30 Ocak 2024 Salı

İsra s. 1. Ayeti Mekke'den Kudüs'e Bir Yolculuğu mu Yoksa Mekke'den Medine'ye Yapılan Hicreti Anlatmaktadır?

Yazımıza verdiğimiz başlığın, çoğu kimsede merak ve kuşku uyandıracağını en baştan tahmin etmekteyiz. Çünkü İsra s. 1. ayeti denildiği zaman, bir çok kimsenin aklına ilk gelen şey, miraca dair en ufak bir delil bulunmamasına, hatta başka ayetlerde (isras.93) miraç isteğinin müşriklerden gelen bir istek  olduğunun beyan edilmiş olmasına rağmen,  Muhammed (a.s.) ın bir gece Mekke'den Kudüs'e, oradan da semaya yükselmesinin adına kandiller düzenlenmiş miracın anlatıldığı ayet akla gelmektedir. Biz bu yazımızda, miraç konusu ile ilgili herhangi bir bahiste bulunmayacağız. Bu yalan ve iftira hakkında daha önce bir kaç yazımız bulunmakta olup, blogumuzda bunlar mevcuttur dileyenler oradan okuyabilir.

İsra s. 1. ayeti ile ilgili olarak tefsir, hadis veya yakın zamanda yazılan eserlerde bulunan bilgileri kısaca sıralayacak olursak, 1- Mekke'den Kudüs oradan semaya yani miraca çıkış, 2- Mekke'den Kudüs'e gidiş, 3- Mekke'den Cirane vadisindeki mescide gidiş, 4- Mekke'den semada bulunduğu iddia edilen Beyt-i Mamur'a çıkış olarak sayabiliriz.

Biz, bu bilgilerin hiç birisine katılmadığımızı, İsra s. 1. ayetinin Mekke'den Medine'ye yapılan hicret ile olduğunu düşündüğümüzü en baştan söyleyerek, yazımızda bu iddiamızı dayandırdığımız temeli sizlerle paylaşmaya çalışacağız. 

Miraç yalanlarına inanmayan, Kur'an merkezli düşünenlerin çoğunluğu bile, bu ayetin Mekke'den Kudüs'e yapılan mucizevi bir yolculuğu anlattığı konusunda hemfikirdir.

سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Bu ayette öncelikle "İsra" kelimesinin anlamını ve bu ayetin geçtiği ayetleri anlamak gerekmektedir.

İsra kelimesi sözlükte, "Gece yapılan yürüyüş" anlamına gelmektedir. Bu yürüyüşü ifade eden kelimenin geçtiği ayet mealleri şöyledir;

---Hud s. 81- (Elçiler) dediler ki: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana ilişemeyecekler. Gecenin bir vaktinde ailenle birlikte yürü ve sizden kimse geriye dönüp bakmasın. Ancak hanımın hariç. Onların başına gelen onun başına da gelecektir. Onlara vaadedilen (azabın) gelme vakti sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?"

---Hicr s. 65 - Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.

---Taha s. 77-Andolsun ki biz Musa'ya, kullarımla geceleyin yola çık, onlara denizde kuru bir yol aç, düşmanların yetişmelerinden ve denizde boğulmaktan da korkma diye vahyetmiştik.

---Şuara s. 52- Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz takib edileceksiniz" diye vahyettik.

---Duhan s. 23- "O halde kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz takib edileceksiniz.

İsra s. 1. ayetinde Allah (c.c.), kulunu bir gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüğünü beyan etmektedir.  Yani olayın göğe doğru dikey bir çıkışı anlatmadığı ayan beyan ortadadır. Ayet içinde geçen "Kulunu" ifadesi ile kast edilen kulun Muhammed (a.s.) değil, Musa (a.s) olduğu yönünde iddiaların serdedildiği malumdur. Fakat biz bu iddiaya kesinlikle katılmıyoruz, bunun nedeni ise yazımızın ilerleyen bölümlerinde zaten anlaşılacaktır.

Bu iddiada bulunanların delilleri 2. ayetin başında bulunan "Vav" edatının bağlaç görevi gördüğü, dolayısı ile bu edatın, bir önceki ayet ile ilgili bulunduğu, 1. ayette bulunan "biabdihi" ifadesi ile kast edilen kişinin Musa (a.s.) olduğudur. Ancak bu edatın sadece bağlaç görevi olduğunu iddia edenler yanılgı içindedirler. Bu edatın işlevlerinden birisi de cümle başı olduğunu hatırlatması, yani kendinden önceki cümle ile bir alakası olmadığını bildirmesidir.

Ayet içinde geçen "Mescidi Haram" ifadesinin, Kabe'yi de içine alan bir bölgenin adı olduğu üzerinde herkesin ittifak ettiği malumdur. Konu "Mescidi Aksa" ile nerenin kast edildiği yönündedir. Biz burası ile ilgili farklı görüşler olduğunu yukarıda kısaca söylemiştik. Yazımızın amacı farklı görüşleri eleştirmek olmadığı için, biz kendi iddiamızı temellendirmeye çalışmaya devam edelim.

Mescidi Aksa'nın neresi olduğunu veya bu ifade ile kast edilenenin ne olduğunu anlayabilmek için, İsra suresinin devam eden ayetlerine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Çünkü Mescidi aksa denildiği zaman hemen hemen herkesin aklına bugün Kudüs'te o isim ile bilinen yer akla gelmektedir. Ancak bu ayetin nazil olduğu zamanda Kudüs'te bulunan kutsal mabedin, bilinen böyle bir ismi kesinlikle yoktu.

Kudüs'te Yahudilerin kutsal kabul ettikleri bir mabed bulunuyor ve bunun ismi "Süleyman Mabedi" olarak biliniyordu. Bu nokta hatırdan çıkarılmamalıdır. Kudus'e Müslümanlar tarafından yapılan mescidin Ömer'in orayı fethetmesinden sonra yapıldığı tarihen sabittir. 

İsra suresinin ilerleyen ayetlerinin mealleri şu şekildedir:

2. Biz Mûsâ'ya kitap verdik ve onu, İsrailoğullarına "Benden başkasını Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine girmeyin" diye, doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.

3. Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli!Yalnız Bana güvenip, dayanın, Bana şükredin! Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.

4. Biz İsrailoğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: "Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz"

5. Onlardan birincisinin vâdesi gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.

6. Sonra o istilacılara karşı size galibiyet ve zafer verdik, servet ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı daha da çoğalttık.

7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın vâdesi gelince, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza yine düşmanlarınızı musallat ederiz.

8. Olur ki tövbe edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder. Eğer tekrar bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza vermeye döneriz. Zaten cehennemi kâfirlere zindan kılmışız.

 İsra s. 1. ayetinden sonra, 2. ayette Musa (a.s) a geçilmesi ve devamında İsrailoğullarına hitap edilmesi, bu ayetlerin büyük ihtimalle Mekke'de inen son ayetler olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Mekke'li müşriklerin baskıları sonunda artık bu bölgeyi terk etmenin şart olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu aynı surenin ortalarındaki (76. ayet) ayetlerden anlamak mümkündür. 

Allah (c.c) elçisine, artık bu şehri terk etmesi gerektiğini, kitap ve elçi ile muhatap olmuş olan bir topluluğun ikamet ettiği başka bir şehre hicret etmesi gerektiğini bildirmektedir. Bu şehir MEDİNE'den başka bir şehir değildir. Surenin ilerleyen ayetleri elçiye hicret edeceği şehirde karşılaşacağı toplum hakkında hem ön bilgi vermekte, hem de o şehirdeki İsrailoğulları topluluğuna, gelecek olan elçiye karşı yanlış yaptıklarında onlara geçmişi hatırlatmaktadır.

Muhammed (a.s.) Medine'ye hicret ettiği zaman, halkın önemli bir bölümünün İsrailoğulları'ndan  oluştuğu malumdur.  Bu durumu Medine'de inen ayetlerin çoğunun İsrailoğulları ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerden bahsetmesinden anlayabiliriz. Allah (c.c), bu toplumun da kitap ve elçi ile muhatap kılınmış olmalarından ötürü, Mekke'den gelen Muhammed (a.s.) ile aralarında ortak bir payda olduğunu onlara hatırlatmakta, Musa (a.s) ile devam eden kitap ve elçi silsilesinin bir ferdinin de, Kur'an ve Muhammed (a.s) olduğunu, gelen her kitabın mesajının aynı olduğunu, "dolayısıyla İsrailoğulları'nın da bu elçi ve kitaba inanmaları gerektiğini beyan etmektedir. 

"Nuh ile birlikte taşıdığımız kimselerin nesli" denilerek, o topraklarda yaşayan, fakat farklı topluluklara mensup olan insanların kökünün, Nuh (a.s.) a dayandığı hatırlatılarak, aralarındaki nesep bağına dikkat çekilmekte, aralarındaki ortak payda daha da genişletilerek, yakınlaşmanın sağlanması amaçlanmaktadır. (2. ve 3. ayetler)

Ancak, İsrailoğulları'nın bu yakınlaşmayı ret etmesi neticesinde başlarına neler gelebileceği ise, geçmişte yaptıkları yanlışlar ve bu yanlışlarınının onların başlarına nasıl feleketler getirdiği hatırlatılarak, ayaklarını denk almaları gerektiği, bildirilmektedir. (4.5.6.7.8. ayetler)

Konuyu Muhammed (a.s.) açısından değerlendirdiğimizde ise karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır; Mekke'de kendisine düşmanlık eden, inanmalarından artık ümidini kesmiş müşrik bir toplumu terk ederek elçi ve kitaba inandıklarını söyleyen yeni bir topluluk ile tanışmıştır. Allah (c.c), 4. ve 8. ayetler arasında hem İsrailoğullarına mesaj vermekte, hem de Muhammed (a.s) ın Medine'de muhatap olduğu toplumun nasıl bir karaktere sahip olduğunu haber vererek ona göre hazırlık yapması sağlamaktadır.

7. ayette dikkatimizi çekmesi gereken bir kelime "Mescid" kelimesidir. Bu kelime  İsrailoğullarının ibadet mekanı anlamında kullanılmaktadır. Bu kelimenin Kur'an'da sadece Müslümanların ibadet mekanı anlamında kullanılmadığının, burada önemli bir husustur. İbadet mekanları tarih boyunca insanlar tarafından kutsal olarak kabul edilmiştir. Her toplumun kendi aidiyetini ifade ettiği, onun etrafında toplandığı ve birlikteliğini sağladığı bir kutsal mekanı mutlaka bulunmaktadır. 

