Kıssasının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıssasının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2016 Pazar

Salih (a.s) Kıssasının Günümüze Dair Düşündürdükleri

Kur'an kıssaları bizlere, geçmiştekilerin başlarından geçenleri anlatarak , o olaylardan ibretler çıkarmamızı amaçlayan anlatımlardır. Salih (a.s) , kıssası anlatılan elçilerden olup , onun kavminin başına gelen helak olayı , insanın arzı ifsad etmesinin bir neticesi olarak evrensel mesajlar olarak karşımızda durmaktadır. Ne var ki bir kısım tefsirlere bakıldığında kıssaya yoğunlaşma noktası, devenin taştan çıkıp çıkmadığı üzerinde olup , "Kıssadan hisse almak" deyimi maalesef pek hesaba katılmamıştır. 

Kur'an kıssaları kur'anın mesajını genişleten anlatım uslubu olup , bir kıssanı anlattığı mesajı belki de 10 cilt kitap yazılsa anlatmak mümkün olmayacaktır. Salih (a.s) ın kavmine gönderilen deveyi daha önce başka bir açıdan okumaya çalışarak , Allah (c.c) tarafından bir kullara uygulanan imtihan konusu ile ilişkilendirmeye çalışmıştık. Bu yazımızda "Deve" üzerinden verilmek istenen mesajı günümüze dair bir mesaj olarak okumaya çalışacağız.

 http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2013/10/salih-asn-devesi-ibrahim-asn-oglu-ve.html

Salih (a.s) ın kavmi dahil olmak üzere, helak edilen bütün kavimlerin ortak özelliklerinin, Allah (c.c) ye ortak koşmak yani "Şirk" olduğunu görmekteyiz. Kavimlerde ortaya çıkan bu durum, sadece o kavimlerin taştan tahtadan putlara tapması olarak sınırlandırıldığında , "Şirk" kavramının anlam alanı oldukça daraltılmış olacaktır. 

"Şirk" kavramının anlamı sadece, Allah (c.c) yi toptan ret ederek taştan tahtadan putlara tapmak ile sınırlı değildir. Böyle bir sınırlama, bu kavramın evrensel bir olgu olduğunu unutturarak , özellikle biz Müslümanları bu kavramın dışında tuttuğu gibi bir aldanışa sebep olacaktır. 

"Şirk" kavramını , "Allah (c.c) ile birlikte başka ilahlar edinmek" şeklinde izah ettikten sonra bu kavram, sadece taştan tahtadan putlara tapmak şeklinde bir sınırlamadan çıkmış olacaktır, "İlah" kavramının ifade ettiği anlamı, sadece Allah (c.c) ye tahsis etmeyerek , bu tahsise onunla birlikte başkalarını da ortak etmek, dün nasıl kavimlerin helakına sebep oldu ise , bugünde aynı helake sebep olacaktır. 

Salih (a.s) ın kavminin helakı, bu konuda örnek helak olarak önümüzde durmakta ve bizlerin bu kıssadan ibret alarak , arz üzerinde yaşama hakkına sadece biz insanların sahip olmadığını , bizim dışımızda olan bitki ve hayvan neslinin, en az bizim kadar bu hakka sahip olduğunu anlatmaktadır. 

Salih (a.s) kıssasını okuduğumuzda, onun ilk sözleri diğer elçiler gibi , "Allah tan başkasına kulluk etmeyin" şeklinde olmuştur. Onun kavminin şirk konularından bir tanesi , yaşadıkları arzı babalarının mülkü gibi görerek , arz üzerinde nasıl tasarruf edeceklerine Allah (c.c) değil , kendilerinin karar verme yetkilerinin olduğunu zannetmeleri idi.

Onun kıssasında geçen ,"Naqatullah" (Allah'ın devesi) , "Arzullah" (Allah'ın arzı) (7.73/ 11.64) deyimlerinin , kıssanın anahtar deyimlerinden olduğunu düşünmekteyiz. Bu deyimler , yaşadığımız dünyada insan dışında olan unsurları ifade eden iki deyim olarak evrensel bir boyuta çekildiğinde , onun kıssası yaşadığımız dünyanın bir çok bölgesinde halen yaşanmakta olduğu karşımıza çıkacaktır. 

