21 Ağustos 2011 Pazar

Mü'min s. 46. ve Tevbe s.101. Ayeti Kabir Azabına Delil Olurmu

Kur'anda varlığına dair hiçbir delil bulunmayan kabir azabı konusu Resulullah s.a.v den rivayet edildiği iddia edilen hadisler yoluyla itikadi bir konu haline getirilmiş ve buna inanmayan kişiler kafir ilan edilmeye kadar gidilmiştir. Bizlerin iman etmesi gereken her türlü itikadi bilgi Kur'an kaynaklı olması gerekmesine rağmen bu konu hadisler yolu ile itikat alanında mühim bir yer teşkil ettirilmiştir. 
 
Kabir azabı konusuna girmeden önce Kur'an harici bize gelen bir bilgiyi ne şekilde kabul edeceğimizi hatırlamadan bu konunun açıklığa kavuşması zor görünmektedir.Bizlere hadis adı gelen herhangi bilginin sağlamasını Kur'an ile yapmadıkça o bilginin doğruluğu ve yanlışlığı anlaşılamaz.Hadis adı altında gelen bir bilgi Kur'an ile uyuşuyorsa kabule şayandır eğer bu bilgi Kur'anla uyuşmuyorsa kabul edilemez. Kabir azabı hakkında gelen hadisleri de bu kriter ile ölçmek zorundayız. Yani Kur'anın doğruluğu hadis ile değil , hadisin doğruluğu kur'an ile ölçülmelidir. Kabir azabı konusu da bu kriter ile ölçüldüğü zaman karşımıza çıkan sonuç bu haberlerin sahih olmadığıdır. 

Geleneksel din anlayışına hakim olan genel geçer düşünce Kur'an ile hadis çakışınca Kur'anı hadise uydurmak şeklinde bir anlayıştır. Kabir azabı konusu da bu anlayışa uydurulan meselelerdendir. Özelikle Mümin suresi 46. ayeti kabir azabına delil getirilen bir ayet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazımız Mü'min s. 46. ayetinin kabir azabına delil olup olmayacağı ile ilgili olacaktır. Ölüm ile diriliş arası durumu kur'an ışığında başka bir yazımızda ortaya koymaya çalışmıştık. Bu ayeti anlamak için konu bütünlüğü içinde okunması gerekmektedir. Ayetin bağlamı bilindiği gibi Musa as ve Firavun kıssası ile ilgilidir. Mü'min s. 23. ve 50. ayetlerinin meali şu şekildedir.

23- Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;
24- Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler.
25- Böylece, o, Katımız'dan kendilerine bir hak ile geldiği zaman, dediler ki: "Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın." Ancak kafirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.
26- Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum."
27- Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım."
28- Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size va'dettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez."
29- "Ey Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah’tan dayanılmaz bir azap gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek?" Firavun dedi ki: "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum."
30- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
31- "Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."
32- "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum."
33- "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."
34- "Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez." İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır."
35- "Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah Katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler."
36- Firavun (alayla) dedi ki: "Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara ulaşabilirim,"
37- "Göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum." İşte Firavun'a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun'un hileli-düzeni, 'yıkım ve kayıpta' olmaktan başka (bir şey) olmadı.
38- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim."
39- "Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur."
40- "Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- bir mü'min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler."
41- "Ey kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe çağırıyorsunuz."
42- "Siz beni Allah'a (karşı) inkar etmeye ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah')a çağırıyorum.
43- "İmkanı yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da, ahirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah'adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin halkıdırlar."
44- "İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir."
45- Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.
46- Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek).
47- Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?
48- Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)."
49- Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: "Rabbinize dua edin; azaptan bir günü (olsun) bize hafifletsin."
 50- (Bekçiler:) "Size kendi Resulleriniz açık belgelerle gelmez miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Bekçiler:) "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa kafirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir. 

Firavun , Haman ve Karun bilindiği üzere kur'anda küfrüne örnek verilen sembol şahsiyetlerdendir. Bu 3 insan gurubu ademden kıyamete kadar müstazafların başına musallat olan ve olacak olan zalimlere bir örnektir. Bu inkarcılar daha dünyada iken cehennemi hak edenler gurubuna dahildirler. Yani daha dünyada iken bunların yerleri rezerve edilmiştir. Buna dair ayet meallerinden birkaçını örnek olarak verelim.

5.10 İnkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
22.51 Ayetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
57.19 Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır

  4.115 Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! 

Daha dünyada iken yaptıkları karşısında cehennemi hak eden İbrahim as ın babasının zikri geçen Tevbe s 113. ayetinde de "çılgın ateşin yaranı oldukları açıklananlardan oldukları" kimseler bahsedilmektedir. Mümin s. 45 ayetinde de mümin kimseyi koruyup firavun ve yaranının ateşin en kötüsüne aday oldukları ve ateşin onları kuşattıkları 46. ayette bildirilmektedir. 


Yunus s. 33. ayetinde fasıkların iman etmeyeceklerini kesin olarak bildiren rabbimiz yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerde de bunların yerlerinin cehennem olduğunu beyan etmektedir. Firavun ve yaranı da bunlara dahildir. Sabah akşam ateşe sunulmaları kıyamet gününden önce değil aksine hayatta iken ateşe rezervasyonu yapılanlardan oldukları için "sabah akşam ateşe sunulurlar" denilmektedir. 

Kur'anda ölümden sonra kabirlerden kalkanlar için kullanılan "yattığımız yerden bizi kim kaldırdı" sorusunu soranlar şayet kabirlerinde herhangi bir azap görselerdi bu sözleri söyleyecekleri bize bildirilir miydi? 

Kabir azabı ile ilgili delil getirilen ayetlerden biride Tevbe s. 101 ayetidir. Ayetin meali şöyledir.


9.101 Çevrenizdeki Bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medine'liler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar.
 
 Ayette geçen "iki defa azab edilmesi " tabirinden yola çıkılarak birinci azabın kabirde olacağı görüşü ortaya atılmıştır. Kur'an bütünlüğü göze alındığı zaman bu ayetinde kabir azabına delil olmayacağı ortaya çıkmaktadır.


10.97 Onlara bütün uyarıcı mesajlar gelse bile. Ancak acıklı azabı görünce iman ederler. 
26.201Onlar acıklı azabı görmedikçe ora inanmazlar. 
39.26 Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı; ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilseler!

Tevbe s. 126. ayetine baktığımızda, iki defa azap etmenin nerede olduğu daha net anlaşılmaktadır. 


[009.126]  Ya görmüyorlar mı ki, onlar her yıl mutlaka bir defa veya iki defa bir fitneye, bir belâya tutuluyorlar da sonra tevbe etmiyorlar. Ve onlar düşünüp ibret de almıyorlar.

Tevbe s. 101. ayetinin bağlamı Medine ve çevresindeki münafıklar ile olduğunu dikkate aldığımızda, Tevbe s. 126. ayetinde onların yanlışlarını düşünüp kendilerini düzeltmeleri için, yılda bir veya iki defa belaya çarptırıldıklarının anlatılmış olduğunu görmekteyiz. Tevbe s. 101. ayeti onlara verilecek olan bu belayı haber vermekte, kendilerini düzeltmedikleri takdirde ise, büyük azaba yani ebedi cehennem azabına atılacaklarını bildirmektedir.

