17 Haziran 2014 Salı

Aişe Validemizin Evlilik Yaşı Üzerine Bir Değerlendirme

Aişe r.a Muhammed as ın eşlerinden birisi olup evlilik yaşı konusunda özellikle ateist kesimden olmak üzere bir takım hakaretamiz ifadelerle Muhammed as ın ahlakı konusunda sözler edilmektedir. Bu yazımız Muhammed as ın üstün ahlakı konusunu ispat etmekten ziyade bu hakaretleri ezilmişlik psikolojisi altında ele alıp göğüs germe çalışmalarını hakkında olacaktır.

Rivayet kitaplarına baktığımız zaman Aişe r.a Muhammed as ile 6 veya 7 yaşında nişanlanmış , 9 veya 10 yaşında evlenmiştir. Bu yaş bakıldığı zaman çocuk bir yaş olup , Muhammed as ın nasıl olurda çocuk yaşta biriyle evlenebildiği konusunda onun ahlaki yönden bozuk bir yapıya sahip olduğu konusunda sözler işitilir olmuştur.

Ateist kesimin Allah cc ve elçisine iman etmeme sebebleri sadece bu olmadığı için Muhammed as ın ahlaksız olmadığını ispatlarsak ateistlerde belki müslüman olur diye bir düşünceye kapılırsak yanılmış oluruz. Yazımızda yaş konusu ile ilgili değerlendirmeler üzerinde durmaya gayret edeceğiz , ancak  çocuk yaşta evliliği müdafaa etme durumunda olmadan konuyla alakalı yaklaşımların yanlışlığı üzerinde duracağız.

Öncelikle olayın yaşandığı zaman 1500 yıla yakın biz zaman önce arabistan yarımadasının bir şehrindedir. Bölgenin sıcak bir iklime sahip olduğu herkesin malumu olup sıcak iklime sahip olan bölgede yaşayan insanlarla , soğuk iklime sahip olan bölgede yaşayan insanlar arasında anatomik farklar bulunmaktadır. Sıcak iklim insanları soğuk iklim insanlarına göre daha erken gelişmekte olup bu gerçeği göz ardı etmemek gerekmektedir. Bu yazının sahibi 40 sene öncesi ortaokula gittiği dönemde sakal traşı olmak zorunda kalan talebelere şahit olmuş ,  bugün 6. veya 7. sınıflarda bırakın öğrencinin traş olmasını daha bu çocuk bu sınıfa nasıl gidebilir düşüneceğimiz küçük çocuklar mevcuttur. Bunu hatırlatmaktaki amacımız insan fizyolojsinin bu kadar kısa zamanda gösterdiği değişikliği hatırlatarak, bugünkü değerler ile 1500 sene öncesini değerlendirmenin vereceği bilginin doğruluğu hakkında biraz düşündürmektir.

Biz evlilik yaşının erken olduğunu bu günkü örf ve gelenekler üzerinden değerlendirip 1500 yıl öncesi örf ve gelenekleri bilmeden o günü yargılamaktayız. Muhammed as ın örf ve geleneklerin hakim olduğu bir toplum içinde yaşayan bir insan olduğu öncelikle hesaba katılarak yapmış olduğu herhangi bir yanlış hareket toplumun yaşayan dinamikleri ile çatıştığı takdirde tepki toplayacağını bilmektedir. 

Mesela o günkü toplumda evlatlıkların boşamış olduğu eş ile evlenmek ahlaksızlık olarak görülmekte olup , Zeyd'in boşamış olduğu eşi ile evlendirilerek bu tabu Allah cc tarafından yıkılmış ve bu tür bir evlenmenin ahlaksızlık olarak algılanamayacağı onun üzerinde pratik olarak uygulanarak gösterilmiştir , ahzab s. 37-38-39. ayetleri bu uygulama konusu ile alakalı olup aynı surenin 4. ve 5. ayetleri alt yapıyı hazırlayan ayetlerdir. Allah cc çocuk yaşta evliliğin  tabu olarak görüldüğü medine toplumunda, onu çocuk yaşta olan Aişe r.a ile evlendirerek böyle yanlış bir uygulamaya son verdirmek gibi durum içinde olsaydı bu kur'an ayetiyle belirtilirdi, ama böyle bir durum asla olmamıştır. 

Muhammed as o günkü toplum içinde astığı astık kestiği kestik zalim bir kral değil , alemlere rahmet olarak gönderilen "üsvetün hasene" olan bir kişidir. Herhangi bir konuda fikir yürüttüğü zaman sahabe tarafından "bu vahiymi yoksa kendi düşüncenmi?" şeklinde sorular sorulmuş uhud harbi örneğinde sahabenin öngördüğü savaş stratejisi uygulanmıştır. Aykırı olarak yaptığı bir iş bu günkü bir takım müslümanların alim zat olarak kabul ettiği zatlardan sadır olan hataları "yapıyorsa bir hikmeti vardır" şeklinde asla kabul görmez, aksine red edilirdi. 

Muhammed as bile o günkü örf ve geleneklerin hakim olduğu bir toplumda yaşayan, kendisinide o örf doğrultusunda hareket etme zorunda gören bir kişi olup, zeyd'in boşadığı eşi ile ilgili ayetlerde bunu çok açık bir biçimde görmekteyiz. Aişe r.a nın çocuk çağda olduğu gerekçesi ile evlenmeye engel olacak bir durumu olsaydı bu evlilik toplum dinamiklerine aykırı olduğu gerekçesi ile asla gerçekleşmezdi. Toplumun örf olarak kabul ettiği , kur'anın bunu açıkça red etmediği herhangi bir hareketi topluma aykırı düşecek şekilde uygulaması diye bir durumu asla söz konusu olamaz. 

Aişe r. a nın yaşının küçük olduğunu rivayet kitaplarından öğrenmekteyiz. Aynı rivayet kitaplarında yaşının büyük olduğu yolunda kayıtlarda mevcut olup, tarihte geçen herhangi bir konunun aktarılış biçiminin ne kadar kaypak bir zemine dayandığının görülmesi açısından dikkat çekicidir. Olayın yaşandığı zaman çerçevesi içinde doğan bir kişinin bugünkü kimlik kayıtları çıkarılıp eline kimlik kartı verilmediğine bu kayıtlarda aynen bu güne kadar gelmediğine göre yaş konusu herkes için kesinlik kazanmış bir durum değildir. Aişe r. a nın yaşının büyük olduğunu o rivayet kitaplarını delil göstererek yaptığımız takdirde , yaşının küçük olduğunu ifade eden rivayet kitaplarındaki deliller ile bir başkası karşımıza çıkacak olup "sendeki rivayetlerden bendede var seninkinin doğruluğuna dair vahiymi var" der , bizde ona herhengi bir ceavp veremeyiz.

Müslümanlar olarak eziklik psikoljisi altında kalarak birilerinin Muhammed as için ahlaksızca ifadeler kullanmasından yola çıkarak onu aklama çabası bizlerinde ne kadar çelişkili bilgiler ile haiz olduğumuzun bir göstergesidir. Ateistler Allah cc nin indirmiş olduğu kitap ta "onun üstün bir ahlaka sahip olduğu" beyan edilen ayete inanmazlarken insanların tuttukları kayıtlar ile oluşturulmuş rivayet kitablarındaki bilgilerden yola çıkarak Muhammed as ı ahlaksızlıkla suçlamaları onların başka bir çelişkisidir. 

Sonuç olarak; Muhammed as ın çocuk yaşta olan Aişe r.a ile evlenerek ahlaksızca bir şey yaptığını iddia edenlere karşılık bizlerin , onun ahlaksız olmadığını ispat etmek için başka rivayetleri öne sürerek, Aişe r. a nın yaşının daha büyük olduğu yolundaki rivayetler , aynı şekilde onun küçük olduğunu iddia eden rivayetlerin güvenilirliliği kadardır. 1500 yıla yakın bir zaman önce yaşanmış olayın zaman , mekan ve o toplumun örflerini bilmeden bugünkü paradigmalarla eleştiriye tabi tutulması doğru bir sonuç çıkarmayacağı açıktır. Açık ve net olan şey şudurki; Allah cc nin bir elçisi olması hasebiyle "üsvetün hasenetün"(en güzel örnek) , "sen üstün bir ahlaka sahipsin" sözleriyle taltif edilmiş olan bir kişinin ahlaka aykırı olarak herhangi bir şey yapmayacağıdır. Eğer Aişe r.a evlenemeyecek kadar küçük biri olsaydı önce bu evliliği 1-Muhammed as talep etmez , 2-sonra babası kabul etmez, 3-sonra da o toplumun örf ve gelenekleri kabul etmezdi. Bizim kimseye Muhammed as ın küçük bir kızla evlenmediğini ispat etmek sureti ile zanni bilgilerle yola çıkarak çelişkili rivayetleri ortaya koyarak ayrı bir hataya düşmemize gerek olmayıp kur'anın ve yaşadığı toplumun böyle bir evliliğe karşı çıkmaması Aişe r. a evlenmek için gerekli olan reşidliğe ulaştığı için evlendiği yeterli görülmelidir. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

15 Haziran 2014 Pazar

Kur'an İsrailoğullarını Neden Anlatır?

Musa as kıssası kur'anda en fazla yer tutan kıssalardan biri olması itibari ile dikkat çekicidir. İsrailoğulları kavmi ise Musa as ın ,içinden çıkmış olduğu kavim olup, ona ve ondan sonra gelen elçilere olan davranışları ile ilgili olarak kur'anda bir çok ayet bulunmaktadır. Bu anlatımların sebebi nedir? diye sorulacak bir soruya verilecek olan cevap, bu kavmin ne kadar şerli bir kavim olduğunu anlatmak içindir şeklinde olursa cevap eksik kalacaktır. Kur'an ayetlerini okurken yapılan en büyük yanlış "bu ayet bizden bahsetmiyor " denilerek yapılan bir okuma yanlışıdır. Bu okuma yanlışına israiloğulları ile ilgili olarak yapılan ayetlerde dahil olmakta,  "ey israiloğulları" şeklinde başlayan ayetleri kendimiz açısından herhangi bir mesajı olmadığı zannı ile, israiloğullarının ne kadar şerli bir kavim olduğunu düşünerek okuyup, bizlerin o ayetlerde anlatılan hal ile hallenip hallenmediğimiz hiç düşünülmez.

İsrailoğulları ile bizler arasındaki ortak bağ öncelikle insan oluşumuzdur. Onlar ile ilgili ayetleri ortak noktamız olan insan olmaları ve o yönü ile insanın olumsuz yanının o kavim üzerinde pratik ve canlı bir tezahürü olarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Böyle bir okuma kur'andaki bir çok ayeti dinamik hale getirip ibret almamızı ve onların hayat içinde nasıl bir tutum ile Allah cc ye ve elçilerine karşı hasmane bir davranış içinde olduklarını görerek bizlerinde aynı davranış içinde olduğumuz zaman başımıza gelecekleri görmemizdir.

İsrailoğulları üzerinden anlatılan ayetlerdeki durum sadece o kavme has bir özellik olmayıp insan olmak nedeniyle bir ortaklığımız olan bizlerinde içine düştüğümüz durumları anlatmaktadır. Onlarla ilgili ayetleri okurken "bunlar ne kadar adi bir kavimmiş" diyerek okumak yerine , onların yaptığı söylenen eylemleri kendimizin uygulayıp uygulamadığını düşünerek onların yerine kendimizi koyarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz. 

İsrailoğulları ile ilgili anlatımların hepsini tek bir yazı altında toplamak mümkün değildir, biz belli başlıklar altında onlar  ile ilgili anlatımlardan kendimize yönelik olarak çıkarabileceğimiz mesajları ele alarak pratiğe indirgemek sureti ile örnekleri paylaşıp, onların israiloğulları kavmine mensub  insan topluluğu olmaları nedeni ile nasıl  hataya düştükleri ve bu hatayı bizlerinde insan olarak tekrarlama durumunda olabileceğimiz ihtimalini göz ardı etmeden onlarla aramızda ortak bir hata olan Allah cc nin kitabına karşı yapmış oldukları ile "biz müslümanız" diyenlerin kur'ana yapmış oldukları arasında ortak bir bağ olduğunu göstermek istiyoruz. 

