İsrailoğulları ile ilgili bir bahis açıldığında, bir çoğumuzun aklına ilk gelen şey, onların lanetli bir kavim olduklarıdır. Yine bir çoğumuz, onların neden lanete uğradıkları konusunda herhangi bir düşünce içine girmeden , lanete uğramanın sadece o kavme has bir durum olduğu zannı içinde onlarla ilgili ayetleri okumaktayız.
Halbuki onlar ile ilgili bu ayetler , lanete uğramanın evrensel yasaları olarak okunmuş olsaydı , lanete uğramanın belirli bir kavme has bir olay değil , evrensel bir yasa olduğu bilinir , ve onlar ile ilgili ayetler , lanetin hangi şartlarda hak edildiği noktasında bilgiler olarak okunur , ve lanete uğramamaya çalışmak bizlerin hayatında da uygulama alanı bulabilirdi.
[004.051] Kendilerine kitabtan bir nasip verilmiş olanların cibt ve tağut'a inanıp,
küfredenlere: Bunlar mü'minlerden daha doğru yoldadırlar, dediklerini görmedin
mi?.
[004.052] İşte bunlar Allah'ın kendilerini lanetlediğidir. Allah'ın
kendisini lanetlediğine hiç bir yardımcı bulamazsın.
Yukarıdaki ayetler , "Cibt" ve "Tağut" olarak ifade edilen kelimelerin anlam alanları dahiline giren her ne ise, ona iman ederek bu yolun, iman etmekten daha doğru bir yol olduğunu iddia edenlerin Allah'ın lanetine uğradıklarını beyan etmektedir.
Bu yazımızda , Cibt ve Tağut kavramlarının bizlerin hayatında ne ifade edebileceği , biz Müslümanların bu kavram alanı içine giren düşünce ve davranışlarının ne olabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
Cibt , " Gerçeği kabul etmeyen , küfrün ve kötülüğün temsilcisi" anlamında , Tağut ise , Haddi aşmak anlamındaki "Tağa" kelimesinden türemiş olup , " Allah'ın koyduğu ölçüler ve kurallar dışında ona zıt ölçü ve kurallar koyan her türlü kişi , kurum , kuruluş , düşünce" anlamındadır.
[016.036] Andolsun, biz her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve tağuttan
kaçının» (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik. Böylelikle, onlardan
kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu.
Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.
"Tağuta kulluk etmek" şeklindeki yaşantı sadece kitap ehline mensup olanlara has bir durum değil , bugün işlevini biz Müslümanlar üzerinde sürdüren bir durumdur. Ne var ki bir çok Müslüman böyle bir durum içinde olduğundan habersiz bir hayat yaşayarak , kendi bulunduğu yolun doğru olduğunu düşünerek , tersini iddia edenlere karşı çıkmaktadırlar.
Tağuta kulluk etmek , Müslüman yaşantısında nasıl gerçekleşir ?.
Bu gerçekleşme , 1- Dini düşünce ve itikat bazında , 2- Ülke içindeki gayri İslami yönetim sistemine razı olarak onu desteklemek, şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Tağuta kulluk etmenin dini düşünce içinde zuhur etmesi , inanç kurallarını Allah (c.c) nin kitabı olan Kur'anın değil , Kur'ana aykırı rivayetlerin ve bazı kimselerin belirlemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kur'anın her konuda hakem kitap olarak tayin edilmesi terk edilerek , başka hakem kişi ve kitapların ortaya çıkması "Tağut" kavramı ile yakından ilintilidir.
Bugün halk arasında dini inanç , kural , bilgi ve yaşantı olarak yaygın olan durum bilindiği üzere , Kur'an tarafından vaz edilen bilgi ve kurallar değil , rivayet merkezli bir anlayışın sonucu, kişilerin ve bazı kitapların öne çıkarılması ile oluşturulmuş olan bir din algısıdır. Bu algıda kişiler öyle bir mertebeye çıkarılmıştır ki , Allah (c.c) gibi görürler , bilirler , haber alırlar ve onun gibi din belirlerler, İşte kulların yapmış olduğu bu işin adı haddi aşmak yani tuğyan , bu kimselerin ortak ismi ise tağuttur.
Allah (c.c) nin tekelinde bulunan ve kimseye vermediği din belirleme yetkisi , onun elinden alınarak önce elçisine , sonrada din alimi olarak bilinen bazı kimselere verilerek dini düşünce ve inançta bunların belirleyici olması, bu kimselerin tağutlaşmasına yol açmaktadır. Bugün "Kur'an dinde belirleyici kitap olmalıdır" sözünü duyduklarında, bazı kişi ve kitapları Kur'ana denk tutanların saçlarının diken diken olmasına sebep olan durum, işte din adına belirleyici konumuna gelmiş olan tağutların saltanatının yıkılma endişesidir.
Bu tağutlar ve yandaşları ,oluşturdukları din anlayışını eleştirerek , onların yanlışlıklarını Kur'an merkezli bir söylem etrafında dile getirenlere ise "Sapık" yaftası takarak , kendilerinin daha doğru yolda olduklarını iddia etmektedirler.
Haddi aşmak (tuğyan) , tağutlaşmak şeklindeki durum , toplumların yönetilmesi için gerekli olan kuralların belirlenmesi noktasında da kendisini göstermektedir. Kur'an içinde olan bazı ayetler , insan ve toplumların ekonomik , sosyal ve hukuki yaşantılarına yön vermesi gereken ayetlerdendir . Bu ayetlerin toplum yaşantısının düzenlemesinde devre dışı bırakılarak , onun emrine zıt düzenlemelerin getirilmesi, yönetimde tuğyanı ve tağutlaşmayı ortaya çıkarmaktadır.
Konuyu yaşadığımız ülke dahilinde düşündüğümüzde , şu anda bu topraklarda yaşayan insanların tabi olduğu sosyal , ekonomik ve hukuki kanunların belirlenme kriteri bilindiği üzere Kur'an değildir. Yaşadığımız sistem laik , demokratik , kemalist bir sistem olarak tanıtılmakta, halk bu kurallar üzerine bina edilmiş kanunlar ile yönetilmektedir.
"Hakimiyet Milletindir" sloganı ile ülke içinde yaşayan insanlar , başka insanlar tarafından belirlenmiş Kur'an ile zıtlık arz eden kanunlar doğrultusunda bir yönetim sistemine tabi tutulmaktadırlar. Yaşadığımız bu durumun adı , tuğyan ve tağutlaşmak , içinde bulunduğumuz yönetim sistemi ise "Tağuti yönetim" olmaktan başka bir şey değildir.
İşin daha vahimi ise , bu durumun bir çok Müslüman tarafından fark edilememiş olmasıdır. Başka bir vehamet ise , daha önceleri yaşadığımız sistemi tağuti olarak adlandırarak eleştirenlerin bir kısmının , şu anda iktidardaki siyasi partinin bazı söylem ve icraatlarının muhafazakar bir yapı arz etmesi nedeniyle , sistem eleştirisini bir tarafa bırakmışlar , bırakmaları ile kalmamış sisteme destek olmaya dahi başlamışlardır.
Kurulduğundan bu yana, sistemin bel kemiği olan laik , demokratik , kemalist esaslar, aynen kendisini muhafaza etmesine rağmen , bir kaç yıldır iktidarda bulunan siyasi partideki bazı kimselerin namazlı abdestli insanlar olması , sisteme karşı bir yumuşamayı ve onu kabullenmeyi beraberinde getirmiş , hatta bu sistemi sahiplenmek, dini bir vecibe olarak görülmeye dahi başlanmıştır.
Dün, sistem tarafından helal olarak görülen, fakat Allah (c.c) nin haram olarak bildirdiği faiz , içki , zina , kumar v.s gibi bazı fiiller sistem tarafından helal sayılma durumunu aynen korumakta, hatta eskisinden daha canlı ve etkin bir vaziyette toplum hayatında fonksiyonunu icra etmektedir. Allah (c.c) tarafından haram kılınmış faizli bir ekonomiyi savunan bu insanlar , vermiş oldukları faizli kredilerin artmış olmasını "Allah bereketini artırsın" demek sureti ile dini bir kılıf dahi giydirebilmekte , bu gibi söylemlerden destek alan bazı kimseler ise , haramın helal yapılması karşısında alkış tutmaktadırlar.
Müslüman olarak yaşadığımız sisteme bakış açımız , şu anda bu sistemi yönetenlerin kimliğine , namazına abdestine göre şekillenmemeli , bu kimselerin kanun vaz ederken , hangi kuralları baz aldığına göre şekillenmelidir. Muhafazakar kimliğe sahip olan insanların , yapmış oldukları yanlışları dini argümanlar ile süsleyerek meşru gösterme çabaları , seçmen tabakasının gözünden kaçmakta ve yöneticilerin ağızlarından çıkan Allah - Kur'an - Peygamber v.s gibi sözler onları galeyana getirerek , istedikleri Müslüman yönetici portresinin artık oluştuğunu zannederek , sistemi sahiplenmektedirler.
