Meselesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Meselesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2016 Pazartesi

Kölelik Cariyelik ve Çok Eşlilik Meselesi Üzerine Bir Mülahaza

Kölelik , cariyelik ve çok eşlilik , İslam denildiği zaman bazı kesimlerin ilk aklına gelen kelimeler olup , İslama düşman bir gözle bakanların elinde insan onuruna yakışmayan uygulamalar olduğu gerekçesi ile biz Müslümanlara karşı kullandıkları bir kılıç haline gelmiştir. İslam düşmanlarının bu kelimeleri ortaya atarak saldırması karşısında bir çoğumuz maalesef cevap vermekte zorlanmakta , ve karşı tarafın kendisini haklı zannetmesine sebep olmaktadır. 

Bu konuyu ele alma sebebimiz, İslam düşmanlarını ikna etmeye çalışmak gibi kaygıdan ziyade, biz Müslümanların bu konuda nasıl bir yaklaşım ve düşünce içinde olması gerektiğine dair olacaktır. 

Bu konuda yapılan ilk yanlış , kölelik , cariyelik ve çok eşliliğin , Kur'anın nazil olması ile hayata ilk defa geçmiş olan Allah (c.c) tarafından hayata geçirilmesi emredilmiş uygulamalar olduğu düşüncesidir. Bu düşünce kesinlikle yanlış olup , bu kurumlar Kur'an öncesi Arap toplumunda yaygın olan, ve sadece Araplara has bir uygulama değil , bir dünya gerçeği olarak bir çok toplum tarafından uygulama alanına sahipti. Araplar da yaşanan dünyanın örf , adet , ve kültüründen etkilenerek, dünya toplumlarının yaptıkları bazı uygulamaları hayatlarında icra etmekte idiler. 

Bu nedenle Kur'an , kölelik , cariyelik , ve çok eşliliğin bilindiği ve uygulandığı topluma nazil olmuş bir kitaptır. Bu bilgi , konunun doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için anahtar mahiyetindedir. Maalesef , İslam düşmanları bu konuyu gündeme getirdiklerinde bir çok Müslüman bu noktayı bilmediği için, kendisi dahi tereddüt içine girerek , kafasında istifham oluşabilmektedir. 

Köle ve cariyeler ile ilgili ayetlere bakıldığında onların Kur'an öncesi yaşadıkları hayat şartlarının daha çetin olduğu görülecektir. Köle ve cariyeler ile ilgili ayetler alt alta konularak bir bütün halinde okunduğunda , kölelik ve cariyelik kurumunun işlevini sürdürdüğü toplumlarda sahip olmadıkları hakların onlara Kur'an tarafından verildiği de görülecektir. 

Bazı suçlarda köle azat edilmesi , kölelerin azat edilmesinin teşvik edilmesi gibi ayetler , kölelerin daha iyi hayat yaşamasına zemin hazırlayan ayetlerdir. Evlilik konusunda müşriklerin yerine mü'min köle ve cariyeler ile evlenilmesinin istenmiş olması da buna örnek olarak verilebilir. Onların özgürlükleri satın alabilmeleri için bazı kolaylıklar tanınmış olmasını , onlara zekattan pay verilmesi gerektiğin beyan edilmesini , onların insanca bir yaşam sürmesi için hazırlanmış olan alt yapı olarak görmek mümkündür. Onların ev halkından bir fert olarak muamele görmesi anlamına gelen örtünme ile ilgili istisnalar bu örneklerdendir.

Bu noktada İslam hukuku tarafından yapılan bazı köle ve cariye düzenlemelerinin , Kur'ana uygun olduğunu söylemek maalesef zordur. Cariyelerin cinselliklerinden faydalanılması için onlarla nikahsız beraberliğin serbest olduğu noktasındaki fetvalar ve görüşler, bu konuda yapılan önemli yanlışlardan birisidir. Kim olursa olsun , bir kimse ile cinsel ilişki kurmanın şartı , önce onunla nikah bağını kurarak hukuki bir zemin oluşturmaktır. 

Cariye olması bir kimsenin nikahsız, yani hukuki haklarının çiğnenerek onunla ilişki kurulmasının serbest olduğu anlamına gelmez. Cariyeler ile ilgili ayetlerin hiç birisinde böyle bir serbestiyete izin verilmemiştir. Nikahsız yapılan her türlü cinsel ilişkinin adı "Zina" olup , maalesef böyle bir uygulamanın İslami olduğu zannı da özellikle rivayet merkezli din algısında mevcuttur.

"Bazınız bazınızdansınız" diyerek , onlarla ortak noktamızın insan olmak olduğunu bize hatırlatan Allah (c.c), köle ve cariyeler ile ilgili yaptığı düzenlemeler ile onların da biz gibi insan olduğunu hatırlatarak , ona göre muamele yapılması istemektedir.

Bu noktada, "Kur'an neden direk olarak bu uygulamayı kaldırmadı?" sorusu mutlaka sorularak , cevabı aranacaktır. 

İnsanların hayat içindeki alışkanlıklarını bir anda kaldırmak en zor olan şeylerdendir. İnsanlar tarafından uzun seneler boyunda işlevini sürdüren köle ve cariyeliğin bir anda kaldırılması , o toplumda bazı sosyal sıkıntılara yol açması muhtemeldir. İçki yasağının dahi tedrici bir şekilde kaldırılmış olması bunu göstermektedir. Kişiler her ne kadar iman etmiş olsalar dahi , hayat içindeki alışkanlıklarından ve ihtiyaçlarından bir anda kurtulmaları çok zordur. Kur'an bu durumu göz önüne alarak , direk kaldırmak yerine , onların haklarını iyileştirici düzenlemeler getirmiştir.

Bazı kimselerin kölelik ve cariyeliğin Kur'an tarafından kaldırıldığı iddialarına katılmadığımızı burada belirtmek isteriz. Kölelik ve cariyeliğin kaldırılmamış olmasını iddia etmemiz , bugün eğer İslami bir sistem kurulduğunda bu kurumun yeniden hayata geçirilerek işlerlik kazanacağını veya işlerlik kazanması gerektiğini iddia ettiğimiz anlamına da gelmez.

Kölelik ve cariyelik , nasıl zaman içinde bazı toplumsal ihtiyaçların getirdiği bir sonuç olarak hayat alanında işlevlik kazanmış ise , zaman içinde yine toplumsal ihtiyaçların getirdiği sonuçlar ile artık hayat alanında işlevini yitirmiştir. Bugün eğer kendisine KUR'ANI REHBER EDİNEN ( rivayetleri rehber edinen bir devlet sistemi olursa ancak bu kurumu hayata geçirebilir) bir devlet sistemi hayata geçecek olursa , bu devletin kanunlarında kölelik ve cariyelik ile ilgili tek bir düzenleme dahi olmayacaktır , çünkü böyle bir devlet yapılanmasında köle ve cariye adında bir insan sınıfı olmayacaktır. 

Örneğin : Kur'anı referans alan bir devlet eğer savaşacak ve bu savaş sonunda düşman taraftan esir alacak olursa , alınan esirlerin köle olarak , savaşa katılan Müslümanların paylaştırılması  gibi bir durum artık söz konusu değildir. Yine eskiden beri geçerli olan fidye ve esir mübadelesi ile bu durum hal yoluna gidilecektir. Savaşlarda kadın köle edinilmesine sebep olan durum , geçmişte savaşlara kadınlarında katılmış olmasıdır. Savaşa katılmamış kadınların zaten cariye olarak muamele görmesi zaten mümkün değildir. 

Kölelik ve cariyelik konusu üzerinden İslama vurmaya çalışanlar , maalesef bu gerçeklerin farkında olmadıkları için , ellerine büyük bir koz geçirmiş edasıyla Allah (c.c) ile haşa güreş tutmaya çalışmaktadırlar. Allah (c.c) yarattığı kulunu bir başkasının ezmesini ve onun başka bir kulu hegemonya altına almasını önlemek için, sadece kendisinin ilah olarak tanındığı bir sistem önermiş , bütün siyasal , ekonomik ve sosyal yapılanmaların tek ilahın kendisi olarak bilinen bir sistemin merkeze alınarak yapılmasını emretmiştir. 

Kölelik ve cariyeliğin artık yaşadığımız dünyada geçerli olamayacağını iddia etmiş olmamız , bazılarına, bizim bu kitabın tarihsel bir kitap olduğunu iddia ettiğimizi düşündürebilir. "Kur'anın bütün ayetleri evrenseldir" şeklinde,bugün karşılığı olmayan romantik bir düşünce içinde olanlar , bu iddianın ayakları yere basmayan bir iddia olduğunu artık bilmelidirler. 

Kur'anın , içinde bazı tarihsel yani bugün uygulama alanı bulamayan ayetleri ihtiva eden bir kitap olması , onun tamamen tarihsel bir kitap olduğu anlamına gelmez. Kölelik ve cariyeliğin artık uygulanabilirliğinin olmaması , tarihselci düşünce sahiplerinin eline verdiğimiz bir koz olarak düşünülmemelidir. Kur'an içindeki diğer ayetler ile evrensel hükümler barındırmaya devam eden ve edecek olan bir kitaptır. 

Kölelik ve cariyeliği bu şekilde özetlemeye çalıştıktan sonra , İslam denildiği zaman bazılarının "4 karı alacağız" diyerek alaya aldığı, çok eşlilik meselesine kısaca değinmeye çalışalım. 

Çok eşlilik konusu da aynı şekilde daha önceden uygulama alanına sahip bir kurum olarak Arap toplumunda yaygındır. Yani Allah (c.c) Kur'an öncesi Arap toplumunda bir adam bir kadın ile evli iken "Bir kadın az siz 4 kadınla evlenebilirsiniz" şeklinde bir emir indirerek evlilikleri bir taneden 4 taneye kadar çıkmasını istememiştir.  

Çok evlilik konusu da köle ve cariyelik konusu gibi insan ihtiyaçlarının getirdiği sosyal, ekonomik ve kültürel konularla iç içe olan bir konudur. İslam dini, bir erkeğin sadece cinsel ihtiyaçlarını merkeze alarak, onların 4 kadın ile evlenilmesine izin veren bir kural vaz etmemiştir. Tersine, yetim kalarak kendisine kalan miras kalan bir kızın malının, onunla evlenmek sureti ile gasp edilmek istenilmesine kapıyı kapatan bir emir vaz etmiştir. 

Kadınların ekonomik ve sosyal olarak erkeklerin gerisinde kaldığı ve onlar tarafından himaye ve bakıma  muhtaç olduğu toplumlarda, onların himaye edilmesini ve bakımlarını sağlayan kurallardan bir tanesi, onların "Muhsan" hale gelmesi , yani bir başkası tarafından koruma altına alınması ile sağlanmaktadır. Bir erkeğin koruması altına giren kadın, ekonomik ve sosyal açıdan güvence altına girmiş ve dışarıdan gelebilecek bazı saldırılara karşı kendisini korumuş olacaktır. 