Kur'an da bir çok ayet israiloğullarının tevrat'a yapmış olduğu muameleyi anlatır ,ve bu ayetlerden bizler herhangi bir hisse çıkarmaksızın direk israiloğullarını suçlayarak tevratı tahrif etmiş olduklarını iddia eder dururuz. Müslüman olarak bizler kur'an metnini tahrif etmemiş olmamız bir tarafa , israiloğulları gibi anlamını tahrif ederek "bu Allahın kitabındandır" şeklindeki sözlerle kitaba istediğimizi söyletmiyormuyuz?.

 [002.075]  Şimdi bunların size iman edeceklerini ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir zümre vardır ki, Allah'ın kelamını dinlerlerdi de akılları aldıktan sonra onu bile bile tahrif ederlerdi.
[002.079]  Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!
 [004.046]  Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) «İşittik ve karşı geldik», «dinle, dinlemez olası», «râinâ» derler. Eğer onlar «İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet» deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.
[005.013]  Sonra bu misaklarını nakzettikleri içindir ki biz onları lâ'netledik ve kalblerini kas katı ettik, kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif ederler, ıhtar edildikleri hakikatlerden hazz almayı unuttular, içlerinden pek azı müstesna olmak üzere onlardan daima bir hainliğe muttali' olur durursun, yine sen onlardan afvet ve aldırma, çünkü Allah ihsan edenleri sever
[005.041]  Kalbleri inanmamışken, ağızlarıyla, «İnandık» diyenler, yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de, «Böyle bir fetva size verilirse alın, verilmezse kaçının» derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahirette de büyük azab vardır.
 [003.078]  Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah katındandır» derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.

Yukarda verdiğimiz ayetlerdeki muhatap kavim israiloğulları olmasına rağmen , bugün müslümanlar aynı muameleyi kur'ana yapmıyorlarmı ? el cevab yapıyorlar ancak müslümanlar metin üzerinde tahrifat yapamadıkları için anlam üzerinde tahrifat yapmaya gayret ediyorlar. Kafasını belli bir düşünceye şartlamış olan kişi Allah cc nin ayetlerini o düşünceye uygun olarak çevirmekte veya tefsir ederek " işte bu Allahtan'dır" diyerek israiloğullarının yaptıklarını yapmıyorlarmı?

 
[056.079] Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz.
 [043.061]  Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.
 [021.007]  Ve senden evvel de göndermedik, ancak kendilerine vahyeder olduğumuz birtakım erkekler gönderdik. Eğer siz bilmez kimseler oldunuz ise artık bilgin zâtlardan sorunuz.
 [016.043] Senden önce de, gönderdiğimiz elçiler, kendilerine vahyettiğimiz bir kısım adamlardan başka bir varlık değildiler. Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz.
 72-1-De ki: Bana vahyedildi ki, şüphesiz yabancılardan bir grup Kur’ân dinleyip de:
 19-17Sonra ailesiyle/yakınlarıyla kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi.
 19-24-Sonra ona; Meryem’e aşağısındaki kişi; Zekeriyya seslendi:
 19-29Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?” dediler.
17-1 Bir gece, kulu Muhammedin Mescidi Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya, en yüce makama vuslatını gerçekleştiren, huzurunda secdesini sağlayan Allah’ı tesbih, tenzih ve takdis ederiz. Kudretimizin açık delillerinden olan o evrensel peygamberi ins-ü cinne, bütün kainata tanıtalım; kainat ve ötesinin, geçmişte olanlar ve gelecekte olacakların bir kısmını ona müşahede ettirelim diye bu miracı gerçekleştirdik.Şüphesiz Rasulü Muhammedin, kainat ve ötesinin duyduklarını ve gördüklerini duyuran ve gösteren Odur.

Yukarıda verdiğimiz örnekler denizden bir katre mesabesinde olan örnekler olup örnekleri çoğaltma dumunda olduğumuz takdirde sayfalarca yer tutacaktır. Kitabın tahrif yolu demek sadece metninin tahrif edilmesi demek anlamına gelmez, bugün kur'anın başına gelenler israiloğullarının tevratın başına getirdiklerinden farklı değildir. Şayet bugün yeni bir elçi ile yeni bir kitab geleceği gibi bir varsayımda bulunursak " ey israiloğulları" şeklinde başlayan ayetlerdeki olumsuz durumların " ey müslümanlar" hitabı ile tekrarlanacağı muhakkaktır.

Kelimeleri yerinden oynatmak sureti ile kitabı tahrif etmeleri sadece israiloğullarına has bir durum olmayıp, "ben müslümanım" diyenlerin bir kısmınında kitaba reva gördüğü bir muameledir. Bu muamelenin sebebi bir çok yönden irdelenebilir ama konumuz meallerdeki tahrif olmayıp israiloğulları ile ortak bir payda da bulunma noktalarımızı görmek konulu olduğu için burada noktalıyoruz.

[002.084] Kanınızı dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin diye sizden söz almıştık, sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz şahidsiniz.
[002.085] Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

Birbirinizin kanını dökmeyin , yurtlarınızdan çıkarmayın emri sadece israiloğullarınamı verilmiş bir emir dersek , cevabımız elbetteki hayır olacaktır. Tarihimizi şöyle bir inceleyecek olursak yüzlerce yıldır yapılan savaşların kimlerle yapıldığına bakacak olursak kafirler ile yapılan savaştan çok müslümanların birbirleri ile yaptıkları savaşlara ve orada dökülen müslüman kanlarına şahid oluruz. Müslümanlar birbirlerini tekfir ederek onları kafir kategorisine sokarak savaşın alt yapısını hazırlamışlar ve böylece "karşımdaki nasılsa kafir" diyerek birbirlerinin kanını helal görmektedirler.

Bugün bile en acı örneklerine şahid olduğumuz birbirimizin kanını dökme konusunda son derece hevesli olmamız, müstekbir kafirlerin işlerini kolaylaştırmakta olup kendileri sadece kendimizi öldürmek için gerekli savaş araçlarını bizlere satarak milyar dolarlar kazanmakta ve iki taraflı bir kazanç sağlamaktadırlar,bizler bu oyunların farkında dahi olmadan onların ekmeğine yağ sürerek birbirimizi katletmekteyiz. Bakara s. 85. ayeti çok açık ve net olarak israiloğullarının yapmış olduğu bu hareketin cezasının önce dünya hayatında karşılığını göreceklerini beyan etmektedir.

Sadece israiloğullarımı birbirleri ile savaşıp dünyada zelil duruma düşüyorlar dersek elbetteki hayır diyeceğiz bugün müslümanların yaşadığı topraklara baktığımızda biribirimiz ile olan savaşımızda galip tarafın hangisi olduğunu söylemeye bile gerek yoktur, bu savaşın taraflarından hiçbiri galibiyet sağlayamaz aksine her iki tarafta mağlubiyete mahkumdur. Galip gelen taraf, bize savaşmak için gerekli olan silahı satıp hem maddi yönden sömüren , hemde savaşıp güçten düşmemizi sağlayarak kendileri ile gerekli olan cihadı yapmaya takatımızın kalmadığı müstekbir batı emperyalizmidir.

İsrailoğulları tarihte başlarından geçen olayları iyi okumuş , bundan ders çıkarmış , bölünmenin nasıl bir zarara yol açtığını kendilerinde şahid olarak bu bölme hareketini müslümanlar arasında körükleyerek onları güçten düşürmeyi başarmışlardır. Şayet bizler kitabı hayatın reel gerçekleri üzerinden okuyarak , yaşanmış olumlu ve olmusuz örnekleri doğru okuyup kendi hayatımızda tatbik edebilseydik bu günkü oyuncak olma durumunda olurmuyduk?.

Elbetteki hayır , bugün islamcı örgüt adı altında toplanmış olan gurupların emperyalist batının istihbarat örgütlerinin bir oyuncağı olduğu , batılıların bu örgütleri kullanarak işgal planlarına zemin hazırladıkları gerçeği maalesef ne durumda olduğumuzu göstermektedir. Gündem belirleyici olmak durumunda olan bizler , belirlenmiş gündemin birer piyonları olup sadece kukla vazifesi görmemiz dünyanın içindeki bulunduğu durumun acı bir gerçeğidir.  

Sonuç olarak; bizlere YOL GÖSTERİCİ vasfına haiz olarak inmiş olan kitabı sadece eskilerin masalları mesabesine indirgeyerek okuma tezahürü , israiloğulları ile ilgili anlatımlardada kendini göstermiş olup onların yaşamış olduğu hayat içinde başlarından geçenler sadece bizlerin üstün topluluk olduğu onların lanetli topluluk olduğu zannı ile okunmuş olup ders almak gibi bir kaygı ile okunmamıştır. İsrailoğulları ile kendimiz arasında ortak payda olan insan olmamızın getirdiği olumsuzlukların canlı örneğinin onlar üzerinde görerek ders çıkarmak ve onların hatalarını tekrarlamamak gibi bir düşünce ile okunan kitab bizleri bugünkü zelil duruma düşmemizi engellediği gibi bizim dışımızdaki insanlarında emperyalist zalimlerce baskı ve zulüm görmesine engel olacaktır. Bugün israiloğullarına taş çıkartacak tahrifleri yapan bizler , birbirimizin kanını döken bizler , kitabın bir kısmını kabul edip diğer kısmını red etmek sureti ile işimize geleni kitaba onaylatmak durumunda olan bizler eğer dünyadaki bu zelil durumumuza karşılık ahirette cennet  nimetleri ile mükafatlanacağımızı düşünüyorsak bu düşüncemizi kitabın dinamikleri doğrultusunda yeniden gözden geçirmeliyiz.
İsrailoğulları da kendilerini Allahın oğulları ve sevgilileri olduğunu düşünerek yerlerini garantilediklerini zannediyorlardı, fakat bu garantinin özel olarak kimseye verilmediğini, aksine Allah cc tarafından konulmuş olan kurallara uyanların böyle bir garanti altında olduğunu beyan eden ayetler hala güzel sesli hafızlar tarafından okunmakta ve anlamlarının hayata geçirmelerini beklemektedirler. Rabbimizi bizleri kitabını eskilerin masalları olarak okuyanlardan değil , eskilerin başlarından geçenlerden ibret alarak hayata geçirenlerden kılsın.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

14 Haziran 2014 Cumartesi

Talut Kıssası Bize Ne Anlatıyor?

Kur'anın kıssa yollu anlatım metodu dahilinde bizlere sunmuş olduğu ayetler bizden öncekile rin yaşamış olduğu tecrubeler ve o tecrubelerden bizlerinde hisse alması amacını taşımaktadır. Helak edilen bir kavmi okuduğumuz zaman onlara gelen elçinin mücadelesi mü'minler için bir örneklik , o kavmin helak edilmesi ise inkar edenler için bir örneklik olarak okunarak her insan tipinin kendi tarafından baktığında çıkarması gereken yaşanmış ibret mesajları olarak okunduğu zaman anlatılma amacı doğru kavranılmış olacaktır. 

Kur'an kıssalarında yaşanmış hayat örnekleri olan savaşlar, bizlere çok önemli mesajlar vermektedir. Allah cc kullarına yardım etme sözünün kime ve nasıl gerçekleştiğine dair olan pratik gösterimi bu kıssalardaki anlatımlar ile bizlere sunulmakta olup, yardım sözünün kime ve nasıl gerçekleştiğini bu kıssalardaki yaşanmışlıklar ile öğrenmekteyiz. 

İsrailoğulları, prototip bir kavim olup bu kavmin yaşadığı hayat içinde başlarından geçen olaylar sadece yahudi olmalarının verdiği bir özellik olarak değil , insan olmalarının verdiği bir özellik olarak okunması gerekmektedir. Aksi bir okuma, onlarla ilgili okuduğumuz her ayet , sadece  onlara kin ve nefret duymamızı sağlayacak olup onlar üzerinden verilen örnek ile bizlerin ibret alması gerektiği yönündeki mesaj ıskalanmış olacaktır.

Bakara s. içinde anlatılmış olan Talut kıssasının bizlere anlatılma amacı aynı duruma düşen insanların o durumdan kurutulmak için gerekli olan şartları uygulaması neticesinde başarıya ulaşacaklarının bir anlatımı olarak okunması ve örnek alınması gerekmektedir. Kur'anın kendisi içinde tefsirinin çok güzel bir örneği olarak ta okunabilecek bu kıssaya geçmeden ondan önceki 3 ayeti okumak ve bu üç ayetteki durumun bizlerden önce nasıl bir örnekle yaşandığını görelim. 