Bu sahiplenme işinin din alimi ayağı ayrı bir sıkıntı kaynağıdır. Düşünce , fikir eylem ve söylemleri insanları doğru yola sevk etmek olması gereken ve bir çok kimsenin düşüncesine değer vererek arkalarından gittiği din alimlerinin bu noktada sorumluluğu iki kat artmaktadır.
Kur'an ile bağlarının daha sıkı olması gereken bu kimseler , halkı her türlü yanlışa karşı uyarması gerekirken , ellerinde bulundurdukları fırsatları , mevcut iktidarı dini açıdan meşru hale getirmek için kullanmaları,onlarında bir şekilde tağut hale gelmeleri anlamına gelecektir.
Tağut kavramı , sadece tarikat şeyhleri dediğimiz kişilere has bir kavram değil , Allah (c.c) nin hüküm verdiği bir konuda onun aksine hüküm veren herkesi kapsamaktadır. Bu kavramın kapsama alanına işimize gelen kimseleri almak , işimize gelmeyenleri kapsama alanı dışına atmaya çalışmak şeklindeki bir düşünce tağuta destek olmak demektir.
Tağuta iman etmek sureti ile Allah (c.c) nin lanetine uğramanın dünya hayatındaki yansıması , "Tağuti Sistem" olarak ifade edilen sistemler ile idare edilen toplumların, zaman içinde helak olmasıdır. İçki , Kumar . Faiz , Zina v.s Allah (c.c) tarafından haram kılınan fiillerin kişi ve toplumların hayatlarında yer bulması , zaman içinde bu fiilleri işleyen toplumların helak olmasını beraberinde getirecektir. Kur'an kıssalarını ibretli mesajlar olarak okuyanlar , bu toplumların yapmış oldukları yanlışların hangi zaman diliminde yapılırsa yapılsın , o toplumların helakına sebep olacağını kolaylıklar göreceklerdir.
Tağut ve Şirk kavramları gündeme geldiği zaman , bu kavramların sadece bir yönünde olanlara dikkat çekilerek diğer tarafında olanlara dikkat çekilmediği takdirde , bu kavramlar üzerinden yapılan söylemler , kavramların Kur'ani anlamda ortaya çıkması yönünde değil , bazılarının bazılarını suçlamak için kullandığı kavramlar haline gelecektir.
Sonuç olarak : Tağut , Kur'anın şirk ile bağlantılı kavramlarından olup , Müslüman hayatında pek gündem olmayan kavramları arasındadır. Bu kavramın anlam alanına giren bilgi ve düşünceler , bazılarımızın hayatında yer almazken , bazılarımızın hayatında eksik olarak yer almakta , bu kavrama dahil olması gereken bazı kişi , kurum , ve düşünceler göz ardı edilmektedir.
Tağut kavramı toplumların yönetimleri ile yakından alakalı bir kavram olup , yönetim şekilleri beşer aklının ürünü olarak Allah (c.c) ye isyan etme esasına dayanıyor ise bu sistemlerin adı "Tağuti sistem" dir. Bu sistemin yönetim mekanizmasında isterse namazlı abdestli kimseler olsun , sistemin adı asla değişmeyecektir. Kur'anda anlatılan toplumların helak edilmesinde en önemli etken , onların yönetimlerinin tağuti olmuş olması olup , tarihin hangi zamanında olursa olsun , bu gibi sistemler altında yaşayan insanlar helak olmaya mahkum kalacaklardır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
etmenin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
etmenin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
14 Ekim 2016 Cuma
13 Ekim 2016 Perşembe
Al-i İmran s. 146-148. Ayetleri : Kafirlere Karşı Yardım İstemenin ve Etmenin Yasası
Kendilerinden güçlü ve zalim olan topluluklara karşı, "Allah'ım kafirler topluluğuna karşı bize yardım et" şeklinde, Allah (c.c) den yardım istemek , ona inanan tüm insanlar tarafından yapılan bir duadır. Allah (c.c) inananların bu isteğin yerine gelmesini bir takım yasalara bağlayarak , yardım etme işinin gerçekleşmesini kullarının çalışması ve gayret etmesi şartına bağlamıştır.
Başlık olarak seçtiğimiz ayetler, Uhud harbi ile ilgili bir bağlam dahilindeki ayetlerdir. Bizler genelde, Muhammed (a.s) ve ashabının yaptığı savaşları, kahramanlık destanları şeklinde bir okumaya tabi tuttuğumuz için , bu savaşların altında yatan asıl saik olan "SÜNNETULLAH" gerçeğini maalesef ötelemekteyiz. Muhammed (a.s) ve ashabı , Allah (c.c) nin kafirlere karşı, onlara yardım etmesinin yolunun "SAVAŞMAK" olduğunu bilerek , bu yardımı hak etmek için savaşmışlardır.
[003.146] Nice nebi vardır ki, yanında çok sayıda rabbe kul olanlar ile birlikte savaştı. Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabırlıları sever.
[003.147] Onların sözleri ancak: «Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı diret, Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!» demekten ibaretti.
[003.148] Artık Allah Teâlâ da onlara hem dünya nîmetini, hem de ahiret sevabının güzelliğini verdi. Ve Allah Teâlâ muhsin olanları sever.
Bu ayetler bizlere , Allah (c.c) ye dua etmenin nasıl karşılık bulacağını göstermektedir. Dua etmeyi, "Kavli Dua" - "Fiili Dua" olarak düşündüğümüzde , bir topluluğa Allah (c.c) tarafından yardım edilmesinin sadece kavli dua ile değil fiili dua dediğimiz, çalışma ve gayret etmek ile yakından alakası olduğunu görebiliriz.
Savaş , bir çoğumuzun hoşuna giden bir kelime olmasa dahi , bir dünya gerçeği , ve zulme uğrayanların , zulümden kurtulmak için baş vurması gereken çarelerden birisi olarak, Kur'an içinde yer alan bir kavramdır. Bu kavram elbette , mazlumların canlarına ve mallarına kast etmek amacı ile değil , can ve mallarına kast edilmiş olanların , kendilerini koruması amacına yönelik bir araç olarak kullanılması gerekmektedir.
[002.216] Hoşunuza gitmediği halde, savaşı üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[004.075] Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?
Aynı duayı, Bakara suresinde anlatılan evlerinden ve yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılan İsrailoğullarının, Talut'un komutası altında bir ordu oluşturarak , Calut'a karşı savaşmalarının anlatıldığı ayetlerde de görmekteyiz.
[002.250] Talut’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki: «Ya Rabbenâ, üstümüze sabır yağdır, Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!»
Bu ayette , kafirlere karşı zafer isteyen İsrailoğullarının Sünnetullah gereği olan yasalar dahilinde , yardıma mazhar olmanın gereğine göre hareket ederek, Calut ve ordusuna karşı savaştıklarını görmekteyiz.
Savaş, "Zalim" ve "Mazlum" kavramlarını da beraberinde getirmektedir. Saldırgan taraf genelde , karşı tarafı zayıf gördüğü için , onları yok etmek , maddi ve manevi bakımdan onları sömürmek amacı ile savaşa girmekte , bu durum mazlum olan tarafın haklarını geri almak için savaşmasını meşru ve gerekli hale getirmektedir. Savaşın meşru ve gerekli olduğu zamanlar işte bu zamanlar olup , Kur'anda savaşa getirilen teşvikler de, böyle duruma düşenler içindir. Hiç bir topluluk , diğer bir topluluğu maddi ve manevi olarak sömürmek için savaşa giremez , girdiği takdirde ise bu durum onların zalim bir topluluk olduğunu gösterir.
[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir nebiye: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «yurtlarımızdan çıkarılmış , çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.
Yukarıdaki ayet, Bakara suresindeki Talut kıssası içinde bulunmakta olup , savaşın meşru olduğu hal, altı çizili olan cümlede anlatılmaktadır. Bu ayetlerin sadece tarihte kalmış bir olayı anlattığı düşüncesi ile okunması , Kur'anı bir masal kitabı haline getirecektir. Bu ayetler bizlere , tarihin hangi zaman diliminde olursa olsun , evlerinden ve yurtlarından çıkarılarak zulme uğrayan insanların evlerine ve yurtlarına nasıl döneceğini öğretmektedir.
Talut kıssasını bu düşünce içinde okuyan Medine'de yaşayan Müslümanlar , sürülmüş oldukları Mekke'ye geri dönüşün savaş ile mümkün olacağını bilerek ,bu haklarını kullanmak için Bedir ve Uhud'da savaşmışlardır. Bedir ve Uhud savaşları "Sünnetullah'ın işleyişi hakkında bizlere önemli bilgiler veren savaşlardır.
