Kelimesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kelimesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Eylül 2014 Pazartesi

Muhsanat Kelimesi Üzerinde Tarihi Arkaplan Çalışması

Kur’an; Arap dilini konuşan ve her kavim gibi örf, âdet ve gelenekleri olan bir topluluğa nazil
olmuştur. O’nu anlamak için; "nuzül öncesi tarihi arka plan" diyebileceğimiz, Kitap’a ilk muhatap
olan topluluğun kullandığı kelimeleri ve bu kelimelerin ürettiği kültürü bilmek gerekmektedir. Şayet
bu tarihi arka plan bilgisini hiç düşünmeden, sadece bugün inmiş gibi okuyacak olursak, bazı
kelimelerin kullanılışının tarihi arka plan ile alakalı olmasından dolayı anlama hatalarına düşmek
mümkündür.

Tarihi arka plan bilinmeden, sanki şimdi inmiş gibi okunan bir Kur’an; bizlerin kafasında bir çok
soru işaretinin oluşmasına neden olacak ve bu soruların cevaplarının bulunmamasına sebep
olacaktır. Kur’an’ın nuzül öncesi Arap toplumunun bazı bilindiklerini kullanması, o dönemin göz
ardı edilmeden okunmasını gerektirmektedir ki bu önemli bir noktadır. Salat, hac, kurban gibi
ritüellerin anlaşılmasında, bu tarihi arka planın göz ardı edilerek okunması sonucunda bazı Kur’an
okurlarının trajikomik diyebileceğimiz çıkarımlarda bulunduğunu görmemiz, tarihi arka plan
bilgisinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

"Muhsanat" kelimesi, yukarda belirtmeye çalıştığımız düşünceler içinde anlaşılmaya çalışılmadığı
takdirde, kişilerin zihninde; Kur'an’da sanki çelişkili ifadeler varmış gibi bir düşünce oluşturabilir.
Bu kelimenin; bir ayette "evli kadın", başka bir ayette "bekar kadın" anlamına gelmesi, bu arka
planı bilmeden yapılan okumalarda kafaların karışmasına sebep olmaktadır.

“Muhsanat” kelimesi; kale anlamına gelen "elhısnü" kelimesinden türemiştir. Mecaz olarak; her
türlü korunmayla ya da hazırlıklı olmayla ilgili kullanılmaktadır. Buradan hareketle; beden için
sağlam bir kale mesabesinde olduğundan dolayı zırh'a (dır'ün hasinetün), binicisi için bir koruma
olması nedeniyle erkek at’a (feresün hisanun) denmiştir. "Hasenün" kelimesi; ya iffeti, namusu
aracılığı ile ya evliliği ile ya da benimsediği şeriatı ve hürriyeti gibi bir maniden dolayı koruma
altında olan kadın anlamına gelir (el müfredat).

Bu kelimeye geçmeden önce HaSaNe(ortadaki harf sad iledir) kelimesinin Kur’an’da geçtiği
diğer ayetlerin meallerini verelim;

[021.091] Mahrem yerini koruyan (ahsenet) Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve
oğlunu, alemler için bir ayet kılmıştık.

[066.012] Mahrem yerini korumuş (ahsenet) olan İmran kızı Meryem de bir misaldir. Ona
ruhumuzdan üflemiştik; Rabbinin sözlerini ve kitablarını tasdik etmişti; o, Bize gönülden
itaat edenlerdendi.

[021.080] Ve sizin için ona, zorlusavaşınızda sizi korusun diye (lituhsineküm), '(madeni)
giyimsanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz?

[012.048] Sonra onun arkasından yedi kurak yıl gelecek, koruyacağınız (tuhsinune) az bir
miktar hariç, önce biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek.

[059.002] Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey
inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin (husunuhüm) kendilerini
Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi,
kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl
sahipleri! Ders alın.

[059.014] Onlar müstahkem şehirlerde (muhassenetün) veya siperler arkasında
bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.
Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını
kullanmayan bir topluluktur.

Konumuz ile ilgili olan ayetler de şunlardır;

[004.024] Evli kadınlarla (elmuhsanat) evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğunuz
cariyeler müstesna, bunlar, Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin; kararlaştırılandan başka, karşılıklı hoşnud olduğunuz hususda size bir sorumluluk yoktur. Allah Bilen'dir, Hakim'dir.

[004.025] Sizden, hür mümin (elmuhsanat) kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder.

[005.005] Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin
(yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir.
Mümin kadınlardan iffetli olanlar (velmuhsanat) ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, (velmuhsanat) mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.

[024.004] İffetli kadınlara (elmuhsanati) zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.

[024.004023] İffetli, (elmuhsanati) habersiz, mümin kadınlara zina isnat edenler dünya
ve ahirette lanetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına şahidlik
ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır.

[024.033] Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya
kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden)
mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik)
görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara
verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak
(tehassûnen) isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa,
bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

NİSA 24 ayetine baktığımızda; 22 ve 23. ayetten gelen bir bağlamı olup, evlenilmesi haram olanlar
beyan edilmektedir. Evlenilmesi haram olanlara "elmuhsanat" da ilave edilerek "meleket eymanukum" ibaresi ile bir istisna getirilmiştir; yani “meleket eymanukum” statüsüne tâbi olan
savaş esirleri olan kadınlar, evli olsalar dahi otomatikman nikahları düşüyor ve boşanmış hale
gelerek onlarla evlenme helal ediliyor. Bu ayet içinde geçen "muhsanat" kelimesi; evlenerek
kocası tarafından koruma altına girmiş olan kadınlar için kullanılarak, boşanma işlemi
gerçekleşmeden onların başka biri ile evlenmelerinin haram olduğu beyan edilmektedir.

"Meleket eymanukum" kelimesi ile ifade edilen terimin, savaş esiri olarak kullanılmasının Kur'an’î
dayanağını; AHZAB 50 ayeti için Nebi’ye helal kılınan eşler beyan edilirken "ve mâ meleket
yeminuke mimme efe e Allahu (Allah’ın sana ganimet olarak verdiği elinin altındakiler)"
ibaresinden öğrenmekteyiz.

NİSA 25 ayetindeki "muhsanat" kelimesinin; bekar ve hür mü'min kadınlar için kullanılmakta
olduğunu görmekteyiz. “Eğer ‘muhsanat’ statüsüne tâbi olanlar ile evlenmeye gücünüz
yetmiyorsa, ‘meleket eymanukum’ statüsüne tâbi olanlar ile evlenin” buyurulmaktadır. Bu
cümleyi anlamak için; nuzül dönemi yaşantısı önemli bir unusur olup, o zamanki durumu
bilmediğimiz takdirde NİSA 24 ve 25. ayetlerde kullanılan kelimeleri anlamak zorlaşacaktır.

NİSA 24 ve 25. ayetlerde geçen kelimeleri, sadece "bekar kadın" olarak anlamlandırdığımız
takdirde; “bekar kadınlarla evlenmek neden haram?” sorusu akla gelecektir. Sadece "evli kadın"
olarak anlamlandırdığımız takdirde; bu sefer de “evli kadınlarla evlenmek neden helal?” sorusu
akla gelecektir ve içinden çıkılmaz bir hale gelecektir. Kelimeyi, “korunaklı olmak” anlamı
üzerinden okuduğumuz takdirde; o kadınların evli veya bekar olma durumları ayet içindeki
bütünlükten anlaşılacaktır.

Nuzül dönemi yaşantısı içinde; kadınların hür yani "muhsanat", esir olmuş yani "meleket
eymanukum" statüsüne tabi iki ayrı kadın gurubunun olduğu yine Kur’an içindeki ayetlerden
öğrenilmektedir. Savaş esirliği sebebi ile kölelik dediğimiz olgu Kur’an’ın nazil olması ile gündeme
gelmiş bir durum değil; Allah(cc)’ın savaş ile ilgili olarak koymuş olduğu evrensel yasalardandır.
Bazılarının kölelik müessesi yüzünden İslam’a karşı bir takım hakaretlerde bulunmalarına karşın
"islam köleliği kaldırmıştır" şeklinde bir müdafâ çok gereksiz ve yanlış bir durumdur. Yanlış olan
durum; savaş esiri olarak müslümanların eline geçmiş olan kadınların nikahsız olarak alınması
durumudur. Ayetler nikahsız bir ilişkiye zaten cevaz vermemektedir.

Allah(cc)’ın savaş ile ilgili koyduğu evrensel yasalardan birisi; yenilen tarafta savaşanların, yenen
tarafın eline sağ olarak düşmesi sonucunda esir hükmüne tâbi olmalarıdır. Kur’an’ın nâzil olduğu
Arap toplumunda da bu yasa geçerli olup, düşman tarafın kadın ve erkekleri savaşta ganimet
olarak galiplere paylaştırılmaktaydı. Kur’an nâzil olunca, bu statüdekilerin durumlarını iyileştirme
adına bir takım düzenlemeler getirmiş olup, içki ve kumar örneğinde olduğu gibi tamamen
kaldırılmamıştır. Konumuz kölelik ve cariyelik olmadığı için konumuza açıklık getirecek kadarı ile
yetiniyoruz.

NUR 4 ve 23. ayetlerinde geçen "muhsanat" kelimesi; nuzül sebebi olarak Aişe validemiz ile ilgili
olsa bile, bu ayetlerde evli ve bekar ayrımı yapılmamakta ve suçsuz kadınlara yapılan zinâ
iftirasının cezası ile ilgilidir.

Burada hatırlanması gereken bir durum da şudur; Kur’an’da geçen kelimeler cümle içinde
kullanımına uygun olarak anlam kazanırlar. Bu durum "çok anlamlılık" olarak izah edilen Arap
dilinin bir özelliğidir. “Muhsanat” kelimesini sadece "evli kadın" veya "bekar kadın" anlamı
etrafında düşünürsek, ayetler arasındaki olan uyumu ters anlayıp uyumsuzluk olarak görmek
mümkündür. Bu kelimenin esas anlamı “korunmak” olmasından yola çıkılarak, ona göre bir
okuma yapmak gerekmektedir.

Bugün bir kısım Kur’an okuyucusunda gözlemlediğimiz sorun bu olup, "Kur’an’dan bir yerde
geçen kelime, bütün ayetlerde aynı anlamda kullanılması gerekir" şeklinde bir iddia içinde
oldukları görülmektedir. Böyle bir dil kuralı; bırakın Arapça’yı, kullandığımız Türk dilinde bile yoktur.

Misalen; "yüzdüm" kelimesini tek başına kullandığımız zaman; birisi kalkıp "denizde mi yüzdün?"
yoksa "deriyi mi yüzdün?" diye soracaktır. Bunun gibi bir çok örnek mevcuttur. Bu düşünce ile
Kur’an’ı okumaya çalışanların içine düştükleri çelişki ve çıkmazlara şahit olduğumuz için böyle bir
hatırlatmayı uygun gördük.