Nuzül dönemi çerçevesinde düşündüğümüzde Arap toplumu için Kabe, bu işlevi taşıyan bir fonksiyona sahipti. Mescidi Haram,  Kabe ve Mekke'nin içinde bulunduğu bölgenin adıdır. Kudüs ise İsrailoğulları için kutsal bir bölge olup, orada da onlar için kutsal sayılan ve adına "Süleyman Mabedi" dedikleri, İsra suresi 7. ayetinde ismi "Mescid" olarak anılan bir ibadet mekanı bulunmaktaydı. 

İsra kelimesinin "Gece Yürüyüşü" anlamından hareketle, Muhammed (a.s.) bir gece evinden çıkıp Mekke'deki müşrik toplumu terk ederek başka bir yere hicret etmiştir. Bundan sonraki mesele Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yapıldığı söylenen bu yürüyüşün neden böyle ifade edilmiş olduğu,  Mekke'den Medine'ye yürüyüş olarak neden ifade edilmediğinin anlaşılması üzerinde olması gerekmektedir. Çünkü bu yazıyı okuyanların en fazla merak ettikleri, hatta etmeleri gereken nokta da burasıdır.

Bu nokta açıklığa kavuştuğu zaman, Muhammed (a.s.) ın Medine'de neden aylarca Kabe yerine Kudüs'e yönelmiş olduğunun sebebi de anlaşılacaktır. Kıble değişimi konusunda en fazla merak edilen hususlardan birisi de bu dur. Bakara suresi içinde geçen kıble değişimi ile ilgili ayetlerde kıblenin yeniden Kabe'ye çevrildiği anlatılırken, neden Kabe yerine Kudus'e yönelme emrinin Kur'an'da bulunmadığı sorusu kafaları kurcalamaktadır. 

Bunun cevabını "Ehli Hadis" fırkası, bu değişim için Kur'an dışında ayrı bir vahiy geldiği yönünde cevaplamış olmasına rağmen, Kur'an dışı vahiy diye birşey olmadığını bilenler için sorunun cevabı aranmaktadır. Biz bunun cevabını Kur'an dışına çıkmadan cevaplamaya çalışalım.

Allah (c.c) İsra s. ilk ayetlerinde kulunu hicret etmeye sevk ederken, hicret edeceği yerdeki toplum ile ilgili bilgi de vermektedir. Bu bilgi o toplumun ilahi vahye aşina olduğu, dolayısı ile müşriklere nazaran, her ne kadar geçmişte yaptıkları yanlışları hatırlatmış olsa da, inanmaya daha yatkın bir topluluk olabileceğini elçisine bildirmektedir.

Bu bilgilere istinaden Muhammed (a.s.), İsrailoğulları ile olan ortak paydayı dikkate alarak, Kudüs'e yönelmiştir. Yani Muhammed (a.s.) Kabe yerine Kudüs'e yönelmeyi Kur'an dışı vahiyle değil, İsra suresi ilk ayetleri ile almış, İsrailoğulları ile ortak paydaları olduğu mesajını onlara vermeye çalışarak inanmaya davet etmiştir. Her ne kadar ilerleyen zamanlarda İsrailoğullarının inanma konusunda müşriklerden aşağı kalmadıkları ortaya çıkarak, kıble yeniden Kabe olarak belirlenmiş olsa da, hicretin ilk aylarındaki durum bu şekilde idi. 

Biz İsra s. 1. ayetinin Mekke'den Medine'ye yapılan hicreti anlattığını iddia ederken, ayet içinde geçen "Mescidi Aksa" nin Medine'de olduğunu veya Medine'de Müslümanlar tarafından yapılmış bir mescid olduğunu asla iddia ediyor değiliz

Bizim iddiamız, Kudüs'te bulunan kutsal mabedin 7. ayet içinde "Mescid" olarak ifade edilmiş olduğu, bu mescidin ise Kudüs'te "Süleyman Mabedi" olarak yıkılmış harap halde bulunan bir yer olduğu, dolayısı ile uzaklığına istinaden böyle bir isimle isimlendirilmiş olduğudur. Bu isim, zaman içinde Kudüs'ün Müslümanlar tarafından alınmasından sonra oraya yapılan mescide isim olarak verilmiştir. Yani Muhammed (a.s) zamanında Kudüs'te "Mescidi Aksa" adıyla bilinen bir yapı mevcut değildi.

Sanırım şimdi İsra s. 1. ayetinde Allah (c.c) nin neden kulunu Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüğünü beyan ettiği biraz daha ortaya çıkmıştır. Yani Allah (c.c) insanlar tarafından o zaman kutsal olarak bilinen iki yapıdan biri olan Kabe'nin, müşrik kontrolunda olmasından dolayı, elçisini başka bir şehre hicret ettirmiş, bu şehirde ise İsrailoğullarının yöneldiği Kudüs'ü onlarla olan ortak payda nedeniyle, ikinci kutsal yer olarak bilinen yere yönelmesini sağlamak için böyle bir ifade kullanmıştır. 

Kabe ve Mekke'nin kutsallığı Kur'an ile belirlenmiş olsa da, Kudüs'ün kutsallığı konusunda Kur'an'da herhangi bir ifade bulunmadığını burada hatırlatmak isteriz. Kudüs'ün kutsallığı İsrailoğulları tarafından benimsenmiş olsa da, Allah (c.c) kulunun buraya yönelmesinde o zaman için herhangi bir beis görmemiştir. 

İsra s. 1. ayetinde geçen "Barekna havlehu" ifadesinin, yani Muhammed (a.s) ın hicret edeceği şehrin etrafının bereketli kılınmış olması ile neyin anlatılmak istendiğine kısaca şunu söyleyebiliriz. Musa ve Lut (a.s.) ların da hicret ettikten sonra vardıkları yerlerin "Barekna" olarak ifade edilmesi, Muhammed (a.s.) ın da hicret edeceği yerin Allah tarafından onaylı bir yer olduğunu göstermekte olduğunu söyleyebiliriz. (7. 137/ 21. 71) Allah (c.c) kuluna direk olarak "şu şehre hicret et" diye bir emir vermemekte, fakat hicret etmeye daha uygun olan yerin neresi olması gerektiğini 1. ayette beyan etmektedir. 

İsra hadisesinin Mekke'den Kudüs'e yapılan mucizevi bir yolculuk olduğunu düşünmek, İsra s. 59. , 93. ve diğer benzeri ayetlerdeki beyana ters düşmesi açısından da bir hayli sakıncalıdır. Bu noktadan hareketle yapılacak bir anlama faaliyetinde, İsra s. 1. ayeti ile verilen bilginin mucizevi bir yönünün olamayacağı dikkate alınır, sonrasında ise özellikle sure içine yayılmış olan ayetlerin hicret konusu ile alakası dikkate alınarak bir sonuca varılabilir.

Biz böyle bir iddia ortaya atmakla elbette "Bizim iddiamız tek doğrudur" şeklinde bir söz söylemek istemiyoruz. Bu noktanın dikkate alınarak öylelikle yazının okunması önemlidir. 

Olayı Kur'an bütnülüğünü dikkate alarak düşündüğümüzde ortaya şu sonuç çıkacaktır; Allah (c.c.) kulu Muhammed (a.s.) ı bir gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüm derken, bizim anlamamız gereken ilk nokta, bu yürütmenin mucizevi bir olay olamayacağı yönünde olmalıdır. İlk düğmeyi böyle iliklediğimiz zaman sonraki düğmeler zaten doğru iliklenecektir.

Sonrasında Bakara suresi içinde bulunan kıble değişimi ile ilgili ayetleri bu konu ile birbirine bağlamaya çalışarak, Muhammed (a.s.) Medine'de İsrailoğulları ile aralarındaki ortak paydaya istinaden onlarla aynı kıbleye yönelmiş olduğunu anlayabiliriz. Bu kıblenin de Kudüs şehri olduğu üzerinde herhangi bir ihtilaf yoktur. 

Şimdi İsra s. 1. ayetinde neden Medine değil de, Mescdi Aksa denildiği daha net ortaya çıkmaktadır. Allah (c.c) kuluna, İsrailoğullarının eksriyette olduğu Medine şehrine hicret etmesini beyan etmekte, bu şehirde ise onlarla olan ortak paydayı hatırlatmak için onların kıblesine yönelmesini bildirmektedir. Bu durum ise Medine'den uzakta olan mescide yani Kudüs'teki kutsal mabede şeklinde ifade edilmektedir. "Mescidi Aksa", Medine'de yaşayan  İsrailoğullarının Mekke'den gelen elçiye karşı içlerinde bir sıcaklık ve inanç bağı hissetmesini amaçlamak açısından kullanılan bir ifadedir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

                                

21 Ocak 2024 Pazar

MAİDE SURESİ MEALİ

1- Ey inanmış olanlar, bağlılıklarınızı eksiksiz olarak yerine getirin. Siz yasaklı iken avlanmayı helal saymamak şartı ile sizin üzerinize okunacaklar hariç, dört ayaklı hayvanlar size helâl kılındı. Şüphesiz ki Allah istediği kararı verir.

2- Ey inanmış olanlar, ne Allah'ın (kulluk) alametlerine, ne haram aya,  ne kurbanlık hediyelere, ne gerdanlık (takılmış kurbanlık)lara, ne de Rablerinden bir lütuf ve rıza arayarak Beyt-i Haram'a  gelenleri (hürmetsizliği) helal görmeyin. Yasaktan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Ve sizi Mescid-i Haram'dan engellediler diye, bir topluluğa olan kızgınlığınız, sakın sizi aşırılığa sürüklemesin. Erdemli olmak ve korunma bilinci üzerinde yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'tan korunun. Şüphesiz ki Allah cezası şiddetli olandır.

3- Leş ve kan ve domuzun eti ve Allah'tan başkasının adına kesilmiş ve boğulmuş ve vurulmuş ve yüksekten düşmüş ve boynuzla süsülmüş ve yırtıcı hayvan yemiş - ölmeden önce kesmişseniz hariç- ve dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal okları ile kısmet aramanız, sizin üzerinize haram kılındı. Bütün bunlar yoldan çıkmaktır. İnkarcılar bugün sizin dininizden ümit kesti. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim ve sizin üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'a razı oldum. Artık kim açlık sebebi ile darda kaldığında, günaha yeltenmeksizin (yerse) artık şüphesiz ki Allah bağışlayıcı merhamet edicidir.

4- Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki : Size temiz olanlar ve Allah'ın size öğrettiğinden öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için yakaladıkları helâl kılındı. Artık sizin için tuttuklarından, üzerine Allah'ın adını anarak yeyin ve Allah'tan korunun. Şüphesiz ki Allah hesabı çabuk görendir.

