İlgili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlgili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mart 2015 Salı

Cin s.İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması :18-24. Ayetler

Bundan önceki üç yazımızda, CİN Suresi'ni 17. ayetine kadar tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda 18-24. ayetler arasını tefekkür etmeye çalışacağız.

Ve ennel mesâcide lillâhi fe lâ ted’û maallâhi ehadâ(ehaden).

[072.018] Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah'a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiç bir şeye (ve kimseye) dua etmeyin.

Bu ayet itikadımızı oluşturması gereken ayetlerden biri olup, daha iyi anlamak için "secde" ve "mescid" kelimelerin ifade ettiği anlamın ortaya konulmasında fayda vardır.

"Secde" kelimesi "öne eğilme, aşağı bükülme, kendini alçaltma, kibrini gururunu kırmak" anlamındadır. Terim anlamı olarak "Allah'a karşı kibirini ve gururunu kırarak O'na kulluk etmek" anlamındadır. Bu kelime sadece namaz içindeki rükunlardan birisi değildir. Namaz içinde yaptığımız secde günün belli bir vaktini kapsar ancak kul Allah'a karşı olan acziyetini hayatının her safhasında göstermek mecburiyetindedir. Kulun Allah'a karşı olan acziyetini her halinde göstererek O'na karşı kibirli bir tavır takınmadan, O'nun kendi hayatı için çizdiği kurallara riayet etmek, Allah'a secde etmek anlamındadır. Kul eğer hayatını Allah dışındakilerin çizdiği yola göre tayin ediyorsa, secdesini onlara yapıyor anlamına gelir ve bu durumun adı "şirk"tir.

"Mescid" kelimesi zaman ve mekan ismi olup "secde edilecek zaman ve mekan" anlamındadır. Bu kelime sadece namaz kılınan mekanları kapsayan bir kelime değildir. Zaman ismi olması nedeniyle "mescid" kelimesi "secde edilecek zaman" anlamı da taşır ki bu zaman ise kulun 24 saatini kapsar. Sadece üstü örtülü bir mekan anlamı verdiğimiz takdirde, bu kelime ile ifade edilmek istenen anlamı daraltmış olacağımız için, bu kelime kulun her anını kapsayan bir zamandır.

"Mescidlerin Allah'a ait olması"nın ne anlama gelebileceği, kelimenin bu tarifinden sonra daha kolay anlaşılacaktır. Mescid kelimesi kulun yaşadığı her anı kapsayan bir kelime olup, kul yaşadığı her an içinde Allah'tan başkasına secde etmemekle görevlidir. Bunun tersi bir durumun literatürdeki adı "şirk" olup, ayet içinde "Allah ile birlikte başka kimseye dua etmeyin" buyrularak böyle bir ortaklığın asla kabul görmeyeceği beyan edilmektedir. Bu emrin bir benzerini A'RAF 29 ayetinde de görmekteyiz.

[007.029] De ki: «Rabbim adaleti emretti. Her mescitte yüzleriniz doğru tutun ve O'na dininizde samimi olarak ibadet edin! Sizi ilkin O yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz.

Allah(c.c)'nin tek ilah olmasına dayalı bir sistem Kur'an'ın temel çağrısı olup, onun dışında ilahlar edinmek birçok ayette yasaklanmıştır.

[028.088] Allah'la beraber başka tanrı tutup tapma. O'ndan başka tanrı yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur, O'na döndürüleceksiniz.

[017.039] Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.

[023.117] Kim Allah ile beraber ona ilişkin geçerli kesin bir kanıt (burhan) ı olmaksızın başka bir ilaha taparsa, artık onun hesabı Rabbinin katındadır. Şüphesiz küfredenler kurtuluşa eremezler.

[026.213] Sakın Allah ile beraber başka bir ilâha da dua etme. Sonra muazzep olanlardan olursun.

[027.060] Yoksa gökleri ve yeri yaratıp sizin için gökten bir su indiren mi? Biz, o su ile gözleri ve gönülleri açan bahçeler bitirmekteyiz. Siz onların bir ağacını bile bitiremezdiniz. Allah' la birlikle bir tanrı mı var? Hayır, onlar, sapıklığa giden bir topluluktur.

[050.026] O ki Allah'ın yanında başka ilâh edinmiştir. Haydi ikiniz birlikte onu şiddetli azaba atın.»

[051.051] Allah ile beraber başka bir ilah(ı ortak) kılmayın. Gerçekten ben sizi, O'ndan yana açıkça uyarıp-korkutmakta olanım.

Ve ennehu lemmâ kâme abdullâhi yedûhu kâdû yekûnûne aleyhi libedâ(libeden).

[072.019] Şu bir gerçek ki, Allah'ın kulu (olan Muhammed,) O'na dua (ibadet ve kulluk) için kalktığında, onlar (müşrikler,) neredeyse üzerine üşüşeceklerdi.

Bu ayeti anlamak için 18. ayete geri dönmek gerekmektedir. 18. ayette "Allah ile beraber başka birine dua etme" emrini hayatında pratize etmek için kalktığı zaman, Allah ile birlikte başka ilahlar edinmiş olanlar buna karşı çıkmaktadırlar. Tarih boyunca "müşrik" vasfını taşıyan insanların öne çıkan şirkleri "Allah ile beraber başka ilahlar" edinmiş olmalarıdır. Şirkin bu türü bugün dahi kendisini Müslüman olarak bilen insanların bir çoğunda mevcuttur.

[068.051] O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir mecnundur» derler.

[022.072] Onlara ayetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, inkar edenlerin yüzlerinden inkarlarını anlarsın. Nerdeyse, kendilerine ayetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: «Size bundan daha fenasını haber vereyim mi? Allah'ın inkarcılara vadettiği ateş! Ne kötü bir dönüştür!..

[038.005] İlâhları hep bir ilâh mı kılmış? Bu cidden şaşılacak bir şey: çok tuhaf. Onlardan ileri gelenler; «yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur.»

[025.041] Seni gördükleri zaman, «Allah'ın gönderdiği elçi bu mudur?» diye alaya almaktan başka birşey yapmazlar. "Eğer biz ilahlarımıza ısrarla bağlılığımızı sürdürmeseydik, az kalsın bu adam bizi onlardan vazgeçirecekti" derler. Yakında azabımızı gördüklerinde kimin yolunun sapık olduğunu öğreneceklerdir.

[071.023] Sakın ilahlarınızı bırakmayın; ne Vedd'i ne Suva'ı, ne Yağus'u, ne Yeuk'u ve ne de Nesr'i dediler.

Kul innemâ ed’û rabbî ve lâ uşriku bihî ehadâ(ehaden).

[072.020] De ki: «Ben ancak Rabbime dua eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmam»

Surenin 2. ayetine göz attığımız zaman, 20. ayet ilgili olduğu görülecektir. Mekkelilerin değer verdikleri cinlerin ağzından, onların artık şirki terkettikleri ve tevhide döndükleri 2. ayet içinde görülmektedir. Mekkelilerin aynı duruma gelmeleri için gereken şeyin Muhammed(a.s)'a vahyedilene ve ona uymak olduğunu görmekteyiz.