Zinayı yasaklayan Allah (c.c) bu yolun açılmasına sebep olacak bazı yolları da mutlaka kapacaktır. Özellikle savaşlar nedeniyle kadın ve erkek nüfus dengesinin bozularak , erkeklerin az kadınların çok nüfusa sahip olmaları , bazı sosyal dengesizlikleri de beraberinde getirecektir. Zina sadece Kur'an ile yasaklanmış bir fiil değil , bütün toplumlar tarafından hoş görülmeyen bir fiil olması itibarı ile , her toplum zinanın yayılmasını önleyici bazı tedbirler alınmasını zorunlu görmüştür. Erkek nüfusunun az ,kadın nüfusunun çok olması ile meydana gelen sosyal dengesizlik , zinanın yaygın hale gelmesini önlemek amacı ile erkeklerin birden fazla kadınla evlenebilmesi yolunu açmıştır. 

Yani olayı sadece İslam dininin 4 kadına müsaade etmesi şeklinde değil , çok eşliliğin daha önceleri toplumların ihtiyaçları sebebi ile hayat alanında işlevini koruduğu , bilindiği ve uygulandığı açısından değerlendirerek , Kur'anın hangi saiklerle bu yolu önerdiğini düşünmek gerekmektedir.

Nisa suresi ilk ayetlerini ve Kur'andaki yetim malları ve onların hakları ile ilgili diğer ayetleri salim bir kafa ile okuyanlar, olayın sadece cinsel boyutlu değil , daha çok sosyal ve ekonomik boyutlu olduğunu göreceklerdir. Çok eşliliğe izin veren Nisa s. 3. ayeti aslında direk böyle bir izin olarak değil , yetimlerin haklarının evlenme yolu ile gasp edilmesini önleyen bir ayet olarak okunması gerekmektedir.  

Yetim kızlarla onların malını yemek için evlenmek yerine, başka  kadınlarla , zaten sayı olarak bilinen ve geçerli olan bir yöntem olarak 2 şer - 3 er - 4 er tane o kadınlardan evlenin denilmektedir. Aynı surenin bir başka ayetinde ise , birden fazla evlilik yapanların eşler arasında adaleti sağlamakta zorlanacakları belirtilerek , bir eşe fazla ilgi gösterilerek , diğer eşin askıda bırakılmaması öğütlenmektedir.

Bugün çok eşlilik sisteminin amacı dışına çıkarılarak , bazı Müslümanlar tarafından "kılıfına uydurulmuş zina" şeklinde hayata geçirilmiş olması , Kur'anın değil Müslümanların ayıbıdır. Bugün bazı Müslümanlar tarafından yapılan çok eşlilik uygulaması , sadece cinsel istekleri tatmin amacına dayalı bir uygulamadır. Yanlış uygulamalar hiç bir zaman delil olarak kullanılarak , İslam aleyhine alay malzemesi yapılamaz. 

Yanlış uygulamaları bizim karşımıza delil olarak sunanlara karşı "İslamda çok evlilik yoktur" şeklinde bir antitez ortaya koymanın da doğru bir yöntem olmadığını hatırlatmak isteriz. Çok evliliği zaten İslam önermemiş , bazı gerekli durumlarda bilinen ve uygulanan  bu yolu kapatmamış açık tutmuştur. Bu yolun açık olmasından yararlanarak , cinsel ihtiyaçlarını tatmin yönünde kullananlara karşı böyle bir yol yok demekte doğru değildir.

Bugün eğer çok eşlilik uygulaması hayata geçirilecekse , olay sadece cinsel boyutlu değil , sosyal ve ekonomik şartların gerektirip gerektirmediği noktasında bakılmalıdır. Örneğin kadın ve erkek nüfusunun eşit olduğu bir zaman ve mekanda , erkeklerin bazılarının birden fazla kadınla evlenmesi sosyal dengesizlik doğuracaktır. Bu durum ise sosyal dengenin korunmasına yönelik bir uygulamanın , sosyal dengesizlik doğurmasına yol açacaktır.

Sonuç olarak : Kölelik , cariyelik ve çok eşlilik konusu İslam denildiğinde akla gelen ve yanlış anlamalara sebep olan konulardan birisidir. Bu kurumlar , asla daha önce kimse tarafından bilinmeyen , uygulanmayan kurumlar değil , Arap ve Arap olmayan toplumlar tarafından hayat içinde uygulama alanı mevcut olan kurumlardandır.

Kölelik ve cariyelik artık bugün hayat alanında çıkmış ve tekrar uygulama alanı bulması mümkün olmayan kurumlardandır. Uygulama alanı bulduğu zamanlarda , Kur'anın bu kurum ile ilgili bazı hükümler vaz etmiş olması , onun evrensel bir kitap olmasına gölge düşürerek , tarihsel bir kitap olduğu anlamına da gelmez. 

Çok eşlilik , aynen kölelik ve cariyelik gibi Arap ve Arap olmayan toplumlarda uygulama alanı bulan bir kurumdur. Kur'an bu kurumu cinsel açıdan değerlendirmemiş , yetimlerin sosyal ve ekonomik bakımdan mağdur edilmemesine yönelik bir amaca binaen yeniden hatırlatmıştır. Çok evlilik sadece yetim malları ile ilgili değil , hayatın getirmiş olduğu bazı sosyal ve ekonomik ve kişisel zorunluluklar karşısında da istismar edilmemek kaydıyla uygulanabilir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



8 Ocak 2015 Perşembe

Talak s. 4. Ayeti ve Çocuklarla Evlilik Meselesi

Kur’an’ı; “okuduğumuz ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusuna değil, “okuduğumuz ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" şeklindeki soruya cevap aramak için okuduğumuzda doğru bir sonuca ulaşmanın mümkün olduğunu en baştan hatırlattıktan sonra, ilk soruyu sorarak ayeti istedikleri gibi anlamayı seçenlerin TALAK 4 ayetinden çocuklarla evlenmeye dair bir cevaz çıkardıklarını görmekteyiz.

TALAK Suresi; adından da anlaşılacağı üzere “boşanma" ile ilgili hükümleri ihtiva etmekte olup 4. ayeti de bu konu ile ilgili bir hüküm içermektedir. 4. ayetin metni ve meali şöyledir;

[065.004] Vellâî yeisne minel mahîdı min nisâikum inirtebtum fe iddetuhunne selâsetu eşhurin vellâî lem yahıdn(yahıdne), ve ulâtul ahmâli eceluhunne en yada’ne hamlehunn(hamlehunne), ve men yettekıllâhe yec’al lehu min emrihî yusrâ(yusren).

[065.004] Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmaları)dır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

Ayet; boşanmış bir kadının yeni bir evlilik yapabilmesi için beklemesi gereken süre ile ilgili hüküm olup, âdet görmeyen yani menopoz dönemine giren bir kadın için öngörülen bekleme müddetini üç ay olarak belirlemiştir.

"Lem yahidne” (âdet görmeyen) olarak geçen ibareye "HENÜZ" şeklinde bir ek yapılarak "HENÜZ ÂDET GÖRMEYENLER" şeklinde bir anlam verildiğini bazı meallerde görmekteyiz. Bu şekil bir anlamın, daha âdet görmeye başlamamış olan bir çocuk ile evlenilebileceğine dair cevaz çıkarımlarına şahit olmaktayız. Bu cevazın kötü niyetli kimseler elinde bir silaha dönüşerek, daha 8-10 yaşlarındaki kız çocuklarının yaşı 50-60 olan insanlarla evlendirildiğine günümüzde dahi şahit olmaktayız. Acı olan taraf ise; bu insanların ahlaksızlıklarını dini bir temele dayandırmış olmalarıdır.

Peki Kur’an çocuk yaştaki kız çocuklarının evlenmesine izin vermiş midir?

[004.006] Yetimleri, nikâha erişecekleri (beleğunnikahe) çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.

NİSA 6 ayetinden anlaşılacağı üzere; kişilerin evlenme çağı “buluğ" dediğimiz biz zamana erdikleri zamandır. Buluğa ermek demek; erkeklerde ihtilam, kızlarda hayız görme zamanlarının başlamasıdır. Tabiki bu durum hemen onların bu çağda evlendirilmeleri anlamına gelmez. Ayetin devamında nikah çağına ermelerinin yanısıra “rüşd" yani olgunluk zamanından bahsetmektedir. Ayetin bağlamı her ne kadar yetim malları ile ilgili olsa da, bir kişinin hayatı ile ilgili bir karar vermesi onun "RÜŞD" çağına gelmesi yani bağımsız karar verebilmesi, yanlışı doğrudan ayırt edebilmesidir. 

Ayeti işine geldiği noktadan okuma meraklılarının, TALAK 4 ayetindeki “hayız görmeyen"ler ile ilgili anlam alanının hemen “henüz" ilavesi de yapılarak çocuklara hamledilmesi affedilmez bir hatadır. Bu çocuk evliliği meraklıları acaba bu ayetin, nikah çağına gelmiş yani hayız görmesi gerektiği halde hayız göremeyen kızlar ile ilgili olabileceğinin neden hiç düşünmezler.

Tıp dilinde “amenore" adı verilen durum; hayız görme yaşına gelip de hayız göremeyenler için kullanılmakta olup, bu durum istisna olsa da bazı kadınların başına gelebilir. Ayetin bu durumdaki kadınlar için bir hüküm ortaya koymuş olmasının akla gelmemesi ancak aklı uçkurunda olanların yapacakları iştir. “Henüz” demek; "hayız görmeye aday olan çocuk" değil, "hayız görme çağına erişmiş fakat görmeyen" anlamındadır.

Tefsir usulünde; bir ayetin farklı yorumları olabileceği göz ardı edilmeden farklı yorumlar ortaya konulur. Bu usulü TALAK 4 ayetindeki “hayız görmeyenler" ibaresi için şöyle kullanabiliriz; hayız görmemek demek ya çocuk olmak ya hayızdan kesilmek ya da hayız GÖREMEMEK anlamında olabilir. Bu olasılıklardan birisi ayet içinde beyan edilmiş ve geriye çocuk veya hayız görememek şıklarından birisini tercih etmek kalmıştır. Bu şıklardan hangisinin doğru olduğunu nasıl belirleriz? Kur’an’da bu konu ile ilgili olabilecek ayetler aranır ve bu ayetlerde çocukların evlenebileceğine dair bir ayet bulunamaz ise -ki yoktur- o zaman yukarda örneğini verdiğimiz NİSA 6 ayeti gibi konu ile alaka kurabileceğimiz ayetlerin yardımına başvurulur.