5- Bugün size temiz olanlar helal kılındı. Ve kitap verilmiş olanların yiyeceği size helal ve sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Ve inanan kadınlardan hür kadınlar ve sizden önce kitap verilmiş olanlardan hür kadınlar, iffetli, zinadan kaçınan ve gizli dost tutmamış olmanız şartıyla, ücretlerini verdiğinizde (size helaldir). Ve kim inanmayı inkar ederse,  artık onun yaptığı kesinlikle boşa gitmiştir. Ve o ahirette de zarara uğrayanlardandır.

6- Ey inanmış olanlar namaz için kalktığınız zaman yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklere kadar yıkayın. Ve başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı  mesh edin*. Ve eğer cünüpseniz artık iyice temizlenin. Ve eğer hasta veya sefer halinde veya sizden biri tuvaletten gelmiş veya kadınlara dokunmuşsunuz da (cinsel ilişki) su bulamamışsanız artık temiz toprağa yönelip, ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah sizin üzerinize sıkıntı istemiyor, ancak şükretmeniz için sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini yerine getirmek istiyor.

* Ayetin Arapça metninde geçen "Vemsehu biruusiküm ve ercüleküm" ibaresi her ne kadar ayakların yıkanmasına işaret ediyor olsa da, ibarenin olması gereken şekli "Vemsehu biruusiküm ve ercüliküm" şeklindeki okumadır. Bu okuma ise ayakların da mesh edilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

7- Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini ve onunla sizi bağladığı  "işittik ve itaat ettik" dediğiniz kayıtlanmış sözleşmenizi  hatırlayın. Ve Allah'tan korunun. Şüphesiz ki Allah göğüslerin özünü bilicidir.

8- Ey inanmış olanlar, Allah için adaleti ayakta tutan şahitler olunuz. Ve bir topluluğa olan kızgınlığınız sakın sizi  aşırılığa sürüklemesin. Adil olun, o korunma bilincine daha yakındır. Ve Allah'tan korunun. Şüphesiz ki Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

9- Allah, İnanmış ve doğruları işlemiş olanlara, onlar için bağışlanma ve büyük mükafat vaad etti.

10- Ve onlar ki inkar ettiler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar şiddetli ateşin arkadaşlarıdır. 

11- Ey inananlar, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir zamanlar bir topluluk size ellerini uzatmaya yeltenmişti de (Allah'ta) onların ellerini sizden çekmişti. Ve Allah'tan korunun. Ve inananlar Allah'a güvensin.

12- Ve and olsun ki İsrailoğulları'ndan kayıtlanmış sözleşme almış ve içlerinden oniki lider göndermiş ve Allah (onlara) şöyle demişti: Eğer üzerinize yüklenen kulluk görevini ayakta tutttuğunuz ve maddi ve manevi arınmayı yerine getirdiğiniz ve elçilerime inandığınız ve onlara sahip çıktığınız ve Allah'a güzel borç verdiğiniz takdirde, sizden kötülüklerinizi örter, altından nehirler akan cennetlere koyarım. Artık bundan sonra sizden kim inkar edercek olursa, kesinlikle yolun düzgün olanından sapmıştır.

13- Kayıtlanmış sözleşmelerini bozmaları nedeniyle onları uzaklaştırdık ve kalplerini kaskatı hale getirdik. Kelimeyi konulduğu yerinden kaydırıyorlar. Ve onunla kendilerine öğütlenenlerden hisse almayı unuttular. İçlerinden azı hariç, onların hainliklerine vakıf olmaya devam edeceksin.  Yine de sen (şimdilik) onlara karşılık vermekten geç ve müsamaha göster. Şüphesiz ki Allah iyilik edenleri sever.

14- Ve "Biz Hristiyanlarız" diyenlerden de kayıtlanmış sözleşmelerini aldık. Fakat onlar, onunla kendilerine öğütlenenlerden hisse almayı unuttular. Bunun üzerine bizde aralarına, kalkış gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve nefret saldık. Ve Allah onların üretmekte olduklarını yakında haber verecektir.

15- Ey kitabın ehli, size kitaptan gizlediğiniz çok şeyi açıklayan, çok şeyden de geçen elçimiz kesinlikle gelmiştir. Allah'tan size kesinlikle  bir aydınlatıcı ve apaçık kitap gelmiştir.

16- Allah, rızasına uyanı onunla esenliğin yollarına iletir ve izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.

17- And olsun ki, "Allah, o Meryem'in oğlu Mesih'tir" demiş olanlar inkarcı olmuştur. De ki: Eğer Meryem oğlu Mesih'i ve onun annesini ve yeryüzündekilerin tamamını helak etmeyi istemiş olsa, Allah'tan (bunu önleyecek) güce sahip olan kimdir?. Göklerin yerin ve ikisinin arasında olanların hükümranlığı Allah'ındır. Dileğini yaratır. Ve Allah herşeye güç yetiricidir.

18- Yahudiler ve Hristiyanlar: "Biz Allah'ın oğulları ve O'nun sevdikleriyiz" dediler. De ki: "Öyleyse günahlarınız yüzünden niçin size  azap ediyor? Hayır, siz yarattığından bir beşersiniz, dilediği kimseyi bağışlar, dilediği kimseye azap eder. Göklerin yerin ve ikisinin arasında olanların hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş O'nadır".

19- Ey kitabın ehli, "Bize müjdeci ve uyarıcıdan kimse gelmedi" dersiniz diye elçilerden kesiklik olduğu bir dönemde, size (yanlışlarınızı) açıklayan elçimiz gelmiştir. Size kesinlikle müjdeci ve uyarıcı gelmiştir. Allah herşeye güç yetiricidir.

20- 21- Ve bir zaman Musa toplumuna, "Ey toplumum Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın, içinizden nebiler çıkardı ve sizi hükümdarlar yaptı. Ve diğer topluluklardan hiçbirine vermediğini size verdi. Ey toplumum Allah'ın size yazdığı kutsal yere girin ve arkalarınızı dönmeyin, aksi takdirde zarara uğrayanlara dönersiniz" demişti.

22- (Kavmi de ona) "Ey Musa orada zorba bir topluluk var ve onlar oradan çıkıncaya kadar biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer onlar oradan çıkarlarsa artık biz de gireriz" demişlerdi.

23- (Musa'nın toplumunun kendilerinden)Korktukları kimselerden olan, Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam, "Üzerlerine kapıdan girin, oraya (kapıdan) girdiğinizde, şüphesiz sizler de galiplersiniz. Ve eğer inananlar iseniz Allah'a güvenin" demişti. 

24- (Toplumu) "Ey Musa biz, onlar orada oldukları sürece oraya asla girmeyeceğiz. Artık git sen ve Rabbin ikiniz savaşın, biz burada oturanlarız" demişlerdi.

25- (Musa) "Rabbim, ben ve kardeşim haricine (söz geçirmeye) sahip değilim. Artık bizimle bu yoldan çıkanlar topluluğunun arasını ayır" demişti.

26- (Allah) " Şüphesiz ki orası onlara 40 yıl kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkınca dolaşacaklardır. Artık yoldan çıkmışlar toplululuğu için üzülme" demişti.

27- 28- 29- Ve onlara  iki Ademoğlunun haberini hakikat olarak amacıyla oku. Hani ikisi de kurban sunmuşlar, ikisinin  birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) "Seni kesinlikle öldüreceğim" demiş, (diğeri ise) "Allah ancak ve ancak korkanlardan kabul eder. Eğer sen beni öldürmek için elini uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim. Şüphesiz ki ben  alemlerin Rabbi  olan Allah'tan korkarım. Ben, benim de günahımı, senin de günahını yüklenmeni, böylelikle de ateşin arkadaşlarından olmanı istiyorum. Ve yanlış yapanların karşılığı işte bu dur" demişti.

30- Bunun üzerine nefsi onu kardeşini öldürmeyi ister hale getirmiş, böylelikle o da onu öldürmüş, böylece zarar edenlerden olmuştu.

31- Sonrasında Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, şu karga gibi olup ta kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi kaldım?" demiş ve pişmanlık duyanlardan olmuştu.

32- İşte bundan dolayı, İsrailoğulları'na şunu yazdık: Şüphesiz ki kim bir canı, başka bir cana veya yeryüzünde bozuculuk yapmasının karşılığı olmaksızın öldürdü ise, sanki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Ve kim de onu yaşattı ise, sanki bütün insanları yaşatmış gibidir. Ve and olsun ki elçilerimiz onlara apaçık deliller getirdi. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.

33- Allah'a ve elçisine harp açan ve yeryüzünde bozuculuğa koşanların karşılığı ancak ve ancak, öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazından kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyadaki rezilliktir ve onlar için ahirette de büyük azap vardır.

34- Ancak, onları yakalamanızdan önce (pişman olup) dönmüşler hariç. Bilin ki artık Allah bağışlayıcı merhamet edicidir.

35- Ey inanmış olanlar, Allah'tan korunun, ve O'na (yakın olmaya) yol arayın ve arzuladıklarınıza kavuşabilmeniz için O'nun yolunda çaba gösterin.

36- Şüphesiz ki  inkar edenler, yeryüzünde olanların hepsi ve onun bir o kadarı da onların olmuş olsa, kalkış'ın gününün azabından kurtulmak için onu fidye olarak verseler, onlardan kabul olunmaz. Ve onlar için acı azap vardır.

37- Ateşten çıkmak isterler ve onlar ondan çıkıcılar değildir. Kalıcı azap onlar içindir.

38- Ve erkek hırsız ve kadın hırsızın ellerini, kazandıklarına karşılık Allah'tan bir caydırıcılık olmak üzere artık kesin. Ve Allah, güçlüdür doğru karar vericidir.

39- Fakat kim yaptığı yanlışından (pişmanlıkla) dönmüş ve durumunu düzeltmişse,  şüphesiz ki Allah'ta artık ona (lütufla) döner. Şüphesiz ki Allah, bağışlayıcı merhamet edicidir.

40- Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah'a ait olduğunu bilmez misin?. Dilediği kişiye azap eder ve dilediği kişiyi de bağışlar. Ve Allah her şeye güç yetiricidir.

41- Ey Elçi,  kalpleri inanmamış olduğu halde ağızları ile "inandık" diyenlerden ve Yahudilerden, inkarda koşuşturanlar seni üzmesin. Onlar yalana çokça kulak veren, sana (inanmış olarak) gelmeyen diğer topluluğa çokça kulak verenlerdir. Onlar,  kelimeyi yerlerine konulmasından sonra kaydırıyor, "Size bu verilirse artık onu alın, eğer o verilmezse artık sakının" diyorlar. Allah kimin ateşe düşmesini  isterse, artık ona karşı  Allah'tan,  bir güce asla sahip değilsin. İşte onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemedikleridir. Onlar için dünyada rezillik vardır. Ve onlar için ahirette de büyük azap vardır.

