunuz diye yasakladı".

21- Ve ikisine, "Ben ikiniz için içtenlikle öğüt vericilerdenim" diye yemin etti.

22- İkisini böylece aldatarak cesaretlendirdi. İkisi ağaçtan tattıklarında avret mahalleri ikisine göründü. Ve ikisi cennetin yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri ikisine: " Ben ikinizi bu ağaç(a yaklaşmak)tan yasaklamadım mı? ve ikinize "Şeytan ikiniz için muhakkak ki apaçık düşmandır" demedim mi?" diye seslendi.

23- İkisi dediler ki: "Rabbimiz biz kendimize yanlış yaptık. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen, kesinlikle zarar edicilerden oluruz.

24- (Allah) "Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma vardır" dedi.

25- (Allah) "Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan (yeniden diriltilip) çıkarılacaksınız" dedi.

26- Ey Adem oğulları, size avret mahallerinizi örtecek ve süs olacak elbise indirdik. Korunma elbisesi daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerindendir, umulur ki öğüt alırlar.

27- Ey Adem oğulları, şeytan, babanızı ananızı, avret mahallerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de kötüye düşürmesin. Çünkü o ve onun yandaşları sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları inanmayanlara sahip çıkan koruyucular yaptık.

28- Onlar bir hayasızlık yaptıklarında, "Atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah'ta bize bunu emretti" dediler. De ki: "Allah hayasızlıkları emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?".

29- De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzünüzü doğrultun. Dini O'na has kılanlar olarak O'na dua edin.İlkin sizi yarattığı gibi (O'na) döneceksiniz".

30- Bir kısmını doğru yola iletti ve bir kısmına da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar şeytanları Allah'ın aşağısından sahip çıkan korucular edinmişler ve kendilerinin muhakkak doğru yolda olduklarını hesap ediyorlardı.

31- Ey Adem oğulları, her secde yerinde giysilerinizi* giyin. Ve yeyin, için aşırı gitmeyin. Muhakkak ki O, aşırı gidenleri sevmez.

*"Zinet" kelimesine giysi anlamını verme nedenimiz, müşriklerin giyinik tavafı haram saymaları nedeniyle tarihsel bağlamı dikkate almamızdır.

32- De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı giysiyi ve rızıktan temiz olanlarını kim haram kıldı. De ki: O, dünya hayatında inananlar için (helal)*dir. Kalkışın gününde ise (inkarcılar için haram)* sadece inananlar için (helal)* dir. Bilenler topluluğu için ayetleri böylece ayrıntılı şekilde  açıklıyoruz

*Bu parantezleri açma sebebimiz, aynı surenin 50. ayeti ile bağlantı kurduğumuz içindir.

33- De ki: Rabbim ancak ve ancak, hayasızlıkları, onlardan açık olanını ve gizli olanını, günah işlemeyi, haksız saldırıyı, Allah'a hakkında kanıt indirmediği halde ortak koşmanızı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kıldı.

34- Her topluluk için bir süre vardır. Süreleri geldiği zaman ne bir saat geri alınabilirler, ne de ileri çekilebilirler.

35- Ey Adem oğulları, size içinizden benim ayetlerimi anlatan elçiler gelirse, kim korundu ve durumunu düzelttiyse onlar korkmayacak ve üzülmeyeceklerdir.

36- Onlar ki ayetlerimizi yalanladılar ve onlardan büyüklendiler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır, onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

37- Allah üzerine yalan uydurmuş veya O'nun ayetlerini yalanlamış olandan daha yanlış yapan kimdir?. İşte onlara kitaptan payları (ölümlerine kadar) erişecektir. Nihayet elçilerimiz onlara canlarını almaya geldiği zaman onlara, "Allah'ın aşağısından dua ediyor olduklarınız nerede?" dediler. (Onlar da) "Bizden saptılar" dediler. Böylece kendilerinin inkarcılar olduklarına dair aleyhlerine şahitlik ettiler.

38- (Allah) "Sizden önce geçmiş cin ve insandan olan toplulukla ateşe girin" dedi. Her ne zaman bir topluluk (ateşe) girdiyse kardeşine lanet etti. Nihayet birbiri ardınca orada toplu halde olunca, onların sonrakileri onların öncekileri için, "Rabbimiz işte bunlar bizi saptırdılar, onlara ateşten bir kat fazla azap ver" dedi. (Allah) "Hepiniz için bir kat fazla vardır, ancak siz bilmiyorsunuz" dedi.

39- Onların öncekileri, onların sonrakilerine dedi ki: "Sizin bizim üzerimizde bir üstünlüğünüz yoktur (azap hepimiz için aynıdır).O halde kazanmakta olduklarınızdan dolayı tadın azabı".

40- Şüphesiz ki onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onlardan büyüklendiler. Onlar için göğün kapıları açılmaz, deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler. Suçlulara böyle karşılık veririz.

41--Onlar için cehennemden bir yatak, üstlerinde de (cehennemden) örtüler vardır. Yanlış yapanlara böyle karşılık veririz.

42- Onlar ki inandılar ve bozuculuğu önleyici filler işlediler. Hiçbir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklemeyiz. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

43- Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp çıkardık. Altlarından nehirler akar. "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti. Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi" dediler. Ve onlara "Yapmakta olduklarınızdan dolayı mirasçı kılındığınız cennet işte bu dur" diye seslenildi.

44- 45- Ve cennetin arkadaşları, ateşin arkadaşlarına, "Biz Rabbimizin bize vaad ettiğini gerçekleşmiş olarak bulduk. Siz de Rabbinizin size vaad ettiğini gerçekleşmiş olarak buldunuz mu?" diye seslendi. Dediler ki: "Evet". Derken aralarından bir bildirici, "Allah'ın laneti yanlış yapanların üzerinedir. Onlar ki Allah'ın yolundan onda eğrilik arayarak alıkoyarlar ve onlar ahireti inkar edicilerdi" diye bildirdi.

46- (Cennet ve ateş ehlinin) ikisinin arasında engel vardır. A'raf'ın (engel) üzerinde de bir takım adamlar vardır ki, onların her birini yüzlerinin durumuyla tanırlar. Cennetin arkadaşlarına, "Selam üzerinize olsun" diye seslendiler. Ve onlar henüz girmedikleri halde girmeyi bekliyorlar.

47- Gözleri ateşin arkadaşlarının tarafına çevrildiği zaman, "Rabbimiz bizi yanlış yapanlar topluluğu ile beraber kılma" dediler.

48- 49- A'raf'ın arkadaşları, yüzlerinin durumlarıyla tanımakta oldukları adamlara seslenerek, "Ne topladığınız (mallar) ne de büyüklenmekte olmanız sizden bir şey savamadı. Allah'ın onları rahmete eriştirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz bunlar mı?. Girin cennete size korku yoktur ve sizler üzülecek olanlardan değilsiniz" dediler.

50- Ateşin arkadaşları, cennetin arkadaşlarına, "Üzerimize, su'dan veya Allah'ın size verdiği rızıktan akıtın" diye seslendi. (Onlar da) "Şüphesiz ki Allah, inkar edicilere bu ikisini haram kıldı" dediler.

51- Onlar ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edinmişler, dünya hayatı onları aldatmıştı. Artık onlar bu günlerine kavuşmayı unuttukları gibi ve ayetlerimizi ısrarla inkar eder oldukları gibi, bu gün biz de onları unuturuz.

52- Ve and olsun ki biz onlara, onu bilgi üzere ayrıntılı şekilde açıkladığımız, inananlar topluluğu için kılavuz ve rahmet olan bir kitap getirmiştik.

53- Onlar, o kitabın inkarcılar için verdiği haberin gerçekleşmesinden başka bir şeyi mi bekliyorlar?. Onun gerçekleşeceği gün, önceden onu unutmuş olanlar, "Rabbimizin elçileri  kesinlikle bize gerçeği getirmiş. Arık bizim için şefaatçiler varmı ki bize şefaat ederler veya geri döndürelim de, bu yapıyor olduğumuzdan başkasını yapalım" derler. Kendilerini kesinlikle zarara uğrattılar, uydurmakta oldukları (sahte ilahları) onlardan saptı (kayboldu).

54- Şüphesiz ki sizin Rabbiniz Allahtır. O'ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra taht üzerinde (göklerin ve yerin) yönetimine geçti. Geceyi, onu durmadan isteyen gündüze örter. Güneş, ay ve yıldızlar emrine boyun eğmiş vaziyettedir. Bilmiş olun yaratma ve emr (yönetme) O'nundur. En yüce hayır kaynağı olan Allah, alemlerin Rabbidir.

55- Rabbinize yalvarıp yakararak ve gizlice dua edin. Şüphesiz ki O, aşırı gidenleri sevmez.

56- Yeryüzünde, onun düzeltilmesinden sonra bozuculuk yapmayın. O'na korkarak ve umarak dua edin. Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti iyilik edenlerden olanlara yakındır.

57- O, rahmetinin önünden rüzgarları gönderendir. Nihayet (o rüzgarlar) ağır bulutları hafifmiş gibi kaldırdığı zaman, onu ölü beldeye sevkettik. Böylece onunla su indirdik, onunla her çeşit ürünlerden çıkardık. İşte ölüleri de böyle çıkarırız, umulur ki öğüt alırsınız.

58- (Toprağı) güzel beldenin bitkisi, onun Rabbinin izni ile (kolayca ve güzel) çıkar. (Toprağı) kötü olanın ise zorlukla uğraşmaktan başka bir şekilde çıkmaz. Şükredenler topluluğu için ayetleri çeşitli yönlerden böyle açıklıyoruz.

59- And olsun ki Nuh'u topluluğuna gönderdik ve dedi ki: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin. Sizin için ilah'tan O'ndan başkası yoktur. Şüphesiz ki ben sizin için büyük gün azabından korkuyorum".

60- Topluluğundan ileri gelenleri dedi ki: "Şüphesiz ki biz seni kesinlikle apaçık sapıklık içinde görüyoruz".

61-62- 63- (Nuh) dedi ki: "Ey topluluğum bende bir sapıklık yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinden (gönderilen) bir elçiyim. Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum. Ve ben size içtenlikle öğüt veriyorum ve ben Allah'tan sizin bilmediklerinizi biliyorum. İçinizden bir adama  sizi uyarması, korunmanız ve merhamet olunmanız için Rabbinizden size öğüt geldi diye mi şaşırdınız?".

64- Böylece onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları ise boğduk. Çünkü onlar körler topluluğu idiler.

65- Ve Ad'a da kardeşleri Hud'u (gönderdik) dedi ki: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin. Sizin için ilah'tan O'ndan başkası yoktur. Hala korunmaz mısınız?".

66- Topluluğundan inkar etmiş olan ileri gelenler dedi ki: "Şüphesiz biz seni kesinlikle bir akılsızlık içinde görüyoruz. Ve şüphesiz biz senin yalancılardan olduğunu kesin biliyoruz".

67- 68- 69 (Hud) dedi ki: "Ey topluluğum bende bir akılsızlık yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinden (gönderilmiş) bir elçiyim. Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum. Ve ben sizin için güvenilir bir içtenlikle öğüt vericiyim. İçinizden bir adama sizi uyarması için Rabbinizden size öğüt geldi diye mi şaşırdınız?".

70- (Topluluğu) dediler ki: "Sen bize tek olan Allah'a kulluk etmemiz, atalarımızın kulluk etmekte olduklarını bırakmamız için mi geldin?. Eğer doğrulardan isen vaad etmekte olduğun şeyi bize getir".

71- (Hud) dedi ki: "Rabbinizden üzerinize pislik ve gazap muhakkak çökmüştür. Allah'ın haklarında (doğruluğuna dair) delilden hiçbir şey indirmediği, sizin ve atalarınızın onları isimlendirdiği, isimler hakkında benimle mi tartışıyor musunuz?. Bekleyin şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim".

72- Böylece, onu ve onunla beraber olanları kurtardık. Ve ayetlerimizi yalanlamış ve onlara inanmamış olanların arkasını kestik. 

73- 74- Ve Semud'a da kardeşleri Salih'i (gönderdik) dedi ki: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin. Sizin için ilah'tan O'ndan başkası yoktur. Size Rabbinizden kesinlikle apaçık bir delil gelmiştir. İşte şu sizin için bir ayet olarak Allah'ın dişi devesidir. Onu bırakın Allah'ın arz'ında yesin. Ona sakın kötülükle dokunmayın.Sonra acı azap sizi yakalar. Ve hatırlayın ki (Allah) sizi Ad'dan sonra sizleri onların yerine geçirmiş. Sizi yeryüzünde yerleştirmişti.Ovalarından köşkler ediniyor, dağlardan evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde bozucular olarak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın".

75- Kavminden büyüklenmekte olan ileri gelenler, içlerinden inanmış olan zayıf bırakılmışlara dedi ki: "Siz Salih'in Rabbinden gönderilmiş (bir elçi) olduğuna gerçekten inanıyor musunuz?". Dediler ki: "Şüphesiz ki biz ona gönderilmiş olana inananlarız".

76- Büyüklenmekte olanlar dedi ki: "Şüphesiz ki biz de sizin inandığınızı inkar edicileriz".

77- Derken, dişi deveyi ayaklarından kestiler ve Rablerinin emrinden (çıkıp) azdılar. Ve dediler ki: "Ey Salih, eğer gönderilmiş(elçi)lerden isen  vaad etmekte olduğun şeyi bize getir".

78- Derken, şiddetli sarsıntı onları tuttu. Böylelikle yurtlarında diz üstü çökenler olarak kalakaldılar.

79- O'da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey topluluğum and olsun ki Rabbmin mesajını size ulaştırdım ve size içtenlikle öğüt verdim. Ancak siz içtenlikle öğüt verenleri sevmiyorsunuz".

80- 81- Lut'u da (gönderdik). Hani topluluğuna demişti ki: "İnsanlardan  bir kimsenin bile şununla sizin önünüze geçmediği (sizden önce kimsenin işlemediği) hayasızlığa mı varıyorsunuz?. Şüphesiz ki siz kadınların aşağısından cinsel düşkünlükle erkeklere varıyorsunuz.Doğrusu siz aşırı gidenler topluluğusunuz".

82- Topluluğunun ona cevabı, "Onları şehrinizden çıkarın, çünkü onlar çok temiz insanlar" demelerinden başka bir şey olmadı.

83- Bunun üzerine, karısı hariç onu ve (inanan) halkını kurtardık. O, geride kalanlardan oldu.

