Salat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Salat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2016 Cumartesi

SAYGI DURUŞU : Sahte Bir İlaha Karşı Yerine Getirilen Salat

İnsan , kendisinden yüce olarak bildiği , sevdiği , bağlandığı , ondan sakındığı , kısacası "İlah" kavramının anlam ve yetki alanına dahil olan işlevi olduğunu düşündüğü varlıklara karşı, bir takım ritüelleri yerine getirmek sureti ile onlara olan sevgi, saygı ve bağlılıklarını bu yolla dışa vurmaktadırlar. Ritüeller insanların birbirleri ile aynı düşünce içinde olduklarını göstermenin bir yolu olarak , her topluluk içinde mevcuttur. KIYAM - RÜKU - SECDE adı ile bildiğimiz şekiller ile yapılan bu ritüelin , Arapça ismi "Salat" , bizim dilimizdeki ismi ise "Namaz" dır.  

İnsanlar bu 3 lü kombinasyonu "İlah" olarak kabul ettikleri her ne veya kim ise ona karşı yaparak , birbirleri ile aynı düşünceye sahip olduklarını , o ilahı sevdiklerini saydıklarını , onun kendileri için benimsemiş olduğu din'i hayatlarına ikame ettiklerini , cümle aleme ilan ederler. Allah c.c yegane İlah olarak , insanların övgüsüne , saygısına , sevgisine ve bağlılığına layık olan tek varlık olup , salat veya namaz dediğimiz 3 lü kombinasyonun sadece kendisine has kılınmasını isteyerek , kendisi dışındakilere yapılan bu tür kulluk gösterilerini ŞİRK olarak tanımlamaktadır. 

Şirk , insanlığın kadim bir sorunu olarak bugün de aynı işlevini dünya üzerindeki çeşitli topluluklar üzerinde sürdürmektedir. Allah c.c dışında kabul edilen sahte ilahların başta gelen özellikleri, o toplum için bir takım yaşam kuralları düzenlemiş olmalarıdır. İnsanlar , bu sahte ilahlar tarafından ihdas edilmiş hayat sistemlerine olan bağlılıklarını belirli gün ve zamanlarda icra ettikleri bir takım törenler yerine getirerek , onlara göstermektedirler. 

Olayın Türkiye boyutuna baktığımızda , "Milli Bayram" olarak bilinen bazı günlerde , içinde yaşadığımız Laik , Demokratik , Kemalist sistemin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'ün , Türkiye'nin her tarafında yapılmış olan heykelleri önünde , Salat'ın yani Namaz'ın bir rüknü olan KIYAM şeklinde icra edilen ritüeller ile o kişiye olan saygı , sevgi ve insanlar için ihdas etmiş olduğu din'e (yaşam şekline) olan bağlılık , şekli olarak topluca gösterilmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye'nin her tarafında bulunan heykelleri önünde "Saygı Duruşu" adı verilen Kıyam edilmesinin sebebi , onun Türkiye'nin mimarı yani , bu ülke içinde yaşayan insanların yaşamlarını düzenleyici yani Allah c.c nin yetki alanına giren konularda bir takım kurallar koymuş olmasındandır. 

Bu durum adı geçen kişinin ilahlık iddia etmesi anlamına gelmektedir. İnsanlar onun heykelleri önünde kıyam etmek sureti ile , onun kendileri için ihdas etmiş olduğu yaşam kurallarına (din'e) olan bağlılıklarını , bu din'i yani onun ilah olmasını kabul  ettiklerini , ondan memnun olduklarını göstermektedirler. 

Yapılan bu eylem, Kur'an literatüründe ilaha bağlılık gösterisi yani Arapça ismi salat , Türkçe ismi namaz'dır. Yapılan bu eylemin Kur'ani literatürdeki adı ise ŞİRK tir. İnsanlar o kimsenin önünde kıyam etmekle, ilah olmanın gereği olan onun tarafından ihdas edilmiş bir takım yaşam kurallarını kabul ettiklerini deklere ederek, onu ilah olarak kabul ettiklerini ilan etmek sureti ile şirk içine düşmektedirler. 

Şirk'in bu boyutu ülkemizde maalesef pek gündeme gelmemektedir .Bunun sebebi ise kendisini Müslüman olarak gören bir çok insanın isteyerek veya istemeyerek te olsa bu ritüeli icra etmek zorunda olmasıdır. Bu ritüeli icra eden bir kısım zevat ise , bunu şirk ile alakasını dahi kurmayarak , ne yaptığından habersiz bir halde bir kıyamı gerçekleştirmektedir. Şirk ile alakasını kurabilecek kadar ilim sahibi olanların bir kısmı ise , bu şirk'e katılmak zorunda olmalarından veya taraftarlarının bu törenlerde boy gösterme zorunluluklarından dolayı, yapılan bu eylemin şirk olmadığını dillerini eğip bükmek sureti ile anlatarak, bir kesime şirin görünmek , kendi taraftarlarına karşı ise, işi kitabına uydurmak gayreti içindedirler.

Türkiye'nin her tarafında bulunan heykelleri kıble edinerek onlara yüzlerini dönmek sureti ile yapılan bu salat eylemi şirk'in en ilkel halinden başka bir şey değildir. Çağdaşlık ve ilericilik adına yola çıkılarak , binlerce yıldır süren putlara tapmanın Türkiye içinde yansıması bu heykeller önünde yapılan saygı duruşları ile gerçekleşmektedir.

İşin daha vahimi , yapılan bu eylemin bazı din alimleri tarafından mazur görülmüş olmasıdır. Bu kişiler, kendi üzerlerindeki sorumluluğun avama göre daha fazla olması nedeni ile , Kitap'tan hiç bir şeyi gizlemeden insanlara açıklamak zorunlulukları olmasına rağmen , dünyevi kaygılarının ağır basması nedeni ile hakkı açıklamak şöyle dursun , hakkın üzerini kapatmakta , daha acısı yapılan bu eylemin yanlış olmadığı gibi Bel'am vari sözlerle insanları şirk'e alenen davet etmektedir.

Alim olarak tanıdığımız bu kimseler Kur'an'ın en can alıcı noktası olan şirk kavramını sadece tarikatlarda icra edilen bir takım yanlışlara indirgeyerek , sadece o kesimdeki şirk'i gündem etmek sureti ile şahitliklerini yerine getirdiklerini zan ediyor iseler sadece kendilerini aldatmaktadırlar. 

Şahitliği yerine getirmek demek , hakkı açıklamak noktasında sadece Allah c.c den korkarak , atamız İbrahim misali kıyam etmek demek olmalıdır. İbrahim'in dini üzere olduğunu iddia ederek , onun kıyam ettiği putlar önünde eğilmenin cevazını verenlerin hesabı ahirette çok çetin olacaktır. 

Müslümanların alim olarak tanıdıkları, saygı duydukları , görüşlerine değer verdikleri bu kimselerin yaptıkları yanlışları şair Sezai Karakoç şu dizelerinde veciz bir biçimde şu şekilde dile getirmektedir :

“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini 
Nasıl sileceğimi öğretmediniz.

Sonuç olarak : "Milli Bayram" adı ile ihdas edilmiş belirli günlerde "Saygı Duruşu" şeklinde yapılan ve heykel önünde icra edilen ritüel , insanların ilah olarak kabul ettikleri her ne ise ona karşı yapılan bir tazimdir. Böyle bir tazime sadece Allah c.c nin layık olması nedeniyle , onun dışındakilere karşı yapılan bu tazim töreninin adı Kur'an literatüründe şirk olarak isim bulmaktadır. 

Yapılan eylem , İlah kavramının anlam ve yetki alanına giren konularda , kişilerin kabulünün bir gösterisi olan salat'ın, yegane İlah olarak bilinmesi gereken Allah c.c nin dışında olan birine yapılmış olan tazim eylemi olup , şirk'in en ilkel hali ile Türkiye boyutlarında yaşanan halinin bir resmidir.

Allah c.c , bizleri şirk'in her türlüsünden haberdar olan kullarından ve şirk'i hayatından çıkaran kullarından kılsın. Şirk'in sadece tarikatlarda yaşanan boyutlarını gündeme getirerek , sistem boyutunda yaşanan şirk'i örtmek yolunu seçen alimlere ise cesaret ve feraset ihsan etsin.
                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

11 Haziran 2016 Cumartesi

NUR s.41. Ayeti : Kuşların Tesbihi ve Salatı, İnsanın Tesbihi ve Salatı

"Tesbih" ve "Salat" , Kur'anın odak kavramlarından ikisidir. Kur'anın bir çok yerinde geçen bu iki kavram aynı zamanda, üzerinde bir takım spekülasyonlar yapılarak, kafalardaki ön yargının kabulü noktasında anlam bindirilmeye çalışılan kavramlardır. 

"Tesbih" kavramı , elde 99 veya 999 luk ipe dizilmiş boncuklar ile bazı tarikatlar tarafından belirlenmiş virdlerin çekilmesi noktasında istismar edilirken , "Salat" kavramı ise , bir çok mealde sadece namaza indirgenmiş bir şekilde anlamlandırılmaya çalışılmasına karşın , namaz karşıtları tarafından ise, başta konumuz olan ayet delil gösterilerek "Kuşlar nasıl namaz kılar demek ki salat namaz değilmiş" denilerek namazın olmadığına dair delil olarak sunulmaya çalışılmaktadır. 

Şunu hatırlatmak isteriz ki ; Kur'anı okuma ve anlama yöntemimiz , kafamızdaki ön yargıları bu kitaba onaylatmak amaçlı değil , bu kitap içindeki kavramların ifade ettiği anlamları, Kur'an bütünlüğünü gözeterek okumak , anlamak ve hayata aktarmak olmalıdır. 

Bu yöntem dahilinde , Nur s. 24. ayetini okumaya çalıştığımızda , "Tesbih" ve "Salat" kavramlarının en geniş anlamda kullanılmasını , aynı zamanda bu anlamı daraltmak veya başka anlamlara çekmenin yanlışlığını görebiliriz.   

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

[024.041] Görmedin mi ki; göklerde ve yerde bulunanlar, saf saf uçan kuşlar Allah' ı tesbih etmektedir. Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah; onların yaptıklarını bilendir.

Ayetin "Görmedin mi" diye bir soru ile başlaması , kuşların hayatı örnek gösterilerek , bu örnekten insanın ibret alması gerektiği vurgusu yapılmakta, onların bu yaşantıları tesbih ve salat kavramları özdeşleştirilerek , insanın nasıl bir tesbih ve salat yapması gerektiği gösterilmektedir.

Peki bizlerin, kuşların yaşantılarından ne gibi ibret almamız gerekmektedir ?. Kuş bilimciliğine soyunmak gibi bir iddia sahibi olmadığımızı hatırlatarak kısaca, her sade insanın kuşlar üzerinde gözlemlediği bilgilerin, onların tesbih ve salatı olduğunu söyleyebiliriz.

Kuşlar yaratılışlarından beri havada uçmakta , "Göçmen Kuşlar" olarak bilinen kuşlar ise , her sene sıcak mevsimlerde , serin bölgelere , soğuk mevsimlerde ise daha sıcak bölgelere göç etmekte , yaratılışları gereği bunu her sene tekrarlayarak , " bu mevsimde yerimizde kalalım" veya "Uç uç nereye kadar artık biraz da yerde kalalım" dememekte , yani Allah (c.c) nin onlar için yazmış olduğu yaratılış kaderini harfi harfine yerine getirmektedirler.

Rabbimiz, kendisinin kuşlar üzerinde koyduğu yaratılış kanunlarına yani fıtrata dikkat çekerek , biz insanlara "Kuşlar kadar mı olamayacaksınız" mesajını vermektedir. 

"Tesbih" kelimesi ; "Yüzmek" anlamında olup , terim olarak , Allah (c.c) nin yarattığı her şeyin belirlenmiş bir yaratılış kanunu çerçevesinde hayatiyetini devam ettirmek zorunda olduğu , bu çerçeve dışına çıkmak gibi bir lüksleri olmadığı anlamındadır. 

Kur'anın bir çok yerinde "Yerde ve gökte olanların hepsi Allah'ı tesbih ederler" şeklindeki ayetler, bu gerçeği haber vermektedir. Yani Allah (c.c) nin mülkü dahilinde olan her ne varsa onun koyduğu yaratılış yasalarına tabi olmak zorundadırlar , bu yasaların dışına çıkmaları asla mümkün değildir. 

