Nüzul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nüzul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2024 Perşembe

İki Ademoğlunun Kıssasını Nüzul Dönemi Şartlarında Okumak

Kur'an, Muhammed (a.s.) a Mekke ve Medine şehirlerinde, 23 yıllık bir süreç içinde peyderpey indirilmiş bir kitaptır. Bu kitabın indirildiği şehirlerin, kendine özgü şartları mevcut olup, bu durumu Kur'an ayetlerinden kolayca anlamaktayız. Mekke şehrinde inen ayetlerde, o şehrin zengin kodamanlarının vahye karşı sergiledikleri inkarcı duruş anlatılırken, Medine şehrinde inen ayetlerde ise, Yahudi ve Hristiyanların vahye karşı sergiledikleri inkarcı duruş ile ilgili ayetlerin daha yoğunlukta olduğu rahatlıkla gözlemlenebilecektir. 

Kur'an, muhataplarına vermek istediği mesajı anlatırken "Kıssa yollu anlatım" olarak bildiğimiz anlatım üslubunu da kullanmaktadır. Bu üslupla anlatılan ayetler Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan mevcut muhataplara bir takım mesajlar içermekte olup, bu mesajlar doğru anlaşıldığı takdirde, bu anlatımların bize dönük ne gibi mesajlar taşımış olabileceği yönündeki sorulara da cevap kolayca bulunabilecektir.

Kıssa yollu anlatım ile ilgili olarak yukarıda söylediğimiz "Doğru anlaşılma" konusu üzerinde biraz durmak gerekirse, şunları söylemek mümkündür:

Kur'an kıssaları ile ilgili olarak bilgi veren eserlerde (tefsir v.s.) dikkatimizi çeken en önemli husus, anlatılan kıssanın ne gibi mesajlar içermiş olabileceği yönündeki bilgiler yerine, o kıssayı masala çeviren  bilgilerin mevcut olduğu, konu ile ilgili olan herkesçe malumdur.

Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Kur'an eğer bir kıssa anlatıyor ise, öncelikle bu kıssa mevcut muhataplara önemli mesajlar içermektedir. Bu mesajların ne olabileceği ise ilgili ayetlerin bağlamı ve Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak bizler tarafından da anlaşılabilir. 

Yine hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Kur'an içinde yer alan her kıssa birebir yaşanmış bir kıssa değil, "Temsili kıssa" olarak isimlendirebileceğimiz bir anlatım üslubuna sahiptir. Bu üslup ile anlatılan kıssadaki en önemli husus, olayın birebir yaşanıp yaşanılmadığı konusu değildir. "Bir kıssanın temsili olduğu kanaati nasıl hasıl olabilir?" dersek; "Şayet kıssa ile ilgili yapılan anlama çalışmalarında sorulan sorulara verilebilecek cevaplar bir takım gerçekler ile çakışıyor ise bu kıssanın temsili olma ihtimali daha kuvvetlidir" diyebiliriz.

Örnek olarak, "Adem kıssası birebir yaşanmış bir kıssa değil, temsili bir kıssadır" dediğimiz zaman bu iddianın temelinde kıssa ile ilgili sorulan bir takım sorulara verilen cevapların tam yerine oturmadığı etrafında bir çok tarrtışmaların döndüğü görülecektir. Öyleyse kıssanın birebir yaşanmışlığını dikkate almak yerine, bize yönelik mesajlarının ne olabileceğini dikkate almaya çalışmak daha doğru olacaktır.

Sözü fazla uzatmadan yazımızın esas konusu olan iki Ademoğlu kıssası ile ilgili düşücelerimizi paylaşmaya çalışalım. Medine'de nazil olan Maide suresi içinde "İki Ademoğlunun kıssası"  olarak bilinen bir bir kıssa anlatılmaktadır.  Ancak bu kıssa, bu isimde değil de daha yaygın olarak "Adem'in iki oğlunun kıssası" isimiyle bilinmektedir. 