84- Üzerlerine (azabı) yağmur halinde yağdırdık. Suçluların sonu nasıl oldu bir bak.

85- 86- 87- Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik dedi ki: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin. Sizin için ilah'tan O'ndan başkası yoktur. Size Rabbinizden kesinlikle apaçık bir delil gelmiştir. Artık ölçü ve tartıya riayet edin. Ve insanların eşyalarını(n değerini) eksiltmeyin.Yeryüzünde onun düzeltilmesinden sonra bozuculuk yapmayın. Eğer inanmışlar iseniz sizin için bu hayırlıdır. Ve O'na inanmış kimseyi tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoyarak, onda eğrilik arayarak her yola oturmayın. Ve hatırlayın ki siz az idiniz, sizi (Allah) çoğalttı.Bozucuların sonu nasıl oldu bir bakın.Eğer içinizden bir grup onunla gönderildiğime inandılar ve bir grupta inanmadılarsa, Allah aramızda hüküm verinceye kadar direnerek mücadeleye devam edin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır".

88- 89- Kavminden büyüklenmekte olan ileri gelenler dedi ki: "Ey Şuayb, seni ve senin beraber olan inanmış olanları şehrimizden kesinlikle çıkaracağız veya kesinlikle inancımıza dönersiniz". (Şuayb) dedi ki: "İstemeyenlerden olsakta mı (bizi döndüreceksiniz)?. Allah bizi ondan kurtardıktan sonra eğer sizin inancınıza dönecek olursak, kesinlikle Allah üzerine yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi hariç, bizim için ona dönmek olmaz. Rabbimiz her şeyi bilgi bakımından kuşatmıştır. Biz Allah'a güvendik.Rabbimiz, bizimle topluluğumuz arasını gerçek ile ayır, sen ayırıcıların hayırlısısın".

90- Topluluğundan inkar etmiş olan ileri gelenler dedi ki: "Eğer Şuayb'e uyacak olursanız. o takdirde siz de kesinlikle zarar edenlerdenlersiniz".

91- Derken, şiddetli sarsıntı onları tuttu. Böylelikle yurtlarında diz üstü çökenler olarak kalakaldılar.

92- Onlar ki Şuayb'ı yalanladılar, sanki orada refah içinde hiç yaşamamış gibi oldular. Onlar ki Şuayb'ı yalanladılar, onlar kesinlikle zarar edenlerden oldular.

93-  O'da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey topluluğum and olsun ki Rabbmin mesajını size ulaştırdım ve size içtenlikle öğüt verdim. Artık inkarcılar toplululuğuna nasıl üzülebilirim?".

94- Bir şehre nebi göndermedik ki, oranın halkını yalvarıp yakarsınlar diye sıkıntı ve darlık ile yakalamamış olalım.

95- Sonra kötülüğün yerini iyiliğe değiştirdik. Nihayet çoğaldılar ve "Atalarımıza da kesinlikle (önce)darlık ve (sonra)sevinç dokunmuştu" dediler. Bunun üzerine biz de onları farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık.

96- Eğer şehirlerin halkı inanmış ve korunmuş olsalardı, üzerlerine gökten ve yerden bollukları açmış olurduk. Ancak yalanladılar, biz de onları kazanmakta oldukları sebebiyle yakaladık.

97- Şehirlerin halkı, şiddetli azabımızın, geceleyin onlar uyumuşlar iken onlara gelmesinden güvende miydi?.

 98- Veya şehirlerin halkı, şiddetli azabımızın, kuşluk vakti onlar oynamakta iken onlara gelmesinden güvende miydi?.

99- (Şehirlerin halkı) Allah'ın tuzağından* güvende miydiler?. Allah'ın tuzağından zarar edenler topluluğundan başkası güvende olmaz.

*Allah'ın kulu hiç farkedemeyeceği bir şekilde yakalaması, onu adım adım helake sürüklemesi. (Zemahşeri)

100- (Helak olan şehirlerin) halkından sonra, yeryüzüne mirasçı olanları doğru yola iletme(ye yetme)di mi?. Dilemiş olsaydık günahlarını (n karşılığını) onlara isabet ettirir ve kalplerinin üzerini damgalar artık onlar işitemezlerdi.

101- İşte o şehirler, sana onların haberlerinden anlatıyoruz. And olsun ki elçilerimiz onlara apaçık deliller getirmişti. Önceden yalanladıkları sebebiyle inananlar olmadılar. Allah inkarcıların kalbini böyle damgalar.

102- Onların hiçbirini sözüne bağlı bulmadık. Onların hepsini itaatten çıkanlar olarak bulduk.

103- Sonra onların arkalarından Musa'yı ayetlerimizle Firavun ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar ayetlerimize karşı yanlış yaptılar. Bozucuların sonu nasıl oldu bir bak.

104- 105- Musa dedi ki: "Ey Firavun, şüphesiz ki ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim. Üzerimdeki vazife Allah üzerine gerçekten başkasınını demememdir. Artık İsrailoğullarını benimle gönder". 

106- (Firavun) dedi ki: "Eğer bir ayet getirmişsen onu getir, eğer doğrulardan isen".

107- 108- (Musa'da) asasını attı. Attığında asa apaçık bir yılan oldu. Elini (koynundan) çıkardı. çıkardığında bakanlara eli bembeyaz oldu.

109- 110- Firavun topluluğundan olan ileri gelenler dedi ki: "Şüphesiz ki bu kesinlikle bilgin sihirbazdır. Sizi  toprağınızdan çıkarmak istiyor". (Firavun dedi ki) "Ne (yapmamı) öneriyorsunuz?".

111- 112- (İleri gelenler) dediler ki: "Onu ve kardeşini beklet ve şehirlere toplayıcılar gönder. Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler".

113- Sihirbazlar Firavun'a geldi. "Eğer galipler biz olursak muhakkak ödül bizim içindir" dediler.

114- (Firavun) dedi ki: "Evet, (galip gelirseniz) ve şüphesiz ki siz yakınlaştırılmışlardansınız".

115- (Sihirbazlar) dediler ki: "Ya sen (ilk) atarsın, ya da (ilk) atanlar biz oluruz".

116- (Musa) dedi ki: "Siz atın". Attıklarında insanların gözlerini büyülediler, onları korkutmak istediler ve onlara büyük sihir getirdiler.

117- Musa'ya "Asanı at" diye vahyettik. Attığında, asa birden uydurmakta olduklarını yutuyor.

118- Böylece gerçek ortaya çıktı, ve yapmakta oldukları geçersiz oldu.

119- Orada yenilgiye uğradılar ve küçülenler olarak geri döndüler.

120- 121- 122- Ve secde edenler olarak kapandılar. "Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandık" dediler.

123- 124- Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden önce ona inandınız. Bu, kesinlikle halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı kesinlikle çaprazlama keseceğim, sonra hepinizi asacağım".

125- 126- Dediler ki: "Şüphesiz ki biz Rabbimize dönücüleriz.Sen bizden, Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde onlara  inanmış olmamızdan başka bir sebeple nefret duymuyorsun.Rabbimiz, üzerimize mücadele ve dayanma gücü yağdır.Canımızı sana teslim olmuşlar olarak al".

127- Firavun topluluğundan olan ileri gelenler dedi ki: "Musa'yı ve topluluğunu bu toprakta bozuculuk yapmaları, seni bırakması ve ilahlarını da (bırakması) için mi bırakacaksın?". (Firavun) dedi ki: "Oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını ise sağ bırakacağız. Şüphesiz ki biz onların üzerinde boyun eğdirici bir güce sahibiz".

128- Musa topluluğuna dedi ki: "Allah'a yardım talebinde bulunun ve direnerek mücadele edin. Yeryüzü Allah'ındır. Onu kullarından dileğine mirasçı kılar.Sonuç korunanlarındır".

129- Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet edildik". (Musa) dedi ki: "Rabbinizin düşmanınızı helak etmesi, bu toprakta sizi onların yerine geçirmesi ve nasıl işler yapacağınıza bakması umulur".

130- Ve and olsun ki Firavun halkını öğüt almaları için yıllarca ürünlerden eksiltme (kıtlık) ile yakaladık.

131- Onlara iyilik (bolluk) geldiğinde "Bu bizdendir" dediler. Eğer onlara kötülük isabet ederse Musa'ya ve onun beraberinde olanların uğursuzluğuna yüklerlerdi. Bilmiş olun onların uğursuzlukları ancak ve ancak Allah katındadır, ancak hiçbiri bilmezler.

132- Ve dediler ki: "Bizi onunla büyülemek için ayetten her ne getirirsen biz sana inanıcılar değiliz".

133- Bunun üzerine biz de ayrı ayrı ayetler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik. Bunlara rağmen yine büyüklendiler ve suçlular topluluğu oldular.

134- Üzerlerine sarsıcı azap çöktüğünde dediler ki "Ey Musa, Rabbinin senin yanındaki söze göre bizim için dua et. Eğer bizden azabı kaldırırsan sana kesinlikle inanacağız ve İsrailoğullarını senin beraberinde göndereceğiz".

135- Onlardan sarsıcı azabı, ulaşacakları bir süreye kadar kaldırdığımızda, hemen sözlerini bozuyorlardı.

136- Bunun üzerine biz de onlara yaptıkları hataların karşılığını, onları denizde boğmak suretiyle verdik. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onları umursamadılar.

137- Ve zayıf bırakılmış topluluğunu, yeryüzünün bereketli kıldığımız doğularına ve batılarına mirasçı yaptık. Ve senin Rabbinin İsrailoğullarına olan güzel sözü, direnerek mücadele etmelerinden ötürü böylece yerine geldi. Firavun ve topluluğunun yapmakta olduklarını ve yükselttiklerini yerle bir ettik.

138-139- İsrailoğullarına denizi geçirdik.  kendilerine ait putların üzerine saygı ile kapanan bir topluluğa geldiler. Dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları gibi bize de bir ilah yap". (Musa) dedi ki: "Şüphesiz ki siz cahillik etmekte olan bir topluluksunuz. Şüphesiz ki bunların içinde oldukları şey yıkılmaya mahkumdur ve yapmakta oldukları da geçersizdir.".

140- (Musa devamen) dedi ki: "Size ilah olarak Allah'tan başkasını mı ararım?. O, sizi alemler (Firavun ve ordusu) üzerine üstün kılmıştır". 

141- Bir zaman, oğullarınızı öldürmek kadınlarınızı sağ bırakmak suretiyle, size azabın kötüsünü reva gören Firavun ve ordusundan* sizi kurtarmıştık. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir lütuf vardı.

 * "Al-i Fir'avne kelimesine "Firavun ve ordusu" anlamı verme sebebimiz, suda boğulanların onlar olmasındandır.

142- Musa ile otuz gece sözleştik ve otuzu on ile tamamladık. Böylece onun Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamam oldu. Musa kardeşi Harun'a dedi ki: "Toplumumda bana ardıllık et, bozuculuğa mani ol ve bozucuların yoluna uyma".

143- Musa belirlediğimiz yere geldiğinde onun Rabbi onunla konuştu. (Musa) dedi ki: "Rabbim bana görün sana bakayım". (Allah) dedi ki: "Beni asla göremezsin. Fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin". Onun Rabbi kendisini dağda ortaya çıkarınca, onu dümdüz yaptı ve Musa baygın halde yere düştü. Kendisine gelip yerden kalkınca dedi ki: "Sen her türlü eksik ve kusurdan uzaksın. Sana döndüm ve ben inananların öncüsüyüm".

144- (Allah) dedi ki: " Ey Musa, mesajlarımla ve konuşmamla seni insanlar üzerinde seçtim. Sana verdiğimi tut ve şükredenlerden ol".

145- Biz ona levhalarda  her şeyden bir öğüt ve her şeyin ayrıntılı bir açıklamasını yazdık. (Musa'ya) onları sıkıca tut, kendi topluluğuna da onu en güzeliyle tutmalarını emret. Yoldan çıkanların yurdunu size yakında size göstereceğim (dedik).

146- Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden çevireceğim. Eğer her ayeti görseler, ona inanmazlar. Eğer doğruluğun yolunu görseler, onu yol olarak edinmezler. Eğer azgınlık yolunu görseler, onu yol olarak edinirler. Bunun böyle olması ayetlerimizi yalanlamış ve onları umursamaz olmalarındandır.

147- Ayetlerimizi ve ahiret kavuşmasını yalanlamış olanların yaptıkları boşa gitmiştir. Onlar yapmakta olduklarından başkasıyla mı karşılık görecekler?.

148- Musa topluluğu onun ardından, onların süs eşyalarından, onun böğürmesi olan bir buzağı heykeli edindi. Görmediler mi o, onlarla konuşmaz ve onları bir yola iletmez. Onu edindiler ve yanlış yapanlardan oldular. 

149- (Başları) ellerine düşürüldüğünde onlar kesinlikle saptıklarını gördüler. "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bağışlamazsa, kesinlikle zarar denlerden oluruz" dediler.

150- Musa topluluğuna, öfkeli ve üzgün bir durumda olduğu halde döndüğünde dedi ki:"Benim ardımdan bana ne kötü ardıllık ettiniz. Rabbinizin emrine acele mi ettiniz?". Levhaları attı ve kardeşinin başını kendisine çekerek tuttu. (Kardeşi) "Anamın oğlu şüphesiz ki bu topluluk beni zayıf düşürdü ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Artık düşmanları bana güldürme ve beni yanlış yapanlar topluluğu ile beraber tutma" dedi.

151- (Musa) "Rabbim beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine girdir. Ve sen merhamet edenlerin en merhametlisisin" dedi.

152- Buzağıyı (ilah) edinmiş olanlara dünya hayatından Rablerinden gazap ve alçaklık erişecektir. (Yalan) uyduruculara böyle karşılık veririz.

153- Onlar ki kötü işler yaptılar sonra bunların ardından döndüler ve inandılar. Şüphesiz ki senin Rabbin bunun ardından kesinlikle bağışlayandır merhamet edendir.

154- Musa'dan öfke yatıştığında, nüshasında "Rablerinden korkanlar için kılavuz ve rahmet"  (yazılı) olan levhaları aldı.

155- 156- Musa, belirlediğimiz yer için topluluğundan yetmiş adam seçti. Şiddetli sarsıntı onları tuttuğunda dedi ki: "Rabbim dilemiş olsaydın bundan önce onları da ve beni de helak ederdin. İçimizdeki akılsızların yapmış olduğu yüzünden bizi helak eder misin?. Bu senin denemenden başka bir şey değildir. Onunla sen dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahip çıkan koruyucumuzsun, bizi bağışla bize merhamet et ve sen bağışlayıcıların hayırlısısın. Bize bu dünyada ve ahirette iyilik yaz. Şüphesiz ki biz sana döndük". (Allah) dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm. Rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu da korunanlar ve maddi ve manevi arınmayı yerine getirenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım".

157- Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de onu yazılı olarak buldukları Ümmi* Nebi Elçi'ye uyarlar. (O elçi) onlara güzel ve uygun olanı emrediyor, çirkin ve uygun olmayandan sakındırıyor onlara temiz olan şeyleri helal, pis olan şeyleri ise haram kılıyor, onlardan üzerlerindeki ağır yüklerini ve zincirleri indiriyor. Onlar ki ona inandılar, ona sahip çıktılar, ona yardım ettiler ve onun beraberindeki indirilmiş olan aydınlatıcıya uydular, işte onlar arzuladıklarına kavuşanlardır.

"El-ümmiyyun" kelimesi okuma yazma bilmemeyi değil, kendilerine kitap gelmemiş olan Arap toplumunu ifade etmektedir. Bu isim Yahudi ve Hristiyanlar tarafından kendilerinden olmayan Araplara verilmiştir. Bknz Kur'an (3.20.75- 62. 2)

 158- De ki: "Ey insanlar, şüphesiz ki ben göklerin ve yerin yönetim ve tasarruf hakkı O'nun olan, O'ndan başka ilah olmayan, öldüren ve dirilten Allah'tan, hepinize (gönderilmiş) elçiyim.Artık Allah'a ve onun, Allah'a ve kelimelerine inanan ümmi Nebi Elçisine inanın ve ona uyun ki doğru yolda olasınız.

159- Musa'nın topluluğu içinden bir topluluk vardır ki onlar, gerçeğe iletirler ve onunla adaleti  sağlarlar.

160- Onları oniki torun topluluğu haline ayırdık. Musa'ya topluluğu ondan su istediği zaman, "Asa'nı taşa vur" diye vahyettik. Birden ondan oniki su gözesi fışkırdı. (İsrailoğullarından olan) bütün insanlar  içecek yerlerini bildi. Bulutu üzerlerine gölge yaptık ve üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yeyin" (dedik). Onlar yanlışı bize yapmadılar, ancak yanlışı kendilerine yaptılar.

161- Biz zaman onlara, "Şu şehre yerleşin, ondan istediğiniz yerden yeyin ve "Günahlarımızı üzerimizden dök" deyin, kapıdan secde halinde girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere (iyiliklerinin karşılığını) artıracağız" denilmişti.

162- Fakat içlerinden yanlış olanlar, kendilerine denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişti. Buna karşılık biz de, yapmakta oldukları yanlıştan dolayı üzerlerine, gökten sarsıcı azap göndermiştik.

163- Onlara denizin kıyısındaki şehirden sor. Hani onlar Cumartesi'de haddi aşıyorlardı. Balıkları, tatil gününde onlara açıktan açığa geliyor, tatil yapmıyor oldukları günde ise gelmiyordu. İtaatten çıkmalarından dolayı onları böyle zorlu denemeye tabi tutuyorduk.

164- Hani içlerinden bir topluluk şöyle demişti: "Allah'ın helak edeceği veya şiddetli azapla azaplandıracağı bir topluluğa niçin öğüt veriyorsunuz?". (Onlarda) "Rabbinize karşı bir mazeret ve onların korunması için (öğüt veriyoruz)" demişlerdi.

165- Onunla kendilerine hatırlatıldıkları şeyleri unuttuklarında, kötülükten sakındırmakta olanları kurtarmış, yanlış yapanları ise itaatten çıkmalarından dolayı çetin azapla yakalamıştık.

166- Sakındırıldıkları şeyin dışına çıkıp azdıklarında onlara "Kovalanan maymunlar olun" demiştik.

167- Hani senin Rabbin, onların üzerlerine kalkışın gününe kadar, onlara azabın kötüsünü reva görecekleri kesinlikle gönderecektir diye bildirmişti. Şüphesiz ki senin Rabbin azabı kesinlikle çabuk olandır, ve şüphesiz ki O, kesinlikle bağışlayandır merhamet edendir.

168- Onları yeryüzünde topluluk haline ayırdık. Onlardan salih olanlar da vardır, bunun aşağısında olanlar da vardır. Onları (bozuculuktan) dönmeleri için iyiliklerle ve kötülüklerle zorlu denemeye tabi tuttuk.

169- Onların ardından kitaba varis olan bir nesil yerlerine geçti. Onlar bu dünyanın geçici menfaatini alıyor ve "Bize bağışlanma var" diyorlar. Eğer onlara benzeri bir geçici menfaat gelirse onu alıyorlar. Onlardan, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylememelerine dair kitabın sözü alınmamış mıydı?. Ve onda olanı ders almamışlar mıydı?. Ahiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı kullanmaz mısınız?.

170- Kitaba sımsıkı sarılan ve kulluk görevlerini ayakta tutmuş olanlar, şüphesiz ki biz bozuculuğu önlemeye çalışanların alacağı karşılığı zayi etmeyiz.

171- Bir zamanlar dağı üzerlerine o gölgelikmişçesine çekmiştik te, onu tepelerine düşücü sanmışlardı. Size verdiğimi sıkıca tutun, onda olanı hatırlayın ki korunasınız.

172-Kalkışın gününde "Biz bundan habersizlerdik" dersiniz diye bir zaman senin Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından soylarını almış ve onları kendilerine şahit tutarak "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti). (Onlar da) "Evet şahit olduk" demişlerdi.

173- Veya: "Atalarımız daha önce ortak koşmuşlar, biz onlardan sonra gelen bi soyduk. Geçersiz iş yapanların yüzünden bizi helak mı edeceksin?" dersiniz diye.

174- Dönerler diye ayetleri böylece ayrıntılı şekilde açıklıyoruz.

175- Onlara, ayetlerimizi verdiğimiz fakat onlardan sıyrılmış, şeytanın takibibe uğramış ve azgınlardan olmuş olan kişinin haberini oku.

176- Eğer dilemiş olsaydık onu ayetlerimizle yükseltirdik, ancak o alçalmayı seçti ve keyfi arzusuna uydu. Onun örneği köpeğin örneği gibidir. Üzerine varacak olsan da dilini sarkıtıp solur, veya onu bırakacak olsan da dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlamış olan topluluğun misali işte böyledir. İyice düşünmeleri için onlara bu anlatıyı anlat.

177- Ayetlerimizi yalanlamış ve kendilerine karşı yanlış yapmakta olan topluluğun örneği ne kötüdür.

178- Allah kimi doğru yola iletirse, o doğru yolu bulmuş olur. Kimi de saptırırsa, işte onlar zarar edenlerin kendileridir.

179- And olsun ki, cinden ve insandan bir çoğunu cehenneme yaydık. Onların kalpleri vardır onlarla anlamazlar, onların gözleri vardır onlarla görmezler, onların kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha da şaşkındırlar. İşte onlar umursamaz olanların ta kendileridir.

180- En güzel isimler Allah'ındır. O'na onlarla dua edin. O'nun isimlerini saptıranları bırakın. Onlar yapmakta olduklarının karşılığını görecekler.

181- Yarattıklarımız içinde bir topluluk vardır ki onlar, gerçeğe iletirler ve onunla adaleti  sağlarlar.

182- Ayetlerimizi yalanlamış olanları bilemeyecekleri yerden kademe kademe (helaka) yaklaştıracağız.

183- Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz ki benim planım başkaları tarafından bozulamaz.

184- Arkadaşlarında cinnet hali olmadığını düşünmezler mi?. O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir.

185- Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı şeylere, sürelerinin yakınlaşmış olmasına bakmazlar mı?. Artık bundan sonra hangi habere inanırlar?.

186- Allah kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur. Onları taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakır.

187- Sana, onun sabitleşmesi (gerçekleşmesi) ne zaman diye saatten soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi Rabbimin katındadır. O'ndan başkası onu vaktinde ortaya çıkaramaz. O, göklere ve yere ağır gelmiştir. O size ansızın olmaktan başka şekilde gelmez".Sanki sen ondan bilgi sahibisin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak ve ancak Allah katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler".

188- De ki: "Allah dilemedikçe kendim için ne faydaya ne de zarara sahip değilim. Eğer ben gaybı bilmiş olsaydım, kesinlikle maldan* çoğaltmak isterdim, bana kötülük de dokunmazdı. Ben inanan bir topluluk için uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim".

*El-hayr kelimesine "Mal" anlamı vermek gerekçemiz, Bakara s. 180. ayetindeki geçişindeki anlamına binaendir.

189- Allah sizi bir tek nefisten* yarattı. Ondan da, ona karşı yakınlık hissetmesi için eşini var etti. Eşini örttüğünde (cinsel ilişki kurduğunda eşi) hafif yük yüklendi, böylece onunla belirli bir zaman geçirdi. Ağırlaştığında (doğum yaklaştığında) ikisi Rablerine, "Eğer bize sağlıklı (bir çocuk) verdiğinde  şükredenlerden olacağız" dua ettiler.

*İnsanın yaratılış öyküsü Kur'an'dan öğrendiğimize göre Adem ile başlamaktadır. Adem, yaratılan ilk insan değil, insanın yaratıldığı öz'ün somut hale getirilerek edebi bir üslüp dahilindeki anlatımıdır. Eşinin ondan yaratılması ise kadın ve erkek cinsinin aynı öz'den yaratıldığının beyan edilmesidir. Klasik anlatımla önce Adem, sonra onun kaburga kemiğinden eşi yaratılmış değildir. 

190- İkisine sağlıklı (bir çocuk) verdiğinde, verdiği şeyde O'na ortaklar kıldılar. Allah onların ortak koşmakta olduklarından yücedir.

191- Bir şey yaratamaz, kendileri yaratılıyor olanları mı ortak koşuyorlar?.

192- Onlara yardıma güçleri yetmez, kendilerine de yardım edemezler.

193- Eğer onları doğru yola çağıracak olsanız, size uymazlar. Onları çağırmış olsanız da, susmuş olsanız da sizin için birdir.

194- Şüphesiz ki Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınız, sizin gibi kullardır. Öyleyse doğrulardan iseniz çağırın onları da size cevap versinler. 

195- Onların ayakları mı var onlarla yürüyorlar?. Yoksa onların elleri mi var onlarla tutuyorlar?. Yoksa onların gözleri mi var onlarla görüyorlar?. Yoksa onların kulakları mı var onlarla işitiyorlar?. De ki: "Ortaklarınızı çağırın sonra bana plan kurun ve bana göz açtırmayın".

196- Şüphesiz ki benim sahip çıkan koruyucum Allah'tır. O'ki kitabı indirdi, ve O, bozuculuğu önleyenlere sahip çıkan koruyuculuk eder.

197- O'nun aşağısından çağırmakta olduklarınız size yardıma güçleri yetmez, kendilerine de yardım edemezler.

198- Ve eğer onları doğru yola çağıracak olsanız işitmezler. Ve onları sana bakıyorlar görürsün. Halbuki onlar görmezler.

199- Cezalandırmaktan vazgeçmeyi bırakma, güzel ve uygun olanı emret ve cahillerden yüz çevir.

200- Ve eğer sana şeytandan ara bozmaya yönelik bir düşünce gelirse, hemen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, işiticidir bilicidir.

201- Şüphesiz ki korunanlara şeytandan bir dolaşıcı dokunduğu zaman, düşünürler ve hemen basiretli davranırlar.

202- Onların kardeşleri, onları azgınlığa çekerler. Gevşek davranmazlar.

203- Onları bir ayet getirmediğin zaman dediler ki: "Onu sen derlemeli değilmiydin?" dediler. De ki: "Ben ancak ve ancak Rabbimden bana vahyedilene uyarım. Bu, Rabbinizden inanan bir topluluk için gözünüzü açacak deliller, kılavuz ve rahmettir".

204- Kur'an okunduğu zaman susun ve hemen onu dinleyin ki merhamet olunasınız.

205- Rabbini sabah akşam, gizlice yalvarıp yakararak, yüksek olmayan bir sesle, kendi içinde an ve umursamazlardan olma.

206- Şüphesiz ki senin Rabbinin katında olanlar O'na kulluk etmekten büyüklenmezler, O'nu tesbih ederler ve O'na secde ederler.


17 Şubat 2024 Cumartesi

EN'AM SURESİ MEALİ

 1- Övgü Allah'adır. O ki gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve aydınlığı var etti. Sonra inkarcılar (başkalarını) Rablerine denk tutuyorlar.

2- O ki sizi çamurdan yarattı, sonra bir (ölüm) süre (si) takdir etti. Belirlenmiş süre onun katındadır. Sonra siz kuşkuya kapılıyorsunuz.

3- O, göklerde ve yerde (tek ilah olan) Allah'tır. Gizlinizi de açığınızı da biliyor, kazanmakta olduğunuzu da biliyor.

4- Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyiversin, ondan ancak yüz çevirirler.

5- Gerçek onlara geldiğinde onu yalanladılar. Yakında kendisi ile alay etmekte olduklarının haberleri onlara gelecektir.

6- Onlardan önceki nesillerden nicesini helak ettiğimizi görmezler mi?. Yeryüzünde sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde onları yerleştirdik. Onların üzerlerine bol yağmurlar gönderdik, altlarından akan ırmaklar meydana getirdik. Günahları nedeniyle onları helak ettik, arkalarından başka nesiller meydana getirdik.

7- Eğer sana kitabı kağıda yazılı halde indirsek, buna da elleriyle dokunmuş olsalardı, inkar edenler kesinlikle "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değil" demişti.

8- "Ona bir melek indirilmeli değil miydi?" dediler. Eğer melek indirmiş olsaydık, (helak) emir kesinlikle yerine getirilmiş olur, onlara göz açtırılmazdı.

9- Eğer onu bir melek yapsaydık, (o meleği de) kesinlikle bir adam yapacaktık ta, üzerlerini örtmekte olduklarını yine örtecektik.

10- And olsun ki senden önceki elçilerle de alay edildi. Onlardan alay etmiş olanları, alaya almakta oldukları şey kuşattı. 

11- De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra da yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.

12- De ki: Göklerde ve yerde olanlar kimindir?. De ki: Allah kendisine merhameti yazdı. Sizi, kesinlikle kalkış gününe toplayacaktır, onda şüphe yoktur. Kendilerini zarara uğratanlar, onlar inanmazlar.

