14 Ocak 2019 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde Al-i İmran s. 93. Ayetine Verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinin karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, bu ayetin mealinin diğer meallerden farklı olduğunu görecek, hangi mealin doğru olduğu yönündeki sorusuna cevap aramaya gidecektir. Yazımızın konusu bu ayetin hangi çevirisinin doğru olabileceği üzerinedir.

Öncelikle ilgili ayetin 94. ayet ile birlikte Arapça metnini ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çevirisini vermek istiyoruz. 

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلَّا مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَىٰ نَفْسِهِ مِنْ قَبْلِ أَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ ۗ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ

فَمَنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

93- (Yahudiler dediler ki) Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in[1*] kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir. De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım.”[2*] 

94- Tevrat’ı okuduktan sonra kendi yalanını Allah'a mal edenler yanlış yapanlardır. 


[1*] Yakup (as)’nin lakabı İsrail’dir. Bu nedenle onun soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. Tevrat’ın Musa aleyhisselama indirilen kitap olduğu söylenir ama Kur’an’da bunu doğrulayan tek bir ifadeye rastlanmaz. Bir âyet şöyledir: İçinde bir rehber ve nur olan Tevrat’ı biz indirdik. Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudiler arasında onunla hükmederler. Hocalar ve âlimler de Allah’ın kitabını koruma görevleri gereği onunla hükmeder, uygulamaya şahit olurlar. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi geçici bir çıkara karşılık satmayın. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, ayetleri görmezlikte direnenlerdir (kâfirlerdir.) (Maîde 5/44)
Ya‘kūb aleyhisselamın on iki oğluna ve onların soyundan gelenlere esbât denir. Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84 ve Nisa 4/162. âyetlere göre esbât içinden nebi olanlara da kitap indirilmiştir. Bunlardan İsa aleyhisselama İncil verildiği için (Mâide 46) Tevrat, Yakub aleyhisselamdan İsa aleyhisselama kadar İsrailoğulların nebîlerine verilen kitapların toplamından ibarettir.
[2*] Allah Teala şöyle demiştir: “Yahudilere tek tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlarla kemiklerine karışanlar dışında kalan iç yağlarını da haram kıldık. Bu, (batıl yolla) üstünlük kurma çabalarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğruyu söyleriz.” (En’âm 6/146) Bu ve benzeri âyetler inince Yahudiler bunu reddederek yukarıdaki sözleri söylemişlerdi. Halbuki Tevrat’a göre de Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. Çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile geviş getirmeyen domuz haramdır. Karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri, kirpi, bukalemun, kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da haramdır. (Bkz. Levililer 11, Tesniye 14)

Al-i İmran s. 93. ayetinin Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan meali ile, diğer mealler arasındaki fark, ayetin başında parantez içine alınmış olarak yazılan, Yahudiler dediler ki kısmıdır. Süleymaniye Vakfı tarafından yapılmış olan Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinde, "  Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir."  cümlesi, Allah (c.c) tarafından değil, Yahudiler tarafından söylenmektedir.  Ancak bu ayetin diğer meallerine, baktığımızda, bu sözün Allah (c.c) tarafından söylendiği görülmektedir. 

Tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, Al-i İmran s. 93. ayetindeki cümlenin, Allah (c.c) tarafından söylenmiş olan, ve Yakup (a.s) ın bazı kişisel nedenlerden dolayı yemediği yiyecekler dışındaki (o yiyeceklerin de helal olmasına rağmen, Yakup (a.s) tarafından bazı nedenlerden ötürü yenilmemektedir) bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğunu beyan eden bir söz olduğu anlaşılırken, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde ise, Allah (c.c) tarafından 94. ayette yalan olarak beyan edilen bir söz olduğu anlaşılmaktadır.

Süleymaniye Vakfı tarafından ayetin başına açılan parantezin içine yazılan Yahudiler dediler ki ifadesinin sebebini, ayetin altına açtıkları dipnotta belirtmektedir. Dipnotta, Yahudilerin Al-i İmran s. 93. ayetindeki sözleri söyleme sebebi olarak, Enam s. 146. ayeti gösterilmektedir. Yahudiler kendilerine bazı yiyeceklerin haram kılındığını beyan eden ayetler indiğinde bunu ret etmişler, kendileri için böyle bir haramlılığın olmadığını Al-i İmran s. 93. ayetteki sözler ile dile getirmişlerdir.

Ancak Enam s. 146. ayeti, her ne kadar Yahudiler ile ilgili ise de, bu ayet 136. ayetten başlayıp 153. ayete kadar giden bir bağlama dahildir. Bu bağlama sahip olan ayetlerin, Mekke müşriklerinin şirk inançları ile ilgili olduğu için, Mekke'de inmiş olması gerekmektedir. Vakfa göre Mekke'de inen bu ayete itiraz edenler, cevabı Medine'de inen bir ayette almışlardır.

Kanaatimizce vakıf tarafından Al-i İmran s. 93. ayetine verilen anlamda, Enam s. 146. ayetinin dikkate alınması hatalı bir yaklaşımdır. Eğer Yahudiler Enam s. 146. ayetine karşı bir itiraz getirmiş olsalardı, bu itirazları Al-i İmran s. 93. ayetinde olduğu gibi değil, "Allah bize özel olarak hiç bir şeyi haram kılmadı" gibisinden olması, veya ilgili ayet içinde açık ve net olarak diğer ayetlerde olduğu gibi "Galetil Yahudi" (Yahudi dedi ki) şeklinde bir Arapça metin olması gerekirdi. Yahudilerin Enam s. 146. ayetine getirdiklerini düşündüğü itiraz, ve bu düşünce yönünde vakıf meal yapıcılarının açtıkları ilave parantez, kanaatimizce yanlış bir parantezdir. 

Peki Al-i İmran s. 93. ayeti ile ilgili olan hangi ayetlerdir? denilirse, şu ayetleri sıralayabiliriz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.

[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.



[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Al-i İmran 93. ve 94. ayetlerinde önceden helal olduğu halde İsrailoğullarına haram kılınan bazı yiyeceklerin haramlılığının arızi olduğu beyan edilmektedir. Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde bu arızi durumun gerekçesi beyan edilmekte, Al-i İmran s. 50. ayetinde ise bu arızi haramların bir kısmının İsa (a.s) a inen vahiy ile helal kılındığı beyan edilmektedir. Araf s. 157. ayetinde ise, geri kalan haramların tamamının Muhammed (a.s) ile birlikte sona erdiği beyan edilmektedir. 

Süleymaniye Vakfı'nın ilgili ayete böyle bir parantez açmasının diğer bir sebebi kanaatimizce şu olabilir: 

Ayetin ikinci cümlesi olan, "De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım"  cümlesinde geçen, İn küntüm sadıkin ifadesinin geçtiği diğer ayetlerde, bu ifade öncesinde genellikle, inkarcılar tarafından söylenen bir sözün olması, vakıf meal yapıcılarında Al-i İmran s. 93. ayetinin ilk cümlesinin de inkarcılar tarafından söylenmiş bir söz olabileceği kanaati uyandırmış olabilir. 

Al-i İmran s. 93. ayetini nasıl anlayabiliriz? dersek, şöyle bir cevabımız olabilir:

Medine'de bulunan Yahudiler muhtemelen, kendilerine özel kılınan bu haramlığın, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde beyan edilen gerekçelere istinaden değil, Tevrat öncesine dayanan bir geçmişi olduğunu, sadece kendilerine değil bütün ümmetlere has bir yasak olduğunu savunuyor olmalıdırlar. Yahudilerin kendilerini Allah'ın oğulları ve sevgili kulları olarak görmüş olmaları (5. 18), kendilerine özel olarak kılınan böyle bir haramlılık ile uyuşmamaktadır. Allah (c.c) onların bu iddialarını, Al-i İmran s. 93. ayetinde öne sürerek, bunun aksini savunuyorlar ise, Tevrat'ı getirerek o kitapta bulunan bu konudaki beyanı ortaya koymalarını istemektedir.

Olayı şu karşılıklı konuşma üslubu içinde anlatacak olursak:

Yahudiler= Bu haramlar bize özel bir haram değil, tüm insanlara kılınan bir haramlıktır.

Allah (c.c)= İsrailoğullarına kılınan bu haramlıklar, Tevrat öncesi değil, Tevrat'ın indirilmesinden sonra, onların işledikleri bazı cürümler sebebi iledir. Aksini iddia eden varsa getirsin Tevrat'ı ortaya koysun.

Vakfın hatası, Nisa s. 160. ve 161. ayetleri dikkate almak yerine, Enam s. 146. ayetini dikkate almış olmasıdır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

Bu ayetlere baktığımızda, İsrailoğullarına yapmış oldukları bazı yanlışlar sebebi ile onlara helal olan bazı yiyeceklerin, yaptıklarının bir cezası olarak haram kılındığı anlaşılmaktadır. Bu haramların ne olduğu ise Enam ve Nahl s. ayetlerinde beyan edilmektedir. 

Nisa s. 160. ve 161. ayetlerindeki gerekçelere istinaden, İsrailoğullarına helal olan bazı yiyeceklerin haram kılınma yolu, onlara gönderilen elçi ve kitap ile olması gerekmektedir. Çünkü Allah (c.c) kulları ile ilgili emir ve yasakları, o kullar içinden seçtiği insanlar aracılığı ile göndermektedir.

İsrailoğullarına verilen bu cezanın bilgi kaynağı elçiler olup, bu yasaklar onlara elçiler ve onlara inen kitap aracılığı ile bildirilmiştir. İsrailoğullarına inen kitabın isminin bize Tevrat olarak beyan edilmiş olması burada dikkate değerdir. İsrailoğullarına Musa (a.s) öncesinde de elçi ve kitap gönderildiğini hesap edersek, bu kitabın adının Tevrat olması gerektiği açıktır.

Al-i İmran s. 93. ayetini, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerini dikkate alarak okuduğumuz şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: 


Allah (c.c) İsrailoğulları dahil olmak üzere, tüm kullarına Tayyibat olarak beyan ettiği yiyecekleri helal kılmıştır (2. 168/  5. 4-5-88/ 16. 114). İsrailoğullarına helal olduğu halde sonradan haram edilen tayyibatın, onlara elçileri aracılığı ile bildirilmiş olması gerektiğine göre, Tevrat'ın indirilmesinden önce böyle bir yasağın da olmaMAsı icap etmektedir. İşte Al-i İmran s. 93. ayeti bu durumu beyan etmektedir. O zaman bu ayetteki sözün İsrailoğullarına değil, Allah (c.c) ye ait olması gerekmektedir.

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı mealinde, Al-i İmran s. 93. ayetinin başına açılan parantez hatalı olarak açılmıştır. Vakıf yetkilileri şayet ayeti, Enam s. 146. ayetini değil, Nisa s. 160. 161. ayetlerini dikkate alarak anlamaya çalışmış olsalardı, böyle bir hatayı yapmalarına gerek  kalmayacaktı.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


11 Ocak 2019 Cuma

AL-İ İMRAN SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim.

2- Allah, O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O yaşayandır, o ayaktadır (her an yönetimdedir).