Sonuç olarak; “muhsanat” kelimesini baz alarak, Kur’an’daki kullanılan bazı kelimelerin anlamını
tarihi arkaplan bilgisi gerektirdiği düşüncesini dile getirmeye çalıştık. Bunu söylerken Kur’an’ın
hadise muhtaç olduğu vurgusunu yapmak istemediğimizi de beyan edelim ki; bazı
yazılarımızdaki anlatmak istediğimizi anlamakta zorlananlar böyle bir iddia içinde olduğumuzu
zannetmektedirler. Kur’an’ın, yaşanan bir kültür ve dil mensuplarına hitap ederek nazil olması;
bizlerin önce o kültürün ve dilin yapısını bilmemizi gerektirir. Arap’a dilini öğretmek adına yapılan
çalışmalar; aynı Kitap tarafından geri çevrilerek, yapılan yanlışlar yapanın aynen yüzünde
patlamaya mahkumdur. Kur’an kendi içinde öyle uyumlu bir kitaptır ki; bir kelime üzerinde yapılan
oynama, aynı kelime ve türevlerinin geçtiği ayetlerde kelime üzerinde oynayanın yüzünde patlar.
Bu tür kelime oynamaları ile tahrif edilen ayetlere örnekler, blogumuzda bazı yazılarda mevcuttur.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Fesad Kelimesi Etrafında Kur'an da Bir Yolculuk

Fesad, kur'anın anahtar terimlerinden birisi olup insan hayatını çok yakından  ilgilendiren bir kelimedir. Bu kelimeyi baz alıp kronolojik bir süreç izleyerek insanlık tarihini bu kelimenin geçtiği ayetler çerçevesinde bir okuma çalışması yapmak istiyoruz.

Elfesadü: "bir nesnenin itidalin dışına çıkması" anlamında olup,  bu çıkış az veya çok olabilir. Bu kelimenin zıddı "salahün" dür. Nefisle bedenle ilgili ve doğruluğun dışına çıkmış şeylerle ilgili kullanılır.Fiil olarak "itidalin dışına çıktı"anlamında "fesede" şeklinde kullanılır. (elmüfredat)

Bu kelimenin insanlık tarihinin seyri içindeki anlamı için ilk insanın yaratılması ile ilgili olarak anlatılan bakara s. 30. ayetinden başlamak gerekmektedir. 

 [002.030]  Hani, Rabbin meleklere: «Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.» dediği vakit, «Biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak bir yaratık mı yaratacaksın?» dediler. «Her halde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!» buyurdu.

Bakara s. 30. ayetinde arzda halife (bir biri ardınca gelen) olarak yaratılacak olan insan için "orada fesad çıkaracak olan" şeklinde melekler tarafından bir söz kullanılması,bu sözlere karşılık Allah cc nin " ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim" şeklinde ki cevabının karşılığını fesadçıların sonları ile ilgili ayetlerde göreceğiz. 

İnsanlık tarihinin ilk fesad örneğini Adem in iki oğlunun kıssasının anlatıldığı maide s. 27-31. ayetlerde görmekteyiz kıssa dan sonra gelen ayette maide 32. de ise şöyle buyurulmaktadır. 

 [005.032]  Bundan dolayı İsrailoğullarının üzerine yazdık ki, her kim bir şahsı, bir şahıs mukabilinde veya yerdeki bir fesattan dolayı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur ve her kim de bir şahsın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanları ihya etmiş gibi olur. And olsun ki, Bizim peygamberlerimiz onlara beyyineler ile gelmişlerdir. Sonra onlardan birçokları bunu müteakib yeryüzünde muhakkak müsrif kimseler olmuşlardır.

Maide s. 32. ayeti öldürülmeyi hak edecek bir şuç işlemeksizin öldürülen bir kişinin katlinin Allah cc indinde ki durumunu ifade etmekte olup, ayrıca ayetteki "bütün insanları öldürmüş gibi" şeklindeki bir ifade ile bir insanın ne kadar değerli olduğunu göstermesi açısından önemli bir noktadır. Ayette "israiloğullarına yazdık" şeklinde bir ifade kullanılması surenin medine de inmesi ve medine de ağırlıklı muhatap kavmin israiloğulları olması ve kur'an genelinde onların fesad konusunda başı çekmeleri hatırlanacak olursa israiloğullarından isim verilerek bahsedilmesi anlaşılabilir. İsrailoğullarına kur'an vasıtası ile emirlerin içinde fesada koşmamaları , haksız yere cana kıymamaları gibi emirlerin olduğu hatırlanacak olursa yaptıkları bu zulmun Allah cc indinde ne kadar büyük bir cürüm olduğu anlatılmaktadır. 

İsrailoğullarının üzerine yazılması diğer insanların üzerine yazılmadığı anlamına gelmemelidir, haksız yere cana kıyan insanın kavmi ne olursa olsun suçun büyüklüğü maide s. 32. ayetinde yazıldığı gibidir. Allah cc bunu bir suç olarak görmüş ahiret cezasından önce dünya cezasının nasıl olması gerektiğini maide s. 33. ayetinde bildirilmiştir.

[005.033] Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır.

Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin kavimlerine olan tebliğlerine bakacak olursak fesad çıkarmamaları emrinin tekrarlandığını görmekteyiz. 

 [007.073-74]  Semud kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Salih onlara dedi ki, 'Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhımız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Şu Allah'ın dişi devesi size bir delildir. Bırakın onu, Allah'ın çayırında otlasın, sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa acı bir azaba çarptırılırsınız.Düşünün ki (Allah) Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
 [007.085-86]  Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı. Dedi ki: Ey kavmim; Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiç bir ilahınız yoktur. Rabbınızdan size apaçık bir burhan gelmiştir. O halde ölçüyü ve tartıyı doğru tutun. İnsanların eşyasını eksik vermeyin. Ve o, ıslah olduktan sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın. Bunlar, sizin için hayırlıdır, eğer mü'minlerden iseniz. Ve siz, Allah'a iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoyarak ve onun eğriliğini isteyerek, her yolun başını tutup oturmayın. Hem hatırlayın ki; siz, vaktiyle pek az idiniz de sizi O, çoğalttı. Ve bakın fesad çıkaranların sonu ne olmuştur.
 [007.101] İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler.
[007.103]  Sonra onların ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve erkanına gönderdik. Onlar buna karşı haksızlık ettiler. Bir bak ki; fesadçıların sonu nice oldu?
 [010.090-91] İsrailoğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla ardlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda: «İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben O'na teslim olanlardanım» dedi.Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve fesat çıkaranlardandın.
[027.046-48] Dedi ki: «Ey kavmim, neden iyilikten önce, kötülük konusunda acele davranıyorsunuz? Allah'tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki esirgenirsiniz»«Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık» dediler. Salih: «Uğursuzluğunuz Allah katındandır; belki imtihana çekilen bir milletsiniz» dedi.Şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar o yerde bozgunculuk yapıyor, iyilik yapmaya yanaşmıyorlardı.
[028.076-77] Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.Ve Allah'ın sana verdiğinde, ahiret yurdunu araştır ve dünyada olan nâsibini de unutma ve Allah sana ihsan ettiği gibi ihsanda bulun ve yeryüzünde fesat arama. Şüphe yok ki, Allah müfsitleri sevmez.
[029.028] [SY] Lût’u da halkına resul olarak gönderdik. Onlara dedi ki: «Nedir bu haliniz? Siz dünyada sizden önce hiç kimsenin yapmadığı pek iğrenç bir şey yapıyorsunuz. Siz, gerçekten erkeklere gidecek, yolu kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapıp duracak mısınız?» dediği zaman, kavminin cevabı ancak şöyle demeleri oldu: «Haydi, getir bize Allah' ın azabını, eğer doğru söyleyenlerden isen!»
[029.036] Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi.

Yeryüzünde fesad çıkarmaya meyyal olan insanın, bu fesadının cezasını dünya ve ahirette çekeceklerine dair elçiler tarafından verilen haberleri red ederek fesada devam etmelerinin akıbetleri helak ile neticelenmiştir. İnsanın fesada yönelik eylemleri hiç bir zaman yanında kar kalmamış ya helak edilmek yada başkaları tarafından önlenmek sureti ile bu fesadlarının cezalarını her zaman çekmişlerdir. 

Kur'anda en fazla yer tutan kıssa olan Musa as ve israiloğulları ile ilgili anlatımlar da fesad kelimesinin  fazlaca kullanıldığı görülmektedir. İsrailoğulları prototip bir kavim olarak arz üzerinde fesad çıkaran ve bu fesadlarının cezasının yaşanmış olarak gören bir kavim olup o kavmin yaptığı fesada karşılık gördükleri muamele sadece onlara has bir durum olmayıp bütün insanlar için geçerli olan bir durumdur. Kuranın nazil olduğu dönem itibarı ile düşünecek olursak muhatap kavim olan israiloğullarına ,bir çok ayette fesada koşmamaları emredilmekte , şayet fesada devam etmeleri halinde önceden başlarına gelenlerin yine tekrarlanacağı tehdidi ayetlerde yapılmış olup ve bu tehdid, müslümanların onları yerlerinden sürmeleri ve savaşta katletmeleri şeklinde gerçekleşmiştir.

 [002.251] Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Carut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.

 Bakara s 251. ayetinde diğer fesadçılar tarafından yurtlarından çıkarılan israiloğullarının Allah cc nin yardımı ile savaşarak fesadçıları alt ettikleri bildirilmekte olup fesadın ortadan kaldırılmasının da şekli anlatılmaktadır. Ancak israiloğulları Muhammed as elçi olarak geldiği zaman müslümanlara karşı fesad hareketine devam etmişlerdir. İsraioğullarına zulmedenler Allah cc nin sünneti gereği etkisiz hale getiriliyor , ama sonra zulme uğrayan israiloğulları bu zulmü ve fesadı kendileri işlemeye başlayınca sünnetullah yine işliyor ve bu sefer israiloğulları başkaları tarafından etkisiz hale getiriliyor.

[017.004-8]  Ve İsrailoğullarına kitapta hükmettik ki, muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak ki, bük bir yükselişle yükseleceksiniz. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi. «Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz; mallar ve oğullarla size yardım edecek ve sizin sayınızı artıracağız.»İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.

İsra s. 4-8. ayetlerinde Allah cc nin bir sünneti olarak fesada koşanların başkaları tarafından her zaman bertaraf edileceği haberi verilerek bu sünnetin israiloğulları üzerinde geçmişte olan uygulaması hatırlatılmakta ve eğer aynı fesada koştukları takdirde önceki akıbetlerine uğrayacakları haber verilmektedir. İsra s. nin mekkede hicrete yakın bir zamanda nazil olduğu ve bu ayetlerde israiloğullarının karşılacakları müslümanlara karşı takınacakları fesadçı tutumlarının cezasız kalmayacağı önceden haber verilmektedir. İsra s. 4-8. ayetler arası ulusların dünya üzerinde halleri açısından çnemli bir bilgi içermekte olup " zulm ile abad olanın ahiri berbat olur" atasözü ile bir paralellik arzetmektedir.