[003.140] Eğer size bir yara dokunduysa; şüphesiz o kavme de o kadar yara dokunmuştur. Hem o günleri Biz, insanlar arasında döndürür dururuz. Bu; Allah'ın iman edenleri belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.
[003.141] Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.
Yine Uhud savaşı ile ilgili bir bağlama sahip olan bu ayetler bizlere , kafirlerin nasıl mahvolacağını öğretmektedir. Allah kafirleri kendisi gökten melekler indirerek değil, bizim elimiz ile mahvedecektir. Bu değişmez bir yasa yani Sünnetullahtır , kıyamete değin bu yasa böyle işleyecektir. Tevbe suresinin 14. ayeti, bu gerçeğe işaret eden ayetlerden olup , eğer kafirlerin yok olması isteniyor ise bu yok oluş, mazlumların ayağa kalkarak zalimlerle savaşması ve galip gelmesi sonucunda gerçekleşecektir.
[009.014] Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.
Kur'anın Medine'de inen ayetlerini dikkatli okuduğumuzda, ağırlıklı olarak savaş ile ilgili konulu ayetler karşımıza çıkmaktadır. Bu ayetler ashabın kahramanlığını değil , savaşın toplumsal bir yasa gereği hayatın bir gerçeği olduğuna dikkat çekerek , zalimlere karşı koymanın nasıl gerçekleşeceğini bizlere anlatmaktadır.
Bu ayetler , maalesef gerçekçi bir şekilde okunmadığı , Allah (c.c) den nasıl yardım istenilmesi , ve onun nasıl yardım edeceğinin yaşanmış örnekleri olan bu ayetler, masalsı bir biçimde okunduğu için, hayatın gerçekleri ile olan bağı kurulamamış , yardım isteme ve yardıma mazhar olmanın kuralları olarak okunamamış , Allah (c.c) nin bize oturduğumuz yerden yardım edeceği zannedilerek , sadece kavli dua ile yardım talebinde bulunan Müslümanlar hala gökten melek inerek kafirlerin helak edilmesini beklemektedirler.
Allah (c.c) nin yardım yasası , dün nasıl işledi ise , bugün de , yarın da , kıyamete dek aynı şekilde işleyecek , ondan yardım talebinde bulunanlar, yardıma mazhar olmak için, onun koyduğu yasalara tabi olmak zorunda kalacaklardır.
Bugün dünya yüzünde zulme uğrayan insanların , bu zulümden kurtuluş yollarından bir tanesi savaşmak sureti ile bu zulümden kurtulmaya çalışmak olmalıdır. Zulme uğrayan insanlar topluluğundan olan biz Müslümanlar , kafirlerin zulmünden kurtulmanın yolunun dua ile olacağını bilmekte , fakat bu duanın nasıl yapılacağı konusunda yanlışlıklar yapmaktayız.
Yazılarımızı takip edenler , Sünnetullah adı verilen yasaların Kur'anda yaşanmış örnekleri ile kıssa yolu ile anlatıldığını , ve bu anlatımlarda değişmez yasaların öncekiler üzerinde nasıl işlediğinin gösterilerek , sonrakiler içinde aynı şekilde işleyeceğinin bilinmesi ibret alınmasına dair olduğunu okumak üzerine bir yol takip etmeye çalıştığımızı bilmektedirler.
İslam coğrafyasında yaşanan kafir zulmünden çıkış yolunu gösteren kitabın bu rehberliği maalesef okunamamakta , zulümden çıkış yolunu gösteren ayetler , masal veya güzel sesli hafızların okuması ile, göz yaşı içinde dinlenecek bir müzik eseri haline getirilmektedir.
İslam dünyasının içinde bulunduğu bu zelil durumdan kurtuluşun ilk adımı , savaş ile ilgili ayetleri , kahramanlık destanları olarak değil , Sünnetullah yasaları olarak okumak ve o doğrultuda ibret almak ve hayata geçirmeye çalışmak olmalıdır. Zulümden çıkışın yolunun bu şekilde fark edilmiş olması , bu yolun gerekleri için çalışmanın da temelini atacaktır.
Allah (c.c) indinde hiç bir kul ve hiç bir topluluğun özel bir statüsü olmadığı biz Müslümanlar tarafından bilinmedikçe ve yardıma mazhar olmanın gerekleri yerine getirilmedikçe , üzerimizdeki ölü toprağının kalkarak zulümden kurtulmamız mümkün değildir.
Yazımıza konu olarak aldığımız ayetlerin Uhud harbi ile ilgili olduğunu yeniden hatırlayacak olursak , Uhud'daki mağlubiyetin nedenlerinin uzun uzadıya anlatılan ayetleri, sadece o zaman ve mekanda yaşanmışlığı dahilinde okumak , bu ayetler üzerinden verilmek istenilen mesajların ötelenmesi anlamına gelecektir.
Bedir'de yardıma mazhar olan Müslüman ordusu , Uhud'da yardıma mazhar olamamış ve mağlup olmuştur. Onlara mağlubiyeti getiren sebepler uzun uzadıya anlatılarak , onların ve sonraki gelecek olanların bu mağlubiyetin nedenleri üzerinde durarak yapılan hataları tekrarlamamaları istenilmektedir.
Sonuç olarak : Savaş bir dünya gerçeği olarak , kişiye göre değişen bir silahtır. Bu silah zalimin eline geçtiği zaman , her tarafı kan , göz yaşı ve fesada boğarken , mazlumların eline geçtiğinde ise, zalimlerin zulmüne son veren bir silahtır. Kur'an, savaş gerçeğini kabul ederek bunu bir zorunluluk kılarak , Allah'ın yardımını isteyenler için , bu yardımın yerine gerçekleşmesi için bir vesile kılmıştır.
Kur'anda geçen savaş örnekleri , Sünnetullah yasaları çerçevesinde okunarak , zulüm yapmak için değil , zulme son vermek için girişilmesi gereken bir eylem olarak kendisini göstermektedir. Bugün dünyanın müstekbir güçleri tarafından insanları evlerinden , yurtlarından , mal , mülk, ve evlatlarından eden savaş, bir zulüm aracı olarak mazlumların canını yakmaktadır.
Savaşın zalimlerin elinde bir silah olarak alınıp , mazlumların haklarını savunan bir araç olması , mazlumların en az zalimler kadar her açıdan üstün olması ile gerçekleşecektir. Allah'ın yardımı mazlumlara ancak bu şekilde tecelli edecektir. Sadece kuru dua seansları ile gökten meleklerin inmesini beklemek ise , masallarla avunan Müslümanların harcı olup , Kur'anın hayatın gerçekleri ile olan bağının koparılması anlamına da gelecektir.
Allah (c.c) koyduğu yasa gereği , yardımını hak edene yapacağını yaşanmış örnekleri göstermiş , bunun dışında bir yardım şeklinin olmayacağını bildirmiştir. Bize düşen bu ayetleri gerçekçi biçimde okuyarak hayata nasıl aktarılması gerektiği üzerinde kafa yormak olmalıdır.
Biz Müslümanlar , Allah (c.c) nin yardımına mazhar olmayı özel kul statüsüne dahil olduğumuz için değil , koyduğu yasalar dahilinde bir hak edene verildiğini öğrenmediğimiz ve bunun gereklerini yerine getirmediğimiz müddetçe burnumuz asla pislikten kurtulmayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Başlık olarak seçtiğimiz ayetler, Uhud harbi ile ilgili bir bağlam dahilindeki ayetlerdir. Bizler genelde, Muhammed (a.s) ve ashabının yaptığı savaşları, kahramanlık destanları şeklinde bir okumaya tabi tuttuğumuz için , bu savaşların altında yatan asıl saik olan "SÜNNETULLAH" gerçeğini maalesef ötelemekteyiz. Muhammed (a.s) ve ashabı , Allah (c.c) nin kafirlere karşı, onlara yardım etmesinin yolunun "SAVAŞMAK" olduğunu bilerek , bu yardımı hak etmek için savaşmışlardır.
[003.146] Nice nebi vardır ki, yanında çok sayıda rabbe kul olanlar ile birlikte savaştı. Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabırlıları sever.
[003.147] Onların sözleri ancak: «Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı diret, Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!» demekten ibaretti.
[003.148] Artık Allah Teâlâ da onlara hem dünya nîmetini, hem de ahiret sevabının güzelliğini verdi. Ve Allah Teâlâ muhsin olanları sever.
Bu ayetler bizlere , Allah (c.c) ye dua etmenin nasıl karşılık bulacağını göstermektedir. Dua etmeyi, "Kavli Dua" - "Fiili Dua" olarak düşündüğümüzde , bir topluluğa Allah (c.c) tarafından yardım edilmesinin sadece kavli dua ile değil fiili dua dediğimiz, çalışma ve gayret etmek ile yakından alakası olduğunu görebiliriz.