Sonuç olarak: kur'anda herhangi bir şekilde bizlere haber verilmemesine rağmen kabir azabı konusu hadisler gündeme getirilerek ortaya atılmıştır. Ancak hadisleri kur'anla sağlama yapma gereğince bu konuya kur'andan delil yoktur. Kur'andan delil olarak getirilen Mümin s. 46 ve Tevbe s. 101 ayetlerini kur'an bütünlüğünde ele aldığımız zaman bunların delil olamayacakları ortadadır.
 
                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


 
 

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Yunus a.s Kıssası

Yunus as kıssası müminler için tebliğ sürecinde karşılacakları engellere karşı sabır ve kararlılık mesajı veren bir kıssadır. Yunus as ın tebliğine muhatap olan kavmi kur'anda zikri geçen elçilerin çoğunun kavimlerinin helak edilmesine karşılık iman edip helak olmaktan kurtulmuşlardır. Kıssanın kur'anda geçtiği ayetlerin mealleri üzerinde durarak kıssanın bizim için vermek istediği mesajı anlamaya çalışalım.

Kıssa ile ilgili olarak inen ilk ayet kalem suresi 48.49.50 ayetleridir

68.48 Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahibi (Yunus) gibi olma, o, pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti.
68.49 Rabbinin katından ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı
68.50 Rabbı, onu seçti de salihlerden kıldı. 
 
 

"Sabret"  şeklinde gelen emirler özellikle tebliğin mekke döneminde inen ayetlerinde daha fazla gözümüze çarpmaktadır. Kur'anda muhammed sav den önce risalet görevi verilen bütün resuller , kavimleri tarafından hoş karşılanmamış ve türlü eziyetlere uğratılmışlardır. Dolayısı ile muhammed sav de bu eziyet ve işkencelere maruz kalmıştır. Bu eziyet ve işkencelere karşı kalem suresinde yunus as ın sabırsızlığı öne çıkarılarak onun gibi olunmaması emredilmektedir.

Fahreddin razinin tefsirinde yunus as ın sahile atıldıktan sonra resulluk görevi verildiğine dair ibni abbastan bir görüş nakledilmektedir. Bu görüşe katılmadığımızı belirtelim ve nedenini şu şekilde izah edelim. Kıssanın anlatım gayesi ilk muhatabı olan muhammed sav e sabretmesini öğütlemek amaçlı olduğuna göre yunus as kendisi gibi bir resul olmasaydı ve yalanlamalara karşı sabır göstermeyerek kavmini terketmeseydi "balık sahibi gibi olma" şeklinde bir emir verilmezdi. Aynı görevi taşıyan elçilerin kaşılaştıkları durumlar karşısında yapması gerekenleri rabbimiz kıssa şeklinde anlatarak ibret almamızı istemektedir. Saffat suresi 138.139 ayetlerde"doğrusu yunusta gönderilenlerdendi, hani o dolu bir gemiye kaçmıştı" mealindeki ayetten anlaşılacağı üzere resul olduktan sonra gemi ile kaçtığını görmekteyiz. 

Yunus as ın sahile atıldıktan sonramı yoksa atılmadan öncemi resul olduğu konusu özellikle kur'an kıssaları konusunda aykırı düşünmeye hevesli bazı araştırmacıların üzerinde durdukları bir konu olduğu için zikrekme gereği duyduk. Kur'an kıssalarını anlama metodu olarak bir kıssanın günümüze ne gibi bir mesaj vermek istediği konusunu öne çıkarmak düşüncesinde olduğumuz için kıssa içinde dönüp dolaşmak şeklinde bir anlayışı tasvip etmediğimizi belirtmek isteriz. Zaten bu konu özellikle geleneği toptan reddedip modernist bir yaklaşım içinde olan kişilerin kaynağını otaya koymak amaçlı olduğu için yazma gereiği duyduk. Görüldüğü gibi yunuz as ın sahile atıldıktan sonra risalet görevi verilmesi düşüncesi "ibni abbastan" alınan bir nakildir. 

Yunuz as a sahile atıldıktan sonra risalet verilseydi muhammed sav içinde bir çıkış yolu olabilirdi şöyleki: Yunus as kavminin yalanlaması karşısında sabır göstermeyip" ey rabbim mekke halkı beni yalanladı ben bu kavimle uğraşamayacağım başka bir kavme gidip onlara tebliğ edeyim" şeklinde bir bahanesi olabilirdi , çünkü" yunus as ın kavmi onu yalanlamış kavmini terketmiş ve başka bir kavme resul olmuş" diyebilirdi. Halbuki böyle olmamıştır. Yunus as ilk başta hangi kavme gönderildi ise sahile atıldıktan sonrada aynı kavme gönderilmiştir.Çünkü esas olan sabır mücadele ve zaferdir. 

Kıssanın enbiya suresindeki ayetlerinin meali şöyledir. 

85- İsmail, İdris ve Zü'l-Kifl, hepsi sabredenlerdendi.
86- Onları rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar salih kimselerdi.
87- Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu.
88- Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız.

85. ayette yine sabır olgusu vurgulanarak 3 resulun sabrı ve yunus as ın sabırsızlığı ve bu sabırsızlığı yüzünden başına gelen sıkıntıyı dua etmesi neticesinde Allah cc nin nasıl giderdiğini görmekteyiz. Burada bizlere verilmek istenen bir mesajda herhangi bir sıkıntı karşısında velevki yaptığımız bir hata sonucu ile olsa dahi rabbimiz Allah cc nin rahmetinin ve bağışlamasının sonsuz olduğunu görmemiz gerektiğidir. Yunus as haşa" benim ona bakacak yüzüm yok" dememiş yine onun verdiği bir sıkıntıdan yine ona sığınmıştır. Bizlerede yakışan budur.Başımıza gelen bir sıkıntı karşısında isyan veya karamsarlığa kapılmadan Allah cc nin rahmetine sığınmaktır.Çünkü Allah cc kullarını işitir ve görür

Saffat suresindeki ayetlerde kıssa biraz daha teferruatlı şekilde bizlere anlatılmaktadır. Ayetlerin mealleri şöyledir.

139- Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.
140- Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
141- Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
142- Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.
143- Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,
144- Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
145- Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.
146- Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
147- Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.
148- Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık

139.ve 140 . ayetlerden anladığımıza göre yunus as gemiye binip kaçmadan önce elçilerdendi.140. ayetteki "elfulkil meşhun" (dolu gemi) ifadesi başka  ayetlerdede gözümüze çarpmaktadır. Nuh as ve inananlarını tufandan "dolu gemi " ifadesi ile kurtaran rabbımız ,kendi ayetlerine örnek olarak kullarını dolu bir gemide taşımasını gösterir.Kullarını dolu gemilerde taşıyan rabbimiz yunus as ı oradan denize atma kudretinede sahiptir.142. ayette "oysa o kınanmıştı" ifadesine zariyat suresi  40 . ayette denizde boğulan firavun içinde kullanıldığını görmekteyiz. 143. ayetteki "eğer tesbih edenlerden olmasaydı" ifadesinden,yunus as ın sadece o anda değil hayatının her anında tesbih edenlerden olduğu anlaşılmalıdır.Çünkü firavun boğulma anından önce ilahlık ve rablık iddiasında bulunup can boğaza geldiği anda "musanın ve harunun rabbına iman ettim" demiş ancak bu imanı kendisine fayda vermemiştir. Yunus as hayatının her anında Allah cc yi rab ve ilah bilip sıkıntı anındada ona sığınıp duası kabul edilmiştir.