3- 4- Önünde olan şeyi bir doğrulayıcı olarak o kitabı sana o gerçekle indirdi. Ve önceden o  insanlar için bir doğruya ileten Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Ve o (doğru ile yanlışı) ayıran (kitaplar)ı da indirdi. Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini örtmüş olanlar var ya, bir sert azap onlar içindir. Ve Allah bir çok güçlüdür, bir öç sahibidir.

5- Şüphesiz ki Allah, o yerde ve o gökte, hiçbir şey O'na gizli olmaz.

6- O, sizi o rahimlerde nasıl dilerse öyle şekillendiriyor. O'ndan başka tanrı yoktur. O, çok güçlüdür, en bilgedir.

7- O, o kitabı sana indirdi. Ondan bir kısmı sağlamlaştırılmış ayetlerdir ki, onlar o kitabın anasıdır. Ve diğeri ise benzeşenlerdir. Kalplerinde bir kaypaklık olanlara gelince, o kargaşa(yı çıkarma) peşine düşmek ve onun geri dönüşümünün peşine düşmek için, ondan benzeşene takılırlar. Oysa onun geri dönüşümünü Allah'tan başkası bilmiyor. Ve o bilgide derinleşenler derler ki: "Biz ona inandık her biri Efendimizin yanındandır." Ve bunu da o temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamıyor.

8- 9- (Onlar ki): "Ey Efendimiz, bizi doğruya ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma, bize kendi katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz ki sen, o bolca bahşedenin ta kendisisin. Ey Efendimiz, şüphesiz ki sen onda hiçbir belirsizlik olmayan o gün için o insanların toplayıcısısın. Şüphesiz ki Allah, o verdiği söze aykırı davranmaz" (derler)

10-  Şüphesiz ki gerçeği örtmüş olanların malları ve çocukları onlardan Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şeyle asla zenginleştirmeyecektir. Ve işte onlar, o ateşin yakıtının ta kendileridir.

11- (Bunların durumu) Firavun'un hanedanı ve onlardan öncekilerin aynı minval üzere durumu gibidir. Onlar (gözle görülen) ayetlerimizi yalanlamışlardı. Bunun üzerine Allah da onları arkalarına takılı suçları nedeniyle tutuvermişti. Ve Allah, o sonuçlandırması çok serttir.

12- Gerçeği örtmüş olanlara de ki: "Yakında yenileceksiniz ve cehenneme sürülüp toplanacaksınız. Ve ne sıkıntılıdır o döşek."

13- Birbiri ile karşılaşan iki askeri birlikte, sizin için kesinlikle (gözle görülen) bir ayet vardı.  Bir askeri birlik Allah'ın yolunda öldürüşüyor ve diğeri ise bir gerçeği örtücü idi. (Allah'ın yolunda savaşan birlik, örtücü birliğin onlardan daha fazla olmasına rağmen) o gözün görüşü ile onları kendilerinin (sadece) iki katı olarak görüyorlardı. Ve Allah, kimi dilerse kendisinin yardımı ile güçlendirir. Şüphesiz ki bunda, o doğru görüş sahipleri için kesinlikle alınması gereken bir ders vardır.

14- O kadınlardan ve o oğullardan ve o kantarlarca yığılmış o altından ve o gümüşten ve o işaretlenmiş atlardan ve o hayvanlardan ve o ekinlerden o iştahların sevgisi, o insanlara süslendi. Bu, bu şimdiki yaşamın bir yararıdır. Ve Allah, o dönülecek yerin yerin iyisi O'nun  yanındadır.

15- De ki: "Size bundan daha hayırlısını haberlendireyim mi? Korunmuş olanlar için Efendilerinin yanında, onda sürekli kalacakları onların altından o nehirler akar bahçeler ve temizlenmiş eşler ve Allah'tan bir hoşnutluk vardır." Ve Allah, o kulları bir en iyi görücüdür.

16- 17- Onlar ki: "Ey Efendimiz, şüphesiz ki biz inandık, artık arkamıza takılı suçlarımızı bize bağışla ve bizi o ateşin azabından koru" diyenler, o direnip gayret edenler ve o doğru sözlü olanlar ve o gönülden bağlananlar ve o dağıtanlar ve o seherlerde bağışlanma isteyenlerdir.

18- Allah, o hakkaniyeti bir ayakta tutucu olarak O'ndan başka tanrı olmadığına tanıklık etti. O melekler ve o bilginin sahipleri de (tanıklık etti). O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O, çok güçlüdür, en bilgedir.

19- Şüphesiz ki Allah'ın yanında (geçerli) yaşam sistemi, İslam'dır. Ve o kitap verilmiş olanlar kendilerine o bilgi geldikten sonra kendi aralarında bir hadsizlikten başka bir nedenle aykırı düşmedi. Ve kim Allah'ın ayetlerini örterse, artık şüphesiz ki Allah, o hesabı çok hızlı görendir.

20- Eğer seninle tartışacak olurlarsa, de ki: "Ben  yüzümü Allah'a teslim ettim ve bana takılan kimseler de (teslim etti)." Ve o kitap verilmiş olanlara ve o kitap bilgisi olmayan (Arap)lara de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim olurlarsa, kesinlikle doğruya iletilmişlerdir.  Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, sana düşen ancak ve ancak o ulaştırmadır. Ve Allah, o kulları bir en iyi görücüdür.

21- Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini örtenler ve  o habercileri bir gerçek olmaksızın öldürenler ve o insanlardan hakkaniyeti buyuranları öldürenler var ya, artık onları bir acı azabı müjdele.

22- İşte onlar o kimselerdir ki, bu şimdiki (yaşam) da ve o son (yaşam) da işledikleri boşa gitmiştir. Ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

23- Görmedin mi o kimseleri ki, kendilerine, o kitaptan bir hisse verilmişti? Kendi aralarında karar vermesi için Allah'ın kitabına (Tevrat'a) çağrılıyorlar sonra onlardan bir bölümü kayıtsız kalarak (başka tarafa) yöneliyor.

24- Bu, onların: "O ateş sayılanmış günlerin dışında bize asla dokunmayacaktır"  demiş olmaları nedeniyledir. Ve yaşam sistemlerinde yakıştırmakta oldukları şeyler onları aldatmıştır.

25- Artık onda hiçbir belirsizlik olmayan o gün için onları topladığımız ve her bir benliğe kazandığı şey onlar haksızlığa uğratılmayarak eksiksiz verileceği zaman nasıl olacak?

26- 27- De ki: "Ey hükümranlığın sahibi Allah'ım, o hükümranlığı kime dilersen verirsin ve o hükümranlığı kimden dilersen de çekip alırsın, kimi dilersen güçlendirirsin ve kimi dilersen de alçaltırsın. O hayır senin elindedir. Şüphesiz ki sen, her şeyin üzerine bir ölçü koyucusun. O geceyi o gündüzün içine geçirirsin ve o gündüzü de o gecenin içine geçirirsin. Ve o ölüden o yaşayanı çıkarırsın ve o yaşayandan da o ölüyü çıkarırsın. Ve kime dilersen de bir kısıtlama olmaksızın rızık verirsin."

28- O inananlar, o gerçeği örtücüleri o inananların aşağısından yönelenler olarak sahiplenmesin. Ve kim onlardan bir korunma gereği dışında bunu yaparsa, artık Allah'tan hiçbir şey üzerinde değildir. Ve Allah sizi kendi benliğinden sakındırır. Ve o dönüş Allah'adır.

29- De ki: "Göğüslerinizde olan şeyi gizleseniz veya onu belli etseniz de, Allah onu bilir. Ve o göklerde olan şeyleri ve o yerde olan şeyleri bilir. Ve Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucudur."

30- O gün her bir benlik hayırdan ne işlemiş ise ve onun ile kendisi arasında keşke uzak bir süre olsa diye arzu edeceği kötülükten ne işlemiş ise, onu hazırlanmış olarak bulacak. Ve Allah sizi kendi benliğinden sakındırır. Ve Allah, o kullara karşı bir çok acıyıcıdır.

31- De ki: "Allah'ı seviyorsanız, bana takılın ki Allah da sizi sevsin ve sizin arkanıza takılı suçlarınızı bağışlasın. Ve Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir."

32- De ki: "Allah'a ve o elçiye itaat edin." Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık şüphesiz ki Allah, o gerçeği örtücüleri sevmez. 

33- Şüphesiz ki Allah, Adem'i ve Nuh'u ve İbrahim'in hanedanını ve İmran'ın hanedanını, o tüm insanların üzerine seçti.

34- Onlar bir kısmı bir kısmından olan bir soydur. Ve Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

35- Ve bir zaman İmran'ın karısı: "Ey Efendim, şüphesiz ki ben, karnımda olanı bir özgürleşmiş olarak sana adadım, artık benden kabul buyur. Şüphesiz ki sen, o en iyi işiticinin, o en iyi bilicinin ta kendisisin" demişti.

36- Onu doğurduğunda, - ve Allah onun ne doğurduğunu ve (istemiş olduğu) o erkek, (onun doğurduğu) o kız gibi olmayacağını en iyi bildiği halde- "Ey Efendim, ben onu bir dişi olarak doğurdum. Ve şüphesiz ki ben onu Meryem olarak isimlendirdim. Ve şüphesiz ki ben onu ve onun soyunu o taşlanan şeytandan sana sığındırırım" demişti.

37- Bunun üzerine kendisinin Efendisi onu bir iyi kabulle kabul etmiş ve onu bir iyi bitki gibi bitirmiş ve onu Zekeriyya'nın güvencesine vermişti. Zekeriyya, o özel bölüme her ne zaman girse onun yanında bir rızık bulurdu: "Ey Meryem, bu sana nasıl (geliyor)?" dediğinde, (Meryem): "O, Allah'ın yanından (geliyor)" demişti. Şüphesiz ki Allah, kime dilerse bir kısıtlama olmaksızın rızık verir.

38- Orada Zekeriyya Efendisine çağrı yapmış: "Ey Efendim, bana kendi katından bir temiz soy bahşet, şüphesiz ki sen bu çağrının en iyi işiticisisin" demişti. 

39- Bunun üzerine o özel bölümde ayakta kulluk görevinde iken o melekler ona: "Şüphesiz ki Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi bir doğrulayıcı ve bir lider ve (kendisini) bir kısıtlayıcı ve o düzgünlerden bir haberci olacak Yahya'yı müjdeliyor" diye seslenmişti. 

40- (Zekeriyya): "Ey Efendim, bana kesinlikle (yaşça) o büyüklük ulaşmış ve karım da doğurmaktan kesilmiş bir haldeyken, benim bir oğlan çocuğum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir, Allah ne dilerse yapar" demişti.

41- (Zekeriyya): "Ey Efendim, bana bir bir ayet oluştur" demiş, (Allah): "Senin ayetin, o insanlarla bir işaret dışında üç gün konuşamamandır. Ve Efendini çokça hatırla. Ve o akşam karanlığı ve o gündüzün erken vakti O'nu her türlü eksiklikten uzak tut" demişti.

42- 43- Bir zaman o melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni seçti ve temizledi ve o tüm kadınların üzerine seni seçti. Ey Meryem, Efendine gönülden bağlan ve boyun eğ ve o saygıyla eğilenlerin beraberinde saygıyla eğil" demişti.

44- Bu, onu sana vahyetmekte olduğumuz o algılanamayanın haberlerindendir. Meryem'i onların hangisi güvencesine alacak diye fal oklarını atarlarken sen onların yanında değildin. Ve onlar (bu konuda) birbirleriyle çekişirlerken de sen onların yanında değildin.