[002.060]  Ve bir vakit Musa, kavmi için su dilemişti, biz de asan ile taşa vur demiştik, onun üzerine ondan on iki pınar fışkırdı, her kısım insanlar kendi su alacağı menbaı bildi, Allahın rızkından yeyin, için de müfsitlik ederek yer yüzünü fesada vermeyin.
[007.142]  Musa'ya otuz gece vade verdik. Sonra bunu on ile tamamladık. Böylece Rabbının ta'yin ettiği vakit, kırk gece olarak tamamlandı. Musa kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmim içinde, benim yerime geç. Islah et ve fesadçıların yoluna uyma.
[002.011-12] Kendilerine: «Yeryüzünde fesat çıkarmayın» denildiğinde: «Biz yalnızca ıslah edicileriz» derler. Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.
 
[002.027] Allah'ın ahdini pekiştirdikten sonra bozanlar, birleştirilmesini emrettiği şeyi koparanlar, yeryüzünde fesad çıkaranlar, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
 [005.064]  Yahudiler dediler ki: Allah'ın eli bağlıdır. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın, la'net olsun. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle infak eder. Rabbından sana indirilen; andolsun ki, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfürünü artıracaktır. Onların aralarına kıyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret saldık. Savaş için ateşi ne zaman körükleseler; Allah, onu söndürür. Ve yeryüzünde fesada koşarlar. Allah, ise fesadçıları sevmez.

Allah cc nin fesad çıkarmayın emrini elçileri ile alan israiloğulları bu emre tabi olmak yerine isyan etmişler ve bu isyanları Muhammed as ın gelmesi ile onun medineye hicretinden sonra had safhaya ulaşmıştır. Allah cc koyduğu sünnet gereğince (22.40/2.251) israiloğullarının bu fesadını müslümanlar eli ile bertaraf etmiştir. 

 [059.002-5]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azap verecekti. Ahirette onlara ateş azabı vardır.Bu, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir.İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır.

 Haşr s. 2-5. ayetlerinde fesad ehli olanların koyulan sünnet gereği nasıl alt edildiklerinin örneği yaşanmış şekli ile bizlere bildirilmekte olup bu sünnet kıyamete kadar geçerli olmuş olmasına rağmen fesadı savmakla yükümlü olan bizlerin o fesada karşı gerekli olan kuvveti hazırlayarak Allah cc nin yardımını talep etmememiz nedeniyle böyle hakir ve zelil biçimde fesadçıların elinde zulme uğramaya devam etmekteyiz, bu devamlılık bizler gerekli olan gücü ve kuvveti hazırladığımız zaman sona erecek ve fesad yeryüzünden kalkacaktır. Allah cc nin bizlere yüklemiş olduğu misyon bu olup gel gelelim bizler bu misyonun farkında bile olmadan fesadçıların yanında yardakçılık yapmaktayız.

[013.025]  Fakat Allah'a verdikleri sözü belgeledikten sonra bozanlar ve Allah'ın, birleştirilmesini emrettiği ilişkileri koparanlar ve yeryüzünü fesada verenler; işte bunlar, lanet olsun onlara ve yurdun kötüsü de onlara olsun!
 [016.088] Onlar ki kendileri kâfir oldukları gibi başkalarını da Allah yolundan çevirirler... İşte başka insanları da ifsad ettikleri için, onların cezalarını kat kat artırırız.
 [008.073]  Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar.
[011.116]  Sizden önceki nesillerde, dünyada fesat ve düzensizliği menedecek, böylece onları helâk olmaktan koruyacak idrâk ve fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi? Onların içinden görevlerini yaptıklarından ötürü kurtardığımız az kimse var. Zalimler ise içinde bulundukları refahın ardına düştüler. Doğrusu onlar suçlu kimselerdi.
[028.077]  Ve Allahın sana bu vergisi içinde sen Âhıret evini ara ve Dünyadan nasîbini unutma da Allahın sana ihsan ettiği gibi ihsan et ve Yer yüzünde fesad arama, çünkü Allah müfsidleri sevmez
[030.041]  İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat meydana geldi (ki Allah) yaptıklarının bazısını kendilerine tattırsın ki vazgeçsinler
[038.028] Biz hiç, iman edip makbul ve güzel iş yapanlara, ülkede fesat çıkararak nizamı bozanlarla aynı muameleleri yapar mıyız? Yahut Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınanları, yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız?

Fesad ve kan dökücülük tarafı olan insanın bu şekil bir hayat sürmesinin yanlış olduğu Allah cc ni göndermiş olduğu elçileri ile defalarca hatırlatılmış olmasına rağmen bir çok insan bu fesada devam etmiş ve onun koyduğu bir sünnet dahilinde bu fesadları ortadan kaldırılmıştır. Fesad kıyamete kadar devam edecek bir olgu olmasının yanısıra fesadla mücadelede kıyamete kadar sürecek bir olgudur. Fitne yeryüzünden kalkıncaya din Allah ın oluncaya kadar mücadeleye devam edilmesini emreden rabbimizin bu emri bizler tarafından nasıl uygulanmaktadır?.

Bugün fesadçıların zulmü altında ezilen insanların bir çoğu müslüman kimliği taşımakta olanlar olduğu bir gerçektir. Müslüman kimliği taşımakta olanların vazifeleri fesada engel olmaları gerekirken fesadçıların zulmü altında inlemeleri bir yerlerde yanlış yapıldığını göstermektedir, yapılan yanlış nedir ?

[002.193]  Bir fitne kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer vazgeçerlerse, artık düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.

Rabbimiz kendisine iman ettiğini iddia edenlere bakara 193. ayetinde beyan edildiği üzere bir görev vermiş ve bu görevin yerine getirilmesi için belirli şartlar koymuş , bu şartlar Muhammed as ve ona tabi olanlar örneğinde , mesela bedir örneğinde yerine getirilmiş ve galibiyet ile sonuçlanmıştır, uhud örneğinde olduğu üzere yerine getirilmemiş ve yenilgi kaçınılmaz olmuştur. 

Aynı şartlar bugün de geçerli olup yerine getirlidiği takdirde fesadın kökü kazınacak ve Allah cc nin verdiği söz yerine gelecektir , şayet bu gün bizler sadece ellerimizi açıp yalvarmak sureti ile bu fesadın kökünün kazınacağına inanıyorsak büyük bir yanılgı içinde olduğumuzu söylemeye gerek bile yoktur çünkü durum ortadadır. Allah cc kendi üzerine vazife olarak aldığı kullarına yardım sözünün, o kullarının  yattığı yerden dua ederek gerçekleşmeyeceğini aksine küfre karşı koymak için gerekli olan her ne varsa onu yerine getirerek gerçekleşeceği bilinmelidir. 

Fesada koşmak sureti ile insanların bir kısmının diğer bir kısmı üzerinde zulüm ve baskı oluşturması Adem'in iki oğlunun başından geçen olaydan sonra başlamış ve kıyamete kadar devam edecek bir gerçektir. Allah cc koymuş olduğu bir düzen içinde bu fesadçıların zulümlerine başka kulları eli ile son vermekte olup bu kulların fesada karşı koymak için gerekli teçhizatı meydana getirdiği zaman bu fesad o zaman son bulacaktır " Zülkarneyn kıssası bize ne anlatıyor?" başlıklı yazıda bu konuyu Zülkarneyn kıssası bağlamında ele almaya çalışmıştık.

Bugün müstekbirlerin dünya üzerindeki yapmış olduğu fesad eğer birileri tarafından bertaraf edilemiyorsa bu bizlerin sorumluluğu olup bu zulme ve fesada neden karşı koymaya çalışmadığımızın hesabı ahiret günü sorulacaktır. Müslümanlar olarak her türlü teknik donanıma sahip olarak bu fesada akrşı koymamız gereken bizler sadece ellerimizi havaya açarak beddua seansları ile bu fesadın Allah cc nin gökten indireceği melekler ile son bulacağını sanıyorsak yanılıyoruz ve daha çok bekleriz Allah cc nin onları biz yatar halde iken helak etmesini . Allah cc böyle bir sünnet koymadığı için ya sünnetin değişmesini bekleyeceğiz (bu mümkün değil tabiki) yada halimizden memnun celladına aşık mahkumları oynamaya devam edeceğiz.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Tesbih Kelimesi ve Kur'anda Geçişleri

Tesbih kelimesi sözlükte sebeha kökünden türemiş olup , "su veya havada süratle geçip gitmek , suda yüzmek" anlamında kullanılan bir kelimedir. Tesbih kelimesi ise "Allah cc ye olan kulluğa süratle gitme koşmak" anlamındadır. Kur'an öncesi günlük dilde bu anlamda kullanılan  kelime , kur'anın inmeye başlaması sonrasında anlam genişlemesine uğramış ve Allah cc nin yaratmış olduğu varlıklar için çizmiş olduğu sınırların dışına çıkamaması veya çıkmaması gerektiği" gibi bir anlam şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Allah cc nin yarattığı şeylerin onu tesbih etmesi veya tesbih etmesinin gerekmesi o varlıkların Allah cc tarafından çizilmiş olan sınırların içinden dışarıya çıkamaması veya çıkmaması gerektiğidir.Allah cc yarattıkları için bir sistem kurmuş olup bütün yaratılanlar bu sistemin içinde hareket etme mecburiyetindedir. Allah cc nin "subhan" olması onun ve kurmuş olduğu sistemin kusursuz olması her türlü eksiklikten münezzeh olması demektir. Bu kelimenin anlamı , kur'anda geçtiği ayetleri okuyacak olursak daha kolay anlaşılacaktır.

[021.033] O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler (yesbehune).
[036.040]  Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler (yesbehune).
Enbiya ve yasin surelerindeki ayetlerde güneş ve ayın onları yaratan tarafından konulmuş olan hareket dairesi içinde işlevlerini yerine getirdikleri ve bu dairenin dışına çıkmayacakları anlatılmaktadır.

[073.007]  Çünkü sana gündüzün uzun bir yüzüş (sebhan)vardır.
[079.001-5]  Söküp çıkaranlara, yavaşça çekenlere, yüzdükçe yüzenlere (sabihatu sebhan), yarıştıkça yarışanlara, iş düzenleyenlere andolsun;
Müzzemmil ve naziat surelerinde kelimenin sözlük anlamına uygun olarak bir uğraş dairesi içinde Muhammed as ve meleklerin kendilerine verilen görevi yerine getirmeleri hatırlatılmaktadır.

[057.001] Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir(sebbeha). O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
[059.001]  Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir(sebbeha). O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
[061.001]  Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir(sebbeha). O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
[062.001] Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün sahibi, mukaddes, aziz, hakim olan Allah'ı tesbih eder(yusebbihu).
[064.001]  Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih eder(yusebbihu). Mülk de O'nundur, hamd (övgü) de O'nundur. O, her şeye güç yetirendir.
57-59-61-62-64. surelerin ilk ayetleri gökte ve yerde olanların yani Allah cc nin dışındaki bütün varlıkların onlar için konulmuş olan bir ölçü dahilinde hareket ettikleri yine hatırlatılmaktadır.