144. ayette yunus as ın "tesbih edenlerden olmasaydı kıyamete kadar balığın karnında kalacağı" ifade edilmektedir. Burada şöyle bir soru akla gelebilir balık kıyamete kadar yaşayacakta yunus as onun karnındamı kalacak? bu sorunun cevabını yunus as ile kendimizi özdeşleştirerek verebiliriz. Yani kıssayı günümüze taşıyarak ve  kendimizi yunus as yerine koyarak bunu anlayabiliriz. Enbiya suresi 87. ayetindeki "ezzulumat" (karanlıklar) kelimesi ile saffat s. 144. ayetindeki "fi batnıhi"  (balığın karnında) kelimesini aynı mekan için kullanıldığını görmekteyiz yani balığın karnı karanlıklar olarak tavsif edilmektedir. Belki yunus as dan başka hiçbir kul balığın karnında karanlıklar içinde kalmayacaktır ama kıyamete kadar gelecek olan Allahın kulları içinde hata edip karanlıklar içinde kalanlar olacaktır. İşte o kullar hata edip karanlıklar içinde kaldıkları zaman onların yardımına yine Allah cc koşacaktır. Rabbimiz bizlere bu konuda kitabında bir çok ayet indirmiştir. Örnek olarak birkaç ayet meali verelim. 

2.257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır. 
5.16 Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir. 
6.39 Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar. 
14.1 Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. 
57.9 Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir. 


146. ayetteki "yaktin ağacı" üzerinde durmak gerekirse önce saffat s. 145 ve kalem s. 49 ayetlerinde geçen "bil arai "kelimesi üzerinde durmak gerekmektedir. Bu kelime "ıssız boş yer ve üzerinde bitki örtüsü olmayan yerler için kullanılan bir kelimedir. Allah cc böyle bir arazi üzerinde yunus as ın kavminekarşı bir ayet olarak bu ağacı bitirmiş ve  o kavim bu ayet karşısında yunus as a iman etmişlerdir.

Yunus suresi 98. ayeti bizlere resullerin kavimleri ile gelen "sünnetullah" hakkında açık bir bilgi vermektedir.
 12
 98- Ama (azap geldiği sırada) iman edip imanı kendisine yarar sağlamış -Yunus kavminin dışında- bir ülke olsaydı ya! Onlar iman ettikleri zaman dünya hayatında onlardan aşağılatıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar yararlandırdık 


Kur'anda, herhangi bir kavime gönderilipte Allahın ayetlerini yalanlayan kavim helak edilmiştir. Yunus as  ın kavmi bundan istisna edilmiştir. Sadece yunus as ın kavmi kendilerine gönderilen "yaktin ağacı" ayeti karşısında imana gelerek helaktan kurtulmuşlardır. 

Sonuç olarak bizlere birer ibret vesikası olarak anlatılan kur'andaki resullerinden kıssalarından birisi olan yunus as kıssası tevhid mücadelesinde yolumuza çıkan her türlü engele sabretme ve yolumuzdan sapmama açısından örnek bir kıssadır.Bir müslüman tebliğ yolunda hiç bir zaman yılgınlık ve zaaf göstermeden Allahın emri doğrultusunda hareket etmek mecburiyetindedir. Velevki bu yolda bir hata yaptı isede yine Allah cc nin sonsuz rahmeti ve bağışlamasına sığınarak düştüğü yerden ayağa kalkmayı bilmelidir. SABIR SAVAŞ VE ZAFER böyle elde edilir. Yunus as  kıssasıda buna en güzel örnektir. Salat ve selam Allah cc nin bütün resullerinin üzerine olsun.
                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 
 

18 Ağustos 2011 Perşembe

Tebyinül Kur'andan Tahrifül Kur'an Örnekleri 6(İsmail a.s)

"Tebyinül kur'andan tahriful kur'an örnekleri " adlı yazı serimizin 6. sını  mutad olduğu vechile tahrifçiliğini özellikle kur'an kıssaları üzerinde gösteren , kelimeleri yerinden oynatarak kıssaları tahrif etmede  usta olan tebyin sahibinin saffat suresindeki ismail as kıssasını nasıl tahrif ettiğini görmeye çalışacağız. Bir fedakarlık ve teslimiyet gösterisi olan bu kıssa kıyamete kadar bütün müminlere örnek olması hasebiyle müminler üzerindeki fedakarlık ve teslimiyeti ortadan kaldırma amaçlı olarak bununda bir şekilde tahrif edilmesi gereğini çok iyi bilen araf s. 175.176 ayetlerinin muhatabı olan sayın yazar kıssasyı tahrife şu şekilde başlar

Bu Âyet gurubunda da İbrâhîm peygamberin hayatından başka kesitler verilmektedir. te'vîlleri yapılamadığı için bu Âyetlerden yola çıkılarak birçok yalan senaryolar düzülmüştür 

Diyerek kıssayı te'vil etmeye başlayan sayın yılmaz 

Bilindiği gibi, Sâffât Sûresi'nin bu pasajı ile ilgili olarak dine, inanç ve amellere aykırı, akla ve mantığa sığmayan birçok şey sokulmuştur. Hem bu saçmalıkları bertaraf etmek hem de Kur'ân'ı doğru anlamak için Âyetlerde geçen ifadeleri ve bunların işaret ettiği olayları doğru bilmek zorundayız

Şeklinde devam ederek "başkasının koyduğu aykırı şeyler yerine ben aykırı şeyler koymaya daha layığım" edalarında kendi şaçmalıklarını sıralamaya başlamaktadır.Önce kıssa ile ilgili mealini vererek devam edelim. 