Allah (c.c) nin "Deve" nin ve "Arz" ın kendisine ait olduğunu beyan eden bir deyim kullanmasını , yaşadığımız dünyada bizim menfaatimiz için yaratılmış olan şeylerin mülkiyetinin bizim değil, geçici bir süre için emrimize verildiğinin hatırlatılması olarak okumak durumundayız. Allah (c.c) nin arz üzerinde yaratmış olduğu her şey, bir denge unsuru olup , biz insan eli ile bu denge bozulduğunda fesad meydana gelmektedir. 

[030.041]  İnsanların elleriyle kazandıkları  yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Allah'da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.

 Daha tok yaşamak , daha fazla ve çeşitli gıdalar temin etmek için avlanan hayvanlardan bir çoğunun bugün nesli tükenmek gibi bir tehlike altında olması ,insanoğlunun ne kadar açgözlü olduğunun bir göstergesidir. Daha fazla üretmek için yapılan sanayileşme hamleleri , yaşayan insanın fiziki olarak sağlığını bozmakla birlikte , onu yaratılış gayesinin sadece daha fazla üretmek gibi bir vazife olduğu gibi bir düşünce içine itmiştir. 

[017.016]  Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

 [027.048]  Ve şehirde dokuz kişi var idi ki, yerde fesada çalışıyorlardı, ıslah da bulunmuyorlardı.

Kur'an kıssalarında "Mele" , "Müstekbir" , "Mütref" gibi kavramlarla anılan insanların torunları , bugün "Sanayileşmiş ülkeler" deyiminin çerçevesine dahil olan ve o ülkelerdeki kişiler olarak halen yaşamaktadır. Bu ülkelerdeki  varlıktan şımarmış olan zenginler , daha fazla üretim yaparak kasalarını doldurmak için hiç bir kural tanımamakta ve yaşam felsefesi olarak "Kazanma sadece kazanmak" sloganını seçmişlerdir.

"Ekolojik denge" deyimi , İnsan , Hayvan , bitki gibi canlıların hayati faaliyetlerini sürdürmek için gerekli olarak şartların sağlanmasını ifade etmektedir. Bu durumu  misallendirecek olursak ; Bitki -Fare -Yılanlar doğada dengeli bir biçimde yaşadığında , yılanlar fareleri , fareler bitkileri yiyerek hayatiyetleri devam ettirecektir. Eğer biz yılanları yok etmeye çalışırsak , fare nesli çoğalarak bitkilere aşırı bir zarar verecektir. Fareleri yok edersek, bu sefer yılanlar açlık tehlikesi ile karşıya karşıya kalacaklardır. 

Bugün daha fazla kazanmak adına üretilen tarım ilaçlarının, bu dengeyi bozduğu bilinmektedir. Mevcut tarım ilaçlarının insan bünyesine yapmış olduğu tahrifat işin cabası olup , yediğimiz ürünlerin bir çoğu bize fayda yerine zarar verir olmuştur.

Salih (a.s) kıssası , bizlerin ekolojik dengeyi bozarak , arz üzerinde fesad çıkarmasının , bu fesadın neye mal olacağını anlatan bir kıssa olarak karşımızda durmasına rağmen , daha çok kazanma adına, Allah'ın develeri ve arzı fesada boğularak , gün be gün helaka doğru yaklaşılmaktadır. Bugün dünyanın genelinde yaşanan çevre felaketleri daha büyük bir helakın habercisi olmasına rağmen , maalesef , Salih (a.s) kavmi içindeki 9 lu çetenin bugün yaşayan torunları , bu felakete karşı ciddi bir önlem almaya yanaşmamaktadırlar.

Gün be gün yaklaşan helaka karşı nasıl bir önlem alınarak bunun önü alınabilir ?. 

Allah (c.c) nin arz üzerine koymuş olduğu yasalar gereğince , yaşadığımız topraklardaki ekolojik dengenin bozulması , dün nasıl toplumsal helaklara yol açtı ise , bugünde aynı fesad devam ettiği için bu yasa işleyecektir. Bu yasanın işlememesi için yapılacak ilk şey , bizim dışımızda olan hayvan ve bitki neslinin, en az bizim kadar arz üzerinde yaşama hakkı olduğuna inanan ve bu yolda çalışmalar yapan insanların iş başına geçmesidir.
[002.205]  Ve yanından ayrılınca yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekinleri, nesli helâk etmeğe çalışır. Allah Teâlâ ise fesadı sevmez.