13- Gece ve gündüzün içinde ne barındı ise O'nundur. O, işitendir bilendir.

14- De ki: Sahip çıkan koruyucu olarak, göklerin ve yerin işleyiş yasalarını belirleyen, yediren, kendisi yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı edineceğim?. De ki: Şüphesiz ki ben, teslim olanın öncüsü olmakla ve ortak koşanlardan olmamakla emrolundum.

15-De ki: Eğer ben Rabbime isyan ettiysem, büyük gün azabından korkarım.

16- Kim o gün ondan çevrilirse, kesinlikle O, ona merhamet etmiştir. İşte bu apaçık kurtuluştur.

17- Eğer Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O'ndan başka kaldıracak yoktur. Eğer bir hayır dokunduracak olursa, O, her şeye gücü yetendir.

18- O, kullarının üzerinde boyun eğdirici güce sahiptir. O, hükmünde isabetli olan her şeyden haberdar olandır.

19- De ki: Şahitlik bakımından en büyük hangi şeydir?. De ki: Allah, benimle sizin aranızda şahittir. Bu Kur'an bana, sizi ve ulaştığı kimseleri onunla uyarmam için vahyolundu. Gerçekten Allah ile beraber ilahlar olduğuna, siz mi şahitlik ediyorsunuz?. De ki: Ben şahitlik etmem. De ki: O, ancak ve ancak tek ilahtır. Şüphesiz ben sizin ortak koşmakta olduklarınızdan uzağım.

20- Kendilerine kitap verdiklerimiz. onu (Kur'an'ı) kendi oğullarını tanıyor gibi tanıyorlar. Kendilerini zarara uğratanlar var ya, onlar inanmazlar.

21- Allah üzerine yalan uydurmuş veya O'nun ayetlerini yalanlamış olandan daha yanlış yapan kimdir?. Şüphesiz ki, yanlış yapanlar arzuladıklarına kavuşamazlar.

22- O gün onları toplu halde getireceğiz, sonra da ortak koşmuş olanlara, "İddia etmekte olduğunuz ortaklarınız nerede?" diyeceğiz.

23- Sonra onların , "Rabbimiz, Allah'a yemin olsun ki biz ortak koşanlardan değildik" demelerinden başka fitneleri olmadı.

24- Bak, kendilerine karşı nasıl da yalan söylediler, uydurmakta oldukları (sahte ilahları) onlardan saptı.

25- Onlardan kimi seni dinler. Onu (Kur'an'ı) anlarlar diye kalplerinin üzerine kabuklar, kulaklarına da ağırlık koyduk. Şayet onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar. Hatta sana geldikleri zaman sana karşı üstünlük sağlamaya çalışıyor, o inkar etmiş olanlar (Kur'an için), "Öncekilerin uydurmalarından başka birşey değildir" diyorlar.

26- Onlar, ondan  hem (başkalarını) engelliyorlar, hem de (kendileri) uzaklaşıyorlar. Ancak kendilerinden başkasını helak etmiyorlar, bunun farkında değiller.

27- Ateşin üzerine tutulduklarında (nasıl), "Keşke (dünyaya) döndürülseydik te Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve inananlardan olsaydık" dediklerini bir görsen.

28- Hayır, önceden gizlemekte oldukları (yeniden diriliş gerçeği) açığa çıktı. Eğer onlar (dünyaya) döndürülmüş olsalar bile, ondan yasaklandıklarına kesinlikle yine geri dönerlerdi. Onlar kesinlikle yalancıdırlar.

29- Onlar (dünyada iken), "Bu dünya hayatımızdan başka yoktur, biz diriltilecekler de değiliz" demişlerdi.

30- Rablerinin huzurunda onları bir görsen. (Rableri onlara) "Bu gerçek değilmiymiş" dedi. (Onlar) "Rabbimize and olsun evet" dediler. (Rableri onlara) "İnkar etmekte olduğunuzdan ötürü tadın azabı" dedi.

31- Allah ile karşılaşmayı yalanlamış olanlar kesinlikle zarar etmiştir. Nihayet saat onlara ansızın geldiğinde, "Orada işlediğimiz kusurlardan dolayı eyvahlar olsun bize" dediler. Onlar yüklerini sırtlarında taşırlar. Bilmiş olun onların yüklendikleri ne kötüdür.

32- Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka birşey değildir. Korunanlar için ahiretin yurdu daha hayırlıdır. Hala aklınızı kullanmaz mısınız?.

33- Onların demekte olduklarının elbette seni üzmekte olduğunu kesinlikle biliyoruz. Muhakkak ki onlar seni yalanlamıyorlar. O yanlış yapanlar ancak ısrarla Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar.

34- And olsun ki senden önceki elçiler de yalanlandı. Onlara yardımımız gelene kadar yalanlandıkları ve eziyete uğradıkları şeye karşı direnerek mücadele ettiler. Allah'ın (elçilerine yardım) sözlerini değiştirebilecek yoktur. And olsun ki elçilerin (gerçekleşmiş olan yardım) haberinden sana geldi. 

35- Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, eğer güç yetirebilirsen yerde bir tünel veya göğe ulaşabilecek bir merdiven ara da onlara bir ayet getirebilirsen getir. Eğer Allah dileseydi onları doğru yol üzere elbette toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma.

36- Ancak ve ancak işitmekte olanlar (olumlu) cevap verirler. Ölüleri de Allah diriltir, sonra da ona döndürülürler.

37- "Ona Rabbinden bir ayet indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: " Şüphesiz ki Allah ayet indirmeye gücü yetendir". Ancak onların çoğu bilmiyorlar.

38- Yerde bir canlı ve iki kanadı ile uçan kuş yoktur ki sizin gibi bir topluluk olmasın. Biz kitapta kusur bırakmadık*. Sonra Rablerine toplanılırlar.

* Yarattığımız ne varsa hepsi ile ilgili işleyiş yasalarını koyduk. 

39- Ayetlerimizi yalanlamış olanlar, karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır, ve kimi dilerse onu doğru yol üzerinde kılar.

40- 41- De ki: "Eğer doğrulardan iseniz bana söyleyin. Eğer Allah'ın azabı size geldiğinde veya size saat geldiğinde, Allah'tan başkasına mı dua edersiniz?. Hayır yalnızca ona dua edersiniz. Eğer Allah dilerse dua etmekte olduğunuz şeyi kaldırır, siz de ortak koşmakta olduklarınızı unutursunuz".

42- And olsun ki senden önceki topluluklara da (elçiler) gönderdik. Yalvarıp yakarsınlar diye onları sıkıntı ve darlık ile yakaladık.

43- Şiddetli azabımız onlara geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değiller miydir?. Ancak kalpleri katılaştı, şeytan onlara yapmakta olduklarını süsledi.

44- Onunla kendilerine hatırlatıldıkları şeyleri unuttuklarında, onların üzerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenlerle ferahladıkları zaman onları ansızın yakaladık. İşte o zaman onlar umutlarını yitirdiler.

45- Yanlış yapan topluluğun arkası böyle kesildi. Övgü alemlerin Rabbinedir.

46- De ki: Bana söyleyin, eğer Allah işitme ve görme yetinizi alsa, kalplerinizi mühürlese, Allah'tan başka hangi ilah onu (geriye) getirir?. Bak ayetleri nasıl çeşitli yönlerden açıklıyoruz da sonra onlar direnerek yüz çeviriyorlar.

47- De ki: Bana söyleyin, eğer Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelse, yanlış yapanlar topluluğundan başkası mı helak edilir?.

48- Biz elçileri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Artık kim inandı ve durumunu düzelttiyse, onlar korkmayacak ve üzülmeyeceklerdir.

49- Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, itaatten çıkmalarından dolayı onlara azap dokuncaktır.

50- De ki: Ben size "Allah'ın hazineleri benim katımdadır" demiyorum. Gayb'ı da bilmiyorum, Ben size "Ben meleğim" de demiyorum. Ben bana vahyolundan başkasına uymam. De ki: "Gören ile görmeyen bir olur mu, hiç düşünmüyor musunuz?".

51- Rablerine toplanacaklarından korkmakta olanları onunla uyar. Onlar için onun aşağısından ne sahip çıkıp koruyan ne de şefaatçi vardır. Umulur ki korunurlar.

52- O'nun yüzünü (rızasını) isteyerek, sabah akşam Rablerine dua etmekte olanları kovma. Onların hesabından sana bir şey yoktur. Senin hesabından da onlara bir şey yoktur. Eğer onları kovacak olursan yanlış yapanlardan olursun.

53- Böylece onların bazılarını "Aramızdan Allah'ın lutfettiği kimseler bunlar mı?" demeleri için, birbirleri ile denedik. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?.

54- Ayetlerimize inanmakta olanlar sana geldiği zaman de ki: "Esenlik üzerinize olsun. Rabbiniz merhameti kendisine yazdı. Şöyle ki: Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yaptı, sonra (yaptığının) ardından (itaatle) döndü ve durumunu düzelttiyse, şüphesiz O, bağışlayan ve merhamet edendir".

55- Böylece ayetlerimizi ayrıntılı şekilde açıklıyoruz ki, suçluların yolu açıkça belli olsun.

56- De ki: "Şüphesiz ben Allah'ın aşağısından olan dua etmekte olduklarınıza kulluk etmekten yasaklandım". De ki: "Ben sizin keyfi arzularınıza uymam. O takdirde muhakkak ki sapmış ve doğru yolu bulanlardan olmamış olurum".

57- De ki: "Ben Rabbimden apaçık  bir delil üzerindeyim ve siz onu yalanladınız. Onu acele istemekte olduğunuz (azap) benim katımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O gerçeği anlatıyor. O ayırıcıların hayırlısıdır".

58- De ki: "Acele istemekte olduğunuz (azap) eğer benim katımda olsaydı, benimle sizin aranızdaki emir yerine getirilmiş olurdu. Allah yanlış yapanları daha iyi bilendir".

59- Gaybın anahtarları O'nun katındadır. Onu O'ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olanı bilir. Bir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında bir tane, ne yaş ne de kuru bir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın.

60- O, gece sizi öldüren, gündüz kazandığınızı bilendir. Sonra belirlenmiş süre yerine getirilmesi için gündüzde sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O'nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı haber verecektir.

61- O, kullarının üzerinde boyun eğdirici güce sahiptir. Sizin üzerinize gözcüler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği zaman elçilerimiz onu öldürür, onlar (görevlerinde) kusur işlemezler.

62- Sonra gerçek sahip çıkan koruyucuları olan Allah'a döndürülürler. Bilmiş olun hüküm O'nundur. O, hesap görenlerin en hızlısıdır.

63- De ki: ""Eğer bizi bundan kurtarırsan kesinlikle şükredenlerden olacağız" (diye)gizlice yalvarıp yakararak ona dua ediyorsunuz. (O zaman)Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor?"

64- De ki: " Sizi ondan ve her türlü sıkıntıdan Allah kurtarıyor. Sonra da O'na ortak koşuyorsunuz".

65- De ki: "O, sizin üzerinize üstünüzden veya ayaklarınızın altından azap göndermeye veya gruplar haline getirerek bir kısmınızın kötülüğünü bir kısmınıza tattırmaya güç yetirendir". Bak, anlasınlar diye ayetleri nasıl çeşitli yönlerden açıklıyoruz.

66- O, gerçek olduğu halde senin topluluğun onu yalanladı. De ki: "Ben sizin sorumlunuz değilim".

67-Her haberin kararlaştırılmış zamanı vardır. Yakında bileceksiniz.

68- Ayetlerimizi (alaya) dalanları gördüğünde, ondan başka söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturacak olursa hatırladıktan sonra artık o yanlış yapanlar topluluğu ile oturma.

69- Korunanlar için onların hesabından bir şey yoktur. Ancak korunmaları için onlara öğüt vardır.

70- Dinlerini bir oyun ve eğlence edinmiş, dünya hayatı onları aldatmış olan kimseleri bırak. Hiç bir kimse kazandığı yüzünden rehin tutulmasın diye onunla öğüt ver. Onun için Allah'ın aşağısından sahip çıkan ne bir koruyucu, ne de şefaatçi vardır. Her türlü fidyeyi verecek olsa da ondan alınmaz. İşte onlar kazandıkları yüzünden rehin tutulanlardır. Onlar için inkar etmekte olduklarından dolayı kaynar sudan bir içecek,  acı azap vardır.

71-  72- De ki: "Allah'ın aşağısından bize fayda ve zarar veremeyecek olana dua edelim de, Allah bize doğru yolu gösterdikten sonra ökçelerimiz üzerinde geri mi döndürelim?. Şeytanların keyfi arzusuna uydurduğu, yeryüzünde şaşkın bir halde dolaşan, arkadaşlarının "Bize gel"  diye çağırmakta olduğu kişi gibi mi olalım?". De ki: "Allah'ın yolu, doğru yolun ta kendisidir. Alemlerin Rabbine teslim olmakla,üzerimize yüklenen her türlü kulluk görevini ayakta tutmakla ve ondan korunmakla emrolunduk. O, huzurunda toplanılacak olandır".

73- O, gökleri ve yeri gerçek ile yaratandır. "Ol" diyeceği gün (herşey) oluverir. O'nun sözü gerçektir. Sur'a üfürüleceği gün de yetki ve hükümranlık O'nundur. Gaybın da, şehadetin de bilenidir. O, hükmünde isabetli olan her şeyden haberdar olandır.

74- Bir zaman İbrahim babası Azer'e, "Sen putları ilahlar olarak mı ediniyorsun?. Şüphesiz ben, seni ve toplulumunu apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.

75- Kesinen inananlardan olması için İbrahim'e, göklerin ve yerin hükümranlığını (n kimde olduğunu) şöyle gösteriyorduk.

76- Üzerine gece bastırdığında bir yıldız gördü ve "Rabbim bu dur" dedi. (Yıldız) kaybolduğunda, "Ben kaybolanları sevmem" demişti.

77- Ay'ı doğmuş halde gördüğünde, "Rabbim bu dur" dedi. (Ay) kaybolduğunda, " Eğer Rabbim beni doğru yola iletmemiş olsa, mutlaka sapıklar toluluğundan olacaktım" demişti. 

78- 79- Güneş'i doğmuş halde gördüğünde, "Rabbim bu dur bu daha büyüktür" dedi. (Güneş) kaybolduğunda, "Ey topluluğum ben sizin ortak koşmakta olduklarınızdan uzağım. Şüphesiz ki ben bozulmamış fıtrat sahibi olarak yüzümü göklerin ve yerin işleyiş yasalarını belirleyene çevirdim" demişti.