Bütün elçilerin ortak çağrısı olan tek bir ilaha kulluk etmeyi, elçiler önce kendi hayatlarında pratize ederek "Müslümanların ilki" olmuşlar ve sonra muhataplarına tebliğ etmişlerdir. 19. ayette örneği görüldüğü üzere, bütün elçilere "Müstekbir" ve "Mele" kelimeleri ile ifade edilen "o kavmin mal ve servet sahipleri"ne karşı çıkarak kontrolun ellerinden gitmemesi için var güçleri ile gayret etmişlerdir. Müstekbirlerin bu gayretlerine karşı elçiler ve beraberindekiler yılmamış, onlar da canlarını ve mallarını ortaya koyarak onlara karşı çıkmışlardır. 20. ayet başındaki "kul" (de ki) emri sadece söz ile ifade edilmesi gereken eylemi değil, pratik hayat içinde yaşanarak Allah(c.c)'den başkasına dua etmemek ve ona hiç bir şeyi şirk koşmamak doğrultusunda bir hayat sürmeyi emretmektedir. Bu tür emirler Kur'an'ın pek çok ayetine yayılarak hatırdan çıkarılmaması amaçlanmıştır.

[018.110] De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.

[033.039] Onlar ki Allahın risaletlerini tebliğ ederler ve ondan korkarlar, Allahdan başka kimseden korkmazlardı, hisaba alacak da Allah yeter

[013.036] Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenden memnun olurlar. Karşı guruplar içinde ise, onun bir kısmını inkar edenler vardır. De ki: «Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na asla ortak koşmamakla emrolundum. Hepinizi ancak O'na çağırıyorum ve dönüşüm O'nadır.»

[109.001-2] (Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam.

[010.104] De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki ben Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. İnananlardan olmakla emrolundum.»

[039.014] De ki: «Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim;

[039.064] De ki: «Ey cahiller! Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz?»

Kul innî lâ emliku lekum darren ve lâ reşedâ(reşeden).

[072.021] De ki: «Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad) sağlayabilirim.»

Kur'an'ın değişik surelerine yayılmış olan diğer ayetleri birlikte okuyarak konunun anlaşılmasını kolaylaştıralım.

[007.188] De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni bileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, inanan bir milleti uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim.»

[010.049] De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar.»

[005.076] «Size zarar da fayda da veremeyecek, Allah'tan başka birine mi kulluk ediyorsunuz?» de. Allah hem işitir, hem bilir.

[013.016] De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?», «Allah'tır» de. «Onu bırakıp, kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?» de. «Kör ile gören bir olur mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?» de. Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki: «Her şeyi yaratan Allah'tır. O, her şeye üstün gelen tek Tanrı'dır.»

[020.089] Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahip bulunamıyordu.

[025.003] Müşrikler Allah'ı bir yana bırakarak hiç bir şey yaratamayan kendileri birer yaratık olan, kendilerine ne zarar ve ne de fayda dokunduramayan; öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltmeye güçleri yetmeyen ilahlar edindiler.

"Fayda veya zarar vermek" olarak ifade edilen; ilah olmanın gereklerinden birisi olup, Allah(c.c)'nin dışında hiçbir varlığın böyle bir gücü olmadığı vurgulanmaktadır. Müşriklerin Allah(c.c) dışında kulluk ettikleri varlıkların "fayda veya zarar verme gücü" gibi bir şeye sahip olmadıkları vurgulanarak, gerçek ilahın insanlara bunları veren olduğu hatırlatılmaktadır. Gelecek olan ayetler Muhammed(a.s)'ın görev ve yetki sınırlarını çizen ayetlerle siyak sibak içinde okunduğunda, onun beşer bir Elçi olduğu, görevinin sadece tebliğ olduğu, bunun dışında herhangi bir yetkiye ve güce sahip olmadığı hatırlatılmaktadır.

Bu ayetler; Müslümanların geleneksel Peygamber algısını yeniden sorgulanması gerektiğini vurgulayan ayetlerdendir. Beşer olması nedeniyle Mekkeliler tarafından yadırganan Muhammed(a.s), ona iman ettiğini iddia edenler tarafından dolaylı olarak onun beşer oluşu yadırganmakta ve yarı ilah durumuna çıkarılma düşüncelerinin ne kadar yanlış olduğu onun dilinden söyletilerek red edilmektedir.

Kul innî len yucîrenî minallâhi ehadun ve len ecide min dûnihî multehadâ(multehaden).

[072.022] De ki: «Şüphe yok, beni Allah'tan hiç bir kimse elbette koruyamaz ve ben O'ndan başka bir sığınacak bulamam.»

Her şeyin üzerinde tek güç sahibi olanın sadece Allah(c.c) olduğu hatırlatılarak, eğer O bir kuluna hayır veya şer dilerse bunun önüne kimsenin geçemeyeceği, kul sığınılacak merci olarak O'ndan başka birini bulamayacağı, şayet başka birinden böyle bir beklentisi olursa bunun adının "şirk" olduğu yine hatırlatılmaktadır. Bu konuda birkaç ayet örneği ile konunun anlaşılması kolaylaşacaktır.

[018.027] Rabbinin Kitap'ından sana vahyolunanı oku; O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.

Bu ayet, geleneksel düşünce içindeki "şefaat" algısının ne kadar yanlış olduğunu gözler önüne sermesi bakımından önemli bir ayettir. Cehennem'i hak etmiş birisi için Muhammed(a.s)'ın veya başka birilerinin Allah'tan ricacı olmaları şeklinde gerçekleşeceği iddia edilen bu düşünceyi red eden pek çok ayet olmasına karşın yeri geldiği için kısaca değinmek istedik.

İllâ belâgan minallâhi ve risâlâtih(risâlâtihî), ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe inne lehu nâre cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden).

[072.023] (Benim vazifem); ancak Allah katından olanı ve O'nun risaletlerini tebliğ etmektir. Kim, Allah'a ve Rasulüne isyan ederse; muhakkak ki onun için, cehennem ateşi vardır. Orada ebediyyen kalacaklardır.

Bu ayette, birçok ayette olduğu gibi Elçi'nin görev ve yetki sınırlarının belirlendiğini görmekteyiz. Bu belirleme bizler için de geçerlidir. Şöyle ki; karşımızdaki herhangi birisine, doğru olduğunu düşündüğümüz bir mesele hakkında bilgi vermeye çalışırken, o kişinin olumlu tepki vermemesi, bizim ona karşı sert, incitici, dışlayıcı bir tavır takınmamazı gerektirmez. Biz sadece ona anlatmakla yükümlü olup, kabul edip veya etmemek karşıdaki kişinin iradesine kalmıştır. Zorlayıcı bir tavır içine girerek kimseye iman ettirmek mümkün değildir. Tebliğ ile ilgili metodların zikredildiği bir kaç ayet örneği verdiğimizde konu daha kolay anlaşılacaktır.

