Sembollüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sembollüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2016 Cumartesi

Dişi Devenin Evrensel Sembollüğü Üzerinden Allah'ın Arzında Fesada Yönelmenin Cezası

Kur'an kıssaları geçmiş yaşamlardan örnekler vererek , gelecek yaşamların şekillenmesinde rehberlik yapan önemli anlatımlardır. Salih a.s kıssası içinde geçen "Naqatullah" (Allah'ın Dişi Devesi) , "Arzullah" (Allah'ın Arzı) deyimleri etrafında gelişen olaylar ve onların sonuçlarını, sadece Semud kavmine has anlatımlar olarak okuduğumuzda , kıssanın vermek istediği mesaj büyük ölçüde ıskalanmış olacaktır.

Semud, bilindiği gibi sonu helak ile biten bir yaşam süren kavim olarak Kur'an içinde zikri geçmektedir. Bu kavmi kendi adı ile veya kendilerine gelen elçinin adı ile anmak , o kavmin helak olma sebebinin evrensel bir mahiyeti olduğunu bizlere unutturacaktır. "Dişi deveyi kesen kavim" , veya "Allah'ın arzını fesada boğan kavim" olarak anmak , bu kavmin helak ediliş sebeplerini zihnimizde canlı tutarak , kıssanın mesajının güncel halde kalmasını sağlayacaktır.

[007.073] Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi: Allah'ın bu dişi devesi size bir ayettir, onu bırakın, Allah'ın arzında  otlasın; ona kötülük etmeyin, yoksa can yakıcı azaba uğrarsınız.

[011.064] «Ey kavmim! Bu, size bir ayet olarak, Allah'ın dişi devesidir. Bırakın onu, Allah'ın arzında otlasın; ona fenalık etmeyin, yoksa siz hemen azaba uğrarsınız»

Bilindiği gibi , kendilerine gönderilen elçinin uyarmalarını dikkate almayan Medyen'liler Allah'ın arzında otlaması için serbest bırakılması gereken dişi deveyi keserek helak edilmeyi hak etmişlerdir. Kıssa içinde geçen bu iki deyime güncel bir anlam yükleyerek , kıssanın evrensel bir mesajı olduğunu okuyabiliriz şöyle ki ;

Allah c.c nin üzerinde yaşadığımız arzı "Arzullah" (Allah'ın Arzı) olarak hatırlatması , bu arz ve üzerinde olanların tümünün onu mülkü olduğunun bilinmesi amacına matuftur. Bir mülk içinde yaşayanlar , o mülk'ün sahibinin koyduğu kurallara göre hareket etmek zorundadırlar. 

"Dişi Deve" ile ilgili olarak eski tefsirlere bakıldığında, bu devenin kayadan çıkıp çıkmadığı üzerinde yapılan tartışmalar gözümüze çarpmaktadır. Geçmişteki tefsir yazarlarının en büyük sıkıntısı , özellikle kıssalar ile ayetleri tefsir ederken verilmek istenen mesaja odaklanmak yerine , zaman ve mekana sıkıştırılmış bir çalışma yaparak aya değil parmağa bakan bir çalışma yapmış olmalarıdır. 

Bazı ayetlerin tefsirinde laf olsun sayfa dolsun kabilinden İsrailiyat denilen masallar ile doldurulmuş bilgileri tefsir olarak okumaya alışkın olan kimseler , kıssaların bugüne dair mesajları olabileceği düşüncesi içinde kıssa okumaları yapanları "Modernist" olarak görmekte ve yaptıkları bazı yorumlara karşı çıkmaktadırlar. Modernist olarak görülen bazı okumalarda da bazı sorunların olduğu bir gerçek olmakla birlikte , kıssaların ön yargılı olarak okunmayarak , bize dönük mesajlarının okunmaya çalışılması, daha sağlıklı sonuçlar ortaya çıkaracaktır.

Kıssa içinde geçen deyimlerin evrensel anlamlarından önce, insan ile ilgili önemli kavramlardan olan "Halife" nin anlamını hatırlamanın gerektiğini düşünmekteyiz. Halife , "Arka" anlamına gelen "Halfün" sözcüğünden türemiş , "Arkadan gelen" anlamındadır. Bu kelime, insanın elinde bulundurduğu her türlü imkanın gerçek sahibi olmadığını , onu belirli bir süre elinde tuttuktan sonra ardından gelene devretmesi anlamına da gelmektedir.