80- 81- 82- Toplumu onunla tartışmaya kalkışmış, (ve o şöyle) demişti: "Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkıyorsunuz?. O beni doğru yola iletmiştir. O'na ortak koşmakta olduklarınızdan ben korkmam, ancak Rabbimin bir şey dilemesi hariç. Rabbim ilim bakımından her şeyi kapsamıştır. Hala öğüt almıyor musunuz?. Hakkında kanıt indirmediği şeyleri siz Allah'a ortak koşmaktan korkmuyor iken, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?. Biliyorsanız (söyleyin) iki gruptan hangisi güvende olmaya daha layıktır. İnanıp, inançlarını şirk ile örtmeyenler var ya, işte onlar için güvende olmak vardır. Onlar doğru yolu bulmuş olanlardır".

83- İşte bu, topluluğuna karşı İbrahim'e verdiğimiz tartışma yöntemidir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin hükmünde isabet edendir bilendir.

84- Ona İshak ve Yakub'u bağışlamış, her birini doğru yola iletmiştik. Daha önce Nuh'u da doğru yola iletmiştik. Onun soyundan Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa ve Harun'u da. İyilik edenlere böyle karşılık veririz.

85- Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas, her biri salihlerdendir.

86- İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut, her birini insanlar üzerine üstün kılmıştık.

87- Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden de bir kısmını seçmiş, onları dosdoğru yola iletmiştik.

88- İşte bu Allah'ın doğru yoludur. Kullarından dilediğine ona iletir. Eğer ( o elçiler de) ortak koşmuş olsalardı, onların yapmakta oldukları kesinlikle boşa gitmişti.

89- İşte onlar kendilerine kitap, hüküm ne nebilik verdiklerimizdir. Bunlar (Mekke müşrikleri) eğer onları inkar ederse, onları inkar ediciler olmayan bir topluluğu, bunların yerine kesinlikle vekil kılmışızdır.

 90- İşte onlar Allah'ın doğru yola ilettikleridir. Sen de onların yoluna uy. De ki: "Sizden buna karşılık bir ücret istemiyorum. O, ancak insanlar için öğütten başka bir şey değildir".

91- "Allah, beşer üzerine bir şey indirmedi" demiş olmakla, Allah'ın kudretini (bilmeyi) gereğince yerine getirmediler. De ki: "İnsanlara aydınlatıcı ve klavuz olarak Musa'nın getirdiği, yazılı kağıtlar haline getirip (bir kısmını) açıkladığınız bir çoğunu da gizlediğiniz, sizin atalarınızın bilmediklerinin öğretildiği kitabı kim indirdi?. De ki: "Allah (indirdi)". Sonra bırak onları daldıkları içinde oynamaya devam etsinler.

92- Bu, önünde olanı doğrulayıcı, şehirlerin anası ve etrafında olanları uyarman için indirdiğimiz, ilahi hayır kaynağı bir kitaptır. Ahirete inananlar buna inanır. Onlar kendilerine yüklenen kulluk görevlerini muhafaza ederler.

93- Allah üzerine yalan uydurmuş, veya kendisine vahyolunmadığı halde "Bana da vahyolundu" demiş kimseden,  ve "Allah'ın indirdiği gibi bende indireceğim" demiş kimseden daha yanlış yapan kimdir?. Sen o yanlış yapanları ölüm sıkıntıları içinde, melekler onlara ellerini uzatmış olduğu halde, "Çıkarın canlarınızı" (derken) bir görsen. Bugün Allah'a karşı gerçeğin dışında söylemekte ve O'nun ayetlerinden büyüklenmekte olmanızdan dolayı, hor ve hakir edici azapla karşılık göreceksiniz.

94- And olsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi bize tek başınıza geldiniz. Size verdiklerimizi sırtlarınızın arkasında bıraktınız. Ortaklarınız olduklarını iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de beraberinizde göremiyoruz. And olsun ki aranız(daki bağlar) kesilmiş, iddia etmekte olduklarınız sizden sapmıştır.

95- Şüphesiz ki Allah, tohum ve çekirdeğin yarıcısıdır. Ölüden diriyi çıkarıyor. Diriden de ölüyü çıkarandır. Allah işte bu dur. Nasıl döndürülüyorsunuz?.

96- Sabahın yarıcısıdır. Geceyi sükunet zamanı, güneşi ve ay'ı hesap ölçüsü olarak oluşturdu. Bu,  kendisine galip gelinemeyen her şeyi bilenin koyduğu yasadır.

97- O, ki karanın ve denizin karanlıklarında onlarla yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları oluşturdu. Bilen topluluk için ayetlerimizi çeşitli yönlerden açıkladık.

98- O'ki sizi bir tek nefisten meydana getirdi. Sizin için (dünyada) bir karar kılma yerleşme yeri, bir de (hayata) veda etme yeri (kabir) vardır. Anlayan topluluk için ayetleri ayrıntılı şekilde açıkladık.

99- O'ki gökten suyu indirdi. Onunla her şeyin bitkisini çıkardık. Ondan yeşillik çıkardık. O yeşillikten birbiri üstüne binmiş taneler çıkarıyoruz. Hurma ağacı tomurcuklarından yere doğru sarkmış salkımlar, birbirine benzeyen benzemeyen üzümler, zeytin ve nar çıkarıyoruz. Olgunlaşıyorken ve ürün verdiğinde ürününe bakın. Şüphesiz bunlarda inanan bir topluluk için ayetler vardır.

100- Böyle iken bir de cinleri Allah'a ortaklar kıldılar. Halbuki onları da O yaratmıştır. O'na bilgisizce oğullar ve kızlar uydurdular. O, onların nitelemekte olduklarından münezzehtir, yücedir.

101- Göklerin ve yerin örneksiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl bir çocuğu olabilir?. Her şeyi O yarattı, ve O, her şeyi bilendir.

102- Rabbiniz Allah işte bu dur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şey üzerinde güvenilir olandır.

103- Gözler O'nu algılayamaz, gözleri O algılar. O, lütuf sahibidir, her şeyden haberdardır.

104- Size Rabbinizden gözünüzü açacak deliller gerçekten gelmiştir. Kim gözünü açtıysa kendisi içindir. Kim kör olduysa onun aleyhinedir. (De ki) Ben sizin üzerinizde gözcü değilim.

105- Ayetleri, (inkarcılar) "Sen ders almışsın" desinler diye, bilen topluluğa da onu beyan edelim diye böylece çeşitli yönlerden açıklıyoruz.

106- Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka ilah yoktur. Ortak koşanlardan yüz çevir.

107- Eğer Allah dilemiş olsaydı ortak koşmazlardı. Seni onların üzerine gözcü olarak kılmadık. Sen onların üzerinde sorumlu değilsin.

108-  Ve Allah'ın aşağısındakilere dua edenlere sakın sövmeyin, Onlar da bilgisizce sınırı aşarak Allah'a söverler. Her topluluğa yapmakta olduklarını böyle süsledik. Sonra onların dönüşü Rablerinedir, yapmakta olduklarını onlara haber verecektir.  

109- Eğer onlara bir ayet geldiğinde, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler Allah'ın katındadır". O (ayet) geldiği zaman ona inanmayacaklarını size sezdirmiyorlar.

110- Onların gönüllerini ve gözlerini ona ilk  defasında inanmadıkları gibi çevirir, onları taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakırız.

111- Eğer biz onlara melekleri indirmiş olsak, ölüler onlarla konuşmuş olsa, her şeyi (vahyi) kabullenmiş oldukları üzerlerine halde toplamış olsaydık, Allah dilemedikçe kesinlikle inanacak değillerdi. Onların hepsi ancak cahillik ediyorlar.

112- 113- Böylece her nebi için insanın ve cin'in şeytanlarını düşman kıldık. Onlar aldatmak için birbirlerine sözün yaldızlısını vahyeder. Eğer Rabbin dilemiş olsaydı bunu yapmazlardı. Artık sen onları ve uydurmakta olduklarını, ahirete inanmayanların gönüllerinin ona meyletmesi ve ondan razı olmaları, kazanmakta olduklarını kazanmaya devam etmeleri için bırak.

114- Doğru hüküm veren olarak Allah'tan başkasını mı arayacağım?. O'ki size kitabı ayrıntılı olarak indirdi. Kendilerine kitap verdiklerimiz biliyorlar ki, şüphesiz o, Rabbinden gerçek ile indirilmiştir. Artık bu konuda sakın kuşkuya kapılanlardan olma.

115- Rabbinin kelimeleri doğruluk ve adalet bakımından yerine gelmiştir. O'nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir bilendir.

116- Eğer yeryüzün(Mekke)dekilerin çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zanni sözlerden başkasını söylemiyorlar.

117- Şüphesiz ki senin Rabbin, O, kendi yolundan sapanı daha iyi bilendir. O, doğru yolu bulmuş olanları da daha iyi bilendir.

118- Eğer O'nun ayetlerine inanmış kimseler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin.

119- Size ne oluyor ki; açlık sebebi ile ona mecbur kalmanız hariç, haram kıldığı şeyleri size ayrıntılı bir şekilde açıklamış iken, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yemiyorsunuz?. Şüphesiz birçokları keyfi arzularına uyarak bilgisizce saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin haddi aşanları daha iyi bilendir.

120- Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Şüphesiz ki günah kazananlar, kazandıklarından dolayı karşılık göreceklerdir.

121- Üzerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin. Şüphesiz o(nu yemek), itaatten çıkmaktır. Şüphesiz ki şeytanlar size karşı üstünlük sağlamak için, onu sahip çıkan koruyucu edinenlere vahyeder. Eğer onlara itaat ettiyseniz, o takdirde sizler de kesinlikle ortak koşanlarsınız.

122- Ölü halde iken onu dirilttiğimiz ve ona insanlar arasında yürüyeceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinden çıkamayacak kimsenin misali gibi midir?. İnkar edenlere yapmakta oldukları böyle süslendi.

123- Böylece her şehirde ileri gelenleri, orada tuzak kurmaları için oranın suçluları yaptık. Kendilerinden başkasına tuzak kurmuyorlar, bunun farkında değiller.

124- Onlara bir ayet geldiği zaman, "Allah'ın elçilerine verilen gibi, bize de verilene kadar asla inanmayız" dediler. Allah, mesajını nereye vereceğini daha iyi bilir. Suçlulara kurmakta oldukları tuzaktan dolayı, Allah katından aşağılanma ve şiddetli azap isabet edecektir.

125- Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı hale sokar. Allah pisliği inanmayanların üzerine böyle yığar.

126- İşte bu senin Rabbinin dosdoğru olan yoludur. Öğüt alacak olan bir topluluk için ayetleri kesinlikle ayrıntılı şekilde açıkladık.

127- Onlar için Rablerinin katında esenliğin yurdu vardır. O, yapmakta olduklarından dolayı onların sahip çıkanı koruyucusudur.

128- (Allah) O gün onları toplu halde bir araya getirir. (Allah) "Ey cin topluluğu insandan bir çoğunu kendinize (yandaş) edinmek için uğraştınız". İnsandan onları sahip çıkan koruyucu edinmiş olanları, "Rabbimiz birbirimizden faydalandık. Bizim için belirlediğin sürenin sonuna ulaştık" dedi. (Allah) "Ateş, Allah'ın dilemesi hariç orada ölüm görmemek üzere kalacak yerinizdir" dedi.  Şüphesiz ki senin Rabbin doğru hüküm verendir, bilendir.

129- Biz yanlış yapanları, kazanmakta oldukları yüzünden böylece (ateşte) birbirleri ile sahip çıkan koruyucu yaparız.

130- (Allah) "Ey cin ve insan topluluğu! içinizden size benim ayetlerimi  anlatan, sizi bu gününüze kavuşmakla uyaran elçiler gelmedi mi?" (dedi). "Kendimiz aleyhine şahitlik ederiz (ki geldi)" dediler. Dünya hayatı onları aldattı, inkarcı olduklarına dair kendileri aleyhine şahitlik ettiler.

131- Bu (nu sormanın nedeni), senin Rabbinin şehirleri haksızlıkla ve halkı (uyarıcı elçilerden) habersiz iken helak edici olmadığı içindir.

132- Herkesin yaptıklarından dolayı dereceleri vardır. Senin Rabbin onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.

133- Senin Rabbin hiçbir şeye muhtaç olmayandır, rahmet sahibidir. Dilerse sizi giderir, ardınızdan başka bir topluluğun soyundan sizi meydana getirdiği gibi, dilediğini yerinize getirir.

134- Şüphesiz ki size vaad edilen kesinlikle gelmektedir. Siz bunu aciz bırakıcı değilsiniz.

135- De ki: "Ey topluluğum, durumunuz neyi gerektiriyorsa onu yapın. Ben de yapmaktayım. Yurdun sonunun kime ait olacağını yakında bileceksiniz. Şüphesiz ki yanlış yapanlar arzuladıklarına kavuşamazlar".

136- Allah'ın yaydığı ekinden ve hayvanlardan bir pay ihdas ettiler. Kendi iddialarınca, "Bu Allah için, bu da ortaklarımız için" dediler. Ortakları için olan Allah'a ulaşmaz, Allah için olan ise ortaklarına ulaşır. Vermekte oldukları hüküm ne kötüdür.

137- Böylece ortakları, ortak koşanlardan birçoğuna, onları mahfetmek ve (gerçek) dinlerini örtmek için çocuklarını öldürmeyi süsledi. Allah dilemiş olsaydı bunu yapamazlardı. Artık sen onları ve uydurmakta olduklarını bırak.

138- Kendi iddialarınca, "Bu hayvanlar ve ekin dokunulmazdır. Onları bizim dilediğimizden başkası yiyemez" dediler. Ve hayvanlar var ki, onların sırtları (onlar tarafından) haram kılındı. Ve hayvanlar var ki, onların üzerlerine O'na  iftira atmak suretiyle Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraların karşılığını yakında verecektir..

139- Ve dediler ki: "Bu hayvanların karınlarında olan erkeklerimize mahsustur, eşlerimize haram kılınmıştır. Eğer ölü olursa onlar onda ortaktırlar". Nitelemelerinin karşılığını yakında verecektir. Şüphesiz ki O, doğru hüküm verendir, bilendir.

140- Bilgisizlikten dolayı, akılsızca çocuklarını öldürmüş ve Allah'ın onlara verdiği rızıkları Allah'a karşı iftira ederek haram kılmış olanlar kesinlikle zarar etmiştir. Onlar kesinlikle sapmışlar, doğru yolu da bulanlardan olmamışlardır.

