Bundan
önceki iki yazımızda CİN Suresi'ne giriş ve 1-7. ayetler arasını
tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda 8-17. ayetler arasını tefekkür
etmeye gayret edeceğiz.
Ve ennâ le mesnes semâe fe vecednâhâ muliet haresen şedîden ve şuhubâ(şuhuben).
[072.008] «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.»
Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde lis sem’i fe men yestemiıl âne yecid lehu şihâben rasadâ(rasaden).
[072.009]
«Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi
kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor.»
Bu iki ayeti anlayabilmek için yine Kur'an'a müracat ederek ilgili ayetleri alt alta koymak gerekmektedir.
[015.016-18]
And olsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar için
donattık. Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak o
ki, kulak hırsızlık etmiş olur. Artık onu da apaçık bir ateş parçası
takip eder.
[037.006-10] Şüphesiz Biz,
yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve itaatten çıkmış her azgın
şeytandan koruduk; Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak
veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için
sürekli bir azap vardır. Ancak bir çalıp çarpan müstesna. Ona da hemen
bir parça ateş parçası ulaşıverir.
[067.005] And
olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için
taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.
Yukarıda
verdiğimiz ayet meallerinde teşbihi bir anlatım metodu ile vahyin geliş
yolunun gayet güvenli olduğu, yolda herhangi bir eşkiya veya gasıp
saldırısına maruz kalmadan emin bir şekilde yerine ulaştığı
anlatılmaktadır.
Vahiy bilindiği üzere
Allah(c.c) > Vahiy Meleği > Muhammed(a.s) şeklinde bir yol takibi
ile bizlere ulaşmıştır. Allah(c.c)'nin "melek elçi"ye verdiği vahyin,
yolda herhangi bir eşkiya saldırısına uğramadan, yani cin veya
şeytanların ilave veya katmalarına maruz kalmadan, emin bir şekilde
sahibine ulaşmakta olduğunu bu ayetlerden öğrenmekteyiz. 8. ve 9.
ayetler vahyin ve Elçi'nin güvenlik yönünden hiçbir şekilde vahye gölge
düşürecek eylemlere maruz kalmadığını, onların böyle bir eyleme güç
yetiremeyeceğini yine cinlerin lisanı üzerinden beyan etmektedir.
9.
ayeti okuduğumuz zaman, sanki cinlerin şimdi yapamadıkları bir şeyi
önceden yapıyorlarmış gibi bir algı oluşmaktadır. Bu ayeti, vahyin nazil
olma süreci ile ilgili olarak düşündüğümüz zaman kafada bu tür bir soru
oluşmasına gerek kalmayacaktır.
Bu bağlamda
müşriklerin sünneti olarak ifade edebileceğimiz ve bütün elçiler için
yaptıkları "mecnun" (cinlenmiş) suçlamalarını ele almakta fayda vardır.
Mekke'li müşriklerin yaşantılarında önemli rol oynayan kahinler,
cinlerle irtibat kurarak gaybdan haber aldıklarını iddia ederlerdi.
Muhammed(a.s)'ın okuduğu vahiy sebebi ile ona cinlenmiş suçlamaları
yapılarak, okuduklarının cinler tarafından ona ilham edildiği iddia
edilmiştir.
[026.027] (Fir'avun da) «Dedi ki: «Size gönderilmiş olan resûIünüz, şüphe yok ki elbette bir mecnûndur.»
[015.006] Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun!
[037.036] Ve «hiç biz mecnun şâır için ilâhlarımızı bırakır mıyız?» diyorlardı
[051.052] İşte böyle; onlardan öncekiler de herhangi bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onlar da: «Büyücü veya cinlenmiş» demişlerdir.
Ona
yüklenen mecnunluk iddiaları Allah(c.c) tarafından red edilerek, vahyin
böyle bir şeyin eseri olmadığı ve tamamen Allah(c.c)'nin korumasında
olduğu beyan edilmiştir.
[052.029] O halde anlatıp öğüt vermeye devam et; çünkü sen, Rabbinin nimeti hakkı için, ne kahinsin ne de mecnun!
[068.002] Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.
[081.022] Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.
8.ve
9. ayetlerde yine cinlerin lisanından, vahyin izlediği yol üzerinde
onların hiçbir şekilde müdahale imkanları olmadığı, vahyin emin bir
şekilde yerine ulaştığı, vahiy inen "beşer elçi"ye karşı onların hiç bir
müdahaleleri olmadığı söylenmektedir.
Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bi him rabbuhum reşedâ(reşeden).
[072.010] «Yeryüzünde olanlara şer mi murad edildi, yahut Rableri onlara rüşd mü dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz.»
Gaybı
öğrenme isteği, insanın öteden beri var olan bir hastalığıdır. Bu
hastalıklarını iyi bilen cin tayfası, onları kendilerine bağlamak için
gaybdan haber verdiklerini iddia ederek onları saptırmışlardır. Kendi
lisanları üzerinden onların böyle bir bilgiye sahip olmadıkları haber
verilerek, bu tür bilgilerin sadece yalan haber olduğu vurgusu
yapılmaktadır. Surenin 26. ayetinde gayb bilgisinin sadece Allah katında
olduğu ve bu bilgiyi vereceği insanların sadece elçileri olduğu beyan
edilerek, kim olursa olsun "Bende gaybi bilgi var" şeklindeki
iddiaların ancak yalan bilgiden ibaret olduğunun bilinmesi gerektiği
haber verilmektedir. SEBE 14 ayetinde de aynı vurgu yapılarak cinlerin
gaybı bilmesi gibi bir durumlarının söz konusu olmadığı haber
verilmektedir.
[034.014] Süleyman'ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir
ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı
bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.
Rabbimiz
bütün yarattıkları için "rüşd" yoluna gitmelerini diler ancak bu
dilemesi kullarını zorlayıcı bir durum arz etmez. Kullarını kendi
iradeleri doğrultusunda yapmış oldukları, "rüşd" veya "ğayy" yolundan
hangisini seçerlerse bu yolda yürümelerini sağlar. Hangi yolu
seçerlerse, ona göre karşılığını alırlar. Yaratılmışlardan hiçbir kimse
gelecek ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye asla sahip olamaz. Gayb
konusunu surenin 26. ayetinde daha geniş ele almaya çalışacağız.
Ve ennâ minnes sâlihûne ve minnâ dûne zâlik(zâlike), kunnâ tarâika kıdedâ(kıdeden).
[072.011]
«Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bizden bunun dışında
(ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları
olmuşuz.»
Bu ayette; cinlerin de tıpkı insanlar
gibi fırka fırka olduğu, Mekkeliler'i şirke sürükleyen cinlerin salih
olmayanlar olduğu hatırlatması yapılmaktadır. Mekkeliler'e hitaben, "Sizlerin tabi olduğunuz cinler, salih olmayan fırka mensupları olup sizi ancak cehenneme çağırmaktan başka şey yapmazlar" mesajı vermektedirler.
Ve ennâ zanennâ en len nu’cizallâhe fîl ardı ve len nu’cizehu herebâ(hereben).
[072.012] «Biz
şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak
suretiyle de onu hiç bir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.»
Allah(c.c)'nin
dinini inkar ederek başka yollara tabi olanlara vaadedilen cezanın
süreye bağlanmış olması, müşrikler nazarında bu azap sözünün yalan
olduğu gibi bir düşünce oluşmasına sebep olmuştur. Allah(c.c) bir
kulunun günahı işlediği anda cezasını verseydi, kulun tevbe ederek geri
dönme imkanı kalmazdı. Allah(c.c)'nin kullarına böyle bir zaman tanıması
onların hayrına olup, onun böyle bir acziyet içinde olmadığı birçok
ayette beyan edilmiştir.
[008.059] İnkar edenler, asla öne geçtiklerini sanmasınlar, çünkü onlar bizi aciz bırakamayacaklardır.
[006.134] Size vadedilen, mutlaka yerine gelecektir; siz O'nu aciz kılamazsınız.
RAHMAN
33 ayetinde ise O'nun mülk sınırlarından başka bir mülk sınırına geçmek
gibi bir şansımız olmadığı hatırlatılarak, kaçarak kurtulmak gibi bir
durumun asla olmadığı hatırlatılmaktadır.
[055.033]
Ey cin ve insan topluluğu; göklerin ve yerin çevresinden geçip gitmeye
gücünüz yetiyorsa geçip gidin. Ama üstün bir güç olmadan geçemezsiniz.
Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan).