[002.119] Doğrusu Biz, seni hak ile, müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Sen, cehennemliklerden sorumlu tutulmayacaksın.

[017.105] Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

[017.054] Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder veya dilerse size azabeder. Biz seni onlara vekil olarak göndermedik.

[050.045] Onların dediklerini Biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kuran'la öğüt ver.

[080.005-7]  Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin.

[026.003-4] İnanmıyorlar diye nerdeyse kendini mahvedeceksin.Dilersek, onlara gökten bir ayet indiririz de ona boyunları eğik kalır.

Hattâ izâ reev mâ yûadûne fe se ya’lemûne men ad’afu nâsıren ve ekallu adedâ(adeden).

[072.024] Sonunda, kendilerine söz verileni gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha güçsüz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir.

Bu ayeti anlamak için, müşriklerin diğer ayetlerde gördüğümüz mal, servet ve evlat sahibi olmaları nedeniyle kendilerini güçlü zannettikleri ayetleri okumamız gerekmektedir.

[068.014-15] Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye, Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.

[023.055-6] Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!

[074.013-5] Ve yanında hazır oğullar (verdim). Ve onun için bir döşemekle döşeyiverdim. Sonra da arttırayım diye tamahkar bulunuyor.

[018.039] «Bağına girdiğin zaman, 'Maşallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan.»

[071.021] Nuh dedi ki: «Ey Rabbim! biliyorsun onlar, bana isyan ettiler, malı ve çocuğu kendisine hasardan başka birşey arttırmayan kimsenin ardınca gittiler.

[102.001] (Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi.

Mal, servet ve evlat sahibi oldum diye Allah'a karşı efelenenlerin, hesap günü düşecekleri durum yine aynı Kitap'ın içindeki ayetlerde beyan edilmiştir.

[070.011-4] Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.

[080.034-6] İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.

[026.087-9] «Ve (nâsın) kabirlerden diriltilip kaldırılacakları gün beni zelil etme. O gün, ne mal fayda verir, ve ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalp ile varan kimse müstesna.»

[092.011] O kimse ölüp ateşe yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.

[111.002] Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı.

[031.033] Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.

CİN Suresi 18-24. ayetlerini ele almaya çalıştığımız bu yazımızda, surenin 25-28. Ayetlerinin gelecek yazımızda ele almaya çalışacağız.

--Devam edecek--

23 Mart 2015 Pazartesi

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması : 8-17 Ayetler


Bundan önceki iki yazımızda CİN Suresi'ne giriş ve 1-7. ayetler arasını tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda 8-17. ayetler arasını tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

Ve ennâ le mesnes semâe fe vecednâhâ muliet haresen şedîden ve şuhubâ(şuhuben).

[072.008] «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.»

Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde lis sem’i fe men yestemiıl âne yecid lehu şihâben rasadâ(rasaden).

[072.009] «Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor.»

Bu iki ayeti anlayabilmek için yine Kur'an'a müracat ederek ilgili ayetleri alt alta koymak gerekmektedir.

[015.016-18] And olsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar için donattık. Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak o ki, kulak hırsızlık etmiş olur. Artık onu da apaçık bir ateş parçası takip eder.

[037.006-10] Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk; Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak bir çalıp çarpan müstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir.

[067.005] And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinde teşbihi bir anlatım metodu ile vahyin geliş yolunun gayet güvenli olduğu, yolda herhangi bir eşkiya veya gasıp saldırısına maruz kalmadan emin bir şekilde yerine ulaştığı anlatılmaktadır.

Vahiy bilindiği üzere Allah(c.c) > Vahiy Meleği > Muhammed(a.s) şeklinde bir yol takibi ile bizlere ulaşmıştır. Allah(c.c)'nin "melek elçi"ye verdiği vahyin, yolda herhangi bir eşkiya saldırısına uğramadan, yani cin veya şeytanların ilave veya katmalarına maruz kalmadan, emin bir şekilde sahibine ulaşmakta olduğunu bu ayetlerden öğrenmekteyiz. 8. ve 9. ayetler vahyin ve Elçi'nin güvenlik yönünden hiçbir şekilde vahye gölge düşürecek eylemlere maruz kalmadığını, onların böyle bir eyleme güç yetiremeyeceğini yine cinlerin lisanı üzerinden beyan etmektedir.

9. ayeti okuduğumuz zaman, sanki cinlerin şimdi yapamadıkları bir şeyi önceden yapıyorlarmış gibi bir algı oluşmaktadır. Bu ayeti, vahyin nazil olma süreci ile ilgili olarak düşündüğümüz zaman kafada bu tür bir soru oluşmasına gerek kalmayacaktır.

Bu bağlamda müşriklerin sünneti olarak ifade edebileceğimiz ve bütün elçiler için yaptıkları "mecnun" (cinlenmiş) suçlamalarını ele almakta fayda vardır. Mekke'li müşriklerin yaşantılarında önemli rol oynayan kahinler, cinlerle irtibat kurarak gaybdan haber aldıklarını iddia ederlerdi. Muhammed(a.s)'ın okuduğu vahiy sebebi ile ona cinlenmiş suçlamaları yapılarak, okuduklarının cinler tarafından ona ilham edildiği iddia edilmiştir.

[026.027] (Fir'avun da) «Dedi ki: «Size gönderilmiş olan resûIünüz, şüphe yok ki elbette bir mecnûndur.»

[015.006] Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun!

[037.036] Ve «hiç biz mecnun şâır için ilâhlarımızı bırakır mıyız?» diyorlardı

[051.052] İşte böyle; onlardan öncekiler de herhangi bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onlar da: «Büyücü veya cinlenmiş» demişlerdir.

Ona yüklenen mecnunluk iddiaları Allah(c.c) tarafından red edilerek, vahyin böyle bir şeyin eseri olmadığı ve tamamen Allah(c.c)'nin korumasında olduğu beyan edilmiştir.

[052.029] O halde anlatıp öğüt vermeye devam et; çünkü sen, Rabbinin nimeti hakkı için, ne kahinsin ne de mecnun!

[068.002] Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.

[081.022] Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.

8.ve 9. ayetlerde yine cinlerin lisanından, vahyin izlediği yol üzerinde onların hiçbir şekilde müdahale imkanları olmadığı, vahyin emin bir şekilde yerine ulaştığı, vahiy inen "beşer elçi"ye karşı onların hiç bir müdahaleleri olmadığı söylenmektedir.

Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bi him rabbuhum reşedâ(reşeden).

[072.010] «Yeryüzünde olanlara şer mi murad edildi, yahut Rableri onlara rüşd mü dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz.»

