neden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
neden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2017 Pazar

Maide s. 67. Ayeti: Allah (c.c) Muhammed (a.s) ı Korudu da Diğer Elçilerini Neden Korumadı?

Maide s. 67. ayetinde Allah (c.c) kulu ve elçisi Muhammed (a.s) a hitaben, Allah seni insanlardan koruyacaktır buyurmakta, fakat başka ayetlerde ise İsrailoğullarına gönderilen bazı elçilerin onlar tarafından öldürüldüğünü haber vermektedir (Bakara s. 87. 91- Maide s. 70). Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) ı insanlardan koruması, İsrailoğulları tarafından öldürülen bazı elçileri ise korumaması, kalbinde hastalık olan bazı kimseler tarafından Allah'ın adaletsiz !! olduğuna dair delil olarak sunulmaya çalışılmakta, veya Kur'an hakkında herhangi bir şüphesi olmayan bazı kimselerde, böyle bir durumun nasıl izah edilebileceği sorusu cevap aramaktadır.

[005.067] Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.

Allah (c.c) Maide s. 67. ayetinde elçisine yüklemiş olduğu görevini ifa etmesi yolunda yapacağı çalışmalarda onu koruyacağını vaat etmektedir. Allah'ın bu vaadinin yerine gelmesi onun yeryüzüne koyduğu sebep-sonuç ilişkileri yasası ile yakından alakalı bir durum olup, Muhammed (a.s) için ayrı bir koruma yasası, veya ona özel bir torpil yapması asla söz konusu değildir.

Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) ı arkadaşı ile birlikte mağarada iken koruduğuna dair bir ayet olan Tevbe s. 40. ayeti, bizleri bu konuda daha net bilgi sahibi yapacak, Allah'ın yeryüzüne koyduğu koruma  yardım yasalarının nasıl işlediğini de gösterecektir.

[009.040] Eğer siz ona yardım etmezseniz; doğrusu Allah, ona yardım etmişti. Hani kafirler onu çıkarmışlardı da, o ikinin ikincisiydi. Hani onlar mağarada idiler ve hani o, arkadaşına; üzülme, Allah bizimledir, diyordu. Bunun üzerine Allah, ona sekinetini indirmiş, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemişti. Ve küfretmiş olanların sözünü alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi ise en yüce olandır. Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

Tevbe s. 40. ayetinde Allah (c.c) Mekke'den çıkarılan elçinin Medine'ye olan yolculuğunda meydana gelen bir olayı bizlere anlatmaktadır. Bu olay siyer kitaplarında abartılı bir şekilde anlatılarak, alınması gereken asıl mesaj ötelenmekte, masal şeklinde bir anlatıma dönüştürülmektedir. Bu olay aslında bizlere hayatın tam içinden mesajlar vermekte, Tevekkül kavramının yaşadığımız hayat içinde nasıl şekillenmesi gerektiğini öğretmektedir.

Muhammed (a.s) yanındaki arkadaşı ile birlikte bir takım tehlikeler ile karşı karşıya kalabileceklerini bilerek yolculuğa çıkmışlar, ve kendilerini öldürmek için yola çıkan müşrikler tarafından öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Muhammed (a.s), kendilerini öldürmek için takip edenlere karşı herhangi bir tedbir almadan Allah beni nasıl olsa korur diyerek, onları takip edenlerin karşısına çıkmamış, yani tedbirsiz davranmamış, böyle bir durumda kalan herhangi bir insanın yapabileceği normal bir davranışı sergilemiştir.

Muhammed (a.s) kendisinin Allah (c.c) nin elçisi olduğunu bildiği halde neden, herhangi bir insanın sergileyeceği davranışı sergilemeyi tercih etmiştir?. Bu sorunun cevabı bizlere aynı zamanda, Allah'ın bütün kulları üzerine koyduğu yardım ve koruma yasasının nasıl işlediğinin cevabını da verecektir.

Allah (c.c) için yeryüzünde ne ayrıcalık tanıyacağı bir kul, ne de ayrıcalık tanıyacağı bir topluluk vardır. Kim olursa olsun, hangi topluluk olursa olsun, onun koymuş olduğu yasalara tabidir, ve bu kişi ve toplulukların işlediklerinin karşılığı sebep-sonuç ilişkisi dahilinde karşılık görür. Bu noktanın bilinmesi konumuz ile yakından alakalıdır.

Anlatmak istediğimizi, Muhammed (a.s) ın yolculuğu ile örneklendirmeye çalışalım.

Muhammed (a.s) ve arkadaşı şayet müşriklerden korunmak için bir mağaraya sığınmamış olsalardı, müşrikler tarafından yakalanacak ve öldürüleceklerdi. Onların yakalanmamak için mağaraya sığınmak sureti ile tedbir almaları, yakalanarak öldürülmelerine engel olmuştur. Yani Allah (c.c) nin Tevbe s. 40. ayetinde, " Bunun üzerine Allah, ona sekinetini indirmiş, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemişti" şeklinde buyurmasının karşılığı, gökten sihirli bir değnek yardımı veya onlara ayrıcalık tanınması şeklinde değil, tamamen onların aldığı korunma tedbirinin bir sonucudur. Allah (c.c) elçisi ve arkadaşını onların aldıkları korunma tedbirleri neticesinde korumuştur.

Allah (c.c) eğer Muhammed (a.s) a diğer kullarından farklı bir ayrıcalık tanımış, ona torpilli davranmış olsaydı, Uhut harbinde yara almazdı. Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanan Uhut harbinde siyer kaynaklarının verdiği bilgiye Muhammed (a.s) ın dişi kırılmış ve bazı yerlerinden yara almıştı. Onun böyle bir duruma düşmesi, Allah (c.c) nin koyduğu sebep-sonuç yasalarının her kul için aynı işlediğini, hiç bir kul için farklı bir yasa olmadığını göstermektedir. 

Şayet Allah (c.c) Muhammed (a.s) için özel bir koruma yasası uygulamış olsaydı, onun kılına dahi zarar gelmemesi gerekirdi. Ne var ki böyle olmamış, Muhammed (a.s) da diğer insanlar gibi aynı yasaya tabi tutulmuş, Müslümanların bozguna uğraması neticiesinde düşman ordusu tarafından ona da zarar gelmiştir.

Şimdi gelelim İsrailoğullarına gönderilen bazı elçilerin öldürülmesi meselesine;

Allah (c.c) İsrailoğullarına gönderdiği elçiler için de yardım ve koruma yasalarını değiştirmemiş, sebep- sonuç yasalarını onlar için de işletmiştir. İsrailoğullarına gelen bu elçiler düşmanlarına karşı gerekli olan korunma tedbirini çeşitli sebeplerden ötürü yeteri kadar alamadıkları için, onlar tarafından öldürülmüşlerdir. Şayet o elçiler düşmanlarından korunmak için gerekli olan tedbiri alabilmiş olsalardı, düşmanları tarafından öldürülmezlerdi. Burada o elçileri öldürüldükleri için suçlamak gibi bir amaç içinde olmadığımız bilinmelidir. Amacımız Allah'ın koyduğu yasalarda hiç kimse için bir değişiklik olmadığına dikkat çekmektir.

Sonuç olarak; Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) ı düşmanlarından koruyacağı vaat ederek, İsrailoğullarına gönderdiği bazı elçileri korumamak sureti ile öldürülmelerine izin vermesi, elçilerine yardım ve koruma konusunda ayrıcalık tanıyıp tanımadığı konusunda bir takım tereddütler uyandırmış, kalbinde hastalık olan bazı kimselerin ise, Allah'ın bu konuda adil davranmadığı iddialarına sebep olmuştur.

Bu kimseler şayet konuya art niyetli bir şekilde yaklaşmak yerine, öğrenmek amaçlı yaklaşmış olsalardı, Allah (c.c) nin bütün elçilerine vaat ettiği yardım ve koruma konusunda, onların çabalarına bağlı olarak yasalar koyduğunu, bütün insanlar için aynı yasaları işlettiğini, bu yasaları uygulayanların yardıma hak kazandığını anlarlar, Allah hakkında böyle yanlış sözler etmeye cesaret edemezlerdi.

Muhammed (a.s) şayet düşmanları tarafından öldürülmedi ise, bu yönde yaptığı gayret ve çabalarının karşılığında olmuş, İsrailoğullarının bazı elçileri öldürülmüş ise, onların bu yönde yaptığı çabaların yetersiz kalması neticesinde meydana gelmiştir. Yani Allah (c.c) Muhammed (a.s) a torpil yapmamış, diğer elçilere de adaletsiz davranmamıştır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Allah (c.c) Neden İnsanlara Kitap ve Elçi Gönderir?

Allah (c.c), son elçi Muhammed (a.s) a kadar sayısını kendisinin bildiği elçiler ve kitaplar göndermek sureti ile kullarının yaşamına müdahale etmiş, onların kendi emirleri hilafına yaptığı hataları, elçilere indirdiği kitaplar ile ikaz etmek sureti ile, kullarının kendisinin istediği yönde hayat sürmelerini istemiştir. Binlerce yıllık insanlık tarihini kısaca, elçilere tabi olanlar ile elçilere olmak istemeyenler arasında geçen mücadeleler olarak özetlemek mümkündür.

Günümüze geldiğimizde ise, bazı kimseler tarafından elçi ve kitapların insan hayatını yönlendirmesi noktasında gerekli olup olmadığı konusunun gündem yapılmaya, kitap ve elçileri hayattan çıkarmayı amaçlayan bir söylem üretilmeye çalışıldığına şahit olmaktayız. İşin ilginç olan tarafı ise, bu konuyu dile getiren kimselerin bir kısmının daha önceden Kur'an Müslümanlığı söylemini dile getirmekte olmaları, şimdilerde ise Kur'an'ın insan hayatına müdahalesi ret etmek için ortaya bu tür iddialar atmaya çalışmalarıdır.

Kitap ve elçilerin insan hayatını yönlendirmesinin gereksiz olduğunu iddia edenlerin ortaya attıkları gerekçelerden bir tanesi ise, insanın yaratılışında mevcut olan ve adına AKIL, VİCDAN, FITRAT dediğimiz melekelerin bu konuda yeterli olacağı, insanların bu melekelerin yönlendirmesi  ile doğruyu bulabilecekleri şeklinde ortaya atılmaktadır.

Bu iddiaların ortaya atılmasında, son yıllarda Kur'an'ı anlama yöntemi olarak önerilen Tarihselcilik düşüncesinin önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Kur'an'ın belli bir zaman, mekan ve coğrafyada yaşayan insanlara indiği, muhteviyatının sadece onlara hitap ettiği, bugün bu kitabın bizlere dair herhangi söyleyebileceği bir şeyin olmadığı şeklinde ortaya atılan tarihselcilik söyleminin bu konuda rol oynadığını, Kur'an'ın anlaşılmasında tarihi arkaplanı bilmenin gereğini iddia eden tarihsel okuma yöntemini kast etmediğimizi hatırlatmak isteriz.

Burada şöyle bir soru akla gelmektedir, Akıl, Vicdan, Fıtrat gibi melekeler, elçi ve kitaplara ihtiyaç duyulmaması için yeterli ise, bu melekeler ilk insandan beri mevcut olduğuna göre, Allah neden o insanlara elçi ve kitaplar göndermiştir?. Eğer bu melekeler insan için yeterli ise, neden dünyadaki tüm insanlar bu melekeleri kullanarak dünyayı cennete çevirmek yerine, cehenneme dönmesini sağlıyorlar?.