Kısaca kuşlar , Allah (c.c) nin kendileri için tayin ettiği bir yaşam dairesi içinde hayatiyetlerini sürdürmek mecburiyetindedirler. Bu dairenin adı TESBİH , daire içinde yaptıkları ise onların SALATlarıdır. Bu kavramların insan ile ilgili olan kısmını bu ayet üzerinden okuyabilmek mümkündür.

Burada çok önemli bir noktaya temas etmek istiyoruz ; Eğer kuşlar fıtratları gereğinin dışına çıkacak olurlarsa onların neslinin helak olması mukadderdir. Örneğin ; Soğuklar başladığı zaman sıcak iklimlere göç etmeyerek yerlerinde kaldıkları takdirde sonları ölüm olacak ve nesilleri tükenecektir. 

İnsan da aynı şekilde kendisine yüklenen tesbih ve salat görevinin dışına çıktığı zaman , onların bu çıkışları da helak ile sonuçlanacaktır. Kur'an içinde zikri geçen elçi kıssalarındaki kavimlerin helakına baktığımızda, onların tesbih ve salatlarını terk ettikleri , ve bunun sonucunda da helak olduğunu görürüz.

Allah (c.c) kuşları işaret ederek insana " Ey insan, sende kuşlar gibi benim mülküm de yaşayan bir varlık olman nedeniyle , benim senin üzerine koyduğum yasalar dahilinde hayat sürmek zorundasın" demektedir. 

İnsan nasıl tesbih ve salat eder ?. 

İnsanın tesbih etmesini ikiye ayırarak anlamak mümkündür.

İnsan bedenindeki , göz , kulak , kalp , mide , ciğer vs. gibi azalar , Allah (c.c) nin koyduğu çalışma yasalarına uygun olarak insanın ölümüne kadar çalışmalarını sürdürürler. Bu durum insan azalarının tesbih etmesi demektir. İnsan bedeninin tesbihi insan iradesinin dışında bir durum sergilemekte olup , insan iradesinin dahilinde olan tesbih , onun kulluk ile ilgili  vazifeleri noktasındadır. Konumuz olan kavramları , insanın iradesi dahilinde olan kısmı ilgilendirmektedir. 

Bir de insanın mükellef bir varlık olması nedeniyle yaşadığı hayat içinde tabi olması gereken kulluk yasaları bulunmaktadır. İnsan , Allah (c.c) nin mülkünde yaşayan bir varlık gurubu olması nedeniyle , onun kendisi için koyduğu yasalara tabi olmak zorundadır. 

[091.008] Sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene,

İrade sahibi olması nedeniyle insan , Allah (c.c) tarafından kendisi için konulan kurallara uymak veya uymamak noktasında serbest bırakılmıştır. Bedeni, kendi iradesi dışında olarak Allah'ı koyduğu tesbih yasalarına uyan insan , serbest iradesi ile üzerine vazife olan Allah'ı tesbih etme noktasında acze ve isyana düşmektedir. 

Tarih boyunca gelen elçiler , insanın üzerine vazife olan kulluk görevlerini yani salat ve tesbihi onlara hatırlatmaya çalışmışlar , bu  vazifelerin nasıl yerine getirileceği konusunda önder olmuşlardır. 

İnsanın tesbih ve salatını en geniş anlamda düşünecek olursak , kuşların fıtratları gereği yapması gerekenleri yerine getirmesi demek olmasından hareketle , insanın tesbih ve salatı da aynı şekilde fıtratları gereği olarak Allah (c.c) tarafından kendilerine yüklenen vazifeleri yerine getirmeleri insanın salatı ve tesbihidir. 

İnsanın fıtratı gereği karşı cinsle evlilik yolu ile ilişki kurması onun TESBİH ve SALATIdır. (Lut (a.s) kıssası örneği)

İnsanın fıtratı gereği muhtaç olanlara yardım ve infak etmesi onun TESBİH ve SALATIdır. (Bahçe sahipleri kıssası örneği) 

İnsanın karşısındakinin hakkına riayet ederek ölçü ve tartıda hile yapmaması onun TESBİH ve SALATIdır. (Şuayb (a.s) kıssası örneği)

İnsanın kendi dışındaki canlı hayatına saygı duyarak bitki ve hayvan neslini yani ekolojik hayatı koruması onun TESBİH ve SALATIdır. (Salih (a.s kıssası örneği) 

İnsanın Allah (c.c) dışındaki ilah ve rablara kulluk etmemesi onun TESBİH ve SALATIdır. 
(İbrahim (a.s) kıssası örneği) 

İnsanın çoluk çocuğuna Allah'a karşı olan vazifelerin öğretmesi onun TESBİH ve SALATIdır. 
(Lokman ve İmran ailesi örneği)

İnsanın Allah'a karşı yapılan şirk , isyan , zulme karşı baş kaldırması onun TESBİH ve SALATIdır.

İnsanın fıtratı gereği , kulluğunu ameli ve şekli olarak göstemesi onun TESBİH ve SALATIdır.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür , elçiler insanlar tarafından unutulan bu tesbih ve salatı onları hatırlatmak için gönderilmişlerdir. Bu örneklere dikkat edecek olursak , kendilerinin vazifeleri olan kulluk görevlerinin dışına çıkan topluluklar Sünnetullah gereği helak edilmişlerdir. 

Kuşlar nasıl fıtratları dışına çıkacak olduklarında helak olacak iseler , insanlar da fıtratları dışına çıkarak Allah'a olan tesbih ve salatlarını yerine getirmedikleri takdirde helak olarak , yer yüzünden silineceklerdir , bunun canlı örnekleri Kur'an içinde mevcuttur. 

Sonuç olarak ; Kuşların tesbih ve salatının nasıl olduğunu merkeze alarak , insanın tesbih ve salatının nasıl olması gerektiği yönünde şunları söylemek mümkündür. Kuşlar , Allah (c.c) nin kendileri için çizdiği yaşam dairesi içinden çıkmayarak yaşamlarını ve nesillerini sürdürmektedirler. 

İnsan da , Allah'ın kendisi için çizdiği yaşam dairesinin çıkmadığı müddetçe yani tesbih ve salatını Allah'a göre yaptığı müddetçe hayatiyetini devam ettirecektir. Aksi takdirde geçmiş kavimlerin örneğinde yok olup gidecektir. 

SALAT ve TESBİH , Allah (c.c) nin kulları için belirlediği yaşam sınırları olup , bu sınırların aşılması neticesinde bizleri dünya ve ahirette acı bir son beklemektedir. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


23 Kasım 2015 Pazartesi

Bakara s. 238-239. Ayetleri : Salavat'ın Korunması ve Vusta Salat

Salat kelimesi ve türevleri , Kur'an içinde en fazla geçen kelimelerden olup , çeviri ve yorumlama bakımından anlam alanı daraltılan  bir kelime olarak karşımızda durmaktadır. Çeviri ve tefsirlerde bu kelimenin anlamı, ağırlıklı olarak "Namaz" olarak çevrilerek , daha geniş bir anlama sahip olan bu kelimenin anlamı dar bir alana hapsedilmiş , "Namaz" adı ile bildiğimiz ibadet ise, olması gereken işlevinden çıkarılmış bir halde ilmihal bilgileri etrafında icra edilen kuru bir ritüele dönüşmüştür. 

Konumuz olan ayetlerin çeviri ve tefsirlerine baktığımızda , bu ayetlerin yine "Namaz" olarak çevrildiği, konumuz olan 238. ayetin namaz vakitleri ile alakalı bir bağlam dahilinde okunarak , günlük namaz vakitlerinin 5 olduğuna dair delil olarak anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu yazının konusunun , Namaz adı ile bilinen bir ibadetin , veya Namaz vakitlerinin 5 olmadığına dair deliller sunmak olmadığını baştan söyleyerek , bu yazıyı yazanın Namaz ve vakitleri konusunda herhangi bir şüphesi veya Amerika yı yeniden keşfetmek gibi bir derdi olmadığı , daha önce bu konuda yazmaya çalıştığı yazılardan görülebilir.

Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn(kânitîne).
[002.238]  Salavatı ve vusta salatı koruyun ve Allah'a boyun eğiciler olarak ayağa kalkın.

Fe in hıftum fe ricâlen ev rukbânâ(rukbânen), fe izâ emintum, fezkurûllâhe kemâ allemekum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
[002.239] Eğer korkarsanız, yaya yahut binekte iken koruyun, güvene erişince, bilmediklerinizi öğrettiği gibi Allah'ı anın.

"Salat" kelimesi ; "Ateşte yakmak" anlamındaki "Saliye" sözcüğünden türemiş olup "Dua , bağışlama" gibi anlamları içinde barındıran bir kelimedir. 

"Hafizu" kelimesi ; " korumak , dikkat etmek , gözetmek , ilgilenmek" anlamındaki "Hıfzün" kelimesinden türemiştir.

Bakara s. 238. ayetinin meallerine baktığımız zaman , ayet içinde geçen , "Salavat" ve "Salat" kelimelerinin "Namaz" şeklinde çevrildiğini görmekteyiz. Şahsi kanaatimiz , "Salatil vusta" deyimi ile Namazın kast edildiği , "Salavat" kelimesi ile Namaz dışındaki başka bir anlamın kast edildiğidir.

Bu kanaatimize dair delilimiz , "Salavat" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerdir. 

[002.155-157]  Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, «Biz Allah içiniz ve biz nihâyet ona döneceğiz,» derler.işte onlar için Rableri tarafından mağfiretler (Salavatün) ve rahmet vardır. Hidâyete erenler de onlardır.

[009.099]  Kimi bedevîler de Allah’ı ve âhireti tasdik eder; Allah yolunda harcamasını, Allah’a yakın olmaya ve Resulünün dualarını (Salavatirresul) almaya vesile sayar. İyi bilin ki bu, onlar için Allah’a yakınlık vesilesidir. Allah onları rahmet diyarı olan cennete yerleştirecektir. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).

Bakara ve Tevbe surelerinde geçen bu kelime "Allah (c.c) nin salavatı" , "Muhammed (a.s) ın salavatı" şeklinde geçmektedir.

Bakara s. 155-157. ayetlerine baktığımızda , Allah (c.c) nin kullarını yaşadıkları dünya hayatı içinde bir takım sıkıntılar ile imtihan edeceğini beyan etmektedir. Bu imtihanlara karşı isyan etmeyerek sabır gösterenlere, Allah (c.c) tarafından salavat yani bağışlama ve rahmet olduğu vaad edilmektedir. 

Tevbe s.  99. ayetine baktığımızda ise , Araplardan bazılarının Allah (c.c) yolunda yapmış olduğu infakı gösteriş ve riya için değil , Allah (c.c) ye yakınlık ve Muhammed (a.s) ın dan hayır dua almak yani onun salavatına nail olmak vesilesi saydığını görmekteyiz. 

Bakara s. 238. ayetindeki "Salavatı koruyun" emrini, bu ayetlerle bağlantı kurarak okumanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz. 

Yaşadığımız hayat içinde başımıza gelen ve bizim hoşumuza gitmeyen bazı olaylara karşı olan tavrımız , bizim kul olma bilincimizin bir göstergesidir . Allah (c.c) sıkıntı verici durumlar karşısında, isyan etmeyerek sabır gösterenlere vereceği karşılığı, "Salavat" olarak hatırlatarak 238. ayette , onun salavatına layık olarak bir hayat sürmeye ve bu halimizi korumak ve bu hal üzerinde daim olmak merkezinde bir hayat sürmemizi emretmektedir. 

Bu bağlamda , Ahzab s. 56. ayetindeki Allah ve Meleklerin, Resule olan salatını hatırlamak yerinde olacaktır. Muhammed (a.s) kendisine Allah (c.c) tarafından emredilen hayat tarzına riayet ederek , böyle bir desteği hak etmektedir. Bizlerin de aynı desteği hak etmek için ,"Salat" merkezli bir hayat sürmesi gerektiği , bu kelimenin anlam alanı dahilindeki yaşam tarzını korumanın gerekliliğini anlayabiliriz. 

Tevbe suresi içinde ise , Müslümanlar içinde olan münafık Araplardan bahsedildikten sonra (9.98) , onların hepsinin münafık olmadığı , bir kısmının yaptığı infak türünden hayırlı amelleri , gösteriş ve riya için değil sadece Allah (c.c) ye yakınlık ve Muhammed (a.s) ın duasına yani salavatına nail olmak için yaptığı haber verilerek , yapılan işlerin ne amaçlı yapılması gerektiği beyan edilerek, bu tür amellerin yapılması teşvik edilmektedir. 

