Dilimizde kullanılan "Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse, diğerleri de yanlış gider" sözü, bir işe yanlış başlanıldığında, o işin arkasının da aynı yanlış ile devam edeceğini bildirmektedir. Biz bu sözü Nisa s. 34. ayeti etrafında yapılan tartışmalar için kullanarak, bu ayet ile ilgili yapılan bazı anlama çalışmalarının ilk düğmeyi yanlış iliklemek sureti ile başladığını, bu sebeple diğer iliklerin de yanlış iliklendiğini, ve bu nedenle ayet içinde geçen Darabe fiilinin anlamı üzerinde bir takım oynamalar yapılmak zorunda kalındığını görmekteyiz.
Halbuki Kur'an'ın bütünü için geçerli olan anlama kuralı olan, bu ayetin nazil olduğu zaman ilk muhataplarına ne dediği anlaşılabilmiş olsa, savunmacı bir yaklaşım sergilenmek sureti ile, kelimeler üzerinde oynanma gereği hiç duyulmamış olacaktı.
Yazımızda, sanki kadının dövülmesini tavsiye ediyor gibi görünen bir ayetin, aslında o gün toplumda mevcut olan kadın dövme fiilinin önünü almayı amaçladığı maalesef kimsenin dikkatini çekmediğini vurgulamaya, "Nasıl yapsak ta Kur'an'ın kadın dövmeyi emretmediğini izah edebilsek" kabilinden çırpınmalara düşülmesinin yanlışlığını izah etmeye çalışacağız.
Bundan önceki bazı yazılarımızda değinmeye çalıştığımız anlama yöntemi, Kur'an ile ilgili yapılan anlama çalışmalarının sahip olduğumuz bir takım düşünceleri Kur'an'a onaylatmak amacı taşımaMAsı, Kur'an okurken ön yargılardan veya savunmacı anlayışlardan arınmış bir bakış açısı, daha önemlisi bu kitabın indiği zaman ve mekanda yaşayan insanların nüzul öncesi sosyal, ekonomik, dini yaşantılarının arka planının bilinmesi gerektiğidir. Bu arka planın yine Kur'an içinden okunabileceğini, bundan önceki yazılarımızda örneklerle vermeye çalıştığımızı da özellikle hatırlatmak isteriz.
Bugün Kur'an üzerinde okuma ve anlama çalışma yapan kimselerin düştükleri açmazların başta gelen sebebi, rivayet kültürünün yol açtığı olumsuz din anlayışı nedeniyle geçmişi tamamen silip atmak, Kur'an'ı geçmişten kopararak sanki bugün iniyor gibi okumaktır. Nüzul ortamı ile bağı koparılarak okunan bir kitap maalesef doğru anlaşılmayacak, ve bu sıkıntı bazı kelimeler üzerinde oynama yapılmasına sebep olacaktır.
Konumuz olan Nisa s. 34. ayetinde geçen Darabe fiili üzerinde son yıllarda yapılmaya çalışılan bazı spekülasyonlar, kanaatimizce bu yanlış bakış açısının ürünüdür. Şayet bu ayet mevcut olan güncel durum dikkate alınarak okunmaya çalışılsaydı, üzerinde bu kadar tartışma yapılmasına gerek duyulan ayet olarak gündemde tutulmaya çalışılmayacaktı.
لرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ ۚ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ ۚ وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ ۖ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا ۗ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا
[004.034] Er olanlar kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kerre
Allah birini diğerinden üstün yaratmış bir de erler mallarından infak
etmektedirler, onun için iyi kadınlar itaatkârdırlar, Allah kenidlerini
sakladığı cihetle kendileri de gaybı muhafaza ederler, serkeşliklerinden endişe
ettiğiniz kadınlara gelince: evvelâ kendilerine nasıhat edin, sonra yattıkları
yerde mehcur bırakın, yine dinlemezlerse döğün, dinledikleri halde incitmeye
behane aramayın, çünkü Allah çok yüksek, çok büyük bulunuyor. [Elmalılı Hamdi Yazır]
Kur'an'ın hüküm içeren ayetlerinin doğru anlaşılması, böyle bir hükmün verilmesine sebep olan mevcut durumun dikkate alınması ile mümkündür. Kur'an yaşayan bir topluma inmiş, ve bu toplumun yaşantısı içinde olumlu ve olumsuz olarak görülen bir takım yaşam tarzları bulunmaktadır.
Aile olarak bildiğimiz, karı koca ve çocuklardan oluşan toplumun temel taşı olan yapı, insanlığın var oluşundan beri mevcut bulunmakta, ve bu yapının sağlam olması toplum menfaati açısından büyük önem arz etmektedir. Nisa s. 34. ayetine baktığımızda, aile içinde bulunan bir sorunun nasıl halledilebileceği ile ilgili hüküm taşımakta olduğu görülmektedir. Bu ayetin indiği toplum içinde mutlaka ailelerin olduğu, ve bu ayetin bu aileler ile ilgili bir takım sorunlara çözüm önerisi sunduğu dikkate alınmalıdır.
Bu çözüm önerisi sunulur iken, nuzül döneminde kadınların toplum içindeki durumlarının dikkate alınması büyük önem taşımaktadır. Bunu söylerken rivayetleri adres gösterdiğimiz anlaşılmamalı, Kur'an'ın kadınlar ile ilgili ayetleri dikkate alınarak, onların nüzul dönemindeki mevcut toplumsal yapılarının arka plan bilgisi, o ayetlerden çıkarılmalıdır.
Kur'an'ın kadınların evlenmesi, boşanması, mallarının idaresi gibi ayetlerine baktığımızda arka planda kadının toplum içinde ikinci sınıf bir vatandaş muamelesi gördüğü, sahip olması gereken haklarının verilmediği görülebilecektir. Onlarla ilgili ayetlerin onların bu durumlarının iyileştirilmesine yönelik olduğu herkesin dikkatini çekecektir.
Bu arka plan dikkate alındığında, Kur'an'ın kadınlar ile ilgili olan hükümlerinin onların mevcut olan kötü durumlarını iyileştirici ayetler olarak okunması, bizlerin özellikle Nisa s. 34. ayeti hakkında bir takım spekülasyonlar yapmak gereğinden de kurtaracaktır. Kur'an'ın kadınlara karşı iyi davranmayı emretmesinin arka planında, onlara karşı mevcut olan kötü davranışların olduğu dikkate alınmalıdır. Çünkü kadınlarına zaten iyi davranan bir topluma karşı yeniden böyle emirler verilmesinin bir gereği yoktur.
Ayet içindeki erkekler için geçen Kavvam, kadınlar için geçen Salihat kelimesi, ailenin temelini teşkil eden karı kocanın olması gereken ideal durumunu yansıtmaktadır. Kavvam kelimesinin ifade ettiği en genel anlam, erkeğin aile içinde eşine ve çocuklarına karşı olan görev ve yetkilerini yerine getirmesini işaret etmekte, Salihat kelimesinin ifade ettiği en geniş anlam ise, kadının eşine ve çocuklarına karşı olan vazifelerini yerine getirmesine işaret etmektedir.
Kavvam erkek ile, Saliha bir kadının oluşturduğu aile içinde çıkabilecek olan sorunlar yine bu kelimelerin ifade ettikleri anlamlara sahip olmanın gerektirdiği şekilde çözülecektir. Nisa s. 34. ayet içindeki yaptırımların, Saliha olmanın dışına çıkan kadınlar için olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Saliha bir kadının en önemli özelliği ise, ırzını ve namusunu korumaya özen göstermesi, onu bu konuda sıkıntıya sokacak her türlü davranıştan kaçınmasıdır. Bu durum sadece kadın için değil, erkek için de elbette geçerlidir. Nisa s. 34. ayetinde kadının böyle bir duruma düşmesi, Nüşuz kelimesi ile ifade edilmektedir.
Bu durumdaki bir kadına erkek tarafından:
1- Yaptığının yanlışlığı hakkında nasihat edilecek.
2- Nasihat kar etmezse, yatakta yalnız bırakılacak.
3 Yatakta yalnız bırakmak kar etmezse, kadın dövülecek.
Zurnanın zırt dediği yer 3. şık olup, kadının dövülmesi konusu etrafında fırtınalar koparılmakta, ayet içinde geçen Darabe kelimesinin çok anlamlı olmasının verdiği avantajla, kelimenin dövmek değil, ayrılmak veya başka anlamlara sahip olduğu iddia edilmekte, Darabe kelimesinin çevirisi bazı kimseler tarafından o şekilde yapılmaktadır.
Yine tekrarlamak isteriz ki: Ayet kadınları dövmek şeklinde yeni bir hüküm getirmemekte, aksine kadınların aile içinde eşleri tarafından dövülmek sureti ile maruz kaldıkları zor duruma yeni bir düzenleme getirerek, onların durumlarını iyileştirmeye yönelik hükümler getirmektedir.
Kadının ikinci sınıf olarak görüldüğü ve sahip olduğu haklarının verilmediği bir toplumda onların erkeklerden şiddet görmesi de kaçınılmazdır. Yani Kur'an'ın nazil olduğu toplum içinde kadın, eşi tarafından dövülen ve hor görülen bir konumdadır. Öncelikle bu saptamanın yapılması, Nisa s. 34. ayetinin doğru anlaşılmasında önem arz etmektedir.
Bu saptama yapıldıktan sonra ayet içinde geçen Nuşüz kelimesinin ifade ettiği anlam gündeme gelecektir.
Dikkat edilirse kadının dövülebilmesi için bırakılan alan, dar bir alandan onun eşinin namusuna halel getirebileceği daha geniş bir alana çekilmiştir. Kadının nüşuzu ile ifade edilen alan, kadının yemeğin tuzunu fazla koymuş olması, komşulardan eve geç gelmiş olması veya eşinin maddi gücünü aşan bir istekte bulunmuş olması gibi tali meseleler değil, namus konusu gibi ağır ve hiç bir kadının kolay kolay cesaret edemeyeceği bir alana çekilmiştir. Yani bir kadının dövülebilme sebebi, namusuna halel getirecek bir yol içinde olmasıdır.
Bunu söylerken, kadın böyle bir duruma düştüğünde onun dövülmesi Farz hükmündedir gibi bir iddia içinde olmadığımız bilinmelidir. Kadın velev ki dövülmeyi hak edecek bir eylem içine girse, eşi de onu dövmemiş olsa, bu durumdaki erkek herhangi bir günah altına girmeyecektir. Ayet, kadınların dövülmesini en uzak bir ihtimal olan namus konusu ile ilişiklendirmek sureti ile, kadına şiddeti toplum hayatından çıkarmayı amaçlamaktadır.
Nisa s. 34. ayetinden zımnen şunu anlamak sanırım yanlış olmayacaktır: "Eşini her fırsatta dövmek için fırsat kollayan ey erkekler!!: Eşlerinizi olur olmaz sebeplerden ötürü dövmeniz asla doğru değildir. Size onları dövebilmeniz için bıraktığım açık kapı, sadece onların sizin namusunuza halel getirebilecek bir duruma düşmeleridir. Bunun dışında kadınlarınızı dövmeniz size yasaktır".
Bu yaptırımlar boşanmanın tercih edilmemesi, sorunun aile içinde halledilmesi durumlarında geçerli olabileceği de hatırdan çıkarılmamalıdır.
Bizim Nisa s. 34. ayetine yaptığımız bu şekildeki yorumumuz, "Öyleyse neden Allah direk olarak "Kadınlarınızı dövmenizi yasaklıyorum" şeklinde bir emir vermedi de, böyle dolambaçlı bir yol önerdi?" sorusunu beraberinde getirecektir.
