Allah (c.c) yaratmış olduğu biz insanları , göndermiş olduğu elçiler ve kitaplar ile adına "Eddin" dediği yaşam kuralları belirleyerek, bu kurallara uymalarını istemiştir. Bu kurallara uyma veya uymama konusunda insanların iradelerini serbest bırakmasına karşın , uyanlara ve uymayanlara nasıl bir karşılık vereceğini yine aynı kitaplarda beyan etmiştir.
Son elçi Muhammed (a.s) ve ona indirilen Kur'anın Bakara s. 183- 187. ayetleri arasında, Ramazan ayı içinde iman edenlere günün belirli vakitlerinde yeme içme ve cinsel yasaklar koyarak, bunlara uyulması bizlerden istenmiştir. Yazımızda, bu görevin fıkhi boyutu üzerinde değil , % 99 nüfusun "Ben Müslümanım" dediği bir ülkede bu emre uyulma konusunda gösterilen hassasiyete dair olacaktır.
Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki , Allah (c.c) oruç tutma konusunda insanlara kaldıramayacağı bir yük yüklememiş , hastalık , yolculuk , güç yetirememe gibi mazeret durumunda onları oruçtan muaf tutmuş , mazaretleri geçtiğinde bu vazifeyi yerine getirebileceklerini , sürekli mazereti olanlara ise fidye verebileceklerini bildirmiştir.
Ancak ülkemizin bir kısmında kalan illerin bir çoğunda oruca gösterilen saygı , ülkenin diğer bir kısmında kalan bir çok ilde gösterilmemekte , insanların bazılarının oruç tutmadıklarını alenen izhar etmek için sanki bir yarış içine girmişçesine bir hayat sürdüğünü görmekteyiz. Yapılan bu hatanın bize dünya hayatı içinde getirebileceği acı sonuçların, sadece oruç tutmamakta ısrarcı olan kesimi değil, hepimize yansımalarının olacağını düşündüğümüzde geleceğimiz pek parlak görülmemektedir.
Hata olarak gördüğümüz nokta, insanların oruç tutmamasından ziyade , tutmadıklarını göstermek için girdikleri yarış olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra , Allah (c.c) nin kurallarına uymamanın toplumların helak olma sebebi olması açısından bu durumu değerlendirmeye çalışacağız.
İman iddiasında olan insanların yapması gereken vazifelerden birisi , imanın gereği olanları yerine getirmeye çalışmak , yerine getirmeyenleri ise uyarmaktır. "İyiliği emretmek kötülükten nehyetmek" şeklinde beyan edilen bu görevi oruç tutmayanları ikaz konusunda yerine getirdiğimiz pek söylenemez.
Oruç tutmayanların alenen bunu izhar etmelerine karşılık , yapılanın yanlış olduğu uygun bir dil ile anlatılmalı , şiddet asla kullanılmamalıdır. Bu yazının amacı kötülükten sakınmayan , sakınmayanları uyarmayanların bir toplumun ne hale gelmesine sebep olduğunu yaşanmış bir kıssa üzerinden hatırlatarak aynı duruma düşmemize engel olmaya çalışmaktır.
Araf s. 163-168. ayetler arasında , İsrailoğullarına mensup olan deniz kıyısında yaşayan bir topluluğun başına gelenler bizlere anlatılmaktadır. Bu anlatımın sebebi, sadece bu kavmin ne denli açgözlü olduğu değil , Allah'ın hudutlarına uymamanın bir toplumu ne hale getirdiğidir.
Bu topluluğun başına gelenler, sebep-sonuç ilişkisi dahilinde yaşanan toplumsal yasaların bir sonucu olup, sadece o kavme has bir durum değildir. Bu kıssayı , aynı hatayı yapan toplulukların kıyamete kadar başına gelecek olan bir durumu haber vermesi açısından okuduğumuzda , "Deniz kıyısında yaşayan insanların kıssası" nı, ülkemizde yaşanan Ramazan manzaraları ile ilişkisini kurarak "Türkiye de yaşayan insanlar" olarak okumak , ve onların başına gelenler ile , Türkiye de oruç yasağına uymamanın sonucu başımıza gelebilecek olan akıbeti bu kıssadan okuyabiliriz.