Bu ayetin , Bakara s. 238. ayeti ile bağını kuracak olursak , Allah (c.c) iman edenlere , yapmış oldukları infak türünden amelleri içlerinde art niyet olmadan yapmaya teşvik ederek , bu tür amelleri sürekli olarak yapmaya yani onları korumaya yönelik bir hayat tarzına devam etmelerini istemektedir. 

Allah (c.c) nin ve onun elçisinin salavatına layık olmaya yönelik merkezli bir hayat , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde olumlu bir katkı sağlaması amacına yönelik olup , bize sevap olarak karşılık vaad edilen amellerin teşvik edilme amacı , sadece amel defterimizdeki sevap hanesinin dolması değil , bu amellerin işlenmesi sonucunda dünya hayatında yaşayan insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde denge sağlanmış olur. Bu denge ise kişisel bazdan başlayarak , dünya genelinde yaşayan insanların mutlu ve huzurlu bir hayat sürmesine vesile olacaktır.

"Salavat" kelimesini Hacc s. 40. ayetinde de görmekteyiz. 

[022.39-40] Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeğe elbette Kadir'dir.Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar (Salavatun) ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.

Hacc s. 40. ayetinde Allah (c.c), arz üzerine koymuş olduğu bir yasayı bizlere hatırlatmaktadır. Bu yasa , haksızlığa uğrayan kimselerin bu haklarını geri almak için başvuracağı yollardan birisinin savaş olduğu ve bu yol ile hakkın geri alınmasıdır. Bu hak kullanılmadığı zaman olacak şeyler, içinde Allah (c.c) nin adı anılan ibadethanelerin tahribe uğraması olarak anlatılmaktadır. 

"Salavat" kelimesinin de içinde geçtiği olarak bu ibadethaneler , hayatın merkezi olarak ifade edilecek mekanlardır. İnsan hayatı bu mekanlar üzerinden icra edilen inançlar üzerine kurulu bir şekilde cereyan etmektedir. İsra s. 7. ayetinde de bu durumu görmekteyiz. İsrailoğullarının arz üzerinde fesada devam etmeleri halinde, "Mescid" olarak ifade edilen ibadethanelerine girileceği bildirilmektedir.

İnsan hayatının kalesi diyebileceğimiz ibadet mekanlarının düşman istilasına uğraması demek , buralarını merkeze alarak yaşanan hayatın sekteye uğraması demek olup , buraları korumak sadece düşman istilasına karşı değil, buraları merkeze alarak Allah (c.c) nin isminin hayat içinde yaşamasını yani yaşamın kurallarının ilahi merkezli bir programa dayanması anlamındadır.

Hacc s. 40. ayeti ile , Bakara s. 238. ayeti arasında bir bağ kurmaya çalıştığımızda şunları söyleyebiliriz. "Salavat" olarak ifade edilen korunmasının emredilmesinin maksadını , "İnsanların yaşamlarının merkezi olan ve ilahi kuralları merkeze alan bir hayatın yaşanmasını koruyun ve böyle bir hayat üzerine daim olun" şeklinde bir emir olarak algılamak mümkündür.

İbadet için yapılmış binaların yapılış amacı  , kurallarını "İlah" olarak bilinen bir varlıktan alınmış olan bir yaşamı sembolize etmektedir. Bu durumu , Allah (c.c) yi İlah , Kur'anı ilahi yasa kitabı , İslam'ın gerçek din olarak tanındığı bir hayatı sembolize eden yani etmesi gereken "Mescid" adı bildiğimiz mekanların korunması olarak anladığımızda, onların korunması demek, boya , badana gibi eksikliklerinin giderilmesi anlamında değil , o binaların sembolize ettiği "Allah-Kur'an-İslam" merkezli bir yaşam sisteminin korunmasının gerekli olduğu , oraların harap olmasının yani o mekanların merkez alınmayarak sürdürülen bir hayatın sonucunun hüsran olacağı beyan edilmektedir.  

Allah (c.c) nin , "Salavat'ın korunması" emrini , bu kelimenin geçtiği diğer ayetler ile bağını kurarak okumaya çalıştık. "Salat" kelimesinin "Vusta" kelimesi ile birleştirilerek korunmasının emredilmesini de şu şekilde okuyabiliriz ;

"Vusta" kelimesi ; İfrat ve tefrit'ten korunmayı ifade eden , orta yolda yürümeyi ifade eden bir kelimedir.

"Salatil vusta" deyiminin kullanılması , bizde vusta olmayan salatın olabileceği düşüncesini çağrıştırmaktadır. Vusta olmayan salat'ın nasıl olabileceğini yine ayetlerden öğrenmek mümkündür. 

 [107.004-7] Artık vay haline o musallinin ki, onlar, salatlarında yanılgıdadırlar.Onlar gösteriş yaparlar.En ufak bir yardımı esirgerler.
[008.035] Onların Beyt'in yanındaki salatları; sadece ıslık çalmak veya el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse devam edegelmekte olduğunuz küfürden dolayı tadın azabı.

Maun ve Enfal suresinde gördüğümüz bu ayetlerde , salatı icra ettiğini söyleyenlerin , yapmış oldukları salat'ın kabule şayan olan bir salat olmadığı görülmektedir. "Namaz" adı bildiğimiz ibadet şekli , ilk defa Muhammed (a.s) aracılığı ile bizlere emredilmiş olan bir ibadet şekli olmadığı bu konuda araştırma yapanların malumudur. 

Muhammed (a.s) ın gönderiliş amacı , insanlık tarihi boyunca gelen elçiler aracılığı ile hatırlatılan , tek ilaha dayalı hayat sisteminin terk edilerek , şirk sistemine dayalı bir hayatın tercih edilmesini ortadan kaldırarak, Tevhid merkezli bir hayatı hakim kılmaktır. Ruku , Secde ve Kıyam dan oluşan ve ilah olarak bilinen varlığa karşı yapılan bir tazim gösterisi olan ve bizim "Namaz" adı ile bildiğimiz ibadet şekli, insanlık tarihi ile eş zamanlı bir geçmişe sahiptir. 

Bu anlamda Mekke müşrikleri de, bizim "Namaz" adı ile bildiğimiz ibadeti ,putları önünde yaparak "Şirk" işlemekteydiler. Namaz'ın tevhid merkezli bir ibadet olmasının terkdilip , şirk merkezli bir ibadet haline gelmiş olması , yukarıdaki örnekteki ayetler delaleti ile anlaşılmaktadır. Namaz ibadetinin tarihi arka planı okunduğu zaman , Namaz ile ilgili ayetler daha kolay anlaşılacaktır.

Tefsirlere baktığımız zaman , "Salatil vusta" hakkında bir çok farklı görüşe rastlamaktayız. Biz bu terimin özel bir vakit namazını değil namazın kendisini ifade eden bir deyim olduğunu düşünüyoruz. Yani bu terim ile , sabah , öğle , ikindi , akşam , yatsı veya cuma namazlarının özel olarak kast edilmediğini, bütün namazları içine alan şemsiye bir terim olduğunu düşünüyoruz. 


"Allah'a boyun eğiciler olarak ayağa kalkın."

"Ayağa kalkmak" anlamına gelen "Kame" fiili ile birlikte kullanılarak salat'ın ayakta tutulmasının emredilmiş olması, insan ve toplumların yaşantısında önemli bir etkendir. Salatın zayi edildiği toplumlarda , sosyal , ekonomik , siyasal , askeri , ahlaki v.s gibi yönlerden , Allah (c.c) dışındaki ilahların belirlediği kurallara göre hareket edilmesi yüzünden , arz üzerindeki yasaların işlemesi nedeniyle çöküş yaşamaktadırlar. 

Salat kavramının içinde önemli bir kısım olan Namaz , bu gün bir çok Müslüman tarafından gerçek işlevini yitirmiş bir halde icra edilmesi bir tarafa , toplumların birlik ve beraberliklerini pekiştirici bir unsurdur. Toplumsal hayatın en önemli kurumları olan "Mescid" ler de, birlikte ifa edilen Namaz ibadeti , icra edildiği mekanı kuru bir tapınak olmaktan çıkararak , her türlü sorunun halledildiği , Müslümanların sorunlarının konuşularak çözüme kavuşturulmaya çalışıldığı , sosyal , ekononomik , askeri ve siyasal dayanışmanın bir merkezidir.  

Allah (c.c) nin "Salavatı koruyun , Salatı ayakta tutun" emrini , en canlı biçimde hayata pratize eden Muhammed (a.s) ve ashabının yaşadığı zaman içinde "Mescid" ,sadece namaz vakitlerinde namazın kılınıp alelacele dağılınılan bir mekan değil 24 saat işlevi olan bir mekan olarak göze çarpmaktadır. 

"Salavat" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde , bu kelime bağışlanma, dua ve salat mekanı anlamında kullanılmıştır. Bu anlamları birbirleri ile ilişkili bir şekilde okumak mümkündür. Salat mekanları yani Mescidler , kuru bir ibadethane değil , insanların sosyal olarak birbirleri ile yardımlaştıkları mekanlardır. Eğer bu mekanlar harap olarak işlevini yitirdiği takdirde , bu günkü durumuna düşecek, ve bir işyeri gibi mesai saatlerinde açılıp kapanan mekanlara dönecektir. 

Allah (c.c) nin "Salavatı ve Salatı koruyun" emrinin ne kadar önemli olduğu , Salat ve Salatgahların işlevinin, olması gerekenin dışında bir amaca dönüşmüş olmasının ümmete nelere mal olduğunu görerek anlamış bulunuyoruz.

Namaz , Müslüman olma iddiasında olan bir kişi için olmazsa olmazlardandır. Namazın ne kadar önemli olduğuna dair rivayetler ve bilgiler , bu ibadetin kulluk bilincini ayakta tutmuş olması yönünü vurgulamaktan çok , sadece ilmihal kitaplarında belirlenmiş olan el , bel , ayak gibi uzuvların geometrik olarak düzgün olmasına indirgenmiştir. 

Halbuki Namaz ibadeti ile ilgili farklı mezheplerin uygulamalarının , rivayetler kanalı ile Muhammed (a.s) a dayandığını düşünecek olursak , Muhammed (a.s) ın namaz konusunda, şekle bizim dikkat ettiğimiz kadar etmediğini göstermektedir. Çünkü bu ibadet şekli yönden çok , kime kulluk ettiğimizi gösteren sosyal yönü kuvvetli bir ibadettir.

Namaz ibadetinin ne kadar önemli olduğu 239. ayetten anlaşılmaktadır. Olağan üstü hallerde bile terkedilmemesi emredilen bu ibadetin önemi , Nisa s. 101-103. ayetlerden de anlaşılmaktadır. Namaz ibadeti her durumda icra edilmesi emredilen bir ibadettir. Bazı sıkıntılı durumlar bahane edilerek bu ibadet asla terkedilemez. Sıkıntılı durumlarda bu ibadetin kısaltılarak , binek , üzerinde veya yaya olarak yürürken bile eda edilebileceğinin bildirilmiş olması , bu ibadetin hayat içinde ne kadar ciddi bir işlevi olduğunu göstermektedir. 

Müslüman olma gereğinin şuuruna vakıf olanların yapması gereken ilk işlerden bir tanesi , "Salavat ve Salat" kelimeleri ile ifade edilen amelleri hayata gerçek olarak geçirmeye çalışmak olmalıdır. Devlet dairesi haline gelmiş bir Mescid , ve bu Mescid içinde devlet memuru mantığı ile, "Bitse de gitsek" düşüncesi ile Namaza gelen Müslümanların oluşturduğu topluluklar , dünya üzerinde söz sahibi olmaya aday bir topluluk hiç bir zaman olamazlar.

"Güvene erişince, bilmediklerinizi öğrettiği gibi Allah'ı anın."

Allah (c.c) olağan üstü durumlarda namazın kısaltılabileceğine dair hükmünü Nisa s. 101-103. ayetleri içinde beyan etmiştir. 239. ayet içindeki bu cümlenin mesajını , doğru bilginin kaynağının Allah (c.c) olduğu , hayatın içinde gerekli olan bilginin onun tarafından bizlere öğretilen bilgi olduğu , onun dışında öğretilen bilginin kaynağının Şeytan olduğu ve bu bilgiye tabi olunarak yaşanan bir hayatın neticesinin dünya ve ahirette hüsran olduğu şeklinde anlayabiliriz.

Rabbimiz bizleri Salavat ve Salatı gereği gibi korumaya yönelik bir hayat süren kullarından kılsın. 