141- O'ki asmalı ve asmasız bahçeler, yemişleri farklı hurma ve ekinler, (tadları) birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve nar meydana getirdi. Ürün verdiğinde ürününden yeyin. Toplama gününde de hakkını verin. Aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki O, aşırı gidenleri sevmez.

142- Ve hayvanlardan da yük taşıyan ve tüyünden döşek yapılanı (meydana getirdi). Allah'ın size rızık olarak verdiğinden yeyin, şeytanın adımlarına uymayın. Şüphesiz ki o, sizin için apaçık düşmandır.

143- Sekiz eş; Koyundan iki, keçiden iki. De ki: İki erkeği mi haram etti, yoksa iki dişiyi mi ?, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunanı mı?. Eğer doğrulardan iseniz bana bilgiyle haber verin.

144- Deveden iki, sığırdan iki. De ki: İki erkeği mi haram etti, yoksa iki dişiyi mi?, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunanı mı?. Yoksa Allah böyle emrederken siz şahitler miydiniz?. İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah üzerine yalan uydurmuş olandan daha yanlış yapan kimdir?. Şüphesiz ki Allah, yanlış yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

145- De ki: Bana vahyolunanda leş veya akıcı kan veya domuzun eti ki, o şüphesiz pisliktir, veya yoldan çıkmanın bir göstergesi olarak Allah'tan başkasının adına kesilmiş olması dışında, yiyen kişi üzerine onu yemesi haram kılınmış (bir bilgi) bulamıyorum. Kim ki açlık sebebi ile darda kaldıysa, başka darda kalanın hakkına saldırmamak ve aşırı gitmemek şartı ile (bunları yerse), şüphesiz ki senin Rabbin bağışlayandır merhamet edendir.

146- (Daha önce) Yahudilere de bütün tırnaklı hayvanları haram kılmıştık. Koyun ve sığır'ın iç yağlarını, bu ikisinin sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar veya kemiğe karışanlar hariç, haram kılmıştık. Aşırılıkları yüzünden onlara böyle karşılık verdik. Biz kesinlikle doğrulardanız.

147- Eğer seni yalanladılarsa de ki: Rabbiniz bağışlayıcıdır, lütfu geniş olandır. O'nun şiddetli azabı şuçlular topluluğundan geri çevrilmez.

148- Ortak koşmakta olanlar diyecekler ki: "Eğer Allah dilemiş olsaydı ne biz ne atalarımız ortak koşmaz, hiçbir şeyi de haram kılmazdık". Onlardan öncekilerde böyle yalanlamış, sonunda şiddetli azabımızı tatmışlardı. De ki: Yanınızda bilgiden bize karşı çıkarabileceğiniz bir şey var mı?. Siz zandan başkasına uymuyorsunuz ve siz zanni sözlerden başkasını söylemiyorsunuz.

149- De ki: Ulaşan delil Allah'ındır Dilemiş olsaydı hepinizi kesinlikle doğru yola iletirdi.

150- De ki: "Allah şüphesiz ki bunu haram kıldı" diye şahitlik edecek şahitlerinizi getirin. Onlar eğer şahitlik etmiş olsalar bile, sen onlarla beraber şahitlik etme. Ayetlerimizi yalanlayan ve ahirete inanmayanların keyfi arzularına uyma. Ve onlar (başkalarını) Rablerine denk tutuyorlar.

151- De ki: Gelin Rabbinizin üzerinize neyi haram kıldığını size okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın, anne babaya iyilik edin, fakirlik korkusundan dolayı çocuklarınızı öldürmeyin. Size ve onlara rızkı biz veriyoruz. Hayasızlıklara, onlardan açık olanına ve gizli olanına yaklaşmayın. Allah'ın haram kıldığı bir canı hak etmesi dışında öldürmeyin. İşte size aklınızı kullanasınız diye bunu emretti.

152- Yetimin malına, o olgunluğa ulaşıncaya kadar en güzel şekilde olması dışında yaklaşmayın. Ölçüye ve tartıya adil olarak riayet edin. Hiçbir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklemeyiz. Söz söylediğiniz zaman, yakın akraba olsa da adil olun. Allah'a verdiğiniz söze riayet edin. İşte siz öğüt alasınız diye bunu emretti.

153- Şüphesiz ki bu benim doğru olan yolumdur, o halde siz de ona uyun. (Başka) yollara uymayın, sonra sizi O'nun yolundan ayırır. İşte size korunasınız diye bunu emretti.

154- Sonra, Musa'ya kitabı, iyilik edene (nimetimi) yerine getirmek, her şeyi ayrıntılı şekilde açıklamak, Rableri ile karşılaşacaklarına inananlar için klavuz ve rahmet olarak verdik.

155- Bu da, indirdiğimiz ilahi hayır kaynağı bir kitaptır, öyleyse ona uyun. Bağışlanmanız için korunun.

156- "Kitap, ancak ve ancak bizden önceki iki gruba indirilmiş, biz onların derslerinden kesinlikle habersizlerdik" dersiniz diye (kitabı indirdik).

157- Veya: " Bizim üzerimize kitap indirilmiş olsaydı, kesinlikle onlardan daha doğru yolda olurduk" dersiniz diye (kitabı indirdik). Size Rabbinizden apaçık bir delil,  klavuz ve rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve onlardan direnerek yüz çeviren kimseden daha yanlış yapan kimdir?. Ayetlerimizden direnerek yüz çevirenlere, direnerek yüz çeviriyor olmalarından dolayı,  azabın kötüsünü karşılık olarak yakında vereceğiz.

158- Onlar kendilerine meleklerin gelmesini veya senin Rabbinin gelmesini veya senin Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar?.  Senin Rabbinin bazı ayetlerinin geleceği gün, önceden inanmamış veya inanmasından bir hayır kazanmamış ise, bir kimsenin inanması ona fayda vermez. De ki: Bekleyin şüphesiz biz de bekleyenleriz.

159- Şüphesiz ki onlar dinlerini parçalara ayırdılar, gruplar halinde bölündüler. Sen hiçbir şekilde onlardan değilsin. Onların işi ancak ve ancak Allah'a kalmıştır. Sonra onlara yapmakta olduklarını haber verecektir.

160- Kim iyilik getirdiyse, ona getirdiğinin on misli vardır. Kim kötülük getirdiyse, ancak getirdiğinin misliyle karşılık görür. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.

161- De ki: Şüphesiz ki Rabbim beni dosdoğru yola, dimdik ayakta duran dine, bozulmamış fıtrat sahibi olarak İbrahim'in inancına iletti.

162- 163- De ki: Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, yaşamım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir. Ona ortak yoktur. Bununla emrolundum ve ben teslim olmuşların öncüsüyüm.

164- De ki: O, her şeyin Rabbi iken, Rab olarak Allah'tan başkasını mı arayayım?. Her kişi kendi aleyhine olandan başkasını kazanmaz. Hiçbir taşıyıcı başkasının yükünü de taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir, ayrılığa düşmekte olduğunuz konuları size haber verecektir.

165- O, ki sizi yeryüzünün birbirinin yerine geçenleri yaptı, verdikleri ile sizi denemek için kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltti. Şüphesiz ki senin Rabbin azabı kesinlikle çabuk olandır, ve şüphesiz O, kesinlikle bağışlayandır merhamet edendir.

 

7 Mart 2018 Çarşamba

Cin Konusu İle İlgili Ayetleri Okuma Klavuzu

Kur'an'ın doğru anlaşılmasında, nuzül ortamında yaşayan insanların kültürel, dini ve sosyo ekonomik yaşantı gibi bilgileri, kısacası tarihsel arka plan bilgisi önemli bir rol oynamaktadır. Bu bilginin göz ardı edilmesi, yapılacak okuma ve anlama çalışmalarından sağlıklı sonuçlar çıkarılamamasını beraberinde getirecektir. Yazımıza konu edeceğimiz cinler ile ilgili ayetlerin doğru anlaşılmasında, nuzül öncesi tarihsel arka plan büyük ölçüde önem arz etmektedir.

Son yıllarda Kur'an'ın gündeme gelmesi ile, bir çok konu yeniden masaya yatırılmış, yeniden anlaşılmaya ve tartışılmaya başlanılmış, tartışılan bu konuların içinde cinler ile ilgili bilgilerin yeniden Kur'an'i anlamda anlaşılması da  bulunmaktadır. Maalesef bu konuda yapılan anlama çalışmaları etrafında yapılan tartışmalar, cinlerin varlığı yoklu etrafında  kilitlenmiş, bir taraf cinlerin varlığını kabul ederken, bir diğer taraf cinlerin varlığını kabul etmemekte, bu kısır tartışmalar sonucunda, tartışan taraflar birbirlerini tekfir etmeye kadar varan suçlamalar yöneltebilmektedir.

Cinler ile ilgili ayetleri okurken, göz önüne alınması gereken en önemli husus, Kur'an'ın cinlerin ontolojik varlığı veya yokluğu konusu ile asla ilgilenmediğidir. Bundan dolayı bu konuda yapılacak tartışmalar cin var yok mu kavgasına çekilmemeli, şayet çekilecek olursa, yapılan tartışmaların kördöğüşünden farksız, ve havanda su dövmekten başka bir işe yaramayacağı da bilinmelidir.

Yaşadığımız dünyanın her tarafında, geçmiş ve gelecek tüm zamanlarda, insanları maddi ve manevi açıdan sömürmek isteyenlerin kullandıkları ve kullanmaya devam edecekleri en önemli silah, kendilerinin diğer insanlar gibi olmadıkları, diğer insanlardan farklı olarak ellerinde bir takım gizli güçler bulunduğu, bu gizli güçler vasıtası ile kendilerine bir takım özel bilgiler verildiği şeklinde bir iddia sahibi olmalarıdır.

Görünmeyen ve sadece özel kişilerle iletişim kurduğu iddia edilen bu gizli güçlerin ismi ise CİN dir. Cinlerle ilişki kurduklarını iddia eden bu kimseler, onlardan gaybe dair haber aldıklarını iddia etmekte, onların kendilerine bir takım bilgiler verdiğini söyleyerek kendilerini diğer insanlardan ayrıcalıklı göstererek, itibar sahibi olmaya, ve bu yolla onları sömürmeye çalışmaktadırlar.

Konuyu nuzül öncesi Mekke'de yaşayan insanlar boyutunda düşündüğümüzde, o toplumda Şair, Mecnun, Kahin, Arraf  v.s gibi isimlerle bilinen insanların var olduğu bilinmekte, bu insanların cinlerle ilişki kurdukları zannedilerek, ağızlarından çıkan sözlerin kendi sözleri olmadığı, cinlerin onlara verdikleri ilham ve haberlerin neticesinde bu sözleri onlardan alarak söyledikleri iddia edilmektedir.

Yani nuzül öncesi Mekke insanının bazı insanların cinler vasıtası ile gökten haber aldıklarına dair bir arka plan bilgisi mevcut bulunmaktaydı. Cinlerin göklerden aldıkları haber ve bilgileri yerde yaşayan bazı insanlara aktardıkları şeklinde bir bilgiye sahip olan Mekke'lilere, bir gün 40 yıldır içlerinde yaşayan bir adam tarafından kendisinin de Allah'tan haber aldığını söylemesi şok etkisi yaratmış, Muhammed adındaki bu kişinin Allah'tan aldığını iddia ettiği bu haberleri beğenmeyenler, ona şiddetle karşı çıkmış, onun ŞAİR, MECNUN, KAHİN olduğunu ileri sürerek, verdiği bilgilerin itibar görmemesi için var güçleri ile mücadeleye girişmişlerdir.  

Mecnun yani cinlenmiş olduğu iddia edilen Muhammed (a.s) ın böyle bir durumda olmadığını ifade eden ayetlerin nazil olmasının arka planında, Mekke'li müşriklerin ona karşı yaptığı bu türden ithamlar yatmaktadır. Çünkü Mekke'lilerin mevcut olan arka plan bilgilerinde, bu gibi haberler alan insanlar, cinlerle ilişki kurmuş olarak bilinmektedir.

Şeytan, Melek, Cin gibi kelimeler, vahiy kavramı ile yakından ilgilidir. Bu kelimeler birbiri ile iç içe bir durum arz etmekte olup, birbirinden kopuk şekilde anlamaya çalışmak bizleri doğru bir sonuca götürmeyecektir.

Şeytan kavramının, Kur'an içinde önemli bir yer tuttuğu malumdur. Kötülük ve çirkinliğin sembolü olarak yer alan bu kavramın cinlerle özdeşleştirilmesi dikkat çekicidir (Kehf s. 50). Kur'an'da, cinler vasıtası ile alınan haberlerin ve bu haberler neticesinde bir yöne ve düşünceye kanalize olan insanların düştüğü durum, ŞİRK kavramı ile ifade edilmektedir. Cinlerden haber aldıklarını iddia eden insanların aldıkları haberlerin şeytan ile özdeşleştirilmekte, bu haberlere inanarak yaşamını belirleyenlerin sonunun cehennem olduğu, yine Kur'an içindeki ayetlerde bildirilmektedir.

Kur'an'ın şeytanlar tarafından indirilmediğinin (Şuara s. 210-212) bildirilmiş olması, Muhammed (a.s) ın aldığını iddia ettiği haberin kaynağının neresi olmadığının bilinmesi açısından önemlidir. Çünkü Mekke'li müşrikler Muhammed (a.s) ın aldığını iddia ettiği vahyin kaynağının, kendilerinin haber aldığını iddia ettikleri cinler olduğunu, dolayısı ile onun bir mecnun olduğunu söyleyerek, vahyi ve elçiyi halkın gözünde itibarsızlaştırmak istiyorlardı.

Yine bazı surelerde (Hicr, Saffat, Cin) cinlerin gökten haber almalarının imkansız olduğunu beyan eden ayetlerin, nuzül ortamı arka plan bilgisi ile yakından alakası bulunmaktadır. Cinlerin gökten haber aldıkları bilgisine sahip olan Mekke'li müşriklerin bu düşünceleri, cinlerin böyle bir haber alma imkanlarının olmadığını beyan eden ayetler ile mahkum edilmekte, Muhammed (a.s) a inen vahye onlar tarafından herhangi bir müdahale yapılmasının imkansız olduğu, dolayısı ile onun asla cinlenmiş olmadığı vurgusu yapılmaktadır.