45- 46- Bir zaman o melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Onun ismi Meryem oğlu Mesih İsa'dır bu şimdiki (yaşam) da ve o son (yaşam) da bir saygın ve o yakınlaştırılmışlardandır. Ve o insanlarla o beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacak, ve o düzgünlerdendir" demişti.

47- (Meryem): "Ey Efendim, bana bir beşer dokunmamışken benim bir çocuğum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir, Allah ne dilerse takdir eder. Bir buyruğun yerine gelmesini istediği zaman, ona ancak ve ancak 'Ol' der, o da hemen oluverir" demişti. 

48- 49- 50- 51- Ve ona o kitab'ı ve o bilgeliği ve Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. Ve Yakub'un oğullarına bir elçi olarak: "Şüphesiz ki ben Efendinizden size kesinlikle (gözle görülen) bir ayet getirdim. Şüphesiz ki ben size o çamurdan o kuşun biçimi gibi takdir eder, onun içine üflerim de Allah'ın onayıyla bir kuş olur. Ve Allah'ın onayıyla o doğuştan kör olanı ve o abraşı (hastalıktan) berileştirir ve o ölüleri (yeniden) yaşatırım. Ve evlerinizde ne yiyorsunuz ve ne biriktiriyorsunuz sizi haberlendiririm. Eğer inananlarsanız şüphesiz ki bunda sizin için kesinlikle (gözle görülen) bir ayet vardır. Ve Tevrat'tan önümde olanı bir doğrulayıcı olarak, üzerinize yasaklanmış olanların bir kısmını size serbestleştirmem için Efendinizden bir ayet getirdim. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah, benim de Efendim, sizin de Efendinizdir. Artık O'na kulluk edin. Bu, bir dosdoğru yoldur" (diyecek).

52- 53- İsa, onlardan o gerçeği örtmeyi algıladığında: "Allah'a (yardım yolunda) benim yardımcılarım kimdir?demiş, Havariler'de: "Biz Allah'ın yardımcılarız. Allah'a inandık. Ve bizim teslim olanlar olduğumuza tanık ol. Ey Efendimiz, indirdiğine inandık ve o elçiye takıldık, artık bizi o tanık olanların beraberinde yaz" demişti.

54- Ve tuzak kurdular ve Allah'da tuzak kurdu. Ve Allah, o tuzak kurucuların en hayırlısıdır.

55- 56- 57- O vakit Allah:"Ey İsa, şüphesiz ki ben senin ömrünü tamamlayıcı ve seni kendime yükseltici ve seni gerçeği örtenlerden (kurtararak) temizleyici ve sana takılanları ise o kalkışın gününe kadar gerçeği örtmüş olanların üstünde tutucuyum. Sonra dönüş yeriniz banadır, artık hakkında aykırılığa düşmekte olduğunuz şeylerde aranızda ben  karar vereceğim. Gerçeği örtmüşlere gelince, artık onları bu şimdiki (yaşam) da ve o son (yaşam) da bir sert azabla azaplandıracağım. Ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur. Ve inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlara gelince, artık onların işlerinin karşılıklarını eksiksiz verecektir. Ve Allah o haksızlık yapanları sevmez" demişti.

58- Bu onu sana peşi sıra okumakta olduğumuz, o ayetlerden ve o bilge hatırlatmadandır.


59- Şüphesiz ki Allah'ın yanında İsa'nın örneği, Adem'in örneği gibidir.  Onu bir topraktan takdir etti, sonra ona "Ol" dedi, o da hemen oluverir. 

60- O gerçek senin Efendindendir, artık sakın o tereddüde düşenlerden olma.

61- Artık sana gelmiş olan o bilgiden sonra bu konuda kim seninle tartışırsa, artık de ki: "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı ve kadınlarımızı ve kadınlarınızı ve benliklerimizi ve benliklerinizi çağıralım sonra gönülden yalvararak, Allah'ın dışlamasının o yalancıların üzerine isteyelim."

62- Şüphesiz ki bu, kesinlikle o gerçek anlatının ta kendisidir. Ve Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kesinlikle o çok güçlünün, o en bilgenin ta kendisidir.

63- Buna rağmen eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık şüphesiz ki Allah, o bozucuları en iyi bilicidir.

64- De ki: "Ey o kitabın halkı, bizimle sizin aranızdaki, Allah'tan başkasına kulluk etmemek ve O'na hiç bir şeyi ortaklaştırmamak ve bir kısmımız bir kısmımızı Allah'ın aşağısından efendiler olarak sahiplenmemek olan, denk söze gelin." Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık siz de: "Tanık olun şüphesiz ki biz teslim olanlarız" deyin.

65-  Ey o kitabın halkı, İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat ve İncil onun arkasından indirilmiştir. Hiç bağ kurmaz mısınız?

66- İşte siz onlarsınız ki sizin için hakkında bir bilgi olan olan şeyde tartıştınız, peki sizin için hakkında bir bilgi olmayan şeyde niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.

67- İbrahim, bir dönen* (Yahudi) de ve bir yardımcı* (Hristiyan)da değildi. Fakat, (fıtrat yasalarına) bir meyleden teslim olandı. Ve o ortak koşanlardan da değildi.

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönen" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.
*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

68- Şüphesiz ki o insanların İbrahim'e en yöneleni, ona takılmış olanlar ve bu haberci ve o inanmış olanlardır. Ve Allah, o inananların yönelenidir.

69- O kitabın halkından bir ekip arzu etti ki sizi saptırsınlar. Oysa benliklerinden başkasını saptırmıyorlar ve bunu da fark etmiyorlar.

70- Ey o kitabın halkı, tanık olduğunuz halde, niçin Allah'ın ayetlerini örtüyorsunuz?

71-  Ey o kitabın halkı, bilmekte olduğunuz halde, niçin o gerçeğe o geçersizliği giydiriyorsunuz ve o gerçeği gizliyorsunuz?

72- 73- Ve o kitabın halkından bir ekip: "İnanmış olanlara indirilmiş şeye, o gündüzün başında ina(nmış gibi davra)nın, onun sonunda ise gerçeği örtün, umulur ki dönerler. Ve sizin yaşam sisteminize takılan kimseden başkasına da inanmayın" dedi. De ki: "Şüphesiz ki o doğruya iletme, Allah'ın doğruya iletmesidir. (Okitabın halkından bir ekip yine): "Size verilmiş şeyin bir örneğinin (başka) birine de verileceğine veya Efendinizin yanında sizinle tartışacaklarına da (inanmayın)" (dedi). De ki: "(Kitap ve elçilik vermek de) şüphesiz ki o lütuf Allah'ın elindedir. Onu kime dilerse verir. Ve Allah, (her şeyi) bir kuşatıcıdır, bir en iyi bilicidir."

74- Rahmetini (kitap ve elçiliğini) kime dilerse özel kılar. Ve Allah, o büyük lütuf sahibidir. 

75- Ve o kitabın halkından öylesi vardır ki, eğer ona bir kantar (altın) emanet etsen, onu sana öder. Ve onlardan öylesi de vardır ki, eğer ona bir dinar emanet etsen, (ödemesi için) daimi tepesinde dikilmediğin sürece ona sana ödemez. Bu, onların: "O kitap bilgisi olmayan (Arap)lara karşı bizim üzerimize bir yol (sorumluluk) yoktur" demiş olmaları nedeniyledir. Ve onlar bilmekte oldukları halde Allah'ın üzerine o yalanı söylemektedirler.

76- Hayır, kim antlaşmasını eksiksiz yerine getirir ve korunursa, şüphesiz ki Allah o korunanları sever.

77- Şüphesiz ki Allah'ın antlaşmasını ve yeminlerini bir az bedele değişenler var ya, işte onlara o son (yaşam) da hiçbir (güzel) takdir yoktur. O kalkışın günü Allah onlarla konuşmaz ve onlara bakmaz ve onları arındırmaz. Ve acı bir azap onlar içindir.

78- Ve yine onlardan bir bölük var ki, siz onu o kitaptan olduğunu hesap etmeniz için dillerini o kitapla eğip büküyorlar. Oysa o, o kitaptan değildir. Ve: "O, Allah'ın yanındandır" diyorlar, oysa o Allah'ın yanından da değildir. Ve onlar bilmekte oldukları halde Allah'a karşı o yalanı söylüyorlar.

79- Hiçbir beşer için, Allah ona o kitabı ve o bilgeliği ve o haberciliği versin de sonra o insanlara: "Allah'ın aşağısından bana kullar olun" demesi olmaz. Fakat: "Öğretmekte olduğunuz o kitap nedeniyle ve ders almakta olduğunuz nedeniyle Efendiye adananlar olun" (demesi vardır).  

80-  Ve size, o melekleri ve o habercileri efendiler olarak sahiplenmenizi de buyurmaz. Siz teslim olduktan sonra size o gerçeği örtmeyi buyurur mu?

81- Ve bir zaman Allah o habercilerin yeminle bağlanmış sözünü almış: "Ant olsun ki size kitaptan ve bilgelikten verdim, sonra beraberinizde olan şeyi doğrulayıcı olan bir elçi size geldiğinde, kesinlikle ona inanacaksınız ve kesinlikle ona yardım edeceksiniz. Sabitleş(me sözü ver)diniz ve sizin üzerinize olan bu ağır görevimi sahiplendiniz mi?" demiş, (onlar): "Sabitleş(me sözü ver)dik" demişler, (Allah): "Tanık olun ve ben de sizin beraberinizde o tanık olanlardanım" demişti.

82- Artık kim bundan sonra (başka tarafa) yönelirse, işte onlar o itaatten çıkanların ta kendileridir.

83- Yoksa onlar, Allah'ın yaşam sisteminden başkası peşine mi düşüyorlar? Oysa o göklerde ve o yerde olan kimseler, isteyerek ve istemeyerek de olsa hepsi O'na teslim olmuştur ve yalnızca O'na döndürülecekler.

84- De ki: "Biz Allah'a ve bize indirilmiş şeye ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a veYakub'a ve o torunlara indirilmiş şeye ve Musa'ya ve İsa'ya ve o habercilere Efendilerinden verilmiş şeye inandık. Onlardan hiçbirinin arasını ayrıştırmayız ve biz O'na teslim olanlarız."

85- Ve kim yaşam sistemi olarak İslam'dan başkasının peşine düşerse, artık ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o son (yaşamda) da o ziyan edenlerdendir.

86- İnanmalarından ve o elçinin bir gerçek olduğuna tanıklık etmelerinden ve kendilerine o apaçık delillerin gelmesinin ardından gerçeği örtmüş olan bir topluluğu, Allah nasıl doğruya iletir? Ve Allah, o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

87- İşte onların karşılığı, Allah'ın ve o meleklerin ve o (inanan) insanların toplu olarak dışlamasının onların üzerine olmasıdır.

88-  Onda sürekli kalıcıdırlar. O azap onlardan hafifletilmez ve onlar bakılmazlar.

89- Bunun ardından (itaatle) dönmüş ve (durumlarını) düzeltmiş olanlar başka. Artık şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

90- Şüphesiz ki, inanmalarının ardından gerçeği örtmüş, sonra da gerçeği örtmeyi artırmış olanların (ölüm anındaki) dönüşleri, asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, o sapkınların ta kendileridir.