İddiaya göre, insanda var olan bu melekeler, kitap ve elçilerin yönlendirmesine gerek bırakmayacak şekilde insanlara doğruyu bulmada yardımcı olacağına, Allah (c.c) de insanlardaki bu melekelerin yaratıcısı olmasından dolayı bunları bildiğine göre, neden bütün bunlara rağmen elçiler ve kitaplar göndererek insanların hayatlarına müdahale etmek gereği duymuştur?. 

                                            İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?
                                                                                                       (Kıyamet s. 36)        

Bu sorunun cevabını Kıyamet s. 36. ayetinden başlayarak bulmak mümkündür. Allah (c.c) insanı başıboş yaratmamıştır, elçiler ve kitaplar insana bir sahibinin olduğunu hatırlatan en önemli belgelerdir. Elçiler ve kitapların gönderiliş nedenini en kısa bir cümlede  özetlemek gerekirse bunu söyleyebiliriz. Peki neden Allah (c.c) insana, "Ben seni Akıl, Vicdan, Fıtrat gibi melekeler ile donattım, bunlar senin doğru yolu bulmana yarar, bunun haricinde başka şeylere ihtiyacın yoktur"  diyerek dünyaya salıvermemiştir?.

[001.002] Hamd, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

Kur'an'a baktığımızda kendisini bizlere Alemlerin Rabbi olarak tanıtan Allah (c.c), böyle bir payeyi hak etmesinin nedenini yine kitabında açıklamaktadır. Gördüğümüz ve göremediğimiz her şeyin yaratıcısı, ve bunların devamı için gerekli olan gücün sahibi olduğunu bizlere haber veren Allah (cc) kendisini bizlere mülkü elinde bulunduran bir hükümdar tasviri ile anlatmaktadır. 

[067.001]  Ne yücedir o ki mülk onun elinde ve o her şey'e kadîrdir.

Yönetmek ile görevli olduğu topraklarda asayiş ve güvenliği sağlamak için, halkın uyması gereken bir takım kanun ve uygulamaları devreye sokmak nasıl her hükümdarın en doğal hakkı ve görevi ise, yarattığı insanların kendi mülkünde nasıl hareket edeceklerine dair kanunlar ve uygulamalar devreye koymak, Allah'ın da en doğal hakkıdır. Allah (c.c) bu hakkını ise elçileri vasıtası ile gönderdiği kitaplarla bizlere bildirmektedir.

Nasıl ki insanlar yaşamış olduğu topraklarda mevcut bulunan kanun ve hükümlere aykırı davranışlar yaptığında cezalandırılmayı hak ediyorsa, Allah'ın mülkünde yaşayan insanlarda onun koyduğu yasalara aykırı davranışlarda bulunduklarında cezalandırılmayı hak edeceklerdir.

İnsan, Allah'ın yaratmış olduğu alemlerden olan, ve adına Dünya denilen bir yerde yaşayan varlık cinslerinden birisidir. Bu varlık cinsinin en önemli özelliği ise, iyilik ve kötülüğe meyyal bir yapısı olmasıdır. 

[076.003] Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Yaratılış hamurunda her iki uca da meyyal olma özelliği olan insan, yaşamı içinde yaptığı, İyi veya Kötü olarak değerlendirilen amellerinin hepsini, Kur'an'ın Semi, Basar, Fuad olarak bildirdiği duyu organlarını kullanarak yapmaktadır. Allah'ın bizlere kendisini RAB olarak tanıtmasının tezahürlerinden bir tanesi, bu kelimenin anlamına uygun olarak, insanın yaşamı içinde ona gerekli olan her türlü ihtiyacını karşılaması şeklinde karşılık bulması olduğunu hatırladığımızda, insanın eğitim ve öğretime olan ihtiyacını da karşılayan Allah (c.c) dir. Ancak bu eğitim ve öğretimin önünde duran ve insanı her an bu yoldan saptırmaya çalışan önemli bir etken vardır.

Şeytan, bu bağlamda insanı kötülüğe sevk eden en önemli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an'ın İblis adı ile temsili bir kişilik olarak bize sunduğu bu kavram, onun sözleri üzerinden insanın nasıl kötülüğe sevk edilebileceğini göstermektedir. Şeytan dediğimiz zaman artık aklımıza insanın haricinde ontolojik mahiyete sahip  ayrı bir varlık türü değil, insanı kötülüğe sevk eden her türlü unsur akla gelmekte, onun ayağını kaydırarak cehenneme yuvarlanmasına sebep olan her türlü etken bu isimle anılmaktadır. 

Şeytan faktörü insan hayatı için çok önemli olup, boşluk kabul etmeyen insan fıtratının Allah (c.c) kabul etmemesinden dolayı ortaya çıkan boşluğu, şeytan doldurmaktadır. Şeytan, sadece teolojinin alanı içine değil, hayatın bütününe giren bir kavramdır. Biz bu kavramı sadece teolojik tartışmalar içine hapsetmemizden dolayı, bu kavramın insan hayatı içindeki yeri ve insana olan zararları maalesef yeterince anlaşılamamaktadır.

Doğuştan 
Semi, Basar, Fuad ile donatılan insan, Şeytan faktörü olmadığı takdirde bu melekelerini iyilik doğrultusunda kullanabilme imkanı mevcut olmasına rağmen, bütün insanlarda mevcut olan her iki uca meyyal olma durumu, doğuştan gelen melekelerin, şeytan faktörünün etkisi ile doğru yönde kullanılamamasının verebileceği zararlardan korunmak için bir klavuza sahip  olması ihtiyacını doğurmuştur.

Yarattığı insanların Rabbi olmasının kendisine verdiği hak ve yetkiye dayanarak, onların eğitici ve öğreticisi olma hakkına sahip olan Allah (c.c) nin insanları eğitmek ve öğretmek için klavuz olarak gönderdiği elçi ve kitapların hayatımızdaki önemini şu şekilde örneklendirebiliriz;

Beyaz Eşya olarak bildiğimiz ürünlerin hepsinde, Kullanma Klavuzu adı ile bildiğimiz bir kitapçık bulunmaktadır. Bu ürünleri alanlar yetkili servis elemanlarının yaptığı kurulum ve onların yol göstermesi olmadan, izinsiz olarak ürünü kullanmaya kalktıklarında doğacak aksaklıklardan yetkili servisler sorumlu değildir. Çünkü yetkili servisin ve kullanma klavuzunun talimatlarına uymamak sureti ile üründe arıza meydana gelmesine sebep olmuştur.

Yetkili servis elemanlarını bir elçi, aldığımız ürünlerde bulunan kullanma klavuzlarını da bir kitap olarak gördüğümüzde, elçi ve kitapların insan hayatındaki önemi daha kolay anlaşılabilecektir. Yaşadığı hayatı elçi ve kitap yönlendirmesi olmadan yaşamaya çalışan insanların da doğacak arızalardan dolayı ödeyecekleri bedelin, ebedi cehennem olduğu yine kitap içindeki ayetlerde bildirilmektedir. 

Şimdi,  elçi ve kitapların insan hayatı için önemine dikkat çektikten sonra, elçi ve kitapların gereksiz olduğunu iddia etmek ne anlama gelecektir? sorusunun cevabını aramaya çalışalım.

Elçi ve kitaplar insanın başıboş olmadığını hatırlatması açısından önemli belgeler olduğuna göre, bir insanın kendisi için elçi ve kitabı gereksiz görmesi, onun Allah'ın murakabesi altına girmek istememesi anlamına gelecektir. 

Kur'an'ın bir çok ayeti Allah'ın insana verdiği nimetlerden bahsetmektedir. Bu bahsetmenin sebebi, insanın kendisini bunca nimeti verenin karşısında acizliğini bilmesi, kendisini ona borçlu hissederek minnet altında kalmasını sağlamaktır. Bu noktada Din kelimesinin Borç anlamına gelmiş olması da dikkat çekicidir.

İnsanın kendisini birisine karşı borçlu olduğunu bilmesi, ona karşı minnet duymasını da beraberinde getirmektedir. Kulun kendisine karşı her türlü nimeti sunan Allah'a karşı duyması gereken minnet, onun kendisi ile ilgili isteklerine olumlu cevap şeklinde olması gerekmektedir. Biz bir insandan gelen bir nimete bile şükür ile karşılık vermek, teşekkür etmek ihtiyacını hissederken, bize her türlü nimeti verene karşı şükür ile karşılık vermek yerine nankörlük yapmak af edilir bir şey değildir. Bize bir insandan gelen nimete karşı ona küfretmek aklımızın ucundan dahi geçmez iken, Allah'tan bize gelen nimetlere karşı nankörlük etmek hangi aklın ürünü olabilir?.

Kitap ve elçiler, insandaki akıl, fıtrat, vicdan gibi melekelerin hangi yönde çalışması gerektiğini hatırlatmak için geldiklerine göre, insandaki bu melekelerin bu rehberlikten bağımsız kaldığında doğru şekilde çalışacağı garantisi yoktur. Çünkü Şeytan faktörü her zaman bu melekelerin yanlış yönde çalışması için iş başındadır. Akıl, fıtrat, vicdan eğer elçi ve kitaplardan bağımsız bir yol tutmak isterse, onlardan boşalan bu yeri başka rehberler dolduracaktır. Boşluk kabul etmeyen bu melekeler, bazı insanlar tarafından her ne kadar doğru şekilde çalışacağı düşünülse dahi, Şeytan faktörü bu melekelerin doğru yönde çalışmamasında önemli rol oynayacaktır.

Kitap ve elçilerin artık gereksiz olduğunu iddiasını dile getirenlerin bir kısmının Deist düşünceye sempati duydukları malumdur. Bu düşüncenin temelinde Allah'ın yaratıcı olduğunu kabul etmekle birlikte, onun insanlar üzerindeki tasarruf hakkını ret etmek yatmaktadır. 

Eğer bir kimse doğduğu topraklarda kitap ve elçi çağrısından mahrum bir hayat sürerek, sadece kendisini ve yaşadığı alemi bir yaratan olduğunu bilerek bir yaşam sürdüğü yani Doğuştan Deist olduğu takdirde, onun ahirette kurtuluşa ermesi mümkün olabilir. Fakat kitap ve elçi çağrısı ile muhatap olmuş, hele hele yaşamının bir kısmını bu kitap elçinin çağrısına uygun bir hayat sürmüş ve Sonradan Deist olmuş ise, bu kimsenin ahirette kurtuluşa ermesi biraz zor gözükmektedir.

Elçi ve kitapların ortak mesajı, insanların rabbi ve ilahı olarak sadece Allah'ın bilinmesi ve o yönde bir hayat sürülmesi gereğini hatırlatmaktır. Şayet insanlar bu mesajlardan soyutlanmış bir hayat sürmek istediklerinde, bu hayatın Kur'an literatüründeki adı Şirktir. Fıtri melekelerini kullanarak elçi ve kitap rehberliğinden bağımsız bir hayat sürdüğünü iddia edenlerin sürecekleri hayat, onları asla tevhidi bir yaşama götürmeyecektir.