Savaş , bir çoğumuzun hoşuna giden bir kelime olmasa dahi , bir dünya gerçeği , ve zulme uğrayanların , zulümden kurtulmak için baş vurması gereken çarelerden birisi olarak, Kur'an içinde yer alan bir kavramdır. Bu kavram elbette , mazlumların canlarına ve mallarına kast etmek amacı ile değil , can ve mallarına kast edilmiş olanların , kendilerini koruması amacına yönelik bir araç olarak kullanılması gerekmektedir.
[002.216] Hoşunuza gitmediği halde, savaşı üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[004.075] Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?
Aynı duayı, Bakara suresinde anlatılan evlerinden ve yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılan İsrailoğullarının, Talut'un komutası altında bir ordu oluşturarak , Calut'a karşı savaşmalarının anlatıldığı ayetlerde de görmekteyiz.
[002.250] Talut’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki: «Ya Rabbenâ, üstümüze sabır yağdır, Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!»
Bu ayette , kafirlere karşı zafer isteyen İsrailoğullarının Sünnetullah gereği olan yasalar dahilinde , yardıma mazhar olmanın gereğine göre hareket ederek, Calut ve ordusuna karşı savaştıklarını görmekteyiz.
Savaş, "Zalim" ve "Mazlum" kavramlarını da beraberinde getirmektedir. Saldırgan taraf genelde , karşı tarafı zayıf gördüğü için , onları yok etmek , maddi ve manevi bakımdan onları sömürmek amacı ile savaşa girmekte , bu durum mazlum olan tarafın haklarını geri almak için savaşmasını meşru ve gerekli hale getirmektedir. Savaşın meşru ve gerekli olduğu zamanlar işte bu zamanlar olup , Kur'anda savaşa getirilen teşvikler de, böyle duruma düşenler içindir. Hiç bir topluluk , diğer bir topluluğu maddi ve manevi olarak sömürmek için savaşa giremez , girdiği takdirde ise bu durum onların zalim bir topluluk olduğunu gösterir.
[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir nebiye: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «yurtlarımızdan çıkarılmış , çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.
Yukarıdaki ayet, Bakara suresindeki Talut kıssası içinde bulunmakta olup , savaşın meşru olduğu hal, altı çizili olan cümlede anlatılmaktadır. Bu ayetlerin sadece tarihte kalmış bir olayı anlattığı düşüncesi ile okunması , Kur'anı bir masal kitabı haline getirecektir. Bu ayetler bizlere , tarihin hangi zaman diliminde olursa olsun , evlerinden ve yurtlarından çıkarılarak zulme uğrayan insanların evlerine ve yurtlarına nasıl döneceğini öğretmektedir.
Talut kıssasını bu düşünce içinde okuyan Medine'de yaşayan Müslümanlar , sürülmüş oldukları Mekke'ye geri dönüşün savaş ile mümkün olacağını bilerek ,bu haklarını kullanmak için Bedir ve Uhud'da savaşmışlardır. Bedir ve Uhud savaşları "Sünnetullah'ın işleyişi hakkında bizlere önemli bilgiler veren savaşlardır.
[003.140] Eğer size bir yara dokunduysa; şüphesiz o kavme de o kadar yara dokunmuştur. Hem o günleri Biz, insanlar arasında döndürür dururuz. Bu; Allah'ın iman edenleri belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.
[003.141] Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.
Yine Uhud savaşı ile ilgili bir bağlama sahip olan bu ayetler bizlere , kafirlerin nasıl mahvolacağını öğretmektedir. Allah kafirleri kendisi gökten melekler indirerek değil, bizim elimiz ile mahvedecektir. Bu değişmez bir yasa yani Sünnetullahtır , kıyamete değin bu yasa böyle işleyecektir. Tevbe suresinin 14. ayeti, bu gerçeğe işaret eden ayetlerden olup , eğer kafirlerin yok olması isteniyor ise bu yok oluş, mazlumların ayağa kalkarak zalimlerle savaşması ve galip gelmesi sonucunda gerçekleşecektir.
[009.014] Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.
Kur'anın Medine'de inen ayetlerini dikkatli okuduğumuzda, ağırlıklı olarak savaş ile ilgili konulu ayetler karşımıza çıkmaktadır. Bu ayetler ashabın kahramanlığını değil , savaşın toplumsal bir yasa gereği hayatın bir gerçeği olduğuna dikkat çekerek , zalimlere karşı koymanın nasıl gerçekleşeceğini bizlere anlatmaktadır.
Bu ayetler , maalesef gerçekçi bir şekilde okunmadığı , Allah (c.c) den nasıl yardım istenilmesi , ve onun nasıl yardım edeceğinin yaşanmış örnekleri olan bu ayetler, masalsı bir biçimde okunduğu için, hayatın gerçekleri ile olan bağı kurulamamış , yardım isteme ve yardıma mazhar olmanın kuralları olarak okunamamış , Allah (c.c) nin bize oturduğumuz yerden yardım edeceği zannedilerek , sadece kavli dua ile yardım talebinde bulunan Müslümanlar hala gökten melek inerek kafirlerin helak edilmesini beklemektedirler.
Allah (c.c) nin yardım yasası , dün nasıl işledi ise , bugün de , yarın da , kıyamete dek aynı şekilde işleyecek , ondan yardım talebinde bulunanlar, yardıma mazhar olmak için, onun koyduğu yasalara tabi olmak zorunda kalacaklardır.
Bugün dünya yüzünde zulme uğrayan insanların , bu zulümden kurtuluş yollarından bir tanesi savaşmak sureti ile bu zulümden kurtulmaya çalışmak olmalıdır. Zulme uğrayan insanlar topluluğundan olan biz Müslümanlar , kafirlerin zulmünden kurtulmanın yolunun dua ile olacağını bilmekte , fakat bu duanın nasıl yapılacağı konusunda yanlışlıklar yapmaktayız.
Yazılarımızı takip edenler , Sünnetullah adı verilen yasaların Kur'anda yaşanmış örnekleri ile kıssa yolu ile anlatıldığını , ve bu anlatımlarda değişmez yasaların öncekiler üzerinde nasıl işlediğinin gösterilerek , sonrakiler içinde aynı şekilde işleyeceğinin bilinmesi ibret alınmasına dair olduğunu okumak üzerine bir yol takip etmeye çalıştığımızı bilmektedirler.
İslam coğrafyasında yaşanan kafir zulmünden çıkış yolunu gösteren kitabın bu rehberliği maalesef okunamamakta , zulümden çıkış yolunu gösteren ayetler , masal veya güzel sesli hafızların okuması ile, göz yaşı içinde dinlenecek bir müzik eseri haline getirilmektedir.
İslam dünyasının içinde bulunduğu bu zelil durumdan kurtuluşun ilk adımı , savaş ile ilgili ayetleri , kahramanlık destanları olarak değil , Sünnetullah yasaları olarak okumak ve o doğrultuda ibret almak ve hayata geçirmeye çalışmak olmalıdır. Zulümden çıkışın yolunun bu şekilde fark edilmiş olması , bu yolun gerekleri için çalışmanın da temelini atacaktır.
Allah (c.c) indinde hiç bir kul ve hiç bir topluluğun özel bir statüsü olmadığı biz Müslümanlar tarafından bilinmedikçe ve yardıma mazhar olmanın gerekleri yerine getirilmedikçe , üzerimizdeki ölü toprağının kalkarak zulümden kurtulmamız mümkün değildir.
Yazımıza konu olarak aldığımız ayetlerin Uhud harbi ile ilgili olduğunu yeniden hatırlayacak olursak , Uhud'daki mağlubiyetin nedenlerinin uzun uzadıya anlatılan ayetleri, sadece o zaman ve mekanda yaşanmışlığı dahilinde okumak , bu ayetler üzerinden verilmek istenilen mesajların ötelenmesi anlamına gelecektir.
Bedir'de yardıma mazhar olan Müslüman ordusu , Uhud'da yardıma mazhar olamamış ve mağlup olmuştur. Onlara mağlubiyeti getiren sebepler uzun uzadıya anlatılarak , onların ve sonraki gelecek olanların bu mağlubiyetin nedenleri üzerinde durarak yapılan hataları tekrarlamamaları istenilmektedir.
Sonuç olarak : Savaş bir dünya gerçeği olarak , kişiye göre değişen bir silahtır. Bu silah zalimin eline geçtiği zaman , her tarafı kan , göz yaşı ve fesada boğarken , mazlumların eline geçtiğinde ise, zalimlerin zulmüne son veren bir silahtır. Kur'an, savaş gerçeğini kabul ederek bunu bir zorunluluk kılarak , Allah'ın yardımını isteyenler için , bu yardımın yerine gerçekleşmesi için bir vesile kılmıştır.