Nisa s. 43. ayetinde içkili iken namaza yaklaşılmaması emri, bu soruya bir cevap teşkil edebilir. İçkinin halen kullanıldığı bir toplumda bunu birden yasak etmenin bazı sıkıntılara yol açma ihtimalini göz önünde bulundurduğumuzda, tedrici olarak yasaklama daha uygun bir yol olarak görülecektir. Nisa s. 43. ayeti içki içmenin alanını nasıl daraltıyor ise, Nisa s. 34. ayeti de kadınlara karşı şiddet kullanmanın alanını öyle daraltmakta, bu sorunu tedrici olarak çözme yoluna gitmektedir.
Ayetin nuzül dönemi arka planını hesaba katmadan okumaya çalışanların takıldıkları bir nokta da, 2. sıradaki yaptırım olan kadınların yatakta yalnız bırakılmalarıdır. Bir çok insan böyle bir işlemin kadından çok erkeğe ceza olduğunu düşünecektir. Ancak nuzül döneminde bir çok erkeğin bugünkü gibi tek eşli değil, birden fazla eş sahibi olduğu hesaba katıldığında ve 2. şıktaki yaptırım erkeklerin bu durumu göz önüne alınarak okunduğunda, kadına karşı bir yaptırım olduğu anlaşılacaktır.
Nisa s. 34. ayetinde geçen Nüşuz kelimesi, aynı surenin 128. ayetinde de geçmekte, Darabe fiilinin Vurmak anlamına sahip olmadığını düşünenler tarafından, "Kadını nüşuz ettiğinde erkek kadını dövebiliyor ise, erkek nüşuz ettiğinde kadın neden erkeği dövemiyor?" şeklinde sorular sorulmaktadır.
Bu tür sorular, Nisa s. 34. ayetinin kadının nüşuz ettiğinde dövülmesi gerektiğine dair yeni bir hüküm getirdiğinin zannedildiği için sorulmakta, ve böyle bir sorunun sorulması, Nisa s. 34. ayetinin ilk düğmesinin baştan yanlış iliklenmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu tür soruları soranların kafalarında Nisa s. 34. ayetinin kadının dövülmesine dair bir emir veya tavsiye olduğu zannı hakim bulunmaktadır.
Burada tekrar hatırlatıyoruz: Allah (c.c) kadının nüşuzunda ona uygulanması gereken müeyyideler hakkında hüküm değil, kadınlara şiddet uygulayan bir toplumun erkeklerinin hareket alanını kısıtlamak amaçlı bir yönteme başvurmaktadır.
Kur'an ayetlerinin dün indiği topluma dair ne söylemiş olabileceği hesaba katılmadan, bugün bizlere ne demiş olabileceği üzerinde yapılacak anlama çalışmaları eksik kalacaktır. Kur'an'ın nazil olduğu zaman içinde yaşayan toplumun sosyal şartları ile, şu anda bizim yaşadığımız toplumun sosyal şartlarının aynı olmadığı malumdur. Hal böyle iken dün indiği toplumda herhangi bir sorun teşkil etmeyen bir ayetin, bugün şartların değiştiği bir toplumda sorun teşkil ediyor gibi görünmesi, o ayet veya kelime ile ilgili bir takım spekülasyonlar yapmaya çalışarak, onu birilerinin hoşuna gidecek şekle sokmayı gerektirmez.
Nisa s. 34. ayeti ilk bakışta sanki kadınlara bir takım cezai müeyyideler uygulayan bir ayet gibi görünmesine karşın, aslında erkeğe bir takım müeyyideler uygulamaktadır. Çünkü kadına şiddeti kendi uygun gördüğü şartlara göre uygulayan bir toplumun erkeklerine, Kur'an tarafından daha ağır şartlar getirilmekte, kadına şiddet uygulayan erkeklerin elleri bir şekilde bağlanmak sureti ile kadına şiddet şartları zorlaştırılmaktadır.
Sonuç olarak: Nisa s. 34. ayetinde geçen Darabe kelimesi üzerinde yapılan anlama çalışmaları ilk başta yanlış bir noktadan başlaması sebebi ile yanlış sonuçlar çıkarılmasına sebep olmaktadır. Tarih üstücü okuma taraftarlarının, kendilerinin tarihselci olarak suçlanmalarından çekinmesi sebebi ile, ayetin tarihsel bağlamına dikkat etmemiş olmaları, ilgili fiilin üzerinde bir takım oynamalar yaparak, ayet üzerinde bazılarının hoşuna gidecek iyileştirme çalışmaları yapmaları kabul edilir bir durum değildir.
Şayet ilgili ayet, nuzül döneminde kadının mevcut olan kötü durumunun iyileştirmesi doğrultusunda erkeğe yönelik bir takım yaptırımlar olarak okunmaya çalışılsaydı, üzerinde bu kadar fırtınalar koparılmasına gerek duyulmazdı.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 Mart 2018 Perşembe
29 Ağustos 2017 Salı
Venhar Kelimesinin Anlamını Tarihi Arka Plandan Okumak
Kur'an'ın doğru anlaşılmasında tarihi arka plan dediğimiz, Kur'an'ın nuzulü öncesi dönemin sosyal, kültürel ve ekonomik şartlarının bilinmesinin önemi yadsınamaz. Kur'an ile ilgili yapılan meal ve tefsir çalışmalarında bu noktanın göz ardı edilmesi, bir takım eksik ve yanlış anlamalara götürebileceği için, bu bilgi mutlaka dikkate alınmalıdır.
Yazımızda Kevser suresi içinde geçen Venhar kelimesinin bazı farklı anlamlara sahip olduğundan yola çıkarak, hangi anlamın daha isabetli olabileceği üzerindeki düşüncelerimizi, nuzül dönemi arka planı dikkate alarak paylaşmaya çalışacağız.
İlgili surenin meali şu şekildedir;
1. Muhakkak biz sana Kevser’i verdik.
2. Öyleyse Rabb’in için salat et ve nahr et.
3. Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğzedendir.
Surenin 2. ayetindeki fesalli ve venhar kelimelerinin, meallerde genellikle namaz kıl ve kurban kes olarak çevrilmesine karşın, salat kelimesinin namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğuna dikkati çekmek istiyoruz. Venhar kelimesinin anlamını ise tarihi arka planı dikkate alarak bulmaya çalışacağız.
Venhar kelimesinin, meallerde ağırlıklı olarak Kurban kes olarak çevrilmesine karşın, ellerini göğüs hizasına kaldır veya zorluklara göğüs ger şeklinde de çevrildiğini görmekteyiz.
Ennahru; Gerdanlık geçirilen yer anlamına gelmektedir. Kelimenin, devenin göğsünün yukarısında nefes borusunun göründüğü yere bıçak sokmak anlamına gelen Nahru-l Bağiru şeklindeki kullanımı buradan gelmektedir. Kelimenin bugün bizim dilimizde de kullandığımız İntihar Etmek deyiminin can almak ile ilgili olması, ve kelimenin yaygın anlamının deve kesimi ile ilgili kullanılması, kelimeye anlam oturtmakta yardımcı olacaktır.
Öncelikle şu noktayı hatırlatmak isteriz ki, bu ayetten kurban kesmenin Farz, Vacip, Sünnet olduğu gibi fıkhi hükümlerin çıkarılmaya çalışılmasının makul bir yaklaşım olmadığını düşünmekteyiz. Böyle bir yaklaşım, kurban ibadetinin sanki ilk defa emredilmiş gibi bir düşünceye kapı açmaktadır. Kurban ibadeti Kur'an ile ilk defa insanlık sahasına çıkmış bir ibadet değil, binlerce yıllık insanlık tarihinin kadim bir kültürüdür. Bu ayet üzerinden fıkhi hükümler üretmeye kalkmak, ayetin vermek istediği mesaj ile örtüştüğünü söylemek maalesef zordur.
Yaklaşmak anlamına gelen kurban, insanlığın kadim ibadetlerinden bir tanesi olması hasebiyle, Arap toplumunda da öteden beri icra edilmekte idi. Kur'an'ın Mekke'de inen ayetlerine, özellikle Enam suresi 136-145. ayetleri arasına baktığımızda, Arap toplumunda icra edilen kurban ibadetinin nuzül öncesi arka planını okuyabilmek mümkündür.
Hac s. 34. ayeti, ehli hayvan kesimi üzerinden yapılan ibadetin tarihi köklerini anlayabilmek açısından önemli bilgiler içermektedir.
[022.034] Biz; her ümmet için mensek kıldık ki Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar. Sizin ilahınız, bir tek ilahtır. O'na teslim olun. Sen ihsan sahibi olanları müjdele.
Allah (c.c) kullarına ehli hayvanlar üzerinden verdiği rızkı, ona yakınlaşma ve tek ilah olduğunu tasdik etmeleri için bir vesile saymalarını istemesi, kurban ibadetini ana temasını oluşturmaktadır. Kesilen hayvanlar üzerinde onun adını anmak sureti ile Tevhid akidesine uyduklarını göstermek demek olan bu ibadet, zaman içinde yön değiştirerek, Allah dışındaki ilahların adının anılarak ifa edilen bir şirk ibadetine dönüşmüştür.
Nuzül öncesi Arap toplumunun Allah'ın bu emrini yerine getirmeleri, yön değiştirerek şirk ibadetine dönüşmüş, kendilerine rızık olarak verdiği ehli hayvanları Allah ile ortak tuttukları putlarının adını anarak kesmeleri onların yaşam şekli haline dönüşmüştü. Bu durumu Kur'an içindeki ayetlerden anlamak mümkündür.
Venhar kelimesine verilen ellerini göğüs hizasına kaldır veya zorluklara göğüs ger şeklindeki anlamlar, her ne kadar kelimenin anlamı ile herhangi bir tezat arz etmemiş olsa da, nuzül öncesi Arap toplumunun uyguladığı kurban ibadetinin arka planını dikkate aldığımızda bu anlamlar pek uygun düşmemektedir.
Nuzül dönemi öncesi salat kavramının Araplar nezdindeki durumu Maun ve Enfal s. 35 gibi ayetlerden anlaşılabileceği üzere asli mecraından sapmış bir şekilde idi. Kur'an'ın bu kavramı asıl mecraına yönlendirmek için indiğini dikkate aldığımızda, Venhar emrinin de ibadet kastı ile kesilen ehli hayvanların kesilmesi ile ilgili olması daha makul görünmektedir.
Sonuç olarak; Kevser suresi 2. ayetindeki Venhar emrinin, nuzül öncesi tarihi arka plan dikkate alındığında, şirk bulaştırılmak sureti ile Allah dışındaki ortaklarının adının anılarak kesildiği bir ibadet haline getirilen kurban ibadetinin asli mecraına döndürülmesine dair bir emir olarak anlaşılmasının daha uygun olduğunu düşünmekteyiz. Kelimeye verilen diğer anlamlar, her ne kadar kelimenin anlamına uygun olmuş olsa da, tarihi arka planı dikkate aldığımızda, kelimenin yaygın anlamı olan Deveyi boğazlamak şeklindeki anlamın dikkate alınarak ilgili ayete anlam verilmeye çalışılması daha uygun olacağı görülmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Yazımızda Kevser suresi içinde geçen Venhar kelimesinin bazı farklı anlamlara sahip olduğundan yola çıkarak, hangi anlamın daha isabetli olabileceği üzerindeki düşüncelerimizi, nuzül dönemi arka planı dikkate alarak paylaşmaya çalışacağız.
İlgili surenin meali şu şekildedir;
1. Muhakkak biz sana Kevser’i verdik.
2. Öyleyse Rabb’in için salat et ve nahr et.
3. Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğzedendir.