91- Şüphesiz ki gerçeği örtmüş ve azılı gerçeği örtücü olarak ölenler var ya, eğer o yerin dolusu  altını (olup) onu kurtulmalık olarak verse de, onların hiçbirinden asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, bir acı azap onlar içindir ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

92- Sevmekte olduğunuz şeylerden harcayıncaya kadar, o erdeme asla kavuşamayacaksınız. Ve bir şeyden her ne harcıyorsanız, artık şüphesiz ki Allah onu bir en iyi bilicidir.

93- Tevrat'ın indirilmesi öncesinden Yakub'un (İsrail'in) benliğine yasakladığı hariç, o her yiyecek Yakub'un oğullarına serbestti. De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz hemen Tevrat'ı getirin de onu peşi sıra okuyun."

94- Artık bunun ardından kim Allah'a karşı o yalanı yakıştırırsa, işte onlar, o haksızlık yapanların ta kendileridir.

95- De ki: "Allah doğruyu söyledi. Artık (fıtrat yasalarına) bir meyleden olan İbrahim'in inancına takılın. Ve o, o ortak koşanlardan da değildi."

96- Şüphesiz ki o insanlar için konulan ilk ev, o tüm insanlar için bereketlenmiş bir doğruya ileten Bekke'deki (Kâbe) dir.

97- Onda apaçık ayetler, İbrahim'in (tevhidi) duruşu vardır. Ve kim ona girerse, artık güvende olur. Ve ona bir yola güç yetirebilen kimseye o evi haccetmesi, Allah'ın o insanların üzerindeki hakkıdır. Ve kim bu gerçeği örterse, artık şüphesiz ki Allah, o tüm insanlardan çok zengindir.

98- De ki: "Ey o kitabın halkı, Allah işlemekte olduğunuz şeylerin üzerinde bir tanık olduğu halde Allah'ın ayetlerini niçin örtüyorsunuz?"

99- De ki: "Ey o kitabın halkı, siz (gerçeğe) tanıklar olduğunuz halde niçin onda bir eğrilik arama peşine düşerek, inanmış kimseyi Allah'ın yolundan uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? Ve Allah işlemekte olduğunuz şeylerden duyarsız değildir."

100- Ey inanmış olanlar,  eğer o kitap verilmiş olanlardan bir bölüğe itaat ederseniz, inanmanızdan sonra gerçeği örtücüler olarak sizi geri döndürürler.

101- Ve Allah'ın ayetleri size peşi sıra okunurken ve O'nun elçisi de içinizdeyken, nasıl gerçeği örtersiniz? Ve kim Allah'a sarılırsa, artık kesinlikle bir dosdoğru yola iletilmiştir.

102- Ey inanmış olanlar, Allah'a karşı O'ndan korunmanın gereğini hakkı ile yerine getirin. Ve siz teslim olanlardan başkası olarak ölmeyin.

103- Ve toplu olarak Allah'ın ipine sarılın ve ayrışmayın. Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar iken, kalplerinizin arasını kaynaştırmıştı da böylelikle O'nun nimetiyle kardeşler olmuştunuz. Ve siz o ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi ondan kurtarmıştı. Allah, doğruya iletilmeniz için ayetlerini size böyle açıklıyor.

104- Ve sizden o hayra çağıran ve o benimsenene uygun olanı buyuran ve o yadırganandan vazgeçirten bir topluluk olsun. Ve işte onlar o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

105- Ve kendilerine o apaçık delillerin gelmesinden sonra, ayrışanlar ve aykırılığa düşenler gibi olmayın. Ve işte onlar var ya, bir şiddetli azap onlar içindir.

106- O günde ağaracak yüzler ve kararacak yüzler vardır. Yüzleri kararanlara gelince: "İnanmanızdan sonra gerçeği örttünüz mü? Öyleyse gerçeği örtmekte olmanız nedeniyle o azabı tadın" (denir).

107- Ve yüzleri ağaranlara gelince, artık  Allah'ın rahmetindedirler. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

108- Bunlar, Allah'ın ayetleridir. Onları sana o gerçekle peşi sıra okuyoruz. Ve Allah o tüm insanlara bir haksızlık etmek istemiyor.

109- Ve o göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler, Allah'ındır. Ve o işler Allah'a döndürülür.

110- Siz, o insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı bir toplum oldunuz. O benimsenene uygunu buyuruyor ve o yadırganandan vazgeçirtiyor ve Allah'a inanıyorsunuz. Ve eğer o kitabın halkı da inanmış olsaydı, kendileri için kesinlikle daha hayırlı olurdu. İçlerinden o inananlar olsa da onların çoğu o itaatten çıkanlardır.

111- Onlar, size bir rahatsızlık dışında asla zarar veremeyecekler. Ve eğer sizinle öldürüşürlerse, size o arkalarını yöneltirler. Sonra yardım da edilmezler.

112- Allah'tan bir ipe ve o (inanan) insanlardan bir ipe (sarılmaları) dışında, nerede ele geçirilirlerse üzerlerine o aşağılanma vurulmuştur. Ve Allah'tan  bir hiddete yerleşmişler ve üzerlerine o durgunluk vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın ayetlerini örtmekte ve o habercileri bir gerçek olmaksızın öldürmekte olmaları nedeniyledir. Bu, karşı çıkmış ve sınırı aşmakta olmaları nedeniyledir.

113- 114- (Hepsi) bir denklikte değillerdir. O kitabın halkından dimdik ayakta duran o gecenin vakitlerinde boyun eğerek Allah'ın ayetlerini peşi sıra okuyan bir toplum da vardır. Allah'a ve o son güne inanırlar ve o benimsenenene uygun olanı buyururlar ve o yadırganandan vazgeçirtirler ve o hayırlarda birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar o düzgünlerdendir.

115- Ve hayırdan her ne yapıyorlarsa, on(un karşılığın)dan asla örtülmeyeceklerdir. Ve Allah, o korunanları bir en iyi bilicidir.

116- Şüphesiz ki gerçeği örtmüş olanların malları ve çocukları onları Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şeyle asla zenginleştirmeyecektir. Ve işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

117- Onların bu şimdiki yaşamda  harcamakta olduğu şeylerin örneği, benliklerine haksızlık yapmış bir topluluğun ekinine eriştirilen, böylelikle onu yok eden onda bir kavurucu soğuk olan bir rüzgârın örneği gibidir. Ve Allah onlara haksızlık yapmadı. Fakat onlar benliklerine haksızlık yapıyorlardı.

118- Ey inanmış olanlar, sizin aşağınızdan olanları bir karındaş olarak sahiplenmeyin. Onlar sizi bozguna düşürmekten geri durmazlar. Sizin şiddetli sıkıntıya düşmenizi arzu ettiler. O kinleri, ağızlarından (çıkan sözlerden) kesinlikle belli olmuştur. Ve göğüslerindeki gizlemekte oldukları şey ise, daha büyüktür. Eğer bağ kuranlarsanız, size o ayetleri kesinlikle açıkladık.

119- İşte siz onlarsınız ki, siz onları seversiniz oysa onlar sizi sevmezler ve siz o kitabın (Tevrat, İncil Kur'an) tamamına inanırsınız (oysa onlar inanmazlar). Ve sizinle karşılaştıkları zaman: "İnandık" diyorlar. Ve yalnız kaldıkları zaman, size karşı olan o öfkeden dolayı parmaklarını ısırıyorlar. De ki: "Öfkenizle ölün. Şüphesiz ki Allah, o göğüslerin sahip olduğunu bir en iyi bilicidir."

120- Eğer size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Ve eğer size bir kötülük erişitirilirse, ona da  sevinirler. Ve eğer direnip gayret ederseniz ve korunursanız, onların plânları size hiçbir şeyle zarar veremez. Şüphesiz ki Allah, onların işlemekte olduğu şeyleri bir kuşatıcıdır. 

121- Ve hani sen o inananları o öldürüşme için duracakları yerlere yerleştirmek  için sabah serinliğinde ailenden erkenden ayrılmıştın. Ve Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

122- Ve o zaman Allah ikisine de yönelen olduğu halde, hani içinizden iki ekip yılgınlığa eğilim göstermişti. Ve artık o inananlar yalnızca Allah'a dayansınlar.

123- Ve ant olsun ki Allah, siz (sayıca onlardan) daha aşağılık bir durumda iken, size Bedir'de yardım etmişti. O halde şükretmeniz için Allah'a karşı korunun.

124- Hani sen o inananlara: "O meleklerden indirilmiş üç bini ile Efendinizin sizi uzatması size yetmeyecek mi?" diyordun.

125- Evet. Eğer siz direnip gayret ederseniz ve korunursanız ve onlarda size şu anda aniden gelirlerse, o meleklerden işaretlenen beş bini ile Efendiniz sizi uzatacaktır.

126- 127- Ve Allah bunu size ancak bir müjde olması onunla kalplerinizin rahatlaması ve gerçeği örtenlerden bir ucun kökünü kazıması veya perişan olarak çevirmesinden başkası için yapmamıştı. Ve o yardım, ancak o en güçlü, o en bilge Allah'tan başkasının yanından değildir.

128- (Allah'ın) onlara (lütuf ile) dönme veya onları azaplandırma buyruğundan sana bir şey yoktur. Şüphesiz ki onlar haksızlık yapanlardır. 

129- Ve o göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler, Allah'ındır. Kimi dilerse bağışlar ve kimi dilerse azap eder. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

130- Ey inanmış olanlar, o faizi katlanmış bir katlamayla yemeyin. Ve başarıya eriştirilmeniz için Allah'a karşı korunun.

131- Ve korunun o ateşe karşı ki o, o gerçeği örtücüler için hazırlanmıştır.

132- Ve merhamet edilmeniz için Allah'a ve o elçi'ye itaat edin.

133- Ve Efendinizden bir bağışlamaya, o korunanlar için hazırlanmış, onun boyutu o gökler ve o yer kadar olan bir bahçeye birbirinizle yarışın.

134- Onlar ki, o ferahlıkta ve o darlıkta harcarlar ve öfkelerini yutkunanlar ve o insanlardan (kusurlarını) silenlerdir. Ve Allah o iyilik edenleri sever.

135- Ve onlar ki, bir hayasızlık veya benliklerine karşı bir haksızlık yaptıkları zaman, Allah'ı hatırlarlar hemen arkaya takılı suçları için bağışlama isterler. Ve Allah'tan başka o arkaya takılı suçları bağışlayan kimdir? Ve onlar bilmekte oldukları halde yaptıkları şeyler üzerinde ısrar etmediler.

136- İşte onların karşılığı, Efendilerinden bağışlama ve onda sürekli kalıcılar olarak onların altından o nehirler akar bahçelerdir. Ve o (güzel işleri) işleyenlerin iş karşılığı ne güzeldir.

137- Sizden önce yasalar gelip geçmişti. Artık o yerde dolaşın da, o yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir bakın. 

138- Bu, o insanlar için bir açıklama ve o korunanlar için ise bir öğüt ve bir doğruya iletendir.

139- Ve yılmayın ve üzülmeyin, eğer inananlarsanız, üstün durumda olan sizsiniz.