Gaybı öğrenme isteği, insanın öteden beri var olan bir hastalığıdır. Bu hastalıklarını iyi bilen cin tayfası, onları kendilerine bağlamak için gaybdan haber verdiklerini iddia ederek onları saptırmışlardır. Kendi lisanları üzerinden onların böyle bir bilgiye sahip olmadıkları haber verilerek, bu tür bilgilerin sadece yalan haber olduğu vurgusu yapılmaktadır. Surenin 26. ayetinde gayb bilgisinin sadece Allah katında olduğu ve bu bilgiyi vereceği insanların sadece elçileri olduğu beyan edilerek, kim olursa olsun "Bende gaybi bilgi var" şeklindeki iddiaların ancak yalan bilgiden ibaret olduğunun bilinmesi gerektiği haber verilmektedir. SEBE 14 ayetinde de aynı vurgu yapılarak cinlerin gaybı bilmesi gibi bir durumlarının söz konusu olmadığı haber verilmektedir.

[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.

Rabbimiz bütün yarattıkları için "rüşd" yoluna gitmelerini diler ancak bu dilemesi kullarını zorlayıcı bir durum arz etmez. Kullarını kendi iradeleri doğrultusunda yapmış oldukları, "rüşd" veya "ğayy" yolundan hangisini seçerlerse bu yolda yürümelerini sağlar. Hangi yolu seçerlerse, ona göre karşılığını alırlar. Yaratılmışlardan hiçbir kimse gelecek ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye asla sahip olamaz. Gayb konusunu surenin 26. ayetinde daha geniş ele almaya çalışacağız.

Ve ennâ minnes sâlihûne ve minnâ dûne zâlik(zâlike), kunnâ tarâika kıdedâ(kıdeden). 

[072.011] «Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bizden bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.»

Bu ayette; cinlerin de tıpkı insanlar gibi fırka fırka olduğu, Mekkeliler'i şirke sürükleyen cinlerin salih olmayanlar olduğu hatırlatması yapılmaktadır. Mekkeliler'e hitaben, "Sizlerin tabi olduğunuz cinler, salih olmayan fırka mensupları olup sizi ancak cehenneme çağırmaktan başka şey yapmazlar" mesajı vermektedirler.

Ve ennâ zanennâ en len nu’cizallâhe fîl ardı ve len nu’cizehu herebâ(hereben).

[072.012] «Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de onu hiç bir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.»

Allah(c.c)'nin dinini inkar ederek başka yollara tabi olanlara vaadedilen cezanın süreye bağlanmış olması, müşrikler nazarında bu azap sözünün yalan olduğu gibi bir düşünce oluşmasına sebep olmuştur. Allah(c.c) bir kulunun günahı işlediği anda cezasını verseydi, kulun tevbe ederek geri dönme imkanı kalmazdı. Allah(c.c)'nin kullarına böyle bir zaman tanıması onların hayrına olup, onun böyle bir acziyet içinde olmadığı birçok ayette beyan edilmiştir.

[008.059] İnkar edenler, asla öne geçtiklerini sanmasınlar, çünkü onlar bizi aciz bırakamayacaklardır.

[006.134] Size vadedilen, mutlaka yerine gelecektir; siz O'nu aciz kılamazsınız.

RAHMAN 33 ayetinde ise O'nun mülk sınırlarından başka bir mülk sınırına geçmek gibi bir şansımız olmadığı hatırlatılarak, kaçarak kurtulmak gibi bir durumun asla olmadığı hatırlatılmaktadır.

[055.033] Ey cin ve insan topluluğu; göklerin ve yerin çevresinden geçip gitmeye gücünüz yetiyorsa geçip gidin. Ama üstün bir güç olmadan geçemezsiniz.

Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan).

[072.013] Doğrusu biz, o hidayeti (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir (ecrinin) eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.

Kur'an'ı işittikleri zaman inkarcı bir tavır takınanlar ile ilgili ayetleri hatırladığımız zaman, bu ayetin mesajı daha kolay anlaşılacaktır.

[008.031] Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, «İşittik, işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır» derlerdi.

[008.021] Ve: «Biz işittik» dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın;

[068.015] Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.

Halbuki Kur'an işitildiği zaman verilmesi gereken böyle bir tepki değil, aşağıdaki ayetlerde gördüğümüz tepkiler olmalıydı.

[005.083] Resûle indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.»

[032.015] Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.

[025.073] Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.

[017.107] De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.

Amellerin eksiltme veya haksızlık yapılmadan karşılığının verilmesi iman edenler veya etmeyenler için aynıdır. Dünya hayatında işlenen bütün amellerin karşılığının nasıl ödeneceği ile ilgili ayetlerden birkaç örnek okuduğumuzda bunu görebiliriz.

[020.112] İnanmış olarak, yararlı işler işleyen kimse, haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz.

[099.7-8] Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.

[004.040] Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük ecir verir.

[021.047] Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.

[031.016] Lokman: «Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif'tir, haberdardır».

Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).

[072.014] «Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır.»

Ayette "el-muslimûne" ve "el-kasitûne" olarak isimlendirilen iki gruptan bahsedilmektedir. "el-kasitûne" olarak bahsedilen grubu anlamak için, surenin 4. ayetine geri dönmemiz gerekmektedir. 4. ayet içinde geçen "şetaten" kelimesi "zalimce, haksızca, adaletsizce,
zorbaca davranış" anlamındadır. 14. ayet içindeki "kasitun" kelimesi "haksızca, zorbaca, adaletsizce davranış" demek olup bu şekil davrananların adı "el-kasitun"dur. "el-muslimun" kelimesi ise bunun karşıtı olarak kullanıldığına göre, "el-kasitun"dan olmayı gerektirecek davranışların tersini yapanların adı "el-muslimun"dur.

Ayette "rüşd" yolunun nereden geçtiği de beyan edilmektedir. "Rüşd" kelimesi "insanın bozuk ve fasid bir inanıştan dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayet" kelimesi ile aynı anlamdadır. "Hidayet" kelimesi "bir kimseye doğru yolu tutmasına takip etmesine vesile olmak" anlamında olup, "dış ve iç afetlerden, belalardan, dertlerden uzak olmak" anlamına gelen "esleme" kelimesi ile bunları birleştirecek olursak; cahilce bir inançtan sakınıp doğru bir yol üzerinde yürümenin tek çaresi Allaha teslim olmak yani "müslim"lerden olmaktır.

Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ(hataban).

[072.015] Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.

Doğru yolun tersi istikametinde gidenlerin alacağı karşılık birçok yerde beyan edildiği gibi burada da beyan edilmektedir.

[002.024] Yapamazsanız --ki yapamayacaksınız-- o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.

[066.006] Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.

Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).

[072.016] Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık.

Ayet içinde geçen "tarikat" kelimesi "ayaklarla 'tark tark tark' diye vurularak gidilen yol" anlamında bir kelime olup, terim olarak "kişinin doğru veya yanlış bir fiili işlerken tuttuğu yol" anlamındadır.

"İstikamet" kelimesi ise "doğru bir çizgi üzerinde olan yol"la ilgili bir kelime olup "doğru bir yolda yürüyenlere bol su verilmesi ne anlama gelir?" sorusunun cevabı olarak şunları söylemek mümkündür.