17 Ekim 2015 Cumartesi

Tevbe s. 84. Ayeti : Üzerine Salat Edilecek Cenazenin Vasıfları

               "Her nefis ölümü tadıcıdır sonra bize döndürüleceksiniz" Ankebut s. 57

Geçici olan Dünya hayatlarını yaşayan insanların , ebedi olan hayatlarını yaşamak için geçecekleri ahiret hayatının merhalelerinden bir tanesi de "Ölüm" dür. Doğan her insan bu merhaleden geçerek, hesap günü yeniden dirilecekleri zamana kadar kabirlerde bekleyeceklerdir. Ölüm , Dünya üzerinde yaşayan bütün insan toplulukları için , önemli bir olay olup, her topluluk kendi inançlarına uygun olarak, ölen insan için bir takım törenler düzenlerler. 

Törenler , kişilerin aidiyet duygularını pekiştirmek için yapılan toplantılar olup, her inanç mensubu birlikteliklerini açığa vurmak , kendisinin bir yere ait olduğunu göstermek için bu tür törenlere katılır. Ölen kişiler için yapılan törenler genelde böyle bir amaca yönelik olarak yapılmaktadır.

Biz müslümanlar , Dünya üzerinde yaşayan topluluklardan birisi olarak , ölen birisi için bir takım törenler düzenleyerek onu toprağa veririz. Bu törenlerden birisi,  "Cenaze namazı" olarak bildiğimiz , fakat bilinen namazla alakası olmayan bir törendir. Bu yazımızda bu konu ile ilgili düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

Ölen birisi ile ilgili olarak bir müslümanın yapması veya yapmaması gerekenleri , Tevbe suresi 84. ayetinde görmekteyiz. 

 Ve lâ tusalli alâ ehadin minhum mâte ebeden ve lâ tekum alâ kabrih(kabrihi), innehum keferû billâhi ve resûlihî ve mâtû ve hum fâsikûn (fâsikûne).

Onlardan ölen hiç bir kimseye ebedî düâ etme (Defn veya ziyaret için) kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allâhı ve Resulünü inkâr ile kâfir oldular, onlar faasık (adam) lar olarak öldüler. (Hasan Basri Çantay meali)

Bu ayetin çevirilerine baktığımız zaman "Ve la tusalli" ibaresinin bir çok mealde , "Namazını kılma" şeklinde çevrilmiş olduğunu gördük. Çevirilerde büyük bir sıkıntı kaynağı olan , "Salat" kelimesinin geçtiği ayetlerin, "Namaz" olarak çevrilme hatasına burada da düşüldüğünü görmekteyiz. Verdiğimiz ayet meali yıllar önce yapılmış bir meal olup ibareyi doğru bir biçimde çevirdiği için o meali kopyaladık.

Tevbe s. 84. ayeti , adına "Münafık" denilen gurup ile ilgili olarak bir bağlam içindedir. Biz bu ayetin sebebi nuzulü ile ilgili rivayetleri buraya alarak hacmi doldurmak istemediğimiz için ayetin özel hitabını dikkate alarak , genel hitabı okumaya çalışacağız. 

Tevbe s. 84. ayetinde Rabbimiz , elçisi Muhammed (a.s) a Medine'de ölen münafıklar için ne yapmaMAsı gerektiğini beyan etmektedir. Bu kişi yaşadığı hayat boyunca Allah ve elçisini inkar eden bir hayat yaşayarak "FASIK" olarak ölmüşler dolayısı ile onların müslümanlar tarafından sahiplenerek üzerine dua edilir vaziyette gömülmesine gerek olmadığını hatırlatmaktadır. 

Bu ayet bize şöyle bir mesaj vermektedir ; Müslüman bir toplum içinde yaşayıp , bu toplumun inanç değerlerine aykırı ameller yaparak yaşayan ve o halde ölen birisi  , müslümanlara tarafından asla sahiplenilmeyecek , asla onun üzerine asla dua edilmeyecek.

Birisi öldüğü zaman, neden ona dua edilir ?. 

Bilindiği üzere , yaşayan bir kişi yaşadığı zaman zarfı içinde , yaptığı herhangi bir günahtan dolayı tevbe ettiği takdirde , Allah (c.c) bu tevbeyi kabul edeceğini , ölüm anında yapılan tevbenin kabule şayan olmadığını beyan etmektedir. Burada "ölen kişi için yapılan dua onun günahının affına sebeb olur mu ?" sorusu gündeme gelmektedir. 

[009.080] Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme. Onlar için yetmiş defa mağfiret dilesen de Allah onları bağişlamayacaktır. Bu, Allah'ı ve Peygamberini inkar etmelerindendir. Allah; fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.

Ölen kişi eğer hayatını , fısk içinde geçirmiş ise öldükten sonra onun için yapılan bağışlama isteklerinin geri çevrileceğini Rabbimiz beyan etmektedir. Ölen kişi eğer hayatını iman ve salih amel içinde geçirmiş , yaşadığı hayatta eğer hatası olmuş ise bunu bilip hatadan zaten dönmüştür. Kısacası , ölen kişi kafir ise onun için yapılan dua kabul edilmez , eğer müslüman ise zaten onun böyle bir duaya ihtiyacı yoktur. 

"Salat" kavramı ,Kur'anın en önemli kavramlarından birisi olup , hayat bu kavramın üzerine kurulmuş ve bu kavram etrafında devam etmesi gerekmektedir. Bu kavram maalesef Kur'anda geçen ayetlerde "namaz" olarak çevrilerek anlamı daraltılmış bir kavram haline sokulmuştur. 

"Salat" kavramı,insanların birbirlerine olan birlik ve beraberlik duygularını açığa vurdukları bir kavram olarak hayat içinde yerini almıştır. Ölen birisi için salat'ın anlamı ise , onun vesilesi ile bir araya gelmek , onun müslüman toplumun bir ferdi olduğunu göstermek , cenaze sahiplerinin acısını paylaşmak , varsa ihtiyaçlarını gidermek, onun vesilesi ile Allah'a olan kulluğumuzu hatırlamaktır.

Ölen kişi için yapılan dua , toplumun aidiyet ve sahiplenme duygularının bir gereği olarak yapılmaktadır. Müslüman olmamız hasebiyle ölen bir kişiye karşı sahiplenmemizi ve onun bize ait bir kişi olduğuna dair olan duygularımızı açığa vurmak için kullandığımız yöntem , onu dua ederek uğurlama yöntemidir. Bu yöntemin adına "Cenaze salatı" diyebiliriz , çünkü "salat" kelimesinin anlamları içinde "dua etmek" anlamı da mevcuttur.

[009.099]  Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına (salavatirresuli )nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.

Müslümanların bir araya geldiği zaman yapacakları en güzel ve doğru şey Rablerine olan kulluklarını göstermektir , cenazelerde de bunları yaparak , hem kendi kulluklarını hatırlarlar , hem de ölen kişiye karşı olan sahiplenmelerini ve ölen kişinin nereye ait olduğunu gösterirler. 

Konumuz olan ayette olduğu gibi ölen kişi eğer iman etmiş bir kişi değilse , müslümanların onu sahiplenmesi, onun vesilesi ile aidiyet gösterisi yapmaları doğru bir tutum olmayıp Allah (c.c) böyle bir törenin kesinlikle YAPILMAMASINI emretmektedir.

Bu uygulamanın günümüzde yapılışına gelince !!!!!......

Öncelikle "Cenaze namazı" şeklinde bir terimin hatalı bir kullanım olduğunu söylemek isteriz. Bu terim , "salat" kelimesinin sadece namaz olarak anlaşılmasının bir tezahürü olarak literatürümüze girmiştir. Onun yerine "Cenaze duası" terimini kullanmak "salat" kelimesinin anlamına uygun bir kullanım olacaktır . Bu arada "salat" kelimesinin dua anlamında olduğunu söylemek bildiğimiz namaz diye bir şeyin olmadığını iddia ettiğimiz anlamına gelmemelidir.

Bilindiği üzere günümüzde ölen bir kişi, şayet kimliğinin din hanesinde "İslam" yazıyor ise doğru camiye getirilir ve "Cenaze namazı" adı altında yapılan törenle toprağa verilir. Bu kişinin nasıl bir hayat yaşadığı, kimsenin umurunda bile olmadan musalla taşına konur , eğer fısk üzere bir hayat yaşamışsa , kara gözlüklerini takmış vaziyette camiye gelen yakınları kenarda bekler halde , günlük cami cemaati bunun için safa durur ve dua eder. 

Günümüzdeki camilerin, gerçek bir salatın yapıldığı merkez olmadığı , sadece yatıp kalkmaya indirgenmiş bir namazın eda edildiği yerler ve bu namazı kıldıran kişilerin bir çoğunun bu işi sadece maaşlarını düşünerek yaptığını düşünecek olursak , önüne gelen cenazenin kim olduğuna bakmadan yaptıkları duayı çok görmemek gerektiğini düşünüyoruz. 

Eğer günümüz camileri , gerçek salat mekanlarına dönüştürüldüğü takdirde , bu camilerde kılınan namazlar sadece yatıp kalkmaya endeklenen sportif faaliyetler olmaktan çıkarak, tevhidi bir kulluk gösterisine dönüşecek ve bu camilerde yapılan cenaze törenleri bu günkü yapılanın aynısı olmayacaktır. Camiye getirilen bir kişi eğer hayatı boyunca müslümanlara kin ve öfke duyan bir kişi olarak yaşamış ve öyle öldüğü biliniyorsa bu kişinin cami kapısından içeri sokulmasına izin verilmeden , ömrünü nerede geçirdi ise cenazenin de oradan kaldırılması istenerek geri çevrilecektir.

Böyle bir hayat yaşamış olan kişiye , onun cenazesini camiye getirmek , müslümanları aptal ve enayi yerine koymak anlamına gelecektir. Kendisine yakın olan kişiler cami duvarına yaslanarak bekler vaziyette taziyeleri kabul edecekler , günlük cami cemaati "Farzı kifaye dir bari sevap kazanalım" diyerek ömrünü fısk fücur içinde geçirmiş birisi için Allah'tan mağfiret isteyecek . Böyle bir görüntünün, salatın gerçek işlevinin şuuruna varmış olan müslümanların camilerinde asla yeri olamaz.

İbadetleri mekanik bir hale sokarak şekle indirgeyen ve bu şekiller ile ilgili olarak bir sürü hüküm ihdas eden ilmihal kitaplarında , "Cenaze namazı" başlığı altında açılan bahislerde , bu namazın nasıl kılınacağına dair üretilen bir sürü lüzumsuz bilgiye karşılık, bir tek yerde "Kimlerin namazı kılınmaz" başlığı altında bir tek bahis bulunmamaktadır. Ölmeden önce , "Benim cenazemi camiye götürmeyin" diye vasiyet eden kişilerin dahi , bu vasiyetleri hiçe sayılarak camiye getirilerek , onların üzerine dua ettirilmesi olayın trajikomik yönünü gözler önüne sermektedir.

Bizler camilerin işlevlerinin farkına varamadığımız müddetçe , bu mekanlar hıristiyan kilisesinden farksız bir işlev yerine getirmeye devam ederek , bu tür olumsuzluklar yapılmaya devam edecektir. 

CAMİLERİN GERÇEK BİR SALAT MEKANI OLMASI İÇİN ÇABA SARFEDENLERE SELAM OLSUN.

8 Aralık 2014 Pazartesi

Salat (Namaz) Vakitlerini Elçinin Örnekliği Üzerinden Okumak

Kur'an'ın gündem edilmeye başlanması ile hararetlenen tartışma ortamında, tartışılması gerekli veya gereksiz bazı konuların da ortaya çıktığını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. "Salat" kelimesi etrafında gündem edilen bazı konuları da gerekli veya gereksiz olarak ikiye ayırmak mümkündür. Salat kelimesinin içeriği, içinin nasıl doldurulması gerektiği, geleneksel anlamdaki yanlışlıklar gibi konuların tartışılmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Bunları tartışırken Kur'an'ı sanki bugün inmiş bir Kitap gibi görüp, dağ başına inmiş kabul edip, Elçi örnekliğinden yoksun, kendi içinde bütünlük olgusunu hiçe sayarak, sadece meali baz alıp Arapça metnini öteleyerek yapılan tartışmaların fayda yerine zarar getireceği bilinmelidir.

Kullandığımız dilde adına "namaz" dediğimiz vakitli ve ritüel "salat"ın vakitleri konusunda böyle bir tartışmanın olduğu bilinmektedir. Yazımız, böyle bir ritüelin olmadığı konusunda görüş belirtenlerden çok, "evet Kur'an'da namaz vardır" deyip vakitleri konusunda bir takım düşünceler ileri sürenlerin görüşleri çerçevesinde ele alınmaya çalışılacaktır.