Rivayetlere başvurularak ve Aişe validemizin çocuk yaşta iken evlendirildiğinden yola çıkarak çocuk evliliğini, zan içeren rivayetlerden veya kişisel yorumları kutsama hastalığının bir ifadesi olan “falan zat şöyle demiş" veya “falan mezhebin görüşü budur" diyerek Kur’an’ın göz ardı edilmesi doğru bir okuma metodu değildir.

Gelelim TALAK 4 ayetindeki durumun, tarihsel bir arka planı ve Arap örfü ile ilgili olduğu, Araplarda çocuk evliliğinin örfî bir durum olduğu ve Kur’an’ın bunu kabul ederek böyle bir hüküm vaaz ettiği düşüncesine. Öncelikle iddet beklemekteki kastın; kadının hamile olup olmadığının anlaşılması maksadına binaen olduğunun altını çizelim. Sonra çocuk yaşta biri ve henüz hayız görmeyen bir kız çocuğu ile cinsel ilişki kurmanın nasıl bir örfî durum olabileceğine ve bunu Kur’an’ın nasıl kabul edebileceğine bakalım. 

Bu tür düşüncelerin arka planında, geçmiş tefsirleri kutsama hastalığı ve tarihsel arka plan düşüncesinin öne çıkarılmasının yattığını biliyoruz. Bir ayetin tarihsel arka planı tabi ki önemlidir ve bilinmesi gereklidir ancak eski tefsirlerde "hayız görmeyenler" ibaresi için yazılanları kutsama adına “o Arapların örfüdür ve Kur’an bunu kabul etmiştir" diyerek gayriahlaki bir duruma kapı aralamanın alemi yoktur. Eski tefsirlerde yapılan yorumları, sanki Vahy’in onayından geçmiş yorumlar gibi görmenin hiç gereği yoktur. Onlar da hata yapabilirler.

Bu konu ile ilgili olarak sayın Nurettin Yıldız Hoca’nın “küçük çocukların evlenebileceklerine dair hüküm; TALAK 4 ayetidir" şeklindeki beyanının talihsiz ve rivayetleri Kur’an’a onaylatma ameliyesinin bir sonucu olarak gördüğümüzü belirtelim.

Sayın Hoca’ya soruyoruz; sizin henüz hayız görmemiş bir kızınız olsa ve size gelip “baba ben evlenmek istiyorum" demiş olsa, bunu kabul edip evlendirir misiniz? Veya birisi gelip sizin hayız görmemiş kızınızı “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile oğlumuza istiyoruz” dese, acaba tepkiniz ne olurdu? Veya kendisi böyle bir evlilik yapabilir miydi?

Evlilik müessesi çocuk oyuncağı değildir ki hayız görmeyen bir kız çocuğunu bırakın yaşı büyük olan biriyle evlendirmeyi, daha ihtilam olmaya başlamamış biri ile evlendirmeye kalksanız; yapacakları iş ancak "EVCİLİK OYNAMALARI" olacaktır. Aralarındaki geçimsizlik nedeni, birbirlerinin oyuncaklarını paylaşamama gibi sebebler olacak ve karı-koca arasındaki anlaşmazlık hükümleri gereğince kız tarafından bir hakem ve erkek tarafından bir hakem seçilerek, aralarındaki oyuncak kavgası tatlıya bağlanmaya çalışılacaktır.

Kimsenin ne oğlunu ne de kızını böyle gülünç bir duruma düşürmek istemeyeceğinden eminiz ama sadece "ayet diyor" diye ayeti “bu ayetin başka bir anlamı olabilir mi?" diye hiç düşünmeden “işte bak, Kur’an çocukların evlenmesine izin veriyor” demek; uçkur düşkünlerinin yapışacakları bir ayet olacaktır.

[033.049]  Ey iman edenler; mü'min kadınları nikahlayıp sonra onlarla (cinsel) temasta bulunmadan önce boşadığınızda, artık onlar için iddet saymanıza lüzum yoktur. Kendilerini geçindirin ve güzellikle serbest bırakın.

Ahzab s. 49. ayetindeki boşanma ile ilgili hükme baktığımız zaman, evlendikten sonra cinsel temasta bulunmadan boşanan bir kadın için iddet saymaya gerek olmadığı beyan edilmektedir. Bu beyanın, iddet beklemenin hikmetini, kadının hamile olup olmadığının anlaşılması yönünden anlamak, bize Talak s. 4. ayetinde "Hayız görmeyenler" olarak bildirilenlerin, çocuklar olamayacağını göstermektedir.

Çocuklar ile evlenerek cinsel ilişki kurulduktan sonra onların boşanması ve hamile olup olmadıklarının anlaşılması için onların 3 ay beklemeleri gerektiğini Talak s. 4. ayetinden çıkarmak, öncelikle çocuk yaşta birisi ile cinsel ilişki kurulabileceğini iddia etmek anlamına gelir ki, insan fıtratı böyle bir şeyi asla kabul etmez.

Sonuç olarak; TALAK 4 ayetinde boşanmış kadınların iddet beklemeleri ile ilgili hükümlerden birinin muhatabı olan “hayız görmeyen"  çocuklar değil, hayız görme çağına gelmiş ama hayız göremeyen kadınlardır. Kişilerin evlilik çağı, onların buluğa ve rüşde ermeleri olarak beyan edilen NİSA 6 ayeti göz ardı edilerek “aha bak çocukların evleneceğine dair ayet” denilerek uçkur düşkünlerine kapı açılmaktadır. Çocukların evleneceğine dair bu ayetin hüküm beyan ettiğini ileri süren hoca efendiler, acaba kendi çocuklarını bu şekilde evlendirerek veya kendileri çocuk yaşta biri ile evlenerek buna örnek olurlar mı? Rabbimiz bizleri ayetleri hevalarına göre anlamaya çalışanlardan muhafaza buyursun.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Kadının Şahitliği Meselesi

Kur'anın içinde olan bazı hükümler hakkında , bir takım insanların itirazları olduğu malumdur  ve bu itirazların başında kadının şahitliği meselesi de gelmektedir. Bakara s. 282. ayet içinde bildirilen şahit olma durumunda , bir erkeğin yerine, iki kadının şahit olabileceği beyan edilmiş olması Kur'anın kadınları aşağıladığı ikinci sınıf bir varlık gördüğü gibi itirazları da beraberinde getirmiştir.

Yazımızın amacı , Kur'anın kadın haklarına ne kadar değer verdiği , Kur'anın aslında çağdaş bir kitap olduğu v.s gibi sözlerle eziklik psikolojisi altında kalarak savunma amaçlı değil, bu meselenin nasıl anlaşılması gerektiğine dair düşüncelerimizi paylaşmak şeklinde olacaktır. Konu ile ilgili ayetin meali şu şekildedir. 

 [002.282]  Ey iman edenler, birbirinizden belirli bir vade ile borç aldığınızda, onu yazın; aranızda doğrulukla tanınmış bir yazı bilen kişi, onu yazsın. Yazı bilen de kendisine Allah'ın öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın. Bir de borçlu adam söyleyip yazdırsın, her biri Allah'tan korksun ve haktan birşey eksiltmesin. EĞER BORÇLU , AKLI ERMEYEN BİRİ YAHUT KÜÇÜK VEYA KENDİSİ SÖYLEYİP YAZDIRAMAYACAK İSE, VELİSİ DOSDOĞRU SÖYLEYİP YAZDIRSIN. ERKEKLERİNİZDEN İKİ ŞAHİT GÖSTERİN.EĞER İKİSİ DE ERKEK OLAMIYORSA O ZAMAN DOĞRULUĞUNA GÜVENDİĞİNİZ BİR ERKEKLE İKİ ŞAHİT OLSUN Kİ BİRİ UNUTUNCA DİĞERİ HATIRLATSIN.  Şahitler de çağrıldıklarında kaçınmasınlar. Siz yazanlar da az olsun çok olsun onu vadesine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adalete en uygun olduğu gibi şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda peşin devrettiğiniz bir ticaretse, o zaman bunu yazmamanızda size bir sakınca yoktur. Alışveriş yaptığınızda da şahit tutun, bir de ne yazana ne de şahitlik edene zarar verilmesin. Eğer zarar verirseniz bu mutlaka kendinize dokunacak bir günah olur. Allah'tan korkun! Allah size ilim öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.

Ayet meali içinde büyük harflerle yazılı cümlelere dikkat edecek şahitlik gerektiren durum anlatılmaktadır. 

Öncelikle şu tesbiti yapmak durumundayız ;Kur'anı doğru anlamak için indiği zaman ve mekan şartlarının göz önüne alınması ve ilk önce ayetin ilk muhatapların yaşadığı şartların göz önünde bulundurulması gerektiğini hatırlatarak, bir erkeğin yerine iki kadının çağrılması gerekçesinin ne için gerekli olduğunun düşünülmesi gerekmektedir.

Ticaret hayatının bu gün dahi çoğunlukla erkeklerin iştigal sahasını olduğunu hatırlayarak , bu işle daha az meşgul olan kadınların ticaret hukuku ile ilgili uygulamalarda erkeğe göre daha acemi olduğunu gerçeğini unutmamak zorundayız. 

Bu sözlerimiz , kadınların erkeklere göre daha az akıl sahibi olduğunu iddia etmek anlamında değildir. Kadın veya erkek olsun her kişi iştigal ettiği alanda ihtisas sahibi olur ve o alan üzerinde diğer cinse göre daha tecrübeli olabilirler. Ev hanımı olan bir kadın erkeğe göre daha tecrübeli olduğu ve ev işlerini erkeklerden daha iyi bildiği malumdur. Bu durum , erkeğin kadına göre daha az akıllı olduğuna anlamına gelmez. 

Kadın olsun erkek olsun her kişi beceri edindiği alanda uzmanlık sahibidir, bu anlamda kadın veya erkeğin fıtratlarından kaynaklanan ayrı özellikleri vardır. Bu özellikler bir cinsin üstünlüğü diğer cinsin aşağılığı anlamında ele alınmamalıdır. 
  
İki kadının şahitliğinin, bir erkeğe denk gelmesi bütün şahitliklerde olması gerektiği yönündeki görüşlere katılmadığımızı beyan ederek , Kur'anın şahit getirilmesini istediği diğer ayetlerde böyle bir ayrım görülmemektedir , bu noktanın göz önünde bulundurulmasının gereğine dikkat çekmek istiyoruz.