[021.019-20]  Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur, O'nun yanında olanlar, O'na ibadet etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve onlar yorgunluk da duymazlar.Gece ve gündüz, bıkmadan tesbih ederler.(yusebbihune)
[017.044]  Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder(tusebbihu); O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini(tesbihahum) anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan'dır.
[024.041] Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini (yusebbihu)görmez misin? Her biri kendi duasını ve tesbihini (tesbihahu) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir.
[059.024]  O öyle Allahki halık, barî, müsavvir o, en güzel isimler  onun, bütün Göklerdeki ve yerdeki ona tesbih (yusebbihu)eder, o öyle azîz öyle hakîmdir.
Bu ayetlere baktığımızda yine Allah cc nin yaratmış olduğu varlıkların onu teşbih etmesinden bahsedilmekte olup o varlıklardan olan kuşların onu teşbih etmesi demek , Allah cc nin onlar için koymuş olduğu uçmak şeklindeki hayat tarzları onların teşbihleri olup zaman içinde evrimleşerek havada uçanların " artık bir yerde hayatımızı devam ettirmek istiyoruz daha uçmayacağız" veya yerde yaşayanların " yerde ne zamana kadar sürüneceğiz biraz uçalım kuşlar gibi özgür olalım" demek gibi sünnetullaha aykırı bir eylem içinde olmaları mümkün değildir. 

[013.013]  Gök gürültüsü O'na hamd ile teşbih eder(yusebbihu); melekler de korkusundan. Yıldırımlar gönderir de onunla dilediğini çarpar; onlar ise Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa O'nun gücü çok şiddetlidir.
[039.075] Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek (yusebbihune)Arş'ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve «alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun» denilmiştir.
[040.007] Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler(yusebbihune); O'na inanırlar. Müminler için: «Rabbimiz! İlmin ve rahmetin herşeyi içine almıştır. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennemin azabından koru» diye bağışlanma dilerler.
[041.038]  Eğer büyüklük taslarlarsa kendi aleyhlerinedir. Rabbinin katında bulunanlar hiç usanmadan, O'nu gece gündüz tesbih ederler(yusebbihune).
[042.005] Gökler neredeyse üstlerinden çatlayacak. Melekler Rablerini överek tesbih eder (yusebbihune)ve yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler. İyi bilin ki Allah Şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır.
[007.206]  Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder (yusebbihunehu) ve yalnız O'na secde ederler.
[037.166]  Ve biz elbette biz o tesbih edenleriz.

Yukarıdaki ayetler meleklerin tesbihinden bahseden ayetler olup onların Allah cc nin çizmiş olduğu dairenin dışına çıkmaları gibi bir durumun söz konusu olmadığı sadece onun emirlerini yerine getirdikleri isyan gibi bir duruma düşmadikleri anlatılmaktadır.

[003.041]  Yarab! dedi: Bana bir âyet (bir alâmet) yap, buyurdu ki: Ayetin nasa üç gün sade işaretten başka söz söyliyememendir. Bununla beraber rabbını çok zikret ve akşam sabah tesbih eyle (sebbih)
[019.011]  Derken, mihrabdan kavminin karşısına çıkıp onlara: «Sabah ve akşam tesbih edin!»(sebbihu) diye işaret verdi.
[015.097-98]  And olsun ki, söyledikleri şeylerden senin gönlünün daraldığını biliyoruz.Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et(sebbih) ve secde edenlerden ol!
[020.130]  O halde onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatlerinde de gündüzün uçlarında da tesbih et ki (sebbih) , hoşnutluğa eresin.
[025.058]  Ölümsüz, diri olan Allah'a güven, O'nu överek tesbih et(sebbih). Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi yeter.
[040.055]  O halde sabret, çünkü Allahın va'di haktır hem günahına istiğfar ve akşam, sabah rabbına hamdiyle tesbih et (sebbih)
[050.039-40]  Söylediklerine sabret; Rabbini, güneşin doğmasından önce ve batışından önce överek tesbih et.(sebbih)Geceleyin ve secdelerin ardından O'nu tesbih et (sebbihhu).
[052.048-49]  Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et (sebbih). Geceleyin ve yıldızlar kaybolurken de O'nu tesbih et.(sebbihhu)
[056.074]  O halde Rabbini o büyük adıyla tesbih et!(sebbih)
[056.096]  o halde Rabbını büyük adıyla tesbih et (sebbih).
[069.052]  O halde, haydi tesbih et(sebbih) Rabbinin yüce ismiyle.
[087.001]  Rabbının o çok yüce adını tesbih et (sebbih)
[110.003]  Rabbine hamd ile tesbih et (sebbih)ve O’ndan af dile. Çünkü O tevvabdır, tövbeleri çok kabul eder.
[076.025-6]  Sabah akşam Rabbinin adını zikret! Gecenin bir kısmında da O’na secde et, geceleyin uzun bir süre de O’na tesbih et (sebbihhu).
[033.041-2]  Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, O’nu sık sık anın. Sabah akşam O’nu tesbih edin(sebbihuhu).

Bu ayetler insanlara teşbih etmelerini emreden ayetler olup, insan Allah cc nin yaratmış olduğu varlıklardan bir topluluk olması nedeni ile onun çizmiş olduğu daire içinde hareket etmek gibi bir zorunluluğu olmasına rağmen bu dairenin sınırlarını zorlayıp dışına çıkma çalışmaları içinde olan bir varlıktır. Ayetlerdeki bahsedilen bazı vakitlerde teşbih et gibi emirler sadece o vakitler içinde değil aksine ayetleri alt alta koyup okuyacak okursak kişinin 24 saatinin tesbih içinde geçmesi şeklindeki hatırlatmalardır. Allah cc yi tesbih etmek demek sadece belirli sözlerin tekrarlanması şeklinde olmayıp hayatımızın her anında onun kulu olduğumuzun hatırda tutulması ve onun çizdiği daire içinde hareket edilmesi hatırlatılmaktadır.

[012.108]  De ki: «İşte benim yolum budur. Allah Teâlâ'ya açık bir hüccet ile dâvet ederim, ben de ve bana tâbi olanlar da. Ve Allah Teâlâ'yı tenzih ederim (subhane)ve ben müşriklerden değilim.»
[017.001]  Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O(subhane)! Gerçekten, herşeyi işiten, her şeyi gören O’dur.
[017.093]  «Yahut altından bir evin olsun, ya da göğe çıkmalısın. Ona çıktığına da asla inanmayız. Ta ki bize, okuyacağımız bir kitap indiresin.» De ki: «Rabbimi tenzih (subhane)ederim. Nihayet ben de, peygamber olan bir insandan başka bir şey değilim.»
[017.107-108] De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar. Ve derlerdi ki: Rabbimizi tesbih (subhane)ederiz. Rabbimizin vâdi mutlaka yerine getirilir.
[021.022]  Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka tanrılar olsaydı; bunların ikisi de muhakkak bozulup gitmişti. Arş'ın Rabbı olan Allah; onların nitelendirdiklerinden münezzehtir(subhane).
[023.091]  Allah çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir (subhane).
[027.008]  Oraya geldiğinde, kendisine şöyle nida olunmuştu: «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir»(subhane)
[028.068]  Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir (subhane), yücedir.
[030.017]  Haydi siz akşama girerken, sabaha çıkarken Allah’ı  tenzih edin (subhane), namaz kılın.
[036.036]  Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir (subhane).
[036.083]  Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir (subhane).
[037.158-159]  Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir (subhane).
037.180]  Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir(subhane).
[043.012-4]  Her sınıf varlığı yaratan O'dur. Gemiler ve hayvanlardan binesiniz diye size binekler var etmiştir. Bütün bunlar; üzerlerine oturunca Rabbinizin nimetini anarak: «Bunları buyruğumuza veren münezzehtir (subhane); zaten bizim takatimiz bunlara yetmezdi; şüphesiz Rabbimize döneceğiz» demeniz içindir.
[043.081-2] De ki: «Eğer Rahmân için bir veled olsa idi, (O'na) ibadet edenlerin ilki ben olurdum.» Göklerin ve yerin Rabbi, arş'ın Rabbi (o müşriklerin) tavsif ettikleri şeyden münezzehdir(subhane).
[052.043]  Yoksa Allah'tan başka bir tanrıları mı vardır? Allah, onların ortak koşmalarından münezzehtir(subhane).
[059.023]  O kendisinden başka ilah olmayan, hüküm sahibi mukaddes, esenlik veren, güven veren gözetip koruyan üstün ve galip olan otorite sahibi, gerçekten ulu olan Allah'tır. Yüce Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir(subhane).

[068.028] En mutedil olanları: «Ben size Rabbinizi tesbih etsenize(tusebbihune), demedim mi?» dedi.Rabbimizi tenzih(subhane) ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler.
Kalem suresinde anlatılan "bahçe sahipleri" kıssasında geçen bu ayetteki vasat kişinin diğerlerine tesbih etmeleri gerektiğini hatırlatması demek , onların bahçelerinin ürünlerini Allah cc nin emri gereği ihtiyaç sahiplerinden sakınmamaları gerektiği halde ürünlerinin bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermekten kaçınmak için onlar görmeden işi halledelim diye aralarında konuşmalarına karşın bu şekilde yapmalarının yanlış olduğu Allah cc nin onlar için çizmiş olduğu dairenin yani tesbihin ihtiyaç sahiplerininde gözetilmesi olduğunu onlara hatırlatmasıdır.

[002.032]  Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz(subhaneke), senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.
[003.191]  Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin(subhaneke). Bizi ateşin azabından koru»
[005.116]  Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim(subhaneke); hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.
[007.143]  Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim(subhaneke), sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.
[010.010]  Orada duaları «subhaneke allahumme» sağlıkları «selam», Dualarının sonu da hakikat «elhamdulillahi rabbilalemîn» dir.

[021.087]  Zünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti de Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim (subhaneke), ben gerçekten zalimlerden oldum diye.» seslendi.
[037.143-4] Eğer Allah'ı tesbih edenlerden(musebbihune) olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.
Yunus as ın denize atıldığı zaman balığın karnından kurtulması onun tesbih edenlerden olması sebebi ile olduğu bildirilmektedir. Her insan hayatının bir anında bir şekilde günaha düşebilir , Yunus as örnekliğinde bu hatasını anlayıp tevbe etmesi insan için çizilmiş olan dairenin içine girmeyi kabul etmesi demek olup rabbimiz bizler için tevbe kapısını her zaman açık bırakarak dışarı çıktığımız gibi içeri girmemizide ve daire içinde kalıp tesbihimize devam edip salih kulllarından olmamızı kolaylaştırmıştır.