99–100.    Ve o [İbrâhîm]: 'Kuşkunuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol gösterecek: Rabbim! Bana sâlihlerden birini lütfet!' demişti.
101.       Bunun üzerine Biz, İbrâhîm'e yumuşak huylu bir delikanlıyı müjdeledik.
102.       Sonra ne zaman ki o [müjdelenen çocuk] onunla birlikte koşacak duruma/onunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman o [İbrâhîm]: "Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni boğazlıyor [helak; perişan, mağdur ediyor]  görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?" dedi. O (Oğlu): "Babacığım! Sen emir olunacağın şeyleri yap. İnşallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere] sabredenlerden bulacaksın" dedi.
103–105.   Sonra ne zamanki ikisi de İslâmlaştılar ve O [İbrâhîm], onu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz ona: "Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın" diye seslendik… –Şüphesiz Biz, muhsinleri [iyilik güzellik üretenleri]  işte onun gibi karşılıklandırırız/ödüllendiririz.–
106.       Şüphesiz bu [oğulu yüzüstü bırakma işi], kesinlikle, apaçık bir beladır.
107.       Ve Biz ona [İbrâhîm'e], bu boğazlayacağı [[helak; perişan, mağdur edeceği] çok büyük şey karşılığında/sebebiyle bedel [bahşiş] verdik.
108.       Ve sonra gelenler içinde onun üstüne bıraktık.
109.       Selâm olsun İbrâhîm'e!
110.       İşte Biz[ iyilik güzellik üretenleri] onun gibi ödüllendiririz.
111.       Şüphesiz o, Bizim inanan kullarımızdandır.
112.       Ve Biz ona sâlihlerden bir peygamber olarak İshâk'ı müjdeledik.
113.       Ona [İbrâhîm'e] ve İshâk'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de iyilik - güzellik üreten ile açıkça kendi nefsine zülmeden vardır.  

Saffat s 102. ayetine verdiği mealde parantez içi tahrif yaparak "zebhetme" kelimesine (helak,perişan,mağdur) etmek anlamı vermiştir.Bu anlamı desteklemek için zebehe fiiline şu anlamı vermektedir. 

Âyetteki ifadeler içinde, üzerinde önemle durulması gereken sözcük, "kurban kesmek" anlamıyla değerlendirilen "zebh" sözcüğüdür.

ZEBH:

ذبح - zebh sözcüğünün esas anlamı şaklamak; herhangi bir şeyden parça koparmak demektir. Daha sonraları "boğazdan kesme" anlamında kullanılır olmuştur.Zebh sözcüğü mecazen "helak" anlamında kullanılır. Zira boğazın kesilmesi, bir canlıyı helâke götürmenin en seri yoludur. [56–25](Lisanü'l Arab; c: 3, s: 486–488 "zbh" mad; Tacü'l-Arus, c: 4, s: 38–41 "zbh" mad.)
ذبح - zebh sözcüğünün mecaz anlamından açıkça bu sözcüğün "Kurban etme (Kurban kesme değil), helak etme, mağdur etme, feda etme", argo ifadeyle"harcama" anlamlarında kullanıldığı anlaşılmaktadır.    

Ragıp el isfahanin müfredatında "zebeha" kelimesinin anlamı "temelde hayvanların boğazını yarmak " şeklinde ifade edilmiştir.Sayın yazar her zaman olduğu gibi bir kelimenin kur'anda kullanılış anlamından öte hakiki anlam ile mecaz anlamı işine geldiği şekilde kullanarak burada "mecaz anlam" olduğunu idda etmektedir.Kendisi ciltlerce kur'an tefsiri olduğunu iddia ettiği kitabı olmasına rağmen kur'an bütünlüğünü hiçe sayarak nerede mecaz anlam, nerede hakiki anlamı kullanacağına hevasının gereğince karar vermektedir. eserlerinde "zebeha" fiilinin geçtiği bütün ayetleri parantez koymadan çeviren sayın yazar burada acaba neden parantez koyma gereği duymuştur?. Bakara kıssasında ve firavunun israiloğullarının erkeklerini boğazlaması ile ilgili ayetlerinde parantez istesede koyamayacağı için bu ayetlerdeki "zebeha" fiilinin karşılığını mecburen doğru olarak vermek zorunda kalmıştır, çünkü kur'an öyle bir kitaptırki bel'amların elinde oyuncak olmaz. 

Sayın yazar kıssanın başında başkalarını akla mantığa aykırı şeyler yazmakla suçlayıp kendisi "benim akla mantığa aykırılarım iyidir" edası içinde şöyle devam eder.

Âyetten anladığımıza göre, İbrâhîm, henüz çocuk yaşta, bakıma, himayeye muhtaç bir çağda olan oğlunu bırakıp gitme niyetindedir. Bu fikrini oğluna açarak oğlunun tepkisini ölçmektedir. Baba ile oğul arasında şu diyalog geçer:
İbrâhîm;
– Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni boğazlıyor [helak; perişan, mağdur ediyor]görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?
Oğlu:
– Babacığım! Sen emir olunacağın şeyleri yap. İnşaallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere] sabredenlerden bulacaksın.
Bu diyalogdan anlaşılmaktadır ki, İbrâhîm peygamberin elçilik görevine başlarken kendisine ayak bağı olacak şeylerden uzaklaşması gerekmektedir. Nitekim Rabbimiz Mâsâ'ya (a.s) elçilik görevi lütfettiğinde şöyle buyurmuştu:    

Sayın yazarın mantığına göre ismail as ibrahim as a risalet görevinde ayak bağı olacağı için onu helak mağdur ve perişan etmesi!! gerekmektedir. Bunuda musa as ın tur dağında ayakkabılarını çıkarması emrine dayandırmaktadır. Kendi düzgün!! mantığına göre 102. ayetteki "tü'meru" kelimesinide başını gözünü yararak halletmesi gerekmektedir. Bu kelimeyle ilgili olarak şunları yazmaktadır.  

Âyette افعل بما تؤمر - if'al bimâ tü'mer ifadesi yer almaktadır. Bu ifade genellikle Emir olunduğun şeyi yap! anlamıyla çevrilmektedir. İfadeye verilen bu anlam bir de İsrâîliyattan kalma bilgilerle Allah'ın İbrâhîm'e oğlunu boğazlamayı emrettiği anlayışıyla birleştirilince, yukarıdaki ifade de "Madem Allah sana beni kurban kesmeni emretti, hiç durma, beni kurban kes!" anlamına gelecek şekilde bütün Müslümanların zihinlerine yerleşmiştir. Bu konuya dair asılsız söylentiler pasajın sonunda toplu olarak verilecektir. Hâlbuki Âyette yer alan تؤمر - tü'mer ifadesi Arapça deyimiyle "fiil-i müzari"; Türkçe ifadesiyle "geniş zaman ve gelecek zaman" anlamlarını içeren siygadır. Anlamı da "emir olunacağın" şeklindedir.


 "Tü'meru" kelimesi kur'anda birde hicr suresi 94. ayetinde geçmektedir. sayın yazarın bu ayete verdiği meal şu şekildedir."Şimdi sen emrolunduğunu açıkça bildir ve müşriklerden yüz çevir.  "

Arapça gramer kaideleri acaba ayete göre bir değişkenlikmi gösteriyorda aynı kelimeyi bir ayette başka, diğer ayette başka anlam vermiş.Hicr suresi 94. ayetine "emrolunacağın " şeklinde bir meal verseydi sanki daha önceden hiçbir emir gelmemiş gibi bir durum arzedeceği için burada doğru anlamı mecburen vermek zorunda kalmıştır. Sayın yazarın ,hicr s. 94. ayetine "emrolunduğun" şeklinde meal verip hem bu meali saffat s. 102 de vermemesi , üstelik eleştirmesi, bu tür tenakuzları başka ayet meallerinde vermesi kendi yazdığından haberi olmaması veya eseri kendisinden başka kimselerede yazdırmış olduğu intibaıını vermektedir.Yukarda belirttiğimiz gibi kur'an kendini tahrifçilerin elinde oyuncak edecek bir kitap değildir ve bir şekilde bu tahrifi yine tahrifçinin eli ile açığa çıkarmaktadır.
Başkalarını israiliyatçılıkla suçlayıp israiliyatçılara parmak ısırtacak şekilde tevillerine devam ederek ismail as a şunları dedirtmektedir. 