Olaya günümüzde yapılan kadın hakları tartışmaları türünden bir gözle değil , Mü'min gözü ile baktığımızda bizleri yaratan Allah (c.c) nin fıtratımızı daha iyi bildiği ve konuda koymuş olduğu hükmün en doğru olduğu kanaati hasıl olması gerekirken ,bazı kimselerin bu tür konuları istismar etmesi haklı olarak Müslümanları da düşündürmektedir.

Olaya ayet bazlı baktığımızda Mü'min olarak söylenmesi gereken söz "İşittik ve itaat ettik" olmalıdır , ancak ayetin kastı , maksadı , hikmeti gibi konular üzerinde anlaşılma gayreti olabilir ve olması gerekir. Allah (c.c) bizler için indirmiş olduğu Kitabının içindeki bütün hükümler , Mülk s. 14. ayetinde beyan edildiği gibi "Yaratan bilmez olur mu? O, Latif'tir, haberdardır." ön bilgisi dahilinde okunmalı , şayet bir yanlışlık görüyorsak onu Kur'anda değil bizim düşüncemizde arayıp Kur'an doğrultusunda onu düzeltmemiz gerekmektedir.

Bu gün bile ticaret hayatı içindeki kadın-erkek oranına baktığımızda erkek yüzdesi kadınlara oranla daha fazladır.Ayetin 1400 küsur yıl önce indiğini , bu günkü gibi modern hesaplama sistemlerinin olmadığını hesaba katacak olursak böyle bir ayrıntıyı kadın hakları açısından ele almak değil , Allah (c.c) nin insan haklarına ne kadar değer verilmesi gerektiğini bizlere öğretmesi açısından ele almanın daha doğru olduğu görülecektir. 

Bu ayetin bu gün nasıl uygulanabileceği veye uygulanabilirliği meselesine gelince; 

Ticaret hayatının bu gün daha modern sistemler ile tutulmuş olması bu tür şahitliklerin bu gün için hayat içinde yer bulup bulamayacağı konusunun gündem edilmesini gerektirdiğini düşünüyoruz. Bunu derken Kur'ana tarihselci bir açıdan bakıp , " bu ayetler sadece o gün geçerlidir bu gün için geçerli değildir " şeklinde bir iddiamız olmadığını hatırlatalım.

Ayeti doğru anlamak için , önce nazil olduğu zaman şartlarının göz önüne alınmasının önemli olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra , esas maksadı göz önünde tutmanın gerektiği ortaya çıkmaktadır. Ayette özürlü  veya engelli diyebileceğimiz duruma sahip olan ve kendi hakkını korumaktan aciz olan birisinin hakkının korunmasına yönelik bir hüküm ortaya konmuştur. O gün için geçerli olan hukuki durum böyle bir titizliği gerektirmekteydi demek sanırım yanlış olmayacaktır. 

Bu şekil bir durum bu gün karşımıza çıktığımızda yapılması gereken , o durumda olan kişinin hakkının zerre kadar yenilmemesi üzerine bir amaç dahilinde zaman içinde geçerli olan şartlar dahilinde uygulanacak işlemler olmalıdır. Ayet o zamanki şartları göz önüne alarak bir hüküm üretmiştir , bu gün bu tür bir şahitliğe gerek duyulmasını gerektiren ortam yoktur , bunu derken ayetin hükmü nesh olmuştur geçerli değildir demiyoruz , ancak nuzül zamanı şartları eğer yeniden canlanacak olursa bu şekil bir uygulamayı hayata aktarabiliriz , bu gün içinde olduğumuz şartlar böyle bir şahitlik durumunu gerektirdiğini düşünmüyoruz. 

 Kur'anın içinde olduğumuz şartlar göz önüne alınarak bu şartlar dahilinde çareler sunma mantığının dikkate alınmasının şart olduğunu düşünmekteyiz, bunun tersi bir durum bizi 1400 yıl öncesi bir hayat sürmemizi şart koşar ki bu şekil bir hayat kimse tarafından kabul görmez. 

Kur'anın hüküm içeren ayetlerinin ana maksadı belirleme açısından okunmasının gerektiğini düşünmekteyiz şöyle ki ; Hırsızlık cezası ile ilgili olarak hırsıza el kesme cezası öneren Kur'an , bu cezanın ibret olması gerektiğini belirtir .Bu gün şayet Kur'anın hüküm alanında uygulanması söz konusu olursa , hangi tür hırsızlığa nasıl ceza verilmesi gerektiği gündeme gelecektir , çünkü bütün hırsızlık türlerinde el kesme cezasnın uygulanması adil olmayacaktır , insan faktörü burada devreye girerek hukukçular tarafından bunların belirlenmesi gerekir. 

Ticaret hukuku da aynı şekilde düzenleme gerektirmektedir , asıl olanın hak yenilmemesi ve adaletli uygulama olması bazında gerekli olan evrensel ilkeler baz alınarak alt düzenlemeler yine hukukçular tarafından düzenlenecektir. Allah (c.c) kullarına karşı asla zulümkar olmadığı hatırdan çıkarılmayarak bazı durumlarda iki kadının şahitliğinin bir erkek yerine olmasının zulüm değil yaratanın bilmesi açısından okunmalıdır.

Sonuç olarak ; Bakara s. 282. ayetinde iki kadının bir erkek şahitliğine eş tutulması bütün şahitlerde değil ticaret ile ilgili olan uygulamada olduğu , Kur'anın şahitlik ile ilgili diğer ayetlerinde böyle bir uygulama emredilmemiş olmasından anlaşılmaktadır. Yaratanın yarattığını en iyi bildiği bilgisinden yola çıkarak, Kur'anın bu tür ayetlerinin kadın-erkek eşitsizliği açısından değil ,aksine hakka ve hukuka dayalı bir sistemin oluşması açısından bakılması gerektiğini düşünmekteyiz. Eziklik psikolojisi altında kimseye şirin görünmek gibi bir mecburiyetimiz olmadığını hatırlatarak , Kur'an içinde olan emirlere olması gereken Mü'min tavrının "İşittik ve itaat ettik" şeklinde olması gerektiğini bilenlerden olmamız gerekmektedir. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Haram Olan Yiyecekler ve Haramlığın Tespiti Meselesi

Allah cc tarih boyunca insanlar içinden seçtiği elçileri vasıtası ile emirlerini ve nehiylerini onlara bildirmiştir. Son elçi Muhammed as ile aynı durum tekrarlanmış ve din artık kemale erdirilmiştir. Kur'an içindeki bilgiler bizlere haram ve helalin tayininde de yeterli bilgiyi vermiş olmasına rağmen son elçi Muhammed as a yüklenen kur'an dışı görevde haram helal tayininde onunda Allah cc gibi yetkili olduğu gibi bir düşünce oluşturulmuş ve bu düşünce uydurma rivayetler ve kur'an içindeki bazı ayetlerin hevaya uygun te'vili sonucu çoğunluk tarafından kabul görmüştür.

Muhammed as ın ordu komutanı sıfatı gereği olarak savaş stratejisi içinde ehli eşeklerin kesilmemesi emri, sanki ehli eşek etinin kıyamete değin haram olduğu gibi bir algı oluşturmuş ve müslümanlar arasında elçinin haram ve helal koyma yetkisi tartışmalara sebeb olmuştur. Yönetici makamında olanlar durum gereği bir takım yasaklamalar koyarak toplumun menfaatleri doğrultusunda karar alma yetkisine sahiptirler ve Muhammed as da Medine de yönetici makamında olduğu için bir takım yasaklar getirmiştir , onun bu yasakları Allah cc nin koyduğu yasaklar ile aynı seviyede asla olamaz. Erike hadisi adı altında uydurulan rivayette , "kendisine kur'an ile beraber başka bir şeyin verildiği ve onun yasaklarının aynen kur'an yasağı gibi olduğu" gibi bir iftira uydurularak kitaplara sokulmuştur. 

Şu noktayı hatırlatmakta fayda görmekteyiz; Muhammed as ın haram helal koyma yetkisi gündeme geldiğinde , böyle bir yetkisi olmadığını düşünenler , böyle bir yetkisi olduğunu düşünenler tarafından tekfire varan sözlerle ilzam edilmektedir, Muhammed as "bende böyle yetki var" deyip te bizler onu red etmiş değiliz , ancak onlar kur'anın ona yüklemediği bir yetkiyi uydurma rivayetler ile yükleyerek ona iftira atmaktadırlar.

Bugün kola ,sigara, deterjan vs gibi bazı ürünlerin sahiplerinin yabancı olması ,sağlığa zararlı veya ondan elde edilen gelirlerin müslümanlar aleyhine kullanılması gibi bir durum hasıl olduğunda yöneticler o tür ürünler ile ilgili olarak yasaklama getirme yetkisine sahiptirler,
ancak bu yasaklamayı getirirken "haram" hüküm koymak gibi bir yetkileri asla yoktur.
Haram kelimesini ıstılahi anlamda yani sadece Allah cc nin yetkisinde olan bir yasaklama olarak değilde, lügat anlamı olarak kullandığımızda yöneticilerin veya bir doktorun hastasına bazı şeyleri yasaklamaların kendi yetkilerinde olduğunu söylemek mümkündür.

Elçi demek bir makamdan alınan mesajı makam sahibinin iletilmesini istediği kimselere iletmek anlamına gelmektedir , bunu derken Muhammed as ın sadece postacı seviyesinde olduğunu söylemek istemiyoruz , elçi getirdiği mesaj ile kendiside muhatap olduğu için o mesajın ona yüklediklerini  kendi hayatı içinde yaşayarak örnek olmuştur. Ancak mesaja haram helal şeklinde yeni hükümler ilave etmek gibi bir yetkisi asla yoktur.

Haram kelimesi , yasaklamak anlamında olup bu kelimenin kur'an içinde Allah cc ile ilgili anlamı onun bizler için koymuş olduğu kıyamete kadar geçerli olan bir takım kuralları kapsamaktadır. Bu kurallar içinde en geniş biçimde maide s. 3. ayetinde okuduğumuz yenilmesi haram olan yiyeceklerde bulunmaktadır. Bizler için seçmiş olduğu islamın yegane hüküm koyucusu olarak haram kıldığı yiyecekler şunlardır.  

 [005.003]  Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olandır.

Muhammed as ın bu yasaklara ilave olarak kıyamete kadar geçerli olacak bir yasaklama getirme yetkisine sahip olmadığına göre adı verilen liste harici bazı hayvanların kedi ,köpek vs etlerinin hükmü konusunda bir takım tereddütler oluştuğuna şahid olmaktayız. Muhammed as ın haram helal yetkisi ile ilgili diğer zamanlarda yazmış olduğumuz yazılar mevcut olduğu için konuyu uzatmamak adına teferruata girmiyoruz. 