Surenin 2. ayetindeki fesalli ve venhar kelimelerinin, meallerde genellikle namaz kıl ve kurban kes olarak çevrilmesine karşın, salat kelimesinin namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğuna dikkati çekmek istiyoruz. Venhar kelimesinin anlamını ise tarihi arka planı dikkate alarak bulmaya çalışacağız.
Venhar kelimesinin, meallerde ağırlıklı olarak Kurban kes olarak çevrilmesine karşın, ellerini göğüs hizasına kaldır veya zorluklara göğüs ger şeklinde de çevrildiğini görmekteyiz.
Ennahru; Gerdanlık geçirilen yer anlamına gelmektedir. Kelimenin, devenin göğsünün yukarısında nefes borusunun göründüğü yere bıçak sokmak anlamına gelen Nahru-l Bağiru şeklindeki kullanımı buradan gelmektedir. Kelimenin bugün bizim dilimizde de kullandığımız İntihar Etmek deyiminin can almak ile ilgili olması, ve kelimenin yaygın anlamının deve kesimi ile ilgili kullanılması, kelimeye anlam oturtmakta yardımcı olacaktır.
Öncelikle şu noktayı hatırlatmak isteriz ki, bu ayetten kurban kesmenin Farz, Vacip, Sünnet olduğu gibi fıkhi hükümlerin çıkarılmaya çalışılmasının makul bir yaklaşım olmadığını düşünmekteyiz. Böyle bir yaklaşım, kurban ibadetinin sanki ilk defa emredilmiş gibi bir düşünceye kapı açmaktadır. Kurban ibadeti Kur'an ile ilk defa insanlık sahasına çıkmış bir ibadet değil, binlerce yıllık insanlık tarihinin kadim bir kültürüdür. Bu ayet üzerinden fıkhi hükümler üretmeye kalkmak, ayetin vermek istediği mesaj ile örtüştüğünü söylemek maalesef zordur.
Yaklaşmak anlamına gelen kurban, insanlığın kadim ibadetlerinden bir tanesi olması hasebiyle, Arap toplumunda da öteden beri icra edilmekte idi. Kur'an'ın Mekke'de inen ayetlerine, özellikle Enam suresi 136-145. ayetleri arasına baktığımızda, Arap toplumunda icra edilen kurban ibadetinin nuzül öncesi arka planını okuyabilmek mümkündür.
Hac s. 34. ayeti, ehli hayvan kesimi üzerinden yapılan ibadetin tarihi köklerini anlayabilmek açısından önemli bilgiler içermektedir.
[022.034] Biz; her ümmet için mensek kıldık ki Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar. Sizin ilahınız, bir tek ilahtır. O'na teslim olun. Sen ihsan sahibi olanları müjdele.
Allah (c.c) kullarına ehli hayvanlar üzerinden verdiği rızkı, ona yakınlaşma ve tek ilah olduğunu tasdik etmeleri için bir vesile saymalarını istemesi, kurban ibadetini ana temasını oluşturmaktadır. Kesilen hayvanlar üzerinde onun adını anmak sureti ile Tevhid akidesine uyduklarını göstermek demek olan bu ibadet, zaman içinde yön değiştirerek, Allah dışındaki ilahların adının anılarak ifa edilen bir şirk ibadetine dönüşmüştür.
Nuzül öncesi Arap toplumunun Allah'ın bu emrini yerine getirmeleri, yön değiştirerek şirk ibadetine dönüşmüş, kendilerine rızık olarak verdiği ehli hayvanları Allah ile ortak tuttukları putlarının adını anarak kesmeleri onların yaşam şekli haline dönüşmüştü. Bu durumu Kur'an içindeki ayetlerden anlamak mümkündür.
Venhar kelimesine verilen ellerini göğüs hizasına kaldır veya zorluklara göğüs ger şeklindeki anlamlar, her ne kadar kelimenin anlamı ile herhangi bir tezat arz etmemiş olsa da, nuzül öncesi Arap toplumunun uyguladığı kurban ibadetinin arka planını dikkate aldığımızda bu anlamlar pek uygun düşmemektedir.
Nuzül dönemi öncesi salat kavramının Araplar nezdindeki durumu Maun ve Enfal s. 35 gibi ayetlerden anlaşılabileceği üzere asli mecraından sapmış bir şekilde idi. Kur'an'ın bu kavramı asıl mecraına yönlendirmek için indiğini dikkate aldığımızda, Venhar emrinin de ibadet kastı ile kesilen ehli hayvanların kesilmesi ile ilgili olması daha makul görünmektedir.
Sonuç olarak; Kevser suresi 2. ayetindeki Venhar emrinin, nuzül öncesi tarihi arka plan dikkate alındığında, şirk bulaştırılmak sureti ile Allah dışındaki ortaklarının adının anılarak kesildiği bir ibadet haline getirilen kurban ibadetinin asli mecraına döndürülmesine dair bir emir olarak anlaşılmasının daha uygun olduğunu düşünmekteyiz. Kelimeye verilen diğer anlamlar, her ne kadar kelimenin anlamına uygun olmuş olsa da, tarihi arka planı dikkate aldığımızda, kelimenin yaygın anlamı olan Deveyi boğazlamak şeklindeki anlamın dikkate alınarak ilgili ayete anlam verilmeye çalışılması daha uygun olacağı görülmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
26 Nisan 2017 Çarşamba
Araf Suresindeki Adem ve İblis Kıssasını Tarihi Bağlamında Okumak
Kur'an, bilindiği üzere bundan yaklaşık olarak 1500 sene önce, Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan insanlara inmiş bir kitaptır. Bu kitabın doğru anlaşılmasında, ilk indiği zaman ve mekanda yaşayan insanların sosyokültürel alt yapısının bilinmesi büyük bir öneme haizdir. İnen ayetler ilk olarak bu zaman ve mekanda yaşayan insanların algılarına ve inançlarına hitap etmektedir. İlk hitabın doğru anlaşılması, bu hitabın sonrakilere dair neler söylemiş olabileceği konusunda daha doğru yaklaşımlar sergilenmesine yardımcı olacaktır.
Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile tarihi bilgiler vermeyi değil, muhataplarına doğru yolu göstermeyi amaçlamaktadır. Dikkatli Kur'an okuyucuları, herhangi bir kıssanın Kur'an içinde birden fazla geçişlerinde aynı olayın farklı olarak anlatıldığını görecektir. Bu farklılığın sebebi, anlatılan bir olay üzerinden muhataplarına mesaj vermektir.
Adem ve İblis kıssası, Kur'an içinde 7 ayrı sure içinde geçen bir kıssadır. Kıssanın Kur'an içinde geçtiği bütün sureler dikkatli okunduğunda, aynı kıssanın farklı olarak anlatıldığı görülecektir. Bu farklı anlatımların amacı, muhataplara bu kıssa üzerinden mesajlar vermek amacına matuf olup, okuyucunun, Bu kıssa bize nasıl bir mesaj vermektedir? sorusunun cevabını aramak olması gerektiğini düşünmekteyiz
Adem ve İblis kıssasının Araf suresi bölümünü okuduğumuzda gözümüze çarpan nokta, Adem ile eşinin kendilerine verilen ağaca yaklaşmama emrini çiğnediklerinde çıplak kalmaları ve örtünmek için üzerlerini cennet yaprakları ile örtmeye çalışmalarıdır. Kur'an ayetlerinin öncelikle ilk muhataplara ne dediğinin anlaşılması, sonrakilere ne demiş olabileceğinin anlaşılmasında kolaylıklar sağlayacağını dikkate aldığımızda, Mekke müşriklerinin Kabeyi çıplak olarak tavaf ettikleri tarihi bilgilerden öğrenilmekte, bu bilgiler ise Araf suresinde geçen kıssanın ana mesajını oluşturmaktadır. Ayrıca Mekkelilerin helal haram tayin etme noktasında kendilerini belirleyici kılmak sureti ile, bazı ekinler ve hayvanlar haram kıldıkları Enam suresinde bildirilmektedir.
İlk muhataplardan olan Mekke müşriklerinin bu durumu dikkate alınarak okunduğunda, Araf suresi içinde geçen Adem İblis kıssasının anlaşılmasında önemli bir adım atılmış olacaktır.
[007.011] And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, «Adem'e secde edin» dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.
[007.012] (Allah) Dedi: «Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?» (İblis) Dedi ki: «Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.»
[007.013] Ona, «İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen alçağın birisin» dedi.
[007.014] «İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar beni ertele» dedi.
[007.015] (Allah:) «Sen gözlenip-ertelenenlerdensin» dedi.
[007.016] De ki: «Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.»
[007.017] «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.
[007.018] (Allah) Dedi: «Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.»
[007.019] «Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.»
Kıssanın buraya kadar olan ayetlerinde, Ademe secde emrini yerine getirmeyen İblisin kovulması, Adem ile eşine verilen ağaca yaklaşmama emrini içeren ayetler bulunmaktadır. Kıssanın devam eden ayetlerinde, İblisin artık Şeytan olarak vasfedilerek, insanın ayağını cennetten kaydıran her unsurun bu isim altında anılarak evrensel bir anlama kavuşması dikkat çekmektedir. Şeytanın Adem ile eşine tuzak kurarak onları çıplak bırakmak için onlara oynadığı oyunu, Mekke müşriklerinin Kabeyi çıplak olarak tavaf etmelerini dikkate alarak okuduğumuz zaman, kıssanın ilk muhataplara olan mesajı ortaya çıkacaktır.
[007.020] Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti.» dedi.
[007.021] Ve: «Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim» diye yemin de etti.
[007.022] Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»
[007.023] Her ikisi, «Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz» dediler.
[007.024] «Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.»
[007.025] «Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız» dedi.
Kıssanın bu bölümündeki ayetlerde Şeytan, Adem ile eşini çıplak bırakmak için onlara yalan vaadler vererek amacına ulaşmaktadır. Yaptıkları hatanın sonucunda çıplak kalan Adem ile eşinin örtünmek için cennet yapraklarını kullanmaları, örtünmenin insanın fıtratından gelen bir özelliği olduğunu göstermektedir. Örtülü yaşamanın fıtri, çıplak yaşamanın ise arızi bir durum olduğunu, bu ayetler öncelikle Kabeyi çıplak tavaf eden Mekke müşriklerine öğretmektedir. Bu öğretiyi kıssanın ilerleyen ayetlerinde daha net görmekteyiz.
[007.026] Ey ademoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler inzal ettik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar.
[007.027] Ey ademoğulları, şeytan, ana ve babanızı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa; sakın size de bir fitne yapmasın. O da, taraftarları da sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanı; iman etmeyenlerin velileri yaptık.
Bu ayetler çıplaklığın Şeytanın Adem oğullarının ayağını cennetten kaydırmak için oynadığı oyunlardan bir tanesi olduğunu vurgulayarak, bundan sakınılmasını emretmektedir.
[007.028] Onlar; bir hayasızlık yaptıkları zaman: Biz atalarımızı da onun üzerinde bulduk. Allah da bize onu emretti, dediler. De ki: Allah; hiçbir zaman hayasızlığı emretmez. Siz, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?
28. ayet, Mekke müşrikleri tarafından Kabenin çıplak olarak tavaf edilmesinin çirkinliğini, Fahişeten kelimesi ile ifade etmekte, Mekkeliler ise bu fahşayı atalarından devraldıklarını ve bunu onlara Allah'ın emrettiğini söylemelerine karşın, bu durumun asla Allah tarafından emredilmediğini ve Mekkeliler'in yalan söylediğini bildirmektedir.
[007.029] De ki: «Benim Rabbim adâletle emretmiştir. Ve her secde yerinde yüzlerinizi doğru tutunuz ve O'na dinde muhlis kimseler olarak ibadette bulununuz. Sizi iptidaen yarattığı gibi, yine O'na döneceksinizdir.»