Her doğan kişinin fıtrat üzere doğduğu, bu fıtratın sonra çeşitli yollarla yönlendirilebileceği şeklindeki Muhammed (a.s) a atfedilen rivayetin doğruluk payı olduğu muhakkaktır. Kimsenin Hay Bin Yekzan misali ıssız bir adada yalnız başına büyüyerek, fıtratını zararlı dış etkenlerden koruma imkanı olmadığına göre, fıtratın dış etkenlerden korunmasında önemli rolü bulunan, elçi ve kitapların fonksiyonu asla dışlanmamalıdır.

Tarih boyunca dünyanın kan gölünde boğulmasına sebep olan ve halen sebep olmakta olanların da diğer insanlar gibi doğuştan vicdan sahibi olarak yaratılmışlardı, ancak onların bu vicdanlarını Şeytan esareti altına alarak, doğru yönde kullanmalarına engel olduğu unutulmamalıdır.

Sonuç olarak; Elçiler ve kitaplar göndermek sureti ile kendi mülkünde nasıl yaşanılması gerektiğini bizlere öğreten Allah (c.c) nin bu öğretisinin gereksiz olduğunu Kur'an'ın tarihsel bir kitap olduğu gerekçesi ile ret etmeye kalkmak, açık bir inkardır. Elbette insanların yaşadıkları hayatta istedikleri yolu seçme özgürlükleri bulunmaktadır, bu yolu değiştirmeleri için kimsenin kimseye baskı yapma hakkı yoktur. 

Kur'an'ın muhteviyatında sadece indiği zaman ve mekan ile sınırlı olabilecek ve bugüne dair herhangi bir mesajı olmadığını düşünebileceğimiz ayetler olsa da, bu kitabın tamamının tarihsel olduğu anlamına gelmez. Bu düşünce kendisini Kur'an'ın bağlayıcılığından sıyırmak isteyenlerin sadece inkarlarına getirebilecekleri bir bahane olacaktır.


                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Ocak 2017 Pazar

Abdest Ayeti Neden Mekke'de Değil de Medine'de İndirildi ?

Namaza başlamadan önce abdest alınmasına dair olan emir bilindiği üzere , Medine'de nazil olan surelerden olan Maide s. 6. ayetinde bulunmaktadır. Namaz için abdest alma emrinin Medine'de nazil olmuş olması , son yıllardaki Kur'an'a yönelim sonrası ortaya çıkan bazı düşüncelerin sorgulama ve merak konusu olmuştur. 

Kur'an'da namaz adı ile bildiğimiz bir ibadetin olmadığını savunanlar , namaz için emredilen abdest ayetinin , Medine'de nazil olduğundan hareketle , namaz eğer Mekke'de kılınıyor ise abdest ayetinin neden Medine'de indirilmiş olduğunu sorarak , namaz adı ile bilinen ibadetin olmadığının delilini bu yolla ortaya koymaya çalışmaktadırlar. 

Kur'an'da namaz adı ile bildiğimiz ibadetin var olduğunu kabul eden, ve bu namazı ifa edenlerin bir kısmı ise , bu tür sorular ile kafaları karıştırılmak istenildiği için , bu soruya cevap aramaktadırlar.  

Öncelikle namaz konusunda hem geleneksel anlayışta , hem de kendisini "Kur'an Ehli" olduğunu iddia edenlerin bir kısmında doğru bilinen, bir yanlışa dikkat çekmek istiyoruz. 

Yaygın düşünceye göre namaz , Muhammed (a.s) a Mekke'de farz kılınan bir ibadet , ve bu namazı ona ilk defa Cibril öğretmiştir. Fakat bu türden rivayetlere katılmak mümkün değildir. Namazın ana formları olan "Kıyam - Rüku - Secde" gibi şekilsel hareketler , insanlığın kadim bir ibadet şeklidir. Bundan dolayı bu ibadetin daha önce hiç bilinmiyor ,  ve Mekke'de uygulanmıyor olması mümkün değildir. 

Bu noktada ana formları ile insanlık tarafından ifa edilen ve bizim adına "Namaz" dediğimiz ibadetin, kadim bir şekilsel ibadet olmasından dolayı Mekkelilerin de ifa ettiği bir ibadet olup , şirk bulaşmış bir hale getirilmiş olması, Kur'an'ın namaz hakkındaki asıl konusunu oluşturmaktadır. Bundan dolayı Kur'an , namaz ile ilgili ilmihal ayrıntılarına girmeden , onu şirk bulaşmışlıktan çıkararak , tevhidi bir boyuta yöneltmeyi içeren ayetleri barındırmaktadır.

Namaz ibadetinin Kur'an'da olmadığını iddia edenlerin dayandıkları delillerden bir tanesi de bu dur. İddiaya göre eğer bu ibadet Kur'an tarafından emredilmiş olsa idi , ayrıntılı olarak anlatılması gerekirdi . İlmihal boyutunda ayrıntıya girilmemiş olması , bu kimseler için namaz ibadetinin Kur'an'da olmadığına dair bir delil olarak sunulmaktadır. Kur'an insanlar tarafından bilinen ve uygulanan bir namazı bundan dolayı tarif etmek gereğini duymamıştır. 

Gelelim asıl konumuz olan abdestin neden Mekke'de değil de Medine'de nazil olduğuna, bu konuya iki açıdan yaklaşmak mümkündür. 

Cahiliye Mekke'sinde yaşayan insanlar, şirk bulaşmış bir halde ifa ettikleri namaz öncesinde bizim abdest olarak bildiğimiz işlemi bildiklerinden dolayı uygulamış olabilirler. Bu işlem aynı şekilde namaz kılan Müslümanlar tarafından da uygulanmış olabilir. Çünkü namaz dediğimiz ibadet "Kıyam-Rüku-Secde" şeklindeki formları ile ilah olarak kabul edilen varlığa yapılan şekilsel bir tazimdir. 

Namazın sorun teşkil eden kısmı şekli değil , kimin için ifa edildiğidir. Bundan dolayı Mekke'de Kur'an'ın nazil olmaya başlamasından evvel ifa edilen namaz için şayet abdest alınıyor ise , aynı uygulama Kur'an'ın nazil olmaya başlaması sonrasında da yapılmış olabilir.

Abdest'in Mekke'de değil , Medine'de nazil olan bir sure içinde emredilmiş olması , bilinen bir uygulamanın vahiy tarafından onaylanması anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Yani abdest eylemi önceden bilinen ve uygulanan bir eylem olduğu için, Mekke'de nazil olan ilk surelerde değil , bilinenin onaylanması ve tekrarı mahiyetinde, Medine'de nazil olan bir surede emredilmiştir.

Bu söylediklerimizin tersinin olması da mümkündür şöyle ki ; 

Mekke'de nuzül öncesi şirk bulaşmış biçimde ifa edilen namaz öncesinde yapılan bizim abdest olarak bildiğimiz işlem bilinmiyor , bilinmediği için de uygulanmıyor olabilir. Bu şekil bir namaz , Müslümanlar tarafından da, ta ki Medine'de abdest ayeti nazil olana kadar , ifa edilmiş olabilir. 

Bu noktada , "Müslümanlar abdest ayeti nazil olana kadar abdestsiz namaz mı kıldılar" sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.

Allah (c.c) bizleri , kitabında emretmiş oldukları üzerinden sorumlu tutacaktır. Daha önce yapılan bir fiilin yanlış olduğunu haber vererek , artık yapılmamasını emretmiş olması , o fiilin yanlış olduğu yönünde önceden bilgi sahibi olmayanları mazur duruma sokacaktır.  Nisa s. 22 , 23 , Maide s. 95. ayetlerine baktığımızda, yasaklanmış bir fiilin,  öncesinde işlenmiş olan aynı fiillerden , yasaklanma öncesi o fiilleri işleyenlerin sorumlu tutulmayacağı haber verilmektedir. 

Bundan dolayı , abdest ayetinin nazil olmasına kadar, eğer Müslümanlar abdest almadan namaz kıldılar ise , namaz için abdest alınması gerektiğine dair bir emir ile muhatap olmadıklarından dolayı , abdest almadan kıldıkları namazlardan dolayı herhangi bir sorumluluk sahibi olmayacaklardır. Çünkü namaz öncesi abdest alınması gerektiğine dair olan emrin onlara ulaşmamış olması , onları namaz için abdest almanın farz olduğuna dair bilgi sahibi olmaktan , dolayısı ile de abdest ile mükellef olmaktan çıkarmıştır. 

Sonuç olarak ; Abdest ayetinin Medine'de nazil olmuş olması , bazı kimseler tarafından merak konusu olmuş , bazı kimseler tarafından ise namazı ret etme bahanesi olarak delil gösterilmektedir. Abdest , namaz gibi önceden bilinen ve uygulanan bir fiil olabileceği gibi , ilk olarak Medine'de nazil olan bir ayet ile emredilmiş olabilir. 

Önceden bilinen ve uygulanan bir uygulama olduğunu düşündüğümüzde , vahiy bu uygulama konusunda Medine'ye kadar sessiz kalmış , sessiz kalması mevcut uygulamayı onaylamak anlamına geldiği için , Medine'de nazil olan ayet , yapılan uygulamayı tasdik etmek anlamında indirilmiş olabilir. 

Medine'de ilk defa nazil olduğunu ve bilinmeyen bir uygulama olduğunu düşündüğümüzde , Maide s. 3. ayeti nazil olana kadar , namaz için abdest almak gibi farziyetin olmadığı için , abdest ayeti inene kadar Müslümanlar abdest almadan namaz kılmış olabilirler. Bu durum herhangi bir sorun teşkil etmemekte , Allah (c.c) tarafından yapılmaması veya yapılmaması emredilen bir emir ile muhatap olmadıkça kimse mükellef sayılmayacaktır. Kur'an'ın bazı konularda indirdiği yasaklardan önce işlenmiş fiiller konusunda iman edenleri sorumlu tutmayacağını beyan eden ayetlere bu konuda bakılabilir. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

14 Aralık 2016 Çarşamba

Allah (c.c) Kur'an'da Neden "Biz" İfadesini Kullanmaktadır ?

Allah (c.c) nin alemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak indirmiş olduğu kitaba iman etmeyen ve bu kitaba iman etmemek için bir takım gerekçeler arayan bir kısım zevatın , buldukları zannettikleri iman etmeme gerekçelerinden bir tanesi, bazı ayetlerde Allah (c.c) nin "Biz" şeklinde çoğul bir ifade kullanmış olmasıdır. Bu kimseler "Biz" ifadesinin kullanıldığı ayetler ile , Allah (c.c) nin kendisi için "Tek İlah" olduğunu ifade eden ayetler arasında çelişki olduğunu öne sürerek , böyle çelişkili !! ifadeler kullanan bir kitaba iman etmenin aptallık olduğunu söylemektedirler. 

Kur'an hakkında bu gibi iddiaları okuyan bazı Müslümanlar ise, bu konuda nasıl bir cevap vereceklerini düşünmekte, bu gibi iddiaları dile getirenlere karşı Kur'an'da çelişki olmadığı yönünde savunmalar yapmaktadır. Yazımızın amacı , Kur'an'da çelişki olduğuna dair şüpheleri olan kimseleri ikna etmeye yönelik değil , "Biz" ifadesinin neden kullanıldığı yönünde bazı Müslümanlarda oluşabilecek sorulara cevap mahiyetinde olacaktır.

Gayb ; 5 duyu ile algılanamayan alem için kullanılan bir kelimedir , ve bu kelimenin anlam alanına giren bazı anlatımlar, Kur'an içinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu alana giren konular  ise , bizim 5 duyu ile algıladığımız alana dahil olan bilgilere benzetilerek anlatılmaktadır. Allah (c.c) gayb alanına dahil olması nedeni ile, kendisini bizlere 5 duyu ile şahit olduğumuz alan verilerine benzetmek sureti ile tanıtmaktadır.   


