Allah'ın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Allah'ın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2016 Cumartesi

Dişi Devenin Evrensel Sembollüğü Üzerinden Allah'ın Arzında Fesada Yönelmenin Cezası

Kur'an kıssaları geçmiş yaşamlardan örnekler vererek , gelecek yaşamların şekillenmesinde rehberlik yapan önemli anlatımlardır. Salih a.s kıssası içinde geçen "Naqatullah" (Allah'ın Dişi Devesi) , "Arzullah" (Allah'ın Arzı) deyimleri etrafında gelişen olaylar ve onların sonuçlarını, sadece Semud kavmine has anlatımlar olarak okuduğumuzda , kıssanın vermek istediği mesaj büyük ölçüde ıskalanmış olacaktır.

Semud, bilindiği gibi sonu helak ile biten bir yaşam süren kavim olarak Kur'an içinde zikri geçmektedir. Bu kavmi kendi adı ile veya kendilerine gelen elçinin adı ile anmak , o kavmin helak olma sebebinin evrensel bir mahiyeti olduğunu bizlere unutturacaktır. "Dişi deveyi kesen kavim" , veya "Allah'ın arzını fesada boğan kavim" olarak anmak , bu kavmin helak ediliş sebeplerini zihnimizde canlı tutarak , kıssanın mesajının güncel halde kalmasını sağlayacaktır.

[007.073] Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi: Allah'ın bu dişi devesi size bir ayettir, onu bırakın, Allah'ın arzında  otlasın; ona kötülük etmeyin, yoksa can yakıcı azaba uğrarsınız.

[011.064] «Ey kavmim! Bu, size bir ayet olarak, Allah'ın dişi devesidir. Bırakın onu, Allah'ın arzında otlasın; ona fenalık etmeyin, yoksa siz hemen azaba uğrarsınız»

Bilindiği gibi , kendilerine gönderilen elçinin uyarmalarını dikkate almayan Medyen'liler Allah'ın arzında otlaması için serbest bırakılması gereken dişi deveyi keserek helak edilmeyi hak etmişlerdir. Kıssa içinde geçen bu iki deyime güncel bir anlam yükleyerek , kıssanın evrensel bir mesajı olduğunu okuyabiliriz şöyle ki ;

Allah c.c nin üzerinde yaşadığımız arzı "Arzullah" (Allah'ın Arzı) olarak hatırlatması , bu arz ve üzerinde olanların tümünün onu mülkü olduğunun bilinmesi amacına matuftur. Bir mülk içinde yaşayanlar , o mülk'ün sahibinin koyduğu kurallara göre hareket etmek zorundadırlar. 

"Dişi Deve" ile ilgili olarak eski tefsirlere bakıldığında, bu devenin kayadan çıkıp çıkmadığı üzerinde yapılan tartışmalar gözümüze çarpmaktadır. Geçmişteki tefsir yazarlarının en büyük sıkıntısı , özellikle kıssalar ile ayetleri tefsir ederken verilmek istenen mesaja odaklanmak yerine , zaman ve mekana sıkıştırılmış bir çalışma yaparak aya değil parmağa bakan bir çalışma yapmış olmalarıdır. 

Bazı ayetlerin tefsirinde laf olsun sayfa dolsun kabilinden İsrailiyat denilen masallar ile doldurulmuş bilgileri tefsir olarak okumaya alışkın olan kimseler , kıssaların bugüne dair mesajları olabileceği düşüncesi içinde kıssa okumaları yapanları "Modernist" olarak görmekte ve yaptıkları bazı yorumlara karşı çıkmaktadırlar. Modernist olarak görülen bazı okumalarda da bazı sorunların olduğu bir gerçek olmakla birlikte , kıssaların ön yargılı olarak okunmayarak , bize dönük mesajlarının okunmaya çalışılması, daha sağlıklı sonuçlar ortaya çıkaracaktır.

Kıssa içinde geçen deyimlerin evrensel anlamlarından önce, insan ile ilgili önemli kavramlardan olan "Halife" nin anlamını hatırlamanın gerektiğini düşünmekteyiz. Halife , "Arka" anlamına gelen "Halfün" sözcüğünden türemiş , "Arkadan gelen" anlamındadır. Bu kelime, insanın elinde bulundurduğu her türlü imkanın gerçek sahibi olmadığını , onu belirli bir süre elinde tuttuktan sonra ardından gelene devretmesi anlamına da gelmektedir.

Yani insan , yaşadığı arz üzerinde kendi emrine müsahhar kılınmış olan kevni ayetlerin gerçek sahibi değil , geçici kullanıcısı olup , bu ayetlerin nasıl kullanması gerektiğini her şeyin gerçek sahibi olan Allah c.c den öğrenmek zorundadır. Şirk kavramı, işte bu noktada ortaya çıkarak , sahip olmadıkları mülk üzerinde halife olarak yaşayan insanların , halife olmayı bırakarak asil olmaya soyunmasının bir sonucu olarak , ilah olmanın gereği olan bir hakkı, kendi hakları olduğunu zannederek , kendi kurallarını koymaya çalışmalarına ilahlıkta ortaklık yani "Şirk" adı verilmiştir. 

Şirk dediğimiz olgu , insanların sadece putlara tapması şeklinde hayat sahnesine çıkmaz. Şirk olgusu, yaşam sistemi koymak hakkını Allah'tan alarak onun dışındakilere vermek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile şirk'in hayat içindeki yansımasını geçmiş kavimler üzerinden anlatarak , bu suçun toplumlar üzerindeki tahribatına dikkat çekmiş ve aynı suçun işlendiği tüm zaman ve mekanlarda yaşayan insanların, aynı akıbete uğrayacağını hatırlatmıştır.

Semud kavmindeki şirk , emanetçi olarak yaşadıkları arz üzerinde, kendilerinin dışındaki canlı hayatına saygı duymamaları , onları kendi belirledikleri kurallara göre yönetmek istemeleri şeklinde ortaya çıkmaktadır. Allah'ın arzı üzerinde "Dişi Deve" olarak sembolize edilen kendilerinin dışındaki canlı hayatına saygı duymayan bir yaşam biçimi bu kavmin sonunu getirmiştir. 

Allah'ın arzı üzerinde yaşayan canlılara saygı duymayan , onların da en az kendileri kadar  yaşam hakları olduğunu düşünmeden , kendilerinin emrine müsahhar kılınmış olan kevni ayetleri hoyratça harcamanın tüm zamanlar için geçerli olacak olan sonu, Semud kavminin sonuna benzer şekilde yok olmaktır.

Şu anda yaşadığımız arz bizim değil , bizden öncekilerden miras aldığımız , belirli bir süre faydalandıktan sonra bizden sonrakilere miras olarak bırakacağımız bir emanettir. Sadece kendisini düşünerek gelecek olan nesilleri düşünmeyen insanoğlu , geçmiştekilerden ödünç olarak alınan ve gelecek olan nesilleri devredilmesi gereken , arz üzerinde olan bu nimetleri hoyratça kullanmak sureti ile, kendi sonunu hazırlamaktadır.

İnsanoğlu yeryüzünde kendisine faydalanması için verilen nimetler ile hayatiyetini sürdürebilir. "Ekolojik Denge" olarak ifade edilen temiz hava , su , bitki ve hayvan neslinin devam etmesi insan hayatının devam etmesi için gerekli olan en önemli unsurlardır.

Sadece kendi çıkarını düşünmek sureti ile gelecek nesillere üzerine ilave edilerek devredilmesi gereken arz üzerinde yaşayan bitki ve hayvan neslini , daha çok kazanmak , daha çok yemek uğruna heba eden insanoğlu bunu yapmakla hem kendisinin sonunu , hem de gelecek nesillerin sonunu tehlikeye atan bir tutum sergilemektedir. 

Daha çok kazanmak ve tüketmek için her tarafa dikilen fabrikaların bacalarından çıkan zehirli gazların kirlettiği hava, zaman içinde insanları temiz havadan yoksun bırakarak çeşitli hastalıklara maruz bırakmaktadır. Bu gazların neden olduğu tehlikenin önüne geçmek yapılan çalışmalara engel olan devletler, yine bu gazların en fazla çıktığı fabrikalara sahip olan ülkelerdir. İnsanları ve kendilerini zehirlemek pahasına da olsa , kazanç kapılarının kapanmasını istemeyen bu müstekbirler , yaptıkları yanlışın kendi kapılarını çaldığında , geri dönmek için artık vakit çok geç olacaktır.

Herkesin malumu olduğu üzere , fabrikaların havaya verilen zehirli gazları , akarsulara verilen atık suları , temiz su ve bitki neslini büyük ölçüde tehdit etmektedir. Hava , su ve gıda, insan hayatı için çok önemli unsurlar olması nedeniyle , insan eli ile bunların yok edilmeye çalışılması, insanlığın önündeki büyük felaketin habercisidir. Eğer gerekli ve köktenci tedbirler alınmadığı takdirde ilerleyen zamanlarda , insanoğlu içecek temiz su , yiyecek temiz gıda , soluyacak temiz havadan yoksun olarak kitlesel ölümlerle karşılaşarak , helak denilen olay yeniden tarih sahnesine çıkacaktır.  