 [005.001]  Ey İnananlar! Akidleri yerine getirin. İhramda iken avlanmayı helal görmeksizin, size bildirilecek olanlar dışında, hayvanlar(behimetül enam) helal kılındı; Allah dilediği hükmü verir. [022.030]  İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse, bu Rabbinin katında kendi iyiliğinedir. (Haram olduğu) size okunanlar dışında kalan hayvanlar, size helal kılındı. O halde pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının.

"Haram olduğu bildirilenler dışındakilerin helal olması" ibaresi önemli bir noktaya işaret etmektedir. Kemale erdirilmiş dinde yenilmesi haram olan olanları en teferruatlı biçimde maide s. 3. ayetinde görmekteyiz, bu demektirki okunanların dışında olanlar helaldir. 

"Eşyada asıl olan ibahadır" yani helal olmasıdır şeklindeki mecelle kaidesi doğru bir kaide olup bir şeyin haramlığına dair kesin nas yani hükmü ve delaleti kat'i olan bir karine olmadan "bu haramdır" şeklinde bir hüküm vermek asla doğru değildir. Delaleti ve hükmü zanni olan hadis rivayetlerini önce gayri metluv vahiy kategorisine koyup ayet hükmüne getirmek ,sonra delaleti ve hüküm kat'i nas yerine koyarak hadislerden haram esası çıkarmak nahl s. 116. ayeti ile bizleri yüzyüze getirir. 

 [016.116]  Diliniz yalana alışmış olduğu için, «şu haram, bu helaldir» demeyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise, saadete şüphesiz erişemezler.

Bu tür ayetleri kendi üzerimize alma alışkanlığımız olmadığı için, "bu ayetin hükmü müşrikler içindir" demeden, din adına delaleti ve hükmü kat'i bir nas olmadan "şu haramdır bu helaldir" demenin ne anlam geldiğini beyan etmektedir.

İnsanlarda "damak tadı" denilen bir olgunun var olduğunuda burada belirtmek gerekmektedir, rivayetlerde Muhammed as ın kabak yemeğini sevdiği , keler etini , soğan ve sarmısağı sevmediği yönünde bilgilere rastlamaktayız, bu onun insan olmasının bir tezahürü olup onun sevdiği kabağı herkesin sevmesi , sevmediği keler etini veya soğan sarmısağı herkesin sevmemesi gibi bir zorunluluk yoktur. Damak tadı dediğimiz olgu kişilerin yaşadıkları topluma göre değişkenlik arz edebilir . Bir toplumda çok sevilen yiyecekler başka bir toplumda nefret edilen yiyecekler olabilir. 

İnsan olarak, herhangi bir yiyecek konusunda sevmek yada sevmemek gibi tercihlerimiz olabilir ama  "haramdır" şeklinde bir hüküm koymak hakkına sahip değiliz. Kur'anda beyan edilmeyen fakat dünyanın bazı ülkelerinde yenilen kedi, köpek ,böcek vs hayvanların haram olup olmadığı meselesi kafalarda soru işaret olarak gezmekte olduğu da malumdur. 

Kur'anda haram olarak beyan edilmeyen bazı hayvanları başkalarının mutfak kültürü içinde yer almış olması onların damak tadı ile ilgili bir durum olup haram helal gibi bir telakki içinde olaya bakmamaktadırlar. Bizlerin böyle bir damak tadı olmaması veya mutfak kültürümüzde yer almaması onların haram olduğunu göstermez. Fıkhi mezheplerden malikilere baktığımzda bu konuda diğer fıkhi mezheplerden daha geniş bir yelpazeye sahip olduklarını söyleyebiliriz. 

Sonuç olarak; kur'anda haram olarak beyan edilenlerin dışında "şu haramdır" şeklinde bir haramlılık tesbiti yapmak Muhammed as dahil kimsenin yetki dahilinde değildir. Kedi , köpek ,ayı ,yılan gibi bir takım hayvanların yenilmeme hükmü onların haram oldukları için değil, bizlerin alışkanlığı olmadığı için olup yiyemediğimiz hayvanlar olup, bu tür hayvanlar için "haramdır" hükmü vermek nahl s. 116. ayetinin hükmü içine girmek demektir. Bu gibi hayvanları yemek veya yememek haram veya helallik ölçüsünde değil genelde damak tadı ile ilgili bir durumdur. Ülkemiz genelini düşünecek olursak böyle bir kültürümüzün olmaması onları haram kategorisine koyulduğu için yenilmemesi gerektiği gibi bir düşünceye yol açmıştır. 

Bizim kur'ani bakış açısı olarak bakmamız gereken taraf , kur'anda adı konulan yiyeceğin haram olmasıdır , şayet adı konulmamış ise onun haram olma gibi bir durumu olamaz ve şayet yemekten bir tiksinti duymaz isek yiyebiliriz , onları yememenin ölçüsü asla haram oldukları için olmamalıdır, insan yapı itibarı ile helal olan şeyleride sevmeyebilir bu normal bir durumdur,ama ben yemiyorum diye haramdır diyemez , aynı şekilde kur'anda haram olarak geçmeyen fakat geleneksel kültürde yenilmeyen şeyleride haram kategorisine sokmaya kimsenin hakkı olamaz. Fıkhi mezheplerdeki gördüğümüz farklı haramlılık görüşleri olayı kur'ani boyutunun göz ardı edilmesi sonucu ortaya çıkmış olup kimsenin şahsi olarak bir şeye haram damgası vurmaya hakkı yoktur.  

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

3 Eylül 2013 Salı

Kesilen Hayvanın Üzerine Allah'ın Adının Anılması Meselesi

Yurt dışında olan bazı kardeşlerimiz, orada kesilen hayvanların üzerine besmele çekilmediği gerekçesi ile yemediklerini veya kendilerinin kesim yaptıklarını söyleyerek, bu konuda bir takım sorular yöneltmektedirler. Kur'anın bu konudaki ilgili ayetlerini sıraladıktan sonra üzerine Allah adı anılması gerekli olan, veya üzerine Allah adı anılmadan kesilen hayvanların yenilmesi konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istiyorum.

-----022.034 Ve her ümmet için, Allahın kendilerine merzuk kıldığı en'am behimesi üzerine ismini zikretsinler diye bir ma'bed yapmışızdır, imdi hepinizin tanrısı bir tek tanrıdır, onun için yalnız ona teslim olan müsliman olun ve müjdele o muti', mütevazı'ları
-----022.036 O gövdeli hayvanlar var ya, Biz onları da Allah için kesilen kurbanlıklar arasında kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır; bu yüzden ön ayaklarının biri bağlı olarak bir dizi halinde dururlarken üzerlerine Allah'ın adını anın (öyle boğazlayın). Yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. O böylece onları sizin emrinize verdi ki, şükredesiniz.
-----022.037 Elbette onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşmaz. Ancak O'na sizin takvanız ulaşacaktır. Böylece onları sizin emrinize verdik ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. Görevlerini iyi yapan iyilik sevenleri müjdele!

Hacc s.34-35-36. ayetlerinde , Allah cc nin bizler için yaratmış olduğu hayvanlardan kendi adını anarak kesilmek üzere bizlere bir ibadet tarzı emrettiğini görmekteyiz. Burada vurgulanan önemli nokta o hayvanları keserken üzerlerine Allah'ın adının anılmasıdır. Allah'ın adının anılmasının emredilmesi tek ve hakiki ilah olan Allah cc ye oaln kulluk ahdinin gösterilmesi amaçlıdır. Bu ibadet tarzının zaman içine şirk katılarak uygulamasına devam edilmiş ve tevhidi boyutundan uzaklaşmış bir hale dönüşmüştür.   

-----6.136 Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca, bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza) dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?
-----006.138 Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: «Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır.» Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır.
----- 006.142 Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O'dur. Allah'ın size verdiği rızıktan yeyin, şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
-----006.143 (Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden iki... De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.
-----006.144 Deveden de iki, sığırdan da iki (yarattı.) De ki: O bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
-----010.059 De ki: «Allah'ın size indirdiği rızkın bir kısmını haram, bir kısmını helal kıldığınızı görmüyor musunuz?» De ki: «Size Allah mı izin verdi, yoksa Allah'a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?»
-----016.116 Diliniz yalana alışmış olduğu için, «şu haram, bu helaldir» demeyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise, saadete şüphesiz erişemezler.
-----005.103 Allah, kulağı çentilen, salıverilen, erkek dişi ikizler doğuran, on defa yavrulamasından ötürü yük vurulmayan hayvanların adanmasını emretmemiştir; fakat inkar edenler Allah'a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmezler.

Mealini vermiş olduğumuz ayetler çerçevesinde Allah'ın nimet olarak vermiş olduğu hayvanlardan kendi adının zikredilerek kesilmesi yoluyla emredilen ibadet tarzının nasıl şirke bulaştırıldığı görülmektedir.

Muhammed a.s ın elçi olarak gönderildiği zaman ibadet tarzı olarak kesilen hayvanların üzerlerine Allah c.c nin adı anılmamaktaydı. Kur'an'da bu şekilde kesilen hayvanların yenilmesinin haram olduğunu beyan eden ayetler indirilmiştir.

----- 6.118Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin.
-----6.119 Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.
-----6.121 Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz
-----6.145 De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.
-----16.115Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartiyle bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.
-----2.173 Şüphesiz size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesilen hayvanı haram kılmıştır; fakat, darda kalana, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere günah sayılmaz. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
-----5.003-4-5 Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olandır. Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki: Size temiz olanlar helal kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür. Bugün, size temiz olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları -zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helaldir. Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, ahirette de kaybedenlerdendir.

Yukarda vermiş olduğumuz ayetleri özetleyecek olursak; Allah cc kullarına kendisine olan kulluğunu hatırlamaları için yaratmış olduğu hayvanlardan onun adının üzerlerine anarak kesmelerini emretmiştir. Bu ibadet tarzı zaman içinde tevhidi boyuttan uzaklaşarak şirk karışmış bir halde devam ederek Allah'a yaklaşmak için ibadet ettikleri putlarının adını anarak kesilmeye başlanmıştır. Kur'an bu tür bir ibadet tarzının şirk olduğunu ve putların adı anılarak kesilen hayvanların etlerinin haram olduğunu beyan etmiş ve helal olanın Allah adı anılarak kesilen hayvanlar olduğunu beyan etmiştir. Burada önemli bir nokta vardır oda , kesim yapılan hayvanların ibadet kastı ile kesilmiş olmalarıdır.     