Kur'anda geçen savaş örnekleri , Sünnetullah yasaları çerçevesinde okunarak , zulüm yapmak için değil , zulme son vermek için girişilmesi gereken bir eylem olarak kendisini göstermektedir. Bugün dünyanın müstekbir güçleri tarafından insanları evlerinden , yurtlarından , mal , mülk, ve evlatlarından eden savaş, bir zulüm aracı olarak mazlumların canını yakmaktadır.
Savaşın zalimlerin elinde bir silah olarak alınıp , mazlumların haklarını savunan bir araç olması , mazlumların en az zalimler kadar her açıdan üstün olması ile gerçekleşecektir. Allah'ın yardımı mazlumlara ancak bu şekilde tecelli edecektir. Sadece kuru dua seansları ile gökten meleklerin inmesini beklemek ise , masallarla avunan Müslümanların harcı olup , Kur'anın hayatın gerçekleri ile olan bağının koparılması anlamına da gelecektir.
Allah (c.c) koyduğu yasa gereği , yardımını hak edene yapacağını yaşanmış örnekleri göstermiş , bunun dışında bir yardım şeklinin olmayacağını bildirmiştir. Bize düşen bu ayetleri gerçekçi biçimde okuyarak hayata nasıl aktarılması gerektiği üzerinde kafa yormak olmalıdır.
Biz Müslümanlar , Allah (c.c) nin yardımına mazhar olmayı özel kul statüsüne dahil olduğumuz için değil , koyduğu yasalar dahilinde bir hak edene verildiğini öğrenmediğimiz ve bunun gereklerini yerine getirmediğimiz müddetçe burnumuz asla pislikten kurtulmayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
11 Haziran 2014 Çarşamba
Bakara s. 286. Ayeti ve Dua Etmenin Anlamı
Alemlere rahmet ve hidayet olarak indirilen kur'an, bizlere hayat içinde uymamız gereken kuralları belirleyen bir kitab'tır, Allah cc bizlere bu kitab'ta "bana dua edene icabet ederim" (2.186) buyurmakta olup, biz kullar her sıkıştığımızda dua etmek sureti ile taleplerimizi ona arz ederek onun bu talebimizi yerine getirmesini isteriz. Allah cc dua eden kuluna icabet edeceğini vaad etmiştir, Allah cc haşa yalan söylemez, ancak yapmış olduğumuz duaların çoğunun kabul olacak dualar olmadığını da bilmeden, "sen iste nasıl olsa o verir" mantığıyla yapmaktayız. Allah cc her şeye bir kader yani ölçü koyduğuna göre yapılan duaların da kabul olması için koymuş olduğu şartlar vardır , aksi takdirde merhum şair Akif'in deyimiyle Allah cc yi yanaşma ve ırgat gibi görmekten başka bir şey yapmış olmayız. Bakara s. 286. ayet çerçevesinde Allah cc ye yapmış olduğumuz duanın nasıl olması gerektiği konusunda ayet içinde dua ayetlerini kur'an içindeki karşılıklarını arayarak dua etmek ve duaya icabet edilmesinin nasıl olabileceği konusu hakkında bir tefekkür çalışması yapmaya çalışacağız.
Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
[002.286] Allah Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz. Herkesin kesbettiği kendi lehinedir. Ve iktisab eylediği de kendi aleyhinedir. «Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ise veya hata ettik ise bizi muaheze buyurma. Ey Rabbimiz! Ve bize, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme. Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl, Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere nusret ver.»
Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ
Allah Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz.
Bu cümle kulun üzerine yüklenmiş olan yapması yada yapmaması gerekli olan emirler o kulun gücünü asla aşmayacak olan görevler olduğu hiç bir kulun kendi üzerinde yüklü olan görevleri hakkında "bu benim takatımı aşar" şeklinde bir itiraz ile görevden kaçmak gibi bir lüksü asla olamaz. Yaratıcı olan Allah cc yaratmış olduğu kullarının fıtratını en iyi bilen olması nedeniyle o kula yükledikleride o kulun taşıyabileceği kadar olup istiap haddinin aşılması takdirde bir hayvanın sırtındaki yük onu nasıl çökertiğini bilen hayvan sahibi bile hayvana taşıyacağı kadarını yüklerse (insanı hayvan gibi görmek gibi bir anlam anlaşılmasın ) yaratıcımızda bizleri en iyi bilen olması nedeni ile istiap haddimizi aşmayacak kadar yüklemiştir.
[006.152] Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar en güzel şekilden başka türlü yaklaşmayın; ölçeği ve tartıyı tam ve denk tutun. Biz, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz. Söz sahibi olduğunuz zaman yakınlarınıza ait de olsa adaleti gözetin. Allah'a verdiğiniz sözü yerine getirin. Duydunuz ya, O, düşünüp tutasınız diye bunları size emretti.
[007.042] İnanan ve yararlı iş işleyenler ki kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz işte cennetlikler onlardır, orada temelli kalacaklardır.
[023.062] Biz herkese ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.
[065.007] İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.
lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet
Herkesin kesbettiği kendi lehinedir. Ve iktisab eylediği de kendi aleyhinedir.
Bu cümleyide kur'anda pek çok ayette "la teziru vaziretun vizra uhra"(hiç bir yüklenici başka birinin yükünü yüklenmez) ayetleri çerçevesinde düşünmek gerekmekte olup, kişinin yaptığı her amel sadece kendisi için fayada ve zarar verecek olup başkasına yüklenmez.
rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ,
«Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ise veya hata ettik ise bizi muaheze buyurma
Unutmak ve hata yapmak insanın iki özelliği olup , bu özellikler Allah cc nin emirleri noktasında gerçekleştiği zaman insan sorumlu tutularak yaptıklarının hesabını verecektir. Hatasını anlayıp geri dönmek insana açılmış olan bir kapı olup bu kapıdan ihlas sahibi kullardan başkası girmez, bir kısım kullar ise hatada ısrar ederek ahiret günü karşılıklarını alırlar. Unutma da ısrar edenlerin karşılaşacakları durum bizlere bir çok ayette hatırlatılmıştır. Kul böyle dua etmekle unutma sonucu yaptıklarının affedilmesi talebini bir anlık hata sonucu olduğunu , hatasını anlayınca tevbe edip döndüğünü beyan ederek , rabbinin kendisini bilerek unutan hata eden ve ısrar edenlerle bir tutmamasını ister, bu isteyiş aynı zamanda hayat içinde bir karşılığınıda bularak samimi ve içten bir tevbe ve hatayı tekrarlamamak şeklinde olur.
Kul her gün yatsı namazlarınınsonunda bunu okur fakat gereği olan ihlası hayatı içinde gerçekleştirmez ise sadece dil ile yapılan bu dua onu kurtarmaz, çünkü dil ile söze dökülmesi dildeki sözün fiile dökülmesi için yapılan bir hatırlamadır.
[018.057] Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.
[039.008] İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: «İnkarınla az bir müddet zevklen, şüphesiz sen cehennemliksin.»
[005.013-14] Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.«Biz hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık; onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular, bu yüzden aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
[006.044] Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.
[007.051] O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.
[007.165] Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
[009.067] İkiyüzlü erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar; elleri de sıkıdır; Allah'ı unuttular, bu yüzden Allah da onları unuttu. Doğrusu ikiyüzlüler fasıktırlar.
[025.018] Onlar: «Haşa; Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular» derler.
[038.026] Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.
Yukarda verdiğimiz ayet örneklerinden anlaşılacağı üzere, kendilerine hatırlatılanı unutarak Allah cc nin azabına hak kazananlar dan olmamamız bizlere hatırlatılmakta olup dua öğretilmesi ile bu hatırlatmayı zihinlerde tutmamız sağlanmaktadır. Kul böyle bir duada bulunmakla unutma yolu ile yaptığı hatanın bilerek ve ısrarcı bir hata olmadığını ve bu hatadan döndüğünü rabbine beyan eder.
rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ,
Ey Rabbimiz! Ve bize, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme.
Bu dua cümlesini biraz düşünecek olursak kafamıza şöyle bir soru takılması gayet doğaldır. Allah cc kullarına olan bildirisi bu kitabın nazil olmaya devam ettiği süreç içindedir , kur'an ın nazil olması diye bir şey söz konusu olmadığı halde bizlerin böyle bir dua etmesinin anlamı nedir? çünkü eğer Allah cc bize evvelkilere yüklediği gibi bir yük yükleyecekse bu kur'anın nazil olması sürecinde olur şimdi böyle bir yükleme mümkün olmadığı halde böyle bir dua kıyamete kadar neden edilsin?.