Kavimlerin helak edilmesi ile ilgili olarak anlatılan korkunç helak biçimleri , o kavimlerin işlemiş olduğu cürümlerin ne denli korkunç olduğunu tasvir etmek için kullanılan bir üsluptur. Bizim kıssaları okurken odaklanmamız gereken taraf , kavimlerin nasıl helak edildikleri değil neden helak edildikleri olmalıdır. Helak biçimine değil , helak nedenine odaklanan bir okuma , kıssalarda anlatılan sebeplerin hangi zamanda yaşanırsa yaşansın aynı karşılığını bulacağını bizlere göstererek , aynı akıbete uğramamak için bizlerin de gerekeni yapmasını sağlayacaktır.

[027.048]  Ve şehirde dokuz kişi var idi ki, yerde fesada çalışıyorlardı, ıslahda bulunmuyorlardı.

Kazanmak ve diğer insanlar üzerinde tahakküm etmek hırsı , insanoğlunu öyle bir hale getirmiştir ki , bırakın kendi dışındaki bitki ve canlı neslini , kendi çıkarları için kendi cinsinden olan insan neslini bile katletmekten çekinmemektedir. 

Semud kavmi içinde bulunan 9 lu çetenin bugünkü karşılığı , kendi çıkarları için dünyayı kan ve göz yaşına boğmaktan kaçınmayan ülke ve o ülkelerin varlıktan şımarmış ele başlarıdır. Bu insanlar için bir damla petrol , insan hayatından daha değerli olup , kendi ülkelerinde bir kişinin yaşaması için , başka ülkelerde binlerce kişinin öldürülmesine göz yummaktadırlar. 
Çıkarları için arz üzerinde her türlü fesadı yapmaktan çekinmeyenler , yaptıklarının cezasının ahirette çekecekleri gibi , ahiret öncesi dünya hayatlarında helak olarak çekeceklerdir.

Sonuç olarak : Semud kavmi örneğinde "Allah'ın Arzı ve Devesi" olarak geçen deyimler ,  insan yaşamı için önemli olan unsurları sembolize etmektedir. Semudlular kendi yanlarından ihdas ettikleri şirk düşünceleri doğrultusunda , kendi emirlerine amade kılınmış olan kevni ayetleri , Allah'ın elçisi ile önerdiği kullanma klavuzuna göre değil , kendi yanlarından ürettikleri klavuzu göre yönetmek istemeleri sonucunda tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Dünyanın hangi zaman biriminde yaşarsa yaşasın , hangi mekanında yaşarsa yaşasın , kendilerine emanet olarak verilen , ve kendilerinden sonraki nesillere miras bırakmaları gerekenleri , hoyratça kullananlar hem kendilerini , hem de gelecek nesillerin hayatlarını tehlikeye atarak , helak olmalarına sebep olacaklardır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.


10 Temmuz 2016 Pazar

ERRAHMAN: Kulları Arasında Ayrım Gözetmeyen Allah'ın Bir İsmi

Esma- ül Hüsna denilince bugün bir çok Müslümanın aklına, Allah (c.c) nin 99 adet olan ve bunları sayanın cennete gideceği vaad edilen bir takım isimler gelmektedir. Fakat bir çok Müslüman , saydığı bu isimlerin anlamlarını bilmemekte ve bu isimlerin hayat alanında nasıl bir işlevi olduğundan habersiz bir halde olup, bu isimleri sadece ezberleyerek cennete gitmek derdine düşmüştür. 

Kur'ana baktığımızda 99 ile sınırlandırılmış olan bu isimlerin daha da çoğalması mümkün iken sayının 99 da bırakılmış olmasını izah edebilmek güçtür. Muhammed (a.s) dan gelen "Allah'ın 99 ismi vardır bunları sayan cennete gider" gibi rivayetleri, çokluktan kinaye olarak anlamak mümkün iken , literal okumaların sonucu ortaya çıkan bu durum, maalesef biz Müslümanların din konusundaki cehaletlerini göstermektedir. 

İnişi devam eden bir kitap içinde mevcut bulunan isimleri sadece 99 adet ile sınırlandırmak, Muhammed (a.s) için olmayacak bir şey olup bu gibi rivayetler, maalesef mistik bir inanışın tezahürü olarak kitaplara yansımıştır.

Muhammed (a.s) eğer bu tür sözler söylemiş ise , 98 den bir sonraki , 100 den bir önceki sayı olarak, veya bu sözleri sadece ezberleyerek cennete gitmek değil , hayata aktararak ve çokluktan kinaye olarak söyleyerek , cennete gidilebileceğini ifade etmek istemiştir. 

Esma-ül Hüsna olarak bildiğimiz isimler , bizlerin yegane ilahı ve rabbi olan Allah (c.c) yi tanıtan isimler olup , "ERRAHMAN" ismi bu isimlerden bir tanesidir. Her gün dilimizde defalarca tekrarlanan, fakat anlamı hakkında fazla bir bilgi sahibi olmadığımız bu ismin ifade ettiği anlam üzerinde tefekkür etmeye çalışmak, bu yazımızın konusu olacaktır.

Esma-ül Hüsna ile ilgili bilgi veren kitaplarda "Errahman" ismini anlamı genel olarak ,  " Mü'min kafir ayırt etmeden herkese rızkını veren" şeklinde geçmektedir. Bu anlamı bir çok Müslüman bilmesine rağmen, bu ismin anlamının hayat içinde nasıl yer bulduğu maalesef anlaşılamamış, Yahudi ve Hristiyanlardan devşirilmiş olan "Torpilli kul" teorisinin Müslümanlara yansımış hali, bizleri gökten yardım bekler bir hale düşürerek kafirlerin oyuncağı haline getirmiştir. 

Bugün biz Müslümanların anlamakta zorlandığı bir terim olan SÜNNETULLAH teriminin, esma içinde yer bulmuş kelime karşılığının, ERRAHMAN ismi olduğunu söyleyebiliriz. Bu iki terim, dünya hayatı içinde çok önemli bir yere sahip olup , Allah (c.c) nin kulları arasında ayrım yapmadan , onun tarafından konulmuş olan toplumsal yasalara uyan her kim olursa yani mü'min kafir ayrımı yapılmamasını ifade etmektedir.

Bugün biz Müslümanların içinde bulunduğu zelil durum gözler önünde olup , Müslüman olmayanlar tarafından "Allah Müslüman olduğunuz halde neden size yardım etmiyor?" şeklinde , Müslüman olanlar tarafından ise , " Allah Müslüman olduğumuz halde neden bize yardım etmiyor?" sorusu sorulmaktadır.

Eğer bu insanlar Allah (c.c) nin "Errahman" isminin anlamını ve , "Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların nasıl işlediğini bilseler di , böyle bir sorunun abesle iştigal olduğunu kolaylıkla anlamış ve neden biz Müslümanların yardıma mazhar olmadıklarını anlamış olurlardı. 

ERRAHMAN ismi ve SÜNNETULLAH denilen toplumsal yasalar, hayat içinde nasıl karşılığını bulur?. 

Kur'an kıssalarını okuduğumuz zaman , bu kıssalarda göze çarpan en önemli nokta , iman edenlere yardım edilmiş olması , kafirlerin ise helak edilmiş olmasıdır. Ne acıdır ki, bu kıssalar genel olarak masal tadında okunduğu için bu kıssalarda anlatılan toplumsal yasaların kıyamete değin sürecek olduğu bilgisi pek akla getirilmemekte ve bu yardıma mazhar olmaya uygun bir yaşam tarzı, biz Müslümanlar tarafından hayat sahasına pek konulmamakta , yardıma mazhar olan taraf kafirler , helaka uğrayan taraf ise bizler olmaktayız. 

Şayet bu kıssalarda anlatılanlar "Errahman" isminin bir tecellisi, ve "Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların işleyişi olarak okunmuş ve hayat içinde pratiğe aktarılmış olsaydı , bugün biz Müslümanlar , içinde bulunduğumuz bu zelil duruma düşmekten büyük ölçüde kurtulmuş olurduk.

Kur'an kıssalarının ortak mesajlarından bir tanesi , Allah (c.c) katında torpilli bir kul gurubu olmadığı , onun yardımını hak etmek için , Yahudi , Hristiyan , Müslüman v.s gibi özel kimlik sahibi olmak gerekmediği , onun yardımını hak etmek için gerekli olan şeyin sadece ve sadece onun koyduğu toplumsal yasalara uymak gerektiğidir. Bu yasalara , anlatılmış olan kıssalar içinde, iman edenler uyduğu için onlar yardımı hak etmiş , kafirler ise helakı hak etmişlerdir. 