 
[002.243]  Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.
 [002.244]  Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.
 [002.245]  Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını ödesin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Hepiniz de O'na döndürülüp götürüleceksiniz.

 Bakara s. 243. ayete baktığımızda, anlatılan durumun sadece belli bir zaman ve mekana has olmadığı aksine her zaman ve mekan biriminde olabilecek bir fesad hareketinden etkilenme durumunu anlatmakadır. Allah cc nin insanlara "ölün" demesi ile "sonra onları diriltti" ifadesi kıyamet anında olacakları anlatmamaktadır. Bir kısım insanın diğer bir kısım insan eliyle yurtlarında çıkarılmak sureti ile zulme uğramasını anlatan ayet , bu zulme nasıl engel olunabileceğinin koordinatlarını 244-245. ayetlerde vermekte olup devam eden ayetlerde bu durumun pratik olarak İsrailoğulları üzerinden nasıl gerçekleştiğini anlatmaktadır.

 [002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, nebilerinden birine: «Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi, O: «Ya üzerinize savaş yazıldığı halde, savaşmayacak olursanız?» demişti. «Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.) « demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı dışında (çoğunluğu) yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.

Bakara s. 246. ayetinden Musa as sonrası  yurtlarından sürülmek sureti ile zulme uğrayan israiloğullarının , başlarında olan  nebilerinden bir isteklerini dile getirdiklerini görmekteyiz. Nebileri bu isteklerinin gerçekleşmesi halinde onların yan çizme ihtimalini hatırlatmakta olup bu tür bir yan çizme hareketi sadece israiloğullarına has bir hareket olmadığı insana has bir durum olduğu hatta bu durumun müslümanlar arasındada başgösterdiği diğer ayetlerde anlaşılmaktadır.  

 [002.216] [DI] Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
 [004.075] Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?
 [047.020]  İman edenler «bir Sûre indirilseydi» diyorlar, derken muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince kalblerinde bir maraz bulunanları görüyorsun sana öyle bir bakış bakıyorlar ki: tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı, o da onlara pek yakındır
 [004.077]  Kendilerine: «Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin» denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve «Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir edemez miydin?» derler. De ki: «Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez».

Savaşmak sureti ile kaybedilen yurtlarını geri almak , Allah cc nin insanlar üzerine koymuş olduğu görevlerden biridir. Allah cc ne müslümanlara nede başka birilerine, yurtlarından sürüldüğü ve zulme uğradıkları zaman melekleri gönderip onları savaştırarak mazlumlara kaybettiklerini geri vermez. Koymuş olduğu sünnet, insanların savaşarak kaybettiklerini geri almaları şeklinde olup müslüman , yahudi,müşrik ayrımı yapmadan her kim savaşıp, o savaşta galip gelmek için gerekli şartları yerine getirirse galibiyete hak kazanacaktır. Allah cc nin yanında seçilmiş bir kul tayfası olmayıp, koyulan kurallara riayet eden kim olursa olsun galibiyeti hak eder. Bugün müslümanlar olarak böyle bir galibiyeti kazanamıyorsak şartları yerine getirmeden bizim yerimize birilerinin savaşmasını beklemek sureti ile tembellik ve acziyet göstermemizdir.

246. ayet israiloğullarının başlarından geçmiş yaşanmış bir örnek olarak sıkıyı gören insanın yan çizme karakterini ifade eden bir ayettir. İstedikleri savaş izni gerçekleşinde korkarak yan çizme karakteri özellikle medeni ayetlerde tevbe , enfal surelerinde bizlere anlatılmakta olup bu durumun insana has olduğu görülmektedir. Şayet israiloğullarına has bir durum olsaydı bu kıssanın müslümanlara anlatılmasına ne gerek olurdu. Nuzül dönemi itibarı ile bu kıssanın mesajını düşünecek olursak onlara " israiloğullarının başlarına gelen durum sizin başınıza gelecek olursa onlar gibi yapmayın" şeklinde olup medinede inen ayetlerden anlaşılacağına göre bu tavsiyenin bir kısım müslüman arasında tutulamadığı görülecektir.

[002.247]  Nebileri onlara «Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?» dediler, «Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.

İsrailoğullarının bu isteği Allah cc tarafından yerine getirilmiş, Talut onlara komutan olarak gönderilmiş , bu seferde gelen komutan beğenilmemiştir. Bu beğenilmeme örneği yine bir çok ayette gördüğümüz kavimlerin inkarcı muhataplarındada görülmekte , kendilerine gelen elçilerin "beşer" oluşu öne sürülerek "melek" gönderilmesi talebinde bulunulmaktadır. Talut da aynı tepkiye uğramış ve istedikleri şartları taşımadığı öne sürülerek kendi istekleri doğrultusunda bir komutan gelmesi istenmiş , fakat bu istek red edilerek seçilen bu komutana tabi olunması gerekmektedir.

[002.248] Nebileri onlara, «Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır» dedi.

Bu ayette, gelen komutanın Allah cc tarafından gönderildiği ve onun bu gönderilişinin delilleri anlatılmakta olup , gönderilen diğer elçilerin elçiliklerinin Allah cc tarafından teyid edilmesi şeklinde anlayabileceğimiz görsel belgelerin, Talut'un komutanlığının teyid edilmesi şeklinde gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu durumu israiloğulları gözü ile anlamaya çalışalım; biz eğer israiloğullarından bir fert olarak, savaşmak için gönderilen komutanı gönderen kişinin Allah cc olduğunu bilsek ve bu durum bize apaçık görsel ayetlerle gösterilmiş olsa galibiyet için moral açısından yüksek bir durumda olmamız kaçınılmazdır. 248. ayetteki anlatılanların, moral destek diyebileceğimiz şekli ile israiloğullarına gösterilmesi olarak anlamak mümkündür.

[002.249]  Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Komutan ve asker bir savaşın ayrılmaz bir öğesi olup komutana tabi olmak şeklinde bir eylem olmadan galibiyet gerçekleşmez. Komutan ordusunda bulunan askerlerin kendisine olan sadakatini onları deneyerek öğrenebilir. Allah cc de bizleri bu tür imtihanlara tabi tutup bu imtihan sebebinin mü'min ve kafiri ayırmak için olduğunu bir çok ayetinde beyan etmektedir. Bu ayeti yine nuzül dönemi içinde sahabe gözü ile okumaya çalışalım ve bu ayeti uhud harbi ile bir paralellik içinde düşünelim. Allah cc bu kıssa ile bizlere galibiyet için gerekli olan şartlardan birinin komutanın emrine tabi olmak şeklinde gerçekleşeceğini hatırlatmakta olup eğer emre itaatten ayrılındığında düşmana karşı koyacak gücün zayıflayacağını bu kıssa içindeki olaydan canlı olarak anlatmaktadır. Her ordunun içinde emre tabi olmaktan geri duranlar olduğu gibi emre itaat edenlerde bulunmakta olup , galibiyet bu kişilerin emre olan ittibaları neticesinde gelmektedir. Uhud harbini düşünecek olursak bu ayet ile tam bir paralellik arzettiğini görürüz. Uhud da Muhammed as ın koyduğu savaş strajesine uymayıp yerlerini terkeden  müslümanlar yenilgiye sebeb olmuştur. Eğer bu kıssa müslümanlar tarafından doğru okunup hayata tatbik edilip her ne bahasına olursa olsun emir hilafına bir hareket edilmemiş olsaydı mağlubiyet gelmezdi.

[002.250]  Calut ve ordusuna karşı çıktıklarında, «Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden kavme karşı bize yardım et» dediler.

Talut'un emrine uymayanların "bugün gücümüz yok" demelerine karşın, emre uyanların ona tabi olmanın verdiği moral destek ile söyledikleri söz karşılığını bularak galibiyet gelmiştir. Bu durumu bedir harbi ile bir paralellik içinde okuyacak olursak bu kıssayı bedirde doğru okuyan müslümanlar kendilerinden sayıca kalabalık olan müşrik ordusuna karşı galip gelmişlerdir

[003.146-148]  Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.Sadece: Ey Rabbımız, günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı bize bağışla, sebatımızı artır; kafirler güruhuna karşı bize yardım et, diyorlardı.Böylece Allah, dünya sevabını da, ahiret sevabının güzelliğini de onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.

Al-i imran s. 146-148. ayetler arasında , Allah cc nin galibiyet için koymuş olduğu kurallar dahilinde savaşıp ve galip gelenlerden örnekler verilerek onların aldıkları sonuç anlatılmakta olup koyulan kurallar gereği içinde yapılan savaşta galip gelineceğine dair olan sözün vuku bulduğu   anlatılmaktadır. Allah cc den sabır , sebat ve yardım isteği sadece sözle ile değil fiiliyata konularak gerçekleşmiş olmasınıda burada hatırlatarak sadece sözlü dua ile bu işlerin gerçekleşmeyeceğini hatırlatalım. Şayet kafirlerden oluşan bir ordu, karşısındaki orduya karşı aynı sabır ve sebatı göstererek savaşsa , karşısındaki ordu aynı sabır ve sebatı göstermese, bu ordu müslümanlardan oluşsa dahi zafer kafir ordusunun olur özellikle bu yüzyılda arap israil savaşlarının neticeleri buna acı bir örnektir.

[002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

Allah'ın izni ile bozguna uğratmaları onun koymuş olduğu kurallara riayet neticesinde gelmiş olup işin doğasında olan bir durumdur. Allah cc nin koymuş olduğu kurallar dahilinde hareket edenlerin savaşta galip gelmesi doğal bir durum olup bu durum müslümanlar için ayrı bir vaziyet arzetmez. Bizler kendimizi israiloğulları gibi seçilmiş kullar zannedip, savaşmadan kafirlerin alt edilebileceğini düşünüp, sadece Allah cc nin onlarla savaşmasını beklemekten başka bir iş yapmadığımız müddetçe bu zelil durumdan kurtulmamız imkansızdır.

251. ayette sahneye düşman ordusunun komutanı olan calud'u öldüren Davud çıkmaktadır. Bir savaşta ordu komutanını öldürme başarısını göstermek sıradan bir askerin yapabileceği bir iş olmayıp oyunu kuralına göre oynayanların yapabileceği bir iştir. Davud as bu başarısı karşılığında Allah cc ona hüküm ve hikmet vererek israiloğullarına elçi kılmış ve ona dilediğinden öğretmiştir. "Dilediğinden öğretmesi" kelimesini biraz açacak olursak "dilemek" kelimesinin karşılığını görmek mümkündür.

Davud as ıs kıssasının anlatıldığı diğer ayetlere baktığımızda ona savaş sanatları ile ilgili bilgilerin verilmiş olduğu anlatılmaktadır. Zırh yapma sanatının ona öğretildiğini beyan eden ayetlere baktığımızda, bu öğretilişin Cibrilin inerek çekiç ve örs ile ona bunu öğretmesinin gerçekleştiğini düşünmek biraz absürt bir düşünce olur. Calut'u öldürecek kadar savaş sanatını hakim olan Davud as ın bu bilgi birikimi savaş için gerekli olan alet edevatı yapma becerisine sahip olduğu ve yeni icatlar peşinde koşarak bilgi birikimi sayesinde savaş ile ilgili bilgi birikimine yeni bilgiler ekleyerek insanlığa örnek olduğu anlaşılabilir. 

Bugün itibarı ile düşünecek olursak savaş veya başka konular ile ilgili bilgi birikimine sahip olan insanların genelde müslümanlar dışındaki insanlardan oluştuğu görülür. Allah bu insanlara çalışıp gayret ettikleri için önlerini açmış ve "dilediğinden öğretmiştir" . Bu dilemesi o kulların çalışıp bir şey üretme şeklinde bir irade beyanının sonucu olup, onların istememelerine rağmen öğretmiştir anlamında değildir. Kafir veya müslüman eğer herhangi bir konuda üretme gayreti iradesini gösterdiklerinde Allah cc "bu kulum kafir ona engel olayım" veya "bu kulum mü'min ona özel bir destek vereyim" demez "HERKESİN ÇALIŞTIĞININ KARŞILIĞI VARDIR" diyerek bu çalışmasının dünyada karşılığını verir.