Yani insan , yaşadığı arz üzerinde kendi emrine müsahhar kılınmış olan kevni ayetlerin gerçek sahibi değil , geçici kullanıcısı olup , bu ayetlerin nasıl kullanması gerektiğini her şeyin gerçek sahibi olan Allah c.c den öğrenmek zorundadır. Şirk kavramı, işte bu noktada ortaya çıkarak , sahip olmadıkları mülk üzerinde halife olarak yaşayan insanların , halife olmayı bırakarak asil olmaya soyunmasının bir sonucu olarak , ilah olmanın gereği olan bir hakkı, kendi hakları olduğunu zannederek , kendi kurallarını koymaya çalışmalarına ilahlıkta ortaklık yani "Şirk" adı verilmiştir. 

Şirk dediğimiz olgu , insanların sadece putlara tapması şeklinde hayat sahnesine çıkmaz. Şirk olgusu, yaşam sistemi koymak hakkını Allah'tan alarak onun dışındakilere vermek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile şirk'in hayat içindeki yansımasını geçmiş kavimler üzerinden anlatarak , bu suçun toplumlar üzerindeki tahribatına dikkat çekmiş ve aynı suçun işlendiği tüm zaman ve mekanlarda yaşayan insanların, aynı akıbete uğrayacağını hatırlatmıştır.

Semud kavmindeki şirk , emanetçi olarak yaşadıkları arz üzerinde, kendilerinin dışındaki canlı hayatına saygı duymamaları , onları kendi belirledikleri kurallara göre yönetmek istemeleri şeklinde ortaya çıkmaktadır. Allah'ın arzı üzerinde "Dişi Deve" olarak sembolize edilen kendilerinin dışındaki canlı hayatına saygı duymayan bir yaşam biçimi bu kavmin sonunu getirmiştir. 

Allah'ın arzı üzerinde yaşayan canlılara saygı duymayan , onların da en az kendileri kadar  yaşam hakları olduğunu düşünmeden , kendilerinin emrine müsahhar kılınmış olan kevni ayetleri hoyratça harcamanın tüm zamanlar için geçerli olacak olan sonu, Semud kavminin sonuna benzer şekilde yok olmaktır.

Şu anda yaşadığımız arz bizim değil , bizden öncekilerden miras aldığımız , belirli bir süre faydalandıktan sonra bizden sonrakilere miras olarak bırakacağımız bir emanettir. Sadece kendisini düşünerek gelecek olan nesilleri düşünmeyen insanoğlu , geçmiştekilerden ödünç olarak alınan ve gelecek olan nesilleri devredilmesi gereken , arz üzerinde olan bu nimetleri hoyratça kullanmak sureti ile, kendi sonunu hazırlamaktadır.

İnsanoğlu yeryüzünde kendisine faydalanması için verilen nimetler ile hayatiyetini sürdürebilir. "Ekolojik Denge" olarak ifade edilen temiz hava , su , bitki ve hayvan neslinin devam etmesi insan hayatının devam etmesi için gerekli olan en önemli unsurlardır.

Sadece kendi çıkarını düşünmek sureti ile gelecek nesillere üzerine ilave edilerek devredilmesi gereken arz üzerinde yaşayan bitki ve hayvan neslini , daha çok kazanmak , daha çok yemek uğruna heba eden insanoğlu bunu yapmakla hem kendisinin sonunu , hem de gelecek nesillerin sonunu tehlikeye atan bir tutum sergilemektedir. 

Daha çok kazanmak ve tüketmek için her tarafa dikilen fabrikaların bacalarından çıkan zehirli gazların kirlettiği hava, zaman içinde insanları temiz havadan yoksun bırakarak çeşitli hastalıklara maruz bırakmaktadır. Bu gazların neden olduğu tehlikenin önüne geçmek yapılan çalışmalara engel olan devletler, yine bu gazların en fazla çıktığı fabrikalara sahip olan ülkelerdir. İnsanları ve kendilerini zehirlemek pahasına da olsa , kazanç kapılarının kapanmasını istemeyen bu müstekbirler , yaptıkları yanlışın kendi kapılarını çaldığında , geri dönmek için artık vakit çok geç olacaktır.