42- Onlar, yalana çokça kulak veren haramı çokça yiyenlerdir. Artık sana geldiklerinde (istersen) aralarında karar ver veya onlardan yüz çevir. Ve eğer onlardan yüz çevirecek olursan artık sana asla bir zarar veremezler. Ve eğer karar verecek olursan artık aralarında adaletle karar ver. Şüphesiz ki Allah adaletli davrananları sever.

43- Ve yanlarında, onda Allah'ın kararı olan Tevrat olduğu halde, seni nasıl hakem tutarlar? Sonra da bunun ardından nasıl yüz çevirirler? Onlar inanmış değillerdir.

44- Şüphesiz, içinde yol göstericilik ve aydınlatıcılık olan Tevrat'ı biz indirdik. Teslim olmuş nebiler, Yahudilere onunla karar verirlerdi. Rabbaniler ve Ahbar, Allah'ın kitabını korumakla görevli ve onun üzerinde şahitler olmaları sebebiyle (onunla hükmederlerdi). Artık insanlardan korkmayın benden korkun ve ayetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar inkarcıların ta kendileridir.

45- Onlara, onda: Cana can ve göze göz ve buruna burun ve kulağa kulak ve dişe diş ve yaralamalarda da kısas yazdık. Artık kim bunu bağışlarsa o kendisi için günahını örten bir iyilik olur. Ve kim Allah'ın indirdiği ile hükmezmezse, işte onlar yanlış yapanların ta kendileridir.

46- Ve ardından Meryem oğlu İsa'yı, (elçilerin) bıraktıkları iz üzerinde (yürümek üzere), Tevrat'tan önünde olanı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ve ona, onda yol göstericilik ve aydınlatıcılık olan, Tevrat'tan önünde olanı doğrulayıcı ve korunanlar için bir öğüt ve yol gösterici olan, İncil'i verdik.

47- Ve İncil'in ehli, ondaki Allah'ın indirdiği ile hükmetsin. Ve kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar itaatten çıkanların ta kendileridir.

48- Ve sana da kitabı hakikatle, kitap'tan (Tevrat ve İncil'den) önünde olanı doğrulayıcı, ve onun üzerine gözetici koruyucu olarak indirdik. Artık  aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakikattten sonra onların keyfi arzularına uyma. Sizden herbiriniz için ayrı hükümler ve ana hükümler bildirdik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet haline getirirdi. Ancak size verdikleriyle sizi zorlu bir denemeye tabi tutmak için (böyle yapmadı). Öyleyse hayırlarda yarışın. Dönüşünüz topluca Allah'adır. Artık htilaf etmekte olduğunuz şeyleri size O haber verecektir.

49- Ve aralarında Allah'ın indirdiği ile karar ver ve onların keyfi arzularına uyma ve Allah'ın sana indirdiğinin bazısından (alıkoyarak)seni kötüye düşürürler diye onlardan sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah, ancak ve ancak onları bazı günahları sebebiyle musibete uğratmak istiyor. Ve şüphesiz ki insanlardan çoğu kesinlikle itaatten çıkanlardır. 

50- Yoksa onlar cahiliye kararını mı arıyorlar? kesinen inanan bir topluluk için, kararı Allah'tan daha güzel olan kimdir?.

51- Ey inanmış olanlar, Yahudi ve Hristiyanları sahip çıkan koruyucular edinmeyin. Onlar birbirlerinin sahip çıkan koruyucularıdır. Ve kim onları sahip çıkan koruyucu edinirse, şüphesiz ki artık o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, yanlış yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

52- Görüyorsun ki; Kalplerinde bozukluk olanlar, "Bize bir felaketin isabet etmesinden korkuyoruz" diyerek onlara koşuşturuyorlar. Umulur ki Allah, bir zafer veya kendi katından bir emir getirir de, böylelikle içlerinde gizlediklerinden dolayı pişmanlardan olurlar.

53- Ve (o zaman) inanmış olanlar, "Bunlar mıydı sizinle beraber olduklarına dair, bütün güçleriyle Allah'a yemin etmiş olanlar?" derler. Onların yaptıkları boşa gitmiş, zarara uğrayanlardan olmuşlardır.

54- Ey inanmış olanlar, içinizden kim dininden dönecek olursa (bilsin ki); Allah (onların yerine başka) bir topluluk getirir ki; O onları sever, onlar da O'nu severler, inananlara karşı alçak gönüllü, inkarcılara karşı gururludurlar, Allah'ın yolunda çaba gösterir ve kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur. Ve Allah, lütfu geniş olandır bilicidir.

55- Sizin sahip çıkan koruyucunuz ancak ve ancak, Allah ve onun elçisi ve üzerine yüklenen kulluk görevini ayakta tutan ve maddi ve manevi arınmayı yerine getiren, huzurunda kendini alçaltan, inanmış olanlardır.

56- Ve kim Allah'ı, onun elçisini ve inanmış olanları koruyucu  destekçi edinirse, şüphesiz ki Allah'ın tarafında olanlar, galip gelecek olanlar onlardır.

57- Ey inananlar, sizden önce kitap verilmiş olanlardan, dininizi alay ve oyun konusu yapanlarla, inkarcıları, sahip çıkan koruyucular edinmeyin. Ve eğer inananlar iseniz Allah'tan korunun.

58- Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve oyun konusu edindiler. Bu, onların aklını kullanmayan bir topluluk olmalarındandır.

59- De ki: Ey kitabın ehli, Allah'a inandık, bize indirilene ve önceden indirilene inandık diye mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Şüphesiz çoğunuz itaatten çıkmış kimselersiniz.

60- De ki: Allah katında karşılığı bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? O kimse ki Allah onu uzaklaştırdı ve ona gazap etti ve onlardan maymunlar ve domuzlar ve tağuta kuş haline getirdi. İşte onlar durumca daha kötü ve yolun düzgün olanından daha çok sapmış olanlardır.

61- Size geldikleri zaman, "İnandık" dediler. Oysa onlar (yanınıza) inkar ile girdiler ve onlar yine (yanınızdan) onunla(inkarcı olarak) çıktılar. Onların (kalplerinde) gizlemekte olduklarını en iyi Allah bilmektedir.

62- Onlardan çoğunun günah, düşmanlık ve haram yemekte koşuştuklarını görürsün. Yapmakta oldukları gerçekten ne kötüdür.

63- Rabbaniler ve Ahbar'ın, onları günah söz söylemelerinden, haram yemelerinden sakındırmaları  gerekmez miydi? üretmekte oldukları ne kötüdür.

64- Yahudiler dedi ki: "Allah'ın eli bağlıdır(cimridir)". Dedikleri yüzünden onların elleri bağlandı ve uzaklaştırıldılar. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle dağıtır. Ve and olsun ki sana Rabbinden indirilmiş olan, onlardan çoğunun azgınlığını ve inkarını elbette arttırmaktadır. Bundan ötürü aralarına kalkışın gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve nefret saldık. Her ne zaman savaş için ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü. Ve yeryüzünde bozuculuk için koşuyorlar.  Ve Allah bozucuları sevmez.

65- Ve Kitabın ehli eğer gerçekten inanmış ve korunmuş olsalardı, bunun sonucunda kötü işlerini kesinlikle onlardan örter ve kesinlikle onları nimet cennetlerine girdirirdik.

66- Ve eğer onlar, Tevrat'ı ve İncil'i ve onlara Rablerinden indirileni gerçekten ayakta tutmuş olsalardı, bunun sonucunda üstlerinden ve ayaklarının altlarından yerlerdi*. Onlardan ılımlı topluluk vardır. Ve onlardan bir çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür.

*Göğün ve yerin nimetlerinden faydalanırlardı.

67- Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni ulaştır. Ve eğer bunu yapmazsan, o takdirde O'nun mesajını ulaştırmamış olursun. Ve Allah insanlardan seni koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah inkarcılar topluluğunu doğru yola iletmez.

68- De ki: Ey kitabın ehli, Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutana kadar, hiçbir şey üzerinde değilsiniz. And olsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve inkarını elbette arttırmaktadır. Artık inkarcılar topluluğuna üzülme. 

69- Şüphesiz ki, İnanmış olanlar ve Yahudiler ve Sabiiler ve Hristiyanlar'dan, kim Allah'a ve ahiretin gününe inanmış, doğruları işlemiş ise, artık onlara ne korku vardır onlar ne de üzüleceklerdir.

70- And olsun ki İsrailoğullarından kayıtlı söz almış ve onlara elçiler göndermiştik. Onlara her ne zaman bir elçi nefislerinin hoşlanmadığı şey getirdiyse, bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da öldürüyorlardı.

71- (Elçilere karşı yaptıkları haksızlıkların) bir karşılığı olmayacağını hesap ettiler. Bu yüzden körleştiler ve sağırlaştılar. Sonra Allah onlara (lütuf ile) döndü, sonra onlardan bir çoğu yine körleştirler ve sağırlaştılar. Ve Allah onların yapmakta olduklarını görücüdür.

72- And olsun ki, "Şüphesiz ki Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler inkarcı olmuştur. Oysa Mesih, "Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Kim Allah'a ortak koşarsa, artık Allah ona cenneti kesinlikle haram etmiştir ve onun sığınağı ateştir. Ve yanlış yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur." demişti.

73- And olsun ki, "Şüphesiz Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler inkarcı olmuştur. Oysa tek ilahtan başka ilah yoktur. Ve eğer söylediklerinden vaz geçmezlerse, onlardan inkarcılara kesinlikle acı azap dokuncaktır.

74- Allah'a (itaatle) dönmüyorlar mı, O'nun bağışlamasını istemiyorlar mı? Oysa ki  Allah bağışlayıcı merhamet edicidir.

75- Meryem oğlu Mesih, elçiden başka biri değildir. Kesinlikle ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Ve onun annesi de dosdoğru bir kadındı. İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl döndürülüyorlar?

76- De ki: Allah'ın aşağısından size ne fayda ne de zarar verme gücüne sahip olmayana mı kulluk ediyorsunuz? Ve Allah,O işitici bilicidir.

77- De ki: Ey kitabın ehli, haklı bir neden olmaksızın dininizde haddi aşmayın. Ve önceden sapmış, birçoklarını da saptırmış ve yolun düzgün olanından sapmış olan bir topluluğun, keyfi arzularına uymayın,

78- İsrailoğulları'ndan inkarcı olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle uzaklaştırıldılar. Bunun nedeni, isyan etmeleri ve aşırı gidiyor olmalarıydı.

79- Onlar, yaptıkları o kötülük ve uygunsuzluktan birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötüdür.

80- İçlerinden bir çoğunun inkarcılarla sahiplik ve koruyuculuk ilişkisi kurduğunu görürsün. Nefislerinin onlara sunduğu sebebiyle Allah'ın onlara kızgınlığı ne kötüdür. Ve azapta onlar ölüm  görmemek üzere kalıcıdırlar.