251. ayetin son cümlesi olan " Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır." ibaresi Allah cc nin koymuş olduğu sünneti ifade eden bir kelimedir. Fesad çıkarmak yolu ile bazı insanlara zulmeden insanların bu fesadları başka insanların eli ile def edilmesi onun raci olan bir sünnetidir. Hacc s. 40. ayetinde de gördüğümüz bu sünnetin nasıl uygulandığı, israiloğullarına zulmedenlerin Talut'un komutası altında nasıl gerçekleştiğinin canlı örneği olarak bizlere anlatılmaktadır. Bugün merhum akifin deyimiyle ya kendisi ya hızırı gönderip savaşması bizi zalimlerden kurtarması şeklinde sünneti olan bir ilah  yoktur. Alemlerin rabbi olan Allah cc nin raci olan fesadı yeryüzünden kaldırma sünneti diğer kulları eli ile olmasıdır. İsrailoğullarının bu fesad kalkmış fakat onlar isra s. 4-8. ayetlerinde gördüğümüz üzere onlar fesada başladığı zaman ibre onların aleyhine dönmüş ve başka insanlar eli ile israiloğularının fesadları ortadan kalkmıştır. Bu şekil sünnet kıyamete kadar geçerli olacak olup hangi ulus olursa olsun bir gün yapmış oldukları fesadlarına karşılık onları yıkacak başka uluslar gelecektir.

[002.252]  İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz ki sen elçilerdensin.

"Allahın ayetleri" deyiminden ne anlamalıyız? sorusuna verilecek ceavp bu kıssayı doğru anlamamıza yardımcı olacak bir cevap olacaktır şöyleki; Allah cc nin ayetleri sadece elçileri vasıtası ile göndermiş olduğu kitapların içinde bulunan pasajlar olmayıp "koymuş olduğu düzen" olarak ifade edebileceğimiz bir kapsama alanıda mecvuttur. "Kan dökücü ve fesad çıkarıcı bir özelliği olanımı kılacaksın?" dediklerinde, meleklere "ben sizin bilmediklerinizi bilirim" cevabını veren rabbimizin , bu kan dökücülüğü ve fesadı diğer kullarının eli ile önlemek gibi bir sünnet koyduğunu ve bu sünnetinin canlı olarak uygulanmış örneklerini kur'anın bir çok ayetinde gördüğümüzü hatırlayarak "Allahın ayetlerinin " neler olduğunuda görmüş olduk. 

Kıssalardaki mesajı günümüze aktararak ondan hisse almak gibi bir okuma metodu takip ettiğimizde Talut kıssasının  bizlere şöyle bir mesaj verdiği düşünülebilir. Yeryüzünün herhangi bir kara parçası üzerinde yaşayan insanlar bir sebebten ötürü hakları gasbedilmiş ve zulme uğramış olabilir, zulme uğrayan bu insanlar uğradıkları zulmu ortadan kaldırmak için elleri kolları bağlı  vaziyette, sadece zalimlere beddua şeklinde bir karşılık verdikleri müddetçe bu zalimlerden kurtulmaları mümkün değildir. Talut adlı komutan israiloğullarına gökten zembille inmiş bir insan olmayıp içlerinden yetişmiş bir kişi olması zulme karşı koyamak gerekli olan fertlerin toplum içinde yetiştirilmeleri gerektiği unutulmamalıdır, bizlerde gökten zembille inecek olan İsa veya mehdi türü kişileri bekleyerek kadro oluşturmaksızın kafiri alt edebileceğimizi sanıyorsak aldanıyoruz. Bizlerde müslümanlar olarak zulme ve fesada engel olamk için gerekli olan kadroyu yetiştirerek önderler çıkarmak zorundayız.

Allahın ayetlerinin bize hak yani doğru olarak okunduğunun beyan edilmesinden anlamamız gereken şudur , bu anlatımlardaki gerçekliğin bizler tarafından da görülerek israiloğuları misalinde olduğu gibi , uğradığımız zulmü bertaraf etmemiz için okumamız gereken yani hayata aktarmamız gereken şekil böyle olmalıdırki israiloğulları örneğinde olduğu gibi hak yerini bulsun. 

Alak suresinin ilk ayeti olan "ikra" (oku) emri sadece yazılı bir metini eline alıp okumayı ifade etmez. Hayatın gerçeklerini okumak şeklinde bir anlama sahip olan ayeti maalesef rivayetlere bakacak olursak " ben okuma bilmem" şeklinde bir karşılık verdiğini söyleyerek okumayı sadece yazılı bir metinden okumak şeklinde anlayan müslümanlar hayatın gerçeklerini okuyamamış bu okumayı başkaları yaparak bugünkü ileri seviyeye yükselmişlerdir.

Allahın ayetleri sadece dünya şampiyonu hafızların sesinden dinleyerek manasını anlamadan hayat içinde yeri olduğu bile akla gelmeden gözlerimiz yaşlarla dolarak dinlememiz gereken kuran ayetleri değildir , Allahın ayetleri yedi deniz mürekkeb olsa bir o kadar daha katılsa mürekkebin yetmeyeceği kadar çok olup bunları doğru okumak ve hayata aktarmak bizlerin görevidir. Bu görevi kafir olanlar sadece kevni ayetler bazında okudukları için bu ayetler gereği hak ettiği şeyleri zulum olarak kullanmakta olup bizlerin bu zulme dur diyebilecek  bir hareketimiz maalesef yoktur. 

Kur'an bizlere hayatın dinamiklerini sunan ve bu dinamiklerin geçmiş örneklerini bize anlatarak gerçek olduğunu beyan eden bir kitap olup bu gerçekliklere sadece mushaf bazında iman etmek yeterli değildir. Allahın kainata koymuş olduğu kurallar çerçevesinde hareket ederek bu ayetleri okuyan kafirler, elçiler vasıtası ile gelen kitaptaki hatırlatmaları göz ardı ettikleri için dünya hayatındaki kazanımlarını insanlara zulum ve arz üzerinde fesad olarak uygularayak ebedi azaba hak kazanmaktadırlar. Eğer Allahın ayetlerini bir bütün içinde okuyup dünya hayatı içindeki kazanımlarını insanlara faydalı olmak şeklinde uygulasalardı dünya ve ahirette mutluluğa ulaşırlardı.

Sonuç olarak, Talut kıssası  israiloğulları örneğinde zulme uğrayan bir topluluğun içinde bulundukları durumdan kurtulmak için gerekli olan liyakatli bir komutan yetiştirerek onun komutası altında savaşarak içinde bulundukları durumdan kurtulmalarının Allah cc tarafından konulmuş bir sünnet olduğu gerçeğini canlı olarak anlatan bir kıssadır. İsrailoğulları prototip bir kavim olarak insanlık tarihi içinde onların başından geçen olaylar üzerinden verilen mesajlar bizler için birer ibret vesikası olarak okunması gerekmektedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Bakara s. 286. Ayeti ve Dua Etmenin Anlamı

Alemlere rahmet ve hidayet olarak indirilen kur'an, bizlere hayat içinde uymamız gereken kuralları belirleyen bir kitab'tır, Allah cc bizlere bu kitab'ta "bana dua edene icabet ederim" (2.186) buyurmakta olup, biz kullar her sıkıştığımızda  dua etmek sureti ile taleplerimizi ona arz ederek onun bu talebimizi yerine getirmesini isteriz. Allah cc dua eden kuluna icabet edeceğini vaad etmiştir, Allah cc haşa yalan söylemez, ancak yapmış olduğumuz duaların çoğunun kabul olacak dualar olmadığını da bilmeden, "sen iste nasıl olsa o verir" mantığıyla yapmaktayız. Allah cc her şeye bir kader yani ölçü koyduğuna göre yapılan duaların da kabul olması için koymuş olduğu şartlar vardır , aksi takdirde merhum şair Akif'in deyimiyle Allah cc yi yanaşma  ve ırgat gibi görmekten başka bir şey yapmış olmayız. Bakara s. 286. ayet çerçevesinde Allah cc ye yapmış olduğumuz duanın nasıl olması gerektiği konusunda ayet içinde dua ayetlerini kur'an içindeki karşılıklarını arayarak dua etmek ve duaya icabet edilmesinin nasıl olabileceği konusu hakkında bir tefekkür çalışması yapmaya çalışacağız. 

Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).

 [002.286] Allah Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz. Herkesin kesbettiği kendi lehinedir. Ve iktisab eylediği de kendi aleyhinedir. «Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ise veya hata ettik ise bizi muaheze buyurma. Ey Rabbimiz! Ve bize, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme. Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl, Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere nusret ver.»

                                       Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ

                       Allah Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz.

Bu cümle kulun üzerine yüklenmiş olan yapması yada yapmaması gerekli olan emirler  o kulun gücünü asla aşmayacak olan görevler olduğu hiç bir kulun kendi üzerinde yüklü olan görevleri hakkında "bu benim takatımı aşar" şeklinde bir itiraz ile görevden kaçmak gibi bir lüksü asla olamaz. Yaratıcı olan Allah cc yaratmış olduğu kullarının fıtratını en iyi bilen olması nedeniyle o kula yükledikleride o kulun taşıyabileceği kadar olup istiap haddinin aşılması takdirde bir hayvanın sırtındaki yük onu nasıl çökertiğini bilen hayvan sahibi bile hayvana taşıyacağı kadarını yüklerse (insanı hayvan gibi görmek gibi bir anlam anlaşılmasın ) yaratıcımızda bizleri en iyi bilen olması nedeni ile istiap haddimizi aşmayacak kadar yüklemiştir. 

[006.152]  Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar en güzel şekilden başka türlü yaklaşmayın; ölçeği ve tartıyı tam ve denk tutun. Biz, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz. Söz sahibi olduğunuz zaman yakınlarınıza ait de olsa adaleti gözetin. Allah'a verdiğiniz sözü yerine getirin. Duydunuz ya, O, düşünüp tutasınız diye bunları size emretti.
[007.042]  İnanan ve yararlı iş işleyenler ki kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz işte cennetlikler onlardır, orada temelli kalacaklardır.
[023.062] Biz herkese ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.
[065.007]  İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.

                                                 lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet

                     Herkesin kesbettiği kendi lehinedir. Ve iktisab eylediği de kendi aleyhinedir.

Bu cümleyide kur'anda pek çok ayette "la teziru vaziretun vizra uhra"(hiç bir yüklenici başka birinin yükünü yüklenmez) ayetleri çerçevesinde düşünmek gerekmekte olup, kişinin yaptığı her amel sadece kendisi için fayada ve zarar verecek olup başkasına yüklenmez.

                                          rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ,

                     «Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ise veya hata ettik ise bizi muaheze buyurma

Unutmak ve hata yapmak insanın iki özelliği olup , bu özellikler Allah cc nin emirleri noktasında gerçekleştiği zaman insan sorumlu tutularak yaptıklarının hesabını verecektir. Hatasını anlayıp geri dönmek insana açılmış olan bir kapı olup bu kapıdan ihlas sahibi kullardan başkası girmez, bir kısım kullar ise hatada ısrar ederek ahiret günü karşılıklarını alırlar. Unutma da ısrar edenlerin karşılaşacakları durum bizlere bir çok ayette hatırlatılmıştır.  Kul böyle dua etmekle unutma sonucu yaptıklarının affedilmesi talebini bir anlık hata sonucu olduğunu , hatasını anlayınca tevbe edip döndüğünü beyan ederek , rabbinin kendisini bilerek unutan hata eden ve ısrar edenlerle bir tutmamasını ister, bu isteyiş aynı zamanda hayat içinde bir karşılığınıda bularak samimi ve içten bir tevbe ve hatayı tekrarlamamak şeklinde olur. 

Kul her gün yatsı namazlarınınsonunda bunu okur fakat gereği olan ihlası hayatı içinde gerçekleştirmez ise sadece dil ile yapılan bu dua onu kurtarmaz, çünkü dil ile söze dökülmesi dildeki sözün fiile dökülmesi için yapılan bir hatırlamadır.

[018.057]  Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.
 [039.008] İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: «İnkarınla az bir müddet zevklen, şüphesiz sen cehennemliksin.»
[005.013-14]  Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.«Biz hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık; onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular, bu yüzden aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
[006.044]  Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.
[007.051]  O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.
[007.165]  Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
[009.067] İkiyüzlü erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar; elleri de sıkıdır; Allah'ı unuttular, bu yüzden Allah da onları unuttu. Doğrusu ikiyüzlüler fasıktırlar.
[025.018]  Onlar: «Haşa; Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular» derler.
[038.026]  Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.