Herkesin malumu olduğu üzere , belirli bir toprak parçası üzerinde hüküm sahibi olan bir yöneticiler , tebası olan halkı bir takım kurallar ihdas ederek yönetirler. Allah (c.c) bizlere kendisini bir hükümdara benzeterek anlatmakla, bizim zihni kapasitemize uygun bir anlatım sergilemektedir. Allah (c.c) nin kendisini anlatmakta kullandığı benzetme (Teşbih) üslubu , şayet hakiki anlamda anlaşılacak olursa , ortaya bir çok düşünce problemi çıkacaktır. İslam düşüncesinde Allah (c.c) nin yaptığı bu benzetmeyi gerçek olarak anlayan bazı gurupların çıktığı , ve bu gurupların benzerlerinin savundukları düşüncelerin hala taraftarları olduğu bilinmektedir.

Yerin ve göklerin yegane hükümdarı olan Allah (c.c) nin Arş'ı yani tahtı , eli yani gücü , düşmanlarına karşı meleklerden oluşan orduları , tebası olan insanlara dağıtmak için hazinesi, mesajını iletmek için elçileri , kendisine itaat edenleri ağırlayacağı sarayları yani cennetleri , kendisine isyan edenleri cezalandıracağı zindanları yani cehennemleri bulunmaktadır. Bu ifadelerin hepsini Kur'an içinde görmekteyiz. 

Kur'an'ın kullanmış olduğu bu anlatım üslubu dikkate alındığında , Allah (c.c) nin "Biz" ifadesini neden kullanmış olduğu daha kolay anlaşılacaktır. Kendisini mülk sahibi bir hükümdara benzeterek anlatan Allah (c.c) nin bu anlatım dahilinde anlaşılması gereken ve "Mele" olarak bildiğimiz Meleklerden oluşan danışman kadrosu bulunmaktadır. Kur'an içinde gördüğümüz beşer hükümdarlar olan , Süleyman , Sebe melikesi , Firavun , Mısır Azizi gibi kimseler ile ilgili ayetleri okuduğumuzda bu terim hakiki anlamda karşımıza çıkmaktadır

Mele ; sadece gerçek hayatta yaşamış olan hükümdarlar için değil , kendisini bizlere hükümdara benzeterek anlatan Allah (c.c) nin de kendisi için kullandığı bir terimdir. 

[037.008] Onlar (şeytanlar), artık Mele - i A'la'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.
[038.069] «Mele-i A'la (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiç bir bilgim yoktur.»

Saffat ve Sad surelerinde geçen bu terimler , Allah (c.c) nin kendisini hükümdar benzetmesi dahilinde yapmış olduğu anlatım dahilinde anlaşılması gerekmektedir. Allah (c.c) herhangi bir iş yapmak için önceden çevresinde olan danışmanlara sormak gibi bir acziyet içinde olması asla mümkün değildir. 

Allah (c.c) nin bazı ayetlerde çoğul olarak kullanmış olduğu "Biz" ifadesini işte bu teşbihi anlatım dahilinde okumak gerektiğini söyleyebiliriz. Allah (c.c) tek yaratıcı olması itibarı ile "Biz yarattık" derken , yaratmada aciz kalıp yanına yardımcılar asla çağırmamıştır.

Allah (c.c) azamet sahibi bir hükümdar olarak , kullarından dilediğine melek elçi ile vahyeder , kullarından kendisine isyan edenleri meleklerden oluşan orduları ile helak eder , etrafında kendisine hamd ve tesbih eden melekleri vardır. 

"Biz" ifadesi, bir beşer cinsinden olan bir hükümdarın çevresinde olanlardan yola çıkılarak yapılan teşbihi anlatımın bir sonucu olup , art niyetli bir yaklaşım sergilemeden okunan bir kitap için çelişki olarak asla görülemez. 

Allah (c.c) nin bazı ayetlerde çoğul olarak "Biz" ifadesi kullanmış olması , insanlara tarafından bilinen bir durum olan, bir hükümdarın işlerini onun azamet ve büyüklüğünün bir gereği olarak, kendisinin değil etrafında bulunan hizmetlilerine emretmesi ile yapmasından doğan bir anlatım üslubunun sonucudur. 

Allah (c.c) ile boy ölçüşmeye kalkan bazı insanlar , onun kitabında çelişki !! olduğunu bulmanın vermiş olduğu sevinç ve mutluluk ile, bu gibi ifadeleri delil olarak sunmakla , bu konudaki cehaletlerini sergilemektedirler . Bir kitap hakkında yorum yapabilmek için , o kitabın kullandığı anlatım üslubunu bilmek , o kitabın indiği zaman ve mekan şartlarını dikkate almak , o kitabın nazil olduğu dili tanımak , insanların kullandığı ve bildiği edebi sanatları bilmek mutlaka gereklidir. 

Bunlardan habersiz bir kimsenin Allah'ın kitabını eleştirmeye kalkması en basit tabiri ile yel değirmenlerine karşı savaşan Don kişot olmaya soyunmak anlamına gelecektir. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Eylül 2016 Salı

Allah (c.c) Yeryüzündeki Kötülüklere Neden Engel Olmuyor?

Yazımıza başlık olarak seçtiğimiz soru , yeryüzünün içinde bulunduğu kan , gözyaşı , savaş gibi insanları çaresiz durumda bırakan sıkıntılar karşısında , Müslüman olsun veya olmasın bir çok insan tarafından sorulmaktadır. Dünyanın pek çok yerinde meydana gelen ve bir çok masum insanın ölümüne sebep olan savaşlar karşısında, Allah (c.c) nin neden bir şey yapmadığı konusunda, bazı Müslümanların kafasında soru işaretleri oluşurken , Müslüman olmayan kesimden ise, "Sizin Allah'ınız neden bu katliamlara engel olmuyor?" şeklinde sorular sorularak , bazı Müslümanların kafası karıştırılmak istenilmektedir. 

Biz bu soruyu, herhangi bir art niyet taşımayan, ve gerçekten kafası bu konuda bazı soruların cevabını bekleyen Müslümanları dikkate alarak cevaplamaya ve onların kafasındaki bulanıklığı konu ile ilgili Kur'an ayetleri ışığında bir yol takip ederek gidermeye çalışacağız. 

Biz Müslümanların en büyük eksiği , elimizde bulunan kitabın yaşanan hayatın gerçekleri ile iç içe olduğunun farkında olmayan bir okumaya tabi tutmamızdır. Elimizdeki Kur'an öyle bir kitaptır ki , doğru okunduğunda kafamızdaki bu gibi soruların cevaplarını hem sözlü, hem de geçmiş yaşantılardan kıssa yollu anlatımlar ile yaşanmış örnekler şeklinde vererek , yeryüzünde cari olan toplumsal yasaların nasıl işlediğini bizlere göstermektedir. Özellikle İsrailoğulları ile ilgili anlatımları Sünnetullah olgusunu dikkate alarak okuduğumuzda bunu daha açık ve net olarak görebiliriz. 

Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki , Allah (c.c) yeryüzünde yapılan hiç bir kötülüğü karşılıksız bırakmaz. Zalimlerin yaptıklarının cezasını dünya hayatı içinde onlara mutlaka yaşatır.Bu karşılığı kendisi savaşarak değil zulme uğramış kullarının savaşarak vermesi şeklinde bir yasa ile sabitlemiştir. Eğer kullar bu yasa çerçevesinde hareket etmeyecek olurlar ise , Allah (c.c) de bu isteğe cevap vermeyecektir. Bu cevap vermeme durumu ise, Allah (c.c) nin kötülüklere engel olmadığı gibi bir düşünce doğurmuş olsa da , kötülüklere karşı mücadele yeteneğinden yoksun olanların , bu kötülüğe karşı herhangi bir karşı duruş sergileme ihtiyacı duymayarak celladına aşık köle olmaktan memnun olmalarından ötürüdür.

Müslümanların bir çoğunun zihnini kurcalayan bu sorunun cevabı , "SÜNNETULLAH" denilen arz üzerinde değişmez olan toplumsal yasalar ile alakalıdır. Sünnetullah kavramı doğru anlaşılmadan , bir çok kimsenin bu konudaki kafa karışıklığı maalesef giderilemez. Bu kavramın doğru anlaşılamamasından doğan bazı sonuçlar, maalesef Allah (c.c) ye yüklenereksuç Allah'a atılmakta , ve bizlerin sorumlu olduğu sonuçlar görmezden gelinmektedir. 

[057.022] Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap'da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır.

Hadid s. 22. ayeti bu yasayı bizlere haber vermektedir. Yeryüzünde meydana gelen her şey , o olay ile ilgili olarak konulmuş olan yasaların bir sonucu olarak meydana gelmektedir. Allah (c.c) nin bu olayların oluşumu üzerinde herhangi bir müspet veya menfi etkisi yoktur , sebep -sonuç ilişkisi dahilinde meydana gelen olaylardır. Yani kullar yaptığı amellerin karşılığı neyse hak ettikleri karşılıkları almakta , hiç bir kimse ve topluluk hak etmediği bir karşılığı asla görmemektedir. Herkes yaptığı amelleri SEBEBİ ile karşılaşacağı SONUCU elde edecektir. 

Eğer bugün yeryüzünde çoluk çocuk demeden yaşanan bir zulüm varsa kabahatlisi onu engellemediği için Allah (c.c) değil , bu zulme meydan veren insanlıktır. Allah zalimlerin kendisi savaşarak değil , kullarının savaşarak yok edileceği şeklinde bir yasa koymuş ve bu yasa kıyamete değin böyle işleyecektir.

[002.200]  Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.
[002.201]  «Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver, bizi ateşin azabından koru» diyenler vardır.
[002.202]  İşte onlara, kazançlarından ötürü karşılık vardır. Allah hesabı çabuk görür. 

Her gün Allah'a küfür ve isyan eden bir ateist eğer çalışıyor ve gayret ediyorsa , o çalışmasının karşılığını mutlaka aldığı gibi , her gün Allah'a dua ve niyazda bulunarak secdeden başını kaldırmayan bir Müslüman çalışmıyor ve gayret etmiyor ise, o da bu tembelliğinin karşılığını görerek muhtaç duruma düşücektir. Asıl olan dünya ve ahireti birlikte düşünerek çalışmak ve gayret etmek olmalıdır.

Bu noktada yine Müslüman olmayan kesim tarafından dile getirilen ve bazı Müslümanların kafasının karışmasına sebep olan bir soruyu ele almakta fayda görmekteyiz. 

Dünya yüzünde zulüm gören toplulukların başında biz Müslümanların gelmesi sebebi ile , Müslüman olmayan kesim tarafından, "Madem siz Müslümansınız Allah'ınız neden sizin zulüm görmenize göz yumuyor , neden bu kafirlere engel olmuyor? şeklinde sorularla kafa karıştırılmak istenilmekte , bazı Müslümanlar ise bu iğvalara kanarak "Neden Allah (c.c) biz Müslüman olduğumuz halde bize yardım etmiyor bizim zulüm görmemize neden seyirci kalıyor engel olmuyor?" şeklindeki kafalarını kurcalayan sorulara cevap aramaktadırlar.