Herkesin malumu olduğu üzere , fabrikaların havaya verilen zehirli gazları , akarsulara verilen atık suları , temiz su ve bitki neslini büyük ölçüde tehdit etmektedir. Hava , su ve gıda, insan hayatı için çok önemli unsurlar olması nedeniyle , insan eli ile bunların yok edilmeye çalışılması, insanlığın önündeki büyük felaketin habercisidir. Eğer gerekli ve köktenci tedbirler alınmadığı takdirde ilerleyen zamanlarda , insanoğlu içecek temiz su , yiyecek temiz gıda , soluyacak temiz havadan yoksun olarak kitlesel ölümlerle karşılaşarak , helak denilen olay yeniden tarih sahnesine çıkacaktır.  

Kavimlerin helak edilmesi ile ilgili olarak anlatılan korkunç helak biçimleri , o kavimlerin işlemiş olduğu cürümlerin ne denli korkunç olduğunu tasvir etmek için kullanılan bir üsluptur. Bizim kıssaları okurken odaklanmamız gereken taraf , kavimlerin nasıl helak edildikleri değil neden helak edildikleri olmalıdır. Helak biçimine değil , helak nedenine odaklanan bir okuma , kıssalarda anlatılan sebeplerin hangi zamanda yaşanırsa yaşansın aynı karşılığını bulacağını bizlere göstererek , aynı akıbete uğramamak için bizlerin de gerekeni yapmasını sağlayacaktır.

[027.048]  Ve şehirde dokuz kişi var idi ki, yerde fesada çalışıyorlardı, ıslahda bulunmuyorlardı.

Kazanmak ve diğer insanlar üzerinde tahakküm etmek hırsı , insanoğlunu öyle bir hale getirmiştir ki , bırakın kendi dışındaki bitki ve canlı neslini , kendi çıkarları için kendi cinsinden olan insan neslini bile katletmekten çekinmemektedir. 

Semud kavmi içinde bulunan 9 lu çetenin bugünkü karşılığı , kendi çıkarları için dünyayı kan ve göz yaşına boğmaktan kaçınmayan ülke ve o ülkelerin varlıktan şımarmış ele başlarıdır. Bu insanlar için bir damla petrol , insan hayatından daha değerli olup , kendi ülkelerinde bir kişinin yaşaması için , başka ülkelerde binlerce kişinin öldürülmesine göz yummaktadırlar. 
Çıkarları için arz üzerinde her türlü fesadı yapmaktan çekinmeyenler , yaptıklarının cezasının ahirette çekecekleri gibi , ahiret öncesi dünya hayatlarında helak olarak çekeceklerdir.

Sonuç olarak : Semud kavmi örneğinde "Allah'ın Arzı ve Devesi" olarak geçen deyimler ,  insan yaşamı için önemli olan unsurları sembolize etmektedir. Semudlular kendi yanlarından ihdas ettikleri şirk düşünceleri doğrultusunda , kendi emirlerine amade kılınmış olan kevni ayetleri , Allah'ın elçisi ile önerdiği kullanma klavuzuna göre değil , kendi yanlarından ürettikleri klavuzu göre yönetmek istemeleri sonucunda tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Dünyanın hangi zaman biriminde yaşarsa yaşasın , hangi mekanında yaşarsa yaşasın , kendilerine emanet olarak verilen , ve kendilerinden sonraki nesillere miras bırakmaları gerekenleri , hoyratça kullananlar hem kendilerini , hem de gelecek nesillerin hayatlarını tehlikeye atarak , helak olmalarına sebep olacaklardır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.