Yukarda verdiğimiz ayet örneklerinden anlaşılacağı üzere, kendilerine hatırlatılanı unutarak Allah cc nin azabına hak kazananlar dan olmamamız bizlere hatırlatılmakta olup dua öğretilmesi ile bu hatırlatmayı zihinlerde tutmamız sağlanmaktadır. Kul böyle bir duada bulunmakla unutma yolu ile yaptığı hatanın bilerek ve ısrarcı bir hata olmadığını ve bu hatadan döndüğünü rabbine beyan eder.

                      rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ,

                Ey Rabbimiz! Ve bize, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme.

Bu dua cümlesini biraz düşünecek olursak kafamıza şöyle bir soru takılması gayet doğaldır. Allah cc kullarına olan bildirisi bu kitabın nazil olmaya devam ettiği süreç içindedir , kur'an ın nazil olması diye bir şey söz konusu olmadığı halde bizlerin böyle bir dua etmesinin anlamı nedir? çünkü eğer Allah cc bize evvelkilere yüklediği gibi bir yük yükleyecekse bu kur'anın nazil olması sürecinde olur şimdi böyle bir yükleme  mümkün olmadığı halde böyle bir dua kıyamete kadar neden edilsin?.

Bu dua cümlesi bizlerin kul olarak nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda eskilerin yaptıklarından örnekler verilerek , " ey rabbimiz biz eskiler gibi olmayacağız" demek anlamına gelmektedir şöyleki;

İsrailoğulları prototip bir kavim olarak  , Allah cc nin emirleri konusunda insanların nasıl davrandıkları ve nasıl davranabilecekleri konusunda yaşanmış  hayat içinden kesitler sunulan insan topluluğudur. Bu kavme verilen nimetler karşılığında o kavmin bu nimete karşı yaptıkları kur'an da geniş geniş anlatılarak bizlerin bu şekil bir davranışta bulunmamız hatırlatılmaktadır. Allah cc israiloğullarının yapmış oldukları bu zulümlerine karşı onlara vaad ettiği ahiret cezasından önce dünya hayatında bir takım cezalar vermiştir, bu cezalardan biriside daha önceden helal olan bazı yiyeceklerin bu zulumlerine karşılık bir ceza olarak haram kılınmasıdır. Bu ayetlerde bizlere şöyle anlatılmaktadır. 

 
[004.160-161] Yahudilerin zalimlikleri ve Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle onlara helal edilmiş olan bir çok temiz ve hoş nimetleri kendilerine yasakladık. Bir de kendilerine yasaklanmış olduğu halde faiz almaları ve halkın mallarını halsızlıkla yemeleri sebebiyle. Onların kafir olarak kalanlarına acı bir azap hazırladık.

Helal olan yiyeceklerin ceza olarak haram kılınması " ısr" olarak adlandırılmış olup israiloğulların bu "ısr" ların bir kısmı isa as ile kalkmış olup A-li imran s. 50. ayetinde beyan edilmiş geri kalanlar ise Muhammed as  ile kaldırılmış olup (nesih olgusunu bu konu içinde değerlendirebiliriz) araf s. 157. ayet içinde " Ve onlardan ağır yüklerini (ISRAHUM)ve üzerlerinde bulunan bağları kaldırır," cümlesi bu durumu anlatmaktadır. 

Kısaca özetlemeye çalıştığımız, ceza olarak bazı şeyler yüklenmesi şeklinde verilen karşılığı hatırlayarak rabbimize " EY RABBİMİZ BİZE EVVELKİLERE YÜKLEDİĞİN GİBİ AĞIR YÜK YÜKLEME" şeklinde dua etmemiz şu anlama gelmesi gerekmektedir. "EY RABBİMİZ BİZLER SENİN EMİRLERİNE EVVELKİLER GİBİ İSYAN ETMEDEN BOYUN EĞİYORUZ" 

Kul böyle bir cezayı hatırlayarak böyle bir cezanın artık vahiy şeklinde gelmeyeceğini bilir ancak , böyle bir dua etmekle evvelkilerin yaptıkları hatayı tekrarlamayacağını , tekrarlamamamsı gerektiğini rabbimizin bize böyle bir dua öğretmesi ile bilir.

"Duanın mantığı budur" diyebileceğimiz esas nokta bu cümlede beyan edilmiş olup dua etmek sadece el açıp yalvarmak anlamında değil ,Allah cc den bize layık görmesini istemediğimiz cezaları önce kendimizin HAKETMEMESİ gerektiğini bilmiş olur ve böyle bir istekte bulunmakla önce böyle bir cezayı hak edecek davranışlarda bulunmayacağımızı hatırlamış ve rabbmize bunu beyan etmiş oluruz. Rabbimiz aynı ayet içinde ve diğer ayetlerde herkesin kendi kazandığı ile karşılık göreceğini hatırlatmış olup bizlere EVVELKİLERİN HATALARINI tekrarlamamızı öğütlemektedir.

                             rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî)

                  Ey Rabbimiz! Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme.

Bu dua cümlesi de yukardaki cümle gibi bir soruya muhatap olabilir  ; Rabbimiz aynı ayet içinde " gücünün yettiğinden başkasını yüklemez" buyuruyor, hemde aynı ayet içinde bize böyle bir duada bulunmamızı istiyor bu ne anlama gelir ?. Bu sorunun cevabını yine örnek kavim olarak israiloğullarının başından geçen bir olay içinden alacağımız ders ile alabiliriz şöyleki;

Bakara s içinde anlatılan talut kıssasını hatırlayacak olursak , israiloğullarının başına geçen talut , ordusu ile yola çıkınca onlara bir takım emirler verir ve kendisine olan sadakatlerini görmek ister , fakat israiloğullarının bir kısmı bu sadakati göstermezler . Sadakat göstermeyen tarafta olan askerlerin şu sözü yukardaki dua cümlesini anlamamıza yardımcı olacaktır. " «bizim bu gün Calut ile ordusuna takatımız yok»" diyerek sadakat'ten ayrılma yolunu seçen askerlerin bu sözü söylemelerine sebeb olan sadakatsizliğin bizler tarafından tekrarı istenmemekte olup yine daha önceki dua cümlesindeki HAKETMEK ile yakından alakalıdır. 

Şimdi soralım; bu takatsızlık nasıl olduda gerçekleşti çünkü sadakat gösteren tarafta olanların söyledikleri söz olan "«Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir»"sözü onların takatları olduğunu ve bu takat ile düşmana galebe çalacaklarına dair olan inançlarını dile getirmektedir. Allah kişiye gücünün yüklemediğini söylerken yalan söylemediğine göre bu takatsızlık nasıl oldu gerçekleşti diye soracak olursak, komutana riayet etmek gerektiğini bilipte bu itaatten geri duranların yaptıkları hatayı anlayınca böyle bir demoralize olmaları olarak görebiliriz. 

Kur'an ayetlerinin birbiri ile nasıl bir anlam bütünlüğü olduğunu hatırlattıktan sonra, bu anlam bütünlüğünü , israiloğullarının yaptıkları hatalar üzerinden sonraki gelenlerin tekrarlamamaları hatırlatılmaktadır. İsrailoğulları gördükleri zulum üzerine bir komutan talep edip bu zulmü bertaraf etme isteklerini elçilerine bildirmişler , Allah cc de onlara talut'u göndermiş fakat savaşmak israiloğullarına güç gelmiştir. Aynı durumun enfal,tevbe,ali imran gibi özellikle medine de nazil olan sureleri okuduğumuzda müslümanlar arasındada meydana çıktığı görülür. İsrailoğulları ve müslümanlar arasındaki ortak bağ hepsinin insan olması ve insanın özelliklerinden biriside zoru gördümü yan çizmek olduğu bilinen bir gerçektir. 

Ayet içindeki dua cümlesi ile bizlere yine şu hatırlatılmaktadır; "Allahın size gücünüz üstünde yük yüklememesi her zaman geçerli bir söz olup sizler gereki olan şartları yerine getirmeyip itaatten ayrıldığınız zaman bu güçten mahrum kalırsınız ve karşınızdaki sorunun sizin takatinizi aştığınızı sanırsınız.

Bizler Allah cc ye bu şekilde bir dua etmekle şunu teyid etmiş olmaktayız. " Ey rabbimiz senin bize verdiğin sözün geçerli olması için senin bizim için koymuş olduğun ölçüler dahilinde hareket ederek senden yardım istiyoruz" , aksi takdirde elimizi kolumuzu bağlayarak herhangi bir işin gerçekleşmesi için konulan ölçülere riayet etmeden sadece dua etmek ile Allah cc bizleri hiç bir işimizde muvaffak kılmaz, aksine eğer kafirler Allah cc nin koyduğu ölçüler dahilinde hareket ederse muvaffakiyet bugün bir çok konuda olduğu gibi onların olur.

                                               va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ

               Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl

Bu dua cümlesi içinde geçen  af ,mağfiret ve merhamet isteği kulun rabbi karşısında olan acziyetini ifade etmekte olup bu isteklerin gerçekleşmesi sadece sözde bir dua ile değil bu dualardaki isteğin önce kul tarafından hayat içinde yerine getirilmesi şeklinde olması gerekir. Allah cc affedici olduğunu bizlere bir çok ayetinde beyan etmekte ancak bu af, kulun nasılsa af var deyip her günahı işlemesine kapı aralamamaktaolup unutma sonucu meydana gelen günahların hatayı anlayıp bir daha ona göre dönmemek şartı ile olduğu unutulmamalıdır. Kul yaşamış olduğu hayat içinde af ve mağfirete layık olacak bir amel işlemesi gerektiğini bu dua ile hatırlar ve her an günah işleyebileceğini unutmadan böyle bir günah içine düşmemeye gayret eder.

                                     ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).

                     Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere nusret ver.»

Kafir kavim üzerine nusret taleb etmenin belirli şartları yerine getirmek sureti ile olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır. El açıp sadece dua etmek ile Allah cc nin kafirleri helak edeceğini zannetmek tıpkı israiloğullarının Musa as a dediği gibi " sen ve rabbin gidin savaşın" demek anlamına gelmektedir. Allah cc için seçilmiş bir ırk veya din mensubu olmuş olmayıp koyduğu ölçülere riayet edenlere yardımı gerçekleşir. Eğer kafir bir kavim gerekli şartları yerine getirir ise yardım onların üzerine olur , rabbimiz " onlar bana iman etmiyor" diyerek onlara yardım etmeme gibi bir durumu yoktur. Bugün müstekbirler bütün güçleri ile mazlumlar üzerindeki sömürülerini devam ettiriyor ise onların elini açarak "Allahım mazlumlara karşı bize yardım et" demeleri şeklinde değil onun koyduğu ölçülere hareket eden müstekbirlerin çalışma dili ile " Allahım bize onlara karşı yardım et" şeklindeki dualarının karşılığıdır. Bizler Allah cc nin koyduğu ölçülere riayet etmeksizin gökten meleklerin inip kafirleri helak etmesini bekler isek daha çooook bekleriz. 

Sonuç olarak; bilmediklerimize bize öğreten alemlerin rabbi olan Allah cc , bizlerin ondan dua etmek yolu ile olan taleplerini karşılamak belli ölçüler koymuştur. Cehennemden kurtulmak için sadece "beni cehennemden kurtar" diye dua etmek yeterli olmayıp oraya girmeyi gerektirecek amellerdende uzak durmak gerekmektedir. Fakir olana gökten para yağdırmayan Allah cc bu parayı kazanmak için çalışmak gerektiği ölçüsünü koymuştur. Kafirlerin zulmunden kurtulmak için elleri semaya kaldırıp sadece dil dua etmek yeterli olmayıp bu zulme engel olacak tedbirleri almak gereklidir. Allah cc rahman ismi gereğince mü'min kafir ayrımı yapmadan koyduğu ölçülere riayet edenleri başarıya ulaştırmakta olup seçilmiş kul şeklinde bir ayrımı yoktur .

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

9 Haziran 2014 Pazartesi

Yunus a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Aktarmak

Kur'an kıssa yollu anlatım metodu ile muhataplarına vermek istediği mesajı gözlere ve kulaklara hitap ederek zihinlerde daha kalıcı bir yer tutmasını sağlamıştır, hangi birimiz yıllar önce seyrettiğimiz herhangi bir sinema veya tiyatro eserini dün seyretmiş gibi hatırlamayız?. Kur'an bizden öncekilerin geçmiş yaşantısını kıssa olarak anlatmak ile bizlerin  hisse almasını sağlamak olması gerçeği, çoğunluk tarafından doğru okunamamış ve "aya değil parmağa bakmak" veya " kıssa içinde dönüp dolaşmak metodu şeklinde okunmuş ve eskilerin masallarına dönüştürülmüştür. 