Şimdi gelelim günümüze, bir çok müslüman kardeşimiz market veya kasaptan almış oldukları etlerin üzerlerine Allah adı anılarak kesilip kesilmediği konusunda tereddüt ederek, bu etleri almamakta yada kendileri keserek bu etleri tüketmektedirler. İlgili ayetleri dikkatle okuyacak olursak kesilen hayvanların üzerlerine Allah cc  den başkasının adının anılarak kesilmesinin haram olduğu beyan edilmektedir. Ticari amaçlı olarak kesilmiş olan market veya kasaplarda satılan etlerin üzerlerine Allah adı anılması mecburiyeti olmayıp türkiye veya avrupadaki kardeşlerimiz bu etleri rahatlıkla yiyebilirler.    

Yalnız bugün türbelere götürülerek kesilen hayvanların üzerlerine Allah adı anılmış olsa dahi yenilmesi türbelerin şirk yuvası olmaları açısından yenilmesi tehlikelidir ve tavsiye edilmez. Mezbahalarda hayvan kesimi ile görevli olan kişilerin o hayvanları keserken bilerek veya unutarak hayvan'ın üzerine Allah adının anmaması o hayvanın etinin haram olmasını gerektirmez. Bazı kardeşlerimizin içlerinin rahat etmesi açısından söylemek gerekirse ,bu görüş imam şafii'ninde kabul ettiği bir görüştür.     

Ehli kitab'ın yemeğinin helal olduğu maide s. 5. ayetinde çok açık bir biçimde beyan edilmesine rağmen bu günkü ehli kitabın o günkü ehli kitab ile aynı olmadığı gibi yanlış bir düşünce içine girilerek o ayetlerin hükmü neshe uğramış gibi göz önüne alınmaması doğru bir düşünce değildir.  Bugün avrupa da kesim yapılan mezbahalarda eğer kesilen hayvanı önce öldürüp sonra kesmek sureti ile bir kesim eğer yapılırsa bu şekilde kesilen hayvanın eti haramdır , ama boğazı kesilerek ve o şekilde yapılan bir kesimle ölen hayvanın etinin yememek için herhangi bir sebeb yoktur.  

Burada bir noktanın altını çizmek istiyoruz ; Bazı kardeşlerimiz Enam s. 121. Ayetinde ki "Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu; bir fısktır. Doğrusu, şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz; şüphesiz ki siz de müşrikler olursunuz." şeklindeki beyandan hareketle , kesilen hayvan üzerine Allah (c.c) nin adının anılmasının "Farz" olduğu , böyle bir işlem yapılmadan kesilen hayvanların etlerini "Haram" olduğu düşüncesi içindedirler. Bu düşünceye katılmadığımızı , 121. Ayet içindeki "Fısk" kelimesi ile ifade edilen noktanın Enam s. 145. Ayetinden anlaşılacağını belirtmek istiyoruz. 

 [006.145]  De ki: «Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir) . Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir.

145. Ayet içindeki "Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında," cümlesine dikkat edersek ,121. Ayet içindeki haramlığın ALLAH (C.C) NİN ADI ANILMAYANLAR DEĞİL , ALLAH (C.C) DEN BAŞKASININ ADININ ANILARAK KESİLMİŞ OLAN HAYVANLARIN HARAM OLDUĞUDUR. Her iki Ayet içinde geçen Fısk" kelimesi burada anahtar kelime konumumda olup 121. Ayetin tek başına okunarak yanlış bir anlamaya sebeb olmaması açısından gerekli bilgiyi vermektedir. 

Bu konuda hassasiyet gösteren kardeşlerimizin hassasiyetlerine saygı duymakla beraber , yanlış olan taraf böyle bir kesimin "Haram" olarak görülüp o etlerin yenilmesinin de haram olduğu görüşüdür. Haram -helal tesbitinin doğru bir şekilde yapılabilmesi, Kur'anın o konudaki Ayetlerini ve nuzül dönemi arka plan düşüncesinin bilinmesinin önemini daha da ortaya çıkarmaktadır.

Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, kesen kişinin kimliği değil kesilen hayvanın üzerine Allah cc nin dışında birisinin adı anılarak misalen "......... adına" denilerek kesildiğinde haram olmasıdır. Ancak türbelerde kesilerek Allah adı anılsa bile kesilen hayvanın etinin yenilmesi sakıncalıdır. Kesen kişi müslüman olmasa dahi eğer keserken hiç bir şey demeden kesse dahi o hayvanın etinin yenilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Al-i İmran s. 153. Ayeti ve Hadislerin Vahiy Olması Meselesi

İslam düşüncesine ait konular ile ilgili çıkarımlar ağırlıklı olarak , " kur'an bu konuda bizlere ne gibi mesajlar veriyor" şeklinde değil , " bu düşüncemizi kur'ana nasıl onaylatırız" şeklindedir. Düşünceyi kur'ana onaylatma şeklindeki okumaların bir örneği muhammed sav in ağzından çıkan sözlerin mahiyeti ile ilgilidir. Allah cc den indirilen vahyi , "metluv" ( okunan) , "gayri metluv" ( okunmayan) şeklinde ikiye ayıran düşünce gayri metluv vahiy kategorisine resul sav in hadislerini koymuşlardır. Oluşturulan bu düşünceye yine bazı hadisler! oluşturularak bu önkabulun sağlamlaştırılması sağlanmaya çalışılmıştır. İşin daha vahim bir tarafı , kur'anın tarifi ile " diller eğilip bükülerek" ,"kelimeler yerinden oynatılarak" , " kitaptan olmadığı halde bu kitabtandır denilerek" yahudilerin tevrat'a uyguladıkları zulmü müslümanların kur'ana uygulamalarıdır. 

Necm suresinin ilk ayetleri olan, " Batmakta olan yıldıza and olsun ki,Arkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır.O havadan konuşmuyor. Söyledikleri, kendisine indirilen bir vahiydir." mealindeki ayetler delil gösterilerek ağzından çıkan her söz vahiy sayılmıştır. Parçacı ve cımbızlama tekniği ile okunan bu ayetlerin devamı bektaşi misali kapatılarak söylediklerinin ne olduğu ve kimin tarafından öğretildiği arkaya atılmış ve ön kabule uygun hale getirilerek hadislerinde vahiy olduğu düşüncesi kabul ettirlemeye çalışılmıştır.  


Muhammed sav hayatta iken ağzından çıkan sözlerin ashabı tarafından vahi olarak algılanmadığı malumdur. Bu konuda rivayetler mevcut olmasına rağmen rivayetlerin her zaman için zan ifade ettiğini unutmamalıyız. Bu konu ile ilgili olarak inen kur'an ayetleri özellikle medine'de inen bazı ayetler bizlere ışık tutmaktadır.  


Bilindiği gibi uhud harbi müslümanların yenilgisi ile sonuçlanmıştır, bu konu ile ilgili olarak al-i imran suresinde ayetler mevcuttur.
----- Siz o zaman durmaksızın uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. Resul de sürekli sizi arkadan çağırıyordu. (Allah) Elinizden kaçırdıklarınıza ve size isabet edene üzülmemeniz için sizi kederden kedere uğrattı. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
Bu ayet bizlere uhud harbi esnasındaki bir olayı anlatmaktadır. Savaş'ta müslümanlar bozguna uğramış ve arkalarına bakmadan kaçmaktadırlar, muhammed sav ashabına kaçmamaları için seslenmektedir. Bu olaydan hadislerin vahiy olması düşüncesinin doğru olup olmaması hakkında bizlere bir delil çıkmaktadır. Olay birebir yaşanmakta resul sav hayatta ve hiçbir rivayet zinciri olmadan, resul sav in " kaçmayın geri dönün" ashabın kulaklarında yankılanmakta ve bu söze yani hadise ashab tarafından riayet edilmemektedir.  


Şimdi ön kabuller neticesinde oluşturulan "hadisler vahiydir inkarı küfürdür" sözünün ashab nezdindeki değerlendirmesine geçebiliriz. Eğer resul sav in sözleri ashab tarafından'da vahiy olarak algılanmış olsaydı onlarda vahye uymamış ve küfre düşmüş olmazlarmıydı?, kur'an, hadislerinde vahiy olduğunu te'yid etseydi ashabın resule karşı yaptığı bu hareketin küfre düşmek olduğunu söylemezmiydi?

Ayetlerin siyak ve sibakı ile okuduğumuz zaman, 149. ayet " ey iman edenler" hitabı ile başlamakta ve devamında harb sonrası yenilgi ve durum muhabesi yapılması anlatılmaktadır. 
----- 003.152 And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur.
-----003.153Resul  arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır.
-----003.154 Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
-----003.155 İki toplumun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip gidenler var ya, şeytan onların kazandıkları bazı şeylerden dolayı ayaklarını kaydırmak istedi. Ama yine de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halim(çok yumuşak)dir.
-----003.156 Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: «Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
-----003.157Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.
-----003.158 And olsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.
-----003.159 Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
-----003.160 Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.
Savaş sonrası ile ilgili  inen ayetler ashabın küfre düştüğü konusunda bizlere erhangi bir bilgi vermemekte aksine hitab " ey iman edenler" diye başlamakta ve yine iş konusunda onlarla istişare yapması emredilmektedir. 


Sonuç olarak din adına ortaya konulması gereken düşünceler kur'andan onay alması gerekmektedir. Kur'ana rağmen ortaya atılmış ve kur'ana onaylatırılmak istenen her düşünce al-i imran s. 153. ayeti örneğinde olduğu gibi arka plan düşünceleri ile birlikte yapılan bir okuma neticesinde geri çevrilmeye mahkumdur. Al-i imran s. 153. ayeti sathi bir okuma neticesinde belki "hadislerin vahiy inkarının küfür" olduğu düşüncesi ile bir ilişkisi kurulmayabilir, ancak hayatta olan bir resulun ağzından çıkan ve ashabın kulaklarının hiç bir aracı veya sened zinciri olmadan duymalarına rağmen bu itaatsizliğin "küfre düşmek" olarak nitelendirilmeğini görmemiz hadislerin vahiy olduğu yolundaki düşüncenin kur'an tarafından onaylanmandığının işaretidir. Necm suresini bağlamı içinde okumayarak bektaşi misali yapılan bir okuma veya uydurulan hadisler yardımı ile veya yahudilerin tevrat için uyguladıkları metodların kur'an için uygulanması yolu ile bu düşünce kur'ana onaylattırlmaya çalışılmıştır. Müslüman olmak iddiasında olanların yapmaları gereken ilk şey kur'anı anlamak için kafadaki ön kabulleri atıp , " bu konuda kur'an ne diyor" şeklinde bir sorunun cevabını aramalarıdır.  