Bu soruların cevap anahtarı yine "Sünnetullah" kavramı içindedir. Allah (c.c) nin "Errahman" ismi , Mü'min veya kafir olsun çalışan bütün kullarına çalışmalarının karşılığını dünya hayatlarında eksiksiz olarak vermesidir. 

Allah (c.c) Rahman ismi gereğince , "Bu kulum Müslüman ona biraz torpil geçeyim" veya "Bu kulum kafir ona çelme takayım" asla demez. Allah (c.c) Mü'min veya kafir ayrımı yapmadan kim veya hangi topluluk olursa olsun , onlara çalışmalarının karşılığını verir. Bugün kafirler topluluğunun kevni ayetleri okuyarak bilim ve teknolojide üstünlük sağlamaları , kevni ayetlerin kullanma klavuzu diyebileceğimiz , Kur'anı bu konuda rehber edinmemeleri neticesinde , bilim ve teknolojiyi kullanarak yapmış oldukları silahları , zulüm aracı olarak kullanmaktadırlar. 

Kur'an kevni ayetlerin bir nevi kullanma klavuzu olması gerektiği için, bu ayetlerin verdiği imkanlara sahip olanlar , eğer bu klavuzu kullanmayacak olurlarsa , ellerindeki ayetler öldürücü silahlar haline dönüşerek müstaz'afları sömürme ve ölüm makinası haline gelecektir. Dünyanın içinde bulunduğu kaos ortamı öldürücü silahlara dönüşen kevni ayetlerin kafirler elinde olmasının bir neticesidir. 

Bizler Müslüman olarak sadece kitap içindeki ayetleri okuyarak cennete gidebileceğimiz zannı ile kevni ayetlerin okumasını kafirlere bırakarak , onların bilim ve teknoloji alanında büyük gelişme sağlamalarına, ve bu yolla dünyayı fesada boğmalarına maalesef izin vermekteyiz. Bunun neticesinde ise çalışmalarının karşılığını alan kafirler , yaptıkları silahları ahiret bilincinden yoksun bir inanç sahibi olmaları neticesinde mazlumlara doğrultmaktan çekinmemektedirler. 

Batılı kafirler tarafından mazlumlara reva görülen bu zulüm karşısında neden Allah (c.c) bir şey yapmıyor ? , neden bu zulümlere karşı bu kafirlere gökten azap indirmiyor?. 

Bu soruların cevabı Kur'anda yaşanmış olaylar örneğinde verilmiş olmasına rağmen, maalesef hazırcı Müslümanlar tarafından , Allah'ın kafirlerle savaşması ve gökten melekler indirerek kafirleri hak ile yeksan etmesi hala beklenmekte , fakat bu istekler gerçekleşmeyerek ve kafirlerin zulmü artarak devam etmektedir. 

Merhum Mehmet Akif Ersoy'un şu dizeleri durumuzu fazla söze hacet bırakmadan anlatmaktadır. 




“KADERMİŞ” Öyle mi? Haşa, Bu Söz Değil Doğru;
Belanı İstedin, Allah da Verdi... Doğrusu Bu.
“Çalış” Dedikçe Şeriat, Çalışmadın, Durdun,
Onun Hesabına Bir Çok HURAFE UYDURDUN!

Sonunda Bir de “TEVEKKÜL” Sokuşturup Araya,
Zavallı DİNİ ÇEVİRDİN Onunla MASKARAYA!
Bırak Çalışmayı, Emret Oturduğun Yerden,
Yorulma, Öyle ya, Mevla Ecir-İ Hâsır İken!


Yazıp Sabahleyin Evden Çıkarken İşlerini;
Birer Birer Oku Tekmil Edince Defterini;
Bütün O İŞLERİ RABBİM GÖRÜR, VAZİFESİDİR...
Yükün Hafifledi... Sen Şimdi Doğru Kahveye Gir!


Çoluk Çocuk Sürünürmüş Sonunda Aç Kalarak...
Hüda Vekil-İ Umurun Değil Mi? Keyfine Bak!
Onun Hazine-İ İn’amı Kendi Veznendir!
Havale Et Ne Kadara Masrafın Olursa... Verir!

Silahı Kullanan Allah, Hududu Bekleyen O;
Levazımın Bitivermiş, Değl Mi? Ekleyen O!
Çekip Kumandası Altına Ordu Ordu Melek,
Senin Hesabına Küffarı Hak-Sar Edecek!

Başın Sıkıldı Mı, Kafi Senin O Nazlı Sesin:
“Yetiş” de, Kendisi Gelsin, Ya Hızr’ı Göndersin!
Evinde Hastalanan Varsa, Borcudur: Bakacak;
Şifa Hazinesi Derhal Oluk Oluk Akacak.

Demek Ki : Her Şeyin Allah... Yanaşman, Irgadın O:
Çoluk Çocuk Ona Ait: Lalan, Bacın, Dadın O;
Vekil-İ Harcın O; Kahyan, Müdür-İ Veznen O;
Alış Seninse De, Mesul Olan Verişten O;

Denizde Cenk Olacakmış.... Gemin O, Kaptanın O;
Ya Ordu Lazım İmiş... Askerin, Kumandanın O;
Köyün Yasakçısı; Şehrin De Baş Muhassılı O;
Tabib-İ Aile, Eczacı... Hepsi Hasılı O.

Ya Sen Nesin?
MÜTEVEKKİL!
Yutulmaz Artık Bu!
Biraz Da Saygı Gerektir...
Ne Saygısızlık Bu!
HUDA’YI KENDİNE KUL YAPTI,
KENDİ OLDU HÜDA;
Utanmadan Da “TEVEKKÜL” diyor bu Cür’ete, Ha?!..

Yukarıdaki dizeler biz Müslümanların yanlış tevekkül ve Allah inançlarını veciz biçimde ortaya koymaktadır. Bedir ve Uhud harbi denildiği aman akla ilk önce , sahabenin yaptığı kahramanlıklar veya gökten inen sarıklı meleklerin nasıl savaştıklarının masal biçiminde anlatımlar gelmektedir. Halbuki bu savaşlar, "Sünnetullah" olgusu etrafında okunmaya çalışılsaydı , bugün bir çok kişinin kafasına takılan soruların cevabı da bulunmuş olabilirdi. 

Bedir de müşrik ordusuna galebe çalan Müslüman ordusu , Uhud da müşrik ordusu tarafından yenilgiye uğratılmışlardır. Bu yenilgiye sebep ise savaş stratejisinde yapılan yanlışlardır. Allah (c.c) bu savaşta herhangi bir tarafa ayrıcalık yapmamış , savaş şartlarını yerine getiren müşriklerin galip gelmesini sağlamıştır. Demek ki Allah (c.c) indinde Müslüman olmak herhangi bir ayrıcalık sahibi olmak anlamına gelmiyor.

Yine Rum suresinin ilk ayetlerini okuduğumuzda iki ordunun savaşından bahsedilmektedir. İkisi de kafir olan bu orduların, birbirine galebe çalmaları "Allah'ın yardımı" iledir . Allah hiç bir orduya ayrıcalık tanımadan savaşta galibiyet şartlarını yerine getiren ordunun galip gelmesini sağlamıştır. İsrailoğulları ile bazı ayetleri okuduğumuzda onların savaşlarda yenilgilerinden veya galibiyetlerinden bahsedilmektedir. Bu yenilgi veya galibiyetler yine hiç bir ayrıcalık tanınmadan savaşta galibiyet şartlarını yerine getirenlerin galip gelmesi ile sonuçlanmıştır.

[042.030] Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.

Dünya üzerinde yaşayan Müslümanlar olarak başımıza gelenlerin sorumlusu olarak Allah (c.c) yi görmek, yardım etmediği gerekçesi ile onu suçlamak, aklı başında bir Müslümandan asla sadır olmaması gereken düşüncelerdir. Allah (c.c) nin kullarına yardım etmesi belirli yasalara tabi olmasından doğan sonuçlar , bu yasaları Müslüman olmayanların yerine getirmesi sebebi ile onlar lehinde işlemektedir. Başımıza gelen herhangi bir musibetin müsebbibi Allah (c.c) değil , biz Müslümanlardan başkası değildir. 

Eğer bugün yeryüzünde kafir orduları kadın , çocuk yaşlı , genç demeden katliamlar yapıyorsa bu katliamların müsebbibi Allah (c.c) değil bu katliamlara maruz kalan ülkelerin halklarıdır. Eğer bu halklar kendilerini düşmandan koruyacak ekonomi ,siyaset ,bilim, sanayi ve teknolojiye sahip olsalardı , düşmanları bu ülkelere değil saldırmak , önlerinde el pençe divan duracaklardı

Savaş bir dünya gerçeği olarak , sadece zalimlerin kullandığı bir silah değil , mazlumların da kullanması gereken bir silahtır. Mazlumlar biz Müslümanlar örneğinde olduğu gibi , gökten Allah'ın melekler indirmesini bekleyerek, ondan gelecek yardım ile kafirlerin zulmünün son bulacağını zan ederler ise, bu zulüm bırakın bitmek, aksine artarak devam edecektir. 

 [004.075] Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?

Nisa s. 75. ayeti , zalimler tarafından zulme uğrayanların yapması gerekeni açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Eğer mazlumlar , kendilerini zulüm altında inleten zalimlerden güçlü olmak için gerekli çalışmaları yapmazlar ise , bu zulüm asla bitmeyecektir. 

Allah (c.c) katledilen kadın ve çocukları elbette görmekte ve bu katliamın durması için kendisinin savaşmasını bekleyenlere ise , geçmişte İsrailoğullarından örnek vermektedir. 

Maide s. 20. ve 26. ayetlerinde anlatılan bir olayda savaşarak ele geçirmeleri gereken bir beldeyi, Musa (a.s) a "Sen ve Rabbin ikiniz savaşın" diyen İsrailoğulları, yenilgiye uğrayarak yıllarca dağınık bir şekilde dolaşmaya mahkum kalmışlardır.

Mazlumların kaybettikleri geri almalarının yollarından biri olan savaş,  Sünnetullah gerçeği olup, savaşmanın gerektiği yerde savaşmayarak oturanlar , zulme ve katliamlara uğramaya mahkum olmaktan kurtulamayacaklardır. Özellikle Medeni ayetlerde çokça rastladığımız cihada teşvik ve yapılan savaşlar ile ilgili ayetler , asla bir vahşet gösterisi değil , mazlumların ellerinden alınmış olan haklarını nasıl almaları gerektiği yönündeki bilgilerdir.

Allah (c.c) kafirleri kendisi savaşmak sureti ile değil , mazlumların savaşması neticesinde cezalandırır. 

[009.014] Onlarla savaşın ki, Allah SİZİN ELLERİNİZ İLE onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.

Tevbe s. 14. ayeti bu gerçeğe işaret etmektedir. Kafirlerin cezalanmasını , rezil olmasını , onların çoluk çocuk demeden kan dökmesinin sona ermesini istiyorsak bu işi Allah'a havale etmek yerine kendimiz hal etme yoluna gitmemiz gerekmektedir. 

Müstekbir devletlerin, biz Müslümanlar ve diğer topluluklar üzerinde hegemonya kurması, uzun yıllar alan bir sürecin sonucudur. Bu süre zarfında bu müstekbirler ilim ve teknoloji sahasında büyük gelişmeler kat ederek, silah sanayiinde de başarılı olmuşlar, ve bu silahları mazlumlara doğrultmaktan geri durmamışlar, hala da durmamaktadırlar. Bizlerin de müstekbirlere karşı galebe çalmanın yolu aynı şekilde onlar gibi sanayi ve teknolojik üstünlük sağlamak sayesinde olacaktır. Bu süreç elbette kısa bir süreç değildir. 