Bu gerçeği bugün , "Kafir" olarak bildiğimiz insanların , bilim , sanat , teknoloji , savunma , ekonomi v.s gibi dallarda biz Müslümanlardan üstün olmaları şeklinde görmekteyiz. Çünkü Allah (c.c) çalışanın çalışmasının karşılığını "Bu kulum kafir" demeden vermekte , netice olarak "Kafir" olarak bildiğimiz toplumlar biz Müslümanlardan daha ileri bir vaziyettedir. 

Biz Müslümanlar ise yüz yıllardır , Hz. Alinin cenkleri , kesik baş hikayeleri , Bedir savaşlarında meleklerin nasıl yardım ettiği masalları ile uyuyarak kendimizi geçmişimiz ile avutmakta ve helak edildiğimizden dahi haberimiz olmayan bir hayat sürmekteyiz.

Sorun ortada bu şekilde durmakta ve bu sorunun nasıl aşılabileceği sorusu, cevabını beklemektedir.

Sorunu aşabilmenin ilk basamağı , öncelikle Allah (c.c) nin "Torpilli kul" olarak gördüğü hiç bir topluluğun olmadığı inancının, biz Müslümanlar arasında kabul görmesinden geçmektedir. Allah (c.c) nin bir kul veya topluluğa yardım etmesinin kuralı, o topluluğun herhangi bir kimliğe sahip olması değil , o kul veya topluluğun işleyiş yasalarına uygun bir davranış sergilemesinden geçtiği bilinci oluşmadan biz Müslümanların ayağa kalkması mümkün olmayacaktır.

Bu ismin anlamından habersiz olarak yapılan , "Errahman ya Allah" diye kafa sallayarak yapılan esma zikirlerinin bizleri cennete götüreceği inancı, maalesef sadece bir kuruntudan ibarettir. İslamı sadece ruhbanlıktan ve belirli zikirleri ve ritüelleri yerine getirmekten ibaret zannetmek bizleri maalesef bugün içinde bulunduğumuz duruma düşürmüştür. 

Allah (c.c) nin isimlerinin her biri hayat içinde anlama sahip olup , bu anlamlar içselleştirilmeden , Allah (c.c) nin tanınması mümkün değildir. 

Bizlerin tanıdığı Allah inancı , maalesef bize Kur'an tarafından tanıtılan bir Allah inancı değil, kulları arasında ayrım yapan !! , Müslümanlara ayrıcalık tanıyan !! bir Allah'tır. Bunun böyle olmadığını görenlerin bir kısmı "Acaba nerede hata yapıyoruz" şeklinde bir öz eleştiri yapmamakta , ve hatayı Allah (c.c) de arayarak küfrün karanlıklarında kaybolmaktadır. 

“KADERMİŞ” Öyle mi? Haşa, Bu Söz Değil Doğru;
Belanı İstedin, Allah da Verdi... Doğrusu Bu. (Mehmet Akif Ersoy)


Kul olarak bize düşen görev , başımıza gelen her musibetin kendi ellerimiz ile işlediğimizin bir sonucu olduğu , bu konuda eğer suçlu aranacaksa bu suçlunun Allah (c.c) değil kendimiz olduğuna inanmaktır.

Sonuç olarak ; "Errahman" isminin kitaplarda genel tarifi olan "Mü'min olsun olmasın herkese rızkını veren" anlamı hayat içinde , "Mü'min kafir ayırt etmeden herkese çalıştığının karşılığını veren" şeklinde anlaşılması gerekmektedir. 

Bu anlayış , bizleri ataletten kurtararak çalışmaya ve bu suretle Allah (c.c) nin yardımını hak etmeyi gerektirecek ameller işlemenin gerektiğine inandıracak , ve zelil durumdan çıkışın kapısını aralayacaktır. 

"Sünnetullah" denilen yasaların işleyiş kuralları yazılı olarak beyan edilmesinin yanı sıra , yaşanmış kıssalar ile hayat içinde nasıl pratik bulduğu , Kur'an içinde yer almış olmasına rağmen , Kur'anın hayat kitabı olduğundan habersiz yapılan okumalar neticesinde , bu beyanlar maalesef buhar olup uçmuştur.

Müslümanların dünya hayatında helak olmaktan kurtularak , yeniden hakim duruma geçmeleri , öncelikle Allah (c.c) yi doğru tanımalarından geçmektedir. Doğru tanınan bir Allah'ın kulları arasında ayrım yapmadığı , koyduğu toplumsal yasalara uyanlar kafirler de olsa, onlara yardım ettiği bilinci bizler arasında oluşmadıkça, merhum şair Mehmet Akif'in dizlerinde anlattığı Müslüman tiplemesinden asla kurtulamayız. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

2 Temmuz 2016 Cumartesi

Ülkemizde Ramazan Manzaraları ve Allah'ın Hudutlarına Saygısızlık Yarışı

Allah (c.c) yaratmış olduğu biz insanları , göndermiş olduğu elçiler ve kitaplar ile adına "Eddin" dediği yaşam kuralları belirleyerek, bu kurallara uymalarını istemiştir. Bu kurallara uyma veya uymama konusunda insanların iradelerini serbest bırakmasına karşın , uyanlara ve uymayanlara nasıl bir karşılık vereceğini yine aynı kitaplarda beyan etmiştir. 

Son elçi Muhammed (a.s) ve ona indirilen Kur'anın Bakara s. 183- 187. ayetleri arasında, Ramazan ayı içinde iman edenlere günün belirli vakitlerinde yeme içme ve cinsel yasaklar koyarak, bunlara uyulması bizlerden istenmiştir. Yazımızda, bu görevin fıkhi boyutu üzerinde değil , % 99 nüfusun "Ben Müslümanım" dediği bir ülkede bu emre uyulma konusunda gösterilen hassasiyete dair olacaktır. 

Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki , Allah (c.c) oruç tutma konusunda insanlara kaldıramayacağı bir yük yüklememiş , hastalık , yolculuk , güç yetirememe gibi mazeret durumunda onları oruçtan muaf tutmuş , mazaretleri geçtiğinde bu vazifeyi yerine getirebileceklerini , sürekli mazereti olanlara ise fidye verebileceklerini bildirmiştir. 

Ancak ülkemizin bir kısmında kalan illerin bir çoğunda oruca gösterilen saygı , ülkenin diğer bir  kısmında kalan bir çok ilde gösterilmemekte , insanların bazılarının oruç tutmadıklarını alenen izhar etmek için sanki bir yarış içine girmişçesine bir hayat sürdüğünü görmekteyiz. Yapılan bu hatanın bize dünya hayatı içinde getirebileceği acı sonuçların, sadece oruç tutmamakta ısrarcı olan kesimi değil, hepimize yansımalarının olacağını düşündüğümüzde geleceğimiz pek parlak görülmemektedir. 

Hata olarak gördüğümüz nokta, insanların oruç tutmamasından ziyade , tutmadıklarını göstermek için girdikleri yarış olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra , Allah (c.c) nin kurallarına uymamanın toplumların helak olma sebebi olması açısından bu durumu değerlendirmeye çalışacağız. 

İman iddiasında olan insanların yapması gereken vazifelerden birisi , imanın gereği olanları yerine getirmeye çalışmak , yerine getirmeyenleri ise uyarmaktır. "İyiliği emretmek kötülükten nehyetmek" şeklinde beyan edilen bu görevi oruç tutmayanları ikaz konusunda yerine getirdiğimiz pek söylenemez. 

Oruç tutmayanların alenen bunu izhar etmelerine karşılık , yapılanın yanlış olduğu uygun bir dil ile anlatılmalı , şiddet asla kullanılmamalıdır. Bu yazının amacı kötülükten sakınmayan , sakınmayanları uyarmayanların bir toplumun ne hale gelmesine sebep olduğunu yaşanmış bir kıssa üzerinden hatırlatarak aynı duruma düşmemize engel olmaya çalışmaktır.

Araf s. 163-168. ayetler arasında , İsrailoğullarına mensup olan deniz kıyısında yaşayan bir topluluğun başına gelenler bizlere anlatılmaktadır. Bu anlatımın sebebi, sadece bu kavmin ne denli açgözlü olduğu değil , Allah'ın hudutlarına uymamanın bir toplumu ne hale getirdiğidir. 

Bu topluluğun başına gelenler, sebep-sonuç ilişkisi dahilinde yaşanan toplumsal yasaların bir sonucu olup, sadece o kavme has bir durum değildir. Bu kıssayı , aynı hatayı yapan toplulukların kıyamete kadar başına gelecek olan bir durumu haber vermesi açısından okuduğumuzda , "Deniz kıyısında yaşayan insanların kıssası" nı, ülkemizde yaşanan Ramazan manzaraları ile ilişkisini kurarak "Türkiye de yaşayan insanlar" olarak okumak , ve onların başına gelenler ile , Türkiye de oruç yasağına uymamanın sonucu başımıza gelebilecek olan akıbeti bu kıssadan okuyabiliriz. 