81- Eğer onlar Allah'a ve Nebi'ye ve ona indirilene inanıyor olsalardı, onları sahip çıkan koruyucu  edinmezlerdi. Ancak onlardan bir çoğu itaatten çıkmış kimselerdir.

82- (Mekke ve Medine'deki) Yahudi ve Müşrikleri, inananlara karşı düşmanlıkça insanların en şiddetlisi olarak bulursun. "Biz Hristiyanlarız" diyenleri ise, inananlara karşı sevgice onların en yakını olarak bulursun. Bunun sebebi, onlarda büyüklenmeyen keşişler ve rahipler olmasıdır.

83- 84- Onları elçiye indirileni işittikleri zaman, (önceden) tanıdıkları gerçekten dolayı, "Rabbimiz, inandık bizi şahitlerle beraber yaz. Rabbimizin bizi bozuculuğu önleyenler toplululuğu ile beraber cennete girdirmesini umarken, biz neden Allah'a ve gerçek olandan bize gelene inanmayalım?" diyerek, gözlerinin yaştan dolduğunu görürsün.

85- Allah'ta onları bu söylediklerinden ötürü, altlarından ırmaklar akan, orada ölümsüzlük görmemek üzere kalacakları cennetler ile mükafatlandırdı. İşte bu iyilik edenlerin karşılığıdır.

86- Onlar ki inkar ettiler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar şiddetli ateşin arkadaşlarıdır. 

87- Ey inananlar, Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri, (kendinize) haram etmeyin. Aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah aşırı gidenleri sevmez.

88- Allah'ın size rızık olarak verdiğinden helal temiz olarak yeyin ve inandığınız Allah'tan korunun.

89- Allah sizi kesin kararlı olmadan rastgele yaptığınız (sonra bozduğunuz) yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Ancak kendinizi bağladığınız (sonra bozduğunuz) yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Onun (Yemin bozmanın) Günahının örtülmesi de, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on çaresizi yedirmek veya giydirmek veya bir köleyi serbest bırakmaktır. Bunu bulamayan için ise, üç gün oruç vardır. Yemin ettiğiniz (ve onu bozduğunuz) zaman, yeminlerinizin günahının örtülmesi işte böyledir. Yeminlerinizi koruyun. Allah, şükretmeniz için ayetlerini size böyle açıklıyor.

90- Ey inananlar, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, ancak ve ancak şeytan işinden olan bir pisliktir. Arzuladıklarınıza kavuşabilmeniz için öyleyse bundan uzak durun. 

91- İçki ve kumar ile şeytan, ancak ve ancak aranıza düşmanlık ve nefret düşürmek, üzerinizdeki kulluk görevlerinden alıkoymak istiyor. Artık sizler buna son verdiniz değil mi?.

92- Allah'a itaat edin, Elçiye itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, elçimizin üzerine düşen ancak ve ancak açıkça ulaştırmaktır.

93- İnanan ve bozuculuğu önleyici fiiller işleyenlerin üzerine korundukları, inanıp yine bozuculuğu önleyici fiiller işleyip korundukları, yine inanıp korundukları ve iyilik ettikleri sürece tattıklarında, günah yoktur. Allah iyilik edenleri sever.

94- Ey inananlar, Allah, ondan içtenlikle kim korkuyor diye bilmek için,  ellerinizin ve mızraklarınızın ulaşabileceği avdan bir şeyle, sizi mutlaka zorlu bir denemeye tabi tutacaktır. Bundan sonra kim aşırı giderse, ona acı azap vardır.

95- Ey inananlar, siz ihramda iken av (hayvanı) öldürmeyin. Sizden kim onu kasten öldürdü ise,  öldürdüğü hayvan dengi bir karşılığı vardır. Bu karşılığı da içinizden adalet sahibi iki kişi, Kabe'ye ulaşacak bir kurban veya yaptığının günahını örtecek bir karşılık olarak, çaresizleri doyurmak veya bunun dengi oruç olarak, kişinin yaptığının ağırlığını tatması için hükmeder. Allah geçmişte olanı affetti. Kim aynı suça geri dönerse, Allah ondan yaptığı hatanın karşılığını verir. Allah güçlüdür, yapılanın karşılığını alandır.

96- Size ve yolculara bir fayda olmak üzere, denizin avı ve onu yemek size helal kılındı. Karanın avı ise, ihramda olduğunuz müddetçe üzerinize haram kılındı. Huzuruna toplanacak olduğunuz Allah'tan korunun.

97- Allah, Kabe'yi, Beyt-i Haram'ı, insanlar için (ekonomik ve sosyal açıdan) ayakta durma (vesilesi) kıldı. (Ayrıca) Haram ayı ve gerdanlık takılmış (kurbanlık) ları da. Bu da, Allah'ın şüphesiz göklerde ve yerde olanları bilmekte olduğunu bilmeniz içindir. Allah şüphesiz her şeyi bilendir.

98- Bilin ki, Allah'ın cezası şiddetlidir ve şüphesiz Allah bağışlayandır merhamet edendir.

99-  Elçinin üzerine duyurmaktan başka (görev) yoktur. Allah, her ne açığa vuruyorsunuz, her ne de gizliyorsunuz onu bilmektedir.

100- De ki: Pis ile temiz bir olmaz, velev ki kötünün çokluğu senin hoşuna gitmiş olsa da. Ey temiz akıl sahipleri, arzuladıklarınıza kavuşabilmeniz için Allah'tan korunun.

101- Ey inananlar, açıklandığında sizi üzecek olan şeylerden sormayın. Eğer Kur'an indiriliyor iken bu şeylerden sorarsanız size açıklanır. Allah onlardan muaf tuttu. Allah bağışlayandır cezalandırmakta acele etmeyendir.

102- Gerçekten sizden önce bir topluluk onları sordu, (açıklandıktan) sonra onları inkar edenler oldular.

103- Allah, ne Bahire, ne Saibe, ne Vasile, ne de Ham'dan, (hiç birini helal) kılmadı. Ancak inkar etmekte olanlar, Allah üzerine yalan uyduruyorlar. Onların hiç biri aklını kullanmıyorlar.

104- Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiği zaman, onlar, "Atalarımızın üzerinde bulduğumuz bize yeter" dediler. Ya ataları bir şey bilmiyor ve doğru yolda değillerse de mi?.

105- Ey inananlar, siz kendi üzerinizdeki mükellefiyetleri yerine getirmeye bakın. Siz doğru yolda olduğunuz zaman, sapmış kimse size zarar veremez. Dönüşünüz topluca Allah'adır, yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.

106- Ey inananlar aranızdaki (yapmanız gereken) şahitlik, birinize ölüm çattığı zaman vasiyet anında sizden olan adalet sahibi iki kişi, veya yeryüzünde sefere çıktığınız zaman ölüm musibeti başınıza gelmişse sizden olmayan diğer iki kişiyi (şahit olarak) bulundurmaktır. Eğer (bu ikisinden) şüpheye düşerseniz, namazdan sonra (bu ikisini) alıkoyarsınız,  "Yakınımız dahi olsa bunu bir bedel karşılığı satmayız, Allah'ın şahitliğini gizlemeyiz, gizlediğimiz takdirde günahkarlardan oluruz" diye Allah'a yemin ederler.

107- Eğer o ikisi günah hak ettiği anlaşıldıysa bu sefer,  uygun olan hak sahiplerinden iki kişi, o ikinin yerine geçerek, "Bizim şahitliğimiz o ikisinin şahitliğinden daha doğrudur, biz haddi aşmadık, haddi aştığımız takdirde yanlış yapanlardan oluruz" diye Allah'a yemin ederler.

108- İşte bu,  şahitliği gereğince yerine getirmelerine veya yeminlerinden sonra (başka yeminlere başvurularak) yeminlerin ret edilmesinden korkmalarına daha yakındır. Allah'tan korunun ve dinleyin. Allah yoldan çıkmışlar topluluğunu doğru yola iletmez.

109- Allah o gün elçileri toplar ve "Size ne cevap verildi?" der. (Onlar da) "Biz de bilgi yok, şüphesiz sen görünmeyenleri en iyi bilensin" dediler.

110- Hani Allah: Ey Meryem oğlu İsa, senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Hani seni kutsal ruh desteklemiştim. Hani sen insanlarla çocuk iken de, yetişkin iken de konuşuyordun. Hani sana Kitab'ı, doğruyu yanlıştan ayırmayı, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Hani benim iznim ile çamurdan, kuş biçiminde yaratıyor, ona üflüyor ve benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan kör olanı ve abraşı benim iznimle iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle çıkarıyordun. İsrailoğullarını (n ellerini) senden çekmiştim. Hani apaçık deliller getirmiştin de, onlardan inkar edenler, "Bu apaçık sihirden başka bir şey değildir" demişti.

111- Hani Havarilere: Bana ve elçime inanın diye vahyetmiştim. (Onlar da) "İnandık, şahit ol ki biz teslim olanlarız" demişlerdi.

112- Hani Havariler: "Ey Meryem oğlu İsa, gökten üzerimize bir sofra indirmeye Rabbinin gücü yeter mi?" demişti de, (İsa onlara) "Eğer inanmış kimseler iseniz Allah'tan korunun" demişti.

113- (Onlar da) "Biz ondan yemeyi istiyoruz ki, kalplerimiz yatışsın, bize gerçekten doğru söylediğini bilelim ve bunun üzerine şahitlerden olalım." demişlerdi.

114- (Bu istek üzerine) Meryem oğlu İsa da: "Rabbimiz (olan) Allah'ım, gökten üzerimize bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram olsun. Bizi rızıklandır, sen rızıklandıranların hayırlısısın" dedi.

115- Allah dedi ki: Şüphesiz ben onu sizin üzerinize indiriciyim. Fakat bundan sonra sizden kim inkar edecek olursa, insanlardan hiç birine etmediğim azabı ona ederim.

116- 117- 118- Hani Allah: Ey Meryem oğlu İsa "İnsanlara beni ve annemi Allah'ın aşağısından iki ilah edinin" diye, sen mi dedin?. demişti de, (buna karşılık İsa), "Seni tenzih ederim, benim için hakkım olmayan bir şeyi demek olmaz.Eğer ben o sözü söylemiş isem, sen onu bilmişsindir. Benim içimde olanı sen bilirsin, ben senin içinde olanı bilmem. Sen görünmeyenleri en iyi bilensin. Ben onlara senin bana (dememi) emrettiğin, "Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin"  (sözünde) başkasını demedim. İçlerinde olduğum sürece onların üzerinde şahittim. Beni vefat ettirdiğinde üzerlerinde gözcü sen oldun. Sen her şeyin üzerinde şahitsin. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen kendisine galebe çalınamayansın, hükmünde isabetli olansın" demişti.