Melek kavramının da Kur'an içinde önemli bir yer tuttuğu malumdur. İyilik ve güzelliğin sembolü olarak yer alan bu kavramın Muhammed (a.s) a inen vahiy ile özdeşleştirilmesi de dikkati çekmesi gerekmektedir. Cinlerden haber aldıklarını iddia eden Mekke'li müşriklerin bu haberleri onlara şeytanların indirdiği söylenirken, Muhammed (a.s) ın aldığı vahyi meleğin indirmesinin söylenmesi, gaybi haber aldıklarını iddia eden her iki tarafın, bu haberleri nereden aldıklarının bilinmesi açısından önemli bir noktadır.

Buraya kadar söylediklerimizi toparlayacak olursak; Kur'an'ın Nezele kelimesi ve türevleri ile ifade ettiği gökten haber alma yani vahiy olgusu, Mekke'li müşriklerce daha önce bilinmekte idi. Kur'an Mekke'lilerce bilinen bu bilgi alt yapısını kullanarak, Allah'ın elçi olarak seçtiği bir kuluna vahyettiğini bildirmektedir. Şeytan ve Melek kavramları iniş olgusunda yine anahtar bir rol üstlenmekte, müşriklerin cinlerden aldığını iddia ettiği haberin kaynağının şeytan olduğu, Muhammed (a.s) ın aldığını iddia ettiği haberin kaynağının ise Allah ve melek olduğu belirtilerek arada fark olduğu vurgusu yapılmaktadır. Yani cin konulu ayetlerin iniş sebebi, müşriklerin gaybi haber almaya dair olan bilgi birikimleridir.

Kur'an'ın cin konulu ayetlerini bu pencereden bakarak anlamaya çalıştığımızda, onların varlığı yokluğu konusu asla bizler için mesele teşkil etmeyecek, dikkatler Kur'an'ın cinleri hangi sebepten ötürü ele aldığına yoğunlaşacaktır. Kur'an içinde cinlerle ilgili ayetler okunduğunda, Mekke'lilerin bu konudaki inançlarına öncelikle vurgu yapıldığı anlaşılacak, ayetlerin tarihsel bağlamı doğru anlaşıldıktan sonra, bizler için nasıl mesajlar ihtiva etmiş olabileceği daha net anlaşılabilecektir.

Cin ve Ahkaf surelerinde cinlerin konuşturulması ile ilgili ayetler, onların ontolojik varlıkları açısından değil, Mekkeli'lerin sahip oldukları şirk inançlarının kutsal olarak bildikleri isimler üzerinden ret edilmesi olarak okunmasu gerektiğini burada hatırlatmak isteriz.

Bunlardan sonra Cin adı ile bilinen, ve belirli kulluk vazifeleri ile sorumlu bir varlık gurubunun olup olmadığı sorusunun cevabı verilebilir. Biz her ne kadar Kur'an'ın cin konusu ile ilgili ayetlerinin, onların varlığı veya yokluğu tartışmasından ziyade, nuzül dönemi insanlarının sahip olduğu bilgi birikimini dikkate aldığını söylesek bile, cin var mı yok mu sorusu yine sorulacaktır.

Bizim kanaatimiz şu dur ki, dünya yüzünde insan haricinde yaratılmış, ve Cin adı ile bildiğimiz herhangi bir varlık türü yoktur. Allah (c.c) sadece İnsan olarak bildiğimiz bir varlık türünü dünya yüzüne yerleştirmiş, ve sadece ona bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Bu iddiayı ortaya attıktan sonra, Kur'an içinde cinlerle ilgili geçen ayetlerde haklı olarak, onların yaratılmış olduklarını bildiren ayetler gündeme gelecek, ve bu konuda ne söyleyeceğimiz merak konusu olacaktır.

Kur'an'ın bir konuda muhataplarını bilgilendirmekte kullandığı anlatım üsluplarından bir tanesi, onların mevcut algılarını dikkate almasıdır. Bugün okuduğumuz Kur'an'da cinler ile ilgili ayetleri anlamanın yolu bu durumun dikkate alınmasından geçmektedir.

Allah (c.c) Kur'an'da cinler ile ilgili ayetlerde, Mekke toplumunun cinler hakkındaki bilgi birikimini dikkate almıştır. Şayet Kur'an, "Sizin bildiğiniz anlamda cin diye bir şey yok yalan ve düzmece şeylere inanmayın" mealindeki ayetler ile Mekke'lilere hitap etmiş olsaydı, onların cinler vasıtası ile göklerden haber alma inançlarının da yanlış olduğunu söylemiş olacak, bu şekildeki bir söylem ise, Kur'an'ın nazil olma olgusunu da Mekke'lilerin anlamamasına ve daha geniş bir kesimin vahyi inkar etmesine neden olacaktı.

Cinlerin yaratılmış olması ile ilgili ayetlerin mevcut olan algının üzerinden onların insanları şirke düşürmek sureti ile cehennem ehli olmalarına sebep oldukları hatırlatması olarak okumaya çalıştığımızda herhangi bir problem de kalmayacaktır. Zımnen onlara, "Sizin bana ortak koştuğunuz bu cinler sizi cehenneme sürüklemekten başka bir işe yaramaz" denilmektedir.

Konuya sanki cinlerin varlığına iman şartı varmış gibi bakılmasından ötürü, bir takım anlaşmazlıklar çıkmakta, cin diye bir şeyin olmadığını iddia edenler sert tepkiler ile karşılaşarak, "Sen nasıl cinleri inkar edersin" şeklinde sözler muhatap olmaktadır. Cin konusu Kur'an içinde iman konusu olarak bizlere anlatılan bir konu değil, mevcut ortamdaki insanların Kur'an'a karşı olan inkarcı tutumlarının sebeplerinden birisi olarak bizlere sunulmaktadır.

Mekke'lilerin cinlerden haber alma inançları, Kur'an'ın insanlara nasıl ulaştığının da onlar tarafından daha kolay anlaşılmasına, bu konuda onların herhangi bir itirazda bulunmamalarını beraberinde getirmiştir. Mekke'li müşriklerin vahyi inkar ederken kullandıkları söyleme dikkat ettiğimizde, vahyin inzal olgusunu değil, vahyin muhteviyatında olan kendilerine dair olan emirleri inkar ettikleri görülecektir. Çünkü onlar bazı kimselerin gökten haber aldıklarını bilmekte idiler, işlerine gelmeyen şey, onlara gelen haberin mahiyetindeki şirk batağından kurtulmalarına vesile olacak bilgilerdi.

Ayrıca insanların zihinlerinde cin diye bir varlık olmadığı fikrinin yerleşmesi, onların cinlerle ilgili korkularını yenmesine, şarlatan din tacirlerinin bu yoldan maddi ve manevi kazanç sağlamalarının yolunu da kapacaktır. Bugün din üzerinden yapılan ticarete baktığımızda büyük bir kısmının insanlara musallat olduğu ileri sürülen cinlerin onlardan çıkarılması, veya cin musallat olmaması için bir takım alet edevat satışlarının olduğu herkesçe malumdur. Cinci Hoca olarak bilinen insanların tv ekranlarında cin kovalama seansları yaparak, cin mektubu, bu mektupların yazılı olduğu şalların ellerinde kalarak satılmamasının yegane yolu, insanların kafasından bu korkuyu silmek olacaktır. Bu korkunun silinmesinin tek yolu ise, cin diye kendisinden korkulacak bir varlığın olmadığı inancının insanlarda yerleşmesidir.


                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


31 Aralık 2017 Pazar

Hac s. 75. Ayeti: Allah'ın Meleklerden ve İnsanlardan Elçiler Seçmesi

Allah (c.c) Hac s. 75. ayetinde bizlere, insanlardan ve meleklerden elçiler seçtiğini beyan etmektedir. Kur'an2ın bir çok yerinde geçen bu Beşer Elçi ve Melek Elçi deyimleri, vahyin anlaşılmasında anahtar konuma sahip olan deyimlerdendir. Bu deyimlerdeki ortak kelime olan Elçi kelimesinin anlaşılması öncelikli bir konuma sahip olup, bu kelimenin anlaşılması ise, Kur'an'ın ilk nazil olduğu toplumun inanç, düşünce ve bilgi arka planı ile yakından alakalıdır.

Melek kelimesinin ne anlama geldiği üzerinde yapılan bazı anlama faaliyetlerinin, bu kelimenin nüzul döneminde yaşayan Arap toplumunun bilgi arka planını dikkate almadan yapılıyor, veya gaybi alana dahil olan bir bilgi olmaktan çıkarılmaya çalışılıyor olması, bu kelimenin üzerinde sadece Melek var mı yok mu şeklinde yapılan tartışmalara, veya meleklerin tabiat güçleri olduğu iddialarla kısır bir döngü içine girmiş olması, bu kelimenin doğru anlaşılmasının önünde bir engel olarak durmaktadır.

Elçi kelimesinin anlaşılmasında, Allah (c.c) nin kendisine bizlere tanıtmakta kullandığı anlatım yönteminin önemi göz ardı edilemez. Allah (c.c) kendisi gibi gaybi alana dair olan bilgileri bizlere, bizim duyu organlarımız ile algıladığımız alana dair bilgilere benzeterek anlatmakta, bu anlatıma ise, Teşbihi anlatım denilmektedir.

Allah'ın bizlere Kur'an'da kendisini tanıtması, herkesin bildiği bir kelime olan Hükümdar kelimesinin anlam alanı dahilindedir. Hükümdar olarak bildiğimiz kişilerin, malum olduğu üzere sahip oldukları toprakları, bu topraklar üzerinde yaşayan tebası bulunmaktadır. Hükümdarlar herkesin malumu olduğu üzere tebasına veya herhangi bir hükümdara iletmek istedikleri buyruklarını kendileri değil elçileri ile iletirler.

Kendisini El Melik olarak tanıtan Allah (c.c) her şeyin maliki olup, yaratmış olduğu dünya üzerinde yaşayan bütün insanlar onun mülk alanında yaşadıkları için onun kurallarına ve buyruklarına uymak zorundadırlar. Mülkünde yaşayan insanların hangi kurallara göre yaşaması gerektiğini bildirmek için elçi kullanan Allah (c.c), bu kuralları yeryüzünde yaşayan varlık için olan insanlar içinden seçtiği elçiler ile iletmektedir. İnsanlardan seçtiği elçilere kurallarını bildirmek için Vahiy olarak bildiğimiz iletim yöntemini seçen Allah (c.c), bu elçilere yine başka elçilerle,  Melek Elçi olarak haber verdiği elçiler vasıtası ile vahyetmektedir.

Allah (c.c) nin beşer elçilere melek elçi ile vahyetmesini anlamak için, nuzül dönemi Arap düşüncesinin bu konudaki arka planını bilmenin önemi büyüktür. Arap cahiliyesinde Şair, Kahin, Arraf olarak bilinen bazı insanların, cinlerden haber aldıklarına, cinlerin ise bu haberleri göklerden çaldıklarına inanırlardı. Yani Arap cahiliyesinin arka plan inancında bazı insanların göklerden haber aldıklarına dair bir inanç bulunmaktaydı.

[072.008]  «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.»
[072.009]  «Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor.»

Bazı insanların gökten haber aldıklarına dair bilgiye sahip olan Araplara, Muhammed (a.s) böyle bir iddia ile geldiğinde ona karşı olanlar, onun gökten aldığını iddia ettiği bilginin kaynağını diğer insanların aldıklarını iddia ettikleri bilgi kaynağı zannederek, ona  Mecnun  (cinlenmiş) yaftası takmışlar, onun aldığını iddia ettiği haberin kaynağının cinler olduğu zannına kapılmışlardır.

İşte meleklerden elçi seçilmesinin, Muhammed (a.s) a yakıştırılan mecnunluk iddiasına karşı getirilen bir reddiye olarak değerlendirilmesi, bizi bu konuda daha doğru yaklaşımlara sevk edecektir.

Kur'an içinde sıkça geçen Melek ve Şeytan kelimelerini, ontolojik mahiyetlerinin olup olmadığı açısından değil de, bu kelimelerin ilk duyulduğunda insan zihninde oluşan anlamları bakımından anlamaya çalışmak, kanaatimizce daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

[012.031] Vaktâ ki, onların gizledikleri dedikodularını işitti, onlara (bir davetci) gönderdi ve onlar için çakı ile kesilecek bir taam sofrası hazırladı. Ve onlardan her birine bir bıçak verdi. Ve (Ey Yusuf!), «Onların karşılarına çık!» dedi. Vaktâ ki O'nu gördüler, O'nu pek büyüttüler ve kendi ellerini kesiverdiler ve dediler ki: «Allah Teâlâ'yı tenzih ederiz, bu bir insan değil, bu ancak bir kerîm melektir.»

[037.062-5]  «Şimdi iyi düşünün.» buyurur Yüce Allah, «Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık. O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!»

Yusuf s. 31. ayetinde Yusuf'u gören kadınların, onu melek olarak tavsif etmeleri, o kadınların melekleri görerek söyledikleri bir söz değil, melek denildiğinde insanın zihninde ilk olarak canlanan iyilik ve güzellik kavramları nedeni iledir. 


Saffat s. ayetlerinde ise, cehennem ehline yiyecek olarak sunulan zakkum tarif edilirken, tomurcuklarının şeytanların başı olarak tavsif edilmesi, şeytan denildiğinde insan zihninde ilk olarak canlanan çirkinlik ve kötülük kavramları nedeni iledir. 

[026.210-212] Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmiş değildir, Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Çünkü onlar, (vahyedileni) işitmekten kesin olarak uzak tutulmuşlardır.

Geleneksel anlayıştaki melek inancının, onların nurdan yaratılmış varlıklar olduğu şeklindeki anlayışına karşılık, bu anlayışa karşı geliştirilen modernist anlayış ise, onların gözle görülen varlıklar oldukları gibi yaklaşımları beraberinde getirmiştir. Halbuki Kur'an'a baktığımızda her iki yaklaşımı destekleyecek bilgiler maalesef bulunmamaktadır. Yapılan tartışmaların meleklerin varlığı yokluğu etrafında gelişmesi, bu konunun Kur'an perspektifinden bakılmadığını bir göstergesidir.

İman esaslarından olan Meleklere iman meselesi, yine Allah'a, resullere ve kitaplara iman ile iç içe olan ve hepsi birlikte düşünülerek anlaşılacak bir meseledir. Allah'ın beşer resul ile kitap göndermesi, ve bu kitabı melek elçi ile göndermiş olması, meleklere imanın ne anlama gelebileceği yönünde, bizleri bilgi sahibi kılacaktır.