Kur'an kıssalarını 2 farklı okuma başlığı altında toplarsak, 1- geleneksel tefsir metodu içinde gördüğümüz kıssa içinde dönüp dolaşarak yaşandığı zaman ve mekana hapseden bir okuyuş , 2- bu okuyuşa tepki olarak, özellikle mucize olarak nitelenebilecek olayların yorumlarında mecaz olarak anlaşılması gerektiği şeklinde akılcı bir okuyuş şeklinde özetleyebiliriz. Her iki okuyuşun ortak noktası kıssanın mesajını anlamamak olarak ortaya çıkmakta olup problemli bir okuyuş olduğunu düşünmekteyiz. 

Bu metodlar çerçevesinde yapılmış olan okumaları eleştirmekten ziyade teklif ettiğimiz metodu anlatarak, bu  metod içinde yaptığımız okuma örneklerini paylaşmak istiyoruz. Teklif ettiğimiz metod kısaca şöyledir; kıssaları yaşanmışlığı içindeki anlatımları gerçek olarak anlayıp bu gerçekliğin bizlere verdiği mesaj ne olabilir? sorusunun cevabını aramak şeklinde özetleyebiliriz. Bu yazımızda Yunus as kıssası üzerinde durarak o kıssa üzerinden bizlere verilmek istenen mesaj nedir? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. 

 Önce Yunus as kıssasını kısaca hatırlayalım; Yunus as ı Allah cc kavmine elçi olarak seçmiş ve onları tevhide davet etmesi için görevlendirmiştir, ancak kavminin inadı karşısında bir gemiye binerek kavmini terketmiş ve gemiden denize atılarak balık tarafından yutulmuş ve balığın karnında ettiği dua ile kurtarılmış, yeniden kavmine dönmüş ve o kavmi ona iman ederek helak olmaktan kurtulmuştur.

Yunus as ın kıssasını kur'anda bu şekilde anlatıldığını görmekteyiz, geleneksel okuma onu yutan balığın cinsini tartışmış , modernist okuma böyle bir olayın aklen olmasının mümkün olmadığı olayın mecaz olduğu yönündeki yorumlar ile kıssayı okumaya çalışmıştır. Olayın mecaz olup olmadığını tartışmaktan ziyade , olayı hakiki olarak anlayıp bu hakikat üzerinden bizler nasıl bir mesaj çıkarabiliriz sorusunu cevaplamaya çalışalım. 

Yunus as kavmini terketmesi öncelikle tebliğ görevi ile ilgili olarak okunmalı ve öncelikle Muhammed as a bu terkediş örneği verilerek "onun gibi olma" emri verilmekte, bu emir bizler için de geçerlidir. Müslümanlar dan olmak iddiasında olmanın  gereklerinden birisi de Allah cc nin vahyini hayata aktarmak ve o vahyi başkalarına tebliğ etmektir, bu tebliğ sürecinde önümüze her türlü engelin çıkacağını bize örnekleri verilen elçilerin kıssalarında da görmekteyiz. Yunus as dışındaki elçiler bu süreç te sonuna kadar mücadele etmişler ve önlerine çıkan engelleri vahyin onlara çizdiği yol içinde göğüs germişlerdir. 

Yunus as kavmini terkederek yaptığı hatayı ancak denize atıldığı zaman anlamış ve bu hatasından dönerek tevbe etmiş ve tevbesi kabul edilerek görev yerine yeniden dönmüştür. Kavmini terkettikten sonra onun başına gelenleri kendimiz ile bir paralellik kurarak okumak bizlerin de bir anlık hata sonucu böyle bir duruma düştüğümüzde karşılaşacağımız sonuç noktasında Yunus as kıssasından örneklik çıkarmak durumundayız.

Hata yapmak insana has bir özellik olup , hatasını anlayıp geri dönüp tevbe etmek Allah cc nin insana açmış olduğu bir kapıdır. İnsan ne kadar ağır bir günah işlemiş olursa olsun kendisinin bu günahının Allah cc tarafından affedileceğini umarak ondan, yaptığı günahın affedilmesini isteyebilir. Allah cc nin affedici olduğuna dair bir çok ayet bunun gerçekliğini anlatmasının yanısıra Yunus as örneğinde bu affediciliğinin gerçek hayat içinde yansıması bizlere gösterilmektedir. 

Yunus as ın balığın karnında olduğu zaman kur'anda "zulumat" (karanlık) kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu kelime den hareket ederek balığın karnında olmasını ve bu zulumattan kurtulmasının bizim için ne ifade edebileceğini anlamak kolaylaşır.

 [021.087]  Zünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti de Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar(zulumati) içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben gerçekten zalimlerden oldum diye.» seslendi.

Enbiya s. 87. ayetinde balığın karnındaki halinin anlatıldığı "zulumat içinde" olmasının ne olduğunu bu kelimenin ifade ettiği anlamı kur'an genelinde okuyarak anlayabiliriz. Zulumat (karanlık) kelimesi nur (aydınlık) kelimesinin zıddı olup, bu kelime kur'anda hakiki ve mecaz anlam şeklinde kullanılmaktadır. Hakiki anlamını nuzül öncesi arapların kullandığı dil anlamında "gecenin karanlığı içinde etrafını görememek" şeklinde olup , kur'an nazil olmaya başlayınca bu kelimenin anlamı genişlemiş , "vahyi kabul etmeyerek ışıktan yani nur dan mahrum kalmak"  şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Allah cc zulumat içinde kalan kullarına her zaman tevbe kapısını açmış ve onları bağışlayacağını vaad etmiştir. Yunus as ın balığın karnında olmasının gerçek  mekan olarak birleştirecek olursak , sesini duyurabilecek ve yardıma koşabilecek kimsenin olmadığı bir mekan olarak denizin metrelerce altında ve bir balığın karnında olan Yunus as ,sesini sadece alemlerin rabbi olan Allah cc nin duyabileceğini bildiği için ona tevbe etmiş ve bu ses denizin metrelerce altından bir balığın karnının içinden başka kimsenin duymasının imkanı olmayan bir yerden çıkmış ve "beni çağırdığınızda size icabet ederim" diye buyuran tarafından duyulmuş ve zulumat içinden (balığın karnından) kurtarılmıştır. 

Bu kurtarma sadece Yunus as a has bir  olmayıp kıyamete kadar hata ve isyan içine düşüp rabbine dua eden her insan için vaad edilmiş bir durumdur. Her insan bir şekilde hata edip Yunus as ın içinde düştüğü durum gibi çok sıkıntılı bi duruma düşebilir. İnsan düştüğü durum hali itibari ile "bundan daha beter bir duruma düşemem" dediği bir anda çağırınca duyurabileceği ve günahlarını bağışlayacağını bildiği , bu çağrıya icabet edecek olan bir varlığın olduğunu bilmesi bu kıssanın bizlere anlatılma amacı olduğunu anlayabiliriz.

Allah cc nin dışında kulluk edilen putların , çağıranın sesini duyamayacaklarının bir çok ayette vurgulanması , kullarının çağrısını duyan ve ona icabet edecek olanın sadece Allah cc olduğunun gerçek hayata yansımış bir anlatımı olan Yunus as ın balığın karnında olması ve oradan kurtarılmasını mecazi olarak okumanın şöyle bir yanlışı olduğunu hatırlatmak isteriz. Allah cc bizlere  , kendisinin her an kullarını işittiğini her ne durumda olurlarsa olsunlar onlara yardım edeceğini vaad etmiş olup tevbeleri kabul eden ve kullarını kurtuluşa çıkaranın kendisi olduğunu beyan etmektedir. Yunus as kıssası bu durumdan kurtarmanın gerçek bir örneğini vermiş olup mecazidir denildiği zaman gerçek olmadığı gibi bir iddia ortaya atılmış olup kıssanın bizlere anlatılış amacına uygun bir düşünce değildir. 

Aynı kıssanın saffat suresinde anlatılan ayetlerinin 142. ve 144. ayetler  içinde şöyle buyurulmaktadır. 

037.142-144 O yaptığından ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu yutuverdi. Eğer çok tesbih edenlerden olmasa idi.Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.

Bu ayetleri eğer yüzeysel bir okuma yaparsak şöyle bir soru kaçınılmazdır. Yunus as tesbih edenlerden olmasaydı balığın karnında diriliş gününe kadar nasıl kalır, balık diriliş gününe kadar hiç ölmeyecekmi ki böyle söylenmektedir , bunu nasıl anlamak gerekmektedir?. Bu anlatımı şöyle anlamak mümkündür; Yunus as eğer hatasını anlayıp tevbe etmeseydi bu günahından asla kurtulamayacak enbiya s. 87. ayet te gördüğümüz zulumat içinde kalmış olacak ve yeniden diriliş günü bu günahının cezasını çekmek üzere hesab günü Allah cc nin karşısına çıkacaktır.

Sonuç olarak; bizlere yaşanmış olaylar üzerinden Allah cc nin vaadinin, kulu  hangi şartlar altında olursa olsun  gerçekleşeceğini Yunus as kısssası örneğinde anlatan rabbimiz , bizlerinde hangi şartlar altında olursak olalım, elçisi Yunus as gibi çağrımıza icabet edeceğini beyan etmekte olup balığın karnında olmak durumu ile herhangi bir insanın çok zor şartlar altında olmasını bir paralellik içinde anlarsak balığın karnında bir insan nasıl yaşar gibi bir soru ile kıssanın asıl amacından sapmadan gerekli hisseyi almış oluruz. Kıssaların bizim hayatımıza yansıması nasıl olabilir? şeklinde sorunun cevabını Yunus as örneğinde böyle vermeye gayret ettik, diğer elçilerin örnekliğini bu çerçevede okuma merkezli diğer yazılamızı da bundan sonra elimizden geldiğince yayınlamaya devam edeceğiz.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

8 Haziran 2014 Pazar

A'la s. 6.7. Ayetleri Okutulanın Unutturulmaması

Kaynağı kur'anda olmayıp başka kaynaklardan devşirilmiş ve kur'ana onaylattırılmak istenen konulardan bir taneside , kur'an ayetlerinin birbirinin hükmünü kaldırması şeklinde ve Allah cc nin Muhammed as a indirip sonradan unutturulduğu iddia edilen ayetler olduğu şeklinde ortaya atılan nasih mensuh teorisidir. Bu teoriye göre kur'an içinde bazı ayetler önce gelen ayetlerin hükmünü kaldırmıştır. Bu teorinin kaynağı , kur'ana rağmen oluşturulan diğer düşünceler gibi uydurma hadisler bile olmayıp ilk dönem tefsircilerinin kur'an ayetlerinin birbiri ile arasındaki bağı kuramaması sonucu buldukları bir çaredir. 

Nasih mensuh teorisi ile ilgili olarak Muhammed as dan rivayet edilen bir tek hadis dahi olmamasına rağmen, sahabe sözü şeklinde gelen rivayetler ile kur'anın mevsukiyetine gölge düşürülmüş ve traji komik sonuçlar  ortaya çıkmıştır. Bu teori ile ilgili düşünceler kişisel kararlar olarak kendini bulmuş ve kur'anda hükmü kalkan ayetler olduğunu iddia edenler  en az 5 en fazla 250 ayet arasında olduğu şeklinde farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bu fark bile konunun ne kadar kaypak bir zemine oturduğunu göstermesi açısından yeterlidir. 

Bu teori altında  alt kategoriler oluşturulmuş olup 1-metni ve hükmü baki ayetler , 2- metni baki hükmü mensuh ayetler , 3- metni ve hükmü mensuh ayetler, 4, metni mensuh hükmü baki ayetler şeklinde ayrım yapılmıştır. 4. kategorinin oluşturulmasının nedeni kur'anda olmayan zina suçu işleyen evli kişinin recmedilerek öldürülmesine dayanak olması için , 3. kategorinin oluşturulmasının nedeni fecaat bir durum arz etmekte olup , Muhammed as a indirilmiş olupta ona unutturulan!! ayetler için oluşturulmuştur. Bu duruma dayanak olarak A'la s. 6.7 . ayetleri delil olarak sunulmuş olup bu yazımızın konusunu teşkil etmektedir. A'la s. 6.7. ayetleri şu şekildedir. 

Senukriuke fe lâ tensâ.
[087.006] Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.