Araf s. 163 -168 ayetleri arasında anlatılan bu kıssayı okuyanlar , cumartesi avlanma yasağı getirilen bu topluluğun 3 kısma ayrıldığını görebilirler. 

1- Avlanma yasağına uymayanlar. (Aktif kötü)
2-Avlanma yasağına uyanlar ve aynı zamanda bu yasağa uymayanları uyaranlar. (Aktif iyi)
3-Avlanma yasağına uymasına karşın bu yasağa uymayanları uyarmayanlar. (Pasif iyi)

Ülkemizde oruç yasağına uyma konusunu bu kıssa ile bir benzerliğini kuracak olursak, ülkemizdeki insanları da 3 gurupta değerlendirmek mümkündür. 

1- Oruç yasağına uymadıklarını alenen izhar edenler. (Aktif kötü)
2- Oruç yasağına uyanlar ve aynı zamanda bu yasağa uymayanları uyaranlar. (Aktif iyi)
3- Oruç yasağına uymasına karşın bu yasağa uymayanları uyarmayanlar. (Pasif iyi)

Araf suresindeki kıssaya dönecek olursak , bu kıssada anlatılan 1. ve 3. guruptaki insanların helak edilirken ,sadece 2. gurupta kalan insanların kurtulduklarını görmekteyiz. 

Burada kıssayı okuyanların aklına " Neden yasağa uydukları halde 3. guruptaki insanlar da helak edildiler?" şeklinde bir soru gelebilir. 

Kıssayı dikkatle okuyacak olursak , bu guruptaki insanların yasağa uymalarına karşın neme lazımcı bir tavır içine girerek "Her koyun kendi bacağından asılır" düşüncesi içinde olduklarını görmekteyiz. 

İşte bu pasif iyi şeklinde bir tavır içinde olmak , onları aktif kötüler ile aynı guruba dahil ederek , neticede birlikte helak olmalarına sebep olmuştur. Yani sadece kötülüğü işlememiş olmak helaktan kurtulmak anlamına gelmemekte , kötülüğü işleyenleri uyarmaya çalışmak görevimiz olmalıdır. 

Kıssadan alınabilecek olan hisseyi ülkemizde yaşanan ramazan manzarası ile birlikte okuyacak olursak ; 

Hiç kimse hiç kimseyi oruç tutması konusunda bir zorlamaya tutamaz. Ancak oruç tutmayanların bu görevi yapmadıklarını alenen açığa vurmak gibi bir hakları da yoktur. Bu durum açıkça Allah'a karşı bir isyanın dışa vurulmuş bir hali olup , bu halin yaşandığı topluluklar , bu isyanın bedelini değişmeyecek olan toplumsal yasalar gereği dünya ve ahirette ödeyeceklerdir.

Aktif kötüye karşı pasif iyi olmak değil, aktif iyi olmak zorundayız. Aktif iyi olarak vazifemiz, yapılan bu cürmün resmen Allah'a karşı bir savaş açmak olduğu , ve Allah'a karşı savaş açanların şimdiye kadar galip geldiğini görülmediğini hatırlatmaya çalışmak olmalıdır.
Biz üzerimize düşen vazifeyi yaptıktan sonra , karşımızdaki bu hatırlatmayı ister kale alsın , ister almasın muhatabın bileceği iştir. 

Oruç sadece aç kalmak şeklinde yapılan ruhbani bir ibadet değil , Allah'ı ilah ve rab olarak kabul etmenin insan hayatındaki bir yansımasıdır.Geçerli bir mazereti olmadan tutmamak , hele bunu açıktan açığa izhar ederek ortalıkta yemek , Allah'ın gazabını hak etmek anlamına gelecektir.

Kur'an bir çok ayette kavimlerin yıkılışlarından bahsetmektedir. O kavimlerin yıkılış sebeplerine baktığımızda Allah'a karşı savaş açmaları , ve bu savaşın sonunun değişmeyen toplumsal yasalar gereğince , o kavimlerin yenilgisi ile son bulmuş olduğunu görürüz. Allah ile yapılan savaşın sonucunun baştan belli olduğunu düşündüğümüzde , dün ona savaş açanlar ne hale düştü ise , bu gün ve yarın ona savaş açanlar da aynı hale düşecektir. 

Araf suresindeki kıssaya dönecek olursak , o kıssada yasağı çiğneyenlerin maymuna dönüştürüldüğü haber verilmektedir. Bu kavmin uğradığı sonun "Sünnetullah" yasaları gereği olduğu , ve yasalarda asla değişim olmayacağına göre maymun olma hali aynen devam edecektir. 

Tabiki maymun olma halini ,  şekli olarak meydana gelecek bir değişimden ziyade , Kur'anın Allah'ın yasalarını çiğneyenleri "Enam" (hayvan) olarak nitelendirmesini dikkate alarak okumak durumundayız. 

[007.179] And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.
[025.044]  Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.

Ayetlerin hayvanı aşağılayıcı olarak değil , insanın Allah'a karşı isyan ettiği takdirde düştüğü aşağı durumu beyan etmesi , ve hayvanların söylenen sözü anlamamasını dikkate aldığımızda , insanın kendisine söylenen sözü dikkate almaması sonucu düştüğü durum tasvir böyle tasvir edilmektedir. 

Ülkemizde yaşayan insanlarla , aynı gemide olduğumuzu unutmadan , bu gemiye gelecek olan bir zararın herkesi etkiyeceği muhakkaktır. Neme lazımcı tavırlar içine girerek bir köşeye çekilmek , yarın gelebilecek olan bir tehlikeden bizlerin kurtulmasını sağlamayacak , zalimlere dokunan ateş bize de dokunacaktır. 

İnsanların oruç tutmamaktan ziyade , tutmadıklarını alenen izhar etmenin Allah indinde büyük bir gazaba sebep olacağını anlatarak , gelecek olan muhtemel yıkımdan bizlerin kurtulmasını sağlamak görevimiz olmalıdır. 

Yaşadığımız ülke topraklarında dahi, o ülke yöneticileri tarafından belirlenmiş kurallara uymakta gösterdiğimiz hassasiyeti , mülkü üzerinde yaşadığımız rabbimize karşı göstermemiş olmamız elbette cezasız kalmayacaktır. 

Ülkemizde Müslüman olmayan toplulukların dahi, daha önceki yıllarda Ramazan ayında oruç tutan Müslümanlara saygı için , alenen yemek içmekten imtina ettiğini hatırladığımız zaman , kendisine "Ben Müslümanım" diyen insanların böyle bir inceliği dahi gösteremeyecek hale gelmiş olması , toplum olarak nereden nereye geldiğimiz açısından düşündürücüdür.

Sonuç olarak ; Oruç Allah'ın iman edenlerin üzerine belirli bir zamanda yazdığı bir farziyyet olup , geçerli bir mazereti olmayanların yerine getirmekle yükümlü oldukları bir mükellefiyettir. "Memlekette demokrasi var ister tutarım ister tutmak" diyerek alenen ortalıkta gezenler , Allah'a savaş açtıklarını bilmelidir. 

Bir kimse elbette günah işleme hakkına sahiptir. Ancak bu günahını alenen dışa vurarak reklamını yapma hakkına sahip değildir. Bu hakka sahip olduklarını zannedenler, geçmişte nasıl bir akıbete uğramış ise , gelecekte de aynı akıbete uğrayacaktır.

Bize düşen görev kendimiz asker yerine koyarak onlara şiddet uygulamak değil , yaptıkları bu eylemin yanlışlığı ve getireceği acı sonuçları hatırlatmak olmalıdır. Kur'an kıssalarının yaşanmış hayat örnekleri sunarak , yaşanacak hayatlara ibretlik mesajlar sunması özelliğini dikkate aldığımızda , Araf suresi içinde anlatılan deniz kenarındaki kasabanın kıssası ile mazeretsiz oruç tutmayarak bunu sokaklarda alenen açığa vuranların ve onları ikaz etmeyenlerin sonlarının birbiri ile aynı olacağını unutmayalım. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


19 Kasım 2015 Perşembe

Bakara s. 214 Ayeti :Allah'ın Yardımı ve Cennet Nasıl Hak Edilir ?

Cennet , Allah (c.c) nin dünya hayatında iman edip salih amel işleyenlere ahirette vereceğini vaad ettiği bir karşılık olup , cenneti hak etmenin yolunu , kitabında bir çok ayet içinde beyan etmektedir. Gelgelelim kitap harici ortaya atılan bilgiler , cennete gitmenin yolunu Kur'an ın beyan ettiği şartlar haricine bağlayıp , bu şartları yerine getirenlerin cenneti hak edeceğini söyleyerek insanları aldatmaktadırlar. Bu yazımızda her Müslümanın hayali olan cennet'in, bu kadar ucuz olup olmadığını , aramızdaki ihtilaflarda tek hüküm kaynağı olan Kur'ana bakarak okumak istiyoruz.