"Bundan sonra beni kafana takma! İnşallah senin yokluğunda, başıma gelecek her sıkıntıya, perişanlığa, kurban edilmişliğe sabırlı davranacağım. Sen, elçilik görevinde, tevhid mücadelende sana ne emir olunacaksa onları yap! Sen, kendi görevini sürdür!" demiştir. 

Saffat s. 103.105 ayetleri ile ilgili olarak şunları yazmaktadır. 

103–105. Âyetlerdeki Sonra ne zamanki ikisi de İslâmlaştılar ve O [İbrâhîm], - onu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz ona: Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın diye seslendik… ifadesiyle İbrâhîm ve oğlu ile ilgili bir başka safha anlatılmaktadır. Bu anlatımın önceki Âyetlerle bağlantısı yoktur. Sadece İbrâhîm'in oğlunu yüzüstü bıraktığına dair bir gönderme yapılmış, hayatlarındaki o safha kısaca hatırlatılmıştır.
Bu Âyetlerdeki فلمّا اسلما - felemmâ eslemâ = ne zaman ki teslim oldular ifadesi de "İbrahim (a.s) Allah'ın 'oğlunu kurban kes!' emrine, oğlu da kurban kesilme emrine teslim oldular" şeklinde kabullenilmiştir. Hâlbuki Âyetteki اسلما - eslemâ sözcüğünün "teslim olmak" anlamıyla hiç mi hiç ilişkisi yoktur. Sözcüğün anlamı "ne zaman ki İslamlaştılar; Müslümanlaştılar" demektir.  

103. ayetteki "onu alnı üzere yatırdı" ayetini parantez içine (yüzüstü bıraktı, mağdur etti) şeklinde vermiştir. Halbuki sayın yazar "yüzüstü bırakma ve mağdur etme" kelimelerini "zebeha" fiilinin karşılığı olarak daha önceki ayette vermişti.103. ayette" bu kadarınada pes" dedirtecek bir tahrife girerek "ve tellehu lilcebine" şeklindeki ayetin metnini " zebeha" fiiline verdiği anlam ile aynı şekilde vermiştir.Yine aynı şekilde "eslema" fiilini teslim olmak anlamında değil "müslümanlaştılar" şekilnde vererek sanki bundan önce ibrahim as ve oğlu ismail as ın müslüman olmadıkları şeklinde bir iddia ortaya atmaktadır. 

Sonuç olarak, kur'anda örnek ,öğüt ve ibret alınması için anlatılan kıssaları sadece o gün içine hapsederek öğüt ve ibret almaktan uzaklaştırıp bir masal haline getiren geleneksel ve modernist kıssa anlayışının modernist kıssa anlatımına örneklerini verdiğimiz ismail as  kıssası bir teslimiyet örneği olması hasebiyle müminler için büyük bir örnektir.Geleneksel kıssa anlayışına rahmet okutturacak kadar tahrif ve te'vil örnekleri ile dolu olan "tebyinül kur'an" adlı eserin bu kıssaları tahrif amacı ne olabilir diye sorduğumuzda cevabımız şu olacaktır. Bir hayat kitabı olan kur'an ve yaşanmış hayattaki iman örnekleri ile dolu kıssaları sadece o gün yaşanmış bitmiş ve ibret alınması gerekmeyen bir olaylar zinciri halinde göstererek bir masal şekline sokarak anlatılması ancak kur'an düşmanları tarafından yapılabilecek yorumlardır. Halbuki kur'an kıssaları hayat kitabı olan kur'anın çağlar boyunca süren tevhid ve şirk mücadelesi örneklerini vererek bağlılarına ibret vesikası olması, iman ve teslimiyet örneklerini vererek yaşanmışlığını ve yaşanabilirliğini göstermesi açısından canlı örneklerdir.Modernist ve tahrifçi yöntemlerle bu kıssalar bir şekilde te'vil ve tahrif edilerek kur'anla hayatın bağı koparılmaya çalışılmaktadır. Bunun en bariz örneklerini "tebyinul kur'an " adlı eserde görmekteyiz. Tabiki her devirde bu tür eserler çıkacaktır ve tabiki her devirde bunların tahirfleri yine kendi elleri ile ortaya konulacaktır.

         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

15 Temmuz 2011 Cuma

KUR'AN KISSALARINI ANLAMAK

Kur'anda kıssa anlatım metodu ile Adem as dan Muhammed as a kadar geçen resuller ve onların kavimleri ile olan tevhid mücadeleleri muhataplarına anlatılarak her iki kesiminde( mümin ve müşriklerin) ibret almaları istenmektedir. Bu kıssalar anlatılırken kur'anda teferruata girilmeden anlatılması muhataplarının sadece verilmek istenen mesaja yönlendirilmesi amaçlıdır. Günümüze kadar kur'an kıssaları için oluşturulan anlayışları 3 ana kategoride görmek mümkündür. 1-geleneksel anlayış 2- modern anlayış. 3- kur'ani  anlayış . Bu anlayışların özellikle 1. ve 2. kategorideki anlayışların kur'an kıssalarını anlama konusundaki düştüğü yanlışları ayrı başlıklar halinde görelim. 

                 GELENEKSEL     KISSA   ANLAYIŞI  

Geleneksel kıssa anlayışında hakim olan genel geçer düşünce, anlatılan kıssada teferruat verilmeden anlatılan olaylardaki var olduğu düşünülen boşlukları sanki Allah cc "benim boş bıraktığım yerleri siz doldurun" şeklinde bir emir vermişcesine doldurma yarışına girilmesidir. Bu boşluklar doldurulurken doldurulan boşlukların çoğu "hadis" adı altında isimlendirilmektedir. Muhammed sav e kur'anda anlatılan kıssaların haricinde kur'anda bildirilmeyen bazı ayrıntılar
verildide acaba onları  ashabınamı anlattı ? .Bu sorunun cevabını bize kur'an müteaddit ayetlerde vermektedir

3.44 Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın. 

11.49 Bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sen de, milletin de daha önce bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan sakınanlarındır.

12.3 Biz bu Kuran'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin

12.102 İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).

18.22 Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler, yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez.» Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.

28.044 Musa'ya hükmümüzü bildirdiğimiz zaman, sen batı yönünde, (Musa'yı bekleyenler arasında) değildin, onu görenler arasında da yoktun.

28.46 Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler

Verdiğimiz ayet meallerindende anlaşılacağı gibi Muhammed sav e kur'an haricinde kendisine herhangi bir kıssa bilgisi verilmemiştir.Kur'an kıssaları hakkındaki bilgisi sadece kendisine indirilen kur'andaki kadardır.Hal böyle iken tefsir kitaplarımıza hakim olan bilgi kirliliğine nasıl bakmamız gerekir veya o bilgilerin değeri nedir sorusu karşımıza çıkmaktadır.