Kişinin istikamet üzere bir yol üzerinde gitmiş olması, herhangi bir yanlış yola sapmaması anlamına gelir. Böylece bu yol üzerinde gitmeyi hayatının her safhasında uygulama alanına geçirmesi sonucunda yanlış kararlar vermez ve bu doğru kararlar ile yürüdüğü yolda her bakımdan başarı kazanır. Bu başarısı dünya hayatında ona hem dünyevi, hem uhrevi bakımdan kazanç getirir.

Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden).

[072.017] Bu nimetimiz onları imtihan etmek içindir. Kim Rabbini hatırlamaktan yüz çevirirse Allah onu git gide artan çetin bir azaba sokar.

Ayet içinde geçen "fitne" kelimesi "altının kaç ayar olduğunun belirlenmesi için ateşe sokulması" anlamında olup terim anlamı olarak "insanın kaç ayar olduğunun belirlenmesi için bir takım denemelere tabi tutulması" anlamındadır.

Bir çok ayette insanın yaşadığı hayat içinde başına gelen her türlü olayın "imtihan" olgusu dahilinde değerlendirilmesi gerektiği, dünya hayatında bu imtihanı başarı ile geçenlerin Ahiret hayatında mutlu bir hayat süreceklerini Rabbimiz vâdetmiştir. Kişi, elinde olan mal ve servetin bir imtihan olduğu bilincinde olarak doğru bir yol üzerinden sapmadığı müddetçe alacağı karşılık yine bir çok ayette beyan edilmiştir.

[002.155] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.

[057.020] Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.

[006.032] Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?

[047.036] Doğrusu dünya hayatı oyun ve oyalanmadır. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir; O, sizin mallarınızı tamamen sarfetmenizi istemez.

CİN Suresi 8-17. ayetlerini ele almaya çalıştığımız yazımızın devamı olan 18-28. ayetleri arasını gelecek yazımızda ele almaya gayret edeceğiz.

--Devam edecek--


22 Mart 2015 Pazar

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması:1-7. Ayetler

Bundan önceki yazımızda sure ile ilgili giriş yapmaya çalışarak, surenin ayetlerine girmemiştik. Bu yazımızda CİN Suresi 1-7. ayetler üzerinde teker teker durmaya gayret edeceğiz. Kur'an'ı doğru anlamada usul olarak takip ettiğimiz yol olan ilk hitabın kime olduğu, yani nazil olan ayetlerin ilk muhataplarının kim olduğu öncelikle tesbit edilerek, sonrasında günümüze dair olan mesajını okuma yolunu, bu surede de takip etmeye çalışacak ve Mekkeli muhataplara dair olan hitabını öncelikle anlamaya çalışacağız. Suredeki ayetleri diğer ayetler yardımı ile anlamaya çalışarak Kur'an'ın nasıl bir anlam örgüsüne sahip olduğuna bir kere daha şahit olacağız.

Mekkelilerin cinler ile olan yakınlıklarının, yine cinlerin itirafları ile yanlış olduğunu ortaya koyan bir nevi itiraf name olarak okumanın daha doğru sonuç doğuracağını düşündüğümüz ayetlerin, sadece Mekkelilere has olarak inmiş ayetler olarak okunması düşüncesi içinde olmadığımızı öncelikle hatırlatmak isteriz. Her devirde cinler ile ilişki kurarak, onlar vasıtası ile sapmak durumunda olan herkesi ilgilendiren bu ayetlerdeki genel mesaj, yine onlar tarafından bir itiraf olarak okunmalı ve cinlerin onları bir bakıma enayi yerine nasıl koydukları görülmelidir.

Sureyi okurken cinlerin nasıllığı, varlığı, yokluğu veya insan oldukları gibi tartışmalar içine girmek "havanda su dövmek" misali getirisi olmayan tartışmalardır. Surenin, Batı ve Doğu edebiyatında örnekleri olan "fabl" yani "hayvanların konuşturularak onlar üzerinden mesaj verilme" metodunun Kur'anî bir versiyonu olarak cinlerin konuşturularak insanların ibret almasının amaçlanması olarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

Nasıl ki "fabl" tarzı bir eseri okurken "yahu hayvan konuşur mu?" şeklinde bir itirazda bulunmadan okuyor ve ondan çıkan mesaja odaklanıyorsak, özellikle CİN Suresi 1-15. ayetler arasındaki bölümün bu gözle okunarak verilmek istenen mesaja odaklanmak gerektiğini düşünüyoruz.

Varsayalım böyle bir olay hiç olmadı ve sadece "intak sanatı" dediğimiz "insan dışındaki varlıkların konuşturulduğu" bir edebiyat türü ile Mekkeli müşriklerin, değer verdikleri cinlerin kendileri hakkında olan düşüncelerinin anlatıldığı bir tarz olarak okumanın imanımıza bir halel getireceğini düşünmüyoruz.

Bu edebi anlatım türü Kur'an'ın bazı ayetlerinde karşımıza çıkmaktadır. Örnek verecek olursak; AHZAB 72'de göklerin, yerin ve dağların emaneti yüklenmekten kaçınmış olmaları, FUSSİLET 11'de yerin ve göğün konuşması bu edebi tür örneklerindendir.

Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ(aceben).

[072.001] De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.

"De ki bana vahy edildi" ifadesi ile Muhammed(a.s)'ın bu olaydan haberinin olmadığını, yani Kur'an'ı dinleyenleri kendisinin görmediğini anlamaktayız. Kur'an dinleyen cinlerden "nefer" kelimesi kullanılarak bahsedilmiş olması burada önemli bir noktadır.

"Ennefrü" kelimesi sözlükte "dehşet ve korku duyarak bir nesneden kaçmak, veya dehşet ve korku duyarak bir nesneye sığınmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneden kopup ayrılmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneye doğru kopup gitmek" anlamlarındadır (el-müfredat).

Gelecek ayetleri okuduğumuz zaman, bahsi geçen cinlerden "nefer" şeklinde bahsedilmesi, onların bir şeylerden kaçarak Kur'an'a sığınmalarının neden veya kimlerden kaçtıklarının sorusunu doğuracak ve bunun cevabı 1-15 ayetler arasındaki anlatımların odak noktasını oluşturacaktır.

Cinlerin kaçtıkları kişiler; Mekkeliler ve onların şirkleridir. Cinler onlardan kaçıp Kur'an'a sığınmışlar  ve bundan önce Mekkelileri kendilerinin saptırdıklarını itiraf ederek, onları da kendilerinin yaptıkları gibi Kur'an'a kaçmalarını öğütlemektedirler.

Ayette geçen "şaşılacak ve hayret verici bir durum" anlamına gelen "aceben" kelimesinin diğer ayetlerde kullanılışını gördüğümüz zaman; cinlerin "Kur'anen aceben" ifadesini neden kullandıklarını da görmüş oluruz. Aynı kelime Mekkelilerin ve onlardan önceki müşriklerin kendilerine gelen Elçi ve Kitap'a karşı olan tepkileri için de kullanılır.