[024.016]  Onu işittiğiniz zaman: «Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (ey aişe) Sen münezzehsin (subhaneke) (böyle şeyler yapmazsın); bu, büyük bir iftiradır» demeniz gerekmez miydi?
Nur s. 16. ayetinde geçen bu kelime için ayrı bir başlıkta yazımız olup "subhaneke" kelimesinin kullanımı ile ilgili düşüncemiz o yazıdadır.

[025.018] Onlar: Seni tenzih ederiz(subhaneke). Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda (seni) anmayı unuttular ve helâki hak eden bir kavim oldular, derler.
[034.040-41] O gün, onların hepsini bir arada toplayacak (haşredecek), sonra meleklere diyecek ki: «Size tapmakta olanlar bunlar mıydı?»«Seni tenzih ederiz(subhaneke). Bizim velîmiz, onlar değil Sen'sin. Hayır. Onlar cinlere tapar olmuşlardı. Onların birçokları onlara imân ediciler idi.» derler.

[002.116]  Onlar; «Allah oğul edindi» dediler. O böyle bir şeyden münezzehtir(subhanehu). Göklerdeki ve yeryüzündeki varlıkların tümü O'nundur, hepsi O'na boyun eğmişlerdir.
[004.171] Ey Ehl-i kitap! Dininizde haddi aşmayın, taşkınlık yapmayın ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri iddia etmeyin! Meryemin oğlu Mesih Îsâ sadece Allah’ın resulü, Meryeme ulaştırdığı kelimesidir. Allah tarafından gelen bir ruhtur. Gelin Allah’a ve elçilerine iman getirin, «Tanrı üçtür» demeyin. Kendi iyiliğiniz için bundan vazgeçin. Allah ancak tek bir İlahtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir(subhanehu). Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Koruyan ve yöneten olarak Allah yeter.
[006.100]  Cinnleri, Allah'a ortak koştılar. Halbuki onları, O yaratmıştır. Bilmeden O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa O, onların vasıflandırdıklarından yüce ve münezzehtir(subhanehu).
[009.031]  Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Tanrı'dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir(subhanehu).
[010.018]  Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh (subhanehu)ve yücedir.
[010.068] (Müşrikler:) «Allah çocuk edindi» dediler. Hâşâ! O bundan münezzehtir(subhanehu). O’nun (çocuğa) ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
[016.001] Allah'ın emri geldi. Artık onu acele istemeyin. O; ortak koşmakta oldukları şeylerden münezzehtir(subhanehu), yücedir.
[016.057] Onlar, Allah'a kız çocuklarını mal ederler ki, O bu yakıştırmadan uzaktır(subhanehu), canlarının istediği erkek çocuklarını ise kendilerine ayırırlar.
[017.042-43]  De ki: «Allah ile birlikte dedikleri gibi ilahlar olsaydı, o takdirde onlar Arş'ın sahibine bir yol ararlardı.O, onların söylediklerinden Münezzeh'tir(subhanehu), Yüce'dir, Ulu'dur.
[019.035] Allah’ın evlat edinmesi olacak iş değildir. O bundan münezzehtir(subhanehu)! Bir işi yapmak istedi mi, «şöyle olsun!» demesi kâfidir.
[021.026]  Ve dediler ki: «Rahmân evlat ittihaz etti. O bundan münezzehtir(subhanehu).» Hayır, (onlar) ikram olunmuş kullardır.
[030.040]  Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren, daha sonra da dirilten Allah'tır. O'na koştuğunuz ortaklarınızdan böyle bir şey yapan var mıdır? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir(subhanehu), yücedir.
[039.004]  Allah çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O bundan münezzehtir(sunhanehu), yücedir. O, tek ve kahredici Allah'dır.
[039.067]  Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır; gökler O'nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir(subhanehu).
Allah cc nin subhan olması demek yarattıkları için çizmiş olduğu dairenin hata yanlış eksiklik gibi şeyler içermemesi yarattıkları için her ne demişse veya yarattıkları için her ne kural koyduysa onda yanlış hata gibi şeylerden beri olmasıdır.

[048.008-9]  Doğrusu seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ey insanlar, siz de Allah'a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve O'nu sabah akşam tesbih edesiniz.
[032.015]  Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.
[024.035-36]  Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru içinde bir kandil bulunan bir oyma hücre misalidir. Kandil, bir sırça içindedir. Bu sırça sanki inciden bir yıldızdır; ne doğuya, ne de batıya nisbet edilen mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı hemen hemen ateş dokunmasa bile ışık verir; nur üstüne nur! Allah, dilediğini kendi nuruna yönettir ve insanlara birçok misaller verir. Allah, herşeyi bilendir. O evlerde ki; Allah, onların yüceltilmesine ve içlerinde kendisinin adının anılmasına izin vermiştir. Onlar da sabah akşam O'nu tesbih ederler.

[021.079]  Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.
[038.018]  Biz dağları onun emrine vermiştik, akşam ve işrak vakti onunlar birlikte tesbih ederlerdi.
Davud as ın dağlar ile birlikte tesbih etmesi demek onların Allah cc tarafından çizilmiş olan görevlerini yerine getirmeleri ve Davud as ında Allah cc ye olan tesbihinde dağların tesbihi gibi eksiklik yapmadığı ifade edilmektedir Allahu alem. 

Sonuç olarak; tesbih kelimesinin sözlük anlamı olan yüzmek şeklinde, çizili bir dairenin dışına çıkamama anlamı ile ilgili ayetleri konu etmeye çalıştığımız yazıdaki ayet meallerinden anlaşılacağı üzere alemlerin rabbi olan Allah cc yarattığı şeylerin tümü için belirli bir daire çizmiş olup hiçbir varlık (insan ve cin hariç)bu dairenin dışına çıkmak gibi bir cüret içinde olmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. İnsan ve cin bu teşbih etme şeklindeki kendileri için çizilmiş olan kulluk kurallarının dışına çıkma itiyadında olan varlıklar olup bu cüretlerinin karşılığının ahirette karşılığının ne olacağı müteaddit ayetlerde bildirilmiştir. Rabbimiz bir an için bu dairenin dışına çıkarak teşbihini unutan kulları için tevbe kapısını açık bırakmış ve hatasını anlayan kullarının tevbe ederek yine daire içinde kalmasını sağlamıştır.İnsan ve cin taifesi eğer kendileri için çizilmiş dairenin dışına çıkmak gibi bir cüret içinde olmayıp teşbih dairesinde kaldıkları müddetçe alacakları karşılık yine kur'anın bir çok ayetinde bildirilmiştir. Rabbimiz bizleri kendisini gereğince teşbih eden kullarından kılsın.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.









4 Mayıs 2014 Pazar

Nur Suresi 16. Ayetindeki Subhaneke Kelimesi İle İlgili Bir Düşünce

Nur suresi içinde anlatılan konulardan birisi nazil olma sebebi olarak , Aişe validemize atılan iftira hakkında olup onun temize çıkarılması ile ilgili ayetlerdir. Bu ayetleri okurken sadece, bu ayetler Aişe validemizin masumiyeti hakkında nazil olmuş deyip ayetleri tarihsel bir konuma oturtmak gibi bir durum sözkonusu olmamalıdır. Olması muhtemel olan bu tür olaylara nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğreten ayetler olarak bu mesajlar kıyamete kadar bizlere yola gösterecektir. Yazımızın konusu bu surenin 16. ayetinde geçen "subhaneke" kelimesinin kullanımı ile ilgili olacağı için önce ilgili ayeti verip sonra konu ile ilgili ayetleri sıralayarak 16. ayetteki kelimenin muhatabının kim olabileceği üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız.

 Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
 Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?

Konu bütünlüğünü anlamak açısından ifk olayı ile ilgili ayetlerin mealleri şöyledir.  
[024.011] Muhakkak o kimseler ki, iftira ile geliverdiler, sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer sanmayın, belki o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. Onlardan o kimse ki, onun büyüğünü deruhte etmiştir, onun için de pek büyük bir azap vardır.
[024.012]  Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle, mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup: Bu, apaçık bir iftiradır, demeleri gerekmez miydi?  
[024.013]  Ona dört şahit getirselerdi ya, madem ki şahit getiremediler, o halde onlar Allah katında yalancılardan ibarettirler.
[024.014]  Ve eğer Allah'ın fazl-u rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.
[024.015] Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.
[024.016] Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?
[024.017]  Eğer mü'min kişilerdenseniz; buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah, size öğüt veriyor.
[024.018]  Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir.
[024.019]  İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[024.020] Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi (elbette ki, sizi muazzep kılardı) ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

Mealini verdiğimiz ayetlerde görüldüğü üzere Aişe validemizin üzerine atılan sözün iftira olduğu ve16. ayette , bunu duyanların Aişe validemizi böyle bir şey yapmaktan münezzeh olduğunu dile getirmeleri ve olayın gerçek değil apaçık bir iftira olduğunu söylemelerin gerektiği beyan edilmesine rağmen, ayet içindeki "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılmasından yola çıkılarak bu ayet'tede sanki Allah cc için kullanıldığını düşünerek bir çok mealin şu şekilde yapıldığını görmekteyiz.  
24.16- Onu duyduğunuzda: 'Bize bunu konuşmak yakışmaz. (Ey Rabbimiz!) Sen yücesin! Bu büyük bir iftiradır' demeli değil miydiniz?
24.16-Onu işittiğiniz vakit, (Peygamberin eşiyle ilgili) böyle bir konuşmamız bize uygun olmaz; Hakk'ı tenzîh ederiz, bu en büyük bir iftiradır, deseydiniz ya..
 24.16- Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Tanrım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?

Yukarıda verdiğimiz örnek ayet meallerine dikkat edecek olursak ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılışını dikkate alarak parantez açılarak bir ilavede bulunulmuştur. Halbuki bu kelimenin muhatabının ayet içinde Allah cc değilde Aişe validemiz olduğu biraz düşünülseydi gereksiz parantezler açarak ayetin yanlış meallendirmesine gerek kalmazdı. 
Subhaneke kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetler olan, 2.32/3.191/5.116/7.143/10.10/21.87/24.16/25.18/34.11 e bakmış olsalardı o ayetlerdeki "ke" zamiri ile ilgili olan muhatabın Allah cc olduğu ama nur s. 16. ayetteki "ke " zamirinin muhatabının Allah cc değil Aişe validemiz olduğu görülürdü. Subhaneke kelimesi ile eğer Allah cc kastedilmiş olsaydı "subhanallah" kelimesi kullanılması daha doğru olurdu düşüncesindeyiz.

Burada şöyle bir saptama yaparak iddiamızı daha doğru bir zemine oturtabiliriz. Allah cc aşkın bir varlık olması nedeniyle bize kendisini, algılama alanımıza giren kelimeler ile ifade ederek onu idrak etmemizi sağlar, bu idrak etme bize kendisini anlatırken benzettiği kelimelerin anlamları üzerinden olduğu için biz onu kapasitemiz kadar idrak edebiliriz. Allah cc nin subhan alması demek o kelime üzerinden ifade edilen anlamı zihnimizde canlandırarak onun her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu biliriz işte bu şekil bir anlatım müteşabih bir anlatım olarara isimlendirilir.Müteşabih anlatımlar ise, muhkem anlatımlar üzerinden verilen mesajlar ile anlaşılabilir olması kur'anın mesani yani ikili anlatım uslubunun bir özelliğidir. Aişe validemiz için kullanıldığını iddia ettiğimiz "subhaneke" kelimesi onun için kullanılan muhkem bir kelime olup onun her türlü zina iftirasından beri olduğunu, kesinlikle böyle bir suç işlemeyeceğini ifade etmek için kullanılmış bir kelime olduğu düşünülebilir.