[002.214] Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.

Cennet yolunun kimlere ve nasıl açılacağı beyan eden sadece bu ayet olmayıp ,Kur'an geneline yayılmış bir çok ayet , dünya hayatında nasıl bir yaşam karşılığında bu cennetin hak edileceğini beyan etmektedir. 

[003.142] Yoksa içinizden Allah cihad edenleri ve sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz?
[009.016] Yoksa, Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri bilmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
[029.002-3] And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İnandık» deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları bilecek ve elbette yalancıları da bilecektir.

Bu konudaki ayetlerin geneline baktığımızda , cennet halkından olmak için gerekli olan ameller, iman ve salih amel çerçevesinde özetlenen bir hayat sürmekten geçmektedir. Kur'an , iman ve salih amel ile ifade edilen yaşamın nasıl olmasını gerektiğini bir çok yerde beyan etmiş , ayrıca bu yaşamı canlı bir şekilde hayatlarına geçiren elçiler ve onunla birlikte olan iman edenlerin hayatlarını kıssa olarak anlatarak canlı modelleri bizlere sunmuştur.

Ancak delillerini Kur'ana dayamayan kitaplara baktığımızda , iman'ın tarifi sadece "dil ile ikrar kalb ile tasdik" kuralına bağlanarak, amel bu kuralın dışında bırakılmıştır. Cennet ehli olmak için yapılması gerekenler dil ile tekrarlanan kelimelere bağlanmış , ancak bu kelimenin hayat sahasına geçirilmesi için çalışma şartı gibi bir şart, maalesef konulmamıştır. 

Kur'anda geçen yaşam örneklerine baktığımız zaman , bütün mücadelenin o kelimeyi hayat sahasına indirmek isteyenler ile , indirmek istemeyenler arasında geçtiğini hatırlayacak olursak , hayatın anlamını Allah (c.c) nin kurallarının hakim olması için yapılan bir mücadele içinde olmak şeklinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bakara s. 214. ayetine baktığımızda , cennet talibi olanların başlarına gelenler hatırlatılarak bu olayları yaşamadığımız müddetçe, bizimde cennete giremeyeceğimiz beyan edilmektedir. 

Peki bu ayette anlatılan olaylar iman edenlerin başlarına neden gelmiştir ? , böyle olaylar hepimizin başına gelmek zorunda mı? , böyle şeyler başımıza gelmeden cennete girmek imkanı yokmu dur ?. 

Bu soruların cevabının verilebilmesi için , insanın yaratılış gayesini ve bu gayenin yolunu tıkamak isteyen unsurları dikkate almak gerektiğini düşünmekteyiz. 

[051.056] Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

Zariyat suresindeki bu ayet, insanın yaratılış gayesini anlatmaktadır. Hayatın, bu ayet çerçevesinde bir hayat sürmek isteyenler ile, bu ayet çerçevesinde bir hayat sürmek istemeyenlerin arasında sürüp giden bir mücadeleden ibaret olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durumun Kur'anda nasıl anlatıldığını görmek için Bakara s. 213. ayetini okumak gerektiğini düşünüyoruz. 

[002.213] İnsanlar bir tek ümmet oldu. Bunun üzerine, Allah nebileri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak Kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir.

İnsanlar yaratılış gayelerini unutarak , Allah (c.c) dışında tabi olunacak başka merciler bulmaya çalıştığı zaman, arz üzerinde fesat meydana gelmektedir. Allah (c.c) insanlara yaratılış gayelerini hatırlatmaları için nebiler ve onlarla birlikte kitaplar göndererek , insanların bu kitabın belirlediği kurallara uymalarını istemiştir. Ancak bazı insanlar bu kurallara uymayı red ederek , hayatlarını başkalarının belirlediği kurallara göre yönlendirmek istediklerini beyan ederek, elçi ve kitaplara karşı savaş açmıştır. 

İnsanlar, elçiye tabi olanlar ve karşı olanlar olmak üzere 2 guruba ayrıldığında, bu iki gurup arasında çekişmeler kaçınılmaz olarak başlamaktadır. İman ettiğini iddia edenlerin elçi ve kitaplara karşı olanlara nasıl bir duruş sergilemeleri gerektiği, yaşanmış örneklerle karşımızda durmaktadır.

Bakara s. 213. ayeti mucibince , müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilen son nebi Muhammed (a.s) da, kendisinden önceki elçilerin başına gelenlerin bir benzeri ile karşılaşmıştır. Allah (c.c) , Muhammed (a.s) ve ona tabi olanlara , kendilerinden önceki elçi ve onlara tabi olan mü'minlerin başlarından geçenleri "Kıssa" şeklinde anlatarak , vahye karşı çıkanlar ile nasıl bir mücadele yolu izleneceğini canlı örnekleri ile anlatmıştır.

Bu mücadeleler anlatılırken , Allah (c.c) elçi ve iman edenlere yardım ettiğini ve böyle bir yardımın kendi üzerine borç olduğunu bildirmektedir.

[012.110]  Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.
[030.047]  Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.
[006.034] Andolsun senden önce de peygamberler yalanlandı; onlara yardımımız gelinceye kadar yalanlandıkları ve eziyete uğratıldıkları şeye sabrettiler. Allah'ın sözlerini (va'dlerini) değiştirebilecek yoktur. Andolsun, gönderilenlerin haberlerinden bir bölümü sana da geldi.
[040.051] Şüphe yok ki, Biz elbette resûllerimize ve imân edenlere dünya hayatında ve şahitlerin kâim olacakları günde yardım ederiz.

Allah (c.c) kendisinin elçi ve iman edenlere yardım edeceğine dair olan vaadinin gerçekleşmesini belirli kurallara bağlamış ve bu kurallar dün nasıl işlediyse , bu , yarın ta ki kıyamete kadar hiç değişmeden işleyecektir. 

Bakara s. 214. ayetine baktığımızda Allah (c.c) nin yardımının ne zaman geldiği anlatılmaktadır "Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır." cümlesi Allah (c.c) nin yardım yasasının nasıl ve ne zaman işlediğini anlatmaktadır.

Yaşanan hayat içinde , Allah (c.c) nin yasalarının belirleyici olmasını istemeyenler , isteyenlerden sayı ve güç olarak her zaman fazla olmuşlar ve bu güçlerini iman edenleri sindirmek için kullanmışlardır. İman edenler sayı ve güç bakımından az olsalar bile , yılmadan çalışmış gayret etmişler, ve bu gayretlerini güçlerinin son haddine kadar sürdürmüşlerdir. İman edenlerin bu gayretleri Allah (c.c) nin vaadi olan yardım yasalarının işlemesine neden olarak, iman edenler kafirlere galebe çalmışlardır. 

Bu örnekleri çok iyi okuyan Muhammed (a.s) ve ona tabi olan ashabı 23 yıl süren mücadele sonunda çıkarıldıkları şehir olan Mekke ye muzaffer olarak geri dönmüşlerdir. Bu geri dönüşe zemin hazırlayan ayetler, Allah (c.c) nin onlardan öncekilere nasıl ve ne zaman ve hangi şartlar altında kaldıklarında yardım vaadinin nasıl işlediğini çok iyi okuyarak içselleştirdikleri ayetlerdir. 

Bu ayetleri bugün okuduğumuzda bizlere nasıl bir mesaj vermektedir ?   

Hayatın akışı dün nasıl cereyan etmiş ise , bugün de aynen devam etmektedir. Kul olma gereğini Allah (c.c) ye hasretmek isteyenler ile , bu gereği başkalarına hasretmek isteyenler arasındaki mücadele , dün olduğu gibi bu gün , yarın ta ki kıyamete kadar sürecektir. 

Bizler eğer kul olma sorumluluğunu, Allah (c.c) nin belirlediği esaslar üzerinden yaşanan bir hayat içinde devam ettirenlerin tarafında olmak istiyorsak ki cennete giden kapının anahtarını böyle bir yoldan gitmek açacaktır , o zaman bu yürüyeceğimiz yolun işaret taşları Kur'an içinde bizleri beklemektedir.

Cennet yolu güllük gülistanlık bir yol değildir. Hele rivayet ve hurafelerle bezenmiş , Kur'an ayetlerinin yer bulmadığı kitaplarda anlatıldığı gibi , günde bilmem kaç defa çekilen tesbih , salavat , nafile namaz gibi mekanik ritüelleri yaparak bol hurili bir cennet, ancak rüyamızda göreceğimiz bir cennet olacaktır.

"İman ve salih amel" çerçevesinde olması gereken bir hayatın sadece "iman" kısmını alarak , bu kısmı da sadece dil ile ikrar düzeyinde bırakan bir yaşam , "salih amel" olarak yapılan kısmı sadece tapınaklarda icra edilen dini bir hayat olarak görmenin bizlere cennet kapısını ne kadar açabileceğini hesap günü göreceğiz.