29. ayet, Allah'ın insanlara dair olan emirlerinin adalet dairesinin dışına çıkmadığını, Allah'ın insanlara böyle bir şey emretmediğini, insanların ona karşı nasıl kulluk yapması gerektiğini beyan etmektedir.
[007.030] O, bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmına da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veliler edindiler. Bir de kendilerini doğru yolda sanırlar.
30. ayet, bu yanlışı bir kısım insanın gördüğünü, bir kısım insanın ise görmeyerek sapkınlığa devam ederek Şeytanı veli edindiğini, bu yolun doğru yol olduğunu zannettiklerini bildirmektedir.
[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
31. ayet içinde geçen Zinet kelimesi , İnsanı dünya ve ahirette ona leke getirmeyen, onu rezil etmeyen, onu çirkinleştirmeyen şey anlamındadır. Buna göre zinetin takılması demek , insanı dünya ve ahirette rezil etmeyen ve çirkinleştirmeyen bir hayat sürülmesinin gerektiği anlamındadır. Mekkeliler'in Kabeyi çıplak yani zinetsiz olarak tavaf etmelerinin, onları dünya ve ahirette rezil eden ve çirkinleştiren bir durum olduğu hatırlatılmaktadır.
[007.032] De ki: «Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?» De ki: «Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.» Bilen bir topluluk için ayeteri böyle birer birer açıklarız.
32. ayet, Haram belirleme yetkisinin Allah'a ait olduğunu hatırlatarak, Mekkeliler'in tayin ettiği haramların yanlışlığına vurgu yapmaktadır. Allah'a iman eden kimselerin böyle bir yanlışa düşmeyeceğini hatırlatan ayet, dünya hayatında bu yanlışa düşenlerin kıyamet gününde bu zinet ve temiz rızıklardan mahrum kalacaklarını haber vermektedir.
[007.033] De ki: Rabbım, açığıyla, gizlisiyle tüm hayasızlıkları, günahı, Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.
İnsanların yegane rabbi ve ilahı olmasının kendisine verdiği yetki ile onlar üzerinde tasarruf sahibi olan Allah (c.c), haram koyma yetkisine dayanarak bu ayette Mekkeliler'in helal gördüğü şeylerin haram olduğunu beyan etmektedir. 28. ayette Fahişeten olarak geçen Kabeyi çıplak tavaf etmenin Mekkeliler tarafından helal olarak görülerek şirk işlenmesinin haram olduğu ve bu durumun Allah'a karşı bilmedikleri şeyi söylemek olduğu haber verilmektedir.
[007.034] Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri dolunca ne bir saat gecikebilir ne de öne geçebilirler.
[007.035] Ey Adem oğulları! Size aranızdan ayetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[007.036] Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.
Bu ayetler ise, dünya hayatının belirli bir süre olduğunu bildirerek, yaşadıkları hayat içinde kendilerine gelen elçilere itaat edenlerin kurtuluşa ereceklerini haber vermekte, dünya hayatında ayetleri yalanlayan bir hayat sürenleri ise ebedi cehennem ile tehdit etmektedir.
Sonuç olarak; Adem ve İblis kıssasını tarihi bağlamında okuduğumuzda bu sure içinde anlatılan kıssanın ana mesajının çıplaklığın çirkinliği olduğu görülecektir. Mekkeliler'in Kabeyi çıplak tavaf etmelerinin çirkinliğini hatırlatarak, bu çirkinlikten vazgeçmelerini öğütleyen ayetler, elbette sadece Mekkeliler ile sınırlı ve tarihselliğe gömülecek ayetler değildir.
Bu ayetler evrensel mesaj olarak, insanın örtülü olmasının fıtratından gelen bir hal olduğunu, çıplaklığın Şeytan işi olduğunu, insanların örtülerini atmak sureti ile gezmelerinin Şeytan iğvası olduğunu belirterek, fıtratın gerektirdiği şekilde bir hayat sürmenin insanları dünya ve ahirette rezil etmeyeceğini ve çirkinleştirmeyeceğini haber vermektedir.
İnsan hayatında helal ve haramları tayin yetkisinin sadece Allah'a ait olduğu vurgulanan kıssada, bu tayin yetkisini insanlara vermenin şirk olduğu da hatırlatılmaktadır.
Özellikle bayanların güzellik uğruna örtülerin atmaları, onları Allah indinde rezil ve çirkin duruma düşüreceği bu ayetlerin mesajı dahilindedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile tarihi bilgiler vermeyi değil, muhataplarına doğru yolu göstermeyi amaçlamaktadır. Dikkatli Kur'an okuyucuları, herhangi bir kıssanın Kur'an içinde birden fazla geçişlerinde aynı olayın farklı olarak anlatıldığını görecektir. Bu farklılığın sebebi, anlatılan bir olay üzerinden muhataplarına mesaj vermektir.
Adem ve İblis kıssası, Kur'an içinde 7 ayrı sure içinde geçen bir kıssadır. Kıssanın Kur'an içinde geçtiği bütün sureler dikkatli okunduğunda, aynı kıssanın farklı olarak anlatıldığı görülecektir. Bu farklı anlatımların amacı, muhataplara bu kıssa üzerinden mesajlar vermek amacına matuf olup, okuyucunun, Bu kıssa bize nasıl bir mesaj vermektedir? sorusunun cevabını aramak olması gerektiğini düşünmekteyiz
Adem ve İblis kıssasının Araf suresi bölümünü okuduğumuzda gözümüze çarpan nokta, Adem ile eşinin kendilerine verilen ağaca yaklaşmama emrini çiğnediklerinde çıplak kalmaları ve örtünmek için üzerlerini cennet yaprakları ile örtmeye çalışmalarıdır. Kur'an ayetlerinin öncelikle ilk muhataplara ne dediğinin anlaşılması, sonrakilere ne demiş olabileceğinin anlaşılmasında kolaylıklar sağlayacağını dikkate aldığımızda, Mekke müşriklerinin Kabeyi çıplak olarak tavaf ettikleri tarihi bilgilerden öğrenilmekte, bu bilgiler ise Araf suresinde geçen kıssanın ana mesajını oluşturmaktadır. Ayrıca Mekkelilerin helal haram tayin etme noktasında kendilerini belirleyici kılmak sureti ile, bazı ekinler ve hayvanlar haram kıldıkları Enam suresinde bildirilmektedir.
İlk muhataplardan olan Mekke müşriklerinin bu durumu dikkate alınarak okunduğunda, Araf suresi içinde geçen Adem İblis kıssasının anlaşılmasında önemli bir adım atılmış olacaktır.
[007.011] And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, «Adem'e secde edin» dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.
[007.012] (Allah) Dedi: «Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?» (İblis) Dedi ki: «Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.»
[007.013] Ona, «İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen alçağın birisin» dedi.
[007.014] «İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar beni ertele» dedi.
[007.015] (Allah:) «Sen gözlenip-ertelenenlerdensin» dedi.
[007.016] De ki: «Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.»
[007.017] «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.
[007.018] (Allah) Dedi: «Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.»
[007.019] «Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.»
Kıssanın buraya kadar olan ayetlerinde, Ademe secde emrini yerine getirmeyen İblisin kovulması, Adem ile eşine verilen ağaca yaklaşmama emrini içeren ayetler bulunmaktadır. Kıssanın devam eden ayetlerinde, İblisin artık Şeytan olarak vasfedilerek, insanın ayağını cennetten kaydıran her unsurun bu isim altında anılarak evrensel bir anlama kavuşması dikkat çekmektedir. Şeytanın Adem ile eşine tuzak kurarak onları çıplak bırakmak için onlara oynadığı oyunu, Mekke müşriklerinin Kabeyi çıplak olarak tavaf etmelerini dikkate alarak okuduğumuz zaman, kıssanın ilk muhataplara olan mesajı ortaya çıkacaktır.
[007.020] Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti.» dedi.
[007.021] Ve: «Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim» diye yemin de etti.
[007.022] Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»
[007.023] Her ikisi, «Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz» dediler.
[007.024] «Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.»
[007.025] «Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız» dedi.
Kıssanın bu bölümündeki ayetlerde Şeytan, Adem ile eşini çıplak bırakmak için onlara yalan vaadler vererek amacına ulaşmaktadır. Yaptıkları hatanın sonucunda çıplak kalan Adem ile eşinin örtünmek için cennet yapraklarını kullanmaları, örtünmenin insanın fıtratından gelen bir özelliği olduğunu göstermektedir. Örtülü yaşamanın fıtri, çıplak yaşamanın ise arızi bir durum olduğunu, bu ayetler öncelikle Kabeyi çıplak tavaf eden Mekke müşriklerine öğretmektedir. Bu öğretiyi kıssanın ilerleyen ayetlerinde daha net görmekteyiz.
[007.026] Ey ademoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler inzal ettik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar.
[007.027] Ey ademoğulları, şeytan, ana ve babanızı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa; sakın size de bir fitne yapmasın. O da, taraftarları da sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanı; iman etmeyenlerin velileri yaptık.
Bu ayetler çıplaklığın Şeytanın Adem oğullarının ayağını cennetten kaydırmak için oynadığı oyunlardan bir tanesi olduğunu vurgulayarak, bundan sakınılmasını emretmektedir.
[007.028] Onlar; bir hayasızlık yaptıkları zaman: Biz atalarımızı da onun üzerinde bulduk. Allah da bize onu emretti, dediler. De ki: Allah; hiçbir zaman hayasızlığı emretmez. Siz, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?
28. ayet, Mekke müşrikleri tarafından Kabenin çıplak olarak tavaf edilmesinin çirkinliğini, Fahişeten kelimesi ile ifade etmekte, Mekkeliler ise bu fahşayı atalarından devraldıklarını ve bunu onlara Allah'ın emrettiğini söylemelerine karşın, bu durumun asla Allah tarafından emredilmediğini ve Mekkeliler'in yalan söylediğini bildirmektedir.
[007.029] De ki: «Benim Rabbim adâletle emretmiştir. Ve her secde yerinde yüzlerinizi doğru tutunuz ve O'na dinde muhlis kimseler olarak ibadette bulununuz. Sizi iptidaen yarattığı gibi, yine O'na döneceksinizdir.»
29. ayet, Allah'ın insanlara dair olan emirlerinin adalet dairesinin dışına çıkmadığını, Allah'ın insanlara böyle bir şey emretmediğini, insanların ona karşı nasıl kulluk yapması gerektiğini beyan etmektedir.
[007.030] O, bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmına da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veliler edindiler. Bir de kendilerini doğru yolda sanırlar.
30. ayet, bu yanlışı bir kısım insanın gördüğünü, bir kısım insanın ise görmeyerek sapkınlığa devam ederek Şeytanı veli edindiğini, bu yolun doğru yol olduğunu zannettiklerini bildirmektedir.
[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
31. ayet içinde geçen Zinet kelimesi , İnsanı dünya ve ahirette ona leke getirmeyen, onu rezil etmeyen, onu çirkinleştirmeyen şey anlamındadır. Buna göre zinetin takılması demek , insanı dünya ve ahirette rezil etmeyen ve çirkinleştirmeyen bir hayat sürülmesinin gerektiği anlamındadır. Mekkeliler'in Kabeyi çıplak yani zinetsiz olarak tavaf etmelerinin, onları dünya ve ahirette rezil eden ve çirkinleştiren bir durum olduğu hatırlatılmaktadır.
[007.032] De ki: «Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?» De ki: «Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.» Bilen bir topluluk için ayeteri böyle birer birer açıklarız.
32. ayet, Haram belirleme yetkisinin Allah'a ait olduğunu hatırlatarak, Mekkeliler'in tayin ettiği haramların yanlışlığına vurgu yapmaktadır. Allah'a iman eden kimselerin böyle bir yanlışa düşmeyeceğini hatırlatan ayet, dünya hayatında bu yanlışa düşenlerin kıyamet gününde bu zinet ve temiz rızıklardan mahrum kalacaklarını haber vermektedir.