140- 141- Eğer size (Uhud'dan dolayı şimdi) bir yara dokunmaktaysa, o topluluğa da (Bedir'de) kesinlikle onun örneği bir yara dokunmuştu. Ve bu günleri o insanların arasında devridaim ettiriyoruz. Ve (bunun nedeni de) Allah'ın inanmış olanları bilmesi ve içinizden tanıkları sahiplenmesi ve Allah'ın inanmış olanları arındırması ve o gerçeği örtücüleri  mahvetmesi içindir. Ve Allah, o haksızlık yapanları sevmez.

142- Yoksa, Allah içinizden güçlerini kullananları ve o direnip gayret edenleri bilmeden, o bahçeye girivereceğinizi mi hesap ettiniz?

143- Ve ant olsun ki siz onunla karşılaşmadan önce, o ölüm dileğinde bulunuyordunuz. Onu (Uhud'da) kesinlikle gördünüz ve (ona atılmayıp) bakar durumda kaldınız.

144- Ve Muhammed bir elçiden başkası değildir. Ondan önce de o elçiler gelip geçmişti. Eğer o ölür veya öldürülürse, siz ökçelerinizin üzerinde çevrilecek misiniz? Ve kim iki ökçesi üzerinde çevrilirse, Allah'a hiçbir şeyle asla zarar veremeyecektir. Ve Allah, o şükredenlerin karşılığını verecektir.

145- Ve (Uhud'da) bir benliğin, Allah'ın onayıyla bir sürelenmiş yazısından başka ölmesi olmadı. Ve kim bu şimdiki (yaşamın) ödülünü isterse, ona ondan veririz. Ve kim o son (yaşamın) ödülünü isterse, ona da ondan veririz. Ve o şükredenlerin karşılığını vereceğiz.

146- Ve haberci'den nicesi vardı ki, Efendiye adanan birçok kimse onun beraberinde öldürüşmüştü. Onlar, Allah'ın yolunda onlara eriştirilen şeyden ötürü, yılmamışlar ve zayıflık göstermemişler ve boyun eğmek istememişlerdi. Ve Allah, o direnip gayret edenleri sever.

147- Ve onların sözleri: "Ey Efendimiz, arkaya takılı suçlarımızı ve işimizdeki savurganlığımızı bize bağışla ve ayaklarımızı sabitleştir ve o gerçeği örtücü topluluğa karşı bize yardım et" demelerinden başkası olmadı.

148- Bunun üzerine Allah onlara bu şimdiki (yaşam) ödülünü ve o son (yaşam) iyi ödülünü verdi.  Ve Allah, o iyilik edenleri sever.

149- Ey inanmış olanlar, eğer gerçeği örtmüş olanlara itaat ederseniz, sizi ökçeleriniz üzeri geri döndürürler de, böylelikle ziyan edenlere çevrilirsiniz.

150- Hayır, Allah sizin yöneleninizdir. Ve O, o yardımcıların en hayırlısıdır.

151-  Hakkında bir yetki indirmediği şeyleri, Allah'a ortaklaştırmaları nedeniyle gerçeği örtmüş olanların kalplerini o korkuyla karşılaştıracağız. Ve onların sığınağı o ateştir. Ve ne sıkıntılıdır o haksızlık yapanların barınağı.

152- Ve Allah size o verdiği sözünü, kendisinin onayıyla onları kırıp geçirmekte olduğunuz ve sevdiğiniz şeyi size göstermesinin arkasından yılgınlığa düştüğünüz ve o buyruk konusunda birbirinizle çekişip karşı çıktığınız zamana kadar, ant olsun ki doğrulamıştı. İçinizden kimi bu şimdiki (yaşamı) istiyordu ve içinizden kimi de o son (yaşamı) istiyordu. Sonra Allah sizi yoklamak için, onlar(a karşı savaşı kazanmaktan)dan geri çevirdi. Ve ant olsun ki (Allah) sizden (hatanızı) silmiştir. Ve Allah, o inananların üzerine bir lütuf sahibidir.

153- Hani siz birine bile dönüp bakmadan (dağa doğru) çıkıyor ve o elçi de sizi arkanızdan çağırıyordu. Bunun üzerine Allah sizden kaçan şeye ve size eriştirilen şeye üzülmemeniz için sizi keder üstüne kederle ödüllendirdi. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi haber alıcıdır.

154- Sonra, o kederin arkasından üzerinize içinizden bir ekibi kaplayan bir güven uykusu indirdi (böylece güveninizi kaybetmediniz). Ve sadece benliklerine eğilim gösteren bir ekip (iki yüzlüler) ise, Allah'a karşı o gerçeğin dışında bir kanaat, o düşüncesizliğin kanaatini besliyorlar:
"(Savaşla ilgili) o buyruktan bize herhangi bir şey (söz hakkı) mı vardı (sorumluluğumuz olsun)" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz ki o buyruğun tamamı Allah'a aittir." Onlar sana belli etmediklerini benliklerinde gizliyorlar: "Eğer o buyruktan bize de bir şey (söz hakkı) olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Eğer evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine o ölüm yazılmış olanlar devrilecekleri yere kesinlikle meydana çıkardı." Ve (bunun nedeni de) Allah'ın sinenizdeki şeyi yoklaması ve kalplerinizdeki şeyi arındırması içindir. Ve Allah, o göğüslerin sahip olduğunu bir en iyi bilicidir.

155- Şüphesiz ki o iki toplu birliğin karşılaştığı gün, içinizden (başka tarafa) yönelenleri, bir kısım kazandıkları şeylerle o şeytan ancak ve ancak kaydırmak istemişti. Ve ant olsun ki Allah onlardan (hatalarını) sildi. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir yumuşak davranıcıdır.

156- Ey inanmış olanlar, gerçeği örtmüş ve o yerde yolculuğa çıktıkları veya gazvede oldukları zaman (ölen) kardeşleri için: "Eğer yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Bu, Allah'ın onların kalplerinde bir özleme dönüştürmesi içindir. Ve Allah, yaşatır ve öldürür. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi görücüdür. 

157- Ve ant olsun ki eğer Allah'ın yolunda öldürülürseniz veya ölürseniz, Allah'tan bir bağışlama ve bir rahmet, onların toplamakta olduğu şeylerden kesinlikle daha hayırlıdır.

158- Ve ant olsun ki ölürseniz veya öldürülürseniz, kesinlikle Allah'a sürülüp toplanılacaksınız. 

159- Allah'tan bir rahmet nedeniyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer o kalbi sert ve bir kaba olsaydın, senin çevrenden kesinlikle dağılırlardı. Artık sen onlardan (hatalarını) sil ve onlar için bağışlama iste ve o buyruk hususunda onlarla danış. Kararlı olduğun zaman ise, artık Allah'a dayan. Şüphesiz ki Allah, o (kendisine) dayananları sever.

160- Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi hiçbir yenecek olmaz. Ve eğer sizi yüzüstü bırakırsa, artık O'ndan sonra size yardım edebilecek o kimse kimdir? Ve o inananlar artık yalnızca Allah'a dayansınlar.

161- Bir haberci için ganimeti (kendisine) bağlaması olmadı. Ve kim ganimeti bağlarsa, o kalkışın günü bağladığı şeyle gelir. Sonra her bir benliğe kazandığı şey eksiksiz verilir. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

162- Allah'ın hoşnutluğuna takılmış kişi, Allah'tan bir kızgınlığa yerleşmiş kişi gibi midir? Onun sığınağı cehennemdir. Ve ne sıkıntılıdır o dönüş.

163- Onlar Allah'ın yanında (farklı) kademelerdedirler. Ve Allah, onların işlemekte olduğu şeyleri bir en iyi görücüdür.

164- Ant olsun ki Allah, o inananlara onların içinde kendi benliklerinden onlara ayetlerini peşi sıra okuyan ve onları arındıran ve onlara o kitabı ve o bilgeliği öğreten bir elçi harekete geçirmekle, büyük iyilikte bulunmuştur. Ve şüphesiz ki onlar önceden kesinlikle bir açıklanan sapkınlık içindeydiler.

165- Sizin (Bedir'de) onlara iki katını eriştirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) size eriştirildiğinde mi, "Bu nereden?" dediniz? De ki: "O, benliklerinizin yanındandır." Şüphesiz ki Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucudur.

166-167- Ve o iki toplu birliğin karşılaştığı günde size eriştirilen, Allah'ın onayıyla ve o inananları bilmesi ve ikiyüzlüleri bilmesi içindi. Ve onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda öldürüşün veya (kendinizi) savunun" denildiğinde: "Eğer öldürüşme bilseydik, kesinlikle size takılırdık" dediler. O gün onlar inanmaktan daha çok o gerçeği örtmeye yakındılar. Kalplerinde olmayan şeyi ağızları ile söylüyorlardı. Ve Allah onların gizlemekte olduğu şeyleri en iyi bilendir.

168- Onlar ki, (evlerinde) oturdular ve (savaşta ölen) kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi" dediler. De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, o ölümü benliklerinizden haydi savın."

169- 170- 171- Ve Allah'ın yolunda öldürülenleri sakın ölüler olarak hesap etme. Aksine onlar yaşayanlardır, Efendilerinin yanında rızıklanmaktadırlar. Allah'ın, kendi lütfundan onlara verdiği şeylere sevinenlerdir. Ve onlar artlarından henüz kendilerine katılmayanlara, onlara hiç bir kaygı olmayacağını ve onların üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti ve bir lütfu ve şüphesiz ki Allah'ın o inananların iş karşılığını kayba uğratmayacağını müjdelerler.

172- Onlar ki, kendilerine o yaranın eriştirilmesinden sonra (savaş meydanından kaçmayarak), Allah'ı ve o elçiyi (olumlu) cevaplandırdılar. Bir büyük iş karşılığı, onların içinden iyilik etmiş ve korunmuş olanlaradır.

173- Onlar ki, o insanlar onlara: "Şüphesiz ki o insanlar sizin için kesinlikle (ordu) topladılar, artık onlardan endişelenin" demişti de (bu sözler) onların inancını artırmış ve: "Allah bize yeter ve ne güzel dayanaktır" demişlerdi.

174- Böylelikle onlara bir kötülük dokunmadan, Allah'tan bir nimetle ve lütufla çevrildiler ve Allah'ın hoşnutluğuna takıldılar. Ve Allah, bir büyük lütuf sahibidir.

175- İşte bu (insanlar), ancak ve ancak kendi yönelenleriyle sizi kaygılandıran o şeytandır. Eğer inananlarsanız, onlardan kaygılanmayın benden kaygılanın.

176- Ve o gerçeği örtmekte birbirleriyle yarışanlar, sakın seni üzmesin. Şüphesiz ki onlar Allah'a hiçbir şeyle asla zarar veremeyecekler. Allah, onları o son (yaşam) da (cennetten) bir hisse sahibi yapmamak istiyor. Ve bir büyük azap, onlar içindir.

177- Şüphesiz ki o inanmayı o gerçeği örtmeyle değiştirenler, Allah'a hiç bir şeyle asla zarar veremeyecekler. Ve bir acı azap, onlar içindir

178- Ve gerçeği örtenler onlara mühlet vermemizin benlikleri için daha hayırlı olduğunu sakın hesap etmesin. Biz onlara ancak ve ancak günahı artırmaları için mühlet veriyoruz. Ve bir alçaltıcı azap, onlar içindir.