İllâ mâ şâallâh(şâallâhu), innehu ya’lemul cehre ve mâ yahfâ.
[087.007]  Yalnız Allahın dilediği başka çünkü o açığı da bilir gizliyi de

Bu ayetler delil alınarak sonradan oluşturulmuş bir düşünceye kılıf olarak geçirilmeye çalışılmış ve " bak Allah cc sana dilediğimizi unuttururuz" diyor denilerek, nasih mensuh adı altında işlenen bu cinayet haşa Allah cc nin üzerine atılmaya çalışılmıştır. Allah cc ye binlerce hamd olsun ki mesani özelliğine sahip olarak indirdiğini beyan ettiği kitabına karşı, kur'an onayından geçmeyen herhangi bir düşünce ortaya atmaya çalışanların elini kolunu yine aynı kitabın içinde olan ayetler ile bağlamaktadır, nasılmı bağlamaktadır ? bunun cevabı alttaki vereceğimiz ayetler ile görülecektir.

A'la suresi 6. ayetinde " sana okutacağız unutmayacaksın" buyurulmasından sonra 7. ayette istisna kullanılarak "illa ma şaallah" (Allah ın dilediği müstesna) şeklinde gelmesi bir kısım ayetin unutturulacağını değil aksine , Muhammed as a okutulan hiç bir şeyin unutturulmayacağını, bu garantinin Allah cc nin uhdesinde olduğu bildirilmektedir. Muhammed as öncelikle bir insan olması nedeniyle ona okutturulan şey yazılı olarak eline verilmediği için haliyle unutmak gibi bir kaygı içine düşebilirdi , böyle bir garanti verilerek ona okutulanın unutturulmayacağı anlatılmaktadır , istisna getirilmesi imkanlılığı değil aksine imkansızlığı bildirir. "İlla ma şae allahu" ibaresinin geçtiği ayetleri okuduğumuz takdirde bu iddianın nasıl mesnetsiz bir iddia olduğu ve kur'ana rağmen oluşturulduğu ortaya çıkacaktır.

Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ messeniyes sûu in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
[007.188]  De ki: Ben, kendime Allah'ın dilediğinden başka ne fayda verebilirim, ne de zarar. Eğer ben, gaybı bileydim; daha çok hayır yapmak isterdim. Ve bana, hiç bir fenalık da dokunmazdı. Ben, sadece iman eden bir kavme uyarıcı ve müjdeciyim.

Kul lâ emliku li nefsî darran ve lâ nef'an illâ mâ şâallâh(şâallâhu), li kulli ummetin ecel(ecelun), izâ câe eceluhum fe lâ yeste'hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn(yestakdimûne).
[010.049]  De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar.»

Araf s. 188 , yunus s. 49. ayetlerine baktığımız Muhammed as ın Allah cc nin dilemesi dışında kendisine fayda ve zarara malik olamayacağını söylemesi istenmektedir, böyle bir istisna getirilerek kulları hakkında bütün gücün Allah cc nin elinde olduğu bu gücün kapsama alanına Muhammed as  ında dahil olduğu beyan edilmekte olup ayet böyle bir duruma kapı aralanabileceğini bildirmez. 


Ve yevme yahşuruhum cemîa(cemîan), yâ ma’şerel cinni kadisteksertum minel ins(insi) ve kâle evliyauhum minel insi rabbenestemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenellezî eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).
[006.128]  Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir.

Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznih(iznihî), fe minhum şakıyyun ve saîd(saîdun).
Fe emmellezîne şekû fe fîn nâri lehum fîhâ zefîrun ve şehîk(şehîkun). Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel'ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), inne rabbeke fe'âlun limâ yurîd(yurîdu). Ve emmellezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), atâen gayre meczûz(meczûzin).
[011.105-108]  (Kıyametin) Geleceği günde, O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez. Artık onlardan kimi 'bedbaht ve mutsuz', (kimi de) mutlu ve bahtiyardır. Mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orda (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır.Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada temelli kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır. Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orda temelli kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır.

En'am s. 128 , hud s 105-108. ayetlere baktığımız cehennem ve cennet'ten çıkışın Allah cc nin dilemesine bağlı şeklinde yine bir istisna getirildiğini görmekteyiz. Kafirler için cehennemin , mü'minler için cennet'in ebedi olduğunu beyan eden ayetler ışığında bakacak olursak getirilen bu istisnanın cehennem veya cennet'ten çıkışın imkanlılığına dair bir haber olarak değerlendirmek mümkün değildir. İstisna kullanımı, bu konuda tek yetkilinin Allah cc olduğu karar verme yetkisine sahip ondan başka olmadığı şeklinde anlaşılması gerekir. 

A'la s. ayetlerindeki istisna ile yukardaki ayetlerdeki istisna kullanımını birlikte düşünerek "Allah'ın dilemesine bağlı olarak" şeklinde getirilen istisnayı nasıl cehennem ve cennet'ten çıkışa bir yol olarak görmek mümkün görünmüyorsa , a'la s. ayetlerindeki istisnayı da Muhammed as indirilen kur'an'dan bir kısım ayetlerin unutturulacağına dair bir delil olarak görmek mümkün değildir.

Rivayetler gölgesinde kur'anı anlamak öyle bir hastalık haline gelmiş ki , herkesin malumu olduğ üzere Muhammed as indirilen vahyin indiği anda yazılmış olması bile bu unutturulma rivayetlerini red etmeye yetmemiş , ve sefilce diyebileceğimiz bir düşünce ile yazılan vahyin Allah cc tarafından imha edilebileceği bile iddia edilerek "kedi bile yemiş olabilir " şeklinde savunmalar getirilebilmiştir.

Sonuç olarak; kur'ana rağmen din oluşturma gayretlerinin bir uzantısı olarak icad edilmiş olan nasih mensuh teorisi adı altında dile getirilen ,"metni ve hükmü mensuh" kategorisi başlığı altında açılmış olan düşünce de , Allah cc nin bazı ayetleri unutturduğu iddia edilerek kur'an ın mevsukiyetine gölge düşürülmeye çalışılmış olup, bu cinayete maalesef kur'an ayetleri dayanak edilmeye çalışılmış , a'la s. 6-7. ayetlerinde okutulanın Allah cc nin dilemesine bağlı olarak unutturulabileceği iddia edilip rivayetlerde bu unutturulan!! ayetlerin hangiler olduğu yer almıştır. Kur'anın mesani bir kitap olma özelliği kur'ana rağmen din oluşturmaya çalışanların bu düşüncelerini kur'ana onaylattırma çabalarını her zaman kursaklarında bırakmış olup, "illa" istisnası şeklinde gelen başka ayetlerde böyle bir imkan olmadığının ortaya çıkması bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koymuştur. Bugün rakamlardan yola çıkarak kur'an a bazı ayetlerin ilave edildiğini iddia edenlere haklı olarak kafir diyenler, rivayet kitaplarında sayfalarca yer tutan kur'ana alınmayan ayetler olduğuna inanıp bunu müdafaa etmelerine acaba ne denir?

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Fesad Kelimesi Etrafında Kur'an da Bir Yolculuk

Fesad, kur'anın anahtar terimlerinden birisi olup insan hayatını çok yakından  ilgilendiren bir kelimedir. Bu kelimeyi baz alıp kronolojik bir süreç izleyerek insanlık tarihini bu kelimenin geçtiği ayetler çerçevesinde bir okuma çalışması yapmak istiyoruz.

Elfesadü: "bir nesnenin itidalin dışına çıkması" anlamında olup,  bu çıkış az veya çok olabilir. Bu kelimenin zıddı "salahün" dür. Nefisle bedenle ilgili ve doğruluğun dışına çıkmış şeylerle ilgili kullanılır.Fiil olarak "itidalin dışına çıktı"anlamında "fesede" şeklinde kullanılır. (elmüfredat)

Bu kelimenin insanlık tarihinin seyri içindeki anlamı için ilk insanın yaratılması ile ilgili olarak anlatılan bakara s. 30. ayetinden başlamak gerekmektedir. 

 [002.030]  Hani, Rabbin meleklere: «Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.» dediği vakit, «Biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak bir yaratık mı yaratacaksın?» dediler. «Her halde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!» buyurdu.

Bakara s. 30. ayetinde arzda halife (bir biri ardınca gelen) olarak yaratılacak olan insan için "orada fesad çıkaracak olan" şeklinde melekler tarafından bir söz kullanılması,bu sözlere karşılık Allah cc nin " ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim" şeklinde ki cevabının karşılığını fesadçıların sonları ile ilgili ayetlerde göreceğiz. 

İnsanlık tarihinin ilk fesad örneğini Adem in iki oğlunun kıssasının anlatıldığı maide s. 27-31. ayetlerde görmekteyiz kıssa dan sonra gelen ayette maide 32. de ise şöyle buyurulmaktadır. 

 [005.032]  Bundan dolayı İsrailoğullarının üzerine yazdık ki, her kim bir şahsı, bir şahıs mukabilinde veya yerdeki bir fesattan dolayı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur ve her kim de bir şahsın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanları ihya etmiş gibi olur. And olsun ki, Bizim peygamberlerimiz onlara beyyineler ile gelmişlerdir. Sonra onlardan birçokları bunu müteakib yeryüzünde muhakkak müsrif kimseler olmuşlardır.

Maide s. 32. ayeti öldürülmeyi hak edecek bir şuç işlemeksizin öldürülen bir kişinin katlinin Allah cc indinde ki durumunu ifade etmekte olup, ayrıca ayetteki "bütün insanları öldürmüş gibi" şeklindeki bir ifade ile bir insanın ne kadar değerli olduğunu göstermesi açısından önemli bir noktadır. Ayette "israiloğullarına yazdık" şeklinde bir ifade kullanılması surenin medine de inmesi ve medine de ağırlıklı muhatap kavmin israiloğulları olması ve kur'an genelinde onların fesad konusunda başı çekmeleri hatırlanacak olursa israiloğullarından isim verilerek bahsedilmesi anlaşılabilir. İsrailoğullarına kur'an vasıtası ile emirlerin içinde fesada koşmamaları , haksız yere cana kıymamaları gibi emirlerin olduğu hatırlanacak olursa yaptıkları bu zulmun Allah cc indinde ne kadar büyük bir cürüm olduğu anlatılmaktadır. 

İsrailoğullarının üzerine yazılması diğer insanların üzerine yazılmadığı anlamına gelmemelidir, haksız yere cana kıyan insanın kavmi ne olursa olsun suçun büyüklüğü maide s. 32. ayetinde yazıldığı gibidir. Allah cc bunu bir suç olarak görmüş ahiret cezasından önce dünya cezasının nasıl olması gerektiğini maide s. 33. ayetinde bildirilmiştir.

[005.033] Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır.

Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin kavimlerine olan tebliğlerine bakacak olursak fesad çıkarmamaları emrinin tekrarlandığını görmekteyiz. 

 [007.073-74]  Semud kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Salih onlara dedi ki, 'Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhımız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Şu Allah'ın dişi devesi size bir delildir. Bırakın onu, Allah'ın çayırında otlasın, sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa acı bir azaba çarptırılırsınız.Düşünün ki (Allah) Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
 [007.085-86]  Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı. Dedi ki: Ey kavmim; Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiç bir ilahınız yoktur. Rabbınızdan size apaçık bir burhan gelmiştir. O halde ölçüyü ve tartıyı doğru tutun. İnsanların eşyasını eksik vermeyin. Ve o, ıslah olduktan sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın. Bunlar, sizin için hayırlıdır, eğer mü'minlerden iseniz. Ve siz, Allah'a iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoyarak ve onun eğriliğini isteyerek, her yolun başını tutup oturmayın. Hem hatırlayın ki; siz, vaktiyle pek az idiniz de sizi O, çoğalttı. Ve bakın fesad çıkaranların sonu ne olmuştur.
 [007.101] İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler.
[007.103]  Sonra onların ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve erkanına gönderdik. Onlar buna karşı haksızlık ettiler. Bir bak ki; fesadçıların sonu nice oldu?
 [010.090-91] İsrailoğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla ardlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda: «İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben O'na teslim olanlardanım» dedi.Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve fesat çıkaranlardandın.
[027.046-48] Dedi ki: «Ey kavmim, neden iyilikten önce, kötülük konusunda acele davranıyorsunuz? Allah'tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki esirgenirsiniz»«Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık» dediler. Salih: «Uğursuzluğunuz Allah katındandır; belki imtihana çekilen bir milletsiniz» dedi.Şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar o yerde bozgunculuk yapıyor, iyilik yapmaya yanaşmıyorlardı.
[028.076-77] Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.Ve Allah'ın sana verdiğinde, ahiret yurdunu araştır ve dünyada olan nâsibini de unutma ve Allah sana ihsan ettiği gibi ihsanda bulun ve yeryüzünde fesat arama. Şüphe yok ki, Allah müfsitleri sevmez.
[029.028] [SY] Lût’u da halkına resul olarak gönderdik. Onlara dedi ki: «Nedir bu haliniz? Siz dünyada sizden önce hiç kimsenin yapmadığı pek iğrenç bir şey yapıyorsunuz. Siz, gerçekten erkeklere gidecek, yolu kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapıp duracak mısınız?» dediği zaman, kavminin cevabı ancak şöyle demeleri oldu: «Haydi, getir bize Allah' ın azabını, eğer doğru söyleyenlerden isen!»
[029.036] Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi.