[007.033] De ki: Rabbım, açığıyla, gizlisiyle tüm hayasızlıkları, günahı, Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.
İnsanların yegane rabbi ve ilahı olmasının kendisine verdiği yetki ile onlar üzerinde tasarruf sahibi olan Allah (c.c), haram koyma yetkisine dayanarak bu ayette Mekkeliler'in helal gördüğü şeylerin haram olduğunu beyan etmektedir. 28. ayette Fahişeten olarak geçen Kabeyi çıplak tavaf etmenin Mekkeliler tarafından helal olarak görülerek şirk işlenmesinin haram olduğu ve bu durumun Allah'a karşı bilmedikleri şeyi söylemek olduğu haber verilmektedir.
[007.034] Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri dolunca ne bir saat gecikebilir ne de öne geçebilirler.
[007.035] Ey Adem oğulları! Size aranızdan ayetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[007.036] Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.
Bu ayetler ise, dünya hayatının belirli bir süre olduğunu bildirerek, yaşadıkları hayat içinde kendilerine gelen elçilere itaat edenlerin kurtuluşa ereceklerini haber vermekte, dünya hayatında ayetleri yalanlayan bir hayat sürenleri ise ebedi cehennem ile tehdit etmektedir.
Sonuç olarak; Adem ve İblis kıssasını tarihi bağlamında okuduğumuzda bu sure içinde anlatılan kıssanın ana mesajının çıplaklığın çirkinliği olduğu görülecektir. Mekkeliler'in Kabeyi çıplak tavaf etmelerinin çirkinliğini hatırlatarak, bu çirkinlikten vazgeçmelerini öğütleyen ayetler, elbette sadece Mekkeliler ile sınırlı ve tarihselliğe gömülecek ayetler değildir.
Bu ayetler evrensel mesaj olarak, insanın örtülü olmasının fıtratından gelen bir hal olduğunu, çıplaklığın Şeytan işi olduğunu, insanların örtülerini atmak sureti ile gezmelerinin Şeytan iğvası olduğunu belirterek, fıtratın gerektirdiği şekilde bir hayat sürmenin insanları dünya ve ahirette rezil etmeyeceğini ve çirkinleştirmeyeceğini haber vermektedir.
İnsan hayatında helal ve haramları tayin yetkisinin sadece Allah'a ait olduğu vurgulanan kıssada, bu tayin yetkisini insanlara vermenin şirk olduğu da hatırlatılmaktadır.
Özellikle bayanların güzellik uğruna örtülerin atmaları, onları Allah indinde rezil ve çirkin duruma düşüreceği bu ayetlerin mesajı dahilindedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
4 Nisan 2017 Salı
İbni Kuteybe'nin Recm Cezasını Savunması ve Recm Cezasının Ret Edilmesinin Tarihi Temelleri
Türkiye genelinde Kur'an merkezli din anlayışının rağbet görmeye başlaması ile, rivayet kültürünün empoze ettiği din anlayışı yeniden sorgulanmaya başlanmış, Kur'an ile çeliştiği düşünülen bazı konular, yeniden Kur'an merkezli anlama konusunda gayretlere girilmiştir. Bu sorgulama rivayet kültürünü savunan kimseler tarafından tepki ile karşılanarak, Şimdiye kadar bunları sizden başka kimse düşünmedi de siz mi düşündünüz? şeklinde itirazlara rastlanmaktadır.
Recm cezası adı ile bildiğimiz ve İslam hukukunda zina eden evli kadın ve erkeğe verilecek olan taşlanarak öldürme cezasının, Kur'an tarafından emredilmediğini iddia edenler ile, bu cezanın Muhammed (a.s) tarafından uygulandığını iddia edenler arasında şiddetli tartışmalar yapıldığı herkesçe malumdur. Recm cezasını savunan kimseler, bu cezayı ret etmenin yeni yeni ortaya çıktığını, İslam tarihinde bu cezayı şimdiye kadar ret eden hiç kimsenin çıkmadığını iddia etmek sureti ile, bu cezayı savunma yoluna gitmektedirler.
Bu yazımızda İslam tarihinde bu cezayı kimsenin ret etmediği iddialarını ele alarak, İbni Kuteybe'nin Hadis Müdafaası adı ile Türkçeye çevrilen Tevilu Muhteliful Hadis adlı kitabından bir bölüm sunmaya, ve recm cezasını ret etmenin tarihi temelleri üzerinde durmaya çalışacağız.
İbni Kuteybe, hicri 213- 276 , miladi 828-889 yılları arasında yaşamış bir alimdir. Günümüzden yaklaşık 1200 yıl önce yaşamış olan bu alim, Hadis Müdafaası adı ile çevrilen kitabının 303-304. sayfalarında 44 numaralı bahiste açtığı başlıkta, recm cezasını ret edenlere karşı bir takım itirazi deliller sunmaktadır. Bu cezayı savunmak için kullandığı delilleri ele almadan önce, onun böyle bir savunma yapmak ihtiyacı duymasına, neyin sebep olduğu üzerinde durmak istiyoruz.
Bugün recm cezasının savunan kimselerin kullandığı argümanlardan bir tanesi, bu cezanın şimdiye kadar hiç bir kimse tarafından ret edilmediği yönünde olup, recm cezasını ret eden kimselerin yeni yeni ortaya çıktığı yönündedir. İbni Kuteybe neden böyle savunma yapma ihtiyacı duymuştur? sorusunu sorduğumuz zaman alacağımız cevap, Demek ki onun yaşadığı zaman içinde yani 1200 yıl önce, recm cezasının olmadığını iddia eden bazı kimseler varmış olacaktır.
Bu da göstermektedir ki, recm cezası en az 1200 yıl öncesinden beri ret edilmekte, bu cezanın Kur'an tarafından onaylanan bir ceza olmadığı iddiası, o zaman içinde yaşayan bazı Müslüman alimler tarafından da dile getirilmekteydi.
Bu noktada 1200 yıl öncesinden beri bu cezanın Kur'an tarafından onay almayan bir ceza olduğunu dile getirenlerin söylemlerinin ve eserlerinin acaba bugüne kadar neden ulaşmadığı, yüzlerce yıl önce yazılan İslami eserlerin hiç birinde recm cezasının ret edilmesine dair bilgilerin neden olmadığı sorusu akla gelecektir.
Bunun cevabını İslam dünyasında baskın olan düşüncenin Ehli sünnet olması ve bu düşüncenin söylemini rivayet merkezli din algısının oluşturduğunu dikkate aldığımızda verebiliriz. Rivayet merkezli din algısı, kendi düşüncesinin karşısında olan her düşünceyi ve bu düşünce sahiplerinin sesini kısmak için elinden gelen baskıyı yapmak sureti ile, Kur'an merkezli bir söyleme sahip olanların bir şekilde kökünü kazıma yoluna gitmiş, ve bu konuda da başarılı olarak, bugüne kadar kendilerine muhalif olan eserlerin bize kadar ulaşmasına engel olmuştur.
Bu durumun sadece recm konusu ile sınırlı olduğunu söylemek zordur. Rivayet kültürünün oluşturduğu ve Kur'an ile çeliştiği düşünülen konuların, o zamanlarda dahi itiraza sebep olduğunu söylemek mümkündür. Yüzlerce yıl öncesinde muhalif seslere meydan bırakmayarak onların seslerini kısmak için çalışanlar, bu konuda başarılı olmuş, bugün bu düşünceye muhalif olarak yükselen sesleri kısmak için, Şimdiye kadar bunu sizden önce kimse düşünmemiş te siz mi düşünüyorsunuz? şeklinde seslerin yükselmesine, yüzlerce yıl öncesinden zemin hazırlamışlardır.
İbni Kuteybe'nin adı geçen eserinde recm cezasını savunmak için kullandığı delil hakkında şunları söyleyebiliriz;
İbni Kuteybe, recm cezasını ret edenlerin Nisa s. 25. ayetinde, Eğer bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar üzerine gerekli olan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir buyurulmuş olmasını delil olarak getirdiklerini, onların bu ayete dayanarak, Recm cezası ise insanı öldürüp telef etmektir, ve parçalanma kabul etmez. O halde hür kadına verilen cezanın yarısı cariyeye nasıl verilir? şeklinde konuştuklarını söylemektedir.
Recm cezasını ret eden kişinin ismi olduğunu tahmin ettiğimiz Ebu Muhammed adlı kişinin, Nisa s. 25. ayetinde geçen El muhsanat teriminin Evli Kadınlar anlamına geldiğini iddia ettiğini, ve bu nedenle evli kadınların cezasının değnek cezası olduğunu öne sürdüğünü söylemektedir.
İbni Kuteybe, recm cezasına karşı getirilen itiraza karşı, kendisinin itirazını şu şekilde getirmektedir;
Biz deriz ki: El Muhsanat eğer burada "evli kadınlar" anlamında olsaydı, dedikleri doğru olurdu. Ve bu delil geçerli olurdu. El Muhsanat ise burada "Bekar hür kadınlar" dan başkası değildir. Bakire oldukları halde onlara El Muhsanat ( Evli Kadınlar) denmiştir. Çünkü ihsan (evlilik) hür kadınlara mahsustur ve onlarla evlenilir. Cariyeler ile evlilik (akdi) olmaz. Sanki Allah (c.c) "Kendilerine hür kadınlar üzerine verilmesi gereken cezanın yarısı verilmelidir" derken, hür kadınlar ile bakire kadınları kast etmiştir.
Bizim El Muhsanat hakkında yapmış olduğumuz "El Muhsenat bu ayette bakire ve hür kadınlar demektir " şeklindeki tevilimizi destekleyen diğer bir şahid de, Allahu Teala nın diğer bir yerdeki "İçinizden iman etmiş hür kadınlar ile evlenmeye gücü yetmeyen kimse malik olduğunuz iman etmiş genç kızlarınız (olan cariyeler) den alsın" (Nisa s. 25) ayetidir. El Muhsanat burada hür olan kadınlardır. Buradaki El Muhsanatın "evli kadınlar" olması caiz değildir. Çünkü evli kadınlar tekrar nikah edilemez.
İbni Kuteybe'nin Nisa s. 25. ayetinde geçen, El Muhsanat terimi üzerinden getirdiği itiraz haklıdır. Bu terim, ilgili ayette Bekar hür kadınlar anlamında kullanılmaktadır. Ancak İbni Kuteybe, eserinin adından da anlaşılacağı üzere, recm konusunda objektif bir yaklaşım sergilemeyerek, zina eden evli kadın ve erkeğe verilecek olan cezanın recm olduğunu ispatlamak amaçlı taraflı bir yaklaşım sergilediği için, Nur suresi içinde bu konu ile ilgili ayetleri hesaba bile katmamaktadır.
İslam hukukunda genel geçer düşünce, Nur suresi 2. ayetinde zina eden kadın ve erkeğe verilmesi emredilen 100 sopa cezasının bekar kadın ve erkek için olduğu, Kur'an'ın evli kadın ve erkeğin zina cezası konusunda bir beyanı olmadığı için, bu cezanın sünnet tarafından uygulanan recm edilerek öldürme şeklinde olması gerektiği yönündedir.