[007.063] Size o korkunç akibeti bildirmek için, korunmanız için belki de rahmete kavuşturulmanız için sizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir uyarının gelmesine inanmıyor da şaşıyor musunuz? (eve aciptum)» dedi.

[007.069] «Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir gelmesine şaştınız mı? (eve aciptum) Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz.»

[038.004] Küfredenler içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırmışlardı da (acibu) demişlerdi ki: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır.

[050.002] Kafirler aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da (acibu) «Bu şaşılacak (acibun) bir şeydir» dediler.

[053.059-62] Şimdi siz bu söze mi şaşırıyorsunuz(ta'cebun)? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık Allah’a secde ve ibadet ediniz!

[038.005] «İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı (ucabun) bir şey.»

[010.002] İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak (aceben) bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler?

Kur'an ile muhatap olan Mekkelilerin veya onların önceki atalarının, Kur'an'a karşı verdikleri tepki inkarcılık yönünde olmuştur. Aynı Kur'an ile cinler de muhatap olmuş ve Mekkeliler gibi onlar da şaşırarak dinlemişlerdir. Ancak cinler Mekkeliler gibi inkar etmeyip ona iman ettiklerini beyan etmektedirler.

Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).

[072.002] «O (Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»

Ayet içinde geçen "ruşdi" kelimesi "kişinin fasit ve bozuk bir inanca sahip olmasından dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "Ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayetun" kelimesi ile aynı anlamda kullanılır (Elmüfredat).

"Rüşd" kelimesi "fasit ve bozuk bir inanca sahip olan bir kişinin doğru yolu bulması" demek olup, bu durumun nasıl olacağı cinlerin lisanı üzerinden anlatılarak Kur'an olduğu hatırlatılmaktadır.

Kur'an'ı dinleyen cinler; aynı Kur'an'ı dinleyen Mekkeli müşriklerin "eskilerin masalları" gibi sözlerle Kur'an'ı red etmelerine karşın, 2. ayet içindeki sözleri söylemektedirler. Ayet bir nevi "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" deyimine uygun olarak Mekkelilere Kur'an'ı işittikleri zaman göstermeleri gereken tavrın ne olması gerektiğini beyan etmektedir. Cinlerin Allah'a ortak koşup koşmadıklarından ziyade asıl vurgu, Rablerine ortak koşan Mekkeli müşriklerin durumlarının ortaya konulmuş olması olup, Kur'an'ı işiten birisinin artık şirki bırakıp tevhide yönelmesi gerektiğini hatırlatmaktadır.

Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ(veleden).

[072.003] Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.

Bu ayeti anlamak için yine Kur'an içine yayılmış olan ayetlerde, müşriklerin Allah'a çocuk isnadlarını hatırlamak yerinde olacaktır.

[006.100-101] Cinleri O yaratmışken kafirler Allah'a ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O onların vasıflandırmalarından yücedir. Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir.

[002.116] «Allah oğul edindi» dediler; haşa, oysa, göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir.

[010.068] «Allah çocuk edindi» dediler; haşa; O müstağnidir; göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir delil yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz?

[017.111] De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.

[039.004] Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir, O; gücü her şeye yeten tek Allah'tır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler haricinde bir çok ayette, Allah'ın çocuk edindiği iddiaları red edilerek, bunun iftira olduğu beyan edilmektedir. Aynı iftirayı Mekkeli müşrikler de Allah için kullanıp, O'na çocuk isnad etmişlerdir. 3. ayet cinlerin böyle bir düşüncesi olup olmadığından çok, yine Mekkeli müşriklerin bu iddialarının, onlar tarafından değerli görülen cinler tarafından yanlış olduğu hatırlatılmaktadır.

Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ(şetatan).

[072.004] «Doğrusu şu: Bizim düşük akıllı-beyinsizlerimiz. Allah'a karşı 'gerçek dışı bir sürü saçma şeyler' söylemişler.»

Ayet içinde geçen "şetatan" kelimesi "zalim, haksız, zorba ve adaletsizce davranmak" anlamındadır. Bu kelimenin ifade ettiği anlamı KEHF 14 ayetinde "Ashab-ı Kehf"in dilinden şöyle okumaktayız;

[018.014] Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş(şataten) oluruz.

KEHF 14 ayetinde "şataten" olarak ifade edilen amel "şirk"tir. CİN 4 ayetinde bu ameli işleyenlerin "sefih" oldukları cinler üzerinden beyan edilerek, müşriklerin bu sefihliği terketmeleri, onları yüce varlıklar olarak gören müşriklere, onların böyle bir amel işlemekle "sefih" oldukları hatırlatılarak vaz geçmeleri öğütlenmektedir.

Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben).

[072.005] «Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemiyeceklerini sanmıştık.»

CİN suresini, cinlerin Mekkelileri nasıl şirke sürüklediklerinin kendi ağızlarından olan itirafları çerçevesinde okuduğumuz zaman, bu ayetin Cinlerin, yalan söyleyerek Mekkelileri şirke sürükledikleri ve Mekkelilerin cinlerin bu yalanlarına kandıkları yani onları resmen enayi yerine koydukları itiraf edilerek, Mekkelilerin gözlerini açarak cinlerin onları sürükledikleri bataklığa daha fazla batmadan bir an önce çıkmaları hatırlatılmaktadır. Allah'a karşı yalan söyleyen birisinin sağlam pabuç olmadığı yine bu ayetler ile bizlere de hatırlatılmaktadır.

Ve ennehu kâne ricâlun minel insi yeûzûne bi ricâlin minel cinni fe zâdûhum rehekâ(rehekan).

[072.006] «Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.»

"İnsanlardan bazı adamlar" şeklinde bahsedilenler Mekkeli müşrikler olup, sığınılacak merci konusunda yanlış seçim yaptıkları ve bu yanlış seçim neticesinde sığınılacak merci olarak seçtikleri cinlerin onları saptırdığı yine kendi ağızlarından haber verilerek itiraf ettirilmektedir. Allah(c.c)'nin dışında sığınılacak bir merci aramak veya O'ndan başkasına sığınmanın adı "şirk" olup, başta FELAK ve NAS Sureleri olmak üzere kime sığınılacağını bize öğreten bir çok ayet mevcuttur. Bu ayetlerden bir kaç örnek şunlardır;

[040.027] Musa: «Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan böbürlenenlerin hepsinden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım» dedi.

[044.020] (Musa)«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.»

[011.047] (Nuh) dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!

[019.018] Meryem: «Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım» dedi.

[007.200] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir.

[016.098] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

Ve ennehum zannû kemâ zanentum en len yeb’asallâhu ehadâ(ehaden).

[072.007] Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.