Bakara s. 205. ayetinde Elçi ile yani vahiy ile alakasını kesmiş münafık karakterinin , iktidara gelince nasıl bir icraat yapacağı anlatılmaktadır. "Ekin ve Nesil" olarak ifade edilen şeyleri ifsad etmek için çalışması, bu insanların ortak karakteri olarak ortaya çıkmaktadır. "Nesil" kelimesini insan ve hayvanı , "Ekin" kelimesini bitkisel hayatı ifsad etmesi olarak okuduğumuz zaman , ayetin evrensel bir mesaj taşıdığı görülmektedir.

Arz üzerinde kendisini vahiyden soyutlamış , sadece kendisini düşünen ve dünyaya endeksli bir hayat süren insanların hakim olması, bu helakın hızlanmasına sebep olacaktır. Arz üzerinde var olma sebebini, sadece Allah'a kul olmak üzerine kurulu bir hayat sürmek olduğunun bilicinde olan insanlar iş başına geçtiğinde , bu helakın önü alınarak, fesada değil ıslaha yönelik bir dünya hayatı sürdürülmüş olacaktır. 

Tek bir ilaha kul olmak demek sadece belirli ritüellere hasredilmiş bir dini hayat anlamına asla gelmez. Allah (c.c)  kendisine kul olma şartını sadece belirli zaman ve mekanlarda yapılan şekilsel ibadetler ile sınırlamamıştır. Allah (c.c) yarattığı insanın bütün yaşamında karşılacağı sorunlar konusunda yol göstermiş ve bu yol üzerinde gidilmesini şart koşmuştur . 

Bu şartlardan bir tanesi de , yaşadığımız toprakları sadece kendimizin yaşam alanı olarak değil , hayvan ve bitkilerinde  ortak yaşama alanı  olarak görmektir. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) nin belirleyici olduğu bir hayatta , İnsan -Hayvan-Bitki nesli fesad edilerek değil , ıslah edilerek bir arada yaşar. Bitki ve hayvanların fesada uğratılarak, ıslaha yönelik bir hayat yaşanmaması sonucunda , insan nesli de tehlikeye girerek yok oluşa gidecektir. Salih (a.s) kıssası işte bu yok oluşun canlı bir örneğidir. 

Allah'a kul olmuş bir insan, elinde olan imkanların , kendisine geçici bir süre için verildiğini , bu imkanları kullanmasına göre ebedi olan hayatının belirleneceğini çok iyi bildiği için , bu imkanları babasının malı gibi değil Allah (c.c) nin malı olduğu bilinci içinde yönetecektir.
Bugün "Şirk" kavramının pratik hayata yansıyan taraflarından birisi , insanın ekolojik dengeyi Allah (c.c) nin belirleyiciliğinde değil , Salih (a.s) ın kavmindeki 9 lu çetenin torunlarının  belirleyiciliğinde kullanmasıdır. Allah (c.c) yi birleyici bir yaşam demek , hayatın bütün boyutlarında geçerli olması gerektiği ve bu birlemenin yapılmaması neticesinde, akıbetin helak olması kaçınılmazdır. 

Kur'anda anlatılan helak olaylarının şekli, bizlere din dilinin anlatım uslubu dahilinde yapılan anlatımlar olduğu için , artık bu tür helakların yaşanmamış olması , bizleri helak sürecinin artık bittiği gibi bir düşünce içine itmiştir. Halbuki bizler anlatılan kıssayı , helak biçimini dikkate alarak değilde , o kavimleri helak olmasına götüren sebepleri dikkate alarak okumuş olsaydık , helakın devam eden bir süreç olduğunu kolayca anlayabilirdik.

Salih (a.s) ın kavminin helakı , sadece o kavme has bir helak olmayıp , kıyamete kadar o kavmin işlemiş olduğu cürümlerin aynısını işleyenlerin , o kavmin akıbetine düçar olacağını anlatmaktadır. Kavimlerin helakı, sebep - sonuç ilişkisi dahilinde işleyen bir kural olup , o kavimlerin helak olmasına sebep olan amelleri işleyenler , o kavimlerin başlarına gelen aynı sonuçlara katlanmak zorunda kalacaklardır.