 Haklı olarak şöyle bir soru gelecektir, "ke" zamiri muhatap müzekker bir zamirdir neden muhatap müennnes zamiri olan " ki" şeklinde gelip "subhaneki" denilmedi'de subhaneke denildi ? . Bu duruma cevap olarakta kur'anın bazı ayetlerinde gözümüze çarpan müzekker gelmesi yerde müennes gelmesi veya müennes gelmesi gereken yerde müzekker şekilde gelen bazı örnekleri söyleyebiliriz mesela  ; yusuf suresi 30. ayetindeki " ve qale nisveten" ibaresinde "qale" (dedi) kelimesi müfret müzekker gaip sigasında gelmiş bir kelime "nisveten" çoğul müennes bir kelimedir . Bu tür örnekleri bazı ayetlerde görmek mümkündür. Bu konu ile ilgili olarak Sayın Soner Gündüzöz hocanın "Kur'anda yerleşik gramer kurallarına aykırı dil yapıları "adlı makalesine bakılabilir. 

 Sonuç olarak; nur suresinde Aişe validemize atılan iftira ile ilgili inen ayetlerdeki 16. ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin Aişe validemizin böyle bir zina eyleminden münezzeh olması gerektiğini , bunu duyan mü'minlerin o iftirayı duydukları zaman " SENİ BÖYLE BİR ŞEY YAPMAKTAN TENZİH EDERİZ SEN ZİNA GİBİ ÇİRKİN BİR ŞEY YAPMAKTAN MÜNEZZEHSİN" demeleri gerektiği halde o iftiraya inanmalarının çok büyük bir hata olduğu beyan edilmektedir. Subhaneke kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde bu kelimenin Allah cc için kullanılmasının bu ayet için'de Allah cc için kullanıldığını düşünen meal yapıcıları bu düşüncelerini ayet içinde parantez açarak gerçekleştirmişlerdir. Kur'an meali yapan kişilerin genelde birbirlerinden kopya çekerek meal yapmaları bu şekil bir hatayı beraberinde getirdiğini düşünerek tetkik ettiğimiz mealler içinde Edip yüksel'in yapmış olduğu mealin parantez açılmadan yapılmış olduğunu gördüğümüz ve doğruya en yakın bir meal olduğu için onun nur s. 16. ayet ile ilgili yaptığı meali vererek yazımızı bitiriyoruz. "Onu işittiğinizde, 'Bunu konuşmamız doğru değil. Sen Yücesin. Bu büyük bir iftiradır,' demeniz gerekmez miydi?"

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

23 Mart 2014 Pazar

İfk Kelimesi Kur'anda Geçişleri Musa'nın Asa'sının İfk'leri Yutması

İfk kelimesi sözlükte , " bulunması gerektiği, kendi cihetinden,yönünden başka tarafa çevrilmiş herşey" anlamında bir kullanılan bir kelimedir. Bundan dolayı esiş yönünden sapan rüzgarlara "mü'tefikat" denmiştir. (el müfredat) 
"Esiş yönleri farklı rüzgarlar , farklı yönlerden esen rüzgarlar" (makayisulluga) 

Sözlük anlamı olarak bu şekilde kullanılan kelime, kur'anın teşbihi anlatım özelliğine uygun olarak değişik surelerdeki ayetlerde kullanılmıştır. Aişe validemiz ile ilgili olarak "ifk hadisesi" olarak bildiğimiz olayın anlatılması veya Musa as'ın asa'sının sihirbazların "ifk"lerini yutması gibi anlatımlarda kur'anın o muhteşem teşbihatı gözler önüne serilerek muhataplara anlama kolaylığı sağlanmıştır.

Kur'anda rüzgar anlamında kullanılan "rih,riyah,ruh" gibi kelimeler ile içiçe bir bağı bulunan bu kelimenin bağlantılı olarak kullanıldığı kelimeler örgüsüne bakılınca kur'an kelimelerinin birbiri ile nasıl bir anlam örgüsü içinde olduğu görülecektir. Kelimenin önce kur'anda geçişlerini vererek sonra özellikle "ifk" olarak tanımlanan sihirbazların büyüsünün asa tarafından yok edilmesi ile yine "ifk" olarak tanımlanan Aişe validemize yapılan zina isnadının kur'an tarafından nasıl yokedildiği ile aradaki bağı kurmaya sonra asa üzerinden yapılan teşbihi anlamaya çalışacağız.

[046.022]  Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek(li te'fikena) için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.
[007.117] Biz de Musa'ya, «Asanı koyuver» dedik, o da koydu; hemen onların ifklerini (ye'fikune) yutmaya başladı.
[026.045] Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların ifklerini (ye'fikune) yutuveriyor!
[051.009] Bundan, dönebilecek(yu'feku) kimseler döndürülür(ufike).
[006.095]  Allâh o dâneleri, çekirdekleri pörtleten, ölüden diri çıkarır, ve diriden ölü çıkaran, işte size söyliyorum Allâh o, şimdi söyleyin nasıl çevriliyorsunuz(tu'fekune)?
[010.034]  De ki: «Sizin şirk koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var mı?» De ki: «Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra onu iade eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?(tu'fekune)»
[035.003]  Ey insanlar; Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Allah'tan başka gökten ve yerden sizi rızıklandıran bir yaratıcı var mıdır? O'ndan başka ilah yoktur. O halde nasıl çevriliyorsunuz(tu'fekune)?
[040.062]  İşte bu, sizin Rabbiniz olan Allah'tır; her şeyin yaratıcısıdır; O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?(tu'fekune)
[040.063]  İşte, Allah'ın ayetlerini inkâr etmekte olanlar da böyle çevriliyorlar.(yu'feku)
[005.075]  Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir resuldur. Ondan önce de resuller gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[009.030] Yahudiler: «Üzeyir Allah'ın oğludur» dediler; Hıristiyanlar da: «Mesih Allah'ın oğludur» dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki küfredenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[029.061]  Andolsun ki, eğer onlara sorsan ki, «Gökleri ve yeri kim yarattı ve güneşi ve kameri kim musahhar kıldı?» Elbette diyeceklerdir ki, «Allah.» O halde nasıl çevriliyorlar?(yu'fekune)
[030.055]  Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.(yu'fekune)
[043.087]  Andolsun, onlara: «Kendilerini kim yarattı?» diye soracak olsan, tartışmasız: «Allah» diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[063.004]  Sen onları gördüğün zaman cüsseli-yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar, (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakın. Allah onları kahretsin nasıl da çevriliyorlar.(yu'fekune)
[024.011]  Haberiniz olsun ki ifk(ifkun) ile gelenler içinizden bir takımdır; onu hakkınızda bir şer sanmayın, belki o, hakkınızda bir hayırdır, onlardan her kişiye o vebalden kazandığı, büyüğüne tesaddî eden, ona da büyük bir azâb vardır
[024.012]  Ne vardı onu işittiğiniz vakıt erkek ve kadın mü'minler kendi kendilerine husni zann etselerdi de bu açık bir ifktir(ifkun) deselerdi ya
[025.004]  İnkâr edenler: Bu (Kur'an), olsa olsa onun (Muhammed'in) uydurduğudur (ifkun). Başka bir zümre de bu hususta kendisine yardım etmiştir, dediler. Böylece onlar hiç şüphesiz haksızlığa ve iftiraya başvurmuşlardır.
[034.043] Karşılarında açık beyyineler halinde âyetlerimiz tilâvet olunduğu zaman o zalimler: «bu başka değil, sırf sizi atalarınızın taptığı ma'budlardan men'etmek isteyen bir adam» dediler ve «bu (Kur'an) başka bir şey değil, sırf uydurulmuş(ifkun) bir iftira» dediler ve o küfredenler hak kendilerine geldiği vakıt bu apaâçık bir sihirden başka bir şey değil, dediler
[046.011]  Bir de küfredenler, iman edenler hakkında dediler ki: «Eğer O bir hayır olsaydı, bizden önce ona koşmazlardı.» Bununla başarılı olmamayınca da: « Bu, eski bir yalan (ifkun).» diyecekler.
[029.017]  Siz Allah'ı bırakıp sadece bir takım putlara tapıyor, aslı olmayan ifk (ifkun) uyduruyorsunuz. Doğrusu, Allah'tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Artık rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin. Siz O'na döneceksiniz.
[037.086]  Allah'dan başka uydurma (ifken)tanrılar mı istiyorsunuz?
[037.151-2]  Agâh ol, şüphe yok ki, onları iftiralarından(ifkihim) dolayı elbette derler ki; «Allah doğurdu!» Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancı kimselerdir.
[046.028]  Allah'ı bırakıp da kendilerine yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etselerdi ya! Ama hayır, aksine onlardan kaybolup gittiler. İşte bu onların yalanları ve uydurup(ifkihim) durdukları iftiralarıdır.
[026.222] Onlar, 'gerçeği ters yüz eden(effak),' günaha düşkün olan her yalancıya inerler.
[045.007] Gerçeği sürekli ters yüz eden(effak), günaha düşkün olan herkesin vay haline.
[053.053]  Altı üstüne getirilmiş (elmü'tefikate)şehirleri devirip yıktı.
[009.070]  Kendilerinden önce olan Nuh, Ad, Semud milletlerinin, İbrahim milletinin, Medyen ve altüst olmuş şehirler(elmü'tefikati) halkının haberleri onlara gelmedi mi? Peygamberleri onlara belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendilerine yazık etmişlerdir.
[069.009]  Firavun da, ondan öncekiler de ve altüst olmuş şehirler de (el mü'tekati) hep suçla gelmişlerdi.

Kelimenin , "bulunması gereken yerinden başka tarafa çekilmiş her şey" şeklindeki sözlük anlamını yeniden hatırlacak olursak,  " ifk"  kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlerin bir kısmının müşriklerin koymuş oldukları ölçülerin kur'an nokta i nazarından görünüşü için, bir kısmının'da kur'anın koymuş olduğu ölçülerin müşriklerin nokta i nazarından görünüşü için kullanıldığını görmekteyiz.Kur'ana iman etmeyenlerin, kur'anın karşısına getirmiş oldukları argümanlar "ifk" olarak nitelenirken, kur'ana iman etmeyenlerin'de kur'anın getirmiş olduğu argümanlar için aynı kelimeyi kullanmaktadırlar. Demekki her düşüncenin karşısındaki karşı düşünce onu "ifk" olarak nitelendirmekte olup müslüman için uyması gereken tek doğru olan vahyin karşısındaki bütün düşüncelerin genel adının "ifk" olarak nitelendirilmesi gerekmektedir.