12 Ekim 2015 Pazartesi

ASA nın Evrensel Sembollüğü Üzerinden Musa ve Süleyman (a.s) ın Asalarını Okumak

Sembol kelimesini kısaca tarif etmek gerekirse; "duyularla algılanamayan ve ifade edilemeyen şeylerin somut objelerle ifade edilmesi" diyebiliriz. Semboller istisnasız olarak bütün insanların hayatlarında önemli yer kaplamaktadır. Allah(c.c) gönderdiği elçi ve kitapları, yaşayan insanların günlük hayatlarında algıladıkları ve tecrübe sahibi oldukları bilgiler dahilinde göndererek, elçi ve kitapların o insanlarla aynı dili konuşmalarını sağlayarak, elçi ve kitapların söylemlerinin aynı zamanda çağlar boyunca gelecek insanlar tarafından anlaşılmasını da beraberinde getirmiştir.

Sembolik dil kullanımı Allah(c.c)'nin son elçisine indirdiği kitap içinde de mevcut olup, bu dilin kullanımı aynı zamanda kitabın evrensel olmasını da sağlamıştır. Bu yazımızda Musa(a.s) ve Süleyman(a.s)'ın kıssasında gördüğümüz "Asa" objesinin sembolik dil üzerinden nasıl bir mesaj vermiş olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Kur'an kıssaları, geçmişlerinden yaşantılarında kesitler sunarak, gelecekteki insanlara mesaj vermeyi amaçlayan anlatımlar olup, bu bağlamda Musa(a.s) kıssası, içinde birçok mesaj barındıran bir kıssa olarak ortaya çıkmaktadır. Onun elindeki asanın şekil değiştirmesi konusunda, geçmişte yazılan tefsirlerde bu olayın mesaj içerikli olması konusu hesaba katılmamış, sadece yaşanmışlığı ile ilgili hikayeler sayfalar doldurmuştur.

Modernist anlayışta ise bir kısım tarafından bu asanın şekil değiştirmesi imkansız olarak algılanarak, bu imkansızlık Sünnetullah'a bağlanmıştır. Halbuki Sünnetullah denilen yasalar doğru okunabilmiş olsaydı, asa üzerinden verilen mesajın Sünnetullah'a nasıl uygun olduğu görülünce hayretler içinde kalınırdı. Klasik ve modernist okumaların Kur'an kıssaları bazında düştüğü en önemli hata; bu kıssaları sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsederek okumaya çalışarak evrensel mesajı okuyamamak olduğunu söyleyebiliriz.

Kur'an'da "yed" olarak geçen "el" kelimesi, birçok yerde mecaz anlamda "güç ve kuvvet"i sembolize etmesi anlamında kullanılmıştır. Bu anlam Kur'an öncesi zamanlardan beri bilinmektedir. Bu anlamı dikkate alarak "asa" kelimesi, kişinin elinde tutulan bir obje olarak güç ve kuvveti, elin uzamasına yardımcı olmasını yani güce güç katmasını ifade etmesi bakımından hükümdarların ve belirli güç sahibi kimselerin gücünü sembolize eden evrensel bir objedir.

"Sağ el" deyimi gücün ve kuvvetin doğru kullanımını ifade eden, "Kitabı sağ taraftan verilmek" deyimi cezai müeyyideden kurtulmak, hayırlı haber almak anlamında bir terim olarak Kur'an literatüründe yerini almıştır.

[037.093] (İbrahim) Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi.

[084.007-9] Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.

Musa(a.s) Medyen'den sözleştiği vakti tamamlayarak ayrıldıktan sonra, Tuva Vadisi'nde kendisine elçilik görevi verilerek Firavun'a gönderilir. Tuva Vadisi'nde olan konuşma Kur'an'ın birkaç ayrı suresinde anlatılmaktadır. TAHA Suresi ayetlerinde anlatılan konuşma şöyledir;

[020.017] «Ey Musa! Sağ elindeki nedir?»

[020.018] «O asamdır,» dedi, «üzerine dayanırım, onunla davarlarıma yaprak çırparım, ayrıca onunla daha birçok ihtiyacımı gideririm.»

[020.019] Dedi ki: «Onu at, ey Musa.»

[020.020] Hemen bırakıverdi, o derhal koşar bir yılan kesildi.

[020.021] Dedi ki: «Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz.»