Bizler , "Allah (c.c) nin yardımı" denildiği zaman , aklımıza ilk gelen şey Bedir harbinde Meleklerin elinde kılıç ile inerek müşrik ordusunu hak ile yeksan ettiği şeklindeki düşüncelerdir. Bu anlayış bizleri, Kur'an ile uzaktan yakından alakası olmayan bir yardım anlayışı içine sokarak , Meleklerin hala inerek bizim yerimize savaşmasını beklemekteyiz. 

Allah (c.c) ne Bedir de, ne başka bir savaş meydanında, gökten melekleri indirerek onları savaştırMAmıştır. Bu düşünce, tamamen tefsir kitaplarında Bedir harbi ile ilgili ayetlerin, Sünnetullah yasalarının doğru okunmadan yorumlanması sonucunda yapılan, uydurma yorumlardan başkası değildir. Bu aptalca inancın tezahürü , Çanakkale ve Kıbrıs harbinde de ortaya çıkarak , orada yeşil sarıklı dedelerin veya Meleklerin savaştığına dair masallar hala köy kahvelerinde, veya masallara meraklı tarikat erbabı tarafından anlatılmaktadır. 

Elçi kıssalarına baktığımızda , elçi ve iman edenlere olan yardımın, onların güçlerinin son haddine kadar çalışıp gayret etmeleri sonucunda geldiğini görürüz. Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan ashabı bu kıssaları sadece sohbet malzemesi yaparak , deniz yarılıp yarılmadı mı ? şeklinde sabahlara kadar süren tartışmalar yaptıklarını söylemek mümkün değildir.

Muhammed (a.s) ve ashabı Musa (a.s) kıssasını, onun Firavun'a karşı nasıl bir mücadele yöntemi izlediğini öğrenerek , aynı yolu izlemek için okumuş ve o mücadele örneği , onlara yol göstermiştir. 

Bu gün aynı kitabı okuduğunu iddia edenlerin bir kısmı , Musa (a.s) ın kıssasını masal tadında okuyarak hoşça vakit geçirmek , bir kısmı ise kafasına göre bir sünnetullah tarifi ortaya atarak deniz'in yarılmasını te'vil edebilmek için sabahlamaktadır. 

Musa (a.s) kıssasının ,Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetler okunduğunda , bu mücadelenin yıllarca sürdüğünü görürüz . İsrailoğullarının Mısır'ı terketmelerine kadar olan süreç, onların var güçleri ile Firavun ve ordusuna karşı koymaya çalışarak ayakta kaldıklarının bir kanıtıdır. Bu sürecin devamı olan Mısır dan çıkmak için deniz kıyısına varmak, artık yapılacakların son haddine kadar yapıldığı ve insan olarak onların elinden bir şeyin gelemeyeceği bir an dır.

"Nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır."

Bu cümlenin tecelli ediş şekli en açık ve net bir biçimde Musa (a.s) kıssasının , deniz yarılması ile ilgili anlatımlarında görülmektedir. Bizler hala bunların olup olmadığı üzerinde vakit geçire duralım , elin oğlu dünya üzerinde her türlü fesadı yaparak mazlumların ensesinde boza pişirmektedir.

Sonuç olarak ; Cennet , her Müslümanın hayalini kurduğu bir yer olup , bu yerin hak edilmesi belirli şartları yerine getirmeye bağlanmıştır. Hurafelerle doldurulmuş sayfaları halka okuyan vaizlerin ağzına düşen cennet'in yolu onlara göre , belirli sayıda yapılan virdler , ne kadar çok nafile namaz o kadar huri , hatim seansları ile hayata geçirilen bir dini yaşantıdan geçmektedir.

Fakat Allah (c.c) cennete gitmenin yolunu , bu kitaplarda yazanın aksi bir şekilde beyan etmektedir. Hayat içinde tek ilah olarak Allah (c.c) nin kurallarının hakim olması için çalışılan bir hayat, cennetin garantisi olarak bizlere beyan edilmektedir. Bu hayat tarzının kolay olmadığı Kur'anın bir çok ayetine yayılmış olan yaşantı örnekleri ile anlaşılmaktadır. 

Allah (c.c) bu zorlukların , kendisi tarafından gelecek olan yardımlarla aşılacağını vaad etmektedir. Ancak bu yardımların nasıl ve ne şekilde yürütülen bir mücadele sonunda geleceği de aynı ayetlerin içinde yer almaktadır. Bizler Müslümanlar olarak , sadece  Allah (c.c) nin yardım edeceği vaadinin olduğu ayetleri okuyup , bu yardımın nasıl geleceğini bildiren ayetleri okumadığımız için , "Armut piş ağzıma düş" tarzı bir hayat yaşayarak , bizim yerimize Allah (c.c) nin savaşmasını beklemekteyiz.

Allah (c.c) nin böyle bir yardım sünneti olmadığını hala bir çoklarımız anlamış değildir. Bizler , Bakara s. 213. ayetinin beyanı gereğinde , aramızdaki ihtilafların kitap rehberliğinde çözüleceği bir hayatın ikamesi için çalışmak ve gayret etmek ,bu uğurda can ve malı esirgememek ile mükellef olduğumuzun önce bilincine varmak zorundayız. 

Bu bilinç içinde olanlar , kendilerinden önce aynı bilince sahip olanların izledikleri yolu izleyerek , bu yolda önlerine çıkan engelleri aşacaklardır. Bu engelleri aşmak mutlaka kolay olmayacaktır. Allah (c.c) nin iman edip salih amel işleyenlere vaad ettiği nimetler dünya hayatında yattığımız yerden kazanılmadığını bilmek her iman iddiasında olan kişi için bilinmesi gereken en önemli bilgi olmalıdır. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

3 Eylül 2013 Salı

Kesilen Hayvanın Üzerine Allah'ın Adının Anılması Meselesi

Yurt dışında olan bazı kardeşlerimiz, orada kesilen hayvanların üzerine besmele çekilmediği gerekçesi ile yemediklerini veya kendilerinin kesim yaptıklarını söyleyerek, bu konuda bir takım sorular yöneltmektedirler. Kur'anın bu konudaki ilgili ayetlerini sıraladıktan sonra üzerine Allah adı anılması gerekli olan, veya üzerine Allah adı anılmadan kesilen hayvanların yenilmesi konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istiyorum.

-----022.034 Ve her ümmet için, Allahın kendilerine merzuk kıldığı en'am behimesi üzerine ismini zikretsinler diye bir ma'bed yapmışızdır, imdi hepinizin tanrısı bir tek tanrıdır, onun için yalnız ona teslim olan müsliman olun ve müjdele o muti', mütevazı'ları
-----022.036 O gövdeli hayvanlar var ya, Biz onları da Allah için kesilen kurbanlıklar arasında kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır; bu yüzden ön ayaklarının biri bağlı olarak bir dizi halinde dururlarken üzerlerine Allah'ın adını anın (öyle boğazlayın). Yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. O böylece onları sizin emrinize verdi ki, şükredesiniz.
-----022.037 Elbette onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşmaz. Ancak O'na sizin takvanız ulaşacaktır. Böylece onları sizin emrinize verdik ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. Görevlerini iyi yapan iyilik sevenleri müjdele!

Hacc s.34-35-36. ayetlerinde , Allah cc nin bizler için yaratmış olduğu hayvanlardan kendi adını anarak kesilmek üzere bizlere bir ibadet tarzı emrettiğini görmekteyiz. Burada vurgulanan önemli nokta o hayvanları keserken üzerlerine Allah'ın adının anılmasıdır. Allah'ın adının anılmasının emredilmesi tek ve hakiki ilah olan Allah cc ye oaln kulluk ahdinin gösterilmesi amaçlıdır. Bu ibadet tarzının zaman içine şirk katılarak uygulamasına devam edilmiş ve tevhidi boyutundan uzaklaşmış bir hale dönüşmüştür.   

-----6.136 Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca, bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza) dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?
-----006.138 Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: «Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır.» Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır.
----- 006.142 Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O'dur. Allah'ın size verdiği rızıktan yeyin, şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
-----006.143 (Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden iki... De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.
-----006.144 Deveden de iki, sığırdan da iki (yarattı.) De ki: O bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
-----010.059 De ki: «Allah'ın size indirdiği rızkın bir kısmını haram, bir kısmını helal kıldığınızı görmüyor musunuz?» De ki: «Size Allah mı izin verdi, yoksa Allah'a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?»
-----016.116 Diliniz yalana alışmış olduğu için, «şu haram, bu helaldir» demeyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise, saadete şüphesiz erişemezler.
-----005.103 Allah, kulağı çentilen, salıverilen, erkek dişi ikizler doğuran, on defa yavrulamasından ötürü yük vurulmayan hayvanların adanmasını emretmemiştir; fakat inkar edenler Allah'a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmezler.