Halbuki zina cezası konusu rivayetlerin belirlediği bir cezanın doğru olduğunu tasdikletmek amaçlı değil de, Kur'an'ın bu konudaki beyanı esas alınarak, Nur suresi doğru olarak okunduğunda 4. ve 9. ayetlerinde, evli kadın için verilmesi gereken cezanın da 100 sopa cezası olduğu ortaya çıkacaktır. Bu konu ile ilgili daha önceden ayrı bir çalışma yaptığımız için, yaptığımız çalışma yazısının linkini vermek ile yetineceğiz. Bu konudaki çalışmamızı okumak isteyenler alttaki linki açabilir.
https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/02/recm-cezasn-red-etmek-degil-kabul-etmek.html
Sonuç Olarak; Bu çalışmayı yapma amacımız, recm cezasının ret edilmesinin daha dün çıktığı iddia edilen Kur'an merkezli din anlayışı savunucuları tarafından değil, 1200 yıl öncesinden de var olduğunu göstermek, bu konuda bazı kimseler tarafından söylenen, Şimdiye kadar sizden başka kimse düşünmedi de siz mi düşündünüz? şeklindeki itirazların yersiz olduğunu göstermeye çalışmaktır.
Ayrıca İslam dünyasında baskın görüş olan Ehli Sünnet düşüncesinin rivayet merkezli olduğu, yüzlerce yıldır ortaya konulan eserlerin bu düşünceyi savunmak adına olduğu, bu düşüncenin karşısına çıkan bazı kimselerin bir şekilde seslerinin kısılmaya çalışıldığını bu kişinin eserinden anlamak mümkündür. Recm konusu örneğinde Kur'an'ın bu konuda net bir beyanı olduğu halde, bu beyanın göz ardı edilerek, rivayetlerin esas alınması, ve bu rivayetlerin savunulmaya çalışılmasının örneğini adı geçen eserden de anlamak mümkündür.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Recm cezası adı ile bildiğimiz ve İslam hukukunda zina eden evli kadın ve erkeğe verilecek olan taşlanarak öldürme cezasının, Kur'an tarafından emredilmediğini iddia edenler ile, bu cezanın Muhammed (a.s) tarafından uygulandığını iddia edenler arasında şiddetli tartışmalar yapıldığı herkesçe malumdur. Recm cezasını savunan kimseler, bu cezayı ret etmenin yeni yeni ortaya çıktığını, İslam tarihinde bu cezayı şimdiye kadar ret eden hiç kimsenin çıkmadığını iddia etmek sureti ile, bu cezayı savunma yoluna gitmektedirler.
Bu yazımızda İslam tarihinde bu cezayı kimsenin ret etmediği iddialarını ele alarak, İbni Kuteybe'nin Hadis Müdafaası adı ile Türkçeye çevrilen Tevilu Muhteliful Hadis adlı kitabından bir bölüm sunmaya, ve recm cezasını ret etmenin tarihi temelleri üzerinde durmaya çalışacağız.
İbni Kuteybe, hicri 213- 276 , miladi 828-889 yılları arasında yaşamış bir alimdir. Günümüzden yaklaşık 1200 yıl önce yaşamış olan bu alim, Hadis Müdafaası adı ile çevrilen kitabının 303-304. sayfalarında 44 numaralı bahiste açtığı başlıkta, recm cezasını ret edenlere karşı bir takım itirazi deliller sunmaktadır. Bu cezayı savunmak için kullandığı delilleri ele almadan önce, onun böyle bir savunma yapmak ihtiyacı duymasına, neyin sebep olduğu üzerinde durmak istiyoruz.
Bugün recm cezasının savunan kimselerin kullandığı argümanlardan bir tanesi, bu cezanın şimdiye kadar hiç bir kimse tarafından ret edilmediği yönünde olup, recm cezasını ret eden kimselerin yeni yeni ortaya çıktığı yönündedir. İbni Kuteybe neden böyle savunma yapma ihtiyacı duymuştur? sorusunu sorduğumuz zaman alacağımız cevap, Demek ki onun yaşadığı zaman içinde yani 1200 yıl önce, recm cezasının olmadığını iddia eden bazı kimseler varmış olacaktır.
Bu da göstermektedir ki, recm cezası en az 1200 yıl öncesinden beri ret edilmekte, bu cezanın Kur'an tarafından onaylanan bir ceza olmadığı iddiası, o zaman içinde yaşayan bazı Müslüman alimler tarafından da dile getirilmekteydi.
Bu noktada 1200 yıl öncesinden beri bu cezanın Kur'an tarafından onay almayan bir ceza olduğunu dile getirenlerin söylemlerinin ve eserlerinin acaba bugüne kadar neden ulaşmadığı, yüzlerce yıl önce yazılan İslami eserlerin hiç birinde recm cezasının ret edilmesine dair bilgilerin neden olmadığı sorusu akla gelecektir.
Bunun cevabını İslam dünyasında baskın olan düşüncenin Ehli sünnet olması ve bu düşüncenin söylemini rivayet merkezli din algısının oluşturduğunu dikkate aldığımızda verebiliriz. Rivayet merkezli din algısı, kendi düşüncesinin karşısında olan her düşünceyi ve bu düşünce sahiplerinin sesini kısmak için elinden gelen baskıyı yapmak sureti ile, Kur'an merkezli bir söyleme sahip olanların bir şekilde kökünü kazıma yoluna gitmiş, ve bu konuda da başarılı olarak, bugüne kadar kendilerine muhalif olan eserlerin bize kadar ulaşmasına engel olmuştur.
Bu durumun sadece recm konusu ile sınırlı olduğunu söylemek zordur. Rivayet kültürünün oluşturduğu ve Kur'an ile çeliştiği düşünülen konuların, o zamanlarda dahi itiraza sebep olduğunu söylemek mümkündür. Yüzlerce yıl öncesinde muhalif seslere meydan bırakmayarak onların seslerini kısmak için çalışanlar, bu konuda başarılı olmuş, bugün bu düşünceye muhalif olarak yükselen sesleri kısmak için, Şimdiye kadar bunu sizden önce kimse düşünmemiş te siz mi düşünüyorsunuz? şeklinde seslerin yükselmesine, yüzlerce yıl öncesinden zemin hazırlamışlardır.
İbni Kuteybe'nin adı geçen eserinde recm cezasını savunmak için kullandığı delil hakkında şunları söyleyebiliriz;
İbni Kuteybe, recm cezasını ret edenlerin Nisa s. 25. ayetinde, Eğer bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar üzerine gerekli olan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir buyurulmuş olmasını delil olarak getirdiklerini, onların bu ayete dayanarak, Recm cezası ise insanı öldürüp telef etmektir, ve parçalanma kabul etmez. O halde hür kadına verilen cezanın yarısı cariyeye nasıl verilir? şeklinde konuştuklarını söylemektedir.
Recm cezasını ret eden kişinin ismi olduğunu tahmin ettiğimiz Ebu Muhammed adlı kişinin, Nisa s. 25. ayetinde geçen El muhsanat teriminin Evli Kadınlar anlamına geldiğini iddia ettiğini, ve bu nedenle evli kadınların cezasının değnek cezası olduğunu öne sürdüğünü söylemektedir.
İbni Kuteybe, recm cezasına karşı getirilen itiraza karşı, kendisinin itirazını şu şekilde getirmektedir;
Biz deriz ki: El Muhsanat eğer burada "evli kadınlar" anlamında olsaydı, dedikleri doğru olurdu. Ve bu delil geçerli olurdu. El Muhsanat ise burada "Bekar hür kadınlar" dan başkası değildir. Bakire oldukları halde onlara El Muhsanat ( Evli Kadınlar) denmiştir. Çünkü ihsan (evlilik) hür kadınlara mahsustur ve onlarla evlenilir. Cariyeler ile evlilik (akdi) olmaz. Sanki Allah (c.c) "Kendilerine hür kadınlar üzerine verilmesi gereken cezanın yarısı verilmelidir" derken, hür kadınlar ile bakire kadınları kast etmiştir.
Bizim El Muhsanat hakkında yapmış olduğumuz "El Muhsenat bu ayette bakire ve hür kadınlar demektir " şeklindeki tevilimizi destekleyen diğer bir şahid de, Allahu Teala nın diğer bir yerdeki "İçinizden iman etmiş hür kadınlar ile evlenmeye gücü yetmeyen kimse malik olduğunuz iman etmiş genç kızlarınız (olan cariyeler) den alsın" (Nisa s. 25) ayetidir. El Muhsanat burada hür olan kadınlardır. Buradaki El Muhsanatın "evli kadınlar" olması caiz değildir. Çünkü evli kadınlar tekrar nikah edilemez.
İbni Kuteybe'nin Nisa s. 25. ayetinde geçen, El Muhsanat terimi üzerinden getirdiği itiraz haklıdır. Bu terim, ilgili ayette Bekar hür kadınlar anlamında kullanılmaktadır. Ancak İbni Kuteybe, eserinin adından da anlaşılacağı üzere, recm konusunda objektif bir yaklaşım sergilemeyerek, zina eden evli kadın ve erkeğe verilecek olan cezanın recm olduğunu ispatlamak amaçlı taraflı bir yaklaşım sergilediği için, Nur suresi içinde bu konu ile ilgili ayetleri hesaba bile katmamaktadır.
İslam hukukunda genel geçer düşünce, Nur suresi 2. ayetinde zina eden kadın ve erkeğe verilmesi emredilen 100 sopa cezasının bekar kadın ve erkek için olduğu, Kur'an'ın evli kadın ve erkeğin zina cezası konusunda bir beyanı olmadığı için, bu cezanın sünnet tarafından uygulanan recm edilerek öldürme şeklinde olması gerektiği yönündedir.
Halbuki zina cezası konusu rivayetlerin belirlediği bir cezanın doğru olduğunu tasdikletmek amaçlı değil de, Kur'an'ın bu konudaki beyanı esas alınarak, Nur suresi doğru olarak okunduğunda 4. ve 9. ayetlerinde, evli kadın için verilmesi gereken cezanın da 100 sopa cezası olduğu ortaya çıkacaktır. Bu konu ile ilgili daha önceden ayrı bir çalışma yaptığımız için, yaptığımız çalışma yazısının linkini vermek ile yetineceğiz. Bu konudaki çalışmamızı okumak isteyenler alttaki linki açabilir.
https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/02/recm-cezasn-red-etmek-degil-kabul-etmek.html
Sonuç Olarak; Bu çalışmayı yapma amacımız, recm cezasının ret edilmesinin daha dün çıktığı iddia edilen Kur'an merkezli din anlayışı savunucuları tarafından değil, 1200 yıl öncesinden de var olduğunu göstermek, bu konuda bazı kimseler tarafından söylenen, Şimdiye kadar sizden başka kimse düşünmedi de siz mi düşündünüz? şeklindeki itirazların yersiz olduğunu göstermeye çalışmaktır.
Ayrıca İslam dünyasında baskın görüş olan Ehli Sünnet düşüncesinin rivayet merkezli olduğu, yüzlerce yıldır ortaya konulan eserlerin bu düşünceyi savunmak adına olduğu, bu düşüncenin karşısına çıkan bazı kimselerin bir şekilde seslerinin kısılmaya çalışıldığını bu kişinin eserinden anlamak mümkündür. Recm konusu örneğinde Kur'an'ın bu konuda net bir beyanı olduğu halde, bu beyanın göz ardı edilerek, rivayetlerin esas alınması, ve bu rivayetlerin savunulmaya çalışılmasının örneğini adı geçen eserden de anlamak mümkündür.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
8 Eylül 2014 Pazartesi
Muhsanat Kelimesi Üzerinde Tarihi Arkaplan Çalışması
Kur’an; Arap dilini konuşan ve her kavim gibi örf, âdet ve gelenekleri olan bir topluluğa nazil
olmuştur. O’nu anlamak için; "nuzül öncesi tarihi arka plan" diyebileceğimiz, Kitap’a ilk muhatap
olan topluluğun kullandığı kelimeleri ve bu kelimelerin ürettiği kültürü bilmek gerekmektedir. Şayet
bu tarihi arka plan bilgisini hiç düşünmeden, sadece bugün inmiş gibi okuyacak olursak, bazı
kelimelerin kullanılışının tarihi arka plan ile alakalı olmasından dolayı anlama hatalarına düşmek
mümkündür.