Bunun sebebi ise, bu kıssanın birebir yaşanmış bir kıssa olduğu düşüncesi ile üretilen israiliyyat dediğimiz bilgilerdir. Bu olayın anlatıldığı ayetlerin tefsir edildiği kitaplara baktığımız zaman, olayın tamamen masala dönüştürüldüğü açıkça görülecektir. Konumuz bu kıssanın anlatıldığı tefsirlerdeki masalları eleştrimek olmadığı için biz sadece kıssa ile ilgili düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Maide suresindeki ayetlerin mealleri şu şekildedir:

27- 28- 29- Onlara iki adem oğlunun gerçek haberini gerçek oku. Hani ikisi de kurban sunmuşlar, ikisinin  birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) "Seni kesinlikle öldüreceğim" demişti. (Diğeri ise) "Allah ancak ve ancak korkanlardan kabul eder. Eğer sen beni öldürmek için elini uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim,şüphesiz ben  göklerin yerin ikisini arasında bulunanların besleyicisi, büyütücüsü, yetiştiricisi, hayatiyetlerini elinde tutucusu olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki, benim de günahımı, senin de günahını yüklenesin de ateşin arkadaşlarından olasın. Yanlış yapanların karşılığı işte bu dur" demişti.

30- Bunun üzerine nefsi onu kardeşini öldürmeyi ister hale getirdi, böylelikle o da onu öldürdü, zarar edenlerden oldu.

31- Sonrasında Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, şu karga gibi olup ta kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi kaldım?" dedi ve pişmanlardan oldu.

32- İşte bundan dolayı, İsrailoğullarına şöyle hükmettik: Şüphesiz kim bir canı başka bir cana veya yeryüzünde bozuculuk yapmasının karşılığı olmaksızın öldürdü ise, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de ona yaşama imkanı verirse, sanki bütün insanlara yaşama imkanı vermiş gibidir. And olsun ki elçilerimiz onlara apaçık belgeler getirdi. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.


Kıssa ile ilgili ayetler öncesinde İsrailoğulları ile ilgili bir olayın anlatıldığına  dikkat edilmeli ve kıssa ile bağının olduğu dikkate alınmalıdır.

                   "Onlara iki Ademoğlunun gerçek haberini oku" 

"Onlar" ifadesi ile İsrailoğullarına işaret edilmiş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Medine'deki  Müslüman ve İsrailoğulları'ndan oluşan iki topluluğun "İki Ademoğlu" olarak ifade edildiğini söyleyebiliriz. Allah (c.c.) böyle bir ifade ile Müslüman ve İsrailoğulları toplumunun aynı kökenden olduğuna işaret etmekte, aynı kökenden olan insanların birbirlerine karşı olan muamelelerinin kardeşlik hukuku çerçevesinde olması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu vurgu "Ey Nuh ile birlikte taşıdıklarımız" şeklinde bir ifade ile İsra s. 3. ayetinde de göze çarpmaktadır. 

Bir erkek ve bir dişiden yaratıldığımıza işaret eden ayetlerin de bu yönde anlaşılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Aksi takdirde insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunu Kur'an'dan anlamaya çalıştığımızda, bu ayetler bizlere net bir bilgi vermekten uzak kalacaktır.

Medine'de yaşayan İsrailoğullarının Müslümanlara karşı olan haset ve kıskançlığını  Bakara suresi içindeki ayetlerde görmekteyiz. Allah (c.c), Yahudi ve Hristiyanlar ile ilgili ayetlerde, onların inandıkları elçi ve kitapların kaynağı ile son elçi ve kitabın kaynağının aynı olduğuna dikkat çekerek, onların elçiler ve kitaplar arasında ayrım yapmadan hepsine iman etmeleri gerektiğini beyan etmesine rağmen, özellikle Yahudilerin haset ve kıskançlık nedeni ile son elçi ve kitaba karşı büyük bir kin ve nefret taşıdıkları ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır.