Bu ayetin bazı meallerde "ve şüphesiz onlar da sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdir ki, Allah hiçbir kimseyi peygamber göndermeyecektir" şeklinde yapıldığını görmekteyiz. Bu farklılık ayet içindeki "En len yeb'asallahu ehaden" cümlesindeki "baase" fiilinin anlam tercihleri sebebiyledir. "Baase" kelimesi sözlükte "bir şeyi kaldırmak, harekete geçirmek ve göndermek" anlamlarına gelir ve hangi anlamda kullanıldığı ayet içindeki cümle bütünlüğünden anlaşılır. Her geçtiği yerde aynı anlama gelmeyen yani "çok anlamlı" kelimeler grubundan olan bu tür kelimelerin kullanımlarında konu bütünlüğünün önemi büyüktür. CİN 7 ayeti içindeki kullanımı "yeniden diriltme" anlamında olup, bu anlamı Kur'an bütünlüğünde Mekkeli muhatapların yeniden dirilişi inkar ettiği ayetlerde görebiliriz.

"Zan" kelimesi sözlükte "bir emareden hareketle ulaşılan bilgi" anlamındadır. Önemli olan emarenin kaynağı olup, eğer bu emare Allah'tan gelen bir bilgi kaynağına dayanmıyorsa, haktan bir şey ifade etmez. Yeniden diriliş diye bir şey olmadığı iddiası Allah'tan gelen bir bilgiye dayanmadığı için haktan hiç bir şey ifade etmemektedir. Bir çok ayet Mekkelilerin yeniden dirilişi inkar ettiklerini haber vererek, bu inkarlarının onlara pahalıya mal olacağını haber vermektedir.

[017.049] «Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek miyiz? derler.

[017.098] Bu, ayetlerimizi inkar etmelerinin ve: «Kemik ve ufalanmış toprak olduğumuzda mı yeniden dirileceğiz?» demelerinin cezasıdır.

[023.082] Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?

[037.016] «Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, diriltileceğiz?»

[056.047] Şöyle söylerlerdi: «Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?»

Yeniden dirilmeme konusunda cinlerle Mekkelilerin aynı düşünmüş olmaları sapkınlıkta ortak yönlerinin aynı olduğu ve bu zanlarının Allah'tan gelen bir bilgiye dayanmadığı yine kendi ifadeleri ile haber verilmektedir.

CİN 1-7 arası ayetleri ele almaya çalıştığımız bu yazımızdan sonra; surenin diğer ayetlerini bundan ileriki yazılarımızda ele almaya gayret edeceğiz.

--Devam edecek--

27 Şubat 2015 Cuma

Adem ve İblis Kıssasının Araf Suresi Bölümü İle İlgili Bir Değerlendirme

Adem ve İblis kıssası, Kur'anın 7 ayrı suresinde geçmekte olup , Mushaf dizilişine göre 2. olarak Araf s. içindeki Ayetlerde geçmektedir. Bu sure içinde geçen kısmı diğer surelerden farklı olarak, kıssa anlatıldıktan sonra devam eden Ayetlerde ki "Ey Adem oğulları" hitabı ile başlayan Ayetlerin , bu kıssanın sadece belli bir zaman ve mekan içinde değerlendirilmekten çok yaşayan bütün insanların kıssası olduğunu göstermesi açısından önemli mesajlar içermektedir.

Bu kıssa ile ilgili yorumlara bakıldığında, bir çok konuda müşkilat olduğu ve bu müşkilatların , Kur'an bağlamında değil zan ve İsrailiyyat bağlamında çözüme kavuşturulmaya çalışıldığını görmekteyiz. Kur'an geneline yayılmış olan bu kıssayı okurken dikkat edilmesi gereken hususları , "Adem ve İblis Kıssasını Okuma Klavuzu" başlıklı bir yazımızda değinmeye çalışmıştık.

İnsanların nasıl çoğaldığı sorusu herkes tarafından merak edilen bir soru olup , bu sorunun cevabının , bu kıssada verildiği düşüncesi ile bir takım yorumlar getirilmiştir. Meşhur olan yorum , ilk yaratılanın Adem ve eşi olması nedeniyle bunlardan olan çocukların çapraz vari evlilik yaparak çoğaldığı yorumudur. Bu yorum tabi ki problemli bir yorum olup , kardeş evliliğinin haram olması nedeniyle bunun mümkün olmadığı iddiası dile getirilmektedir.

Kardeş evliliği yorumuna karşı getirilen , bir başka yorum bu surenin 11. Ayetinde ," Andolsun ki, sizi yarattık, sonra size suret verdik. Sonra da, «Âdem'e secde ediniz,» diye meleklere emrettik, derhal secde ettiler. Ancak iblis, o secde edenlerden olmadı." şeklinde buyurulmasından hareketle Adem den önce yaratılmış olan İnsanlar var olduğu , çoğalmanın bu yolla gerçekleştiği yönünde iddiaların ortaya atıldığını görmekteyiz.

Ancak bu veya başka surelerde "Ey Adem oğulları" şeklinde başlayan hitaplar bizlere , Adem den önce insanlar var olduğu iddiasının da doğru bir iddia olmadığını göstermektedir. Şayet Adem den önce İnsan nesli var olmuş olsaydı bu iddiayı ortaya atanlara , "Neden Ey Adem oğulları şeklinde hitapta bulunulduğu" sorusunun sorularak cevabının verilmesi istenmesi gerekirdi. 

Bu sorunun cevabı maalesef verilemezdi , çünkü "Ey Adem oğulları" şeklinde başlayan hitaplar, bizlerin atasının Adem olduğu yönündeki düşüncelerin daha doğru olduğunu göstermektedir. Bunu söylerken İnsan neslinin kardeş evliliği ile çoğaldığı iddialarının doğru olduğunu söylemek istemiyoruz.

Söylemek istediğimiz şu dur ; İnsan neslinin nasıl çoğaldığına dair Kur'anın net bir beyanı yoktur. Bu konu hakkında bize bilgi verilmemiş olup hakkında bilgi verilmeyen bir şeyin peşine düşülmektedir (17. 36). Ne kardeş evliliği ile ne de daha önce yaratılmış olan insanlar ile çoğaldığımıza dair Kur'an bize net bir bilgi vermemektedir , bu iddialar zanna dayanmakta olup , "Şu doğrudur" diyebileceğimiz iddialar değildir. 

Araf. s. 11. Ayetinde verilmek istenen mesaj , bu kıssanın bütün İnsanların kıssası olduğu mesajı olup, bu sure içinde Adem ile bizi özdeşleştirerek , başkası yaşamış gibi okumayın kendiniz için okuyun mesajıdır. 

Kur'anda anlatılan Adem ve İblis kıssalarında en önemli aktör , Adem den çok İblis adı ile müşahhaslaştırılarak anlatılan Şeytan olgusudur. Şeytan kelimesi Kur'an da Adem den daha fazla yer alan bir kelime olması bu kelime etrafında anlatılanların önemini göstermektedir.  

Araf s. 17. Ayetinde , Şeytan ismini alan İblis İnsanları nasıl aldatacağını söyleyerek bu sözünün pratiğini ilerleyen Ayetlerde Adem ve Eşini kandırmaya çalışarak gösterecektir. 

[007.017]  «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.