Sonuç olarak ; Kur'an kıssaları sadece "Eskilerin masalları" olarak okunmayarak , toplumsal işleyiş yasalarının tezahürünün geçmiş kavimler örneğinde gösterilerek , aynı suçları işleyenlerin kıyamete kadar, aynı akıbet ile karşı karşıya kalacaklarını anlatan mesajlar olarak okunduğunda , Salih (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan amillerin aynısı bugün işlenerek benzer akıbet kaçınılmaz olarak yaklaşmaktadır. 

Salih (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep , o kavmin ekolojik dengenin korunmasında belirleyici olarak Allah (c.c) yi değil o şehrin fesadçı elebaşlarına uymuş olması idi. Dünkü 9 lu çetenin torunları, aynı cürümü bugünde  işleyerek , yaşadığımız arzın fesadına sebep olmaktadır.

Bu gün Salih (a.s) ın kavminin işlemiş oldukları suçlar aynı şekilde hayata yansıtılmış olarak devam etmekte , "kulak çekmek" mahiyetinde bu işlenenlerin karşılığı azar azar gösterilmekte olmasına rağmen , "illaki şamar isteriz" şeklinde istekler hal ile dillendirilerek , ekolojik denge hız kesilmeden bozulmaya devam edilmektedir. 

Arz üzerinde kendisini vahyin belirleyiciliğine teslim etmiş kullar iş başına geçmediği müddetçe  EKİN ve NESİL bozulmaya devam ederek , helak kaçınılmaz olacaktır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

27 Şubat 2015 Cuma

Adem ve İblis Kıssasının Araf Suresi Bölümü İle İlgili Bir Değerlendirme

Adem ve İblis kıssası, Kur'anın 7 ayrı suresinde geçmekte olup , Mushaf dizilişine göre 2. olarak Araf s. içindeki Ayetlerde geçmektedir. Bu sure içinde geçen kısmı diğer surelerden farklı olarak, kıssa anlatıldıktan sonra devam eden Ayetlerde ki "Ey Adem oğulları" hitabı ile başlayan Ayetlerin , bu kıssanın sadece belli bir zaman ve mekan içinde değerlendirilmekten çok yaşayan bütün insanların kıssası olduğunu göstermesi açısından önemli mesajlar içermektedir.

Bu kıssa ile ilgili yorumlara bakıldığında, bir çok konuda müşkilat olduğu ve bu müşkilatların , Kur'an bağlamında değil zan ve İsrailiyyat bağlamında çözüme kavuşturulmaya çalışıldığını görmekteyiz. Kur'an geneline yayılmış olan bu kıssayı okurken dikkat edilmesi gereken hususları , "Adem ve İblis Kıssasını Okuma Klavuzu" başlıklı bir yazımızda değinmeye çalışmıştık.

İnsanların nasıl çoğaldığı sorusu herkes tarafından merak edilen bir soru olup , bu sorunun cevabının , bu kıssada verildiği düşüncesi ile bir takım yorumlar getirilmiştir. Meşhur olan yorum , ilk yaratılanın Adem ve eşi olması nedeniyle bunlardan olan çocukların çapraz vari evlilik yaparak çoğaldığı yorumudur. Bu yorum tabi ki problemli bir yorum olup , kardeş evliliğinin haram olması nedeniyle bunun mümkün olmadığı iddiası dile getirilmektedir.

Kardeş evliliği yorumuna karşı getirilen , bir başka yorum bu surenin 11. Ayetinde ," Andolsun ki, sizi yarattık, sonra size suret verdik. Sonra da, «Âdem'e secde ediniz,» diye meleklere emrettik, derhal secde ettiler. Ancak iblis, o secde edenlerden olmadı." şeklinde buyurulmasından hareketle Adem den önce yaratılmış olan İnsanlar var olduğu , çoğalmanın bu yolla gerçekleştiği yönünde iddiaların ortaya atıldığını görmekteyiz.

Ancak bu veya başka surelerde "Ey Adem oğulları" şeklinde başlayan hitaplar bizlere , Adem den önce insanlar var olduğu iddiasının da doğru bir iddia olmadığını göstermektedir. Şayet Adem den önce İnsan nesli var olmuş olsaydı bu iddiayı ortaya atanlara , "Neden Ey Adem oğulları şeklinde hitapta bulunulduğu" sorusunun sorularak cevabının verilmesi istenmesi gerekirdi. 

Bu sorunun cevabı maalesef verilemezdi , çünkü "Ey Adem oğulları" şeklinde başlayan hitaplar, bizlerin atasının Adem olduğu yönündeki düşüncelerin daha doğru olduğunu göstermektedir. Bunu söylerken İnsan neslinin kardeş evliliği ile çoğaldığı iddialarının doğru olduğunu söylemek istemiyoruz.