İki oğulun birer kurban sunması, bir oğulun kurbanının kabul edilip diğer oğulun kurbanının kabul edilmeyişi, Allah (c.c.) nin kulları hakkında verdiği karara ne olursa olsun boyun eğilmesi gerektiğini bizlere anlatmaktadır. Allah (c.c) nin gönderdiği son elçi ve kitabı Yahudilerden değil de, Araplardan seçmiş olmasından ötürü hasetlik duyan Yahudilerin, Allah (c.c.) nin verdiği bu karara boyun eğip, son elçinin hangi kavimden olduğunu dikkate almadan teslim olmaları gerektiği, kurban benzetmesi ile ifade edilmektedir. 

Kurbanı kabul edilmeyen kardeşin, kurbanı kabul edilen diğer kardeşini öldürmeye kalkması, haksız oldukları halde saldırgan Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır takınan Yahudilerin haksızlığına işaret etmektedir. Yahudiler son elçinin Arap olmasından dolayı duydukları kin ve hasetle, Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır sergilemekte, Allah (c.c.) ise Müslümanlara, henüz onlara karşı koyacak güce sahip olmamaları nedeni ile sabretmeleri, tebliğ dili ile karşılık vermeleri gerektiğini Medine döneminin  ilk inen ayetlerinde öğütlemektedir. Diğer kardeşin öldürmek isteğine karşılık vermeyeceğini ifade etmesinden bunu anlamaktayız.

Aksi takdirde "Kendisini öldürmek isteyen bir kardeşe karşı, diğer kardeşi neden kendisini savunmak istememiş" şeklinde sorular sorulacak ve cevabı peşinde koşulacaktır. Kıssanın temsili olduğu yani birebir yaşanmış olmadığı,  dikkate alındığında bu tür sorulara gerek kalmayacaktır.

Kıssa, Yahudilerin Müslümanlara karşı yaptığı saldırının onları ileride pişmanlığa sürükleyeceğini haber vermekle devam etmektedir. Medine döneminin ilk yıllarında güçsüz olan Müslümanlara karşı yaptıkları fitne ve fücür hareketlerinin, ilerde Müslümanların güçlenmesi ile Yahudilerin nasıl başlarına geçirildiği, Haşr suresi ayetleri ve diğer ayetlerinde açıkça görülecektir.

Kıssanın son ayeti, Allah (c.c.) nin insan hayatına verdiği değeri görmek açısından önemli bir hatırlatmadır. Özellikle İsrailoğullarına bunun en baştan bildirildiğinin beyan edilmiş olması dikkat çekicidir. Kendilerinin inandıklarını iddia ettikleri kitabın onlara böyle bir emir verdiğini bildikleri halde, bile bile bu emri tarih boyunca arkalarına atmış oldukları, binlerce yıllık  geçmişlerinde başlarına gelenlerden anlaşılmaktadır. Her ne zaman bulundukları topraklarda fitne fücür işlemiş iseler, bu yaptıkları onların başlarına geçirilmiş yanlarına kar bırakılmamıştır.

                                              Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur.

Bu söz insanlık tarihinin değişmez bir yasasını veciz olarak anlatmaktadır. Tarih boyunca yapılan zülümlerin hiç bir zaman yapanın yanına kar kalmadığı, er veya geç zalimlerin, tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup gittiği bir vakıadır. 

Bugün İsrail adındaki devletin, yıllardır Filistin'li Müslümanlara uyguladığı zulümlerin onları nasıl bir sona götüreceğini, bu kıssadan anlamak mümkündür. Masum bir cana kıymanın bütün canlara kıymak gibi olduğunu bilenlerin, yıllardır Filistin halkını çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden vahşice katletmesi onların nasıl bir sonla yıkılacağının habercisidir. Zalim İsrail de yaptıklarının karşılığını elbette dünya ve ahirette görecektir.

Sonuç olarak: Kıssadan bize düşen hisseyi bir cümle de özetlemek gerekirse; Haklı olan haksız tarafından öldürülse de kazanır, haksız olan haklıyı öldürse de kazanamaz.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.