Mealini vermiş olduğumuz ayetler çerçevesinde Allah'ın nimet olarak vermiş olduğu hayvanlardan kendi adının zikredilerek kesilmesi yoluyla emredilen ibadet tarzının nasıl şirke bulaştırıldığı görülmektedir.

Muhammed a.s ın elçi olarak gönderildiği zaman ibadet tarzı olarak kesilen hayvanların üzerlerine Allah c.c nin adı anılmamaktaydı. Kur'an'da bu şekilde kesilen hayvanların yenilmesinin haram olduğunu beyan eden ayetler indirilmiştir.

----- 6.118Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin.
-----6.119 Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.
-----6.121 Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz
-----6.145 De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.
-----16.115Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartiyle bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.
-----2.173 Şüphesiz size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesilen hayvanı haram kılmıştır; fakat, darda kalana, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere günah sayılmaz. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
-----5.003-4-5 Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olandır. Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki: Size temiz olanlar helal kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür. Bugün, size temiz olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları -zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helaldir. Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, ahirette de kaybedenlerdendir.

Yukarda vermiş olduğumuz ayetleri özetleyecek olursak; Allah cc kullarına kendisine olan kulluğunu hatırlamaları için yaratmış olduğu hayvanlardan onun adının üzerlerine anarak kesmelerini emretmiştir. Bu ibadet tarzı zaman içinde tevhidi boyuttan uzaklaşarak şirk karışmış bir halde devam ederek Allah'a yaklaşmak için ibadet ettikleri putlarının adını anarak kesilmeye başlanmıştır. Kur'an bu tür bir ibadet tarzının şirk olduğunu ve putların adı anılarak kesilen hayvanların etlerinin haram olduğunu beyan etmiş ve helal olanın Allah adı anılarak kesilen hayvanlar olduğunu beyan etmiştir. Burada önemli bir nokta vardır oda , kesim yapılan hayvanların ibadet kastı ile kesilmiş olmalarıdır.     

Şimdi gelelim günümüze, bir çok müslüman kardeşimiz market veya kasaptan almış oldukları etlerin üzerlerine Allah adı anılarak kesilip kesilmediği konusunda tereddüt ederek, bu etleri almamakta yada kendileri keserek bu etleri tüketmektedirler. İlgili ayetleri dikkatle okuyacak olursak kesilen hayvanların üzerlerine Allah cc  den başkasının adının anılarak kesilmesinin haram olduğu beyan edilmektedir. Ticari amaçlı olarak kesilmiş olan market veya kasaplarda satılan etlerin üzerlerine Allah adı anılması mecburiyeti olmayıp türkiye veya avrupadaki kardeşlerimiz bu etleri rahatlıkla yiyebilirler.    

Yalnız bugün türbelere götürülerek kesilen hayvanların üzerlerine Allah adı anılmış olsa dahi yenilmesi türbelerin şirk yuvası olmaları açısından yenilmesi tehlikelidir ve tavsiye edilmez. Mezbahalarda hayvan kesimi ile görevli olan kişilerin o hayvanları keserken bilerek veya unutarak hayvan'ın üzerine Allah adının anmaması o hayvanın etinin haram olmasını gerektirmez. Bazı kardeşlerimizin içlerinin rahat etmesi açısından söylemek gerekirse ,bu görüş imam şafii'ninde kabul ettiği bir görüştür.     

Ehli kitab'ın yemeğinin helal olduğu maide s. 5. ayetinde çok açık bir biçimde beyan edilmesine rağmen bu günkü ehli kitabın o günkü ehli kitab ile aynı olmadığı gibi yanlış bir düşünce içine girilerek o ayetlerin hükmü neshe uğramış gibi göz önüne alınmaması doğru bir düşünce değildir.  Bugün avrupa da kesim yapılan mezbahalarda eğer kesilen hayvanı önce öldürüp sonra kesmek sureti ile bir kesim eğer yapılırsa bu şekilde kesilen hayvanın eti haramdır , ama boğazı kesilerek ve o şekilde yapılan bir kesimle ölen hayvanın etinin yememek için herhangi bir sebeb yoktur.  

Burada bir noktanın altını çizmek istiyoruz ; Bazı kardeşlerimiz Enam s. 121. Ayetinde ki "Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu; bir fısktır. Doğrusu, şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz; şüphesiz ki siz de müşrikler olursunuz." şeklindeki beyandan hareketle , kesilen hayvan üzerine Allah (c.c) nin adının anılmasının "Farz" olduğu , böyle bir işlem yapılmadan kesilen hayvanların etlerini "Haram" olduğu düşüncesi içindedirler. Bu düşünceye katılmadığımızı , 121. Ayet içindeki "Fısk" kelimesi ile ifade edilen noktanın Enam s. 145. Ayetinden anlaşılacağını belirtmek istiyoruz. 

 [006.145]  De ki: «Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir) . Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir.

145. Ayet içindeki "Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında," cümlesine dikkat edersek ,121. Ayet içindeki haramlığın ALLAH (C.C) NİN ADI ANILMAYANLAR DEĞİL , ALLAH (C.C) DEN BAŞKASININ ADININ ANILARAK KESİLMİŞ OLAN HAYVANLARIN HARAM OLDUĞUDUR. Her iki Ayet içinde geçen Fısk" kelimesi burada anahtar kelime konumumda olup 121. Ayetin tek başına okunarak yanlış bir anlamaya sebeb olmaması açısından gerekli bilgiyi vermektedir. 

Bu konuda hassasiyet gösteren kardeşlerimizin hassasiyetlerine saygı duymakla beraber , yanlış olan taraf böyle bir kesimin "Haram" olarak görülüp o etlerin yenilmesinin de haram olduğu görüşüdür. Haram -helal tesbitinin doğru bir şekilde yapılabilmesi, Kur'anın o konudaki Ayetlerini ve nuzül dönemi arka plan düşüncesinin bilinmesinin önemini daha da ortaya çıkarmaktadır.

Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, kesen kişinin kimliği değil kesilen hayvanın üzerine Allah cc nin dışında birisinin adı anılarak misalen "......... adına" denilerek kesildiğinde haram olmasıdır. Ancak türbelerde kesilerek Allah adı anılsa bile kesilen hayvanın etinin yenilmesi sakıncalıdır. Kesen kişi müslüman olmasa dahi eğer keserken hiç bir şey demeden kesse dahi o hayvanın etinin yenilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Sünnet Terimi ve Allah'ın Sünneti-Resulun Sünneti-Müşriklerin Sünneti

Yazımızın başlığına 3 farklı sünnet kelimesini kullanmamız bu kelimenin genel bir anlamı olduğu içindir. Hangi terkiple kullanılırsa bu terim ,"onun izlediği yol" anlamına gelmektedir , dolayısı ile Kur'anda bu anlama uygun sünnet çeşitleri görmekteyiz.   

"Sünnet" kelimesi, "iyi veya kötü tutulan yol,gidişat, davranış" anlamlarına gelmektedir. Bu anlama gelen kelimenin önce Kur'anda Allah cc nin kendi uyguladığı yolu yani sünneti olarak kullanılan ayetleri görelim.   

 -----008.038 Kâfir olanlara de ki, nihâyet verirlerse geçmişteki günahları onlara bağışlanır. Ve eğer yine geri dönerlerse, artık şüphe yok ki, evvelkilerin sünneti geçmiştir.

Enfal s. 8. ayetinde kafirlerden mü'minlere olan düşmanlıklarına son vermeleri istenilmekte, aksi takdirde kendilerinden evvel geçmiş olan kavimlere uygulanan helak sünnetinin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. 

-----003.137 Sizden önce, Allah’ın koymuş olduğu sünnete uygun olarak, nice olaylar, ümmetler geçti... İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dîni yalan sayanların âkıbetlerini görün!

Al-i imran s. 137. ayetinde, dini yalanlayanların akıbetlerinin helak olduğu bu helakın bir sünnete uygun olarak herkese uygulandığının , yıkıntılarının görüleceği bildirilmektedir.

-----004.026 Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Nisa s. 22-23-24-25. ayetlerinde bildirilen hükümlerin 26. ayette kendilerinden öncekilere uygulanan emirler olduğu bildirilerek kur'andaki ilgili hükümlerin kur'an nazil olmadan evvel insanların yükümlü oldukları emirler olduğu beyan edilmektedir.   

----- 015.013 Onlar ona (indirilen Kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti geçmiştir.

Hicr s. 15. ayetinde kendilerine indirilen kitablara inanmayanlara uygulanan helak sünneti hatırlatılmaktadır.   

----- 017.76 77 Memleketinden çıkarmak için seni nerdeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!

İsra s. 76-77. ayetlerinde, müşriklerin Muhammed as ı yurdundan etmek için zorlamaları neticesinde başlarına gelecek olanların kendilerinden önce geçmiş olan kavimlerin kendilerine gönderilenleri inkar edip yurtlarından çıkarmaları neticesinde başlarına gelen helak olayının bunlarında başlarına geleceğini bunun Allah cc nin bir sünneti olduğunu bu sünnette bir değişiklik yapmadan aynısını Mekke müşrikleri içinde uygulayacağı beyan edilmektedir.    