119- Allah dedi ki: Bu doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara orada ebedi olarak ölüm görmemek üzere kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır. İşte bu büyük kurtuluştur.

120- Göklerin yerin ve içlerinde olanların yetki ve tasarruf hakkı Allah'ındır. O, herşeyin üzerine güç yetirendir.

 

18 Ocak 2024 Perşembe

Maide s. 93. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı Türkçe mealleri üzerinden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, şayet bu okuma ve anlama faaliyetini, karşılaştırmalı olarak bir kaç meal üzerinden yapmaya çalışıyorsa, okuduğu bazı ayet meallerinin birbirinden farklı şekilde anlamlandırılmış olduğunu görecek, bu farklı meallerin hangisinin daha isabetli olabileceğinin cevabını arayacaktır. Biz daha önceki bazı yazılarımızda, bu meal farklılıklarına dikkat çekerek, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise, yine böyle bir farklılığa dikkkat çekmeye ve iki farklı mealden hangisinin daha isabetli olabileceğini görmeye çalışacağız. 

Konumuz ile ilgili ayet Maide s. 93. ayeti olup, orjinal metni ve bazı mealleri şu şekildedir:

لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟

---Abdulbaki Gölpınarlı---İman edip iyi işlerde bulunanlara; çekindikleri, inandıkları ve iyi işlerde bulundukları, sonra gene çekinmede devam ettikleri, inançlarını güttükleri, sonra da gene çekinip durdukları ve iyilik ettikleri takdirde haram edilmeden önce yedikleri şeyler yüzünden bir vebal yok ve Allah iyilik edenleri sever.

---Abdullah Parlıyan---İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah'ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah'ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah'ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.

Yukarıda örneğini verdiğimiz ayet meallerininMaide s. 90. ayetinden başlayan bir bağlamı bulunmaktadır. Bu ayette içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarının şeytan işi pislik olduğu beyan edilmekte, inananların bunlardan sakınması emredilmektedir.

Genel geçer kanıya göre ise içkinin haram edilmesi, bir defada değil aşamalı olarak gerçekleşmiş, son aşama ise Maide s. 90. ve 91. ayetleri ile gerçekleşmiştir. Bu ayet ile tefsirlerde yazılanlara baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içen Müslümanların durumları Allah'ın elçisine sorulmuş ve 93. ayet bu soruya cevap olarak indirilmiştir.

Ancak çoğu meal yapıcısı bu durumu rivayetlerin ışığında değerlendirdiği için, ayete verdikleri meale, orjinal metinde olmamasına rağmen "Haram edilmeden önce" şeklinde bir ilave yapmış, hatta çoğu meal bu sahibi bu ilaveyi parantez içine dahi almadan, sanki orjinal metnin bir parçasıymış gibi göstermiştir.

Ancak konuyu Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalıştığımızda durum gerçekten böyle midir? şeklinde bir sorunun cevabının da verilmesi icap etmektedir.

Bakara s. 275. , Nisa s. 22. ve 23. , Maide s. 95, Enfal s. 38. ayetlerine baktığımızda, o ayetler içinde "Gad selefe" ifadesinin geçtiği görülmektedir. Bu ifade ise Bakara s. 275. ayetinde faiz yiyenlerin geçmişte yaptıklarının faizciliği terk ettikleri takdirde cezalandırılmayacağı, Nisa s. 22. ve 23. ayetlerde ise evlenme yasakları ile ilgili emirde, geçmişte yapılan fakat bu ayetlerle yasaklanan evliliklerin cezalandırılmayacağı, Maide s. 95. ayetinde ise, ihram yasaklarından önceki yapılanların cezalandırılmayacağı, Enfal s. 38. ayetinde ise inkarcıların yaptıklarını terk ederlerse geçmişlerinin cezalandırılmayacağı haber verilmektedir. 

Bu ayetleri baz alarak Maide s. 93. ayetine yeniden baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içenlerin yaptıklarının af edildiğine dair buna benzer herhangi bir ifadeye rastlamamaktayız. Bunu söylemekle, Allah'ın bunları af etmediği veya etmeyeceğini söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz. Öyleyse bu ayette başka bir şeyin kast edilmiş olabileceğini düşünmek, herhalde yanlış olmayacaktır.

Kanaatimiz o dur ki bu ayet, inanan ve yasaklardan kaçınmaya dayalı bir hayat süren mü'minlerin tatmış olduklarından dolayı sorumlu olmayacaklarını, çünkü sahip oldukları inanç onlara, sakınmayı ve korunmayı emretmekte, dolayısı ile kendilerinin cezalandırılmasına sebep olacak hatalardan otomatikman kaçınacaklarını beyan etmektedir.

Bu noktayı dikkate alarak yapılan ayet mealleri ise şöyledir:

---Bahattin Sağlam---İman edip de amel-i salihte bulunanların tattıklarında onlara bir günah yoktur. Sakındıkları takdirde, inanıp ibadet görevlerini yerine getirdikleri takdirde, sonra daha da sakınıp inandıkları takdirde, sonra daha da sakınıp bütün güzellikleri (ve ibadetleri) yaptıkları takdirde.. Şüphesiz Allah sakınıp da güzel ameller yapanları sever.

---Edip Yüksel--- İnanıp erdemli işler yapanlar, emirlere uyarak inanıp erdemli davrandıkları, günahlardan sakınıp inandıkları ve yine sakınıp iyilik yaptıkları sürece yediklerinden ötürü kendilerine bir günah yoktur. ALLAH iyi davrananları sever.

---Mahmut Özdemir---Sakınıp korundukları, iman ettikleri ve Salih Ameller işledikleri, evet yine sakınıp korundukları ve iman ettikleri, yine sakınıp korundukları ve iyilik yaptıkları zaman, tadıp yedikleri şeylerde, iman eden ve Salih Ameller işleyenlere günah yoktur.
Muhsinler’i / İyilik-Güzellik Edenler’i Allah sever.

---Muhammed Esed---İmana ermiş olup doğru ve yararlı işler yapanlar, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duydukları ve [gerçekten] inanıp doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece her istediklerinden serbestçe yararlanabilirler: ¹⁰⁸ yeter ki Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya ve iman etmeye devam etsinler ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincine daha çok varsınlar ¹⁰⁹ ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Allah iyilik yapanları sever.

---Süleymaniye Vakfı---İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar, yiyip içtikleri şeyden dolayı sorumlu tutulmazlar[*]. Bu, çekindikleri, inanıp güvendikleri ve iyi işler yaptıkları, yine çekindikleri, inandıkları yine de çekindikleri ve güzel davrandıkları takdirde böyledir. Allah güzel davrananları sever.

Yukarıdaki Maide s. 93. ayeti ile ilgili yapılan meallerin, Kur'an bütünlüğü açısından daha doğru olduğu kanaatimizi belirtmek isteriz. Hatırlatmak isteriz ki; En başta verdiğimiz meal örnekleri hakkında "bu anlamdaki mealler kesinlikle hatalıdır" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte, bu ayetin, gördüğümüz iki farklı mealinden bir tanesinin daha isabetli olduğunu, meallerin de yine neticede bir yorum olduğunu, meal yapıcısının Kur'an ile ilgili müktesebatının yaptığı meale bir yansıması olduğunu söylemek istiyoruz. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

11 Ocak 2024 Perşembe

İki Ademoğlunun Kıssasını Nüzul Dönemi Şartlarında Okumak

Kur'an, Muhammed (a.s.) a Mekke ve Medine şehirlerinde, 23 yıllık bir süreç içinde peyderpey indirilmiş bir kitaptır. Bu kitabın indirildiği şehirlerin, kendine özgü şartları mevcut olup, bu durumu Kur'an ayetlerinden kolayca anlamaktayız. Mekke şehrinde inen ayetlerde, o şehrin zengin kodamanlarının vahye karşı sergiledikleri inkarcı duruş anlatılırken, Medine şehrinde inen ayetlerde ise, Yahudi ve Hristiyanların vahye karşı sergiledikleri inkarcı duruş ile ilgili ayetlerin daha yoğunlukta olduğu rahatlıkla gözlemlenebilecektir. 

Kur'an, muhataplarına vermek istediği mesajı anlatırken "Kıssa yollu anlatım" olarak bildiğimiz anlatım üslubunu da kullanmaktadır. Bu üslupla anlatılan ayetler Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan mevcut muhataplara bir takım mesajlar içermekte olup, bu mesajlar doğru anlaşıldığı takdirde, bu anlatımların bize dönük ne gibi mesajlar taşımış olabileceği yönündeki sorulara da cevap kolayca bulunabilecektir.

Kıssa yollu anlatım ile ilgili olarak yukarıda söylediğimiz "Doğru anlaşılma" konusu üzerinde biraz durmak gerekirse, şunları söylemek mümkündür:

Kur'an kıssaları ile ilgili olarak bilgi veren eserlerde (tefsir v.s.) dikkatimizi çeken en önemli husus, anlatılan kıssanın ne gibi mesajlar içermiş olabileceği yönündeki bilgiler yerine, o kıssayı masala çeviren  bilgilerin mevcut olduğu, konu ile ilgili olan herkesçe malumdur.

Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Kur'an eğer bir kıssa anlatıyor ise, öncelikle bu kıssa mevcut muhataplara önemli mesajlar içermektedir. Bu mesajların ne olabileceği ise ilgili ayetlerin bağlamı ve Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak bizler tarafından da anlaşılabilir. 

Yine hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Kur'an içinde yer alan her kıssa birebir yaşanmış bir kıssa değil, "Temsili kıssa" olarak isimlendirebileceğimiz bir anlatım üslubuna sahiptir. Bu üslup ile anlatılan kıssadaki en önemli husus, olayın birebir yaşanıp yaşanılmadığı konusu değildir. "Bir kıssanın temsili olduğu kanaati nasıl hasıl olabilir?" dersek; "Şayet kıssa ile ilgili yapılan anlama çalışmalarında sorulan sorulara verilebilecek cevaplar bir takım gerçekler ile çakışıyor ise bu kıssanın temsili olma ihtimali daha kuvvetlidir" diyebiliriz.

Örnek olarak, "Adem kıssası birebir yaşanmış bir kıssa değil, temsili bir kıssadır" dediğimiz zaman bu iddianın temelinde kıssa ile ilgili sorulan bir takım sorulara verilen cevapların tam yerine oturmadığı etrafında bir çok tarrtışmaların döndüğü görülecektir. Öyleyse kıssanın birebir yaşanmışlığını dikkate almak yerine, bize yönelik mesajlarının ne olabileceğini dikkate almaya çalışmak daha doğru olacaktır.