Öncelikle kıssalardaki kur'an harici bilgilerin "hadis" adı altında gelen bütün kısımları yukarda meallerini verdiğimiz ayetler çerçevesinde kendisine kur'an harici hiçbir bilgi verilmediğini kesinlikle bilmemiz hasebiyle "hadis" adı altında gelen bilgilerin tamamı uydurmadır. "Hadis" harici gelen bilgiler ise önceden hıristiyan veya yahudi olupta sonradan müslüman olan ve özellikle "vehb ibni münebbih" ve "ka'bul ahbar" gibi kişilerin rivayetlerinden onlarında genellikle tevrattan alıp rivayet  ve tefsir kitaplarına giren bilgilerdir. Tevratın tahrif edilmiş bir kitap olduğunu bilmemiz ve özellikle resuller hakkında ahlaksızca  anlatımlar olan tevrattaki bu bilgilere ne kadar güvenilir.

Geleneksel tefsir anlayışındaki bu kirli bilgilerin hiçbirine değer vermeden tamamını çöpe atarak kur'an kıssalarını sadece kur'andaki anlatılan kadarı ile yetinip anlamaya çalışmak gerekmektedir.Allah cc bizlere gerektiği kadar bilgi vermiştir.Fazlasını aramak verilen bilginin azlığını iddia ederek haşa "senin eksik bıraktığın yerleri biz dolduruyoruz" demek anlamına gelir. 


Bu kıssa anlayışında , kıssaların yaşanmışlığı ile ilgili bir problem bulunmamasına rağmen kıssaların sadece o günkü yaşanmışlığı etrafında dönüp durularak o kıssanın yaşanan zamana ne tür bir mesaj vermek istediği konusu pek hesaba atılmadan ,sadece kirli bilgiler etrafında oluşan anlayışların getirdiği  gereksiz bilgiler etrafında dönüp dolaşmak şeklinde oluşmuş bir anlayıştır. Geleneksel anlayışın ifrata varan , kıssalardaki kur'an dışı anlatımları , bu ifrata karşı tefrit bir anlayış olan bu uydurmaları red sadedinde toptan bir red anlayışı getirerek modern anlayış dediğimiz düşünceyi oluşturmuştur.
               
Sonuç olarak geleneksel kıssa anlayışında hakim olan düşünce kur'an dışı bilgilerin etrafında oluşmuş ve kıssayı sadece o günkü yaşanmışlığı içinde anlamaya çalışmak, "kıssadan hisse almak " şeklinde değil " kıssanın içinde dönüp dolaşmak" şeklinde oluşturulan bir anlayıştır. 


         MODERN    DÜŞÜNCEDE    KISSA  ANLAYIŞI

Modern düşünce ile kastetmek istediğimiz şudur: Bundan aşağı yukarı ikiyiz yıl önce hin alt kıtasında başlayan "kur'ana dönüş" hareketlerinin etkisi ile ve avrupada oluşan "pozitivist" akımların "kutsal kitapları red" düşüncesine karşı " kutsal kitapları mitolojiden arındırma" düşüncesinin , kur'an kıssaları içinde uygulanabileceği düşüncesinin "kur'an kıssalarının vakiliği" konusundaki şüphelerin getirdiği düşünceler etrafında , bu kıssalardaki dilimizde  "mucize" dediğimiz olayların hakiki anlamda değil mecazi anlam olarak anlaşılması gereğidir. 


Bu anlayışa  yukarda bahsettiğimiz geleneksel kıssa anlayışının kıssaları uydurmalarla anlamaya kalkma ifratının getirdiği  " madem bu olaylar böyle olmuş bunları aklın kabul etmesine imkan yoktur" şeklindeki tefrit anlayışıdır. Bu kıssa anlayışında kur'an dışı önkabullerin etkisi büyüktür. Özellikle "muhammed abduh" "reşid rıza" "muhammed esed" gibi düşünürlerin batının tesiri altında kalarak "eziklik psikolojisi" altında kur'an kıssalarını anlama yöntemi oluşturduğunu görmekteyiz. Günmüz türkiyesindede yine "kur'an merkezli islam" söylemi etrafında oluşturulan bazı düşüncelerdede bu kişilerin etkisi görülmektedir.

Kur'an kıssalarında" mucize" dediğimiz veyasonu helak olma ile biten olayların "hakiki anlamda değil mecazi bir anlatım" olarak anlaşılması gerektiği söyleminin gerekçelerinden biri "determinzim" çıkışlı kur'an anlayışlarıdır."Determinist" bakış açısına göre Allah kainatı tabiri caizse "otomatik pilota" bağlamış ve bunun dışında herhangi bir olay vaki olamaz.İbrahim as ın ateşin yakmaması, denizin yarılması, asanın yılan  olmasına bu yasaya göre imkan yoktur. Yalnız bu düşünce sahiplerinin hesaba katmadığı birşey vardır. Bu yasaları koyanda Allah cc dir. Allah cc başka birinin koyduğu yasaların uygulayıcısı değildirki ona bağlı kalsın " o her istediğini yapandır" kullara düşen " neden böyle yaptın" şeklinde onu sorgulamak değildir. 

 
"Modern anlayış" dediğimiz bu anlayışın en bariz yanlışlarından birisi " ön kabul " ile kur'ana bakış olduğunu söylemiştik. Daha önceki  yazılarımızda özellikle "tebyinül kur'an" adlı eserden yaptığımız alıntılardan anlaşılacağı üzere bu anlayış sahiplerinin bu önkabullerini kur'ana tasdik ettirmek amaçlı olarak ayetler üzerinde oynayarak kur'anda "kelimeleri yerinden oynatmak" olarak gördüğümüz metodu seçmeleridir. 


Biz bunların örneklerini daha önceki yazılarımızda vermeye çalıştık ve bundan sonraki yazılarımızdada vererek bu anlayışlardaki yanlışları ortaya koyup doğruyu anlamaya çalışacağız. Metodumuz, sadece kişilerin yanlışlarını ortaya  koyarak onların yanlışlarını eleştirip doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi ortaya koymak olduğu için onların isimlerini vererek eleştirmemiz onların her düşüncesinin yanlış olduğu anlamına gelmez. Bir yanlışı söylerken ortaya doğru olduğuna inandığımız olanıda ortaya koymamız gerekir

                     KUR'ANİ  KISSA ANLAYIŞI

Yukarda gördüğümüz üzere geleneksel ve modern kıssa anlayışlarının birleştiği nokta kıssayı o günkü yaşanmışlığı içinde değerlendirerek, ya uydurmalar ile karıştırarak anlatmak, yada o uydurmaları bahane ederek yaşanmışlığınıda red ederek mecaz anlatımlar olduğunu iddia etmektir. 