Tarihi arka plan bilinmeden, sanki şimdi inmiş gibi okunan bir Kur’an; bizlerin kafasında bir çok
soru işaretinin oluşmasına neden olacak ve bu soruların cevaplarının bulunmamasına sebep
olacaktır. Kur’an’ın nuzül öncesi Arap toplumunun bazı bilindiklerini kullanması, o dönemin göz
ardı edilmeden okunmasını gerektirmektedir ki bu önemli bir noktadır. Salat, hac, kurban gibi
ritüellerin anlaşılmasında, bu tarihi arka planın göz ardı edilerek okunması sonucunda bazı Kur’an
okurlarının trajikomik diyebileceğimiz çıkarımlarda bulunduğunu görmemiz, tarihi arka plan
bilgisinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
"Muhsanat" kelimesi, yukarda belirtmeye çalıştığımız düşünceler içinde anlaşılmaya çalışılmadığı
takdirde, kişilerin zihninde; Kur'an’da sanki çelişkili ifadeler varmış gibi bir düşünce oluşturabilir.
Bu kelimenin; bir ayette "evli kadın", başka bir ayette "bekar kadın" anlamına gelmesi, bu arka
planı bilmeden yapılan okumalarda kafaların karışmasına sebep olmaktadır.
“Muhsanat” kelimesi; kale anlamına gelen "elhısnü" kelimesinden türemiştir. Mecaz olarak; her
türlü korunmayla ya da hazırlıklı olmayla ilgili kullanılmaktadır. Buradan hareketle; beden için
sağlam bir kale mesabesinde olduğundan dolayı zırh'a (dır'ün hasinetün), binicisi için bir koruma
olması nedeniyle erkek at’a (feresün hisanun) denmiştir. "Hasenün" kelimesi; ya iffeti, namusu
aracılığı ile ya evliliği ile ya da benimsediği şeriatı ve hürriyeti gibi bir maniden dolayı koruma
altında olan kadın anlamına gelir (el müfredat).
Bu kelimeye geçmeden önce HaSaNe(ortadaki harf sad iledir) kelimesinin Kur’an’da geçtiği
diğer ayetlerin meallerini verelim;
[021.091] Mahrem yerini koruyan (ahsenet) Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve
oğlunu, alemler için bir ayet kılmıştık.
[066.012] Mahrem yerini korumuş (ahsenet) olan İmran kızı Meryem de bir misaldir. Ona
ruhumuzdan üflemiştik; Rabbinin sözlerini ve kitablarını tasdik etmişti; o, Bize gönülden
itaat edenlerdendi.
[021.080] Ve sizin için ona, zorlusavaşınızda sizi korusun diye (lituhsineküm), '(madeni)
giyimsanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz?
[012.048] Sonra onun arkasından yedi kurak yıl gelecek, koruyacağınız (tuhsinune) az bir
miktar hariç, önce biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek.
[059.002] Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey
inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin (husunuhüm) kendilerini
Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi,
kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl
sahipleri! Ders alın.
[059.014] Onlar müstahkem şehirlerde (muhassenetün) veya siperler arkasında
bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.
Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını
kullanmayan bir topluluktur.
Konumuz ile ilgili olan ayetler de şunlardır;
[004.024] Evli kadınlarla (elmuhsanat) evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğunuz
cariyeler müstesna, bunlar, Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin; kararlaştırılandan başka, karşılıklı hoşnud olduğunuz hususda size bir sorumluluk yoktur. Allah Bilen'dir, Hakim'dir.
[004.025] Sizden, hür mümin (elmuhsanat) kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder.
[005.005] Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin
(yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir.
Mümin kadınlardan iffetli olanlar (velmuhsanat) ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, (velmuhsanat) mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.
[024.004] İffetli kadınlara (elmuhsanati) zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.
[024.004023] İffetli, (elmuhsanati) habersiz, mümin kadınlara zina isnat edenler dünya
ve ahirette lanetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına şahidlik
ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır.
[024.033] Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya
kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden)
mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik)
görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara
verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak
(tehassûnen) isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa,
bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
NİSA 24 ayetine baktığımızda; 22 ve 23. ayetten gelen bir bağlamı olup, evlenilmesi haram olanlar
beyan edilmektedir. Evlenilmesi haram olanlara "elmuhsanat" da ilave edilerek "meleket eymanukum" ibaresi ile bir istisna getirilmiştir; yani “meleket eymanukum” statüsüne tâbi olan
savaş esirleri olan kadınlar, evli olsalar dahi otomatikman nikahları düşüyor ve boşanmış hale
gelerek onlarla evlenme helal ediliyor. Bu ayet içinde geçen "muhsanat" kelimesi; evlenerek
kocası tarafından koruma altına girmiş olan kadınlar için kullanılarak, boşanma işlemi
gerçekleşmeden onların başka biri ile evlenmelerinin haram olduğu beyan edilmektedir.
"Meleket eymanukum" kelimesi ile ifade edilen terimin, savaş esiri olarak kullanılmasının Kur'an’î
dayanağını; AHZAB 50 ayeti için Nebi’ye helal kılınan eşler beyan edilirken "ve mâ meleket
yeminuke mimme efe e Allahu (Allah’ın sana ganimet olarak verdiği elinin altındakiler)"
ibaresinden öğrenmekteyiz.
NİSA 25 ayetindeki "muhsanat" kelimesinin; bekar ve hür mü'min kadınlar için kullanılmakta
olduğunu görmekteyiz. “Eğer ‘muhsanat’ statüsüne tâbi olanlar ile evlenmeye gücünüz
yetmiyorsa, ‘meleket eymanukum’ statüsüne tâbi olanlar ile evlenin” buyurulmaktadır. Bu
cümleyi anlamak için; nuzül dönemi yaşantısı önemli bir unusur olup, o zamanki durumu
bilmediğimiz takdirde NİSA 24 ve 25. ayetlerde kullanılan kelimeleri anlamak zorlaşacaktır.
NİSA 24 ve 25. ayetlerde geçen kelimeleri, sadece "bekar kadın" olarak anlamlandırdığımız
takdirde; “bekar kadınlarla evlenmek neden haram?” sorusu akla gelecektir. Sadece "evli kadın"
olarak anlamlandırdığımız takdirde; bu sefer de “evli kadınlarla evlenmek neden helal?” sorusu
akla gelecektir ve içinden çıkılmaz bir hale gelecektir. Kelimeyi, “korunaklı olmak” anlamı
üzerinden okuduğumuz takdirde; o kadınların evli veya bekar olma durumları ayet içindeki
bütünlükten anlaşılacaktır.
Nuzül dönemi yaşantısı içinde; kadınların hür yani "muhsanat", esir olmuş yani "meleket
eymanukum" statüsüne tabi iki ayrı kadın gurubunun olduğu yine Kur’an içindeki ayetlerden
öğrenilmektedir. Savaş esirliği sebebi ile kölelik dediğimiz olgu Kur’an’ın nazil olması ile gündeme
gelmiş bir durum değil; Allah(cc)’ın savaş ile ilgili olarak koymuş olduğu evrensel yasalardandır.
Bazılarının kölelik müessesi yüzünden İslam’a karşı bir takım hakaretlerde bulunmalarına karşın
"islam köleliği kaldırmıştır" şeklinde bir müdafâ çok gereksiz ve yanlış bir durumdur. Yanlış olan
durum; savaş esiri olarak müslümanların eline geçmiş olan kadınların nikahsız olarak alınması
durumudur. Ayetler nikahsız bir ilişkiye zaten cevaz vermemektedir.
Allah(cc)’ın savaş ile ilgili koyduğu evrensel yasalardan birisi; yenilen tarafta savaşanların, yenen
tarafın eline sağ olarak düşmesi sonucunda esir hükmüne tâbi olmalarıdır. Kur’an’ın nâzil olduğu
Arap toplumunda da bu yasa geçerli olup, düşman tarafın kadın ve erkekleri savaşta ganimet
olarak galiplere paylaştırılmaktaydı. Kur’an nâzil olunca, bu statüdekilerin durumlarını iyileştirme
adına bir takım düzenlemeler getirmiş olup, içki ve kumar örneğinde olduğu gibi tamamen
kaldırılmamıştır. Konumuz kölelik ve cariyelik olmadığı için konumuza açıklık getirecek kadarı ile
yetiniyoruz.
NUR 4 ve 23. ayetlerinde geçen "muhsanat" kelimesi; nuzül sebebi olarak Aişe validemiz ile ilgili
olsa bile, bu ayetlerde evli ve bekar ayrımı yapılmamakta ve suçsuz kadınlara yapılan zinâ
iftirasının cezası ile ilgilidir.
Burada hatırlanması gereken bir durum da şudur; Kur’an’da geçen kelimeler cümle içinde
kullanımına uygun olarak anlam kazanırlar. Bu durum "çok anlamlılık" olarak izah edilen Arap
dilinin bir özelliğidir. “Muhsanat” kelimesini sadece "evli kadın" veya "bekar kadın" anlamı
etrafında düşünürsek, ayetler arasındaki olan uyumu ters anlayıp uyumsuzluk olarak görmek
mümkündür. Bu kelimenin esas anlamı “korunmak” olmasından yola çıkılarak, ona göre bir
okuma yapmak gerekmektedir.
Bugün bir kısım Kur’an okuyucusunda gözlemlediğimiz sorun bu olup, "Kur’an’dan bir yerde
geçen kelime, bütün ayetlerde aynı anlamda kullanılması gerekir" şeklinde bir iddia içinde
oldukları görülmektedir. Böyle bir dil kuralı; bırakın Arapça’yı, kullandığımız Türk dilinde bile yoktur.
Misalen; "yüzdüm" kelimesini tek başına kullandığımız zaman; birisi kalkıp "denizde mi yüzdün?"
yoksa "deriyi mi yüzdün?" diye soracaktır. Bunun gibi bir çok örnek mevcuttur. Bu düşünce ile
Kur’an’ı okumaya çalışanların içine düştükleri çelişki ve çıkmazlara şahit olduğumuz için böyle bir
hatırlatmayı uygun gördük.
Sonuç olarak; “muhsanat” kelimesini baz alarak, Kur’an’daki kullanılan bazı kelimelerin anlamını
tarihi arkaplan bilgisi gerektirdiği düşüncesini dile getirmeye çalıştık. Bunu söylerken Kur’an’ın
hadise muhtaç olduğu vurgusunu yapmak istemediğimizi de beyan edelim ki; bazı
yazılarımızdaki anlatmak istediğimizi anlamakta zorlananlar böyle bir iddia içinde olduğumuzu
zannetmektedirler. Kur’an’ın, yaşanan bir kültür ve dil mensuplarına hitap ederek nazil olması;
bizlerin önce o kültürün ve dilin yapısını bilmemizi gerektirir. Arap’a dilini öğretmek adına yapılan
çalışmalar; aynı Kitap tarafından geri çevrilerek, yapılan yanlışlar yapanın aynen yüzünde
patlamaya mahkumdur. Kur’an kendi içinde öyle uyumlu bir kitaptır ki; bir kelime üzerinde yapılan
oynama, aynı kelime ve türevlerinin geçtiği ayetlerde kelime üzerinde oynayanın yüzünde patlar.