[072.013] Doğrusu
biz, o hidayeti (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman
ederse, artık ne bir (ecrinin) eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık
edilmesinden korkar.
Kur'an'ı işittikleri
zaman inkarcı bir tavır takınanlar ile ilgili ayetleri hatırladığımız
zaman, bu ayetin mesajı daha kolay anlaşılacaktır.
[008.031] Ayetlerimiz
onlara okunduğu zaman, «İşittik, işittik! İstesek biz de aynını
söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır» derlerdi.
[008.021] Ve: «Biz işittik» dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın;
[068.015] Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.
Halbuki Kur'an işitildiği zaman verilmesi gereken böyle bir tepki değil, aşağıdaki ayetlerde gördüğümüz tepkiler olmalıydı.
[005.083]
Resûle indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı
gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman
ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.»
[032.015] Bizim
âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt
verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd
ile tesbih ederler.
[025.073] Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.
[017.107]
De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan
önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz
üstü secdeye kapanırlar.
Amellerin eksiltme
veya haksızlık yapılmadan karşılığının verilmesi iman edenler veya
etmeyenler için aynıdır. Dünya hayatında işlenen bütün amellerin
karşılığının nasıl ödeneceği ile ilgili ayetlerden birkaç örnek
okuduğumuzda bunu görebiliriz.
[020.112] İnanmış olarak, yararlı işler işleyen kimse, haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz.
[099.7-8] Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.
[004.040] Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük ecir verir.
[021.047] Kıyamet
günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa
uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap
gören olarak Biz yeteriz.
[031.016]
Lokman: «Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa
da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde
bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif'tir,
haberdardır».
Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).
[072.014]
«Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte
(Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu'
araştırıp-bulanlardır.»
Ayette "el-muslimûne"
ve "el-kasitûne" olarak isimlendirilen iki gruptan bahsedilmektedir.
"el-kasitûne" olarak bahsedilen grubu anlamak için, surenin 4. ayetine
geri dönmemiz gerekmektedir. 4. ayet içinde geçen "şetaten" kelimesi "zalimce, haksızca, adaletsizce,
zorbaca davranış" anlamındadır. 14. ayet içindeki "kasitun" kelimesi "haksızca, zorbaca, adaletsizce davranış"
demek olup bu şekil davrananların adı "el-kasitun"dur. "el-muslimun"
kelimesi ise bunun karşıtı olarak kullanıldığına göre, "el-kasitun"dan
olmayı gerektirecek davranışların tersini yapanların adı
"el-muslimun"dur.
Ayette "rüşd" yolunun nereden geçtiği de beyan edilmektedir. "Rüşd" kelimesi "insanın bozuk ve fasid bir inanıştan dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayet" kelimesi ile aynı anlamdadır. "Hidayet" kelimesi "bir kimseye doğru yolu tutmasına takip etmesine vesile olmak" anlamında olup, "dış ve iç afetlerden, belalardan, dertlerden uzak olmak"
anlamına gelen "esleme" kelimesi ile bunları birleştirecek olursak;
cahilce bir inançtan sakınıp doğru bir yol üzerinde yürümenin tek çaresi
Allaha teslim olmak yani "müslim"lerden olmaktır.
Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ(hataban).
[072.015] Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.
Doğru yolun tersi istikametinde gidenlerin alacağı karşılık birçok yerde beyan edildiği gibi burada da beyan edilmektedir.
[002.024] Yapamazsanız --ki yapamayacaksınız-- o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.
[066.006] Ey
inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı
insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın
kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan
melekler vardır.
Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).
[072.016] Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık.
Ayet içinde geçen "tarikat" kelimesi "ayaklarla 'tark tark tark' diye vurularak gidilen yol" anlamında bir kelime olup, terim olarak "kişinin doğru veya yanlış bir fiili işlerken tuttuğu yol" anlamındadır.
"İstikamet" kelimesi ise "doğru bir çizgi üzerinde olan yol"la ilgili bir kelime olup "doğru bir yolda yürüyenlere bol su verilmesi ne anlama gelir?" sorusunun cevabı olarak şunları söylemek mümkündür.
Kişinin
istikamet üzere bir yol üzerinde gitmiş olması, herhangi bir yanlış
yola sapmaması anlamına gelir. Böylece bu yol üzerinde gitmeyi hayatının
her safhasında uygulama alanına geçirmesi sonucunda yanlış kararlar
vermez ve bu doğru kararlar ile yürüdüğü yolda her bakımdan başarı
kazanır. Bu başarısı dünya hayatında ona hem dünyevi, hem uhrevi
bakımdan kazanç getirir.
Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden).
[072.017] Bu
nimetimiz onları imtihan etmek içindir. Kim Rabbini hatırlamaktan yüz
çevirirse Allah onu git gide artan çetin bir azaba sokar.
Ayet içinde geçen "fitne" kelimesi "altının kaç ayar olduğunun belirlenmesi için ateşe sokulması" anlamında olup terim anlamı olarak "insanın kaç ayar olduğunun belirlenmesi için bir takım denemelere tabi tutulması" anlamındadır.
Bir
çok ayette insanın yaşadığı hayat içinde başına gelen her türlü olayın
"imtihan" olgusu dahilinde değerlendirilmesi gerektiği, dünya hayatında
bu imtihanı başarı ile geçenlerin Ahiret hayatında mutlu bir hayat
süreceklerini Rabbimiz vâdetmiştir. Kişi, elinde olan mal ve servetin
bir imtihan olduğu bilincinde olarak doğru bir yol üzerinden sapmadığı
müddetçe alacağı karşılık yine bir çok ayette beyan edilmiştir.
[002.155] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
[057.020] Bilin
ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok
mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği,
ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı
olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır.
Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece
aldatıcı bir geçinmedir.
[006.032] Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?
[047.036] Doğrusu
dünya hayatı oyun ve oyalanmadır. Eğer inanır ve Allah'a karşı
gelmekten sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir; O, sizin mallarınızı
tamamen sarfetmenizi istemez.
CİN Suresi 8-17.
ayetlerini ele almaya çalıştığımız yazımızın devamı olan 18-28.
ayetleri arasını gelecek yazımızda ele almaya gayret edeceğiz.
--Devam edecek--
YanıtlaSilMÜLK-5.AYETİN DOĞRU MEALİ ŞÖYLEDİR!
5: Şüphesiz biz dünya semasını ışık yansıyanlarla/gezegenlerle donattık.Ve biz orayı (dünya semasını) şeytanların kovulma ortamı yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık.
Nitekim bzı müfessirler de (جَعَلْنَاهَا ) ‘’ce’alnaha’’ daki zamiri,semaya raci yapmışlardır. Ayrıca Rucum’un çoğulu meracım (مراجم ) (مساجد – منازل -) ‘’Mesacid-Menazil’’ gibi ismi mekan anlamına da gelir. Bu nedenle burada (سماء )‘’Sema’’ atılma ve kovulma ortamı ’’kılınmıştır.
التحرير والتنوير (,,,,,,,, وجعل بعض المفسرين الضمير المنصوب في ( جعلناها ) عائدا إلى السماء الدنيا
وجعلنا ها = اي سماء الدنيا = رجوما للشياطين = اي مراجم
Burada ( نجوم)‘’nucum’’ yıldızlar ifadesi de yoktur,belki ışık yansıtıcı nesneler olan mesabih ifadesi vardır ki,başka bir ayette ( Saffat-6) .mesabih yerine ( الكواكب) ‘’El-Kevaib’’ifadesi kullanılmıştır. yani burada dünyanın da içinde bulunduğu sema,uzay/aynı manyetik kuşaktaki gezegenler ifade ediliyor.
Ayrıca ayette ‘’dünyaya en yakın’’ ifadesi de geçmiyor,belki burada ‘’dünya seması’’ geçiyor. Ama maalesef burada mealciler hatalı olarak ( وجعلناها) ‘’ve cealnaha’’daki (ha) zamiri mesabiha raci yapmışlardır,halbuki bu zamir,mesabiha değil,dünya semasına racitir. İşte onların bu çeviri hatasıı yüzünden bilimsel bir sorun ortaya çıkmıştır.
İşte doğru meale göre ne yıldızlar,ne de gezegenler şeytanlara atılır.Zira şeytanlara atılan metafizik şihaplardır.Şeytanlar da melekler gibi gözle görünmeyen metafizik varlıklar olduğundan,melekler tarafından kendilerine atılan bu metafizik şihiplar da gözle görülmezler ve dolayısıyla bu olayın da meteor taşlarıyla hiçbir alakası da yoktur.
Selam ve dua ile.