"Salat" kelimesini Kur'an'da genel anlamı itibarı ile "destek ve yönelim" olarak anlamak mümkündür. Bu anlamda sadece belirli vakitlerde değil 24 saat bu destek ve yönelimin devamı esas olmalıdır. Namaz ritüeli günün belirli vakitlerinde ve günün toplam bir saatini kapsamaktadır. Geri kalan 23 saatinde Allah'a olan destek ve yönelimin devam etmesi gerekmektedir. 

Namazın vakitleri ile ilgili tartışmaların yukarda belirttiğimiz gibi gereksiz tartışmalar olduğunu en baştan söyleyerek, gereksizliğinin gerekçelerini paylaşmaya çalışalım. Yazımızın amacı namazın kaç vakit olduğundan çok, bu düşüncelerin metod yanlışlığından kaynaklandığını ifade etmeye çalışmak üzerinde olacaktır.

"Sadece Kur'an" demek; salt bir metin okuması demek değildir. Böyle okunan bir kitabın, inmeden önce birtakım ön bilgi ve uygulamaların varlığını kabul ettiği ve bu ön bilgi ve uygulamaların yanlışlığını red ettiği veya doğruluğunu onayladığı gerçeği ötelenmiş olacaktır. Bu söylemin içini Elçinin örnekliğini red ederek doldurmaya çalışmak, yapılabilecek en büyük yöntem hatası olacaktır. Örneklikleri hesaba katmanın; hadîse tâbi olmak anlamına değil, Kur'an'ı bütüncül okumak anlamına geldiğini hatırlatalım.

Bu söylemin için doldurmak adına yapılan en büyük hata; Elçi örnekliğini hiçe sayarak, geçmişin yaptığı hataların üzerine kurulmuş bir düşünce oluşturmaktır. Geçmiştekilerin yaptığı Elçi anlayışındaki hatalar, bizleri Elçi'nin fonksiyonunu görmezlikten gelmeye götürmemelidir. Kur'an'ı ön kabulsuz yapılan bir okumada, Elçi'nin örnekliği için hadis kitaplarına gitmeye gerek olmadığını hatırlatarak, bu örnekliklerin Kur'an içinde bolca görülebildiğini söyleyebiliriz.

"Tarihi arka plan" şeklinde niteleyebileceğimiz nuzül öncesi Arap inancının, örfünün ve kültürünün bilinmesinin, anlamaya önemli katkılar sağlayacağı açıktır. Bunu söylerken Kur'an dışı bazı bilgi kaynaklarına yöneltmek istediğimiz gibi bir düşünce içinde olmadığımızı hatırlatarak, bu tür ön bilgilerin yine Kur'an içinde mevcut olduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır.

İnsanların birbirleri ile olan iletişimleri ilk insandan beri devam etmiş ve ilk insandan başlayan bilgi edinme ve edinilmiş bilgilerin sonrakilere aktarılması yolu ile gelişimin devamı sağlanmıştır. Bu bilgiler her dalda olduğu gibi dini alanda da geçerlidir. Fizik, kimya, biyoloji vb. bilim dalları ile ilgili bilgiler, binlerce yıldır insanların bilgi birikimi neticesinde bu noktaya ulaşmış ve gelecekte de bu güne kadar erişilmiş olan bu bilgilerin üzerine yeni bilgiler konulması ile daha üst seviyelere çıkılacaktır. Hiçbir bilimadamı kalkıp "bu bilgilerin hepsini red ediyorum" şeklinde bir itirazda bulunarak sıfırdan yeni bilgiler üretmesi imkan dahilinde değildir. Bilginin devamlılığını bir tür bayrak yarışına benzetecek olursak, bayrak yere düşmeden elden ele nesiller boyu sürekli olarak el değiştirip yola devam edecektir.

Din adına gelen bilgiler de aynı şekilde nesiller boyu aktarılarak sonrakilere ulaşmıştır. Kur'an nâzil olmaya başladığı zaman nuzül dönemi muhataplarının ilk defa duydukları her hangi bir bilgi getirmemiş olup, bilgi sahibi olunan konulardaki bir takım yanlışları düzeltmiştir. Çünkü o insanların bilgi sahibi oldukları konular, binlerce yıldır süren insanlık serüveninin kadim bilgileri idi.

Namaz dediğimiz ibadet şekli nuzül öncesinde bilinen ve uygulanan bir şekil olup, o dönemde uygulanan ibadet Allah'a değil putlara idi. Kur'an bu ibadeti aslî hüviyetine geri döndürerek Allah'a has kıldı. Muhammed(a.s)'ın bu tür bir ibadeti daha önce hiç bilmediği ve ona Cibril'in öğretti iddiası rivayetlerde olup doğru bir bilgi değildir.

Elçiler, insanlığın öğretmenleri olup, o zamana kadar yanlış olan veya bilinmeyen bazı şeyleri muhataplarına öğretmek için Allah (c.c) tarafından görevlendirilmişlerdir. Beraberinde getirdikleri Kitap'ın içeriğini sadece okumak gibi bir görevleri olsaydı, Elçiler sadece "vitrin mankeni" mesabesinde kalmış olacaklardı. Halbuki Elçilerin insanlara "bilmediklerini öğretmek" gibi bir vazifeleri vardır.

Bir öğretmen talebesine iyi bir insan olmayı, önce kendisi bunu hayatında uygulayarak yapar ki örnek olsun. Sadece söz ile yapılan bir öğüt bu noktada yeterli gelmeyecek ve nasıl iyi insan olunabileceği ve olunabilirliği talebelere uygulamalı eğitim ile öğretilecektir.

Elçilerin de yaptıkları iş bir nevî "Uygulamalı Eğitim"dir ve bunun Kur'an ıstılahında adı "ÜSVETÜN HASENETÜN (en güzel örnek)" şeklindedir. Bizlerin bu örnekliği red etmek gibi bir seçeneği asla yoktur.

Kur'an'da namaz vakitleri ile ilgili olduğunu düşündüğümüz ayetlere baktığımızda, bu ayetlerde "size günde şu kadar namaz farz kılınmıştır" şeklinde açık seçik bir beyan yoktur. HÛD, İSRÂ ve TAHA Sureleri'nde başta olmak üzere Kur'an'ın değişik ayetlerinde "şu vakitlerde salatı ikame edin" veya "şu vakitlerde tesbih edin" şeklinde bazı zaman birimlerinin zikredildiğini görmekteyiz.

Bu ayetler ile ilgili zaman birimlerinin hangi birimler olduğu yönündeki tefsirlere baktığımız zaman farklı görüşler olduğu malumdur. Bahsedilen zaman birimi ile ilgili olarak bir tefsirci o zamanın "öğle" olduğunu söylerken, diğer tefsirciler "sabah, ikindi veya akşam" demektedirler.

Bu farklı görüşlerin, Arap dilinde o kelimeye verilen anlamlar üzerinden ve Arapça metin üzerinden yapıldığını ve tefsircilerin Arapça bildiklerini düşünecek olursak, bugün herhangi bir Kur'an mealini eline alarak yapılan namaz vakitleri çıkarım çalışmalarının ne derece sağlıklı sonuçlar verebileceği tartışılır.

Bu çıkarım çalışmaları mealden olduğu gibi bir de bağlamdan kopuk bir anlamayı, sadece bugün inmiş bir kitap şeklinde yapılan okumayı da hesaba katacak olursak, yapılan çıkarım çalışmasının baştan yöntem hatası yapılarak başlanan bir çalışma olduğu ortadadır. 

Öncelikle şunu ifade edelim ki; Kur'an'da bazı vakit aralığı ile ilgili anlatımlar, o vakti değil bütün günü kapsamaktadır. Bunu birkaç örnek ayet ile görelim;

[019.011] Zekeriya bunun üzerine mabedden çıkıp milletine: «Sabah akşam Allah'ı tesbih edin» diye işarette bulundu.

[019.062] Orada boş sözler değil sadece esenlik veren sözler işitirler. Orada rızıklarını sabah akşam hazır bulurlar. 

[030.018] Hamd O'nundur; göklerde de, yerde de, günün sonunda da ve öğleye erdiğiniz vakit de.

[040.046] Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, «Firavun'un adamlarını azabın en ağırına sokun» denir.

[025.005] «Kuran öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır» dediler.

[048.009] Tâ siz Allah'a ve O'nun Peygamberine imân edesiniz ve O'na yardımda ve tebcilde bulunasınız, ve O'nu sabah ve akşam tesbîh edesiniz.

[033.042] O'nu sabah akşam tesbih edin.

[076.025] Rabbinin adını sabah akşam an.

Yukarıda örnek olarak verdiğimiz ayet meallerindeki "sabah - akşam" şeklindeki zaman, ayrı zaman aralıkları değil süreklilik ve kesintisizlik anlamı olan ifadelerdir.

Zekeriya(a.s) kavmine sabah ve akşam vakitlerinde değil, devamlı Allahı tesbih edin demektedir. Cennet ehli rızıklarını sabah kahvaltısı ve akşam yemeği olarak değil, sürekli olarak hazır bulmaktadırlar. Hamd ve zikir belirli zamanlarda değil, günün tamamındadır.

Bu tür ayetlerden yapılan zaman çıkarma çalışmaları; hem yanıltıcı hem de diğer zamanları kapsamama gibi bir düşünce içine girilebilmesi ihtimalini doğuracaktır. 

Bu bağlamda namaz vakitleri konusunda ortaya konulan HÛD, İSRÂ ve TAHA Sureleri'ndeki ayetleri de ele aldığımızda şunları görebiliriz.

[011.114] Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür.

HÛD 114 ayetindeki "gündüzün iki tarafı" şeklindeki ifade; iki ayeri vakti değil gündüzün başından sonuna kadar şeklinde bir anlamı belirmiş olup, gündüzün tamamında salatın ikamesini içerir. "Gecenin yakın saatleri" ifadesi; gecenin dinlenme ve uyku vakti olduğunu düşünecek olursak, bu vakitlerin geri kalan kısmını ifade eder ki 24 saatlik bir gün diliminin tamamına tekabül etmektedir.

[017.078] Güneşin kaymasından, gecenin kararmasına kadar namazı güzel kıl; bir de kıraatıyle seçkin olan sabah namazını; çünkü sabah Kur'an'ı gerçekten şahitlidir.

İSRÂ 78 ayetinde de; güneşin batışa geçmesinden, tâ fecre kadar bir zaman aralığından bahsetmektedir. Bu ayetlerde de şu vakit veya bu vakitten ziyade, kesintisiz bir zamanı ifade ettiği görülmektedir.

[020.130] O halde onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatlerinde de gündüzün uçlarında da tesbih et ki, hoşnutluğa eresin.

TAHA 130 ayeti bütün günü kapsayan bir zaman aralığı içinde tesbih edilmesini emretmektedir.

Kur'an'da bu tür vakitler belirtilerek salat ve tesbih edilmesi emirlerini, şayet Kur'an bu gün Elçi olmadan dağ başına inmiş bir kitap olsa ve kişisel yorumlar ile bu vakitlerin hangi vakitler olduğu belirlenmeye çalışılsaydı, önceki tefsirciler gibi farklı düşünceler çıkarak herkesin kabul ettiği belli vakitlerin çıkarılması mümkün olmazdı. 

Şayet Kur'an'ın bize namaz kılma emri olduğunu bilip, bu vakitlerin hangi vakitler olduğu bize bırakılsaydı, hiçbirimiz ne iki vakit, ne üç vakit, ne de beş vakit namaz emri olduğunu Kur'an'dan net olarak delillendiremezdik. Bu sözlerimizi Arapça bildiğimiz varsayımı üzerinden yaptığımızı hatırlatarak, elimizdeki meallerdeki farklı çevirileri hesaba katarak bu çalışmayı yaptığımızı düşünecek olursak, olayın ne kadar zor olduğu ortaya çıkacaktır.

Kur'an'ın "kolaylaştırılmış bir Kitap" olduğu ile ilgili ayetleri unutup Kur'an'ın anlaşılması zor ve kapalı bir Kitap olduğunu söylemek istemiyoruz. Ancak onun kolay ve açık olması, onu okumanın belli bir şartı olmamasını gerektirmez. Belirli kuralların göz ardı edilmesi ile yapılan okumalardan çıkarılan akıllara zarar düşüncelerin var olduğunu hesaba katacak olursak, doğru bir metod üzerinden yola çıkmanın ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Kur'an 1400 küsur yıl önce bir Elçiye inmiş ve bu Elçinin de örnek olma vazifesi dahilinde Kitap'tan çıkarmış olduğu bazı hükümlerin "uygulamalı eğitim" olarak bizlere kadar gelmiş olmasından hareketle, namaz vakitleri konusunda onun örnekliğini baz almanın daha doğru olduğunu söyleyebiliriz.