[003.196-7]  İnkar edenlerin diyar diyar gezip refah içinde dolaşması sakın seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır!..

Dünyayı kendi mülkleri zannederek, her istedikleri beldeyi işgal edip, o beldenin halkını ve kaynaklarını sömürmek sureti ile, bu zenginlikleri kendi beldelerine taşıyanlar, elbette bu haksızlıklarının cezasını en acı biçimde ödeyeceklerdir. 

[014.042]  Sakın Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma; gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir.

Şu anda tek tesellimiz , bu zalimlerin yaptıklarının yanlarına asla kar kalmayacağını ve onlardan büyük bir hesap sorulacağını bilmemizdir. Onların ahirette hesap vereceklerinden emin olmamız , onların yaptıklarına göz yummak anlamına da gelmemelidir. 

Eğer bugün dünya yüzünde Müslümanlar olarak zulme uğruyor isek bunun müsebbibi kendi elimiz ile yaptığımız hatalardır. Bu zulmün son bulmasını arzu ediyorsak önce "Nerede hata yaptık?" sorusunun cevabı verilmeli , sonra da bu hataların telafi edilme sürecine girilmelidir. Askeri , ekonomik , siyasi v.s her açıdan yeniden yapılanma sürecine girilmeden üzerimize kabus gibi çöken bu zulmün sona ermesi mümkün olmayacaktır. 

[008.052]  Firavun taifesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, Allah'ın ayetlerini yalanladılar da Allah onları günahlarından ötürü yok etti. Allah kuvvetlidir, cezalandırması şiddetlidir. [008.053]  Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, her şeyi bilendir.

"Allah yeryüzünde yapılan kötülüklere neden engel olmuyor?" sorusunu soranların, Musa (a.s) ve Firavun kıssasını çok iyi okumaları gerekmektedir. Firavunun uğradığı sonun, İsrailoğullarının onunla olan mücadelesi sonucunda meydana geldiğine dikkat edilmelidir. 

İsrailoğullarının erkek çocuklarını katleden firavuna karşı Musa (a.s) önderliğinde başlatılan mücadele , bilindiği gibi firavun ve ordusunun denizde boğulması ile son bulmuştur. İsrailoğulları çocuklarını katleden firavuna karşı "Allah neden bu firavunun kötülüklerine engel olmuyor onu neden helak etmiyor?" diyerek elini kolunu bağlayarak işleri ona havale etmek yerine, onu helak olma sürecine götüren olayların fitilini kendileri ateşlemişler ve neticede çocukların katledilmesine engel olmuşlardır. 

Firavunun sonunu Sünnetullah gerçeğini dikkate alarak okuyanlar , Allah (c.c) nin kötülüklere engel olmaması diye bir şeyin asla mümkün olmadığını anlayacaklar , bu engel olmanın iman edenlerin elleri ile gerçekleştiğini görerek , aynı işlemin evrensel bir yasa gereği bugün ve yarında geçerli olacağını bilecekler , müstekbirlere karşı ne yapılmasını Kur'andan öğrenmiş olacaklardır.

Sonuç olarak : Allah (c.c) nin yer yüzünde yapılan zulüm ve katliamlara neden seyirci kaldığı , onları neden engellemediği sorusu Müslüman olsun veya olmasın bir çok insanın kafasında cevabını aramaktadır. Allah (c.c) böyle bir zulme hiç bir zaman seyirci kalmaz. Ancak kötülüklerin engellenme yolunun, kendisinin melek indirerek savaşması şeklinde olmasını arzulayanlar için elbette böyle bir şey asla mümkün değildir. 

Allah (c.c) koyduğu yasalar gereği , kimsenin yaptığını yanına kar bırakmaz. Zalimleri mazlumların eli ile cezalandırmak şeklinde koyduğu yasanın gereklerini yerine getirenler, geçmişte nasıl başarıya ulaşmış ise , gelecekte de aynı başarıya ulaşacaklardır. Bu başarı sözü Allah (c.c) nin değişmez ve asla yalan olmayan bir sözüdür.

Allah (c.c) nezdinde "Ayrıcalıklı kul" statüsüne tabi hiç bir kul yoktur. Onun koyduğu yasalar çerçevesinde kim nasıl hareket ederse o karşılığı alır. Mü'min -kafir ayrımı yapmayan Allah (c.c) nin kullarından iman edenler "Allah bize neden yardım etmiyor?" diyerek sızlanırken , iman etmeyenler ise alayvari tavırlar ile "Allah'ınız size neden yardım etmiyor?" demektedirler. Bu iki gurubun da bilmediği maalesef, Allah (c.c) nin kimseye ayrıcalık tanımadığıdır. Allah (c.c) bütün kullarına iman etsin veya etmesin, dünyada yaptıklarının karşılığını eksiltmeden verdiği gibi , aynı karşılığı hesap gününde de kimseye eksiltmeden verecektir.

Bu sebeple , kimsenin yaptığı hatayı Allah'a yükleyerek kendi sorumluluğunu örtmeye hakkı olmadığı gibi , yaptığı şey büyük bir bühtandır. 

Şurası asla unutulmamalıdır ki , Allah (c.c) nin yaptığı hiç bir iş hata ve noksanlık barındırmaz , övgüye layık tek varlık olması nedeniyle ,yaptığı bütün işler doğru ve yerinde olup , kul olarak onun yanlış yaptığını iddia etmek , bizleri büyük bir sorumluluk altına sokacaktır. Ortada eğer bir yanlışlık varsa o yanlışın sebebini kendimizde aramak, ve çıkış yolunu araştırmak en doğru davranış olacaktır.

ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN/ ÖVGÜ(yanlış hiç bir iş yapmayan) ALEMLERİN RABBİNEDİR.

16 Aralık 2015 Çarşamba

Allah (c.c) Beşer Elçilere Neden Melek Elçi İle Vahyeder?

Allah (c.c) yaratmış olduğu biz kulları üzerinde yegane otorite sahibinin sadece kendisi olduğunu beyan ederek , bu beyanını biz insanlar içinden seçmiş olduğu elçiler ile bildirmiştir. İnsanlar içinden seçmiş olduğu elçilere bu beyanı bildirme şeklini ise, meleklerden seçmiş olduğu elçiler vasıtası ile vahyederek olduğunu, son elçiye inen kitap içinde bildirmiştir. 

Son zamanlarda , Kuran okumalarında ortaya çıkan bazı düşünceler beşer elçiye gelen vahiy konusunda farklı mülahazalar ortaya atarak , böyle bir vahyetme şeklinin olmadığını , olamayacağını iddia ederek , "Allah (c.c) nin direk olarak vahyetmeye gücü yetmiyor da böyle bir yolumu seçiyor" şeklinde itirazları görmekteyiz. 

Bu itirazlar dile getirilirken sürülen gerekçelerin , konu ile ilgili ayetler ile çelişki arz  etmesi üzerine , ilgili ayetlerin anlamı ters çevrilerek tahrifata girişmekten çekinilmediğine şahid olmaktayız. Bu tür itirazları ve ilgili ayetlerin nasıl tahrif edildiklerini daha önceki yazılarımızda ele almaya çalıştığımız için bu yazımızda, bu konudaki itirazlardan çok "Neden melek elçi ?" sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. "Neden" sorusunun cevabından önce konuyu aydınlatmak için vahyin gelişi ile ilgili ayetleri okumak istiyoruz.

Bu konu ile ilgili anahtar ayetimiz , Allah (c.c) nin insanlarla konuşma yollarını beyan ettiği Şura s. 51. ayetidir. 

Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).

[042.051] Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Şura s. 51. ayetinin beyanına göre Allah (c.c) kulları ile 3 şekilde konuşmaktadır. 

1- Vahy ile.
2- Perde arkasından.
3- Elçi göndererek vahyetmek sureti ile. 

Allah (c.c) nin kulları ile olan konuşmasının , 1. şıkkı bütün insanlar ile ilgili olup , 2. şıkkı Musa (a.s) ile olan konuşma ile ilgilidir. 3. şıktaki konuşma şekli olan elçi göndererek vahyetmek sureti ile olan konuşma şeklinin en son örneği , Muhammed (a.s) a indirilen kitabın ona geliş şeklini ifade etmektedir. 

Bu 3 konuşma şeklinin 1. şıkta olanı, bütün insanlar için geçerli olduğuna göre bu konuşma şeklini "GENEL VAHİY" , 2. ve 3. şıktaki konuşma şeklini ise "ÖZEL VAHİY" olarak isimlendirebiliriz.

Muhammed (a.s) a indirilen kitabın ona geliş keyfiyetini anlatan ayetleri gördükten sonra "Neden böyle bir yol ?" sorusunun cevabını arayabiliriz.

[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Hacc. 75. ayeti , Allah (c.c) nin İNSAN ve MELEKler den olmak üzere elçiler seçtiğini bildirmektedir. "Melek" olarak bahsedilen elçilerin ontolojik olarak nasıllığı konusunda herhangi bir bilgi verilmediği için , bizlerin de bu konuda bilgimiz olmadığını hatırlatalım.

[016.002] Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»

Nahl s. 2. ayetinde beşer içinden seçmiş olduğu elçilere indirdiği ve "Ruh" olarak beyan ettiği vahyi , "Melek" ile indirdiğini beyan etmektedir.

[002.097-98]  De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise» o Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah ın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibrile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.

Bakara s. 97-98 de , Kitabı Muhammed (a.s) a "Melek elçi" olan "Cibril" in indirdiği beyan edilmektedir.

[016.101-2]  Bir ayeti bir ayetin yerine bedel yaptığımız zaman Allah indirdiğini  en iyi bilirken onlar : «Sen yalnızca bir iftiracısın!» dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.De ki: «Onu Rabbinden hak olarak Rûhu'l Kudüs indirmiştir ki, imân edenleri sabit kılsın ve müslümanlar için bir hidâyet ve beşaret olsun.»

Nahl s. 101-102 de , Muhammed (a.s) a  Kitabın , "Ruhul kudüs" adı ile bildirilen melek elçi tarafından indirildiği beyan edilmektedir.

[026.192-5] Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.Apaçık arab diliyle.

Şuara suresindeki bu ayetlerde Melek elçi , "Ruhul emin" olarak isimlendirilmektedir.

[053.001-18] İnmekte olan necme yemin ederim ki, arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da!O hevadan konuşmuyor.O başka değil, ancak bir vahiydir, vahyolunuverir. Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir.Bir kuvvet sahibi ki, hemen dosdoğru göründü. Ve o, en yüksek bir sema kıyısında idi. Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu. Hemen kuluna vahyettiğini vahyetti.Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Gördüğü hakkında şimdi siz, onunla tartışıyor musunuz? Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.

Necm suresindeki bu ayetlerde , Muhammed (a.s) a "Melek elçi" ile vahyedilmesi ve onu göz ile gördüğü anlatılmaktadır.

[081.019-25] Şüphesiz o kerim bir elçinin sözüdür.Arş'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.Kendisine uyulandır, emindir.Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.

Tekvir suresindeki bu ayetlerde ise Muhammed (a.s) a vahyi getiren elçiden "Kerim" olarak bahsedilmektedir.