Araf s. 163 -168 ayetleri arasında anlatılan bu kıssayı okuyanlar , cumartesi avlanma yasağı getirilen bu topluluğun 3 kısma ayrıldığını görebilirler.
1- Avlanma yasağına uymayanlar. (Aktif kötü)
2-Avlanma yasağına uyanlar ve aynı zamanda bu yasağa uymayanları uyaranlar. (Aktif iyi)
3-Avlanma yasağına uymasına karşın bu yasağa uymayanları uyarmayanlar. (Pasif iyi)
Ülkemizde oruç yasağına uyma konusunu bu kıssa ile bir benzerliğini kuracak olursak, ülkemizdeki insanları da 3 gurupta değerlendirmek mümkündür.
1- Oruç yasağına uymadıklarını alenen izhar edenler. (Aktif kötü)
2- Oruç yasağına uyanlar ve aynı zamanda bu yasağa uymayanları uyaranlar. (Aktif iyi)
3- Oruç yasağına uymasına karşın bu yasağa uymayanları uyarmayanlar. (Pasif iyi)
Araf suresindeki kıssaya dönecek olursak , bu kıssada anlatılan 1. ve 3. guruptaki insanların helak edilirken ,sadece 2. gurupta kalan insanların kurtulduklarını görmekteyiz.
Burada kıssayı okuyanların aklına " Neden yasağa uydukları halde 3. guruptaki insanlar da helak edildiler?" şeklinde bir soru gelebilir.
Kıssayı dikkatle okuyacak olursak , bu guruptaki insanların yasağa uymalarına karşın neme lazımcı bir tavır içine girerek "Her koyun kendi bacağından asılır" düşüncesi içinde olduklarını görmekteyiz.
İşte bu pasif iyi şeklinde bir tavır içinde olmak , onları aktif kötüler ile aynı guruba dahil ederek , neticede birlikte helak olmalarına sebep olmuştur. Yani sadece kötülüğü işlememiş olmak helaktan kurtulmak anlamına gelmemekte , kötülüğü işleyenleri uyarmaya çalışmak görevimiz olmalıdır.
Kıssadan alınabilecek olan hisseyi ülkemizde yaşanan ramazan manzarası ile birlikte okuyacak olursak ;
Hiç kimse hiç kimseyi oruç tutması konusunda bir zorlamaya tutamaz. Ancak oruç tutmayanların bu görevi yapmadıklarını alenen açığa vurmak gibi bir hakları da yoktur. Bu durum açıkça Allah'a karşı bir isyanın dışa vurulmuş bir hali olup , bu halin yaşandığı topluluklar , bu isyanın bedelini değişmeyecek olan toplumsal yasalar gereği dünya ve ahirette ödeyeceklerdir.
Aktif kötüye karşı pasif iyi olmak değil, aktif iyi olmak zorundayız. Aktif iyi olarak vazifemiz, yapılan bu cürmün resmen Allah'a karşı bir savaş açmak olduğu , ve Allah'a karşı savaş açanların şimdiye kadar galip geldiğini görülmediğini hatırlatmaya çalışmak olmalıdır.
Biz üzerimize düşen vazifeyi yaptıktan sonra , karşımızdaki bu hatırlatmayı ister kale alsın , ister almasın muhatabın bileceği iştir.
Oruç sadece aç kalmak şeklinde yapılan ruhbani bir ibadet değil , Allah'ı ilah ve rab olarak kabul etmenin insan hayatındaki bir yansımasıdır.Geçerli bir mazereti olmadan tutmamak , hele bunu açıktan açığa izhar ederek ortalıkta yemek , Allah'ın gazabını hak etmek anlamına gelecektir.
Kur'an bir çok ayette kavimlerin yıkılışlarından bahsetmektedir. O kavimlerin yıkılış sebeplerine baktığımızda Allah'a karşı savaş açmaları , ve bu savaşın sonunun değişmeyen toplumsal yasalar gereğince , o kavimlerin yenilgisi ile son bulmuş olduğunu görürüz. Allah ile yapılan savaşın sonucunun baştan belli olduğunu düşündüğümüzde , dün ona savaş açanlar ne hale düştü ise , bu gün ve yarın ona savaş açanlar da aynı hale düşecektir.