Burada tevâtüren gelen bu uygulamanın ne kadar doğru olabileceği sorusu da akla gelecektir. Düşüncemiz odur ki; yüzlerce yıldır birbirleri ile bir çok konuda ihtilaf etmiş olanların, konu namaza gelince vakit ve rekatları ile ilgili olarak hiç bir ihtilafının olmaması, uygulama ile gelen bu bilginin doğru olması düşüncesinin, Elçiyi (hâşâ) adam yerine koymayı zül kabul edenlerin, meal üzerinden yaptıkları çıkarımlar düşünüldüğünde mukayese dahi edilmeyecek kadar tercihe şayan olduğu ortadadır.

Muhammed(a.s)'ın bu konudaki örnekliği Müslümanlar üzerinde "Ortak Akıl" oluşmasına sebebiyet vermiş olması nedeni ile bu konuda yapılabilecek çıkarım çalışmalarının kişinin yorumu olduğu ve bu yorumların isabetli olup olmadığı tartışmaya açıktır.

Muhammed(a.s)'a gelen beş vakit namazın Kur'an göre yanlış olup olmadığına dair yapılabilecek çalışmalar bu konuda tartışma götürmeyecek kadar net "muhkem" ayetler olmasını gerektirir ki "bu konuda şimdiye kadar yapılan uygulama Kur'an'ın şu ayetine göre yanlıştır" diyebilelim.

Örnek verecek olursak; recm konusu ile ilgili olarak, Muhammed(a.s)'ın böyle bir sünneti olduğuna dair olan düşünceleri gönül rahatlığı ile red edip "recm uygulaması Allah'a ve Elçisi'ne iftiradır" diyebiliyoruz. Böyle bir söz söyleme gerekçemiz; Kur'an'ın zina fiili cezası konusunda evli-bekar şeklinde bir ayırım yapmayarak, herkese aynı cezayı emretmiş olmasıdır.

Konu namaz vakitlerine gelince; "Kur'an aslında 2-3-4-6-7 vakit emretmiş ama rivayetler bize 5 vakit olarak gelmiş" şeklinde bir söz söyleyemiyoruz. Ya da, "Kur'an 2-3 vakit emretmiş ama Muhammed (a.s) bunlara ilave etmiş" şeklinde bir itirazda bulunabileceğimiz açık ve net bir ayet elimizde yoktur.

Sonuç olarak; namaz vakitleri ile ilgili olarak "sadece Kur'an"a bağlı kalarak yapılmaya çalışılan çıkarım çalışmaları, usul yönünden hatalı olması nedeniyle ortada olan sonuçları da düşünecek olursak "ağzı olanın konuştuğu" bir alan haline gelmiştir. Elçilerin örnekliğinin bu konuda devreye girerek, uygulanarak gelen bilgilerin doğru kabul edilmesi ve o örnekliğin üzerinde fikir birliği sağlanması gerektiğini düşünmekteyiz. Kur'an'ın kolay ve açık olmuş olması onu anlaşılabilir kılmaktadır. Ancak usul ve yöntem yine kendi içinden okunarak çıkarılmalı ve kişiye mahsus görüşler olarak ortaya çıkan düşüncelere itibar edilmemelidir. Geleneğin ilmihal bilgileri dahilinde olan bu tür tartışmaların yerine namazın tevhidî olarak insanları nereye ve kime kul olduklarının bir göstergesi olduğu şuuruna vâkıf olarak yapılan tartışmaların faydalı olduğunu ifade ederek, sadece entellektüel bir düşünce faaliyeti olarak ortaya çıkan bu tür tartışmaların gereksiz hatta fayda yerine zarar getiren tartışmalar olduğunu düşünüyoruz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Salat ve Kıble Kavramları Üzerinden Oynanmak İstenen Oyunlar

Yazımıza başlık olarak seçtiğimiz bu iki kavram , Kur'anın anahtar kavramlarındandır. Ne üzücüdür ki bu iki kavramın önemi biz Müslümanlar tarafından değil , bizlere düşman olanlar tarafından farkedilmiştir. Müslümanların içten yıkılması için, kavramların içinin boşaltılması gerektiğini çok iyi bilen İslam düşmanlar,ı bu amaçlarını gerçekleştirmek için türlü oyunlara girmişlerdir. Yazımıza başlık olarak seçtiğimiz bu iki kavram iç boşaltma gayretinden nasibini almış ve bu iki kavram etrafında uçuk kaçık yorumlar ile kafalar bulandırılmaya çalışılmaktadır . Salat ve Kıble kavramlarının önce ne ifade ettiği  , sonra bu iki kavramın içinin nasıl boşaltılmaya çalışıldığı konusu üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

"Salat"ı  kısaca, "kişinin ululadığı , yüce olarak bildiği herhangi bir varlığa karşı olan tazimi" olarak tarif edebiliriz. Bu nötr bir tarif olup, bu tazim Allaha veya bir başkasına da olabilir . Allaha yapılan salat ile bir başkasına yapılan salat arasında elbette nitelik farkı vardır. Yazımızın amacı bu kavramın tahlili olmayıp bu kavramın Kur'an i anlamdaki değeri ve değersizleştirilmeye çalışılması üzerinde olacaktır.

Kur'ana baktığımız zaman, Salat kelimesi ve türevlerinin bir çok yerde geçtiği görülmektedir. En fazla kullanılan anlamı, dilimizde "Namaz" olarak bildiğimiz ritüeldir. Bunu söylerken Salat kelimesinin sadece Namaz kelimesinin karşılığı olduğunu iddia edemeyiz, ancak Namaz içinde yapılan Kıyam-Rüku-Sücud gibi eylemlerin Kur'anın pek çok yerinde geçen ve Mü'min olmanın vasıflarından olarak sayıldığı görülmektedir.

İnsanların tabi olduğu her dinin belirli ritüelleri olup hak veya batıl farkı yoktur. Bu ritüeller ile insanlar bir araya gelme fırsatına sahip olup kendi güçlerini gösterirler. Salat adı verilen eylemler bir çeşit gövde gösterisi olup insanların düşüncelerini ortak ifade etmeye yarayan bir eylemdir. Biz Salatın Müslümanlar açısından nasıl bir değer taşıdığı üzerinde durmak istiyoruz. 

Kıyam-Rukü-Secde , bu üç kelime Kur'anda bir çok ayet içinde geçmektedir . 

"Kıyam" kelimesi ; "ayak üzerinde durmak yani dik bir duruş sergilemek,bir şeye azmetmenin ifadesi , sabit , değişmez ,kararlı "  olmanın dışa vurumu olarak yapılan bir eylemdir.

 "Rüku" kelimesi ; "eğilmek ,bükülmek,tevazu,alçak gönüllük,kendini alçaltma,gururunu ve kibrini kırmak" anlamındadır. 

"Secde" kelimesi; Rukü kelimesinin ifade ettiği aynı anlamlara sahip bir kelime olup "öne eğilme , aşağı bükülme,zelil olmayı kabul etmek" şeklinde anlamlara sahiptir.

Bu 3 kelime, İnsan hayatının ayrılmaz bir parçası olup hangi din mensubu olursa olsun, o dinin sahibi olarak bildiği kimseye olan tazimini bu ritüeller ile yapar. Müslüman kişi ise Alemlerin Rabbi , her şeyin yaratıcısı , yarattığı kullar üzerinde yegane hakim olan Allah (c.c) ye olan tazimini onu büyüklediğini göstermesini bu ritüeller ile ifade eder. 

"Din" kelimesi ile , kişilerin hayatları içinde benimsedikleri sistemler, kişilerin Cennet veya Cehennem ile karşılık görmelerini gerektirecek yaşam biçimini kast ettiğimizi belirtelim. 

İlah olarak kabul ettiğine sadakat ifadesi olarak yapılan bu üç kelimenin toplandığı eylemin ismi türkçede NAMAZ olarak bilinmekte olup , bizde bu kelimeyi kullanacağız , Namazın nasıl bir eylem olduğu ve bu eylemin neyi ifade ettiği üzerinde durmak gerekirse şunları söyleyebiliriz;

Kul , Namazdaki KIYAMında İlah olarak tanıdığı Allaha , onun dışındaki ilahlara karşı dik bir duruş sergilediğini , azimli , sabit ve değişmez olduğunu , RÜKUUnda , onun ilahlığı karşısında belinin bükük olduğunu ,alçak gönüllü olduğunu , ona karşı asla bir büyüklenme içinde olmadığını , SECDEsinde , sadece onun önünde eğilerek zelil olmayı kabul ettiğini , başka ilahların önünde asla eğilmeyeceğini ifade eder. 

Namazın böyle bir Tevhid eylemi olduğundan bir çok Müslümanın haberi bile yoktur, İslam düşmanları bu eylemin nasıl bir eylem olduğunu ve gerçek işlevi ile hayata geçtiğinde kendi saltanatlarının yıkılacağını çok iyi bildikleri için her türülü yolu denemişlerler ve denemeye devam etmektedirler. 

"Kıble" kelimesi , Salattan ayrılmayan ikisinin bir arada olması gereken bir kavramdır , anlam olarak; "istikamet ,yön" gibi anlamlara gelmektedir. Namazda dönülmesi gereken yer olarak bildiğimiz bu kelime , Mekkedeki "KABE" ile alakalıdır. 

"İnsanlar için yapılan ilk ev" ünvanına sahip olan bu yapı Tevhidin bir semboludur. Bu yapının sembolize ettiği şey , Allah (c.c) nin evi olması nedeniyle , "Beyt" kelimesinin , "tehlikelerden sığınılan yapı" anlamından hareketle , Küfür ve Şirk tehlikesinden Allaha yönelinmesini ifade eder. Her yıl Zilhicce ayında yapılan "HACC" ibadeti , işte bu sığınmanın sembolize ettiği ritüelleri kapsamaktadır. 

Müslümanların bir çoğu Namaz gibi Kıblenin de ne kadar önemli bir işlevi olduğundan habersiz olarak sadece bir ilmihal bilgisi olarak oraya yönelmektedirler, halbuki Kabeyi Kıble edinerek ifa edilen bir Namazda kul şunları söyler ;  Beni yaratan olman nedeni ile benim İlahım ve Rabbım sensin , benim hayatımın her safhasında senden başka bir İlah ve Rab tanımıyorum , senin Azizliğine karşı sana olan zelilliğimi senin önünde secde ederek gösteriyor ve bu Azizliği senden başkasına vermiyorum. 

Bu eylemlerin hep birlikte yapılmasında , Müslümanlar arasındaki dayanışmanın sağlanması , kardeşlik duygularının pekiştirilmesi , düşmanlara karşı gözdağı verilmesi gibi amaçlar olduğu göz ardı edilmemelidir ki İslam düşmanlarının oyunları farkedilsin. 

Kaleyi içten fethetmek savaş içinde en etkili yöntemlerden birisidir. İslam düşmanları bu yöntemi kullanarak Müslümanlar arasındaki birlik beraberlik ve kaynaşma duygularının en üst seviyede olduğu zamanlar ve mekanlar üzerinde yeni anlayışlar türeterek bu duyguları yıkmaya çalıştıkları görülmektedir.

Özellikle Kur'anın Türkiyeli Müslümanlar arasında yeniden gündeme gelmesi ile başlayan geleneğin sorgulanması süreci ümit veren bir süreç olup bizler tarafından da kabul görmektedir. Ancak bu sorgulamanın bazen aşırıya kaçtığı ve çığrından çıktığınıda üzülerek görmekteyiz. Resul olarak gönderilen Muhammed (a.s) ın konumunun yarı ilah seviyesine çıkarılmış olması Resul anlayışının da yeniden düşünülmesini beraberinde getirmiştir. 

Her hareket içinde aşırılıklar ve sızmalar olması kaçınılmaz bir durum olup , Kur'ana dönüş hareketinin içinde de aşırılıklar ve sızmalar olduğu gözlemlenmektedir. Aşırılıklar bir harekete karşı olabilecek muhtemel sızmalara karşı açık bir kapıdır. 