Bu kelimenin geçtiği ayetlerden olan Musa as  ın kıssasında, elindeki asa'nın sihirbazların yapmış olduğu sihirler için kullandığı kelime olan ifk'lerini yutması anlatılır (7.117/26.45). Müslüman kişi için "ifk" kavramının ifade ettiği anlam vahyin karşısına çıkarılan her şeydir. Musa as ın asa'sı üzerinden verilmek istenen mesaj'da vahyin karşısında duran herşeyin nasıl bir duruma düşeceğinin canlı bir gösterisidir. Aynı şekilde Aişe validemize yapılan zina iftirası aynı şekilde "ifk" olarak nitelendirmiş, o ifk kur'an vahyi ile yok edilerek Aişe validemiz temize çıkmıştır.

Kur'anın teşbihi anlatım özelliğine uygun olarak Musa as ın elindeki asa'nın yılan haline dönüşerek sihirbazların "ifk" olarak nitelendirilen sihirleri yutmasının üzerinden verilmek istenen mesaj, Allah cc tarafından sahip olunan güce dayanan mü'minlerin o gücü arkalarına alarak küfrün kalelerini yıkabilme gücüne sahip olacaklarıdır. Kur'an kıssalarında anlatılan bu tür sıradışı olayları farklı yorumlayıp asa'nın yılan olmasının imkansız olacağını iddia eden düşünce sahiplerinin kur'anın anlatım uslubunu anlamadıklarını düşünmekteyiz.Musa as 'ın asası üzerinden verilmek istenen mesaj biim elimizdeki kur'anın bize emredildiği şekli ile uygulanıp hayata aktarıldığı takdirde asa misali bütün ifkleri yutacağıdır, maalesef bu mesaja değilde asanın yılan gerçekte yılan olup olmadığı şeklindeki kısır tartışmalar bizleri bu tür mesajları doğru anlamaktan alıkoymaktadır.

Sonuç olarak; kur'anın değişik ayet ve surelerinde geçen "ifk" kelimesi ve türevlerinin , sözlük anlamına uygun olarak "herkesin tabi olduğu kıstas'ın karşısındaki farklı düşünce" olarak tarif getirilecek olursa, kur'an karşıtlarının vahye karşı geliştirmiş olduğu her türlü farklı düşünce "ifk" olarak nitelendirilmesine karşın , kur'anın karşısındakilerde o vahye aynı şekilde "ifk" ismini takmışlardır. Ancakmü'minler açsından tek gerçeğin vahyin ortaya koyduğu gerçekler olduğu hatırlanacak olursa kur'anın karşısına çıkan her türlü ifk Musa as asası örneği üzerinden vahyin karşısında yok olmaya mahkumdur. Aişe validemize yapılan zina iftirasıda aynı şekilde "ifk" olarak nitelendirilmiş ve bu iftira vahy ile ortaya konulup yokedilmiştir.Kur'anın görselleştirme metodu ile verdiği bu örnekler muhatpların olayı daha kolay ve gerçek olarak anlamasını sağlamak amacıyla kullandığı bu tür yöntemler kur'anın pek çok ayetinde karşımıza çıkmaktadır.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR

13 Mart 2014 Perşembe

Nur Kelimesi ve Kur'anda Geçtiği Ayetler

"Ennur" kelimesi sözlükte, "görmeye yardım eden yayılmış ışık" anlamına gelmektedir.Kur'anda 48 yerde geçen bu kelime kur'anda bir çok ayette, hem hakiki anlamda hemde mecaz anlamında kullanılmaktadır. Görmek fiilinin kur'anda bir çok ayette mecaz kullanımını dikkate alacak olursak bu iki kelimenin (nur ve görmek) kullanıldığı ayetler bizlere kur'anın anlam örgüsünün, içinde geçen kelimeler ile nasıl bir bağı olduğunu ortaya koymaktadır.

[2.257]  Allah iman edenlerin velisidir onları zulümattan nura çıkarır, küfredenlerin ise velileri Taguttur onları nurdan zulümata çıkarırlar, onlar işte eshabı nar, hep orada kalacaklardır.
[005.015]  Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren resulumuz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[005.016]  Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan nura çıkarır. Onları doğru yola iletir.
[005.044]  Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046]  Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[009.032]  Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
[014.001]  Elif, Lam, Ra. Bir kitap sana indirdik ki, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan nura çıkarasın; doğruca o yüce ve övülmeye layık olanın yoluna ki, bütün izzet ve hamd O'nundur.
[014.005]  Andolsun ki, Musa'yı mucizelerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır
[024.035]  Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her şeyi bilir.
[24.039-40] İnkar edenlerin işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Orada Allah'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah hesabı çabuk görendir.Veya derin denizin karanlıklarına benzer. Onu üstüste dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar örter; karanlıklar üstünde karanlıklar; insan elini uzattığı zaman, nerdeyse onu bile göremez. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz.
[033.043]  Karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet ve istiğfar eden Allah ve melekleridir. İnananlara merhamet eden O'dur.
[35.019-22]  Görenle görmeyen (âma) bir olmaz. Karanlıklarla nur, gölge ile sıcak, dirilerle ölüler de bir olmaz! Allah, dilediği kimseye hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin.
[039.022]  Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık sapıklıktadırlar.
[039.069]  Ve yeryüzü, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, nebiler ve şahitler getirilmiş, onlara hiçbir haksızlık yapılmadan, aralarında hak ile hüküm verilmektedir.
[057.009] Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir.
[061.008]  Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. İnkarcılar ne kadar istemeseler de, Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır.
[064.008]  Artık Allah'a ve O'nun ResûIüne ve indirmiş olduğumuz nûra imân ediniz ve Allah yapar olduğunuz şeylerden haberdardır.
[065.011]  İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah'ın apaçık ayetlerine size okuyan bir resulde (gönderdik) . Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.
[004.174]  Ey İnsanlar! Rabbiniz'den size açık bir delil geldi, size apaçık bir nur, Kuran indirdik.
[006.091]  «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar.
[006.122]  Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir.
[042.052] İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.
[057.012]  O gün mümin erkeklerle, mümin kadınları önlerinden ve sağ taraflarından nurları koşarken göreceksin: «Bu gün müjdeniz altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İçlerinde ebedi olarak kalacaksınız.» (denir). İşte büyük kurtuluş budur!
[057.013]  O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere şöyle diyeceklerdir: «Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım?» Onlara: «Arkanıza dönün de nur arayın!» denilir. Aralarına kapılı bir sur çekilir ki, onun içinde rahmet, dışında da azap vardır.
[057.019]  Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır.
[057.028]  Ey o bütün iyman edenler! Allahdan korkun ve Resulüne iyman edin ki sizlere rahmetinden iki nasîb versin ve size bir nur bahşeylesin ki onunla yürüyesiniz hem de size mağfiret buyursun. Allah gafurdur rahîmdir
[066.008] Ey iman edenler, Allah'a öyle tevbe bir tevbe edin ki, nasûh (gayet ciddi, samimi) bir tevbe olsun! Olaki Rabbiniz kusurlarınızı örter, Allah'ın peygamberi ve onun beraberinde iman edenleri utandırmayacağı günde sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onların nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşacak, şöyle diyecekler: «Ey Rabbimiz, bizlere nurumuzu tamamla ve bizi bağışla; şüphesizki sen her şeye kadirsin!»
[003.184]  şimdi seni tekzib ettilerse senden evvel de bir çok Resuller tekzib olundu ki o beyyineler ve o hikmetil sahifeler, ve o nurlu kitab ile gelmişlerdi
[022.008]  İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de münir bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.
[031.020]  Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve münir bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır.
[035.025]  Seni tekzib ediyorlarsa bunlardan evvelkiler de tekzib etmişlerdi, onlara Peygamberleri beyyinelerle, suhuflarla ve münir kitab ile gelmişlerdi
[033.045-6] Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.

Yukarda meallerini verdiğimiz ayet meallerinde "ennur" kelimesinin hakiki anlamına uygun olarak mecaz anlam şeklinde yani Allah cc nin karanlıklar olarak tanımladığı yollarını bulamayan insanlara yollarını bulmaları için elçileri vasıtası ile nurlu kitaplar göndermiştir. Bu kelimenin hakiki anlamda kullanılışı ie ilgili ayet mealleride aşağıdadır.  

[002.017]  bunların meseli şunun meseline benzer ki bir ateş yakmak istedi, vaktaki çevresindekileri aydınlattı, tam o sırada Allah nurlarını gideriverip kendilerini zulmetler içinde bıraktı, artık bunlar görmezler [006.001]  Hamd o Allahın hakkıdır ki Gökleri ve yeri yarattı zulmetleri ve nuru yaptı, sonra da Hakkı tanımayanlar bunları kendilerini yaratana denk tutuyorlar.
[010.005]  Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor.
 
[013.016] De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah'tır.» De ki: «Artık O'ndan başka velîler mi edindiniz ki, kendi nefisleri için bile ne bir menfa-ate ve ne de bir mazarrata mâlik olamazlar.» De ki: «Hiç kör ile gören müsavî olur mu? Veya zulmetler ile nûr müsavî olur mu?» Yoksa Allah'a öyle ortaklar mı kıldılar ki, onlar da Allah'ın yarattığı gibi yarattılar da artık onlara bir yaratma benzeyişi mi oldu? De ki: «Her şeyin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır. Ve O, birdir, kahredicidir.»
[025.061]  Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne yücedir.[071.016]  Ve Ay'ı bunların içinde bir nur yapmış, güneşi de bir lamba kılmış.

Kur'andaki "zulumat" (karanlıklar) kelimesinin mecaz kullanımına karşılık "nur" kelimesi mecaz kullanım olarak, aydınlık yani vahiysiz kalan bir kimsenin gece karanlığında nasıl yolunu bulması için aydınlığa ihtiyacı varsa, nur kelimesi ile ifade edilen vahiy karanlıklar içinde kalanların imdadına yetişerek onlara yollarını aydınlatmaktadır.   

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

12 Kasım 2013 Salı

Ğayb Kelimesi ve Kur'anda Geçtiği Ayetler

(El ğaybü)= Güneş veya başka bir şey gözden gizli,saklı hale geldi, gizlendi,saklandı anlamına gelen "ğaabe" fiilinin masdarıdır. Fiil olarak "ğaabe annii kezee"(bir şey benden gizli, saklı geldi ) anlamında kullanılır. Ayrıca , algıdan ve insanın bilgisine gizli, saklı kalan şeylerden'de gizli saklı (ğaaibün) kalanlarla ilgili kullanılır. 
Herhangi bir şeye insanlar nazarı dikkate alınarak "ğaybün" ve "ğaaibün" denir, yoksa yüce Allah dikkate alınarak değildir. Zira nasıl ki ondan göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey kaçmazsa aynı şekilde hiçbir şey'de onun için ğayb değildir.   