Araf suresindeki kıssaya dönecek olursak , o kıssada yasağı çiğneyenlerin maymuna dönüştürüldüğü haber verilmektedir. Bu kavmin uğradığı sonun "Sünnetullah" yasaları gereği olduğu , ve yasalarda asla değişim olmayacağına göre maymun olma hali aynen devam edecektir.
Tabiki maymun olma halini , şekli olarak meydana gelecek bir değişimden ziyade , Kur'anın Allah'ın yasalarını çiğneyenleri "Enam" (hayvan) olarak nitelendirmesini dikkate alarak okumak durumundayız.
[007.179] And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık;
onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları
vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte
bunlar gafillerdir.
[025.044] Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut
düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca
daha da sapıktırlar.
Ayetlerin hayvanı aşağılayıcı olarak değil , insanın Allah'a karşı isyan ettiği takdirde düştüğü aşağı durumu beyan etmesi , ve hayvanların söylenen sözü anlamamasını dikkate aldığımızda , insanın kendisine söylenen sözü dikkate almaması sonucu düştüğü durum tasvir böyle tasvir edilmektedir.
Ülkemizde yaşayan insanlarla , aynı gemide olduğumuzu unutmadan , bu gemiye gelecek olan bir zararın herkesi etkiyeceği muhakkaktır. Neme lazımcı tavırlar içine girerek bir köşeye çekilmek , yarın gelebilecek olan bir tehlikeden bizlerin kurtulmasını sağlamayacak , zalimlere dokunan ateş bize de dokunacaktır.
İnsanların oruç tutmamaktan ziyade , tutmadıklarını alenen izhar etmenin Allah indinde büyük bir gazaba sebep olacağını anlatarak , gelecek olan muhtemel yıkımdan bizlerin kurtulmasını sağlamak görevimiz olmalıdır.
Yaşadığımız ülke topraklarında dahi, o ülke yöneticileri tarafından belirlenmiş kurallara uymakta gösterdiğimiz hassasiyeti , mülkü üzerinde yaşadığımız rabbimize karşı göstermemiş olmamız elbette cezasız kalmayacaktır.
Ülkemizde Müslüman olmayan toplulukların dahi, daha önceki yıllarda Ramazan ayında oruç tutan Müslümanlara saygı için , alenen yemek içmekten imtina ettiğini hatırladığımız zaman , kendisine "Ben Müslümanım" diyen insanların böyle bir inceliği dahi gösteremeyecek hale gelmiş olması , toplum olarak nereden nereye geldiğimiz açısından düşündürücüdür.
Sonuç olarak ; Oruç Allah'ın iman edenlerin üzerine belirli bir zamanda yazdığı bir farziyyet olup , geçerli bir mazereti olmayanların yerine getirmekle yükümlü oldukları bir mükellefiyettir. "Memlekette demokrasi var ister tutarım ister tutmak" diyerek alenen ortalıkta gezenler , Allah'a savaş açtıklarını bilmelidir.
Bir kimse elbette günah işleme hakkına sahiptir. Ancak bu günahını alenen dışa vurarak reklamını yapma hakkına sahip değildir. Bu hakka sahip olduklarını zannedenler, geçmişte nasıl bir akıbete uğramış ise , gelecekte de aynı akıbete uğrayacaktır.
Bize düşen görev kendimiz asker yerine koyarak onlara şiddet uygulamak değil , yaptıkları bu eylemin yanlışlığı ve getireceği acı sonuçları hatırlatmak olmalıdır. Kur'an kıssalarının yaşanmış hayat örnekleri sunarak , yaşanacak hayatlara ibretlik mesajlar sunması özelliğini dikkate aldığımızda , Araf suresi içinde anlatılan deniz kenarındaki kasabanın kıssası ile mazeretsiz oruç tutmayarak bunu sokaklarda alenen açığa vuranların ve onları ikaz etmeyenlerin sonlarının birbiri ile aynı olacağını unutmayalım.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.