Söylemek istediğimiz şu dur ; İnsan neslinin nasıl çoğaldığına dair Kur'anın net bir beyanı yoktur. Bu konu hakkında bize bilgi verilmemiş olup hakkında bilgi verilmeyen bir şeyin peşine düşülmektedir (17. 36). Ne kardeş evliliği ile ne de daha önce yaratılmış olan insanlar ile çoğaldığımıza dair Kur'an bize net bir bilgi vermemektedir , bu iddialar zanna dayanmakta olup , "Şu doğrudur" diyebileceğimiz iddialar değildir. 

Araf. s. 11. Ayetinde verilmek istenen mesaj , bu kıssanın bütün İnsanların kıssası olduğu mesajı olup, bu sure içinde Adem ile bizi özdeşleştirerek , başkası yaşamış gibi okumayın kendiniz için okuyun mesajıdır. 

Kur'anda anlatılan Adem ve İblis kıssalarında en önemli aktör , Adem den çok İblis adı ile müşahhaslaştırılarak anlatılan Şeytan olgusudur. Şeytan kelimesi Kur'an da Adem den daha fazla yer alan bir kelime olması bu kelime etrafında anlatılanların önemini göstermektedir.  

Araf s. 17. Ayetinde , Şeytan ismini alan İblis İnsanları nasıl aldatacağını söyleyerek bu sözünün pratiğini ilerleyen Ayetlerde Adem ve Eşini kandırmaya çalışarak gösterecektir. 

[007.017]  «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.

Kıssanın , Araf s. 20.21.22. Ayetlerinde , Şeytanın 17. Ayette gördüğümüz kandırma taktiğini devreye ne şekilde soktuğunu görmekteyiz.

[007.020]  Derken şeytan, kendilerine örtülmüş olan ayıp yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve: «Rabbiniz size bu ağacı yalnızca birer melek olmamanız yahut ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti.» dedi.
[007.021]  Ve: «Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim.» diye ikisine de yemin etti.
[007.022]  Bu şekilde onları kandırıp sarktırdı. Bunun üzerine o ağacın meyvesini tattıklarında, ikisine de ayıp yerleri açılıverdi ve üzerlerini üst üste cennet yapraklarıyla yamamaya başladılar. Rableri onlara: «Ben size bu ağacı yasaklamadım mı, haberiniz olsun bu şeytan size açık bir düşmandır, demedim mi?» diye seslendi.

Burada şu hususun hatırlanmasında fayda vardır ; Şeytan Adem ile Eşinin karşısına 3. bir şahıs olarak çıkmamıştır. Onlara vesvese vererek yani fısıldayarak bu yalanı söylemiştir. Bu şekil yoldan çıkarma bütün İnsanlar için geçerli olup , nefsimize hoş gelen bir günahı işlemeden önce bunun güzel gösterilmiş olması Şeytan iğvası dediğimiz yanaşma yolları ile olmaktadır. Bir çok Ayette "Şeytan onlara işlediklerini güzel göstermiştir" buyurularak , başka Ayetlerde de " bu günahı işlemeye vesile olduktan sonra " Ben sizden uzağım Ben Allah tan korkarım" şeklinde ifadelerle Şeytanın İnsanı nasıl enayi ve aptal yerine koyarak bu duruma düşmeyin mesajı verilmektedir.

Adem ile Eşinin yasağı çiğnedikten sonra ki halini anlatan 22. Ayette , onların çırılçıplak kaldığı ve bu çıplaklığı örtmek için , yapraklarla örtünmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Tefsirlerde bu yaprakların hangi ağacın yaprağı olduğu tartışmaları kıssanın bu gün doğru anlaşılamamasının temelini atan düşünceler olarak birer ibret vesikası halinde tefsirlerde bulunmaktadır. Olayı sadece yaşanmışlığı içinde düşünerek yapılan bu yorumları bir tarafa bırakarak , verilmek istenen mesajın bize dönük mesajını okumaya çalışalım.

Araf s. 26.27. Ayetleri yukarıdaki Ayetleri anlamakta müfesser bir Ayettir.