Yeryüzünde fesad çıkarmaya meyyal olan insanın, bu fesadının cezasını dünya ve ahirette çekeceklerine dair elçiler tarafından verilen haberleri red ederek fesada devam etmelerinin akıbetleri helak ile neticelenmiştir. İnsanın fesada yönelik eylemleri hiç bir zaman yanında kar kalmamış ya helak edilmek yada başkaları tarafından önlenmek sureti ile bu fesadlarının cezalarını her zaman çekmişlerdir. 

Kur'anda en fazla yer tutan kıssa olan Musa as ve israiloğulları ile ilgili anlatımlar da fesad kelimesinin  fazlaca kullanıldığı görülmektedir. İsrailoğulları prototip bir kavim olarak arz üzerinde fesad çıkaran ve bu fesadlarının cezasının yaşanmış olarak gören bir kavim olup o kavmin yaptığı fesada karşılık gördükleri muamele sadece onlara has bir durum olmayıp bütün insanlar için geçerli olan bir durumdur. Kuranın nazil olduğu dönem itibarı ile düşünecek olursak muhatap kavim olan israiloğullarına ,bir çok ayette fesada koşmamaları emredilmekte , şayet fesada devam etmeleri halinde önceden başlarına gelenlerin yine tekrarlanacağı tehdidi ayetlerde yapılmış olup ve bu tehdid, müslümanların onları yerlerinden sürmeleri ve savaşta katletmeleri şeklinde gerçekleşmiştir.

 [002.251] Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Carut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.

 Bakara s 251. ayetinde diğer fesadçılar tarafından yurtlarından çıkarılan israiloğullarının Allah cc nin yardımı ile savaşarak fesadçıları alt ettikleri bildirilmekte olup fesadın ortadan kaldırılmasının da şekli anlatılmaktadır. Ancak israiloğulları Muhammed as elçi olarak geldiği zaman müslümanlara karşı fesad hareketine devam etmişlerdir. İsraioğullarına zulmedenler Allah cc nin sünneti gereği etkisiz hale getiriliyor , ama sonra zulme uğrayan israiloğulları bu zulmü ve fesadı kendileri işlemeye başlayınca sünnetullah yine işliyor ve bu sefer israiloğulları başkaları tarafından etkisiz hale getiriliyor.

[017.004-8]  Ve İsrailoğullarına kitapta hükmettik ki, muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak ki, bük bir yükselişle yükseleceksiniz. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi. «Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz; mallar ve oğullarla size yardım edecek ve sizin sayınızı artıracağız.»İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.

İsra s. 4-8. ayetlerinde Allah cc nin bir sünneti olarak fesada koşanların başkaları tarafından her zaman bertaraf edileceği haberi verilerek bu sünnetin israiloğulları üzerinde geçmişte olan uygulaması hatırlatılmakta ve eğer aynı fesada koştukları takdirde önceki akıbetlerine uğrayacakları haber verilmektedir. İsra s. nin mekkede hicrete yakın bir zamanda nazil olduğu ve bu ayetlerde israiloğullarının karşılacakları müslümanlara karşı takınacakları fesadçı tutumlarının cezasız kalmayacağı önceden haber verilmektedir. İsra s. 4-8. ayetler arası ulusların dünya üzerinde halleri açısından çnemli bir bilgi içermekte olup " zulm ile abad olanın ahiri berbat olur" atasözü ile bir paralellik arzetmektedir.

[002.060]  Ve bir vakit Musa, kavmi için su dilemişti, biz de asan ile taşa vur demiştik, onun üzerine ondan on iki pınar fışkırdı, her kısım insanlar kendi su alacağı menbaı bildi, Allahın rızkından yeyin, için de müfsitlik ederek yer yüzünü fesada vermeyin.
[007.142]  Musa'ya otuz gece vade verdik. Sonra bunu on ile tamamladık. Böylece Rabbının ta'yin ettiği vakit, kırk gece olarak tamamlandı. Musa kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmim içinde, benim yerime geç. Islah et ve fesadçıların yoluna uyma.
[002.011-12] Kendilerine: «Yeryüzünde fesat çıkarmayın» denildiğinde: «Biz yalnızca ıslah edicileriz» derler. Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.
 
[002.027] Allah'ın ahdini pekiştirdikten sonra bozanlar, birleştirilmesini emrettiği şeyi koparanlar, yeryüzünde fesad çıkaranlar, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
 [005.064]  Yahudiler dediler ki: Allah'ın eli bağlıdır. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın, la'net olsun. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle infak eder. Rabbından sana indirilen; andolsun ki, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfürünü artıracaktır. Onların aralarına kıyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret saldık. Savaş için ateşi ne zaman körükleseler; Allah, onu söndürür. Ve yeryüzünde fesada koşarlar. Allah, ise fesadçıları sevmez.

Allah cc nin fesad çıkarmayın emrini elçileri ile alan israiloğulları bu emre tabi olmak yerine isyan etmişler ve bu isyanları Muhammed as ın gelmesi ile onun medineye hicretinden sonra had safhaya ulaşmıştır. Allah cc koyduğu sünnet gereğince (22.40/2.251) israiloğullarının bu fesadını müslümanlar eli ile bertaraf etmiştir. 

 [059.002-5]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azap verecekti. Ahirette onlara ateş azabı vardır.Bu, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir.İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır.

 Haşr s. 2-5. ayetlerinde fesad ehli olanların koyulan sünnet gereği nasıl alt edildiklerinin örneği yaşanmış şekli ile bizlere bildirilmekte olup bu sünnet kıyamete kadar geçerli olmuş olmasına rağmen fesadı savmakla yükümlü olan bizlerin o fesada karşı gerekli olan kuvveti hazırlayarak Allah cc nin yardımını talep etmememiz nedeniyle böyle hakir ve zelil biçimde fesadçıların elinde zulme uğramaya devam etmekteyiz, bu devamlılık bizler gerekli olan gücü ve kuvveti hazırladığımız zaman sona erecek ve fesad yeryüzünden kalkacaktır. Allah cc nin bizlere yüklemiş olduğu misyon bu olup gel gelelim bizler bu misyonun farkında bile olmadan fesadçıların yanında yardakçılık yapmaktayız.

[013.025]  Fakat Allah'a verdikleri sözü belgeledikten sonra bozanlar ve Allah'ın, birleştirilmesini emrettiği ilişkileri koparanlar ve yeryüzünü fesada verenler; işte bunlar, lanet olsun onlara ve yurdun kötüsü de onlara olsun!
 [016.088] Onlar ki kendileri kâfir oldukları gibi başkalarını da Allah yolundan çevirirler... İşte başka insanları da ifsad ettikleri için, onların cezalarını kat kat artırırız.
 [008.073]  Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar.
[011.116]  Sizden önceki nesillerde, dünyada fesat ve düzensizliği menedecek, böylece onları helâk olmaktan koruyacak idrâk ve fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi? Onların içinden görevlerini yaptıklarından ötürü kurtardığımız az kimse var. Zalimler ise içinde bulundukları refahın ardına düştüler. Doğrusu onlar suçlu kimselerdi.
[028.077]  Ve Allahın sana bu vergisi içinde sen Âhıret evini ara ve Dünyadan nasîbini unutma da Allahın sana ihsan ettiği gibi ihsan et ve Yer yüzünde fesad arama, çünkü Allah müfsidleri sevmez
[030.041]  İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat meydana geldi (ki Allah) yaptıklarının bazısını kendilerine tattırsın ki vazgeçsinler
[038.028] Biz hiç, iman edip makbul ve güzel iş yapanlara, ülkede fesat çıkararak nizamı bozanlarla aynı muameleleri yapar mıyız? Yahut Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınanları, yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız?

Fesad ve kan dökücülük tarafı olan insanın bu şekil bir hayat sürmesinin yanlış olduğu Allah cc ni göndermiş olduğu elçileri ile defalarca hatırlatılmış olmasına rağmen bir çok insan bu fesada devam etmiş ve onun koyduğu bir sünnet dahilinde bu fesadları ortadan kaldırılmıştır. Fesad kıyamete kadar devam edecek bir olgu olmasının yanısıra fesadla mücadelede kıyamete kadar sürecek bir olgudur. Fitne yeryüzünden kalkıncaya din Allah ın oluncaya kadar mücadeleye devam edilmesini emreden rabbimizin bu emri bizler tarafından nasıl uygulanmaktadır?.

Bugün fesadçıların zulmü altında ezilen insanların bir çoğu müslüman kimliği taşımakta olanlar olduğu bir gerçektir. Müslüman kimliği taşımakta olanların vazifeleri fesada engel olmaları gerekirken fesadçıların zulmü altında inlemeleri bir yerlerde yanlış yapıldığını göstermektedir, yapılan yanlış nedir ?

[002.193]  Bir fitne kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer vazgeçerlerse, artık düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.

Rabbimiz kendisine iman ettiğini iddia edenlere bakara 193. ayetinde beyan edildiği üzere bir görev vermiş ve bu görevin yerine getirilmesi için belirli şartlar koymuş , bu şartlar Muhammed as ve ona tabi olanlar örneğinde , mesela bedir örneğinde yerine getirilmiş ve galibiyet ile sonuçlanmıştır, uhud örneğinde olduğu üzere yerine getirilmemiş ve yenilgi kaçınılmaz olmuştur. 

Aynı şartlar bugün de geçerli olup yerine getirlidiği takdirde fesadın kökü kazınacak ve Allah cc nin verdiği söz yerine gelecektir , şayet bu gün bizler sadece ellerimizi açıp yalvarmak sureti ile bu fesadın kökünün kazınacağına inanıyorsak büyük bir yanılgı içinde olduğumuzu söylemeye gerek bile yoktur çünkü durum ortadadır. Allah cc kendi üzerine vazife olarak aldığı kullarına yardım sözünün, o kullarının  yattığı yerden dua ederek gerçekleşmeyeceğini aksine küfre karşı koymak için gerekli olan her ne varsa onu yerine getirerek gerçekleşeceği bilinmelidir. 

Fesada koşmak sureti ile insanların bir kısmının diğer bir kısmı üzerinde zulüm ve baskı oluşturması Adem'in iki oğlunun başından geçen olaydan sonra başlamış ve kıyamete kadar devam edecek bir gerçektir. Allah cc koymuş olduğu bir düzen içinde bu fesadçıların zulümlerine başka kulları eli ile son vermekte olup bu kulların fesada karşı koymak için gerekli teçhizatı meydana getirdiği zaman bu fesad o zaman son bulacaktır " Zülkarneyn kıssası bize ne anlatıyor?" başlıklı yazıda bu konuyu Zülkarneyn kıssası bağlamında ele almaya çalışmıştık.

Bugün müstekbirlerin dünya üzerindeki yapmış olduğu fesad eğer birileri tarafından bertaraf edilemiyorsa bu bizlerin sorumluluğu olup bu zulme ve fesada neden karşı koymaya çalışmadığımızın hesabı ahiret günü sorulacaktır. Müslümanlar olarak her türlü teknik donanıma sahip olarak bu fesada akrşı koymamız gereken bizler sadece ellerimizi havaya açarak beddua seansları ile bu fesadın Allah cc nin gökten indireceği melekler ile son bulacağını sanıyorsak yanılıyoruz ve daha çok bekleriz Allah cc nin onları biz yatar halde iken helak etmesini . Allah cc böyle bir sünnet koymadığı için ya sünnetin değişmesini bekleyeceğiz (bu mümkün değil tabiki) yada halimizden memnun celladına aşık mahkumları oynamaya devam edeceğiz.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.