-----018.055 İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken, onları inanmaktan, Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan öncekilere uygulanan sünnetin kendilerine de uygulanmasını veya gözleri göre göre azaba uğramayı beklemeleridir.

Kehf s. 55. ayetinde, kendilerine gönderilen elçiye inanmamalarına sebeb olan şeyin kendilerinden öncekilere uygulanan helak sünnetinin gelmesini beklemeleri olduğu beyan ediliyor. Kur'andaki diğer ayetlerde müşriklerin iman etmelerinin artık kendilerine helak gelince ancan bu imanlarının kendilerine fayada vermediği beyan edilirek bu hatırlama yapılıp mekke müşriklerininde helak gelediği vakit imanlarının fayda etmeyeceği hatırlatılmaktadır.   

 -----033.037-38 Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.Allah'ın Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı sünnetidir. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.

Ahzab s. 37.38. ayetinde, insanlar arasında yaygın olan bazı adetlerin elçilerinin vasıtası ile  kaldırmasının Alah cc nin bir sünneti olduğu vurgulanarak Muhammed as ı evlatlığının boşamış olduğu hanımla evlendirerek, evlatlıklarının boşamış olduğu kadınlarla evlenilmesini hoş karşılanmayan bir toplumda bu tabuyu onun vasıtası ile kaldırması konu edilmektedir.

-----033.60-61-62 İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler.(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnet idir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.

Ahzab s. 60-61-62. ayetlerinde, münafıkların mü'minlerin elleri ile nifaklarından vazgeçirilmelerinin Allah cc nin bir sünneti olduğu bu sünnetin öncekiler içinde uygulandığı bildirilmektedir. 

-----035.42-43 Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.(Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.

Fatır s. 42-43. ayetlerinde, kendilerine elçi geldiği takdirde iman edeceğini söyleyenlerin o elçi geldiği zaman onu inkar etmeleri ve bu inkarlarının neticesinde helake uğramalarının Allah cc nin sünneti olduğu aynı şekilde mekkeli muhataplarında bu inkarlarına devam ettiği takdirde değişmeyen sünnetin uygulanacağı bildirilmektedir.   

 -----40.082-85Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından da kendilerinden daha üstündüler. Fakat kazanmakta oldukları şeyler, (azaba karşı) onlara hiç bir şey sağlayamadı.Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler. Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

Mü'min s. 82-85. ayetlerinde, güçlü ve kuvvetli kavimlerin kendilerine gelen elçileri inkar etmeleri sonucunda helak edilmeleri anlatılmakta, burada "müşriklerin sünneti" diyebileceğimiz bir durum bizlere anlatılarak o müşriklerin helak anında iman etmeleri , bu imanlarının onlara fayda vermemesi Allah cc nin sünneti olduğu beyan edilemektedir.  

  -----048.22-23 Kâfir olanlar, sizinle savaşmış olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra, ne bir veli (koruyucu dost), ne de bir yardımcı bulamazlardı.Bu, önceden beri geçmiş olan Allah'ın sünnetidir. Ve sen; Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.

Fetih s. 22.23. ayetinde mü'minlerle savaşan kafirlerin kendilerine bir dost ve yardımcı olarak Allah cc yi yanlarında bulamamalarının öteden beri süregelen bir sünnet olduğu beyan edilmektedir.    

Kur'anda "sünnet" kelimesi ile ilgili olarak geçen ayet meallerini sıraladıktan sonra görünen odurki "Allah'ın sünneti" olarak bizlere bildirilen ayetlerin ağırlık noktası , kendilerine gelen elçiyi red edenlerin helak edilmesinin bir sünnet olduğu ve bu sünnette değişme olmadığı görülmektedir.   

Özellikle kur'an kıssalarını okumada önkabullu davranan bir kesim elçilerin bazıları ile ilgili olarak anlatılan görsel ayetlerin inkarına "Allahın sünnetinde değişiklik bulamazsın" cümlesini dillerine dolayarak bu tür ayetlerin imkansız olduğunu savunmaktadırlar. Ortasından kırpılarak yapılan bağlamdan kopuk olarak yapılan bu okumada, Musa as ın asası yılan olamaz, deniz ortadan ikiye ayrılamaz,İsa as babasız doğamaz veya İbrahim as ın atıldığı ateş gerçek ateş olamaz  gibi çıkarımlar yapılmakta savunma ayeti olarak ortasından kırpılıp okunan "Allahın sünnetinde değişiklik bulamazsın" ayeti dilden düşürülmemektedir.   

Allah cc hangi sünnetinde değişiklik olmadığını ayetleri bütüncül bir yaklaşım ile okunduğu kolayca görülebilecek iken kıssalarda anlatılan görsel ayetlerle ilgili olarak "böyle bir şey olamaz" mantığıyla yapılan bir okumada yapılan zorlama tevillere maalesef  ortasından kırpılan "Allahın sünnetinde değişiklik olmadığı" ayeti payanda yapılmak istenmektedir.    

Yine Kur'an hakkında  problemli düşüncelere sahip olduğunu düşündüğümüz bazı kişiler, kur'andan "Sünnetullah" kelimesinin geçtiği "peygamber sünneti" diye bir kelimenin geçmediğinden hareketle Muhammed as ın yaşamış olduğu hayatındaki Kur'ani uygulamaları ret etme yoluna gittikleri görülmektedir.  

Sünnet kelimesi sadece Allah cc için kullanılacak özel bir kelime olmayıp genel bir kelimedir. 

Allah cc nin uyguladığı izlediği bir yol varsa elçilerinde bir yolu sünneti vardır, hatta müşriklerinde helak anında iman etmeleri onların bir sünneti olarak karşımız çıkmaktadır. Muhammed as ın kur'anı hayata tatbik etme noktasında izlediği yolda onun bir sünneti olup buna karşı çıkmak kur'anla elçinin arasını ayırmak anlamına gelir.  

Müşriklerin sünneti olarak niteleyebileceğimiz ilgili ayetlere bakarsak görülür ki , onların her elçi geldiğinde kendilerinden önce helak olan kavimlerin o elçilere karşı geliş yollarını izleyerek sanki karbon kağıdı konmuş gibi aynı sözleri tekrarlamaları, gelen elçilerin beşer olmalarına itirazları, melek elçi istemeleri vs gibi. 

Elçilerin sünnetleri olarak niteleyebileceğimiz ayetlere bakarsak, kendilerinden önce gelen elçiler  gibi aynı tebliği yapmaları, müşriklere karşı olan duruşları, onlara karşı olan tebliğ ve davranışları onların sünneti olarak bizlere örneklik sergilemektedir.   


Kur'anın "sünnet" terimini has değil genel olarak kullanımı bu kelimenin Muhammed as ın örnekliğini ret için istismar edilip kur'anda "Muhammed as ın sünneti geçmiyor" şeklinden bir bahane ile dışlama yoluna gitmek kur'anı arkaya atmaktan başka bir anlamı yoktur. Kur'an bir çok kıssada Muhammed as dan önceki elçilerin örnekliğini anlatırken o elçilerin sünnetlerini de anlatmaktadır, Mekki sureler deki vahiy karşıtlarına nasıl davranılacağını öğütleyen ayetler veya muhataba nasıl tebliğ yapılacağını öğütleyen ayetleri uygulama safhasına koyması Muhammed as ın sünneti değilde nedir?

Medine de nazil olan ayetlerde Mekke deki nazil olan ayetler gibi yaşanan hayatın içindeki olaylarla ilgili olarak inmiş olup yaşantı ve örnekliği bir arada bizlere sunan ayetlerdir. Bizler bu ayetler içinde resul as ve arkadaşlarının yaşantılarını görüp kur'an ayetlerinin bir ütopik düşünceyi anlatmadığını görüyoruz.  

Yaşanmış ve örnekli bir hayattan soyutlanarak okunan bir Kur'an ütopik bir kitap olmaktan öteye geçmeyen "eskilerin masalları" mesabesinde kalmaya mahkum bir kitap olmaktan öteye geçmeyecektir. Kur'anda sünnet kelimesinin  sadece "sünnetullah" olarak geçmesi demek başka sünnetlerde yok demek anlamına gelmez. Resul as ın yaşanmış örnekliğini ret etmek demek Kur'ani bir düşünce olmayıp kur'an düşmanlarının payandalığını yapan bazı cahil kesimin kandırılarak onların kullanılmasından başka bir şey değildir.  

Bizler resul sünneti adı altında yapılan yanlışları gözönüne alıp onun örnekliğini red etmemiz demek "papaza kızıp oruç bozmak " deyiminin bir karşılığıdır. Hiç bir yanlış uygulama bizlere doğru olanları da atmak hakkını vermez bu tür yaklaşımlar doğru ve iyi niyetli yaklaşımlar değildir. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.