Sözü fazla uzatmadan yazımızın esas konusu olan iki Ademoğlu kıssası ile ilgili düşücelerimizi paylaşmaya çalışalım. Medine'de nazil olan Maide suresi içinde "İki Ademoğlunun kıssası"  olarak bilinen bir bir kıssa anlatılmaktadır.  Ancak bu kıssa, bu isimde değil de daha yaygın olarak "Adem'in iki oğlunun kıssası" isimiyle bilinmektedir. 

Bunun sebebi ise, bu kıssanın birebir yaşanmış bir kıssa olduğu düşüncesi ile üretilen israiliyyat dediğimiz bilgilerdir. Bu olayın anlatıldığı ayetlerin tefsir edildiği kitaplara baktığımız zaman, olayın tamamen masala dönüştürüldüğü açıkça görülecektir. Konumuz bu kıssanın anlatıldığı tefsirlerdeki masalları eleştrimek olmadığı için biz sadece kıssa ile ilgili düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Maide suresindeki ayetlerin mealleri şu şekildedir:

27- 28- 29- Onlara iki adem oğlunun gerçek haberini gerçek oku. Hani ikisi de kurban sunmuşlar, ikisinin  birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) "Seni kesinlikle öldüreceğim" demişti. (Diğeri ise) "Allah ancak ve ancak korkanlardan kabul eder. Eğer sen beni öldürmek için elini uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim,şüphesiz ben  göklerin yerin ikisini arasında bulunanların besleyicisi, büyütücüsü, yetiştiricisi, hayatiyetlerini elinde tutucusu olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki, benim de günahımı, senin de günahını yüklenesin de ateşin arkadaşlarından olasın. Yanlış yapanların karşılığı işte bu dur" demişti.

30- Bunun üzerine nefsi onu kardeşini öldürmeyi ister hale getirdi, böylelikle o da onu öldürdü, zarar edenlerden oldu.

31- Sonrasında Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, şu karga gibi olup ta kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi kaldım?" dedi ve pişmanlardan oldu.

32- İşte bundan dolayı, İsrailoğullarına şöyle hükmettik: Şüphesiz kim bir canı başka bir cana veya yeryüzünde bozuculuk yapmasının karşılığı olmaksızın öldürdü ise, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de ona yaşama imkanı verirse, sanki bütün insanlara yaşama imkanı vermiş gibidir. And olsun ki elçilerimiz onlara apaçık belgeler getirdi. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.


Kıssa ile ilgili ayetler öncesinde İsrailoğulları ile ilgili bir olayın anlatıldığına  dikkat edilmeli ve kıssa ile bağının olduğu dikkate alınmalıdır.

                   "Onlara iki Ademoğlunun gerçek haberini oku" 

"Onlar" ifadesi ile İsrailoğullarına işaret edilmiş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Medine'deki  Müslüman ve İsrailoğulları'ndan oluşan iki topluluğun "İki Ademoğlu" olarak ifade edildiğini söyleyebiliriz. Allah (c.c.) böyle bir ifade ile Müslüman ve İsrailoğulları toplumunun aynı kökenden olduğuna işaret etmekte, aynı kökenden olan insanların birbirlerine karşı olan muamelelerinin kardeşlik hukuku çerçevesinde olması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu vurgu "Ey Nuh ile birlikte taşıdıklarımız" şeklinde bir ifade ile İsra s. 3. ayetinde de göze çarpmaktadır. 

Bir erkek ve bir dişiden yaratıldığımıza işaret eden ayetlerin de bu yönde anlaşılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Aksi takdirde insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunu Kur'an'dan anlamaya çalıştığımızda, bu ayetler bizlere net bir bilgi vermekten uzak kalacaktır.

Medine'de yaşayan İsrailoğullarının Müslümanlara karşı olan haset ve kıskançlığını  Bakara suresi içindeki ayetlerde görmekteyiz. Allah (c.c), Yahudi ve Hristiyanlar ile ilgili ayetlerde, onların inandıkları elçi ve kitapların kaynağı ile son elçi ve kitabın kaynağının aynı olduğuna dikkat çekerek, onların elçiler ve kitaplar arasında ayrım yapmadan hepsine iman etmeleri gerektiğini beyan etmesine rağmen, özellikle Yahudilerin haset ve kıskançlık nedeni ile son elçi ve kitaba karşı büyük bir kin ve nefret taşıdıkları ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır.

İki oğulun birer kurban sunması, bir oğulun kurbanının kabul edilip diğer oğulun kurbanının kabul edilmeyişi, Allah (c.c.) nin kulları hakkında verdiği karara ne olursa olsun boyun eğilmesi gerektiğini bizlere anlatmaktadır. Allah (c.c) nin gönderdiği son elçi ve kitabı Yahudilerden değil de, Araplardan seçmiş olmasından ötürü hasetlik duyan Yahudilerin, Allah (c.c.) nin verdiği bu karara boyun eğip, son elçinin hangi kavimden olduğunu dikkate almadan teslim olmaları gerektiği, kurban benzetmesi ile ifade edilmektedir. 

Kurbanı kabul edilmeyen kardeşin, kurbanı kabul edilen diğer kardeşini öldürmeye kalkması, haksız oldukları halde saldırgan Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır takınan Yahudilerin haksızlığına işaret etmektedir. Yahudiler son elçinin Arap olmasından dolayı duydukları kin ve hasetle, Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır sergilemekte, Allah (c.c.) ise Müslümanlara, henüz onlara karşı koyacak güce sahip olmamaları nedeni ile sabretmeleri, tebliğ dili ile karşılık vermeleri gerektiğini Medine döneminin  ilk inen ayetlerinde öğütlemektedir. Diğer kardeşin öldürmek isteğine karşılık vermeyeceğini ifade etmesinden bunu anlamaktayız.

Aksi takdirde "Kendisini öldürmek isteyen bir kardeşe karşı, diğer kardeşi neden kendisini savunmak istememiş" şeklinde sorular sorulacak ve cevabı peşinde koşulacaktır. Kıssanın temsili olduğu yani birebir yaşanmış olmadığı,  dikkate alındığında bu tür sorulara gerek kalmayacaktır.

Kıssa, Yahudilerin Müslümanlara karşı yaptığı saldırının onları ileride pişmanlığa sürükleyeceğini haber vermekle devam etmektedir. Medine döneminin ilk yıllarında güçsüz olan Müslümanlara karşı yaptıkları fitne ve fücür hareketlerinin, ilerde Müslümanların güçlenmesi ile Yahudilerin nasıl başlarına geçirildiği, Haşr suresi ayetleri ve diğer ayetlerinde açıkça görülecektir.

Kıssanın son ayeti, Allah (c.c.) nin insan hayatına verdiği değeri görmek açısından önemli bir hatırlatmadır. Özellikle İsrailoğullarına bunun en baştan bildirildiğinin beyan edilmiş olması dikkat çekicidir. Kendilerinin inandıklarını iddia ettikleri kitabın onlara böyle bir emir verdiğini bildikleri halde, bile bile bu emri tarih boyunca arkalarına atmış oldukları, binlerce yıllık  geçmişlerinde başlarına gelenlerden anlaşılmaktadır. Her ne zaman bulundukları topraklarda fitne fücür işlemiş iseler, bu yaptıkları onların başlarına geçirilmiş yanlarına kar bırakılmamıştır.

                                              Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur.

Bu söz insanlık tarihinin değişmez bir yasasını veciz olarak anlatmaktadır. Tarih boyunca yapılan zülümlerin hiç bir zaman yapanın yanına kar kalmadığı, er veya geç zalimlerin, tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup gittiği bir vakıadır. 

Bugün İsrail adındaki devletin, yıllardır Filistin'li Müslümanlara uyguladığı zulümlerin onları nasıl bir sona götüreceğini, bu kıssadan anlamak mümkündür. Masum bir cana kıymanın bütün canlara kıymak gibi olduğunu bilenlerin, yıllardır Filistin halkını çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden vahşice katletmesi onların nasıl bir sonla yıkılacağının habercisidir. Zalim İsrail de yaptıklarının karşılığını elbette dünya ve ahirette görecektir.

Sonuç olarak: Kıssadan bize düşen hisseyi bir cümle de özetlemek gerekirse; Haklı olan haksız tarafından öldürülse de kazanır, haksız olan haklıyı öldürse de kazanamaz.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

    

25 Ekim 2023 Çarşamba

Sünnet (Hitan) Fıtrata Müdahale Etmek midir?

 Türkiye'de son yıllarda Kur'an'ın meal olarak daha geniş kitlelerce okunmaya başlanması, İslam'ın gerekleri olarak bilinen bazı bilgi ameliyelerin  yeniden sorgulanmasını da beraberinde getirdiği malumdur. Sorgulanan ameliyelerden bir tanesi de çocukların sünnet ettirilmesidir. Bu konuda ortaya atılan atılan iddialara baktığımızda, çocukların sünnet ettirilmesinin fıtrata müdahale edilmesi anlamına geldiği, fıtrata müdahale edilmesinin ise (Nisa s. 119) şeytan iğvası olduğu, neticede şirk işlenmiş anlamına geleceği dile getirilmektedir.

Fıtratı kısaca, canlıların yaratılışları gereği kendilerine verilmiş olan özellikler olarak tarif etmek mümkündür. Fıtrata aykırı olan durum ise yaratılıştan kendilerine verilen özelliklerin dışına çıkmaktır.

Sünnet olmak fıtratın değiştirilmesi demek midir? sorusunun cevabını bulabilmek için, sünnet edilme işine konu olan cinsel organın, sünnet sonrasında işlevinin herhangi bir değişime uğrayıp uğramadığının dikkate alınmasının gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

Erkeklerde bulunan cinsel organın bilindiği üzere idrar boşaltmak ve ergenlikte cinsel birleşimde bulunmak gibi bir işlevi bulunmaktadır. Sünnet edilme sonrasında bu işlevlerden hiç birisinin değişime uğramadığı herkesçe malumdur. Sünnet edilen bir kişinin sünnet sonrasında idrar ve (yetişkin kimse ise) cinsel işlev konusunda herhangi bir değişime uğramamamış olması, sünnet ameliyesinin herhangi bir şekilde fıtrata müdahale olmadığının, dolayısı ile şirk işlenme durumuna düşülmediğinin bir göstergesidir.

Fıtrata müdahale demek, bir kimse doğuştan cinsiyet olarak tam sağlıklı bir erkek olarak doğmuş, belli bir zaman sonra bu cinsiyetinden sapkınlığından dolayı memnun olmayarak kendisini kadın olarak değiştirmek istemesidir. Bu asla kabul edilebilir bir durum değildir.  

Bu noktada yine İslam coğrafyasının bazı bölgelerinde yapılan kadın sünneti üzerinde kısaca durmak istiyoruz. 