                           EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Nisan 2012 Perşembe

Ayetlerin Rivayetlere Feda Edilmesi Örneği ( İsa a.s ın Akıbeti Meselesi)

Kur'an okumalarında yapılan en yanlış metod önkabullü  ve rivayetler öne çıkarılarak yapılan bir okumadır. Bu tür okuma örneklerini bundan önce "şefaat ayetleri" başlığı altında yazıya dökmeye çalışmıştık, aynı yanlış metod ile yapılan okuma örneklerinden bir taneside isa as ın ölmediği ve kıyamete yakın bir zamanda yeniden dünyaya döneceğidir. Kur'anda bu konuda kesin bir bilgi bulunmamasına rağmen önkabuller ve rivayetler öne çıkarılarak ve kur'an ayetlerinin bunlar ışığında okunarak yapılan yorumları neticesinde bu konu maalesef kur'ana mal edilmeye çalışılmıştır. Kur'anda israiloğulları için kullanılan "kelimeleri konuldukları yerden saptırmaları ve dillerini eğip bükmeleri" sözleri sadece onlara has değildir. Kendisini müslüman olarak vasıflayan önemli bir kesim bu yola başvurarak yanlış düşüncelerini kur'ana onaylatmak istemektedirler.  


İsa as ın yeniden dünyaya gelişi meselesi kur'an kaynaklı bir düşünce olmayıp hıristiyan kaynaklı bir düşüncedir ve hıristiyan kaynaklarından islama girmiş olup süreç içinde akide haline gelmiş ve neredeyse amentünün şartı haline sokulmuştur, önce hıristiyan kaynaklarındaki bu konu ile ilgili yazılanları sonra islam kaynaklarında bu konu ile ilgili rivayetleri sonrada bu konunun nasıl kur'ana nasıl yamanmak istediği konusunu ortaya koymaya gayret edeceğiz.   


     HIRİSTİYAN KAYNAKLARINDA İSA AS IN YENİDEN DÜNYAYA GELİŞİ  

------ "... Çünkü size yer hazırlamaya gidiyorum. Gider ve size yer hazırlarsam, siz de benim bulunduğum yerde olasınız diye gelip sizi yanıma alacağım." (Yuhanna, 14: 2-3
----- .. Sizden göğe alınan bu İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir. (Elçilerin İşleri, 1: 11)
-----Bunun için size, `İşte Mesih çölde' derlerse gitmeyin. 'Bakın, iç odalarda' derlerse inanmayın. Çünkü İnsanoğlu'nun gelişi, doğuda çakıp batıya kadar her taraftan görülen şimşek gibi olacaktır. (Matta, 24: 26-27)
-----Allah, Mesih'i belirlenen zamanda ortaya çıkaracaktır. Onur ve kudret sonsuza dek O'nun olsun. Amin. (Timoteusa 1. Mektup, 6: 15-16)
-----Bundan böyle, doğruluk tacı benim için hazır duruyor. Adil yargıç olan Rab, o gün bu tacı bana, ve yalnız bana değil, onun gelişini özlemle beklemiş olanların hepsine verecektir. (Timoteos'a 2. Mektup, 4: 8)
-----Göksel Egemenliğin bu müjdesi tüm uluslara bir tanıklık olmak üzere bütün dünyada duyurulacak, ve son o zaman gelecektir. (Matta, 24: 14)
-----"O zaman İnsanoğlu'nun (İsa’nın) belirtisi gökte görünecek. Yeryüzündeki bütün halklar ağlayıp dövünecek. İnsanoğlu'nun (İsa’nın) gökteki bulutlar üzerinde büyük güç ve görkemle geldiğini görecekler." (Matta, 24: 30)
-----"Melekler 'Ey Celileliler, neden göğe bakıp duruyorsunuz?' diye sordular. Sizden göğe alınan bu İsa, göğe gittiğini nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir." (Elçilerin İşleri, .1: 11).
-----"Oysa bizim vatanımız göklerdedir. Ve oradan kurtarıcı olan ... İsa Mesih'i bekliyoruz." (Filipililere Mektup, 3: 20).
-----İşte, bulutlarla geliyor! Her göz onu görecek...." (Vahiy, 1: 7)
-----Kardeşler, bilgiçliğe kapılmanızı önleyecek şu sırdan habersiz kalmanızı istemem: Sonunda bütün İsrail kurtulacaktır. Yazılmış olduğu gibi: "Kurtarıcı, Siyon'dan gelecek ve Yakup'un soyundan tanrısızlığı uzaklaştıracaktır. (Romalılara Mektup, 11: 25-26)
-----ncir ağacından ders alın! Dalları filizlenip yapraklarını sürünce, yaz mevsiminin yakın olduğunu anlarsınız. Aynı şekilde, bütün bunların gerçekleştiğini gördüğünüzde bilin ki, İnsanoğlu (İsa) yakındır, kapıdadır. (Matta, 24: 32-33)
-----İnsanoğlu (İsa) kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak. (Matta, 25: 31)
-----"Ne mutlu halim olanlara; çünkü onlar yeri miras alacaklar. (Matta, 5: 5)

        İSLAM KAYNAKLARINDA İSA AS IN YENİDEN DÜNYAYA GELİŞİ !       


Rivayet kitaplarında isa as ın yeniden dünyaya gelişi mütevatir! kaydıyla mevcut olup bu kayıt ile sahihlenen bir hadis'in red edilmesinin kişinin küfrünü gerektirdiği için bu hadisleri red etmenin önü kapatılmıştır, ancak rivayetlerin sahih olup olmadığı kur'an ölçüsüne vurulduğu zaman bu rivayetlerin gerçek yüzü ortaya çıkacaktır.  

-----Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa Aleyhisselam)'ın adil bir hakim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, salibi (haçı) kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracaktır, mal o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır. (Sahih-i Müslim, 6/532)
----- Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman Kıyamet kopmaz... Biri de İsa (as)'ın inmesi... (Müslim, Kitabü-l Fiten: 39
----- Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa Aleyhisselam), Feccu'r-Ravha nam mevkide, hacc yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için icabet edecektir. (Müslim, Hacc: 216, 1252)
-----Kıyamet on alamet görülmedikçe kopmaz: Duman, Deccal, Dabbetu'l arz, Güneş'in batıdan doğması, İsa'nın yeryüzüne inmesi... (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 362)
----- İsa inecek; emirleri: 'Haydi gel, bize namaz kıldır!' diyecek. Buna karşılık: 'Kiminiz kiminizin emiridir. Bu, Allah'ın bu ümmete bir lütfu keremidir' diyecek. (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 380)
-----Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek... (Sahih-i Müslim bi Şerhin-Nevevi, cilt 2, s.192; Kenzul Ummal, Kitabul-İman, Bab-ı Nüzul-i İsa İbn-i Meryem, 14/332)
-----İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman sizler nasıl olursunuz?" (Buhari, Enbiya 50, 3265, 3/1272; Müslim, İman: 71,155,1/136; Beyhaki, Esma ve Sıfat: 3265, 2/166

İsa as ın yeniden dünyaya gelmesi meselesinin en önemli yönü onun gelmesi ile onun taraftarlarının dünyanın hakimi olacaklarına dair inançtır, bu inanç iyiler ile kötüler arasında çıkacağı ileri sürülen " armagedon savaşı" ile ilgili bir konudur.   


                        ARMAGEDON  SAVAŞI   NEDİR ?   


Armagedon , incil'in yuhanna kitabına göre mesihe inananlar ile inanmayanlar arasında yapılacak olan son savaşın yeri ve adıdır. Günümüzde evanjelik hıristiyanlardaki inanca göre bu savaşta isa as geri dönecek zafer kazanıp iyilerin saltanatını oluşturacaktır. Evanjelikler bu kehanetin olmasını beklemeyip bunun gerçeklemesi için bir takım oyunlar oynadıkları malumdur . Amerika'nın önceki başkanı george bush'un azılı bir evanjelik olması ve islam dünyası ve müslümanlar üzerinde oynanan oyunlar ve amerikanın israil ile ilgili planları hep bu düşüncenin ürünü olup yahudiler ve müslümanlar arsında çıkacak büyük bir savaş ve bunun neticesinde isa as ın geri gelerek hıristiyanların dünya'ya hakim olmaları sağlanacaktır. Bunun için israil ve müslümanlar arasındaki düşmanlık devamlı surette canlı tutularak şartların oluşması sağlanmaya çalışılmaktadır. Amerikanın safsata bir kehanet uğruna dünya'yı ve insanları sürüklemeye çalıştığı durum ile ilgili çalışmaları bugün ortada olup ırak,iran, suriye ve israil üzerinde yaptıkları oyunlar hep bu savaşın oluşması ve isa as ın geri gelmesi için yapılmaktadır.   


Armagedon'un değişik bir versiyonu  islam inancına hadis adı altında sokularak , kıyamet alametlerinden bir tanesi olarak  piyasaya sürülmüştür , bu hadiste!!! şöyle denmektedir , ""Müslümanlar, Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Müslümanlar onlarla savaşıp öldürecekler. Hatta Yahudi bir taşın ve ağacın arkasında saklanıp gizlenecek, taş ya da ağaç şöyle seslenecek: "Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu, işte Yahudi arkamdadır, gel onu öldür. Garkad' adındaki ağaç müstesna... Çünkü o Yahudilerin ağacıdır." (Cem'ul Fevaid)"  


Hıristiyanların isa as ın gelmesi inancına müslümanlar tarafından sahip çıkılarak, "evet gelecektir ama sizden değil bizden olarak" şeklinde bir tez'le bu düşünce islamileştirilmeye çalışılmış ve konu ile ilgili hadisler uydurularak meselenin islami oluşturulmaya çalışılmıştır, bu yapılırken ilgili kur'an ayetleri isa as ın ölmediği yaşadığı ve ahir zamanda dünyaya geri geleceği şeklinde tahrif edilerek müslümanlara "işte böyle inanacaksınız" denilerek baskı oluşturulmuştur. Şimdi kur'an ayetlerinin isa as ın akıbeti konu ile ilgili söylediklerini anlamaya çalışalım. 


                                              İSA  AS  VE  AKIBETİ 


İsa as Allah cc nin israiloğullarına gönderdiği elçilerden bir tanesidir. İsrailoğulları elçilerie karşı uyguladıkları zulmü isa as a da uygulayarak onu öldürmeye çalışmış ancak bunu başaramamışlardır. Bu konu ile ilgili ayetler şu şekildedir. 
-----003.052 İsa onların inkarlarını hissedince: «Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?» dedi. Havariler şöyle dediler: «Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şahid ol».
-----003.055 Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.
-----004.157 Ve «Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük» demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.
-----004.158 Bilâkis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
-----004-159 Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.
-----005.078 İsrailoğullarından inkar edenler, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, baş kaldırmaları ve aşırı gitmelerindendi.
-----005.116-117 Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
-----043.059-65 Meryemoğlu, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.Eğer dileseydik, size bedel yeryüzünde sizin yerinizi tutacak melekler var ederdik.Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır.İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.«Doğrusu Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir, artık O'na kulluk edin, bu, doğru yoldur.» Ama, aralarında guruplaştılar, ayrılığa düştüler. Kıyamet gününün can yakıcı azabına uğrayacak zalimlerin vay haline!