Kur'andaki kıssa anlatımlarının amacını yine bizlere kur'an  vermektedir

011.120] [DI] Peygamberlerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar; sana bu belgelerle gerçek; inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir

Adem as dan muhammed as a kadar kur'anda zikri geçen resullerin, kavimleri ile olan tevhid mücadeleleri müminler için bir örnek teşkil etmektedir.Bu mücadele kıyamete kadar sürecektir.Her devirde müminlerin karşısına şirk düşüncesini savunanlar kale gibi dikileceklerdir. Kur'an kıssalarında anlatılanları " vay be adamlar ne kahramanmış " yada " vay be adamlar ne zalimmiş" gibi bir bir düşünceyle anladığımız zaman kıssadan hisse almak mümkün olmaz

Kur'an kıssalarını daha kolay anlamak için onları görsel bir eseri, yani sinema veya tiyatro izlerken, yaptığımız gibi oyuncuların oynadığı rol üzerine odaklanarak o eseri anlamaya çalışmamız gerekir.Aksi takdirde o oyuncunun gerçek hayattaki kimliği ile oyunu anlamaya kalkmak yanlış olur. Oynanan eserin seyirciye vermek istediği mesaj bizim için önceliklidir. 


Kur'an kıssalarınıda okurken böyle bir metodla anlamaya çalışmak öncelikle bizlere kıssayı günümüze taşımamıza yardımcı olacaktır. Aksi takdirde sadece kıssadaki kişilere odaklanıp o kişiler üzerinden kıssayı anlamaya çalışmak doğru bir yol değildir. Çünkü o kıssadaki kişiler üzerinden anlatılmaya çalışılan karakterler kıyamete kadar gelecek olan insanların karakterleri ile aynıdır. Öncelikle bir kıssayı okurken "bu kıssa bana ne gibi bir mesaj veriyor" şeklinde bir ön soru ile okumaya başladığımız takdirde o sorunun cevabını bulabiliriz. 

Kuran kıssaları ile ilgili geleneksel anlayıştaki rivayetlerin içine gömülmeden anlama doğrusu ile bu rivayetleri red etme adına kur'andaki doğrularıda red etmek yanlış bir yoldur. Kıssaların mecazi bir anlatım tarzı olduğu şeklindeki düşüncelerin müdafileri öncelikle doğru bir yoldan kalkarak ancak yolun yarısında virajı alamayarak şarampole yuvarlanmaktadırlar.


Muhammed as için rivayet ve hasais kitaplarında ona atfedilen yüzlerce uydurma mucizeden yola çıkarak bunların uydurma olduğu doğrusunda isabet edip ancak bu uydurmalara bakıp kur'anda diğer peygamberlerin kavimleri ile olan tevhid mücadelerinde onlara Allahın izini verilen görsel ayet dediğimiz "mucize" leride red ederek muhammed sav e atfedilen uydurmalar kategorisine koymak çok büyük bir hatayı getirmektedir.

Kur'anda anlatılan kıssaları hiç birimiz gözümüz ile şahid olarak görmedik.Kur'anın bize bildirdiği üzere bilgimiz vardır.Tek taraflı bir önkabul olarak değil iki taraflı bir ön kabulude ( yani ne vaki olmadığı ön kabulu nede vaki olduğu önkabulu) kafamızdan atarak kıssalara bakmak durumunda kaldığımız zaman bize en doğru düşünceyi kur'an metni vermektedir.


Edebi bir anlatım üslubu olarak "mecaz" kur'anda kullanılmaktadır, ancak nerede mecaz nerede hakiki anlam olarak kullanıldığı tesbiti önemlidir. Düşüncemize uyduğu şekli ile" burada mecaz"veya" burada hakiki "anlam olarak kullanılmıştır demek kur'ani bir yöntem değildir. Kuranda bir kelimenin hangi anlamda kullanıldığı siyak ve sibaktan veya kur'an bütünlüğünden rahatlıkla anlaşılabilir. 
Kıssaların vakiliği konusunda şüpheleri olan ve bu düşüncelerini mecaz anlama dayandıranların bu delillerini gördüğümüz zaman traji komik bir manzara karşımıza çıkmaktadır.

Kur'an kendi sağlamasını yine kendisi yapan bir kitaptır.Bir yerde yapılan bir meal yada tefsir hatası başka bir ayette karşımıza çıkar ve diğer ayetteki yaptığımız hatayı ortaya çıkarır. Halis niyetli bir kişinin yanlışını gördüğünde o yanlıştan dönmsi erdemdir. 


Daha önceki yazılarımızda "tebyinül kur'andan tahriful kur'an örnekleri" seri başlıklı yazılarımızda özellikle "mucize" dediğimiz konularla ilgili olarak bunların "mecaz " anlatımlar olduğunu iddia edipte,  aynı kıssanın başka surelerde geçen bölümlerini , veya o kıssada geçen bir kelimeyi tahrif edipte aynı kelimenin geçtiği başka ayetleri tahrif etme imkanı  bulamadağında orayı doğru meallendirerek kendisinin düştüğü tezatları  örnekleri ile ortaya koymaya çalışmıştık. 

Kıssa anlatımlarımda geçen kelimelerin hangisinin mecaz hangisinin hakiki anlamda kullanıldığını yine kur'an bizlere göstermektedir. Önkabulsuz bir okuma sayesinde bunlar bizlere rahatlıkla açılacaktır. Özellikle kıssaların vakiliği konusunda şüpheli bir önkabul bu kelimeleride bizler için kur'andan onay alan değil , "determinizmden" onay alan düşüncelere götürür

Sonuç olarak kur'an kıssalarını kur'ani bir anlayış ile anlamak için öncelikle kur'an dışı hiçbir kaynağa başvurmadan sadece kur'an ile anlamak gerekmektedir.Uydurma rivayetleri kaynak edinerek kur'an kıssalarını o rivayetler ile anlamak "kur'an merkezli düşünce" yöntemi değildir.


Kıssaların anlatım usulubunun "mecazi" olduğu düşünceside kur'andan onay almak zorundadır.Çünkü kur'an kendi sağlamasını kendisi yapar başka kaynaklara gerek duymaz. Başka kaynaklara gerek duyarak kıssaları anlamaya çalışmak kur'ani bir yöntem olmayıp bu yönteme başvuranların vardığı bazı traji komik sonuçlar ortadadır.Kıssaları anlama hususundaki tercih ettiğimiz metod doğrultusundaki kıssa anlayışlarını daha önceden olduğu gibi inşallah bundan sonrada sizlerle paylaşarak teorinin pratiğe geçmiş hali ile sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz

                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Recm Kavramı ve Zina Fiilinin Kur'an ve Tevrattaki Cezası

 İslam hukukunda zina fiilinin cezası evli ve bekar ayrımı yapılarak bekarlar için 100 değnek ,evliler için  recmetmek (taşlayarak öldürmek) şeklinde belirlenmiştir. Ancak kur'anda bu fiilin cezası için evli ve bekar ayrımı yapıldığını göremiyoruz. Nur suresi 2. ayetinde bu cezanın şekli bizlere şu şekilde bildirilmiştir.    " Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek (celde) vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah'ın dini(ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın; onlara uygulanan cezaya mü'minlerden bir grup da şahit bulunsun. "  Ayetten anlaşıldığı üzere evli veya bekar ayrımı yapılmadan cezanın  ne şekilde olacağını görmekteyiz. 