Musa(a.s) bilindiği gibi Medyen'de çobanlık yapmış ve elindeki asayı, çobanlığın gereği olan işlerde ve gücüne güç katması için kullanmıştır. Medyen'den çıktıktan sonra da bu asa onun elindedir. Allah(c.c)'nin sorduğu soruya cevaben, asanın yaptığı işleri ve onun kendisine olan faydalarını anlatmaktadır. Bu anlatımda, asanın hakiki kullanımı üzerinden nasıl bir sembolik anlamı olduğunu okumak mümkündür.

Musa(a.s) koyunlarının başında bir nevi hükümdar ve onların ihtiyaçlarını karşılamak için elini uzatması yani gücüne güç katması için asayı kullandığını ifade etmektedir. Koyunların bakıcılığını yani elinin altında olanların ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için kendisinin güçlü konumunu muhafaza etmesi gerekmektedir.

Tebasının yani koyunlarının herhangi bir yırtıcı tarafından yenilmesi gibi tehlikeleri bertaraf etmek için için devamlı uyanık bulunmak zorunda olup bu uyanıklığı asaya dayanarak sağlamaktadır. Asa; kişinin gücünü pekiştiren ve bunu sembolize eden bir obje olarak binlerce yıldır kullanılan ve bilinen bir nesne olarak Kur'an'da yerini almış ve bu bilinmişlik üzerinden bir takım mesajlar verilmektedir.

Kur'an'ın bu ayetleri üzerinden "asa" objesinin alelade bir obje değil, bulunduğu konuma göre yönetici sıfatında olanların, bu yönetimlerini devam ettirebilmek için sağladıkları güç sembolu olduğu anlaşılmaktadır.

Allah(c.c)'nin Musa(a.s)'a "elindeki asayı at" buyurarak, sonrasında bu asanın şeklinin değişerek yılan haline gelmesinin anlamını; Allah(c.c)'nin yeryüzünde olan bütün güç sahiplerinin üzerinde bir güç sahibi olduğu, onların güçlerini kontrol altında tuttuğu, onların yönetim güçlerinin kendi gücünün altında olduğu mesajını, önce Musa(a.s)'a , sonra bütün insanlara vererek asanın evrensel bir sembol olması üzerinden bizlere anlatmaktadır.

Musa(a.s)'ın asasının şeklinin değişip değişmediği tartışmaları, yapılabilecek en gereksiz tartışmalardan olup, bu oluşun ne anlama geldiğinin okunması gerektiğini tekrar hatırlamak istiyoruz.

Firavun'a alemlerin Rabbi tarafından elçi olarak gönderilen Musa(a.s)'ın elindeki asa, artık sadece bir ağaç parçası değil, Allah'(c.c)'nin hükümranlığını gösteren ve yeryüzündeki hiçbir güç sahibinin başa çıkamayacağı bir güç sembolu haline gelerek, işlevini Musa(a.s) üzerinden yerine getirecektir.

Firavun; halk üzerindeki tahakkümünü sürdürmek için bir takım güç sahiplerini de kullanır. Bu güç sahipleri, Firavun'un ayakta kalması için, ondan maddi ve manevi olarak nemalanıp, onun halk üzerinde üstün bir güç sahibi olduğunu vehmettirerek, destekledikleri Firavun'un ne kadar güçlü olduğunu halka kabul ettirmek sureti ile halkın Firavun'a olan bağlılığını sürdürmeye çalışırlar. Yani sihirbazlar iktidarların önemli bir ayağını oluşturan unsurlar olup evrensel bir yardakçı grubudur.

Firavun sihirbazları evrensellik taşıyan bir olgu olup, bugün çağdaş firavunların iktidarını ayakta tutmak için halkın gözünü boyayarak, firavunların zulümleri örtmek veya halka güzel göstermek için başvurulan her yolu "sihir", bu yolları oluşturan insanları "sihirbaz" olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.

Firavun, iktidarına karşı çıkan Musa(a.s)'ı yenmek için sihirbazlarını çağırarak, Musa(a.s) ile bir nevi düello yapmalarını istemiş, nasıl olsa galip gelecek olan tarafın kendisi olacağını bildiği için bu düelloyu Musa(a.s)'ın isteği üzerine halkın toplandığı bayram günlerinden birinde yapmayı kabul etmiştir.