 Meallerini verdiğimiz bu gibi ayetler rivayetlerin ışığında ele alınarak, " isa as ölmemiştir ve kıyamete yakın bir zamanda geri dönecektir" şeklindeki inanç kur'ana onaylattırılmaya çalışılmıştır. Şimdi bu ayetlerin bu düşüncelere onay verip vermediğini anlamaya çalışacağız. 


-----043.06 Ve hakkıkat o, saat için bir ılimdir, onun için sakın o saatin geleceğinde şekk etmeyin de bana tabi' olun, işte bu yegâne doğru yoldur.

Zuhruf s. 61. ayeti parantez içi tahrif metodu kullanılarak (isa'nın yere inişi) gibi sözler ilave edilmiş isa as ın yeniden gelişi düşüncesi doğrultusunda kullanılmaya çalışılmıştır,habuki kur'an çerçevesinden bakan bir göz Allah cc nin gönderdiği elçilerin muhataplarına kıyamet'in gelmesi ile ve ahiretteki hesap günü için orkuttuğu malumdur. 

-----006.015 «Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım» de.
----- 007.059 Andolsun ki Nuh'u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.
 -----010.015 Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, «Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir» dediler. De ki: «Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.»
----- 011.026(nuh) Allahdan başkasına ıbadet etmeyin, cidden ben size elîm bir günün azâbından korkuyorum.
-----011.084 Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.
-----026.135 (hud) Cidden ben size büyük bir günün azâbından korkuyorum.

-----Nisa s . 157-158-159. ayetinde ," Ve «Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük» demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. doğrusu Allah onu kendine doğru ref'eyledi, Allah bir azîz, hakîm bulunuyor.Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır." mealindeki ayetin isa as ın ölmediğine ve semaya ref edildiğine dair bir delil olduğu ileri sürülmektedir.159. ayetin metnindeki "Ve in min ehlil kitâbi illâ le yu’minenne( ehli kitaptan olan hiç kimse yoktur'ki ona mutlaka iman edecektir) bihî ( ona yani isa'ya)kable mevti(mevtihî),( ölümünden önce) ve yevmel kıyâmeti yekûnu aleyhim şehîdâ(şehîden)." (kıyamet günü  o onlara şahit olacaktır). Bu ayetteki "gable mevtihi" kelimesi ehli kitabın ölümüne değil isa as ın ölümüne raci edilerek, "ölseydi ölümünden önce dermiydi?" gibi  veya aynı aynı ayetteki "ehli kitap" tabirinin kur'anda yahudi ve hıristiyanlar için kullanıldıklarını dolayısı ile yahudilerin isa as a iman etmedikleri için "mevtihi" kelimesindeki "hi" zamirinin isa as a raci edilmesi gerektiği ileri sürmüşlerdir. kur'andaki "ehli kitab " tabirinin yahudi ve hıristiyanlar için ortak kullanıldığı düşüncesi sadece nisa s. 153. ayetini örnek göstersek bile yetecektir ."Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, «Bize Allah'ı apaçık göster» demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik." Dikat edilecek olursa ayetteki "ehli kitab" tabiri musa as a iman ettiğini idda eden yahudiler için kullanılmış olup ortak kullanım yoktur.

158. de" Bilâkis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir." mealindeki ayetten yine isa as ın ölmeyip semaya ref edildiği orada hala canlı olarak yaşamaya devam ettiği ileri sürülmektedir. Öncelikle şunu söylemek gerekir'ki, "ehli sünnet" düşüncesi Allah cc ye mekan biçme yani onun semada bir mekanda olması düşüncesini kabul etmez, ancak aynı ehli üsnnet düşüncesi isa as ı semaya çıkararak onu Allah cc nin yanına yerleştirme düşüncesi ile kendi içinde çelişkiye düşmüştür. " ref" kelimesine baktığımız zaman bu kelimenin anlamının "maddi olarak yukarı kaldırma" olduğu gibi " manevi yani derece olarak'ta yukarı kaldırmak" analmlarına geldiğini görürüz. Kur'anda bu kelimenin her iki anlamda kullanıldığı görülmektedir.
-----002.253 İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah'ın kendilerine hitabettiği, derecelerle yükselttikleri ( VE REFEA) vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, onu Ruhul Kudüs'le destekledik. Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler, kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi, lakin Allah istediğini yapar.
-----06.083 Bu, İbrahim'e, milletine karşı verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. (nerfeu) Doğrusu Rabbin Hakim'dir, Bilen'dir.
-----012.076 Yusuf kardeşinin yükünden önce onlarınkini aramaya başladı; sonra kardeşinin yükünden su kabını çıkardı. İşte biz Yusuf'a böyle bir plan kullanmasını vahyettik. Çünkü hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı, meğer ki Allah dileye. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinden üstün bir bilen bulunur.
-----019.056-57Kitapta İdris’i de an. Gerçekten o da doğruluğun timsali biri idi, bir nebî idi. Onu üstün bir makama yücelttik.(ve refe'nahu)
-----043.032 Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün ( verefe'na) kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.
-----094.004Senin şanını yükseltmedik mi? (refe'na)

Allah cc nin bazı kullarını ve resullerini birbirinden üstün kılması "ref " kelimesi ile ifade edilmiş olup bu kelimenin mecaz anlamda kullanıldığı görülmektedir. Dolayısı ile isa as ın maddi olarak bedeninin değil onun derecesinin yükseldiğinin anlaşılması daha doğru olur.

İsa as ın ölmediğine dair getirilen delilllerden bir taneside onun ölümü ile ilgili geçen " teveffi" kelimesinin ölüm anlamına gelemeyeceğidir, buna dair düşüncede zümer s. 42. ayetinden çıkarılmıştır.

----- 039.042 Allah, nefisleri öldükleri zaman ve ölmeyenleri de uykularında öldürüverir. Artık üzerine ölüm ile hükmettiğini tutuverir ve diğerini de tayin edilmiş vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki, bunda elbette alâmetler vardır, düşünücüler olan bir kavim için.

Bu ayet uykuyu bir nevi ölüme benzetirken isa as ın ölmediğine dair delil olabilmesi açısından ters çevrilerek ölüm bir nevi uykuya benzetilmiştir. Uykunun ölüme benzetilmesi ile ilgili olarak şu ayet yeterli olacaktır.

-----006.060 Geceleyin sizi ölü (yeteveffakum)gibi uyutan, gündüzün yaptıklarınızı bilen, mukadder olan hayat süreniz doluncaya kadar gündüzleri sizi tekrar kaldıran O'dur. Sonra dönüşünüz O'nadır, işlediklerinizi size bildirecektir.

"Vefa" kelimesi "tamam noktasına ulaşmak" anlamında bir kelime olup ömrün tamam olması "vefat" olarak kullanılır.  

-----004.097 Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları (teveffahum)zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir!
-----006.061 O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Niha-yet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar(teveffethu). Onlar vazifede kusur etmezler.
-----047.027Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken (teveffethum)durumları nice olur?
-----016.028 Melekler kendilerine yazık etmiş kimselerin canlarını alırken:(teteveffahum) «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk» diyerek teslim olurlar. Hayır; öyle değil; doğrusu Allah onların yaptıklarını bilmektedir.
-----016.032 Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken:(teteveffahum) «Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin» derler.
-----010.046 Onlara vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de, göstermeden seni vefat ettirsek de, (netevefeyenneke)sonunda onların dönüşü bize olacak. Sonra onların ne yapacaklarına Allah şahit olacaktır.
-----010.104 De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki ben Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek(yeteveffakum) olan Allah'a kulluk ederim. İnananlardan olmakla emrolundum.»
-----032.011 De ki: «Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak(yeteveffakum), sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.»
-----004.015 Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek aranızdan dört şahid getirin, şehadet ederlerse, ölünceye (yeteveffahünne)veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun.
-----002.234 İçinizden ölenlerin(yuteveffevne) bırakmış olduğu eşler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler; müddetleri sona erdiğinde, onların kendi haklarında uygun şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah işlediklerinizden haberdardır.
-----040.067 Sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra erginlik çağına ulaşmanız, sonra da yaşlanmanız için sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O'dur. Kiminiz daha önce öldürülür,(yutevveffevne) kiminiz de, belirtilmiş bir süreye ulaşırsınız. Belki artık düşünürsünüz.

"teveffa" kelimesinin baktığımız zaman isa as ın ölmediğine hiçbir şekilde delil olamayacağı açıktır.

-----021.007-8 Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun. Biz onları yemek yemez birer ceset kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi.
----- 021.034Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?
Mealindeki ayetler bu düşüncemizi dahada kuvvetlendirmektedir.   



------019.033 «Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.»
-----019.015Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selam olsun!

Meryem suresinin 33. ayetinde isa as ın dilinden bunlar söylenmektedir, aynı sözler 15. ayette yahya as içinde söylenmiştir. Bu ayetler bize yahya as ın öldüğü gibi isa ın ölmüş olduğunun açık bir delilidir. 

Sonuç olarak, kaynağını hıristiyan düşüncesinden alan isa as ın yeniden dünyaya gelişi islam kaynaklarınada geçerek akide konusu haline gelmiştir , bu yapılırken "kitaba uymak" metodu  değil " kitabına uydurmak" metodu kullanılmıştır. Ön kabulsuz bir okuma ile isa as ın hayatını kur'andan anlamak istiyorsak öncelikle nuzül dönemi hıristiyan düşüncesindeki isa anlayışı yine kur'andan öğrenilerek isa as hakkındaki ayetler daha doğru bir biçimde anlaşılabilir. Hıristiyan düşüncesinde isa as ın Allah cc nin oğlu ve bir ilah olarak tanınmasına karşı kur'an onun ölümlü bir zat olduğu ve Allah cc nin yarattığı kullardan bir kul olduğunu bildirir. Bu böyle olmasına karşın  kur'an tarafından red edilen bu düşünceler islam düşüncesinde akide olarak benimsenmiştir. KUR'ANA ÖN KABULSUZ BİR BAKIŞ NETİCESİNDE ORTAYA ÇIKAN DURUM ŞU OLACAKTIR, İSA AS HER FANİ GİBİ ÖLMÜŞTÜR. KIYAMET GÜNÜ HER KUL GİBİ DİRİLEREK MAHŞERDE KENDİSİNE İMAN ETTİĞİNE İLERİ SÜRENLER HAKKINDA ŞAHİDLİK EDECEKTİR.    


                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.