Bu tür kelime oynamaları ile tahrif edilen ayetlere örnekler, blogumuzda bazı yazılarda mevcuttur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
olmuştur. O’nu anlamak için; "nuzül öncesi tarihi arka plan" diyebileceğimiz, Kitap’a ilk muhatap
olan topluluğun kullandığı kelimeleri ve bu kelimelerin ürettiği kültürü bilmek gerekmektedir. Şayet
bu tarihi arka plan bilgisini hiç düşünmeden, sadece bugün inmiş gibi okuyacak olursak, bazı
kelimelerin kullanılışının tarihi arka plan ile alakalı olmasından dolayı anlama hatalarına düşmek
mümkündür.
Tarihi arka plan bilinmeden, sanki şimdi inmiş gibi okunan bir Kur’an; bizlerin kafasında bir çok
soru işaretinin oluşmasına neden olacak ve bu soruların cevaplarının bulunmamasına sebep
olacaktır. Kur’an’ın nuzül öncesi Arap toplumunun bazı bilindiklerini kullanması, o dönemin göz
ardı edilmeden okunmasını gerektirmektedir ki bu önemli bir noktadır. Salat, hac, kurban gibi
ritüellerin anlaşılmasında, bu tarihi arka planın göz ardı edilerek okunması sonucunda bazı Kur’an
okurlarının trajikomik diyebileceğimiz çıkarımlarda bulunduğunu görmemiz, tarihi arka plan
bilgisinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
"Muhsanat" kelimesi, yukarda belirtmeye çalıştığımız düşünceler içinde anlaşılmaya çalışılmadığı
takdirde, kişilerin zihninde; Kur'an’da sanki çelişkili ifadeler varmış gibi bir düşünce oluşturabilir.
Bu kelimenin; bir ayette "evli kadın", başka bir ayette "bekar kadın" anlamına gelmesi, bu arka
planı bilmeden yapılan okumalarda kafaların karışmasına sebep olmaktadır.
“Muhsanat” kelimesi; kale anlamına gelen "elhısnü" kelimesinden türemiştir. Mecaz olarak; her
türlü korunmayla ya da hazırlıklı olmayla ilgili kullanılmaktadır. Buradan hareketle; beden için
sağlam bir kale mesabesinde olduğundan dolayı zırh'a (dır'ün hasinetün), binicisi için bir koruma
olması nedeniyle erkek at’a (feresün hisanun) denmiştir. "Hasenün" kelimesi; ya iffeti, namusu
aracılığı ile ya evliliği ile ya da benimsediği şeriatı ve hürriyeti gibi bir maniden dolayı koruma
altında olan kadın anlamına gelir (el müfredat).
Bu kelimeye geçmeden önce HaSaNe(ortadaki harf sad iledir) kelimesinin Kur’an’da geçtiği
diğer ayetlerin meallerini verelim;
[021.091] Mahrem yerini koruyan (ahsenet) Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve
oğlunu, alemler için bir ayet kılmıştık.
[066.012] Mahrem yerini korumuş (ahsenet) olan İmran kızı Meryem de bir misaldir. Ona
ruhumuzdan üflemiştik; Rabbinin sözlerini ve kitablarını tasdik etmişti; o, Bize gönülden
itaat edenlerdendi.
[021.080] Ve sizin için ona, zorlusavaşınızda sizi korusun diye (lituhsineküm), '(madeni)
giyimsanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz?
[012.048] Sonra onun arkasından yedi kurak yıl gelecek, koruyacağınız (tuhsinune) az bir
miktar hariç, önce biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek.
[059.002] Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey
inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin (husunuhüm) kendilerini
Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi,
kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl
sahipleri! Ders alın.
[059.014] Onlar müstahkem şehirlerde (muhassenetün) veya siperler arkasında
bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.
Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını
kullanmayan bir topluluktur.
Konumuz ile ilgili olan ayetler de şunlardır;
[004.024] Evli kadınlarla (elmuhsanat) evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğunuz
cariyeler müstesna, bunlar, Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin; kararlaştırılandan başka, karşılıklı hoşnud olduğunuz hususda size bir sorumluluk yoktur. Allah Bilen'dir, Hakim'dir.
[004.025] Sizden, hür mümin (elmuhsanat) kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder.
[005.005] Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin
(yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir.
Mümin kadınlardan iffetli olanlar (velmuhsanat) ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, (velmuhsanat) mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.
[024.004] İffetli kadınlara (elmuhsanati) zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.
[024.004023] İffetli, (elmuhsanati) habersiz, mümin kadınlara zina isnat edenler dünya
ve ahirette lanetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına şahidlik
ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır.
[024.033] Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya
kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden)
mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik)
görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara
verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak
(tehassûnen) isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa,
bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
NİSA 24 ayetine baktığımızda; 22 ve 23. ayetten gelen bir bağlamı olup, evlenilmesi haram olanlar
beyan edilmektedir. Evlenilmesi haram olanlara "elmuhsanat" da ilave edilerek "meleket eymanukum" ibaresi ile bir istisna getirilmiştir; yani “meleket eymanukum” statüsüne tâbi olan
savaş esirleri olan kadınlar, evli olsalar dahi otomatikman nikahları düşüyor ve boşanmış hale
gelerek onlarla evlenme helal ediliyor. Bu ayet içinde geçen "muhsanat" kelimesi; evlenerek
kocası tarafından koruma altına girmiş olan kadınlar için kullanılarak, boşanma işlemi
gerçekleşmeden onların başka biri ile evlenmelerinin haram olduğu beyan edilmektedir.
"Meleket eymanukum" kelimesi ile ifade edilen terimin, savaş esiri olarak kullanılmasının Kur'an’î
dayanağını; AHZAB 50 ayeti için Nebi’ye helal kılınan eşler beyan edilirken "ve mâ meleket
yeminuke mimme efe e Allahu (Allah’ın sana ganimet olarak verdiği elinin altındakiler)"
ibaresinden öğrenmekteyiz.
NİSA 25 ayetindeki "muhsanat" kelimesinin; bekar ve hür mü'min kadınlar için kullanılmakta
olduğunu görmekteyiz. “Eğer ‘muhsanat’ statüsüne tâbi olanlar ile evlenmeye gücünüz
yetmiyorsa, ‘meleket eymanukum’ statüsüne tâbi olanlar ile evlenin” buyurulmaktadır. Bu
cümleyi anlamak için; nuzül dönemi yaşantısı önemli bir unusur olup, o zamanki durumu
bilmediğimiz takdirde NİSA 24 ve 25. ayetlerde kullanılan kelimeleri anlamak zorlaşacaktır.
NİSA 24 ve 25. ayetlerde geçen kelimeleri, sadece "bekar kadın" olarak anlamlandırdığımız
takdirde; “bekar kadınlarla evlenmek neden haram?” sorusu akla gelecektir. Sadece "evli kadın"
olarak anlamlandırdığımız takdirde; bu sefer de “evli kadınlarla evlenmek neden helal?” sorusu
akla gelecektir ve içinden çıkılmaz bir hale gelecektir. Kelimeyi, “korunaklı olmak” anlamı
üzerinden okuduğumuz takdirde; o kadınların evli veya bekar olma durumları ayet içindeki
bütünlükten anlaşılacaktır.
Nuzül dönemi yaşantısı içinde; kadınların hür yani "muhsanat", esir olmuş yani "meleket
eymanukum" statüsüne tabi iki ayrı kadın gurubunun olduğu yine Kur’an içindeki ayetlerden
öğrenilmektedir. Savaş esirliği sebebi ile kölelik dediğimiz olgu Kur’an’ın nazil olması ile gündeme
gelmiş bir durum değil; Allah(cc)’ın savaş ile ilgili olarak koymuş olduğu evrensel yasalardandır.
Bazılarının kölelik müessesi yüzünden İslam’a karşı bir takım hakaretlerde bulunmalarına karşın
"islam köleliği kaldırmıştır" şeklinde bir müdafâ çok gereksiz ve yanlış bir durumdur. Yanlış olan
durum; savaş esiri olarak müslümanların eline geçmiş olan kadınların nikahsız olarak alınması
durumudur. Ayetler nikahsız bir ilişkiye zaten cevaz vermemektedir.
Allah(cc)’ın savaş ile ilgili koyduğu evrensel yasalardan birisi; yenilen tarafta savaşanların, yenen
tarafın eline sağ olarak düşmesi sonucunda esir hükmüne tâbi olmalarıdır. Kur’an’ın nâzil olduğu
Arap toplumunda da bu yasa geçerli olup, düşman tarafın kadın ve erkekleri savaşta ganimet
olarak galiplere paylaştırılmaktaydı. Kur’an nâzil olunca, bu statüdekilerin durumlarını iyileştirme
adına bir takım düzenlemeler getirmiş olup, içki ve kumar örneğinde olduğu gibi tamamen
kaldırılmamıştır. Konumuz kölelik ve cariyelik olmadığı için konumuza açıklık getirecek kadarı ile
yetiniyoruz.
NUR 4 ve 23. ayetlerinde geçen "muhsanat" kelimesi; nuzül sebebi olarak Aişe validemiz ile ilgili
olsa bile, bu ayetlerde evli ve bekar ayrımı yapılmamakta ve suçsuz kadınlara yapılan zinâ
iftirasının cezası ile ilgilidir.
Burada hatırlanması gereken bir durum da şudur; Kur’an’da geçen kelimeler cümle içinde
kullanımına uygun olarak anlam kazanırlar. Bu durum "çok anlamlılık" olarak izah edilen Arap
dilinin bir özelliğidir. “Muhsanat” kelimesini sadece "evli kadın" veya "bekar kadın" anlamı
etrafında düşünürsek, ayetler arasındaki olan uyumu ters anlayıp uyumsuzluk olarak görmek
mümkündür. Bu kelimenin esas anlamı “korunmak” olmasından yola çıkılarak, ona göre bir
okuma yapmak gerekmektedir.
Bugün bir kısım Kur’an okuyucusunda gözlemlediğimiz sorun bu olup, "Kur’an’dan bir yerde
geçen kelime, bütün ayetlerde aynı anlamda kullanılması gerekir" şeklinde bir iddia içinde
oldukları görülmektedir. Böyle bir dil kuralı; bırakın Arapça’yı, kullandığımız Türk dilinde bile yoktur.
Misalen; "yüzdüm" kelimesini tek başına kullandığımız zaman; birisi kalkıp "denizde mi yüzdün?"
yoksa "deriyi mi yüzdün?" diye soracaktır. Bunun gibi bir çok örnek mevcuttur. Bu düşünce ile
Kur’an’ı okumaya çalışanların içine düştükleri çelişki ve çıkmazlara şahit olduğumuz için böyle bir
hatırlatmayı uygun gördük.
Sonuç olarak; “muhsanat” kelimesini baz alarak, Kur’an’daki kullanılan bazı kelimelerin anlamını
tarihi arkaplan bilgisi gerektirdiği düşüncesini dile getirmeye çalıştık. Bunu söylerken Kur’an’ın
hadise muhtaç olduğu vurgusunu yapmak istemediğimizi de beyan edelim ki; bazı
yazılarımızdaki anlatmak istediğimizi anlamakta zorlananlar böyle bir iddia içinde olduğumuzu
zannetmektedirler. Kur’an’ın, yaşanan bir kültür ve dil mensuplarına hitap ederek nazil olması;
bizlerin önce o kültürün ve dilin yapısını bilmemizi gerektirir. Arap’a dilini öğretmek adına yapılan
çalışmalar; aynı Kitap tarafından geri çevrilerek, yapılan yanlışlar yapanın aynen yüzünde
patlamaya mahkumdur. Kur’an kendi içinde öyle uyumlu bir kitaptır ki; bir kelime üzerinde yapılan
oynama, aynı kelime ve türevlerinin geçtiği ayetlerde kelime üzerinde oynayanın yüzünde patlar.
Bu tür kelime oynamaları ile tahrif edilen ayetlere örnekler, blogumuzda bazı yazılarda mevcuttur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)