Sonuç olarak; Melek denildiği zaman bu kelimenin insan zihninde oluşan ilk anlamının iyilik ve güzellikleri çağrıştırması, gökten haber alınmasına dair bilgileri olan Arap cahiliyesinin bu inanç yapısının dikkate alınması, Kur'an'ın melek aracılığı ile gökten indirilmesi ile ilgili olan ayetlerin anlaşılmasını sağlayacaktır. Meleklerin varlığı yokluğu üzerinde tartışmalar yaparak havanda su dövmek yerine, Allah (c.c) nin Kur'anı neden melek elçi aracılığı ile indirmiş olduğunu anlamaya çalışmak daha sağlıklı olacaktır. 

Bu anlama çalışmasında ise, Arap cahiliyesinin cin, melek, şeytan gibi kavramlar hakkındaki nuzül dönemi bilgi arka planının bilinmesi hayati öneme sahiptir. Bu bilgi dikkate alınarak ilgili ayetler okunduğunda ise, melek hakkında bir takım ön yargılarını Kur'an'a onaylattırmak isteyen bir kısım Kur'an meali hazırlayıcısının da, bu konudaki hataları daha net ortaya çıkacaktır.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

9 Eylül 2017 Cumartesi

Cin s. 18- 20. Ayetleri: Yalnız Allah'a Dua Edenlerin Üzerine Üşüşen Müslümanlar

Tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitaplar ile, yarattığı kullarının sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmelerini isteyen Allah (c.c), bunun tersi bir yaşamı ŞİRK olarak nitelemekte, hayatlarını şirk temeli üzerine kuran kişi ve toplumların, dünya ve ahirette uğrayacakları akıbeti haber vererek, bundan sakınılmasını emretmektedir. Son elçi ile gönderilen son kitap olan Kur'an içinde pek çok ayet, şirk kavramının kişi ve toplum hayatında nasıl gerçekleştiğini bizlere haber vermekte, önceki nesillerin şirk temelli bir hayat sürmelerinin onlara neye mal olduğunu, yaşanmış kıssalar yolu ile bizlere anlatarak bu olaylardan ibret almamızı istemektedir.

Allah (c.c) nin yetki alanına giren konularda, ondan başkalarına yetki tanımak anlamına giren ŞİRK'in, Cin s. 18-19-20.  ayetlerinde insan hayatında nasıl pratiğe yansıdığı gösterilerek, bundan sakınılması emredilmiştir. Ne yazıktır ki şirk Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında değişmeye başlayan ithal din algıları ile biz Müslümanların hayatına özellikle tasavvuf ile yeniden girmiş, bu ekolün şirk içeren dini öğretileri bir çok Müslüman tarafından içselleştirilmiş, şirk içeren bu öğretiler öyle içselleştirilmiştir ki, Allah'ı birlemenin esaslarından biri olan yalnız Allah'a dua edilmesinin gerektiğini düşünmek ve dile getirmek, bu düşünceyi savunan bazı kimseler tarafından sert tepkilere dahi neden olmaktadır.

Yazımızda Cin s, 18-19-20. ayetlerini ele alarak, bu ayetlerdeki durumun biz Müslümanların hayatındaki yansımalarına dikkat çekmeye çalışacağız.

[072.018] Ve hakıkat mescidler hep Allah içindir, o halde Allahın yanında başka birine duâ etmeyin.
[072.019]  Ve filhakıka o Allahın kulu kalkmış ona duâ ederken üzerine keçeleneyazdılar.
[072.020]  De ki ben ancak rabbıma duâ ederim ve ona hiç bir şerik koşmam.
                                                                                                                           (Elmalılı Hamdi Yazır meali) 

Bu ayetler ilk indiği zaman, ayet içindeki şirk içeren davranışlar, Mekke müşrikleri tarafından işlenmekte, Allah (c.c) ise elçisi vasıtası ile onları bu davranışlarından vazgeçmeye çağırmakta idi. Ancak ayetin tarihsel bağlamındaki yapılan yanlışların o zamanda yaşamış olan Mekke'li müşrikler tarafından yapılmasına karşın aynı yanlışların, kendilerini Müslüman olarak niteleyen bazı kimseler tarafından günümüzde de işlenmekte olması, bu ayetlerin yeniden hatırlanması ve bize dair nasıl bir mesaj vermiş olabileceğinin yeniden düşünülmesi gereğini doğurmuştur.

[072.018] Ve hakıkat mescidler hep Allah içindir, o halde Allahın yanında başka birine duâ etmeyin.

18. ayette geçen El Mesacide (Mescitler) kelimesi, Se-ce-de kelimesinden türemiş bir kelime olup, öne eğilme, aşağıya bükülme, kendini alçaltma, kibrini ve gururunu kırma anlamındadır. Terim olarak kişinin İlah ve Rab olarak tanıdığına karşı yaptığı saygı gösterisi anlamına gelen kelime, Cin s. 18. ayette ismi mekan sigasında kullanılmaktadır.

Mescit kelimesini ilk işittiğimiz zaman zihnimizde namaz kılmak için imar edilmiş binalar canlanmaktadır. Kelime bu anlamı karşılamakla birlikte, daha geniş bir anlam alanına sahiptir. Bildiğimiz anlamda mescit kelimesi belirli zamanlarda kılınan namazlar için kullanılmasına karşın, namaz harici zamanlarda da kulun yaşamının her anında Allah'a secde halinde olması gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Öncelikle mescitlerde Allah'tan başkasına dua etmenin dar anlamı diyebileceğimiz, dualarımızda Allah dışındaki kişileri onunla birlikte anmanın bizim hayatımızdaki yansımalarını, sonra da secde etmenin hayat içinde nasıl bir anlama sahip olması gerektiğini görmeye çalışalım.

İslam coğrafyasında hangi mescide giderseniz gidin, o mescitlerde gözümüze ilk çarpacak olan şey, Arap harfleri yazılmış olan 4 halifenin, cennetle müjdelenen !! sahabelerin isimleri, yan yana yazılmış Allah ve Muhammed yazılarıdır. Bu iki ismin yan yana yazılmış olması belki bir çok Müslüman için gayet normal olarak karşılanabilir, fakat İslam düşüncesindeki aşırı yüceltmeci peygamber algısını dikkate aldığımızda, yan yana yazılan bu iki ismin, Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) eşdeğer tutulması gibi bir düşüncenin ürünü olduğu görülecektir. Yanlışlıkla bir kimse böyle bir uygulamanın yanlış olduğunu iddia etse, cemaatin sert tepkisi ile karşılaşarak, o kimsenin mescitten sağlam bir vaziyette çıkması çok zordur.

İslam kültüründe hakim olan aşırı yüceltmeci peygamber anlayışı Müslümanların büyük çoğunluğunda öyle kemikleşmiş bir hale gelmiştir ki, Allah (c.c) den önce onun ismi anılmakta, elçinin ismi onu gönderenden daha fazla gündemde kalmaktadır. Bu durum peygamber sevgisi olarak görülmekte, onun konumunu Kur'an'ın belirlemesini istemek ise, peygamber düşmanlığı olarak görülmektedir.

Ayrıca tasavvuf kültüründe hakim olan kişi merkezli din algısında, yüce ve ulu olarak bilinen bazı kişilerin, Allah'ın yapacağı işleri üstlenme gücüne sahip olduğu iddia edilmekte, darda kalan bazı kimselerin Yetişşşşş yaaaaa .......... diye seslendiklerinde, onlara yardım etmeye güçlerinin yeteceği iddia edilmektedir. Tasavvuf kültüründe hakim olan bu inanç Allah ile birlikte başka birine dua etmek yani çağırmak anlamına gelmekte, bu inancın İslam literatüründeki karşılığı ise ŞİRKtir. Fakat bu inanç tasavvuf kültüründe öyle bir yerleşmiştir ki, böyle bir inanca sahip olmayanlar büyük bir gaflet içinde görülerek sapık ilan edilmektedir.

[072.019]  Ve filhakıka o Allahın kulu kalkmış ona duâ ederken üzerine keçeleneyazdılar.

Dün Mekke müşriklerinin bu inancını ret eden eylem ve söylem içinde bulunan Muhammed (a.s) ın karşılaştığı muamelenin bir benzeri, bugün Allah ile birlikte başkalarına dua edenler tarafından yerine getirilmekte, yalnız Allah'a dua edilmesi, onun yanına ortak olarak elçisi de olsa başka isimlere yer verilmemesi gerektiğini düşünen ve söyleyen kimselere uygulanmaktadır. Allah ile birlikte başka isimleri anmayı dinlerinin amentüsü haline getiren bu insanlar,  Allah yalnız olarak anıldığı zaman tüyleri diken olmakta, kendilerine itiraz eden kimseleri ise peygambere düşman olmakla suçlamaktadırlar.

[072.020]  De ki ben ancak rabbıma duâ ederim ve ona hiç bir şerik koşmam.

Secde kelimesinin en geniş anlamda, Allah'ın yarattığı bütün varlıkların onun kendileri için koyduğu ölçüler dahilinde yaşamlarını sürdürmesi anlamına geldiğini düşündüğümüzde, Mescit kelimesinin anlamı da sadece namaz kılmak için yapılmış binaları da içine alan bir anlamı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olacaktır.

Mescitlerin Allah için olması demek, secdenin sadece ona olması demektir. Kulun secde halinin sadece belirli vakitlerde kıldığı namaz ile sınırlı değil, yaşamının her anını kapsaması gerekmektedir. Kul, yaşamının her anında Allah merkezli bir yaşam sürecek, yaptıklarını ve yapacaklarını Allah'ın nasıl değerlendireceği düşüncesi üzerine kurulu bir hayat sürmesi gerektiğini bilecektir. Bu anlamda sadece üzeri çatılı binalar mescit olarak değil, üzeri yıldızlarla kaplı olan yeryüzünün her tarafı mescit hükmünde olacaktır.

Allah (c.c) yarattığı kullarını başıboş bırakmamış, onların yaşamlarını nasıl ve ne şekilde sürdürmeleri gerektiğine dair bilgileri elçileri ve kitapları ile bildirmiştir. Elçi ve kitaplar ile bildirilen kuralları yaşamlarında pratize edenler, secde etmenin sadece Allah'a ait olmasının anlamını yerine getirmiş olacaklardır. Bugün Müslümanların hayatında secde etmenin anlamı sadece namaza indirgenmiş, namaz harici zamanlarda da sadece Allah'a secde edilmesi gerektiği unutulmuş, secde edilecek başka merciler ihdas edilmiştir. 

Kıldığı namaz içinde okunan faizin, içkinin, zinanın haram olduğuna, Kur'an'ın insan yaşamını yönlendirmesi gerektiğine dair ayetleri dinleyen, fakat namazdan sonra içkiyi, faizi, zinayı helal görebilen bir yaşam süren, veya bu haramları helal sayan sistemleri benimseyebilen bir Müslüman, secdenin Allah'a ait olmasını hayatında tam olarak ikame etmiş olmayacaktır.

Bir çok ayetinde kullarına dini sadece Allah'a has kılmalarını emreden Allah (c.c), bu emrin yaşam içinde nasıl gerçekleşeceğini öğreten elçiler göndermiştir. Din dediğimiz şey sadece mistik bir yaşam ve belirli zamanlarda icra edilen ritüellerle sınırlı değildir. Din, bir yaşam biçimi olup, yaşam biçimi önerme hakkına sahip olan tek merci o insanları yaratandır.


Elçileri ve onlar vasıtası ile gönderdiği kitaplarda bizim için benimsediği dinin adının İslam olduğunu bildiren Allah (c.c) başka dinlere tabi olmayı şirk olarak beyan ederek, bu fiili işleyen kişi toplumları ebedi cehennem ile tehdit etmektedir. Son elçi Muhammed (a.s) muhataplarına şirke düşmeden nasıl bir yaşam sürüleceğini öğretmesine rağmen, ona iman ettiğini iddia eden bir kısım Müslüman şirki bir yaşam biçimi haline dönüştürmüş, dönüştürmekle kalmamış bu inancı dinin bir gereği haline getirmiştir.

Bugün halkı Müslüman olan ülkelerin yönetim sistemlerine baktığımızda, sistemlerin temelinde Allah'ı değil, onun dışındakileri merkeze alan bir yönetim şekli olduğunu görebiliriz. Mescitlerde secdelerini Allah'a yapan Müslümanlar, mescit dışındaki sosyal, ekonomik ve siyasal hayatlarında maalesef Allah dışındakilere secde etmektedir. 

Şirk kavramının sadece taştan tahtadan putlara tapmakla sınırlı olduğunu zannederek, yaşamları içindeki şirk göremeyen birçok Müslüman, ne acıdır ki şirk bataklığı içinde debelenmekte, içinde bulundukları bu şirkin farkında bile değillerdir. Kur'an içindeki bu konudaki ayetlerin muhataplarının geçmişte kalmış Mekke müşrikleri olduğunu zannederek okumaları, bir çok Müslümanın bu konuda yanılgı içine  düşmesine sebep olmaktadır. 

Sonuç olarak; Şirki hayattan çıkarmak için gönderilen elçilerin sonuncusu olan Muhammed (a.s) ın ümmeti olmakla övünen bir çok Müslüman maalesef, şirki hayat sistemi haline getirmiş, ve hallerinden memnun bir vaziyette yaşamaktadır. Allah'ın yetki alanını onun dışındakilere hasretmek anlamına gelen şirk, Müslümanların hayatlarına yeniden girmiş, başta Muhammed (a.s) olmak üzere, dini alanda yüce ve ulu olarak bilinen bazı kimseler Allah (c.c) ile yetki paylaştırılır bir hale getirilmiş, yönetim alanında ise, Allah'ın haram kıldıklarını helal sayan yönetim şekilleri Müslüman toplumların tercihleri olmuştur. 

Dün Mekke'de Allah'ı birleyen bir inancı ret edenlerin elçiye uyguladıkları zulmün bir benzeri, bugün kendilerini Müslüman olarak gören fakat sahip oldukları düşünce İslam olmayan bazı kimseler tarafından Allah ile birlikte yanına herhangi bir isim, düşünce, ideoloji konulmaması gerektiğini savunanlara uygulanmaktadır.

Amacımız kimseyi müşrik olarak yaftalamak değil, içinde bulunduğu şirk batağının farkında olmayan bir yaşam sürenlerin zihinlerinde bir farkındalık oluşturmaya çalışmaktır. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.