Bu dua cümlesi bizlerin kul olarak nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda eskilerin yaptıklarından örnekler verilerek , " ey rabbimiz biz eskiler gibi olmayacağız" demek anlamına gelmektedir şöyleki;
İsrailoğulları prototip bir kavim olarak , Allah cc nin emirleri konusunda insanların nasıl davrandıkları ve nasıl davranabilecekleri konusunda yaşanmış hayat içinden kesitler sunulan insan topluluğudur. Bu kavme verilen nimetler karşılığında o kavmin bu nimete karşı yaptıkları kur'an da geniş geniş anlatılarak bizlerin bu şekil bir davranışta bulunmamız hatırlatılmaktadır. Allah cc israiloğullarının yapmış oldukları bu zulümlerine karşı onlara vaad ettiği ahiret cezasından önce dünya hayatında bir takım cezalar vermiştir, bu cezalardan biriside daha önceden helal olan bazı yiyeceklerin bu zulumlerine karşılık bir ceza olarak haram kılınmasıdır. Bu ayetlerde bizlere şöyle anlatılmaktadır.
[004.160-161] Yahudilerin zalimlikleri ve Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle onlara helal edilmiş olan bir çok temiz ve hoş nimetleri kendilerine yasakladık. Bir de kendilerine yasaklanmış olduğu halde faiz almaları ve halkın mallarını halsızlıkla yemeleri sebebiyle. Onların kafir olarak kalanlarına acı bir azap hazırladık.
Helal olan yiyeceklerin ceza olarak haram kılınması " ısr" olarak adlandırılmış olup israiloğulların bu "ısr" ların bir kısmı isa as ile kalkmış olup A-li imran s. 50. ayetinde beyan edilmiş geri kalanlar ise Muhammed as ile kaldırılmış olup (nesih olgusunu bu konu içinde değerlendirebiliriz) araf s. 157. ayet içinde " Ve onlardan ağır yüklerini (ISRAHUM)ve üzerlerinde bulunan bağları kaldırır," cümlesi bu durumu anlatmaktadır.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız, ceza olarak bazı şeyler yüklenmesi şeklinde verilen karşılığı hatırlayarak rabbimize " EY RABBİMİZ BİZE EVVELKİLERE YÜKLEDİĞİN GİBİ AĞIR YÜK YÜKLEME" şeklinde dua etmemiz şu anlama gelmesi gerekmektedir. "EY RABBİMİZ BİZLER SENİN EMİRLERİNE EVVELKİLER GİBİ İSYAN ETMEDEN BOYUN EĞİYORUZ"
Kul böyle bir cezayı hatırlayarak böyle bir cezanın artık vahiy şeklinde gelmeyeceğini bilir ancak , böyle bir dua etmekle evvelkilerin yaptıkları hatayı tekrarlamayacağını , tekrarlamamamsı gerektiğini rabbimizin bize böyle bir dua öğretmesi ile bilir.
"Duanın mantığı budur" diyebileceğimiz esas nokta bu cümlede beyan edilmiş olup dua etmek sadece el açıp yalvarmak anlamında değil ,Allah cc den bize layık görmesini istemediğimiz cezaları önce kendimizin HAKETMEMESİ gerektiğini bilmiş olur ve böyle bir istekte bulunmakla önce böyle bir cezayı hak edecek davranışlarda bulunmayacağımızı hatırlamış ve rabbmize bunu beyan etmiş oluruz. Rabbimiz aynı ayet içinde ve diğer ayetlerde herkesin kendi kazandığı ile karşılık göreceğini hatırlatmış olup bizlere EVVELKİLERİN HATALARINI tekrarlamamızı öğütlemektedir.
rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî)
Ey Rabbimiz! Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme.
Bu dua cümlesi de yukardaki cümle gibi bir soruya muhatap olabilir ; Rabbimiz aynı ayet içinde " gücünün yettiğinden başkasını yüklemez" buyuruyor, hemde aynı ayet içinde bize böyle bir duada bulunmamızı istiyor bu ne anlama gelir ?. Bu sorunun cevabını yine örnek kavim olarak israiloğullarının başından geçen bir olay içinden alacağımız ders ile alabiliriz şöyleki;
Bakara s içinde anlatılan talut kıssasını hatırlayacak olursak , israiloğullarının başına geçen talut , ordusu ile yola çıkınca onlara bir takım emirler verir ve kendisine olan sadakatlerini görmek ister , fakat israiloğullarının bir kısmı bu sadakati göstermezler . Sadakat göstermeyen tarafta olan askerlerin şu sözü yukardaki dua cümlesini anlamamıza yardımcı olacaktır. " «bizim bu gün Calut ile ordusuna takatımız yok»" diyerek sadakat'ten ayrılma yolunu seçen askerlerin bu sözü söylemelerine sebeb olan sadakatsizliğin bizler tarafından tekrarı istenmemekte olup yine daha önceki dua cümlesindeki HAKETMEK ile yakından alakalıdır.
Şimdi soralım; bu takatsızlık nasıl olduda gerçekleşti çünkü sadakat gösteren tarafta olanların söyledikleri söz olan "«Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir»"sözü onların takatları olduğunu ve bu takat ile düşmana galebe çalacaklarına dair olan inançlarını dile getirmektedir. Allah kişiye gücünün yüklemediğini söylerken yalan söylemediğine göre bu takatsızlık nasıl oldu gerçekleşti diye soracak olursak, komutana riayet etmek gerektiğini bilipte bu itaatten geri duranların yaptıkları hatayı anlayınca böyle bir demoralize olmaları olarak görebiliriz.
Kur'an ayetlerinin birbiri ile nasıl bir anlam bütünlüğü olduğunu hatırlattıktan sonra, bu anlam bütünlüğünü , israiloğullarının yaptıkları hatalar üzerinden sonraki gelenlerin tekrarlamamaları hatırlatılmaktadır. İsrailoğulları gördükleri zulum üzerine bir komutan talep edip bu zulmü bertaraf etme isteklerini elçilerine bildirmişler , Allah cc de onlara talut'u göndermiş fakat savaşmak israiloğullarına güç gelmiştir. Aynı durumun enfal,tevbe,ali imran gibi özellikle medine de nazil olan sureleri okuduğumuzda müslümanlar arasındada meydana çıktığı görülür. İsrailoğulları ve müslümanlar arasındaki ortak bağ hepsinin insan olması ve insanın özelliklerinden biriside zoru gördümü yan çizmek olduğu bilinen bir gerçektir.
Ayet içindeki dua cümlesi ile bizlere yine şu hatırlatılmaktadır; "Allahın size gücünüz üstünde yük yüklememesi her zaman geçerli bir söz olup sizler gereki olan şartları yerine getirmeyip itaatten ayrıldığınız zaman bu güçten mahrum kalırsınız ve karşınızdaki sorunun sizin takatinizi aştığınızı sanırsınız.
Bizler Allah cc ye bu şekilde bir dua etmekle şunu teyid etmiş olmaktayız. " Ey rabbimiz senin bize verdiğin sözün geçerli olması için senin bizim için koymuş olduğun ölçüler dahilinde hareket ederek senden yardım istiyoruz" , aksi takdirde elimizi kolumuzu bağlayarak herhangi bir işin gerçekleşmesi için konulan ölçülere riayet etmeden sadece dua etmek ile Allah cc bizleri hiç bir işimizde muvaffak kılmaz, aksine eğer kafirler Allah cc nin koyduğu ölçüler dahilinde hareket ederse muvaffakiyet bugün bir çok konuda olduğu gibi onların olur.
va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ
Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl
Bu dua cümlesi içinde geçen af ,mağfiret ve merhamet isteği kulun rabbi karşısında olan acziyetini ifade etmekte olup bu isteklerin gerçekleşmesi sadece sözde bir dua ile değil bu dualardaki isteğin önce kul tarafından hayat içinde yerine getirilmesi şeklinde olması gerekir. Allah cc affedici olduğunu bizlere bir çok ayetinde beyan etmekte ancak bu af, kulun nasılsa af var deyip her günahı işlemesine kapı aralamamaktaolup unutma sonucu meydana gelen günahların hatayı anlayıp bir daha ona göre dönmemek şartı ile olduğu unutulmamalıdır. Kul yaşamış olduğu hayat içinde af ve mağfirete layık olacak bir amel işlemesi gerektiğini bu dua ile hatırlar ve her an günah işleyebileceğini unutmadan böyle bir günah içine düşmemeye gayret eder.
ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere nusret ver.»
Kafir kavim üzerine nusret taleb etmenin belirli şartları yerine getirmek sureti ile olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır. El açıp sadece dua etmek ile Allah cc nin kafirleri helak edeceğini zannetmek tıpkı israiloğullarının Musa as a dediği gibi " sen ve rabbin gidin savaşın" demek anlamına gelmektedir. Allah cc için seçilmiş bir ırk veya din mensubu olmuş olmayıp koyduğu ölçülere riayet edenlere yardımı gerçekleşir. Eğer kafir bir kavim gerekli şartları yerine getirir ise yardım onların üzerine olur , rabbimiz " onlar bana iman etmiyor" diyerek onlara yardım etmeme gibi bir durumu yoktur. Bugün müstekbirler bütün güçleri ile mazlumlar üzerindeki sömürülerini devam ettiriyor ise onların elini açarak "Allahım mazlumlara karşı bize yardım et" demeleri şeklinde değil onun koyduğu ölçülere hareket eden müstekbirlerin çalışma dili ile " Allahım bize onlara karşı yardım et" şeklindeki dualarının karşılığıdır. Bizler Allah cc nin koyduğu ölçülere riayet etmeksizin gökten meleklerin inip kafirleri helak etmesini bekler isek daha çooook bekleriz.