Filistinli yazar Edward Said'in bir kitabının da ismi olan "Sömürgeciliğin keşif kolu oryantalizm" ,bir kaç yüz yıl önce batıda başlayan İslam kültürünü araştıran bir dal olup , bu araştırmaları Müslümanların hayrına yapmadıkları yeni yeni anlaşılmaktadır. Namazın Müslümanlar arasındaki etkisi oryantalistlerin yapmış oldukları çalışmalar neticesinde ortaya çıkmış ve bu çalışmalar İslam düşmanları için yol gösterici olmuştur. 

Bugün kendisine "Kur'an Müslümanı" etiketini layık gören bir kısım insanın  (bütünü kast etmediğimizi hatırlatalım) gündeminde olan tartışma Salat ve onunla ilgili kavramlar olup yapılan tartışmalar , Kur'anda Namaz varmı ? , varsa kaç vakit ? , rekatları ne ? , Kabeye yönelmek gerekirmi ? v.s türünden tartışmalardır. 

Yapılan tartışmalara baktığımız zaman "bu kadar da olmaz" dedirtecek kadar uçuk düşüncelerin olduğunu görmekteyiz. "Namaz" kelimesinin farsçadan türediği , Namazın putperest adeti olduğu , Kabenin aynı şekilde put olduğu gibi düşünceler dile getirilmektedir. 

Kıyam , Rüku ve Secdenin İnsanlığın kadim ritüeli olduğu hatırlanacak ve herkesin İlah olarak bildiği varlığa bu ritüelleri yaptığı düşünülecek olursa , Allah (c.c) nin dışında İlah edinmiş uolanların o İlaha karşı bu ritüelleri yapmış olmaları ile Müslümanların bu ritüelleri yapmaları aynı seviyede nasıl görülebilir?. 

Mekkedeki "Beyt" in insanlar için yapılan ilk ev olduğu ve Kur'anda bununla ilgili bir çok ayet olmasına rağmen orasının put olduğunu iddia edenlerin "Kur'an Müslümanı" oldukları nasıl kabul edilebilir?. 

Namaz ritüelini red etmeyip ancak "canım nereye isterse oraya yönelirim" kafasında olanlar ayrı bir sorundur. Namazın bir Tevhid eylemi olduğu şuuruna vakıf olan , yönelinen yerin yani Kabenin Tevhidi sembolize eden yeryüzündeki tek yer olduğu şuuruna vakıf olan bir düşünce sahibi " Namaz kılarım ama kafama göre yönelirim" diyebilirmi?. Bunu şayet cehaleti sebebi ile söylemiyor ise hainliğinden başka sebebten ötürü söylemesi mümkün değildir.  

"Kabe" adı ile bilinen sembolik yapı , Allahı birlemenin ritüele olarak gösterildiği bir yapı olması nedeni ile Müslümanların yüzünü döndürdüğü bir mekandır, hal böyle iken birisi kalkıp Bakara s. 115. ayetinde " Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü  oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir." buyurulmasını delil alarak "bak işte ayet var nereye dönersen dön diyor" demesi bektaşinin "Kur'anda namaz kılmayın diye ayet var" demesine benzer.


Kendisini gerçekten "Kur'an Müslümanı" olarak tanımlayan bir kimse , bu gibi ritüelleri bir başkasının okuyup onları taklit etmek yerine Ümmi yani sıfırlanmış bir kafa ile ön kabulsuz bir şekilde Kur'andan okuyarak , Allah (c.c) bizden ona karşşı nasıl bir kulluk yapmasını istediğini öğrenerek ona göre bir yaşam sürdürmektir. 

Hareket içine sızmalar olarak nitelendirdiğimiz bu tür uçuk yorumları savunanlardan bazıları bu tür bir suçlamayı kabul etmeyeceklerdir. Evet bu insanlar gerçekten samimi olarak Kur'anı anlamak peşinde olabilir ve bu takdire şayandır , onlara tavsiyemiz bu tür uçuk kaçık yorumların peşine körü körüne gitmemeleri "modern şeyh" tabir ettiğimiz insanlara mürit olmayı seçmek yerine Kur'ana mürit olmayı seçmeleridir.

Bir sözün , bir eylemin sahibinin kalbini açıp bakmak onun münafık olup olmadığını anlamak bizler için asla mümkün değildir. Biz bir söze veya eyleme bakarken , söylenen bu sözün , yapılan bu eylemin kime zararı kime faydası olduğunu hesap ederek yapılan işlerin yanlışlığını doğruluğunu anlayabiliriz.

Eğer bir kişi kalkıp , Namaz , Kıble , Hacc  gibi ritüellerin müşriklik olduğunu iddia edebiliyorsa bunları söyleyen kişinin samimi bir Kur'an Müslümanı olduğunu asla söyleyemeyiz , aksine İslam düşmanlarının oyunlarına alet olmuş veya Truva atı olarak içimize sokulmuş olan bir hain olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün önümüzde tehlike olarak duran bu tür düşünceler ve bu düşüncenin sahipleri tarafından yutulmak istenmiyorsak , Kur'anı onların bize tavsiye ettiği yoldan değil yine Kur'andan ve özellikle Elçilerin kıssaları olarak anlatılan olaylar ile verilmek istenen Tevhid mesajlarını kavramak lazımdır. 

Şöyle bir düşünelim ; Kur'an bizlere sadece Allahı Rab ve İlah olarak tanımayı , onun bize önerdiği yaşam biçimini hayata aktarmayı , onun dışındaki yaşam biçimlerini red etmeye çağırırken , birisi kalkıp Kur'an adına , başka İlahlar tanımayı , tağuti sistemlere kul olmayı bizlere empoze etmeye çalışıyorsa bu yapılan çağrı Allaha değil şeytana dır ve Kur'anda şeytanın vaad ettiği yaklaşma çeşitlerinden olan "sağdan yaklaşmak" tır. 

Müslümanların yaptıkları yanlışları doğru kabul ederek o yanlışları Kur'ana mal etmek yapılabilecek en ağır hatadır. Eğer bir kişi Hacca gittiği zaman Kabenin duvarlarını öpmek için başkalarını ezmeye kadar varan edepsizlikler yapıyorsa bu Kabenin suçu değil kişinin suçudur. Eğer bir kişi hem Namaz kılıp hemde Kur'anın red ettiklerini yapıyorsa bu Kur'anın suçu değil kişinin suçudur. Bizler doğru olan bir eyleme yanlış karıştırılmasını bahane ederek bir söyle geliştirir isek bu söylemin samimi bir söylem olduğu düşünülemez. 

Şunu açık ve net olarak söyleyelim ki ; Bugün Namaz ve Kıble etrafında "varmı yokmu" şeklinde yapılan tartışmalar sadece gündem değiştirmek amaçlı olup altında iyi niyet aranmasının mümkün olmadığı tartışmalardır. Eğer tartışılacak bir taraf varsa bu kavramların içinin Kur'ani anlamda nasıl doldurulması gerektiği olmalıdır.

Sonuç olarak ; Salat ve Kıble birbirinden ayrılmaz iki kavram olup, önemi Müslümanlardan daha fazla  İslam düşmanları tarafından daha çok bilinmektedir. Müslümanların Namaz ve Kıble gibi kavramları Kur'ani anlamda okumaya başladıkları zaman güç dengelerinin değişeceğini bilenler bu dengelerin değişmemesi için ellerinden gelen gayreti göstermektedirler. Bu gayretlerden biriside , kavramların içini boşaltarak gereksiz gündemler oluşturarak kafaları meşgul etmektir. Bu kavramları uçuk kaçık yorumlarla değiştirerek birilerinin ekmeğine yağ sürenlerin samimi gayretler içinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Namaz ritüeli Müslümanlar için çok önemli olup birlik beraberlik gibi unsurlarıda içinde barındırmaktadır. Birlik ve berberliği bozmanın yolu bu kavramların ifade ettiği ibadetlerib için boşaltmak hatta şirk! olduğu gerekçesi ile namazsız bir muvahhid! topluluğu oluşturulmak istenmektedir. Bu tür projelere karşı uyanık olmak , bu tür düşünceleri savunanlara karşı dikkatli olmak zorundayız, aksi takdirde sağdan yanaşan şeytanların iğvalarına kapılıp o şeytanlar ile haşrolmak durumunda kalabiliriz.Soldan ve arkadan yanaşan şeytanlar kendilerini açıkça belli ederler, sağdan yanaşanlar münafıkça bir tavır sergiledikleri için onları farketmek zordur , lakin Kur'an salim bir kafa ile yanaşıldığında onlarında "ben şeytanım" diye bağırdıklarını kulaklarımız duyar.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Alak s. 6-19. Ayetleri Arası ve Engellenen Salat

Bundan önceki yazımızda , alak s. 1-5. ayetlerini tefekkür etmeye gayret etmiştik, bu yazıda geri kalan ayetler ile ilgili olarak tefekküre devam etmeye çalışacağız. Geri kalan ayetlerin ilk 5 ayetten ayrı olarak, ilerleyen zaman içinde nazil olduğu , ayetlerdeki muhatabın tebliğ sürecindeki inkarından bahsedilmesinden anlaşılmaktadır.

[096.006] Hayır; gerçekten insan, azar.
[096.007]  Kendini müstağni gördüğünden.
[096.008]  Muhakkak ki dönüş, ancak Rabbinedir.
[096.009] Gördün mü şu men edeni.
[096.010]  Bir kulu salatında.
[096.011]  Gördün mü; ya o kul doğru yolda ise?
[096.012]  Ya da takvayı emrettiyse.
[096.013]  Gördün mü; ya yalan saydı ve yüz çevirdi ise?
[096.014]  Bilmez mi ki; Allah gerçekten görmektedir?
[096.015] Yok, yok... Eğer nihâyet vermezse, elbette ki Biz o alnı sürükleyeceğizdir.
[096.016]  Yalancı, günahkâr olan bir alnı.
[096.017]  O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın.
[096.018] [ Biz de zebanileri çağırırız.
[096.019]  Hayır hayır. Ona itaat etme. Ve secde et ve Yaklaş.

Ayetleri tarihselliği yani nuzül süreci içinde ele alarak okuyacak olursak , tebliğ sürecinin başlamış olduğu ve bu süreçte tebliğe karşı inkarların görülmekte olduğunu anlamaktayız. Vahye karşı olan kişinin , karşı olma gücünü elindeki servete dayanarak yaptığı anlaşılmakta , fakat bu servetin geçici olduğu dönüşün rabbe olduğu ve dönüş günü bunun hesabını vereceği hatırlatılmaktadır. 

Eline üç kuruşluk servet geçince ne oldum delisi olan kişi , buralar benden sorulur ağası benim edası içinde vahye iman eden bir kulun , vahye imanı gereği olarak yapmış olduğu salatı engellediği görülmektedir. Burada dikkatimizi çeken kulun salatının birilerini rahatsız etmiş olması ve bu salatın sadece bilindik anlamda namazdan ibaret olmadığı anlaşılmaktadır. Kulun salatı takvayı emretmesi şeklinde ifadesini bulduğu için bu salattan müşrikler rahatsız olmaktadırlar. Salatı engelleyen kişi bunu engelleme sebebinin yalan sayması ve yüz çevirmesi olduğu ve bu yaptıklarını bir görenin olduğu hatırlatılarak yaptıklarının yanına kar kalmayacağı hatırlatılmaktadır. 

Salatı engelleyen müşriğin güç aldığı serveti ve darünnedve olarak bilinen yandaşlarının meclisindekileri çağırmasına karşılık zebanilerin çağrılacağı yani bunların yaptıklarının cezası olarak zebanilerin bekçiliğini yaptığı cehennemde konaklayacakları hatırlatılarak , onlara kesinlikle itaat edilmemesi Salata devam edilerek Allah cc ye yaklaşılması emredilmektedir. 

Sure içinde salat kelimesi ile ifade edilen bir eylemin engellendiği ifade edilerek bu salatın doğru yolda olunması ve takvayı emretmesi şeklinde bir karşılığının olduğu anlaşılmaktadır. Bu kelimenin ifade ettiği eylemin nasıl bir şey olduğu konusunu biraz açmak istiyoruz. 

Meallerde namaz olarak çevrilen bu kelimenin anlamı daha geniş bir çerçevede olup , namaz kelimesi ile ifade edilen şey salat içinde bir cüzdür. Alak suresinin ilk nazil olan surelerden olması ve Muhammed as ın nasıl namaz kılmaya başladığı konusunda tefsirlerde yer alan ifadeler problem teşkil eden ifadelerdir. 