Halk, Firavun, sihirbazlar ve Musa(a.s) düello için hazırlandılar. Bu arada yılanın Mısır kültüründe Firavun'un ilahi gücünü temsil ettiğini hatırlatmak, asanın yılan olmasının nedenini bizlerin anlamasını kolaylaştıracaktır.

[007.116-7] Musa: «Siz koyun» dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca insanların gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yaptılar. Ve Mûsa'ya vahyettik: «Âsânı atıver.» Hemen o (âsâ) da onların uydurmuş oldukları şeyleri yutuverdi.

[026.044-5] Onlar da iplerini ve değneklerini attılar ve: «Firavun hakkı için, şüphesiz, biz üstün geleceğiz» dediler. Ardından Musa asasını attı. Bir de ne görsünler; onların uydurduklarını yutuveriyor.

Dikkat edileceği üzere sihirbazlar Firavun adı ile, Musa(a.s) Allah(c.c) adı ile düelloya başlamışlar, sonunda Allah(c.c) adı ile başlayan kişi galip gelmiştir. Bu galibiyet Musa(a.s)'ın galibiyeti değil, Allah(c.c)'nin galibiyetidir. Firavun'un izzeti adına başlayanlara karşı, Allah(c.c)'nin izzeti ile başlayanların alacağı sonuç bu olay ile bizlere gösterilmiştir.

[035.010] Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki, izzet tamamıyla Allah'ındır. O'na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir. Kötülükler kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azap vardır ve onların tuzakları da hep tarumar (darmadağın) olur.

[008.017] Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.

ENFAL 17 ayetini okuduğumuzda, ayet her ne kadar Bedir savaşı ile bir bağlam dahilinde ise de ayetin evrensel mesajının "Allah(c.c)'nin adını yüceltmek için girişilen eylemlerin yardımcısının yine Kendisi olduğu"nu okumak ve bu bağlamda Musa(a.s)'ın galibiyetini de anlamak mümkündür.

Musa(a.s)'ın elindeki asa, alelade bir sopa olmaktan çıkarak, Allah(c.c)'nin gücünü, kudretini, azametini, Kendisine karşı efelenen sahte ilahların O'nun karşısında bir hiç olduğunu temsil eden bir güç sembolu haline gelerek Allah(c.c)'nin asasına dönüşmüş ve firavunların güç sembolu ve ilahi bir anlam yükledikleri yılan haline gelerek gerçek ilahi gücün kimde olduğunu göstermiştir. Bu gerçeği sihirbazlar anlayarak ve ölümü göze alarak iman etmişlerdir.

Bu olayın evrensel mesajını okumaya çalışırsak şunları söyleyebiliriz; her çağda var olan Firavun ve onların yardakçıları olan sihirbazların yenilmesi için, onların güçlerini alt edecek daha üstün bir güç gerekmektedir. Bu güç Allah(c.c)'nin yardımını almayı hak edecek seviyeye gelen Müslümanların elinde olursa, bu gücün nasıl meydana gelebileceği yine Musa(a.s) kıssasından okunabilir. Zalimlerin iktidarı yıkılarak mazlumların iktidarı kurulabilir. Eğer bunu biz yapmazsak, çağdaş firavunlar, bir başka firavun eliyle yıkılarak, zalim iktidar, bir başka zalimin eline geçerek kan ve gözyaşı seli akmaya devam edecektir.

Bugün bizim elimizde de bir nevi asa vazifesi görebilecek olan vahiy mevcut olup, maalesef bu vahiy firavunları yıkmak için değil, firavunların ayakta kalması için kullanılmaktadır. Vahyin firavunları desteklemek için değil, onları yıkmak için indirildiğini idrak eden Musa'lar olmadıkça bu durum böyle sürüp gidecektir.

[007.034] Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.

[017.058] Hiç bir kasaba yoktur ki; kıyamet gününden önce Biz, onu helak edecek veya şiddetli bir azabla azablandıracak olmayalım. Bu, Kitab'da yazılmıştır.

Bu ve benzeri ayetler, arz üzerinde geçerli olan toplumsal yasaları beyan etmektedir. Dünya üzerinde "arkeolojik kalıntı" denilen yerleri, sırf turistik gezi olsun diye gezmek yerine, bu yıkımın sebeblerini okumak yönünden bir düşünce içinde gezilseydi, belki biraz ibret alınabilirdi.