Sonuç olarak; bilmediklerimize bize öğreten alemlerin rabbi olan Allah cc , bizlerin ondan dua etmek yolu ile olan taleplerini karşılamak belli ölçüler koymuştur. Cehennemden kurtulmak için sadece "beni cehennemden kurtar" diye dua etmek yeterli olmayıp oraya girmeyi gerektirecek amellerdende uzak durmak gerekmektedir. Fakir olana gökten para yağdırmayan Allah cc bu parayı kazanmak için çalışmak gerektiği ölçüsünü koymuştur. Kafirlerin zulmunden kurtulmak için elleri semaya kaldırıp sadece dil dua etmek yeterli olmayıp bu zulme engel olacak tedbirleri almak gereklidir. Allah cc rahman ismi gereğince mü'min kafir ayrımı yapmadan koyduğu ölçülere riayet edenleri başarıya ulaştırmakta olup seçilmiş kul şeklinde bir ayrımı yoktur .
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
[002.286] Allah Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz. Herkesin kesbettiği kendi lehinedir. Ve iktisab eylediği de kendi aleyhinedir. «Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ise veya hata ettik ise bizi muaheze buyurma. Ey Rabbimiz! Ve bize, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme. Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl, Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere nusret ver.»
Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ
Allah Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz.
Bu cümle kulun üzerine yüklenmiş olan yapması yada yapmaması gerekli olan emirler o kulun gücünü asla aşmayacak olan görevler olduğu hiç bir kulun kendi üzerinde yüklü olan görevleri hakkında "bu benim takatımı aşar" şeklinde bir itiraz ile görevden kaçmak gibi bir lüksü asla olamaz. Yaratıcı olan Allah cc yaratmış olduğu kullarının fıtratını en iyi bilen olması nedeniyle o kula yükledikleride o kulun taşıyabileceği kadar olup istiap haddinin aşılması takdirde bir hayvanın sırtındaki yük onu nasıl çökertiğini bilen hayvan sahibi bile hayvana taşıyacağı kadarını yüklerse (insanı hayvan gibi görmek gibi bir anlam anlaşılmasın ) yaratıcımızda bizleri en iyi bilen olması nedeni ile istiap haddimizi aşmayacak kadar yüklemiştir.
[006.152] Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar en güzel şekilden başka türlü yaklaşmayın; ölçeği ve tartıyı tam ve denk tutun. Biz, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz. Söz sahibi olduğunuz zaman yakınlarınıza ait de olsa adaleti gözetin. Allah'a verdiğiniz sözü yerine getirin. Duydunuz ya, O, düşünüp tutasınız diye bunları size emretti.
[007.042] İnanan ve yararlı iş işleyenler ki kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz işte cennetlikler onlardır, orada temelli kalacaklardır.
[023.062] Biz herkese ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.
[065.007] İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.
lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet
Herkesin kesbettiği kendi lehinedir. Ve iktisab eylediği de kendi aleyhinedir.
Bu cümleyide kur'anda pek çok ayette "la teziru vaziretun vizra uhra"(hiç bir yüklenici başka birinin yükünü yüklenmez) ayetleri çerçevesinde düşünmek gerekmekte olup, kişinin yaptığı her amel sadece kendisi için fayada ve zarar verecek olup başkasına yüklenmez.
rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ,
«Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ise veya hata ettik ise bizi muaheze buyurma
Unutmak ve hata yapmak insanın iki özelliği olup , bu özellikler Allah cc nin emirleri noktasında gerçekleştiği zaman insan sorumlu tutularak yaptıklarının hesabını verecektir. Hatasını anlayıp geri dönmek insana açılmış olan bir kapı olup bu kapıdan ihlas sahibi kullardan başkası girmez, bir kısım kullar ise hatada ısrar ederek ahiret günü karşılıklarını alırlar. Unutma da ısrar edenlerin karşılaşacakları durum bizlere bir çok ayette hatırlatılmıştır. Kul böyle dua etmekle unutma sonucu yaptıklarının affedilmesi talebini bir anlık hata sonucu olduğunu , hatasını anlayınca tevbe edip döndüğünü beyan ederek , rabbinin kendisini bilerek unutan hata eden ve ısrar edenlerle bir tutmamasını ister, bu isteyiş aynı zamanda hayat içinde bir karşılığınıda bularak samimi ve içten bir tevbe ve hatayı tekrarlamamak şeklinde olur.
Kul her gün yatsı namazlarınınsonunda bunu okur fakat gereği olan ihlası hayatı içinde gerçekleştirmez ise sadece dil ile yapılan bu dua onu kurtarmaz, çünkü dil ile söze dökülmesi dildeki sözün fiile dökülmesi için yapılan bir hatırlamadır.
[018.057] Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.
[039.008] İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: «İnkarınla az bir müddet zevklen, şüphesiz sen cehennemliksin.»
[005.013-14] Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.«Biz hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık; onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular, bu yüzden aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
[006.044] Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.
[007.051] O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.
[007.165] Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
[009.067] İkiyüzlü erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar; elleri de sıkıdır; Allah'ı unuttular, bu yüzden Allah da onları unuttu. Doğrusu ikiyüzlüler fasıktırlar.
[025.018] Onlar: «Haşa; Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular» derler.
[038.026] Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.
Yukarda verdiğimiz ayet örneklerinden anlaşılacağı üzere, kendilerine hatırlatılanı unutarak Allah cc nin azabına hak kazananlar dan olmamamız bizlere hatırlatılmakta olup dua öğretilmesi ile bu hatırlatmayı zihinlerde tutmamız sağlanmaktadır. Kul böyle bir duada bulunmakla unutma yolu ile yaptığı hatanın bilerek ve ısrarcı bir hata olmadığını ve bu hatadan döndüğünü rabbine beyan eder.
rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ,
Ey Rabbimiz! Ve bize, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme.
Bu dua cümlesini biraz düşünecek olursak kafamıza şöyle bir soru takılması gayet doğaldır. Allah cc kullarına olan bildirisi bu kitabın nazil olmaya devam ettiği süreç içindedir , kur'an ın nazil olması diye bir şey söz konusu olmadığı halde bizlerin böyle bir dua etmesinin anlamı nedir? çünkü eğer Allah cc bize evvelkilere yüklediği gibi bir yük yükleyecekse bu kur'anın nazil olması sürecinde olur şimdi böyle bir yükleme mümkün olmadığı halde böyle bir dua kıyamete kadar neden edilsin?.
Bu dua cümlesi bizlerin kul olarak nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda eskilerin yaptıklarından örnekler verilerek , " ey rabbimiz biz eskiler gibi olmayacağız" demek anlamına gelmektedir şöyleki;
İsrailoğulları prototip bir kavim olarak , Allah cc nin emirleri konusunda insanların nasıl davrandıkları ve nasıl davranabilecekleri konusunda yaşanmış hayat içinden kesitler sunulan insan topluluğudur. Bu kavme verilen nimetler karşılığında o kavmin bu nimete karşı yaptıkları kur'an da geniş geniş anlatılarak bizlerin bu şekil bir davranışta bulunmamız hatırlatılmaktadır. Allah cc israiloğullarının yapmış oldukları bu zulümlerine karşı onlara vaad ettiği ahiret cezasından önce dünya hayatında bir takım cezalar vermiştir, bu cezalardan biriside daha önceden helal olan bazı yiyeceklerin bu zulumlerine karşılık bir ceza olarak haram kılınmasıdır. Bu ayetlerde bizlere şöyle anlatılmaktadır.
[004.160-161] Yahudilerin zalimlikleri ve Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle onlara helal edilmiş olan bir çok temiz ve hoş nimetleri kendilerine yasakladık. Bir de kendilerine yasaklanmış olduğu halde faiz almaları ve halkın mallarını halsızlıkla yemeleri sebebiyle. Onların kafir olarak kalanlarına acı bir azap hazırladık.