Buraya kadar verdiğimiz ayetlerin ortak noktası , Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduğu elçilere "Melek elçi" vasıtası ile vahyi indirdiğinin beyan edilmesi , ve bu beyanın Muhammed (a.s) ın şahsında nasıl gerçekleştiğini anlatan ayetlerdir. 

Şu noktayı tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz ; "Melek elçi" deyimi ile kast edilen şeyin, bizim için elle tutulur , gözle görülür bir mahiyetinin olup olmadığının önemi yoktur. Biz sadece Allah (c.c) nin böyle bir vasıta ile vahyettiğini beyan etmesine iman ederek bu isim ile adlandırdığı şeylerin nasıllığı üzerinde durmamızı gerektirecek herhangi bir bilgi sahibi değiliz.

Gelelim asıl konumuz olan, Allah (c.c) nin neden böyle bir yol ile beşer elçilere vahyetme sebebine; 

Şura s. 51. ayetine geri dönecek olursak , o ayette Allah (c.c) insan ile 3 yol ile konuştuğunu beyan etmektedir. 1. yol olan "Vahyetmek" yolu, yaratılan bütün insanlara şamil olan "İlham" olarak bildiğimiz konuşma şeklidir. 

Musa (a.s) ın suya bırakması için annesine vahyedildiğinin beyan edilmesi, bu konuyu anlamayı kolaylaştıracaktır. Musa (a.s) ın annesinde fıtri olarak doğuştan gelen annelik duygusu, onun zarar görmemesi için annesini böyle bir yola itmiştir. Allah (c.c) Musa nın annesine melek elçi ile "Onu suya bırak" şekilde bir vahiyde bulunmamıştır. Buradan anlaşılıyor ki Allah (c.c) yarattığı bütün insanlara doğuştan vermiş olduğu fıtri hassasiyetlere, "Vahyederek" konuşma adını veriyor. 

Demek ki 1. yol ile vahyetme şekli bütün insanlar için geçerli olan ve "GENEL VAHİY" olarak kategorize edebileceğimiz bir konuşma türüdür. 

2. ve 3. tür konuşma şekli insan içinden seçilmiş kişiler için geçerli olup , 2. tür konuşma şekli Kur'an içinde Musa (a.s) örneğinde görülmektedir.

Asıl konumuz olan 3. tür konuşma şekli olan "Elçi göndererek vahyetme" , 1. şekil olan bütün insanlar için olan geçerli olan konuşma şeklinden farklı bir konuşmadır. Bunun sebebi ise Allah (c.c) nin elçi olarak seçilmiş olan kula vahyedilen bilgilerin sadece "İlham" denilen kişisel fıtri bilgiler değil , ondan farklı ve kapsamlı olan ve diğer insanları bağlayıcılığı olan bilgiler olmasıdır. 

Elçi olarak seçilmiş olan kişi , bu tür bir vahiy ile kendisine diğer insanlardan daha özel bir vahiyde bulunulduğunu anlar ve kendisine vahyedilen bu bilgilerin Allah (c.c) tarafından sadece kendisine has değil , muhatab olduğu bütün insanları kapsayıcı bir mahiyeti olduğunu bilir. Bu vahiy türü ile gelen bilgiler diğer insanları da bağlayıcı olup, sadece elçi ile sınırlı değildir. Bundan dolayı bu tür vahye "ÖZEL VAHİY" adı verebiliriz.

 Allah (c.c) nin seçilmiş elçilere , insan olmalarının gereği olan "Genel vahiy" türünden ayrı bir vahiy türü olan "Melek elçi" ile özel bir vahiyde bulunma sebebi , vahyedilen kişinin , ve bu vahye muhatap olan kişilerin bu tür vahyin herkese yapılmayacağının bilinerek ayrıcalıklı bir vahiy türü olduğunun bilinmesi içindir. 

Kur'an adı ile bildiğimiz kitap , bilindiği gibi Muhammed (a.s) a bu yolla inmiştir. Eğer biz böyle bir yolun olmadığını, açık ve net ayetlere rağmen iddia edecek olursak ortaya Kur'an hakkında bir takım şüpheler atılabilir şöyle ki ; 

Muhammed (a.s) öncelikle bir insan olması nedeniyle her insan için geçerli olan "Genel vahiy" türü onun içinde geçerlidir. Eğer ona inen kitabı herkes için geçerli olan genel vahiy türü ile bizlere okuduğu iddiasını ortaya atacak olursak , Kur'an adlı kitabın bizler için herhangi bir bağlayıcılığı ortadan kalkarak , Muhammed (a.s) ın içine gelen duyguları yazdığı veya yazdırdığı "BEŞER SÖZÜ" haline veya müşriklerin yaptıkları iftiralardan olan, Allah adına uydurduğu sözler haline gelerek ve bizler için herhangi bir kitaptan farkı olmaz. 

"Melek elçi" vasıtası ile olan özel vahiy türünün red edilerek , genel vahiy kategorisine dahil edilmiş bir kitap haline sokulmak istenilmesi Kur'anın sıradanlaşması , Allah (c.c) nin kelamı olmaktan çıkması , muhteviyatının bağlayıcı durumdan çıkması gibi tehlikeleri beraberinde getirecektir. 

Çünkü, eğer Muhammed (a.s) biz gibi bir insan ise ki öyledir , "Ona ilham yolu ile gelen bilgiler bana da geldi" diyerek , resulluğu kendinden menkul sahte elçiler piyasada cirit atmaya başlayacaktır. Bunların örneklerini maalesef şimdi bile görerek "Ben de resulum" diyerek etrafta kol gezen hastalıklı kişilikler mevcuttur. 

Resulluğu kendilerinden veya müritlerinden menkul bu kimselerin ortaya attığı sözlerin, vahy eseri olduğunu iddia etmelerine zemin hazırlayan söylem , Şura s. 51. ve benzeri ayetlerde beyan edilen "Elçi" sıfatını taşıyan insanlara yapılan vahy yolunu red etmeleridir.

Buradan da anlaşılıyor ki Allah (c.c) nin beşer elçilere diğer insanlardan farklı bir yol seçtiğini beyan etmesi , sahte elçilerin önünü kapatıcı ve kitabı sıradanlaştırıcı düşüncelere set çekmeyi amaçlamaktadır.

Son zamanlarda ,bu kitabın Muhammed (a.s) tarafından yazdığı veya yazdırıldığı hakkında ortaya atılan iddiaların temeli bu kitabın ona vahyedilme şeklinin red edilerek genel vahiy ile ona gelen ilhamın neticesi olduğuna dair sözler sarf edilmektedir. Bu düşünceyi ortaya atanların kendilerini "Yalnız Kur'an" sloganı ile tanıtmaları bizleri  bazı şüpheler içine itmektedir. 

Muhammed s. 30. ayetinde münafıkların tanınma yolu onların konuşma uslupları olarak haber verilmektedir.

"Biz isteseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları, KONUŞMA ÜSLUBUNDAN tanırsın. Allah bütün yaptıklarınızı bilir."

Kimse hakkında "Münafık" gibi bir etiketleme niyetimiz olmadığını baştan söyleyerek , Kur'an hakkında ortaya atılan bazı söylemlerin kime hizmet ettiği ve kimin ekmeğine yağ sürdüğünü hesaba katarak bu tür söylemleri değerlendirmek mümkündür.

Kur'anın Şura s. 51. ayetinde beyan edilen "Elçi göndermek yolu ile vahyedilmesi" konusunda böyle bir yolu red edenlerin bilerek veya bilmeyerek Kur'anın Allah (c.c) katından olmadığını iddia edenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü ifade etmek isteriz. Eğer Kur'an bütün insanlara yapılan 1. konuşma şekli ile indiği kabul edilirse , bu kitabın artık bir bağlayıcılığı kalmayarak, Muhammed (a.s) ın yazdığı veya yazdırdığı bir kitap haline düşmesinden en çok kimler memnun olacağını bu düşünceyi savunanların anlaması gerekmektedir. 

Müslümanlar için "Tuz" mesabesinde olan Kur'anın kokutularak ellerinde güvenebilecek bir dayanakları olmasını istemeyen kimler ise, bu tür söylemler onların ekmeğine yağ sürerek onların kirli emellerine hizmet etmektedir.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduğu elçilere , başka bir elçi ile vahyettiğini beyan etmesinin sebebi , seçilen kişiye gelen vahyin Allah (c.c) nin kelamı ve bu elçinin Allah (c.c) adına konuşan bir kişi olduğunun bilinmesi içindir. Böyle bir yolu red ederek , Kur'anın Şura s. 51. ayetinde beyan edilen insanlarla konuşma şeklinin 1. şıkkı dahilinde vahy edildiğini iddia edecek olursak Kur'an bağlayıcılığı olan bir kitap durumundan çıkarak Muhammed (a.s) ın sözü durumuna düşecektir. 

Bu düşünceyi ortaya atanlar veya savunanların böyle bir tehlikenin kapısını araladıklarını açık ve net olarak söyleyerek , daha önce bu kapıyı aralayanların "Bende resulum" diyerek kendilerine Allah (c.c) tarafından vahyedildiği iddialarında bulunduğu malumdur. Bu konudaki ilgili ayetlerin tahrife varan boyutlarda anlamları kaydırılarak , Kur'anın özel bir vahiy ile değil de genel bir vahiy eseri olduğunu ispatlamaya çalışanlar , İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürerek onların işlerini kolaylaştırmaktadırlar. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Haziran 2014 Pazar

Kur'an İsrailoğullarını Neden Anlatır?

Musa as kıssası kur'anda en fazla yer tutan kıssalardan biri olması itibari ile dikkat çekicidir. İsrailoğulları kavmi ise Musa as ın ,içinden çıkmış olduğu kavim olup, ona ve ondan sonra gelen elçilere olan davranışları ile ilgili olarak kur'anda bir çok ayet bulunmaktadır. Bu anlatımların sebebi nedir? diye sorulacak bir soruya verilecek olan cevap, bu kavmin ne kadar şerli bir kavim olduğunu anlatmak içindir şeklinde olursa cevap eksik kalacaktır. Kur'an ayetlerini okurken yapılan en büyük yanlış "bu ayet bizden bahsetmiyor " denilerek yapılan bir okuma yanlışıdır. Bu okuma yanlışına israiloğulları ile ilgili olarak yapılan ayetlerde dahil olmakta,  "ey israiloğulları" şeklinde başlayan ayetleri kendimiz açısından herhangi bir mesajı olmadığı zannı ile, israiloğullarının ne kadar şerli bir kavim olduğunu düşünerek okuyup, bizlerin o ayetlerde anlatılan hal ile hallenip hallenmediğimiz hiç düşünülmez.

İsrailoğulları ile bizler arasındaki ortak bağ öncelikle insan oluşumuzdur. Onlar ile ilgili ayetleri ortak noktamız olan insan olmaları ve o yönü ile insanın olumsuz yanının o kavim üzerinde pratik ve canlı bir tezahürü olarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Böyle bir okuma kur'andaki bir çok ayeti dinamik hale getirip ibret almamızı ve onların hayat içinde nasıl bir tutum ile Allah cc ye ve elçilerine karşı hasmane bir davranış içinde olduklarını görerek bizlerinde aynı davranış içinde olduğumuz zaman başımıza gelecekleri görmemizdir.