179- Allah, o murdarı o temizden ayırana kadar, o inananları bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. (Bunu yaparken) sizi o algılanamayananın üzerine muttali kılacak da değildir. Fakat Allah elçilerinden kimi dilerse derleyip toplar. Öyleyse Allah'a ve O'nun elçilerine inanın. Ve eğer inanırsanız ve korunursanız, artık bir büyük iş karşılığı sizin içindir.

180- Ve Allah'ın kendi lütfundan onlara verdiği şeylere cimrilik edenler, onu kendileri için daha hayırlı olduğunu sakın hesap etmesin. Aksine o, onlar için daha şerdir. O kalkışın günü onunla cimrilik ettikleri şeyler, boyunlarına (ağırlık olarak) dolandırılacaktır. Ve o göklerin ve o yerin mirası, Allah'ındır. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi haber alıcıdır.

181- Ant olsun ki Allah: "Şüphesiz ki Allah, bir muhtaçtır ve biz ise zenginleriz" diyenlerin sözünü işitmiştir. Bu dedikleri şeyi ve o habercileri bir gerçek olmaksızın öldürmelerini (hesap gününde) kitaplaştıracağız* ve onlara: "O yakıp kül edicinin azabını tadın" diyeceğiz.

(*) Ayette geçen "senektübu" kelimesine "yazacağız" yerine "kitaplaştıracağız" anlamı verme gerekçemiz, geçmişte işlenen her şeyin zaten yazılmış olması sebebidir. İşlendiği anda yazılan bir şey, kıyamet gününde kitaplaşmış olarak herkesin önüne geleceği için böyle bir anlamı tercih ettik.

182- Bu, ellerinizin öncelediği nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, o kullara karşı asla haksızlık yapıcı değildir.

183- Onlar ki: "Şüphesiz ki Allah, onu o ateşin yiyeceği bir yaklaşmalık getirinceye kadar, hiçbir elçiye inanmamamız konusunda bize antlaşma yaptı" dediler. De ki: "Benden önce elçiler o apaçık delilleri, ve o dediğinizi size getirmişti. Eğer doğru sözlüler iseniz, öyleyse onları niçin öldürdünüz?"

184- Eğer seni yalanlarlarsa, senden önce o apaçık delilleri ve o yazılı metinleri ve o ışık verici o kitabı getirmiş olan elçiler de kesinlikle yalanlanmıştı.

185- Her bir benlik o ölümü tadıcıdır. Ve ancak ve ancak o kalkışın günü işinizin karşılıkları size eksiksiz verilecektir. Kim o ateşten uzaklaştırılır ve o bahçeye girdirilirse, artık o kesinlikle başarmıştır. Ve bu şimdiki yaşam, o aldatıcının bir yararlığından başka bir şey değildir.

186- Mallarınızda ve benliklerinizde kesinlikle yoklanacaksınız ve sizden önce o kitap verilmiş olanlardan ve ortaklaştıranlardan kesinlikle birçok rahatsızlık işiteceksiniz. Ve eğer direnip gayret ederseniz ve korunursanız, artık şüphesiz ki bu, o işlerin kararlısındandır.

187- Ve bir zaman Allah, o kitap verilmiş olanlardan: "Onu o insanlara kesinlikle açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz" diye, yeminle bağlanmış söz almıştı. Buna rağmen onlar sözlerini sırtlarının ötesine fırlatıp atmışlar ve onu bir az bedele değişmişlerdi. Değişmekte oldukları şey ne sıkıntılıdır.

188- Sakın hesap etmeyesin ki, getirdikleri şeylerle sevinenleri, yapmadıkları şeylerle övülmeyi sevenleri, artık sakın onları hesap etmeyesin ki o azaptan (kurtulmayı) başaracak yer bulabilecekler. Ve bir acı azap, onlar içindir.

189- Ve o göklerin ve o yerin hükümranlığı, Allah'ındır. Ve Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü  koyucudur.

190- Şüphesiz ki o göklerin ve o yerin takdir edilişinde, o gece ve o gündüzün aykırı düşmesinde, o temiz akıl sahipleri için kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

191-192-193- 194-  Onlar ki, ayaktayken ve otururken ve yanları üzereyken (yani her durumda), Allah'ı hatırlarlar ve o göklerin ve o yerin takdir edilişi hakkında düşünürler. (Ve derler ki): "Ey Efendimiz, sen bunu bir geçersizlikle takdir etmedin. Sen her türlü eksiklikten uzaksın, artık bizi o ateşin azabından koru. Ey Efendimiz, şüphesiz ki sen kimi ateşe girdirirsen, kesinlikle sen onu rezil duruma düşürmüşsündür. Ve o haksızlık yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur. Ey Efendimiz, şüphesiz ki biz, 'Efendinize inanın' diye o inanmaya seslenen bir sesleniciyi işittik de hemen inandık. Ey Efendimiz, artık bizim arkaya takılı suçlarımızı bağışla ve bizden kötülüklerimizi ört ve bizim ömrümüzü o erdemlilerin beraberinde tamamla. Ey Efendimiz, elçilerine (itaatin karşılığında) bize söz verdiğin şeyi ver ve o kalkışın günü bizi rezil duruma düşürme. Şüphesiz ki sen o verdiğin söze aykırı davranmazsın."

195- Bunun üzerine Efendileri de onları (şöyle) cevaplandırdı: "Şüphesiz ki ben, içinizden hiçbir erkekten veya kadından işleyenin işini kayba uğratmam. (Çalışmasının karşılığını almakta) bazınız bazınızdandır (farkınız yoktur). Onlar ki göç ettiler ve yurtlarından çıkarıldılar ve benim yolumda rahatsız edildiler ve öldürüştüler ve öldürüldüler. Onlardan kötülüklerini kesinlikle örteceğim ve onları Allah'ın yanından bir ödül olarak onların altından o nehirler akar bahçelere kesinlikle girdireceğim. Ve Allah, ödülün iyisi O'nun yanındadır."

196- 197- O gerçeği örtmüş olanların o yörelerde çevrilip durması sakın seni aldatmasın. Bir az  yararlılıktır, sonra onların sığınağı cehennemdir. Ve ne sıkıntılıdır o döşek.

198- Fakat Efendilerinden korunmuş olanlar için Allah'ın yanından bir ikram olarak, onda sürekli kalıcılar olacakları onların altından o nehirler akar bahçeler vardır. Ve Allah'ın yanında olan şey, iyi ve o erdemliler için daha hayırlıdır.

199- Ve şüphesiz ki o kitabın halkından kimi vardır ki, Allah'a ve size indirilmiş şeye ve kendilerine indirilmiş şeye Allah'a saygı duyarak inanırlar, Allah'ın ayetlerini bir az bedele değişmezler. İşte onlar, Efendilerinin yanındaki iş karşılıkları onlar içindir. Şüphesiz ki Allah, o hesabı hızlı görendir.

200- Ey inanmış olanlar, direnip gayret edin ve direnip gayret etmekte birbirinizle yarışın ve birbirinize bağlı olun ve başarıya eriştirilmeniz için Allah'a karşı korunun.


1 Ocak 2019 Salı

Al-i İmran s. 175. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 175. ayetini, karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir okuyucu, bu ayetin iki farklı şekilde yapılmış çevirisini görecek, ve hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde bir düşünce içine girecektir. Yazımızda, bu ayetin iki farklı çeviriden hangisinin daha isabetli olduğu yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin, Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

1.  İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, benden korkun.

2. O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayınız benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz.

Çevirilerdeki farklılık, altını çizgi ile belirttiğimiz cümlededir.

İki farklı çeviriden birisinin doğru, diğerinin yanlış olduğu şeklinde bir iddiadan öte, hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde fikir belirtmeye çalışacağımızı baştan söylemek isteriz. Çünkü her iki farklı çevirinin de, Arap dili ve tefsir kuralları açısından dayanakları olduğu için, birisine doğru, diğerine yanlış demenin imkanı yoktur.

Kanaatimizce, bu ayetin hangi çevirisinin daha isabetli olduğunun anlaşılabilmesi için, surenin 173. ayetinden itibaren bir okuma yapılması gerekmektedir. 

[003.173]  İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.

[003.174] Bunun üzerine kendilerine hiç bir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir.

Al-i İmran s. 173. ayetine baktığımızda, Ennas (İnsanlar) olarak ifade edilen şahıslar Müslümanlara, "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" diyerek, onlara korku aşılamak istemektedir. Bu sözü söyleyenlerin amacının, Müslüman toplum üzerinde bir korku yaymayı amaçlayanlar olduğu, ve bu kimselerin ise, Müslümanlardan olmadığı açıktır. Kanaatimizce bu cümle 175. ayeti anlamanın anahtarıdır.

173. ayette geçen bu insanlar, 175. ayette Eşşeytanü olarak ifade edilmektedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, insan cinsinden olan Şeytan'ın, Müslümanları bir başka topluluk olan düşmanlarından korkmalarını söylediği anlaşılmaktadır. Bu noktada Müslümanlara korkmalarını söyleyenler ile, korkmaları gerekenler arasında bir yakınlık olduğu unutulmamalıdır. Ayet bu yakınlığı Veli kelimesinin çoğulu ile ifade etmektedir.

175. ayet içinde geçen, "Onlardan korkmayın, benden korkun" cümlesinin, ilk cümlesi olan إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi ile, uyum arz etmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin, "Onlardan korkmayın, benden korkun" şeklinde bir emir vermiş olması, ayetin ilk cümlesinde Müslümanların birilerinden korkutulmaya çalışıldığının anlaşılması için yeterli bir ipucudur. 

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, 1. şıktaki gibi, " İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur" şeklinde çevrildiği zaman, ikinci cümledeki "onlardan korkmayın" emri ile kanaatimizce uyum arz etmemektedir.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, şayet 2. şıktaki gibi, "O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor" şeklinde çevrildiğinde, ikinci cümledeki, "onlardan korkmayın" emri ile uyum arz etmektedir. Çünkü ilk cümlede 173. ayette insan geçen, 175. ayette ise  Şeytan olarak vasıflandırılan kimsenin, Müslümanları birilerinden korkutmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

Tüm bunlardan sonra kanaatimizce, Al-i İmran s. 175. ayetinin çevirisinin, 2. şıkta verdiğimiz "O şeytan, sizi mutlaka dostlarından korkutuyor. Bina-enaleyh onlardan korkmayınız Benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz" şeklinde yapılan çevirilerinin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Aralık 2018 Salı

Al-i İmran s. 153. Ayeti: Muhammed (a.s) ın Sözünü Dinlemeyen Sahabe kafir mi Oldu?

Son yıllarda din konusunda Kur'an'ın hakem bir kitap olması gerektiği düşüncesinin yaygınlaşması, Kur'an dışında hakem kitaplar edinmiş olan bazı kimseleri rahatsız etmekte, rivayet kültürü tarafından oluşturulmuş olan dini inancın elden gitmemesi için büyük bir mücadele verilmektedir. 

Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olduğu iddia edilen hadislerin ikinci derecede yer alması, sadece sözde kalmış, hadisler ilk sıraya yerleşmiş, Kur'an ise hadislerin gölgesi altında kalmış, bazı ayetleri ise Kur'an ile uyuşmayan rivayetler baz alınarak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline getirilmiştir.