Kadına yapılan sünnet ameliyesinin onun cinsel birleşmeden alacağı hazzı engellemesi amacına matuf olması, dolayısı ile fıtrata müdahale sözkonusu olmasından ötürü yapılması asla doğru olmayan bir ameliyedir. Şayet fıtrata müdahale bakımından konuşulacak bir durum varsa kadın sünneti meselesi olmalıdır, erkek sünneti değil.

Sünnet olmak dini bir vecibe midir?.

Bu soruya vereceğimiz en kısa cevap hayır olacaktır. Çocukların sünnet ettirilmesi ülkemizde her ne kadar dini bir vecibe gereği yapılıyor olsa da bu ameliyenin dini karşılığı hiçbir şekilde bulunmamaktadır. Müslüman coğrafyasında yapılıyor olması dini bir vecibe olarak görülmesine karşın, sünnet olmadan yaşayan ve o şekilde ölen bir kimce için sünnet neden olmadığı konusunda hesap gününde ona herhangi bir soru sorulmayacaktır.


11 Mart 2023 Cumartesi

İsra s. 103. Ayeti Örneğinde Kur'an'ı Kendi Bütünlüğünde Anlamak

 Kur'an'ı anlayarak okumaya çalışan bir okuyucunun bazı ayetleri okuduğunda, kafasına bazı soru işaretleri takılması kaçınılmaz, hatta böyle olması da gereklidir. Çünkü kafasına takılan bu soru işaretleri, onu daha detaylı okuma ve araştırmaya yöneltecek, bu durum ise  okuyucunun ufkunu daha da genişletecek Kur'an' karşı olan inancını güçlendirecektir.

Kur'an'ı doğru anlamanın en başta gelen yolu "Kur'an Bütünlüğü" olarak ifade edilen yöntemi dikkate almaktır. Bu yöntemi nasıl dikkate alacağımızı ise bundan önceki yazılarımızda da örneklerle vermeye çalışmıştık. Bu yazımızda, İsra s. 103. ayeti üzerinden bu yöntemin örneklerini vermeye devam edeceğiz. 

İsra s. 101- 104. ayetleri Musa (a.s.) ile Firavun arasında geçen mücadeleden bir kesit sunmaktadır. 

101- وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُورًا

Andolsun ki biz Musâya açık açık dokuz âyet verdik. İşte İsrail oğullarına sor: O, bunlara geldiği vakit Fir'avn ona: «Musa, ben seni herhalde büyülenmiş sanıyorum» demişdi.

102-قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا

O da: «Andolsun, dedi, bunları (her biri basıyretle görülecek) birer ibret olmak üzere göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini bilmişsindir. Ben de, Fir'avn, seni herhalde helak edilmiş sanıyorum».

103-فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعًاۙ

Derken onları o yerden sürüb çıkarmak istedi. Biz de hem kendisini, hem maiyyetindekileri, topdan suda boğuverdik.

104- وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفًاۜ 

Arkasından da İsrâîl oğullarına (şöyle) dedik: (Haydin), o yerde siz oturun. Sonra âhiret va'di geldiği vakit onları da, sizi de bir araya getireceğiz».

Bu kıssanın 103. ayetini okuyan dikkatli bir okuyucu, Musa (a.s.) kıssasının geçtiği diğer ayetleri hatırlayacak, Araf ve Taha surelerinde geçen şu sözler hatırına gelecektir.

7- 105 حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ

«Allaha karşı hakdan başkasını söylememekliğim (üzerime) borcdur. Size Rabbinizden açık bir alâmetle gelmişimdir. Artık İsrâîl oğullarını benimle beraber gönder».

20- 47 فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى

«Hemen gidin de ona (şöyle) deyin: — Biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîl oğullarını bizimle gönder. Onlara işkence etme. Biz sana Rabbinden hakıykî bir âyet getirdik. Selâm (ve selâmet), doğruya tâbi olanlara».

Bu iki ayetteki dikkatimizi çeken husus, İsrailoğullarının Firavun tarafından serbest bırakılmasının istenmiş olmasıdır. İsra s. 103. ayetinde Firavunun, İsrailoğullarını yaşadıkları topraklardan sürmek istemesi ile, İsrailoğullarını serbest bırakmasının istenmesi arasında zıtlık gibi görünen durum, haklı olarak  okuyucunun kafasında bir takım soru işaretlerinin oluşmasına neden olacaktır.

Peki bu müşkilat nasıl çözülecektir.? 

                            Kur'an, içinde ihtilaf barındırmayan bir kitaptır. (Nisa s. 82)

Öncelikle Kur'an'ın bir tarih kitabı olmadığı gerçeğini akıldan çıkarmamak gerektiğini hatırlatmak yerinde olacaktır. Kur'an tarihte geçmiş olayları anlatma amacı tarihi bilgi  değil, vermek istediği mesajın daha da anlaşılır olmasını sağlamaktır. Müşkilatın çözümü için yine aynı surenin önceki ayetlerini hatırlamak gerekmektedir. 

17-73. Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.

17-74. Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.

17-75. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.

17-76. Seni o yerden (Mekke'den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı.

17-77. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın.

76. ayette geçen "sürüp çıkarmak" şeklinde çevrilen kelimenin Arapça orjinal metindeki karşılığı "Fezze" kelimesidir. Yukarıdaki ayetler gurubunda, Mekkeli müşriklerin Muhammed (a.s.) a karşı olan düşmanlıkları ele alınmakta, elçilerini yurdundan ayrılmak zorunda bırakanların da yurtlarında pek fazla kalamayacaklarının "Sünnetullah" olduğu hatırlatılmaktadır. Sünnetullah olarak bildiğimiz kavramın, geçmiş toplumlar üzerinde uygulanan helak yasaları olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz

Bu noktayı dikkate aldığımızda Firavun ve ordusunun helak sebebinin İsrailoğullarını yaşadıkları topraklardan sürmek istemeleri olduğu beyan edilerek Sünnetullah gereği helak edildikleri haber  verilmektedir. Yani geçmişte helak edilmiş bir topluluğun helak nedeninin, güçlü bir topluluğun güçsüz bir topluluğa karşı zalimce davranarak onları yaşadıkları yerden koparmak istemelerinin neticeleri anlatılarak, Mekke müşriklerinin Muhammed (a.s.) a karşı olan davranışlarının neticelerinin ne olacağına dikkat çekilmektedir.

Allah (c.c) Mekke müşriklerine  blöf yapmadığını, geçmişte yaşanan ve kendilerinden kat be kat üstün güçlere sahip olan Firavun ve ordusunun helak edilmiş olduğunun haberi verilmek sureti ile Mekke müşriklerine gözdağı vermektedir. Bu gözdağı aynı zamanda İsrailoğullarına da verilmektedir. Şöyle ki ;

İsra s. ayetlerine baktığımızda bazı ayetlerinin Medine hicretinin hemen öncesi veya sonrasında inmiş olduğu anlaşılacaktır. Bu ayetlerde Muhammed (a.s.) ın Medine'de karşılaşacağı topluluk olan İsrailoğulları'ndan bahsedilmekte, o topluluğa eskiden yaptıkları yanlışları hatırlatılmakta, eski yanlışlarını tekrar ettikleri takdirde başlarına gelenlerin aynısının geleceği onlara da yani Sünnetullah'ın tekrar edeceği bildirilmektedir. 

Kur'an içinde 3 yerde geçen Fezze kelimesinin aynı sure içinde Adem ve İblis kıssası içinde de geçtiğini görmekteyiz. Bu geçiş bizlere sure içi bütünlüğe örnek teşkil etmiş olması açısından ilginçtir.

Kur'an kıssalarını okuduğumuz zaman aynı kıssanın farklı anlatımlar şeklinde bizlere sunulduğunu görmekteyiz. Bu anlatım üslubu ise Kur'an'ın tarihsel bilgi vermek yerine, mesaja dikkat çekmek şeklinde bir yöntemi olmasındandır.

Adem ve İblis kıssasının İsra s. içinde geçen ayet mealleri şöyledir. 

17- 61. Hani meleklere, "Âdem için saygı ile eğilin" demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, "Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?" demişti.

17- 62. Yine demişti ki: "Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım."

17- 63. Allah, şöyle dedi: "Çekil, git." Onlardan kim sana uyarsa, kuşkusuz cehennem tam bir karşılık olarak hepinizin cezası olacaktır."

17- 64. "(Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır (vestefziz)   Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun." Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va'detmez.

17- 65. "Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter.


Adem ve İblis, Musa (a.s.) ve Firavun kıssalarının İsra s. içinde geçen bölümünü 64. ve 103. ayetler içinde geçen Fezze fiilini merkeze alarak sure bütünlüğü kurmak mümkündür. Bu bütünlüğü ise kısaca şu şekilde kurabiliriz.

Mekke müşrikleri Muhammed (a.s.) ın davetini türlü yollarla inkar etmekte, onun görevini engellemek için Mekke'den çıkarma planları bile kurmaktadırlar. Onların bu planları geçmişte yaşanmış olan bir helak olayı anlatılarak nasıl bir bedel ödeyeceklerine dikkat çekilmektedir. Geçmişte aynı hatayı Musa (a.s.) a karşı yapmış olan Firavun ve ordusu, denizde boğulmak sureti ile helak edilmişlerdir. Bu helak olayının ise değişmez bir yasa olarak Mekke müşrikleri içinde geçerli olacağı bildirilmektedir.

Bilindiği üzere Şeytan kavramı Kur'an genelinde, kötülüğün en üst sınırı olan kişi ve ameller için kullanılmaktadır. Bu kavram temsili bir kıssa ile bizlere anlatılmaktadır. Kıssada bizler olarak temsil edilen Ademin karşısında İblis adlı temsili bir karakter bulunmaktadır. İblis, Şeytan olarak vasıflandırılarak onun bizlere karşı neler yapacağı, ayağımızı nasıl kaydırmak isteyeceği Kur'an içinde 7 ayrı sure içinde bizlere anlatılmaktadır.  Kıssanın İsra s. içinde geçen bölümünde ise Mekke müşriklerinin Muhammed (a.s.) a karşı yaptıkları eylem, aynı kelime ile özdeşleştirilerek Mekke müşrikleri Şeytana benzetilmektedir.

Sonuç olarak; Kur'an okuduğumuz zaman karşımıza çıkan bazı ayetler arasındaki çelişki gibi görünen noktalar bütüncül bir okuma yapılmamasından kaynaklanmakta, bütüncül bir okuma yapıldığında ise böyle bir çelişkinin asla olmadığı açıkça görülecektir. Bizler Allah'ın kitabını iman etmiş olma ön kabulü ile okuduğumuz zaman bu gerçeklik daha net olarak karşımıza çıkacaktır.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.