Rivayetlere bakıldığında, Cibril Muhammed as a gelerek hangi vakitte nasıl namaz kılacağını öğretmiş olduğu görülmektedir. Bu rivayetlerden yol çıkarak namaz adlı ibadetin sanki daha önce bilinmeyen ve icra edilmeyen bir ibadet olduğu zannı hakim olmuştur, halbuki kur'an geneline bakacak olursak bu ayetlerden mekke toplumunun nuzül öncesi durumunu ayetlerden anlamaktayız. Kur'an muhatap toplumun yabancısı olduğu, hayatlarında hiç bilmedikleri ve görmedikleri bir ibadet tarzı ile onlara nazil olmamış , aksine onların hayat içinde din adına uyguladıklarının şirk bulaşmış tarafını ıslah yoluna gitmiştir.  

Enam s. ağırlıklı olmak üzere kur'an geneline yayılmış olan ayetlerde Allah cc nin emri olan ehli hayvanların kesilerek ona yaklaşılması şeklinde ibadet tarzı mekke toplumunda bilinen ve icra edilen bir  tarz olduğu, fakat bu ibadete şirk bulaştırılarak kesilen hayvanların üzerine Allah cc nin değil putlarının adının anılması sureti ile ifa edildiği görülmektedir. Kur'an bu tarz bir ibadetin şirk olduğu ve doğru olanın nasıl olduğu yönündeki ayetler ile bunu aslına çevirmiştir. 

İbrahim as dan beri bilinen hac ibadetide aynı şekilde şirk bulaşmış bir halde ifa edilmekteydi, kabe zaman içinde İbrahim as ve oğlu tarafından yeniden inşa edilen tevhid evi olmaktan çıkmış bir şirk yuvası haline getirilmişti. Kevser s. ayetlerinde "rabbin için nahr ve salat et" şeklinde emir bu ibadetlerin Allah cc nin dışındakilere hasr edilmesini anlamak mümkün olup bu ibadetlerin yapılması gereken varlık aracı olarak görülen putlar değil sadece Allah cc olduğu beyan edilmektedir. 

Maun s. de "vay o salat edenlere ki salatlarından gafildirler" şeklindeki ayetlerin salat eden mekkelilerin yapmış oldukları salatın yetime iyilik yapmayı ,yoksulu doyurmayı teşvik etmediği ,enfal s. 35. ayetinde de, mekkelilerin beyt önündeki yapmış oldukları salatın el çırpmak , ıslık çalmak şeklinde olduğu  ve bu şekil bir salatın red edildiği görülmektedir.

 Böyle bir mekke arka planı içinde yaşayan Muhammed as o toplum ile aynı kültür alt yapısına sahip olduğu fakat bu sahipliği onlara uymak şeklinde tezahür ettirmediği anlaşılmaktadır. Kur'andan öğrenildiği üzere mekke toplumu Allah inancına sahip bir toplum olduğu , problem oluşturan yönün Allah cc nin değil atalarının empoze ettiği inancı taşımalarıdır. Muhammed as böyle bir toplum içinde yaşamakta olup o inançları kabul etmeyen biri olduğu onun elçi seçilmiş olmasından anlaşılmaktadır. 

Böyle bir arka plan içinde mekkede tebliğ görevine başlayan Muhammed as a oranın mütref takımı anında karşı çıkar ve onu engelleyerek iktidarlarının ellerinden gitmemesi için var güçleri ile çalışırlar. Ritüel dediğimiz, insanın ilah olarak bildiği varlığa karşı olan tazimini ifade eden sembolik hareketler insanlığın bir gerçeğidir. İbrahim as ile ilgili bakara s ayetlerini okuyacak olursak bu gerçeği bariz bir biçimde görürüz. Mekkeliler o zamandan beri süregelen bu ritüelleri zaman içinde yolunda saptırmışlardır. Hacc , kurban ve salat dediğimiz rukü secde ve kıyamdan oluşan tarz ile yapılan ibadet tarzı sadece Allah için yapılması emredilmesine rağmen mekkelilerin putlarına yapılır olmuştur. 

Kıyam ,ruku , secde gibi şekilsel hareketlerden oluşan adına bizim namaz dediğimiz kur'anda salat olarak ifadesini bulan tarz sadece şekilsel olmanın yanısıra bir kulluk bilincinide beraberinde taşır. Bugün esas meselemiz bu tür şekilsel bir ibadetin şuur boyutu olup namaz adındaki ibadetin sadece belirli şekilleri ifa etmek sureti ile yerine gelmiş olmadığıdır. 

Ankebut s. 45. ayetinde salatın fahşa ve münkerden alıkoyması ile maun s.de anlatılan salatın yetime iyilik ve yoksulu doyurmak gibi maruf yöneltmemesi konusu salat kelimesinin içinin nasıl doldurulması gerektiği hakkında bildi verdiğini düşünmekteyiz. Bugün salat denince sadece cami içinde yapılan ve günün belli vakitlerinde icra edilip diğer vakitlerinde bu şuurdan yoksun bir hale gelmiş,  olayı sadece şekle indirgemiş olmamız kur'anın bizden istediği salatın ikamesi emrine aykırı bir durumdur.

Müşriklerin engellediği salat onların iktidarlarını sarsıp Allah cc nin iktidarını ikame etmeye yönelik bir eylem olduğu için müşrikler tarafından engelleme yoluna gidilmiş olduğu alak suresindeki ilgili ayetlerden net olarak anlaşılmaktadır. Bugün ikame edildiği zannedilen salat ise ilmihal bilgileri içinde boğulmuş belirli hareketlerin santimi santimine uygulanması esasına dayalı bir salat olup bırakın müşrikleri rahatsız edip engellemeyi , aksine müşrikler tarafından neredeyse desteklenen bir eylem haline gelmiştir.

 Bugün kur'an adına yola çıkarak salat konusundaki bu yanlışları görenler kabahati uygulayanlarda değil salatın kendisinde görerek toptan kaldırma yoluna giderek, yanlışı izale ettiklerini sanmaları her iki tarafı, olaya sadece ilmihal boyutundan bakmaları yönünde bir ortak anlayışa düşmüş olmaları açısından aynı kefeye koymaktadır. Böyle bir ibadetin varlığı  yokluğu konusunun bile tartışılması vakit kaybı olup esas tartışılması gereken konunun namaz adı altında icra edilen ibadetin içinin kur'ani anlamda doldurulması ve müşrikleri rahatsız etmesidir . Rahatsız etmesi bir tarafa onlar tarafından nasılsa bize zararı yok ne derlerse etsinler şeklinde karşılık bulan bir ibadetin kur'anda eleştirilen müşriklerin salatından bir farkı olmayacaktır.

Bugün icra edilen salat, müşrikleri değil aksine icra eden kişileri rahatsız etmekte "bitsede gitsek" kabilinden sırıtımızda  yük olarak görülen bir ibadete dönüşmüştür. "Salata üşenerek kalkarlar" ifadesinin muhatapları olarak sadece görsünler veya kılmazsam ne derler kabilinden bir kaygı ile ifa edilen salatın kişiye herhangi bir getirisi yoktur.

Salatı ikame şeklinde bir terkip ile kur'anda bir çok yerde geçen bu emirin namaz adı ile bildiğimiz kısmı sadece bu kelimenin ifade ettiği anlamın bir cüzüdür. Salat kelimesi kulun sadece bir kaç dakikalık zamanını değil ,yaşadığı 24 saatini içine alan bir terim olarak görülmeli ve bu 24 saat içindeki bütün anın Allah cc nin emri doğrultusunda sürmesi gerektiğini hatırlatmalıdır. Böyle bir bilinç içinde eda edilen ritüel salat yani namaz müşriklerin korkulu rüyası haline gelip engelleme yoluna gidilecektir. 

Müşriklerin engellediği salat onların iktidarlarını sarsıp Allah cc nin iktidarını ikame etmeye yönelik bir eylem olduğu için müşrikler tarafından engelleme yoluna gidilmiş olduğu alak suresindeki ilgili ayetlerden net olarak anlaşılmaktadır. Bugün ikame edildiği zannedilen salat ise ilmihal bilgileri içinde boğulmuş belirli hareketlerin santimi santimine uygulanması esasına dayalı bir salat olup bırakın müşrikleri rahatsız edip engellemeyi , aksine müşrikler tarafından neredeyse desteklenen bir eylem haline gelmiştir. 

Bugün savaşların şekli değişerek soğuk savaş tabir edilen bir şekle bürünmüş ve bu tür savaş taktikleri müslümanların aleyhine de kullanılır olmuştur. Özellikle birlik ve beraberliği gösteren bir takım ritüellerin ortadan kaldırılmak sureti ile müslümanlar arasında fitne ve fesad çıkarmak yollu savaş türü kullanılmakta ve bu savaş için ne garipdirki düşman oldukları kur'anı kullanarak yapmaları kur'an okuyucularının uyanık olmasını gerektirmektedir. Kur'an ayetlerinin anlamlarının ters çevrilerek yapılan bu tür çalışmaların kaynağını iyi niyetli çalışmalar olarak görmek mümkün değildir.

Salat kelimesi ile ifade edilen şeyin ne anlama geldiğini bugün müşrikler müslümanlardan daha iyi bilmekte ve onu engellemenin yollarını her fırsatta kollamaktadırlar . İçimize sürülen truva atlarının kur'anı ellerine alarak kur'anda böyle bir ibadetin olmadığını hatta şirk olduğunu söyleyerek bunu engellemeye çalışmaları gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur. 

Salatı anlamanın yolu şirki anlamaktan geçer desek sanırım yanlış olmaz şöyleki ; Allah cc yaratmış olduğu kullarını sadece onu ilah olarak bilmeleri gerektiğini hatırlatan bir çok elçi göndererek , onun dışında ilah olarak kimsenin edinilmemesini istemiştir. Zaman içinde şeytan iğvası bu konuda başarılı olmuş, insanlar Allah cc yi bırakıp başka ilahlar edinmişlerdir. Salat kelimesine "kulun ilahına olan yönelimi"şeklinde bir tarif getirecek olursak bu kelime her iki tarafa mensup olan insan için kullanılabilecek bir kelimedir.

Kul eğer Allah cc yi kendisine ilah olarak kabul etmişse onun emirlerini hayatı içinde tatbik eder , kul eğer Allah cc nin dışında birini ilah olarak kabul ettiyse hayatı içinde onun emirlerini tatbik eder. Kur'anın tarif ettiği anlamda bu kelimeyi anlamayanlar  sadece günün bir saatlik kısmı içinde yatıp kalkmak sureti ile şekil olarak bunu ifa edip geri kalan saatler içinde başka ilahlara kul olurlar ise bunun adı salatı ikame etmek olmaz.  

Kul olarak bizler salatı ikame emrinden Allah cc nin bize kulluk için biçmiş olduğu şeylerin bütününü anladığımız zaman , ona olan yönelimizin sadece bedensel olarak kalmayıp bütün hayatımız kapması gerektiğini anlar, engelleyicilerin niyetlerini daha kolay okur ve onların tuzaklarına düşmemiz oluruz. 

Bugün salat ile ilgili olan kelimeler olan kıble , hacc gibi ibadetler üzerinde oynanmak istenen oyunların hangi amaca istinaden yapıldığı çok iyi okunmalı bu kelimeler ile ilgili ayetleri eğip bükerek hevaya uygun anlamlar çıkararak şeytana kul etmek isteyenlerin oyunları deşifre edilerek gerçek yüzleri ortaya konmalıdır.

Sonuç olarak ; salatın müşrikleri rahatsız ederek onlar tarafından engellenme yoluna gidilmesi bu kelimenin içinin doldurulmuş olması anlamına gelerek bu engellemeyi alak suresi ayetlerinde görmekteyiz. Elçilerin bizlere öğretmen olması açısından bakarak adı geçen elçilerin bu kelimenin içini nasıl doldurarak ayakta tutmaya çalıştıkları bizlere örnek olması gerekmektedir. Salatın birilerini rahatsız etmemesi aksine eda eden insanı rahatsız etmesi bu kelimenin içinin boşaltılmış olması anlamına gelirki şeytanların en çok istedikleri şeydir. Bugün gündem olması gereken nokta bu kelime ile ifade edilen hayat tarzını kur'an içinden anlamak ve ona göre yaşamak olması gerekirken,ilmihal boyutlu tartışmaların herhangi bir getirisi yoktur.Eğer bugün salatımız bizi yanlışlardan alıkoymuyor ise tartışılması gereken bu mesele olup nasıl yeniden bu kelimenin içinin doğru olarak doldurulması olmalıdır. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.