İsrailoğulları üzerinden anlatılan ayetlerdeki durum sadece o kavme has bir özellik olmayıp insan olmak nedeniyle bir ortaklığımız olan bizlerinde içine düştüğümüz durumları anlatmaktadır. Onlarla ilgili ayetleri okurken "bunlar ne kadar adi bir kavimmiş" diyerek okumak yerine , onların yaptığı söylenen eylemleri kendimizin uygulayıp uygulamadığını düşünerek onların yerine kendimizi koyarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz. 

İsrailoğulları ile ilgili anlatımların hepsini tek bir yazı altında toplamak mümkün değildir, biz belli başlıklar altında onlar  ile ilgili anlatımlardan kendimize yönelik olarak çıkarabileceğimiz mesajları ele alarak pratiğe indirgemek sureti ile örnekleri paylaşıp, onların israiloğulları kavmine mensub  insan topluluğu olmaları nedeni ile nasıl  hataya düştükleri ve bu hatayı bizlerinde insan olarak tekrarlama durumunda olabileceğimiz ihtimalini göz ardı etmeden onlarla aramızda ortak bir hata olan Allah cc nin kitabına karşı yapmış oldukları ile "biz müslümanız" diyenlerin kur'ana yapmış oldukları arasında ortak bir bağ olduğunu göstermek istiyoruz. 

Kur'an da bir çok ayet israiloğullarının tevrat'a yapmış olduğu muameleyi anlatır ,ve bu ayetlerden bizler herhangi bir hisse çıkarmaksızın direk israiloğullarını suçlayarak tevratı tahrif etmiş olduklarını iddia eder dururuz. Müslüman olarak bizler kur'an metnini tahrif etmemiş olmamız bir tarafa , israiloğulları gibi anlamını tahrif ederek "bu Allahın kitabındandır" şeklindeki sözlerle kitaba istediğimizi söyletmiyormuyuz?.

 [002.075]  Şimdi bunların size iman edeceklerini ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir zümre vardır ki, Allah'ın kelamını dinlerlerdi de akılları aldıktan sonra onu bile bile tahrif ederlerdi.
[002.079]  Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!
 [004.046]  Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) «İşittik ve karşı geldik», «dinle, dinlemez olası», «râinâ» derler. Eğer onlar «İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet» deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.
[005.013]  Sonra bu misaklarını nakzettikleri içindir ki biz onları lâ'netledik ve kalblerini kas katı ettik, kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif ederler, ıhtar edildikleri hakikatlerden hazz almayı unuttular, içlerinden pek azı müstesna olmak üzere onlardan daima bir hainliğe muttali' olur durursun, yine sen onlardan afvet ve aldırma, çünkü Allah ihsan edenleri sever
[005.041]  Kalbleri inanmamışken, ağızlarıyla, «İnandık» diyenler, yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de, «Böyle bir fetva size verilirse alın, verilmezse kaçının» derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahirette de büyük azab vardır.
 [003.078]  Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah katındandır» derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.

Yukarda verdiğimiz ayetlerdeki muhatap kavim israiloğulları olmasına rağmen , bugün müslümanlar aynı muameleyi kur'ana yapmıyorlarmı ? el cevab yapıyorlar ancak müslümanlar metin üzerinde tahrifat yapamadıkları için anlam üzerinde tahrifat yapmaya gayret ediyorlar. Kafasını belli bir düşünceye şartlamış olan kişi Allah cc nin ayetlerini o düşünceye uygun olarak çevirmekte veya tefsir ederek " işte bu Allahtan'dır" diyerek israiloğullarının yaptıklarını yapmıyorlarmı?

 
[056.079] Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz.
 [043.061]  Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.
 [021.007]  Ve senden evvel de göndermedik, ancak kendilerine vahyeder olduğumuz birtakım erkekler gönderdik. Eğer siz bilmez kimseler oldunuz ise artık bilgin zâtlardan sorunuz.
 [016.043] Senden önce de, gönderdiğimiz elçiler, kendilerine vahyettiğimiz bir kısım adamlardan başka bir varlık değildiler. Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz.
 72-1-De ki: Bana vahyedildi ki, şüphesiz yabancılardan bir grup Kur’ân dinleyip de:
 19-17Sonra ailesiyle/yakınlarıyla kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi.
 19-24-Sonra ona; Meryem’e aşağısındaki kişi; Zekeriyya seslendi:
 19-29Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?” dediler.
17-1 Bir gece, kulu Muhammedin Mescidi Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya, en yüce makama vuslatını gerçekleştiren, huzurunda secdesini sağlayan Allah’ı tesbih, tenzih ve takdis ederiz. Kudretimizin açık delillerinden olan o evrensel peygamberi ins-ü cinne, bütün kainata tanıtalım; kainat ve ötesinin, geçmişte olanlar ve gelecekte olacakların bir kısmını ona müşahede ettirelim diye bu miracı gerçekleştirdik.Şüphesiz Rasulü Muhammedin, kainat ve ötesinin duyduklarını ve gördüklerini duyuran ve gösteren Odur.

Yukarıda verdiğimiz örnekler denizden bir katre mesabesinde olan örnekler olup örnekleri çoğaltma dumunda olduğumuz takdirde sayfalarca yer tutacaktır. Kitabın tahrif yolu demek sadece metninin tahrif edilmesi demek anlamına gelmez, bugün kur'anın başına gelenler israiloğullarının tevratın başına getirdiklerinden farklı değildir. Şayet bugün yeni bir elçi ile yeni bir kitab geleceği gibi bir varsayımda bulunursak " ey israiloğulları" şeklinde başlayan ayetlerdeki olumsuz durumların " ey müslümanlar" hitabı ile tekrarlanacağı muhakkaktır.

Kelimeleri yerinden oynatmak sureti ile kitabı tahrif etmeleri sadece israiloğullarına has bir durum olmayıp, "ben müslümanım" diyenlerin bir kısmınında kitaba reva gördüğü bir muameledir. Bu muamelenin sebebi bir çok yönden irdelenebilir ama konumuz meallerdeki tahrif olmayıp israiloğulları ile ortak bir payda da bulunma noktalarımızı görmek konulu olduğu için burada noktalıyoruz.

[002.084] Kanınızı dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin diye sizden söz almıştık, sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz şahidsiniz.
[002.085] Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

Birbirinizin kanını dökmeyin , yurtlarınızdan çıkarmayın emri sadece israiloğullarınamı verilmiş bir emir dersek , cevabımız elbetteki hayır olacaktır. Tarihimizi şöyle bir inceleyecek olursak yüzlerce yıldır yapılan savaşların kimlerle yapıldığına bakacak olursak kafirler ile yapılan savaştan çok müslümanların birbirleri ile yaptıkları savaşlara ve orada dökülen müslüman kanlarına şahid oluruz. Müslümanlar birbirlerini tekfir ederek onları kafir kategorisine sokarak savaşın alt yapısını hazırlamışlar ve böylece "karşımdaki nasılsa kafir" diyerek birbirlerinin kanını helal görmektedirler.

Bugün bile en acı örneklerine şahid olduğumuz birbirimizin kanını dökme konusunda son derece hevesli olmamız, müstekbir kafirlerin işlerini kolaylaştırmakta olup kendileri sadece kendimizi öldürmek için gerekli savaş araçlarını bizlere satarak milyar dolarlar kazanmakta ve iki taraflı bir kazanç sağlamaktadırlar,bizler bu oyunların farkında dahi olmadan onların ekmeğine yağ sürerek birbirimizi katletmekteyiz. Bakara s. 85. ayeti çok açık ve net olarak israiloğullarının yapmış olduğu bu hareketin cezasının önce dünya hayatında karşılığını göreceklerini beyan etmektedir.

Sadece israiloğullarımı birbirleri ile savaşıp dünyada zelil duruma düşüyorlar dersek elbetteki hayır diyeceğiz bugün müslümanların yaşadığı topraklara baktığımızda biribirimiz ile olan savaşımızda galip tarafın hangisi olduğunu söylemeye bile gerek yoktur, bu savaşın taraflarından hiçbiri galibiyet sağlayamaz aksine her iki tarafta mağlubiyete mahkumdur. Galip gelen taraf, bize savaşmak için gerekli olan silahı satıp hem maddi yönden sömüren , hemde savaşıp güçten düşmemizi sağlayarak kendileri ile gerekli olan cihadı yapmaya takatımızın kalmadığı müstekbir batı emperyalizmidir.

İsrailoğulları tarihte başlarından geçen olayları iyi okumuş , bundan ders çıkarmış , bölünmenin nasıl bir zarara yol açtığını kendilerinde şahid olarak bu bölme hareketini müslümanlar arasında körükleyerek onları güçten düşürmeyi başarmışlardır. Şayet bizler kitabı hayatın reel gerçekleri üzerinden okuyarak , yaşanmış olumlu ve olmusuz örnekleri doğru okuyup kendi hayatımızda tatbik edebilseydik bu günkü oyuncak olma durumunda olurmuyduk?.

Elbetteki hayır , bugün islamcı örgüt adı altında toplanmış olan gurupların emperyalist batının istihbarat örgütlerinin bir oyuncağı olduğu , batılıların bu örgütleri kullanarak işgal planlarına zemin hazırladıkları gerçeği maalesef ne durumda olduğumuzu göstermektedir. Gündem belirleyici olmak durumunda olan bizler , belirlenmiş gündemin birer piyonları olup sadece kukla vazifesi görmemiz dünyanın içindeki bulunduğu durumun acı bir gerçeğidir.  

Sonuç olarak; bizlere YOL GÖSTERİCİ vasfına haiz olarak inmiş olan kitabı sadece eskilerin masalları mesabesine indirgeyerek okuma tezahürü , israiloğulları ile ilgili anlatımlardada kendini göstermiş olup onların yaşamış olduğu hayat içinde başlarından geçenler sadece bizlerin üstün topluluk olduğu onların lanetli topluluk olduğu zannı ile okunmuş olup ders almak gibi bir kaygı ile okunmamıştır. İsrailoğulları ile kendimiz arasında ortak payda olan insan olmamızın getirdiği olumsuzlukların canlı örneğinin onlar üzerinde görerek ders çıkarmak ve onların hatalarını tekrarlamamak gibi bir düşünce ile okunan kitab bizleri bugünkü zelil duruma düşmemizi engellediği gibi bizim dışımızdaki insanlarında emperyalist zalimlerce baskı ve zulüm görmesine engel olacaktır. Bugün israiloğullarına taş çıkartacak tahrifleri yapan bizler , birbirimizin kanını döken bizler , kitabın bir kısmını kabul edip diğer kısmını red etmek sureti ile işimize geleni kitaba onaylatmak durumunda olan bizler eğer dünyadaki bu zelil durumumuza karşılık ahirette cennet  nimetleri ile mükafatlanacağımızı düşünüyorsak bu düşüncemizi kitabın dinamikleri doğrultusunda yeniden gözden geçirmeliyiz.
İsrailoğulları da kendilerini Allahın oğulları ve sevgilileri olduğunu düşünerek yerlerini garantilediklerini zannediyorlardı, fakat bu garantinin özel olarak kimseye verilmediğini, aksine Allah cc tarafından konulmuş olan kurallara uyanların böyle bir garanti altında olduğunu beyan eden ayetler hala güzel sesli hafızlar tarafından okunmakta ve anlamlarının hayata geçirmelerini beklemektedirler. Rabbimizi bizleri kitabını eskilerin masalları olarak okuyanlardan değil , eskilerin başlarından geçenlerden ibret alarak hayata geçirenlerden kılsın.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.