Helal olan yiyeceklerin ceza olarak haram kılınması " ısr" olarak adlandırılmış olup israiloğulların bu "ısr" ların bir kısmı isa as ile kalkmış olup A-li imran s. 50. ayetinde beyan edilmiş geri kalanlar ise Muhammed as ile kaldırılmış olup (nesih olgusunu bu konu içinde değerlendirebiliriz) araf s. 157. ayet içinde " Ve onlardan ağır yüklerini (ISRAHUM)ve üzerlerinde bulunan bağları kaldırır," cümlesi bu durumu anlatmaktadır.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız, ceza olarak bazı şeyler yüklenmesi şeklinde verilen karşılığı hatırlayarak rabbimize " EY RABBİMİZ BİZE EVVELKİLERE YÜKLEDİĞİN GİBİ AĞIR YÜK YÜKLEME" şeklinde dua etmemiz şu anlama gelmesi gerekmektedir. "EY RABBİMİZ BİZLER SENİN EMİRLERİNE EVVELKİLER GİBİ İSYAN ETMEDEN BOYUN EĞİYORUZ"
Kul böyle bir cezayı hatırlayarak böyle bir cezanın artık vahiy şeklinde gelmeyeceğini bilir ancak , böyle bir dua etmekle evvelkilerin yaptıkları hatayı tekrarlamayacağını , tekrarlamamamsı gerektiğini rabbimizin bize böyle bir dua öğretmesi ile bilir.
"Duanın mantığı budur" diyebileceğimiz esas nokta bu cümlede beyan edilmiş olup dua etmek sadece el açıp yalvarmak anlamında değil ,Allah cc den bize layık görmesini istemediğimiz cezaları önce kendimizin HAKETMEMESİ gerektiğini bilmiş olur ve böyle bir istekte bulunmakla önce böyle bir cezayı hak edecek davranışlarda bulunmayacağımızı hatırlamış ve rabbmize bunu beyan etmiş oluruz. Rabbimiz aynı ayet içinde ve diğer ayetlerde herkesin kendi kazandığı ile karşılık göreceğini hatırlatmış olup bizlere EVVELKİLERİN HATALARINI tekrarlamamızı öğütlemektedir.
rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî)
Ey Rabbimiz! Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme.
Bu dua cümlesi de yukardaki cümle gibi bir soruya muhatap olabilir ; Rabbimiz aynı ayet içinde " gücünün yettiğinden başkasını yüklemez" buyuruyor, hemde aynı ayet içinde bize böyle bir duada bulunmamızı istiyor bu ne anlama gelir ?. Bu sorunun cevabını yine örnek kavim olarak israiloğullarının başından geçen bir olay içinden alacağımız ders ile alabiliriz şöyleki;
Bakara s içinde anlatılan talut kıssasını hatırlayacak olursak , israiloğullarının başına geçen talut , ordusu ile yola çıkınca onlara bir takım emirler verir ve kendisine olan sadakatlerini görmek ister , fakat israiloğullarının bir kısmı bu sadakati göstermezler . Sadakat göstermeyen tarafta olan askerlerin şu sözü yukardaki dua cümlesini anlamamıza yardımcı olacaktır. " «bizim bu gün Calut ile ordusuna takatımız yok»" diyerek sadakat'ten ayrılma yolunu seçen askerlerin bu sözü söylemelerine sebeb olan sadakatsizliğin bizler tarafından tekrarı istenmemekte olup yine daha önceki dua cümlesindeki HAKETMEK ile yakından alakalıdır.
Şimdi soralım; bu takatsızlık nasıl olduda gerçekleşti çünkü sadakat gösteren tarafta olanların söyledikleri söz olan "«Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir»"sözü onların takatları olduğunu ve bu takat ile düşmana galebe çalacaklarına dair olan inançlarını dile getirmektedir. Allah kişiye gücünün yüklemediğini söylerken yalan söylemediğine göre bu takatsızlık nasıl oldu gerçekleşti diye soracak olursak, komutana riayet etmek gerektiğini bilipte bu itaatten geri duranların yaptıkları hatayı anlayınca böyle bir demoralize olmaları olarak görebiliriz.
Kur'an ayetlerinin birbiri ile nasıl bir anlam bütünlüğü olduğunu hatırlattıktan sonra, bu anlam bütünlüğünü , israiloğullarının yaptıkları hatalar üzerinden sonraki gelenlerin tekrarlamamaları hatırlatılmaktadır. İsrailoğulları gördükleri zulum üzerine bir komutan talep edip bu zulmü bertaraf etme isteklerini elçilerine bildirmişler , Allah cc de onlara talut'u göndermiş fakat savaşmak israiloğullarına güç gelmiştir. Aynı durumun enfal,tevbe,ali imran gibi özellikle medine de nazil olan sureleri okuduğumuzda müslümanlar arasındada meydana çıktığı görülür. İsrailoğulları ve müslümanlar arasındaki ortak bağ hepsinin insan olması ve insanın özelliklerinden biriside zoru gördümü yan çizmek olduğu bilinen bir gerçektir.
Ayet içindeki dua cümlesi ile bizlere yine şu hatırlatılmaktadır; "Allahın size gücünüz üstünde yük yüklememesi her zaman geçerli bir söz olup sizler gereki olan şartları yerine getirmeyip itaatten ayrıldığınız zaman bu güçten mahrum kalırsınız ve karşınızdaki sorunun sizin takatinizi aştığınızı sanırsınız.
Bizler Allah cc ye bu şekilde bir dua etmekle şunu teyid etmiş olmaktayız. " Ey rabbimiz senin bize verdiğin sözün geçerli olması için senin bizim için koymuş olduğun ölçüler dahilinde hareket ederek senden yardım istiyoruz" , aksi takdirde elimizi kolumuzu bağlayarak herhangi bir işin gerçekleşmesi için konulan ölçülere riayet etmeden sadece dua etmek ile Allah cc bizleri hiç bir işimizde muvaffak kılmaz, aksine eğer kafirler Allah cc nin koyduğu ölçüler dahilinde hareket ederse muvaffakiyet bugün bir çok konuda olduğu gibi onların olur.
va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ
Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl
Bu dua cümlesi içinde geçen af ,mağfiret ve merhamet isteği kulun rabbi karşısında olan acziyetini ifade etmekte olup bu isteklerin gerçekleşmesi sadece sözde bir dua ile değil bu dualardaki isteğin önce kul tarafından hayat içinde yerine getirilmesi şeklinde olması gerekir. Allah cc affedici olduğunu bizlere bir çok ayetinde beyan etmekte ancak bu af, kulun nasılsa af var deyip her günahı işlemesine kapı aralamamaktaolup unutma sonucu meydana gelen günahların hatayı anlayıp bir daha ona göre dönmemek şartı ile olduğu unutulmamalıdır. Kul yaşamış olduğu hayat içinde af ve mağfirete layık olacak bir amel işlemesi gerektiğini bu dua ile hatırlar ve her an günah işleyebileceğini unutmadan böyle bir günah içine düşmemeye gayret eder.
ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere nusret ver.»
Kafir kavim üzerine nusret taleb etmenin belirli şartları yerine getirmek sureti ile olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır. El açıp sadece dua etmek ile Allah cc nin kafirleri helak edeceğini zannetmek tıpkı israiloğullarının Musa as a dediği gibi " sen ve rabbin gidin savaşın" demek anlamına gelmektedir. Allah cc için seçilmiş bir ırk veya din mensubu olmuş olmayıp koyduğu ölçülere riayet edenlere yardımı gerçekleşir. Eğer kafir bir kavim gerekli şartları yerine getirir ise yardım onların üzerine olur , rabbimiz " onlar bana iman etmiyor" diyerek onlara yardım etmeme gibi bir durumu yoktur. Bugün müstekbirler bütün güçleri ile mazlumlar üzerindeki sömürülerini devam ettiriyor ise onların elini açarak "Allahım mazlumlara karşı bize yardım et" demeleri şeklinde değil onun koyduğu ölçülere hareket eden müstekbirlerin çalışma dili ile " Allahım bize onlara karşı yardım et" şeklindeki dualarının karşılığıdır. Bizler Allah cc nin koyduğu ölçülere riayet etmeksizin gökten meleklerin inip kafirleri helak etmesini bekler isek daha çooook bekleriz.
Sonuç olarak; bilmediklerimize bize öğreten alemlerin rabbi olan Allah cc , bizlerin ondan dua etmek yolu ile olan taleplerini karşılamak belli ölçüler koymuştur. Cehennemden kurtulmak için sadece "beni cehennemden kurtar" diye dua etmek yeterli olmayıp oraya girmeyi gerektirecek amellerdende uzak durmak gerekmektedir. Fakir olana gökten para yağdırmayan Allah cc bu parayı kazanmak için çalışmak gerektiği ölçüsünü koymuştur. Kafirlerin zulmunden kurtulmak için elleri semaya kaldırıp sadece dil dua etmek yeterli olmayıp bu zulme engel olacak tedbirleri almak gereklidir. Allah cc rahman ismi gereğince mü'min kafir ayrımı yapmadan koyduğu ölçülere riayet edenleri başarıya ulaştırmakta olup seçilmiş kul şeklinde bir ayrımı yoktur .
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)