Burada dikkati çekmek istediğimiz asıl nokta, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen ve Kur'an ile herhangi bir çelişki arz etmeyen rivayetler değil, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen, fakat Kur'an ile çelişen rivayetlerdir. Pek tabiidir ki bu tür rivayetlerin Muhammed (a.s) a ait olması asla mümkün değildir.

Hadis konusu üzerinde tartışma açıldığında, hadis taraftarı olan bir Müslümandan duyabileceğimiz söz olan, "Sahih hadisi inkar eden kafir olur" iddiasının ne kadar doğru olabileceğini,  hakem kitap (Enam s 114) olması gereken Kur'an'dan öğrenmeye çalışmak bu yazının konusu olacaktır.

Bilindiği gibi Uhut harbi Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanmış, bu harp ile ilgili ayetler ise Al-i İmran suresi içinde mevcut bulunmaktadır. Surenin 153. ayeti bizlere aynı zamanda hadis konusuna bakış açımızın nasıl olabileceği yönünde de önemli bir ipucu vermektedir.

-----Al-i İmran s. 152- Allah size verdiği (yardım) sözünü, ta ki onun izni ile onları bozguna uğratana, sevdiğiniz(zafer)i gösterene kadar tuttu. Sonra siz gevşeyerek(savaş taktiğine uymayıp) ayrılığa düştünüz, isyan ettiniz. Çünkü sizden ölümden sonraki günü isteyen olduğu gibi, dünyayı isteyen de vardı. Sonra, Allah sizi yıpratıcı bir imtihana tabi tutmak için, onlar(a karşı galebe çalmak)dan geri çevirdi (siz onlara mağlup oldunuz). (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizi affetti. Allah inananlara karşı lütufkardır.

-----Al-i İmran s. 153- O vakit Resul sizi arkanızdan çağırırken siz, hiç kimseye bakmadan (dağa doğru) yukarı kaçıyordunuz. Bunun üzerine Allah sizi kederden kedere uğrattı ki, ne elinizden giden (zafer)e, ne de başınıza gelen (hezimet)e üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Al-i İmran s. 152. ve 153. ayetlerinden öğrendiğimize göre, savaşın başlarında düşmana karşı galip gelen Müslümanlar, kendilerine verilen savaş taktiğine uymayarak ganimet peşine düşmüşler, bunu fırsat bilen düşman ordusu ise onları bozguna uğratmıştır. Bu meyanda ise Muhammed (a.s)  bozguna uğrayarak kaçan ordusunun arkasından seslenmekte, onun bu seslenişini duyan ashabı ise, onu dinlemeyerek savaş meydanından kaçmaktadır.

Amacımız, bu durumdan bir çıkarsama yaparak, bazı Müslümanların hadislere karşı olan tutumumu konusundaki yanlışlarına dikkat çekmeye çalışmaktır.

Ayete dönecek olursak, Müslüman ordusuna Muhammed (a.s) tarafından yapılan "Kaçmayın, geri dönün" şeklinde yapılan çağrının literatürdeki adı "Hadis" tir. Yani Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bir sözdür. Savaşın din adına yapıldığını dikkate aldığımızda bu sözde din adına söylenmiş, fakat ashab bu söze rağmen yine hadisi dinlemeyerek savaş meydanından kaçmıştır. 

Günümüzde bazı kimseler için söylenen söz ile bu durumu ifade edecek olursak: Ashap Muhammed (a.s) ın hadisini inkar ederek, resmen hadis inkarcısı olmuştur.

Allah (c.c)  ise bu duruma karşın, Muhammed (a.s) ın hadisini kabul etmeyen yani ret eden ashap için yine de "Allah inananlara karşı lütufkardır" buyurarak, onların üzerinde bulunan iman gömleğini çıkararak, onları Kafir olarak niteleMEmekte, onları yaptıkları bu yanlışa rağmen yine de iman edenler kategorisinde değerlendirmektedir.

Şimdi de hadis ehlinin ağzında dolanan  SAHİH HADİSİ İNKAR EDEN KAFİRDİR iddiasını, bu ayet ışığında değerlendirmeye çalışalım.

Sahih hadisin tarifi genelde, "Adalet ve zabt sahibi ravilerin muttasıl bir senedle rivayet ettikleri şazz ve muallel olmayan hadise sahih denirşeklinde yapılmaktadır. Böyle olduğu iddia edilen bir hadisi ret etmek ise, hadis ehli nazarında kişinin kafir olmasını gerektirmektedir.

Şimdi sorarız: Ashabın, muttasıl senetli bir ravi zinciri olmadan, ilk ağızdan Muhammed (a.s) dan duyduğu bir sözün gereğini yerine getirmemesi, yani ret etmesi, onları kafir yapmıyor da, vefatından yıllar sonra kayda geçmiş, ravilerin muteber olup olmadığı hadis toplayıcılarının belirlediği kriterlere göre yapılmış bir hadisin ret edilmiş olması, neden bugün bizleri kafir yapıyor?. 

Kaldı ki hiçbir Müslüman bir hadis hakkında, "Ben bu sözü Muhammed (a.s) söylemiş olsa dahi kabul etmem" şeklinde küstahça bir ifade kullanmaz iken, duyduğu bir hadis hakkında kendisince doğru olduğunu düşündüğü kriterlere göre sadece, "Böyle bir sözü Muhammed (a.s) söylemez" dediği için kafir olarak yaftalanmaktadır.

Hadis usulünde, kişilerin belirlediği kriterlere göre yapılmış olan sahih hadis tarifi üzerinden, insanları küfür yaftası ile yaftalamak, en hafif ifadesi cahillikten başka bir şey olamaz. 

Bir kişinin kafir olmasını gerektiren bir durum böyle bilgi değeri şüpheli olan kaynak ile değil, bilgi değeri kesin olan kaynak ile belirlenebilir. Kafir, Müşrik, Zındık v.s gibi İslami terimlerin hoyratça kullanılması, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği zedeleyen en büyük tehlikedir. Bugün Müslümanlar arasındaki baktığımızda, ortak değerimiz olan Kur'an'ın ihtilaflı konularda hakem olarak tayin edilmemiş olmasından doğan konulardaki anlaşmazlıklar olduğu görülecektir.

Söylemiş olma ihtimali, söylememiş olma ihtimalinden daha yüksek olduğu düşünülen sahih hadisin tarifinde, her iki ihtimali de mevcut olan bir hadisin ret edilmesi, kişiyi kafir yaptığı iddia edilirken, söylenmiş olduğu kesin olan ve ashabın birebir duyduğu bir sözün işitildiği halde onları kafir yapmamış olmasını, hadis taraftarları dikkate almalılar, kişilere göre belirlenmiş kriterler üzerinden kimseyi yaftalama hakları olmadığını bilmelidirler.

Gerçek sahih hadis, ashabın aracısız olarak ravi zinciri olmadan, Muhammed (a.s) ın ağzından duyduğu sözdür.

Buna göre bugün elimizde bulunan rivayetlerin hiç biri, ismi üzerinde sorgulanamazlık damgası vurulmuş kitapta olursa olsun, sahih kategorisine konulması mümkün değildir. Bu iddiamızla bütün rivayetlerin çöpe atılması gerektiğini iddia ediyor olmadığımızı hatırlatmak yerinde olacaktır. Söylemek istediğimiz, bu kadar yumuşak bir zemine oturmuş olan rivayetleri, Kur'an'a eş değer hatta ondan üstün görerek, ret edilmesini küfür alameti olarak görmenin yanlış olduğudur.

Bu noktada Kur'an'ın da bize rivayet yolu geldiği, hadis rivayetleri konusundaki itirazlarımızın, Kur'an içinde neden geçerli olamayacağı sorusu sorulabilecektir.

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki Kur'an indiği anda yazıya ve hafızalara dökülmüştür, Hiçbir Kur'an ayeti üzerinde, Sahih ayet veya Sahih olmayan ayet gibi tartışmalar asla yapılmamıştır. İslam dünyasının neresine giderseniz gidin çok cüzi farklılıklar hariç, bütün mushaflar aynıdır. Hiç bir İslam beldesinde, elimizdeki mushafın dışında kalan veya bazı mushaflarda olan, bazı mushaflarda olmayan ayetler bulunmamaktadır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


2 Aralık 2018 Pazar

Kur'an'daki Bazı Ayetlerde Geçen "Vennasi Ecmaine" İfadesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Türkçe çevirilerinde karşılaşılan sorunlardan bir tanesi de, herhangi bir ayete verilen anlamda, Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemiş olmasından doğan mantıksal hatalar sonucunda, okuyucunun kafasında bazı soru işaretlerinin oluşmasına sebebiyet verilmesidir. Okuyucunun kafasında oluşmuş olan bu soru işaretleri, sadece bir parantez açılmak sureti ile giderilebilecek iken, bir çok Kur'an çevirisinde bunun yapılmamış olduğunu görmekteyiz. Yazımızda Kur'an içinde 4 yerde geçen "Vennasi Ecmaine" (Bütün insanların) ifadesinin çevirisindeki eksikliğin yol açabileceği bazı soru işaretlerinin nasıl giderilebileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Bu ifadeler Kur'an'ın Bakara s. 161., Al-i İmran s. 87., Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetlerinde geçmektedir.

Bakara s. 161. ayetinin orjinal metin ve meali:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

Al-i İmran s. 87. ayetinin orjinal metni ve meali:

أُولَٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Bu iki ayette, inkar edenlerin alacağı karşılıktan bahsedilerek, onlara bütün insanların da lanet edeceği belirtilmektedir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerin aşağı yukarı tamamının yukarıdaki ayet mealleri doğrultusunda çevrilmiş olduğunu gördük.

Bu şekilde yapılmış olan ayet meallerini okuyan bir okuyucunun kafasında haklı olarak, "İnkarcıların da lanet etmeye nasıl hakları olabilir?" şeklinde bir soru oluşabilecektir. Kur'an'a baktığımzda cehennemde inkarcıların birbirlerini lanetlemelerinden bahsedilmesine karşı, bu ayetlerdeki lanetleme konusunun birbirlerini lanetlemeleri ilgili olmadığını düşünmekteyiz. 

Kanaatimizce "Bütün insanlar" ile kast edilmek istenilen mü'min olsun kafir olsun bütün insanlar değil, sadece mü'min insanların tamamıdır. Bu kanaatimize delil olarak ise Bakara s. 159. ayetini gösterebiliriz.

[002.159]  İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Ayet içinde geçen Ellainune (lanet ediciler) ifadesinin kimleri kapsamı altına aldığı şeklindeki yorumlara baktığımızda, bu alana meleklerin ve iman edenlerin girdiği şeklinde yapılan yorumların daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durumu dikkate alarak her iki ayette geçen Vennasi ecmain ifadesinin "İman etmiş olan bütün insanlar" olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayetlerin meallerine parantez içinde (inanmış olan) şeklinde yapılacak olan bir izah, oluşabilecek olan kafa karışıklığını gidermek noktasında faydalı olacaktır.

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve (inanmış olan) bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve(inanmış olan) bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Diğer iki ayetimiz ise, Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetleridir. Bu ayetlerin orjinal metni ve meali ise şöyledir:

إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ ۚ وَلِذَٰلِكَ خَلَقَهُمْ ۗ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım.»

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Bu ayetlerin bu şekilde yapılmış olan çevirilerini okuyan bir kimsenin zihnine, insanların tamamının cehenneme mi gireceği sorusu haklı olarak takılacaktır. Ancak Kur'an bize kimlerin cehenneme gireceği konusunda pek çok ayetinde bilgi vermektedir.