[007.026]  Ey ademoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler gönderdik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar.
[007.027] Ey ademoğulları, şeytan ana- babanızı elbiselerinden soyundurup ayıp yerlerini meydana çıkararak cennetten çıkardığı gibi sizleri de ayartıp tuzağa düşürmesin. Sizin şeytanı ve adamlarını göremeyeceğiniz yerlerden onlar sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost yaptık.

İki Ayet içinde geçen "Libas" kelimesi , "İnsanı çirkinlikten koruyacak örtü" anlamında bir kelimedir. Öncelikle bu olaydan , İnsanın fıtri yapısının örtünmek gibi bir koruyucuya ihtiyaç duyduğunu okuyabiliriz. Adem ile Eşinin emri çiğnediği anda çıplak kalmış olmaları , Allah (c.c) nin onlara emrettiği koruyucuyu (Şu Ağaca yaklaşmayın emrini) Şeytanın onlara verdiği vesvese ile çiğneyerek koruyucusuz kalmaları ve fıtri olarak ihtiyaç duydukları koruyucuyu başka kaynakta arama çabalarını göstermektedir.

Allah (c.c) bizlere , hepimizin üzerinde olan "Libas" kelimesini onun bizlere indirmiş olduğu "Vahiy" ile benzeştirerek , Kur'ana tabi olmanın yani Kur'an elbisesini giymenin kişiyi tehlikeden koruduğunu , Bu elbiseden soyunan insanın her türlü tehlikeye maruz kaldığını 26.27. Ayetlerde anlatmaktadır. Kendini Vahiyden sıyırarak çıplak kalan insan , artık her tür tehlikeye açık olmakta , korunmak için Vahiy harici  koruyuculara kıssa da"Cennet Yaprağı" olarak teşbih edilen başka koruyucular arama peşine düşecektir. 

İnsan fıtri yapısı gereği kendini hem maddi , hem manevi olarak koruyacak koruyuculara ihtiyaç duymaktadır. Allah (c.c) kullarına korunmaları için hem maddi , hem de manevi koruyucular indirerek onların korunmasını sağlamıştır. "Takva Elbisesisi" olarak yapılan teşbihte insana gerekli olan manevi korunmanın yine kendisi tarafından indirilmiş olduğu ve bunun en hayırlı yani diğer koruyucuların yanında daha değerli olduğu vurgusu yapılmaktadır.

[007.031]  Ey Ademoğulları! Her mescidde zinetlerinize yapışın; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.

Araf s. 31. Ayetinin  meali br çok mealde , " Camiye giderken güzel elbiseler giyin" gibi komik bir anlama büründürülerek yapılmıştır. Bu şekil mealler Kur'an mantığını ve bütünlüğünü hiçe sayarak yapılan mealler olup bağlamdan kopuk anlam vermenin bir örneğidir.

"Mescid" kelimesi , "Secde edilecek mekan" anlamında bir kelime olması nedeni ile , secde etmeyi sadece ritüel anlamda görenler , olayı sadece camide güzel elbise giymek anlamında anlama kabiliyetini!! göstermişlerdir. Secde kelimesi anlam itibarı ile hayatının her anında Allah (c.c) emri doğrultusunda hareket etmek demek olup , bu anlamda her yer bir nevi mescid sayılır. 

"Zinet" kelimesi ; İnsanı Dünya ve Ahirette çirkinleştirmeyen , rezil etmeyen" şeye verilen bir isim olarak , yapışılması emredilen Zinetin burada mecaz bir kullanım olduğu , bu kelime ile kast edilen şeyin "Vahiy" olduğu anlaşılmaktadır. Allah (c.c) hayatın her anında bizlere vahye yapışmamızı emretmektedir.

"Zinet" kelimesi ; "Değerli Eşya" anlamını da içinde barındırdığı için , İnsanın Dünya hayatı içinde sahip olduğu bu tür eşyaya verdiği ve onu koruma hususunda nasıl titizlik gösterdiği üzerinden , Kur'anında böyle bir titizlik içinde korunması ve değer verilmesi emredilmiş ve hayatın her safhasında pratize edilmesi istenmiştir. 

Bu koruma maalesef , içeriğinin hayata pratizesi olarak değil , Mushafın en güzel süslenmiş kaplara konularak hiç dokunulmayacak bir yerde saklanması olarak algılandığı için , evlerin en mutena yerinde kimsenin erişemeyeği bir yerde asılı durması olarak anlaşılmış ve hala bir çok evde bu halde muamele görmektedir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.