Firavun'un yıkımı, arz üzerinde geçerli olan toplumsal yasaların işlemesi sonucunda olup, bu yasalar Kıyamet'e kadar geçerli olacaktır. Bu yasaların Müslümanlar tarafından doğru okunarak, zalimlerin yıkımının kendi elleri ile olması için çalışılmalıdır. Yakın yıllara baktığımızda, dünya üzerinde birçok devlet, bir şekilde yıkıma uğramış ve yerine gelenler başka zalimler olmuşlardır. Yani yıkılış yasaları bir başka zalimin eli ile olmuş, neticede sadece isim değişikliği ile dünya üzerinde kan ve gözyaşı selini akıtmaya devam etmektedirler.

Bu yasalar çerçevesinde, Süleyman(a.s)'ın ölümünü anlatan SEBE 14 ayeti önemli mesajlar vermektedir.

[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak menseesini  yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.

Süleyman(a.s) kıssası, Kur'an kıssaları içinde önemli bir yere sahip olan kıssalardan olup, bu kıssadaki ana mesaj; yönetim gücüne sahip olanların bu gücü nasıl kullanması gerektiği dairdir. Süleyman(a.s), babası Davud(a.s)'dan aldığı yönetimi daha da büyüterek devam ettirmiş fakat toplumsal yasalar gereği bu yönetim de sona ermiştir.

Süleyman(a.s)'ın bu yönetiminin sona ermesi, tabi ki onun zalim bir yönetim sergilemesi sonucunda değildir. Ancak adil bir yönetimden rahatsız olanlar her zaman vardır ve olacaktır. SEBE 14 ayetinin tefsirlerine baktığımız zaman, tamamen asılsız yorumlar üzerine kurulmuş tefsirler görmekteyiz. Bu ayetin tefsirleri birçoğumuzun malumu olup, maalesef toplumsal yasaların neticesi olarak bir okumaya tabi tutulmamıştır.

Bu ayet maalesef literal bir okuma örneği dahilinde okunarak, Süleyman(a.s)'ın öldükten sonra bile ayakta kalmaya devam ettiği, onun ölümünü asasının kurtlar tarafından yenilmek suretiyle yere yıkılmasından sonra anlaşıldığı etrafında yorumlar getirilmiştir. Halbuki ayet bir iktidarın nasıl yıkılabileceği yönünde mesajlar ihtiva etmekte ve bu mesaj çerçevesinde okumaya tabi tutulması gerektiğini düşünmekteyiz.

Ayette, Süleyman(a.s)'ın ölene kadar yönetiminin ayakta kaldığını, onun ölümünden sonra onun yönetimini devam ettiren varislerinin onun gibi bir yönetim sergilemekte başarılı olamayarak, devleti içten kemiren insan kurtlarının bu amaçlarına ulaşamaması için gerekli önlemleri almadıkları için devletin yıkımının gerçekleştiğini görmekteyiz.

Ayette geçen "minsee" kelimesi "Vakit bakımından tehir etmek, ertelemek" anlamına gelen "nesee" kelimesinden türemiştir. "Minsee" kelimesi alet ismi sigasında olup, bir şeyi ertelemede kullanılan değnek olarak izafi bir anlama sahiptir. Ayetin bu kelimenin sembolize ettiği anlam etrafında bir yol izlenerek okunmasının, mesajın evrenselliğinin anlaşılmasında önemli bir katkı sağlayacaktır.

Bu kelimenin Süleyman(a.s) ile olan ilgisi, hükümranlık sembolu olan "asa" kelimesi ile yakından alakalı olup, onun bir hükümdar olarak elinde tuttuğu "Minsee" şu anlama gelmektedir. Bir hükümdar iş başına geçtiği zaman, elindeki gücün başkaları tarafından giderilmesi için yapılacak hiçbir eyleme izin vermez, bu durum adil olsun zalim olsun her iktidar için geçerlidir.

Süleyman(a.s) yaşarken bu asanın kurtlar tarafından kemirilerek, kırılmaması için yani gücünün zayi olmaması için gerekli her türlü önlemi almış, bu önlemler sayesinde gücü ve kuvveti elinden gitmemiştir.