[007.018]  Allah, «Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; and olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, hepinizi cehenneme dolduracağım» dedi.

[038.085] Muhakkak cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.

Bu ayetlerin çevirilerine, (inkar edenler ile) şeklinde açılacak bir parantez, oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini gidermekte faydalı olacaktır.

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan (inkar edenler ile) dolduracağım.»

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün(inkar eden) insanlar ve cinlerden cehennemi  elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Sonuç olarak: Kur'an'ın Türkçeye yapılan çevirilerinde bazı eksik ve yanlış anlamaların önünü almak için parantez açmanın yararı olduğunu düşünmekteyiz. Buna örnek olarak Kur'an içinde geçen 4 tane ayetin çevirilerinde okuyucunun zihnine takılabilecek muhtemel soruların önü, bu türden parantezler açılmak sureti ile alınabilir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


18 Kasım 2018 Pazar

İslamoğlu ve Esed Tarafından Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. Ayetine Verilen Anlamın Ahzab s. 50. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Kur'an'ın bazı ayetlerinin, oluşturulmuş ön yargılar, veya bazı kimselerin Kur'an hakkında ortaya attıkları olumsuz iddiaları bertaraf etmeye çalışmak maksadı ile yapılan çevirileri, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü tarafından ret edilecek, yapılan hatalı ve yanlı çeviriler, tabiri caiz ise kabak gibi sırıtacaktır. Bu türden yapılan hatalı ve yanlı çeviri örneklerini önceki bazı yazılarımızda paylaşmış, bu yazımızda ise bir yenisini paylaşmaya çalışacağız.

Bu yazımızın konusu, Mü'minun s. 6. ayeti ile, Mearic s. 30. ayetlerinin Mustafa İslamoğlu ve Muhammed Esed tarafından çevirileri olacaktır.  

Mümi'nun s. 6. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri:

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar(meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanmazlar. 

Muhammed Esed: Eşleri - yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar(eşleriyle olan ilikişkiden dolayı) kınanmazlar.

Mearic s. 30. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri: 

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını vererek sahip oldukları kimseler müstesna: zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar. 


Muhammed Esed: Eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleyenler,) çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar.

Bu ayetler, mü'minlerin vasıflarını sıralayan bir bağlama sahiptir. Ayetlerin İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirilerine dikkat edildiğinde, Arapça metinde bulunan أَوْ edatına, bu ayet ile ilgili yapılan aşağı yukarı bütün meallerde verilen, ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlam olan "veya, yahut, ya da" şeklinde değil de, "yani" anlamının verildiği görülmektedir. Bu şekilde verilen bir anlam ise, maalesef bu iki ayetin anlamını ters yüz etmeye yetmektedir. 

Nasıl mı?
Çünkü ayetler içinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesi, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu, مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ kelimesi ise, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu işaret etmektedir. Nuzül dönemi mevcut Arap toplumunun sosyal yaşantısında kadınlar Hür ve Köle olarak iki farklı sosyal statüye sahip olup, Kur'an, Arap toplumunda mevcut olan bu statüyü dikkate almıştır. Yani kadınlar ile ilgili olan bu statüyü direk olarak ret etmemiştir.

İslamoğlu ve Esed, geçmişte bu konunun istismar edilmiş olmasına istinaden, kendilerine göre haklı gerekçeler ile maalesef, bu iki ayrı sosyal gurubu Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerine verdikleri anlam ile tek guruba indirmiş, bu suretle ilgili ayetlerin anlamının ters yüz olmasına sebebiyet vermişlerdir.

Kölelik ve cariyelik konusunun ne Müslümanlar tarafından istismar edilmiş olması, ne de İslam düşmanları tarafından bir koz olarak kullanılması, ilgili ayetlerin anlamının ters yüz edilmesine asla gerekçe teşkil edemez.

Yazımızın başında, Kur'an'ın kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğunu, bir ayetin yapılan hatalı çevirisinin Kur'an içinde karşımıza çıkan başka bir ayet ile, kabak gibi sırıtacağını söylemiştik. Şimdi Ahzab s. 50. ayetini ele alarak, bu çevirilerin nasıl hata barındırdığını görmeye çalışalım.

Mustafa İslamoğlu:
fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Önce bu ayete İslamoğlu ve Esed tarafından verilen anlamları aşağıya paylaşalım:

Mustafa İslamoğlu: 
Sen ey Peygamber! Biz sana mehir bedellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunan kimseleri; seninle birlikte göç etmiş bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını; ve kendilerini Peygamber`e (mehir bedeli istemeksizin) sunan ve peygamberin de kendilerini nikahlamayı kabul ettiği mü`min kadınları -ki bu yalnızca sana hastır, diğer mü`minler için değildir- helal kıldık. Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında bulunanlar konusundaki talimatlarımızı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçlanan, senin zor durumda kalmamandır: zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.

Muhammed Esed:
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana bahşettiği savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunanları sana helal kıldık. Ve seninle birlikte (Yesrib’e) göç etmiş olan amcalarının ve halalarının kızlarını, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını; ve kendilerini Peygamber’e özgür iradeleriyle teklif eden, Peygamber’in de almak istediği mümin kadınları (da sana helal kıldık): (bu sonuncusu) yalnız sana özgü bir imtiyazdır, öteki müminler için değil, (zaten) onlara eşleri ve sağ ellerinin altında bulunanlar konusunda yapmaları gerekeni bildirdik. (Ve) artık sen (gereksiz) bir endişeye kapılmamalısın, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

Ahzab s. 50. ayetine bakıldığında, bu ayet içinde iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Ayet içinde geçen أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  (mehirlerini verdiğin eşlerin) ifadesi ile, وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ(Allah'ın sana bahşettiği savaş esirleriifadesinin arası, وَ ile ayrılmaktadır. Çünkü bu ifadeler, hür ve köle olmak üzere, iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubunu işaret etmektedir. Ahzab s. 50. ayeti Kur'an içinde 15 yerde geçen مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesini anlamanın anahtar ayetidir. Kur'an içinde geçen bu ifadelerin hepsinin, nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut olan hür ve köle ayrımı dikkate alınmak sureti ile sureti ile çevrilmesi gerekmektedir. 

Kölelik ve cariyelik konusunun bazı kesimler tarafından eleştiri ve istismar konusu olmuş olması, maalesef bazılarımızı savunma psikolojisi içine sokmakta, bundan dolayı nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut bulunan bu sosyal sistem maalesef es geçilebilmektedir. 

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki: Kölelik ve cariyelik kurumu İslam tarafından ihdas edilmiş bir kurum değil, nuzül öncesi Arap toplumu içinde yerleşik bulunan bir kurumdur. Kur'an'ın doğru anlaşılması için nuzül öncesi Arap toplumunun sosyal şartlarının göz önünde bulundurulması, olmazsa olmazlardan olup, bu şartı göz ardı ederek yapılan çevirilerde maalesef çeviri sahiplerinin çelişkili anlamlara imza atması kaçınılmazdır.

Biz burada أَوْ edatının Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde "veya, yahut, ya da" şeklinde anlama sahip olduğunu, bu edatın "yani" anlamına da sahip olduğu iddiasının tahrife kadar varabilecek bir zorlama olduğunu bile konuşmadan, Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü ile, hatalı bir çeviriyi nasıl ret ettiğini göstermeye çalıştığımızı tekrar hatırlatmak istiyoruz. 

Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde, Ahzab s. 50. ayetinde gördüğümüz iki gurup kadından bahsedilmektedir. İslamoğlu ve Esed, bu iki gurubu tek guruba indirmek sureti ile, izahı zor bir hataya imza atmışlardır. İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan bu hatalı çeviriyi ise Ahzab s. 50. ayeti ortaya çıkarmaktadır. 

İslamoğlu ve Esed'in tutarlı ve çelişkisiz olmak açısından, Ahzab s. 50. ayetinde geçen وَ edatına, burada daأَوْ edatına verdikleri anlam gibi "yani" anlamında çevirerek, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetleri ile herhangi bir çelişkiye mahal bırakmamaları gerekirdi. Fakat Ahzab s. 50. ayetine böyle bir anlamın verilmesinin imkansız olduğunu çok iyi bildikleri için, böyle yapmamışlar, Esed bu ayetteki وَ edatına "Ve" anlamı verirken, İslamoğlu bu edatın anlamını, çeviriye dahi koymamak sureti ile, zannımızca düştüğü çelişkiyi örtmeye çalışmaktadır. Yaptığı Kur'an mealinde Muhammed Esed'den büyük ölçüde yararlanmış olan İslamoğlu'nun bu ayet içinde Esed'den yararlanmamış olması dikkat çekicidir.

Şeşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleimdi de  مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesinin, أَوْ edatı ile birlikte geçtiği Nisa s. 3. ayetine bakalım.

Nisa s. 3. ayeti:
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünk
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kına
eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frوَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا

Mustafa İslamoğlu: 
Ve eğer yetimlere, adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onlara da adil davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da meşru olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! Bu, altına girdiğiniz sorumluluğu ihlal etmemeniz açısından daha uygundur.

Muhammed Esed: 
Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin -(hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile); ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sadece) bir tane ile- yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
İslamoğlu ve Esed Nisa s. 3. ayetinde geçen أَوْ edatına, Mümi'nun s. 6 ve Mearic s. 30. ayetinde verdikleri "Yani" anlamı yerine, "ya da, yahut" anlamı vermişlerdir. Bu da demektir ki İslamoğlu ve Esed, Nisa s. 3. ayetinin iki farklı statüye sahip olan kadınlardan bahsettiğini kabul etmektedirler Ayetin mealinde geçen " o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle;" cümlesi, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesine tekabül etmektedir. İslamoğlu ve Esed'in Nisa s. 3. ayetinde gördükleri أَوْ edatı ile ayrılan iki farklı statüye sahip olan kadını, Mü'minun ve Mearic surelerinde gör(e)memiş olmaları düşündürücüdür. 

Sonuç olarak: İslamoğlu ve Esed, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetini nuzül döneminde mevcut olan sosyal statüyü dikkate almak yerine, Elalem ne der kaygısını dikkate alarak çevirmiş, bu suretle tahrif denilebilecek bir hataya imza atmışlardır. 

Yazımızın amacı sadece İslamoğlu ve Esed'in yaptığı hatalı bir çeviriye dikkat çekmek değildir. Asıl amacımız, ön yargılı çevirilerin Kur'an'ın kendi anlam örgüsü içinde nasıl ret edildiğinin İslamoğlu ve Esed çevirileri örneğinde görülmesidir. Kur'an üzerinde çeviri çalışmaları yapanların dikkat etmeleri gereken önemli hususlardan birisi, bu anlam örgüsünü hiçbir zaman gözden ırak tutmamaları gerektiğidir. Çünkü yaptıkları çevirilerde, anlam örgüsüne dikkat etmemeleri, çelişkili anlamlara imza atarak, sorumluluk altına girmelerine sebep olmaktadır.

İlgili ayetlerde geçen  أَوْ edatına, aşağıdaki gibi verilen bütün meallerin doğru olarak çevrilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

 "Ancak eşleri VE YA sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar, kınanmış değillerdir."

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.