Kıssanın , Araf s. 20.21.22. Ayetlerinde , Şeytanın 17. Ayette gördüğümüz kandırma taktiğini devreye ne şekilde soktuğunu görmekteyiz.

[007.020]  Derken şeytan, kendilerine örtülmüş olan ayıp yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve: «Rabbiniz size bu ağacı yalnızca birer melek olmamanız yahut ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti.» dedi.
[007.021]  Ve: «Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim.» diye ikisine de yemin etti.
[007.022]  Bu şekilde onları kandırıp sarktırdı. Bunun üzerine o ağacın meyvesini tattıklarında, ikisine de ayıp yerleri açılıverdi ve üzerlerini üst üste cennet yapraklarıyla yamamaya başladılar. Rableri onlara: «Ben size bu ağacı yasaklamadım mı, haberiniz olsun bu şeytan size açık bir düşmandır, demedim mi?» diye seslendi.

Burada şu hususun hatırlanmasında fayda vardır ; Şeytan Adem ile Eşinin karşısına 3. bir şahıs olarak çıkmamıştır. Onlara vesvese vererek yani fısıldayarak bu yalanı söylemiştir. Bu şekil yoldan çıkarma bütün İnsanlar için geçerli olup , nefsimize hoş gelen bir günahı işlemeden önce bunun güzel gösterilmiş olması Şeytan iğvası dediğimiz yanaşma yolları ile olmaktadır. Bir çok Ayette "Şeytan onlara işlediklerini güzel göstermiştir" buyurularak , başka Ayetlerde de " bu günahı işlemeye vesile olduktan sonra " Ben sizden uzağım Ben Allah tan korkarım" şeklinde ifadelerle Şeytanın İnsanı nasıl enayi ve aptal yerine koyarak bu duruma düşmeyin mesajı verilmektedir.

Adem ile Eşinin yasağı çiğnedikten sonra ki halini anlatan 22. Ayette , onların çırılçıplak kaldığı ve bu çıplaklığı örtmek için , yapraklarla örtünmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Tefsirlerde bu yaprakların hangi ağacın yaprağı olduğu tartışmaları kıssanın bu gün doğru anlaşılamamasının temelini atan düşünceler olarak birer ibret vesikası halinde tefsirlerde bulunmaktadır. Olayı sadece yaşanmışlığı içinde düşünerek yapılan bu yorumları bir tarafa bırakarak , verilmek istenen mesajın bize dönük mesajını okumaya çalışalım.

Araf s. 26.27. Ayetleri yukarıdaki Ayetleri anlamakta müfesser bir Ayettir.

[007.026]  Ey ademoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler gönderdik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar.
[007.027] Ey ademoğulları, şeytan ana- babanızı elbiselerinden soyundurup ayıp yerlerini meydana çıkararak cennetten çıkardığı gibi sizleri de ayartıp tuzağa düşürmesin. Sizin şeytanı ve adamlarını göremeyeceğiniz yerlerden onlar sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost yaptık.

İki Ayet içinde geçen "Libas" kelimesi , "İnsanı çirkinlikten koruyacak örtü" anlamında bir kelimedir. Öncelikle bu olaydan , İnsanın fıtri yapısının örtünmek gibi bir koruyucuya ihtiyaç duyduğunu okuyabiliriz. Adem ile Eşinin emri çiğnediği anda çıplak kalmış olmaları , Allah (c.c) nin onlara emrettiği koruyucuyu (Şu Ağaca yaklaşmayın emrini) Şeytanın onlara verdiği vesvese ile çiğneyerek koruyucusuz kalmaları ve fıtri olarak ihtiyaç duydukları koruyucuyu başka kaynakta arama çabalarını göstermektedir.

Allah (c.c) bizlere , hepimizin üzerinde olan "Libas" kelimesini onun bizlere indirmiş olduğu "Vahiy" ile benzeştirerek , Kur'ana tabi olmanın yani Kur'an elbisesini giymenin kişiyi tehlikeden koruduğunu , Bu elbiseden soyunan insanın her türlü tehlikeye maruz kaldığını 26.27. Ayetlerde anlatmaktadır. Kendini Vahiyden sıyırarak çıplak kalan insan , artık her tür tehlikeye açık olmakta , korunmak için Vahiy harici  koruyuculara kıssa da"Cennet Yaprağı" olarak teşbih edilen başka koruyucular arama peşine düşecektir. 

İnsan fıtri yapısı gereği kendini hem maddi , hem manevi olarak koruyacak koruyuculara ihtiyaç duymaktadır. Allah (c.c) kullarına korunmaları için hem maddi , hem de manevi koruyucular indirerek onların korunmasını sağlamıştır. "Takva Elbisesisi" olarak yapılan teşbihte insana gerekli olan manevi korunmanın yine kendisi tarafından indirilmiş olduğu ve bunun en hayırlı yani diğer koruyucuların yanında daha değerli olduğu vurgusu yapılmaktadır.

[007.031]  Ey Ademoğulları! Her mescidde zinetlerinize yapışın; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.

Araf s. 31. Ayetinin  meali br çok mealde , " Camiye giderken güzel elbiseler giyin" gibi komik bir anlama büründürülerek yapılmıştır. Bu şekil mealler Kur'an mantığını ve bütünlüğünü hiçe sayarak yapılan mealler olup bağlamdan kopuk anlam vermenin bir örneğidir.

"Mescid" kelimesi , "Secde edilecek mekan" anlamında bir kelime olması nedeni ile , secde etmeyi sadece ritüel anlamda görenler , olayı sadece camide güzel elbise giymek anlamında anlama kabiliyetini!! göstermişlerdir. Secde kelimesi anlam itibarı ile hayatının her anında Allah (c.c) emri doğrultusunda hareket etmek demek olup , bu anlamda her yer bir nevi mescid sayılır. 

"Zinet" kelimesi ; İnsanı Dünya ve Ahirette çirkinleştirmeyen , rezil etmeyen" şeye verilen bir isim olarak , yapışılması emredilen Zinetin burada mecaz bir kullanım olduğu , bu kelime ile kast edilen şeyin "Vahiy" olduğu anlaşılmaktadır. Allah (c.c) hayatın her anında bizlere vahye yapışmamızı emretmektedir.

"Zinet" kelimesi ; "Değerli Eşya" anlamını da içinde barındırdığı için , İnsanın Dünya hayatı içinde sahip olduğu bu tür eşyaya verdiği ve onu koruma hususunda nasıl titizlik gösterdiği üzerinden , Kur'anında böyle bir titizlik içinde korunması ve değer verilmesi emredilmiş ve hayatın her safhasında pratize edilmesi istenmiştir. 

Bu koruma maalesef , içeriğinin hayata pratizesi olarak değil , Mushafın en güzel süslenmiş kaplara konularak hiç dokunulmayacak bir yerde saklanması olarak algılandığı için , evlerin en mutena yerinde kimsenin erişemeyeği bir yerde asılı durması olarak anlaşılmış ve hala bir çok evde bu halde muamele görmektedir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.