Olaya Süleyman(a.s)'ın sahip olduğu güç ve mülk açısından bakacak olursak, onun da mülkü içinde onun adil yönetiminden rahatsız olan unsurlar mutlaka vardır. Onun yönetiminden rahatsız olan bu unsurlar, onun askeri bir gücü elinde tutarak iç ve dış düşmanlara karşı her an teyakkuzda bulunmasını hesaba katarak, ağaç kurdu misali onun iktidarını içten içe kemirerek yıkmak gibi bir taktik ile çalışmışlar ve sonunda onlar da başarıya ulaşmışlardır.

Süleyman(a.s) kıssasını okuduğumuz zaman onun, mülkü altında olan kimseleri sosyal ve ekonomik yönden doyuran bir icraat içinde olduğunu görmekteyiz. "Cin ve Şeytanlar" olarak ifade edilen yıkıcı unsurları dahi bu sistem içine katarak sistemin ekonomik ve sosyal imkanlarından onları da faydalanmıştır. "Cin ve Şeytan"ları, her devlet içinde olan ve o devletin yıkılması için çalışan kişiler olarak okumak, kıssanın evrensel bir mesaj taşıması açısından önemi olduğunu söyleyebiliriz.

Bu insanlar her fırsatı değerlendirerek, içinde bulundukları gemiyi batırmak için faaliyet gösterebilir. Yönetimlerin zaafiyet gösterdikleri yerde bu kurtlar için şartlar daha kolay olup yıkmak istedikleri yönetimleri yıkmaları daha da kolaylaşmaktadır.

Süleyman(a.s)'ın elindeki "asa"sı yani hükümranlığını ayakta tutmak için kullandığı yönetim mekanizmasının içine o her ne kadar gayret etse dahi dıştan değil, içten kemiren unsurlar girerek bu devletin yıkılmasını sağlamışlardır. Süleyman(a.s) yaşadığı zaman zarfı içinde bu unsurların içten kemiren faaliyetlerine engel olabilmişse de, ondan sonra gelen yöneticiler bu yıkıma engel olacak tedbirleri almakta Süleyman(a.s) gibi usta bir yönetim sergileyememişlerdir.

Bu kıssadan alınacak hisse; bir devletin yönetimi altında bulunanların hoşnutsuzluğunu çekecek, onları bu devlete karşı hasım olmaya yöneltecek sebebleri en aza indirmesi gereklidir. Bu yönetim şayet adil bir yönetim olsa bile bu yönetimlerin şeytan düşmanları olacaktır. Bu yönetimden rahatsız olanları memnun etmek için gayri adil bir yönetim sergilmesi gerekir demek istemediğimizin bilinmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak; "asa" adı verilen objenin, yönetimi ve gücü temsil etmesi bakımından sembolik bir anlamı vardır. Bu asa, elinde tutulan kişinin kullanımına göre işlev taşır. Firavun'un elindeki asa gücün zulüm, baskı, katliam şeklinde yön bulmasına sebeb olurken, Musa(a.s)'ın elindeki asa gücün hak, adalet, doğru yol şeklinde yön bulmasına sebep olmaktadır.

Süleyman(a.s)'ın elindeki asa, onun her ne kadar adil bir yönetim anlayışı içinde olsa dahi bu yönetim onun yaşadığı müddet içinde gerçekleşerek, kendisinden sonra gelenler bu adil yönetimi devam ettirememişlerdir. Bu adil yönetimin devam edememe sebebi, yönetimi içten yıkmak isteyen unsurların yıkıcı faaliyetleri olup, yönetimdeki zaafiyet bu yıkımın gerçekleşmesine sebeb olmuştur.

Musa(a.s) ve Süleyman(a.s)'ın kıssasında geçen bu obje üzerinden verilen mesaj evrensellik arz etmekte olup, zalim iktidarların nasıl bir yolla yıkılabileceği Musa(a.s)'ın asası üzerinden verilen mesaj ile, adil yönetimlerin ayakta kalması için uygulanması gereken tedbirler Süleyman(a.s) kıssası ile verilmektedir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.