 Bu kelime ve türevlerinin kur'anda geçen ayet mealleri şu şekildedir. Bu ayetleri , 1-Allah cc nin gaybı bilmesi, 2- elçilerine gaybı açması, 3- mü'minlerin vasıflarından biri olması , 4- muhammed as ın gayb bilgisinin olmadığı, 5- gaybını kimseye açmadığı  şeklinde kategorize etmek mümkündür.

                                    1- ALLAH CC NİN GAYBI BİLMESİ

[002.033]  (Allah): «Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.» dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): «Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim» dememiş miydim?» dedi.
[005.109]  O gün ki Allah bütün Resulleri toplayacak da «size ne cevab verildi?» buyuracak; «bizde ilim yok, sensin allâmülguyûb sen» diyecekler
[005.116]  Hem Allah buyurduğu vakit: Ey Meryemin oğlu Isâ! Sen mi dedin o insanlara; «beni ve anamı Allahın yanında iki ilâh edinin» diye? hâşâ, der: münezzeh sübhansın yarab! Benim için hakk olmıyan bir sözü söylemekliğim bana yakışmaz, eğer söyledimse elbette ma'lûmundur, sen benim nefsimdekini bilirsin: ben ise senin zatindekini bilmem, şüphesiz ki sen «allâmülguyub» sun
[006.059]  Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.
[006.073]  Ve o Gökleri, Yeri yaradan hakkıyle o, hem ol! diyeceği gün o da oluverir. Hak onun dediği, Sur üfürüleceği gün de mülk onun, hem gaybe âlim hem şehadete, hakîm odur, habîr o
007.007] Sonra da onlara (yapmış olduklarını) bir bilgi ile elbette anlatacağız ve Biz (onlardan) gaibler olmuş değil idik.
[009.078]  Onlar bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli tuttuklarını da, fısıldaştıklarını da biliyor. Gerçekten Allah, gaybın bilgisine sahip olandır.

[009.094]  Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: «Özür belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, sizin durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir,O'nun Resulü de. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de Bilen'e döndürüleceksiniz ve O, yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.»
[009.105]  Ve de ki: «(Dilediğinizi) Yapınız. Elbette ki, Allah Teâlâ ve O'nun Peygamberi ve mü'minler sizin yaptıklarınızı göreceklerdir. Ve siz gaybı da, meşhut olanı da bilen zâta elbette döndürüleceksinizdir. Artık o da neler yapar olduğunuzu size haber verecektir.»
[010.020]  «Rabbinden ona (Muhammed'e) bir mucize indirilse ne olur!» derler. Onlara de ki: «Gaybı bilmek Allah'a mahsustur; bekleyin, doğrusu ben de sizinle birlikte beklemekteyim.»
[011.123]  Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
[013.009]  O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir.
[016.077]  Bütün Semavât-ü Arzın gaybını bilmek de Allaha mahsus, saat emri ise sâde lemhi basar gibi yâhud daha yakındır, şüphe yok ki Allah her şey'e kadir
[018.026]  De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir! İnsanların O'ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığa ortak kılmaz.»
[023.092]  Allah, gaybı da şehâdeti de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.
[027.065]  De ki: «Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur.» Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
[027.075]  Ve Yerde, Gökte hiç bir gâib yoktur ki açık bir kitabda olmasın
[032.006]  İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur.
034.003]  İnkâr edenler: «Bize o kıyamet saati gelmez.» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka gelecektir. O'nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.»
[034.048]  De ki: «Muhakkak Rabbim hakkı ilkâ eder, bütün gaybleri tamamıyla bilendir.»
[035.038]  Allah şüphesiz, göklerin ve yerin gaybını bilir. Doğrusu O kalplerde olanı bilendir.
[039.046]  De ki: «Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahade edilebileni de bilen Allah'ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin.»
[049.018] Doğrusu Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı görendir.
[059.022]  O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur.
[062.008]  De ki: haberiniz olsun o kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak gelip size çatacak, sonra, o bütün gayb ve şehadeti bilene iade olunacaksınız da o size neler yaptığınızı haber verecektir
[064.018]  Gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, Aziz (üstün ve güçlü), Hakim (hüküm ve hikmet sahibi) olandır.
                                     2-ELÇİLERİNE GAYBI AÇMASI

[003.044]  Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[003.179]  Allah inananları sizin durumunuzda bırakacak değildir, temizi pisten ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek değildir; fakat Allah peygamberlerinden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah'a ve peygamberlerine inanın; inanır ve sakınırsanız size büyük ecir vardır.
[011.049]  İşte bunlar gayb haberlerinden, sana bunları vahyile bildiriyoruz, bundan evvel onları ne sen bilirdin ne kavmin, böyle, o halde sabret, her halde akıbet müttekılerindir.
[012.102]  İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).
[018.022]  (Kimileri): «Üçtür. Dördüncüleri köpekleridir.» diyecekler; (kimileri de): «Beştir, altıncıları köpekleridir.» diyecekler. Her ikisi de gaybi taşlama=bilinmeyen şey hakkında tahmin yürütmektir. (Bir kısmı da): «Yedidir, sekizincileri köpekleridir.» diyecekler. De ki: «Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir; onları insanlardan ancak pek azı bilir.» Artık bunlar hakkında bildirilenin dışında bir tartışmaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye birşey sorma!
[072.026-8]  O bütün gaybı bilir. Fakat gayblarına kimseyi vakıf etmez. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir, ta ki o elçiler Rab’lerinin mesajlarını, o gözetleyicilerin kendilerine hakkıyle tebliğ ettiklerini kesin olarak bilsinler. Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa herşeyi ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir.
[081.024]  O, gayb hakkında cimri de değildir.


                            3-MÜ'MİNLERİN VASIFLARINDAN BİRİ OLMASI

[002.003]  Onlar, gaybe inanırlar, salatı ikame ederler, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler.
[004.034] Er olanlar kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kerre Allah birini diğerinden üstün yaratmış bir de erler mallarından infak etmektedirler, onun için iyi kadınlar itaatkârdırlar, Allah kenidlerini sakladığı cihetle kendileri de gaybı muhafaza ederler, serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince: evvelâ kendilerine nasıhat edin, sonra yattıkları yerde mehcur bırakın, yine dinlemezlerse döğün, dinledikleri halde incitmeye bahane aramayın, çünkü Allah çok yüksek, çok büyük bulunuyor
[005.094]  Ey İnananlar! Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu ortaya koymak için, (ihramlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici azab vardır.
[012.052]  Yusuf, «Maksadım, vezire, gıyabında ihanet etmediğimi, hainlerin tuzaklarını Allah'ın başarıya erdirmediğini bilmesini sağlamaktı» dedi.
[019.061]  Rahman'ın kullanna gıyaben söz verdiği Adn cennetlerine, şüphe yok ki, O'nun verdiği söz, daima yerine getirilmiştir.
[021.049]  Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.'
[035.018] Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adır.
036.011]  Ancak zikri ta'kıyb eden ve gaybde rahmana haşyet besliyen kimseyi sakındırırsın, işte onu hem bir mağrifetle hem bir ecri kerîm ile müjdele
[050.033]  Gaybde rahmana haşyet duyan ve inâbeli bir kalb ile gelen kimselere
[057.025]  Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.
[067.012]  Çünkü o rablarına gıyabda saygı besliyenler yokmu, muhakkak ki mağfiret ve büyük bir ecir onlar içindir


                            4-MUHAMMED AS IN GAYBI BİLMEDİĞİ

[006.050]  De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»
[007.188]  De ki: «Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.»
[011.031]  «Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem; doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir diyemem; içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık edenlerden olurum.»


                                         5- GAYBI KİMSEYE AÇMADIĞI 

[019.078]  O, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir söz mü aldı?
[012.081]  Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.
[034.014]  Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.
[034.053]  Halbuki, O'nu evvelce inkar etmişlerdi ve gayba uzak bir yerden taş atıyorlardı.
[052.041]  Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır, böylece onlar yazıp duruyorlar?
 [082.016] Ve ondan gâib olmıyacaklardır

"Ğayabetin" kelimesi olarak yusuf s 10 ve 15. ayetlerinde geçer

[012.010]  İçlerinden biri: «Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur» dedi.
[012.015]  Yusuf'u oturup bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik.

Kategorize etmeye çalışarak meallerini verdiğimiz "ğayb" kelimesi ve türevlerinin tamamı yukarda olup ilgili ayetlerinin , elçilere açılan gaybın sınırı ve mahiyeti ile konusu ile ilgili olarak düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

"Muhammed as ın gaybı bilmediği" başlığı altındaki ayetlerin rehberliği altında muhammed as ın gayb bilgisinin olmadığı kesin olarak bildirilmesine rağmen, hadis literatümüzde  fiten ve melahim başlıkları altındaki hadisler bu ayetleri yok sayarcasına bir çok gaybi haberi muhammed as a istinaden vermektedirler. "Ben gaybi bilmem" diyen bir elçinin bu tür haberler vermesinin mümkün olmadığı bilinmesine rağmen fırkacılık taasubu daha baskın gelmiş herkes kendi fırkasını övmek veya düşman fırkayı yermek amaçlı olarak muhammed as ın ağzından bu sözleri ona iftira olarak isnad etmekten çekinmemişlerdir.   

 "Elçilerine gaybı açması" başlığı altındaki ayetlerin rehberliğinde muhammed as a açılan gaybın mahiyeti açıkça bildirilmiştir. Kendisinden önceki kavimler ile ilgili haberler gayb'ın kur'an ayetleri içinde açılması yolu ile ona bildirilmiş olup , gelecek gayb ile haberler yani kıyamet,hesap cennet,cehennem gibi haberler yine kur'an ayetleri içinde ona açılmış , o da elçiliği gereği bu haberleri insanlara okumuştur.    

Geçmiş kavimler ve elçiler ile ilgili haberler ona kıssa yollu anlatımlar olarak verilmiş ve bazı kıssaların sonlarında"sen ve kavmin bunu dah önceden bilmiyordun" veya sen yanlarında değildin" şeklindeki ayetlerle bu kıssalar ile bilgisinin sadece kur'an ayetleri miktarı kadar olduğunu bildiren ayetlerin aksine  olarak tefsir kitaplarında yer alan rivayetlerde anlatılan kıssalardan kat kat fazla olarak kur'an harici bilgiler ile doldurulmuş ve adına hadis denilerek muhammed as a atfedilmiştir. Kur'an , "senin bilgin bu kadar" demasine rağmen muhammed as bu bilgileri acaba nereden aldı diye sormak maalesef kimsenin aklına gelmemiş aksine hikaye ve masal türünden olması hasebiyle çoğu insanlar arasında rağbet bile görmüştür. Şunu kesinlikle ifade edelimki; tefsir kitaplarında geçmiş kavimlerin kıssalarına ait kur'ab harici bilgilerin tamamı uydurma ve israilyyat adı verilen bilgiler kapsamında olup "hadis" adı altında gelen haberlerin tamamı uydurmadır.  

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.