Ancak Medine de Muhammed sav in rivayetlerde gördüğümüz kadarı ile evli olanları recm ettirdiğine dair rivayetler mevcuttur. Müslümanları ta başından beri ikiye böldüğüne şahid olduğumuz zina cezasının evliler için recmetme şeklindeki kısmı yüzyıllardır ihtilaf konusu olmaktadır. Bugün İslam dünyasının çoğunluğunda hakim olan inancın karşılığını kur'anda bulamamıza rağmen ,kur'anın korunmuşluğuna gölge düşüren rivayetlerle desteklenmeye çalışıldığını maalesef görmekteyiz. Recm ayetinin aslında kur'anda olduğu ve muhammed sav in öldüğü sırada ölüm telaşı esnasında hz aişenin yatağının altında olan ayeti keçinin gelip yediği onun için kur'ana alınmadığı rivayet kitaplarında mevcuttur. Biz bu rivayetleri iftira olarak saymaktayız , üzerinde durup yazının hacmini büyültmemek için sadece hatırlatmakla yetineceğiz. 

Recm cezasını meşru gören düşüncelerin kaynaklarından biriside muhammed sav in bu cezayı uygulamış olmasıdır. Bu cezanın kur'anda olmamasına rağmen tevratta olduğu ve zina fiilini işleyenlerin yaudi olmaları hasebi ile onlara tevrattaki , zina fiilinin evliler için olan karşılığının recm etmek olduğu için bu cezayı uygulamış olduğu iddia edilmektedir. Tevratın muharref bir kitap olduğunun kur'an tarafındanda teyid edildiğini bildiğimize göre muhammed sav in bu cezayı uyguladığı rivayetlerini şüphe ile karşılamak gerekmektedir. Çünkü bugün müslümanlar üzerindeki hakim olan düşünce ,kur'anı rivayetler doğrultusunda anlamak şeklinde geliştiği için kur'ana ters olan bir rivayeti kur'ana yamamak için binbir ilim geliştirilmiştir. Ancak kur'anı rivayetler doğrultusunda değilde rivayetleri kur'an doğrultusunda anlamak şeklinde bir düşünce gelişmiş olsaydı bugün birçok tartışmanın yapılmasına gerek bile kalmazdı. Recm tartışmalarıda bunlardan birisidir

Biz bu makalemizde önce "recm" kavramının kur'anda nasıl kullanıldığını göreceğiz. Sonra kur'anda zina cezasının evliler içinde 100 değnek olduğunun delilerini vereceğiz. Sonrada bugün recm cezasının kur'anda olmadığını savunan, ancak bunun tevratta olduğunu söyleyenlerin bu söylemlerinin kur'anda karşılığının bulunup bulunmadığına bakacağız.Çünkü elimizdeki tek sağlam delil " KUR'AN"dır. Bize kur'an dışında gelenbir bilginin doğruluğunu veya yanlışlığını kur'andan sağlamasını yapmak sureti ile öğreneceğimize göre bu rivayetler de olabilir kur'andan önce inmiş incil veya tevratta olabilir. Tevratta olduğu söylenen bir hükmün doğru olup olmadığı kararını yine kur'andan öğrenmek mecburiyetindeyi

             KUR'ANDA  RECM  KAVRAMI

"Recm " kelimesi, lugatta taş atmak, taşlayarak kovalamak anlamlarına gelmektedir. Herhangi bir kişi bulunduğu toplumun genel geçer kurallarına aykırı davrandığı takdirde onu taşlayarak bulunduğu toplumdan hor ve hakir olarak atma eyleminin adı "recm etmek" olarak karşımıza çıkıyor. Muhammed sav in taife davet için gittiği zaman çocuklar tarafından taşlanarak kovulması örneği hepimizin hafızlarında  üzücü bir olay olarak kalmıştır. "Recm kelimesi çoğunlukla kur'anda da bu lügat karşılığı olarak kullanılmaktadır.

11.91 «Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve doğrusu seni aramızda güçsüz görüyoruz. Eğer taraftarların olmasaydı seni taşlardık. Esasen bizim gözümüzde pek itibarın da yoktur» dediler.

18.20 «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»

18.22 Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler, yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez.» Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma 
 

19.46 Babası: «Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz çevirmek mi istiyorsun? Bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım; uzun bir süre benden uzaklaş git.» dedi.
26.116 «Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın» dediler.
 

44.20«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.» 

36.18 «Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunacaktır» dediler.   

 67.5 And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

3.36 Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğurduğunu bilirken «Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım» dedi. 

15.17 Onları, kovulmuş her şeytandan koruduk

15.34 Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun! 

16.98Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. 

38.77 Allah: «Çık oradan sen artık kovulmuş birisin.»

81.25 O, kovulmuş şeytanın sözü değildir. 

Yukarda meallerini verdiğimiz "recm" kelimesi geçen ayetlere baktığımız zaman , resuller ve şeytan  için kullanılan o topluluğun inançlarını reddeden birisini toplumdan kovma şeklindeki anlamın ta nuh as dan muhammed as a kadar kullanılan bir yöntem olduğunu görmekteyiz. Bazı meallerde "taşlayarak öldürürüz" şeklinde olmasına rağmen "öldürmek" kelimesi ayetin metninde olmayıp ilave yapılmıştır. Recm kelimesinin kur'anda ne şekilde kullanıldığını gördükten sonra kur'anda zina cezasının evli veya bekar ayrımı yapılmadan nasıl olduğuna geçebiliriz.  

ZİNA CEZASININ KUR'ANDAKİ HÜKMÜ  

"24.2 Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın. Onların ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da şahit olsun."

Zina cezasının kur'anda belirtilen cezası 100 değnek olarak bildirilmektedir.Ancak bu cezanın bekarlar için olduğu evliler için sünnetten ceza getirilerek onunda recm etmek olarak belirlendiği iddia edilmektedir. Kur'andaki bu cezanın evli veya bekar ayrımına gitmeden aynı olması gerektiğini eski tefsirlerde bu ayrıma karşı çıkanların "harici" olmakla suçlanmasından anlamaktayız. Kur'ana rağmen hüküm getirenler maalesef kendilerinin ne olduğunu düşünmeden karşı düşünceyi "harici " olmakla suçlamaktadırlar.Recm cezası için getirilen en kuvvetli delil muhammed sav in bu cezay uyguladığına dair rivayetlerdir.

 Kur'anı rivayetler ışığında anlamaya ayarlı düşünceler kur'an ile rivayetler çeliştiği zaman rivayetleri atmak yerine maalesef kur'anı attıkları için rivayetlere sarılıp bu cezanın meşruluğunu savunmaya devam etmektedirler. Peki bu kur'an ayetine rağmen muhammed sav recm cezası uygulamış mıdır? bunu hakka suresi 44-47. ayetlerini hatırlayarak devam edelim.  "Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. Sizden kimse de buna mani olamazdı." Kur'an zina cezasının evliler için olan cezasını da 100 değnek olarak belirlemiştir. Bunun delillerini nur s. ayetlerinden bulmaktayız. 

Nur s. 2. ayetinde "O ikisinin ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da şahit olsun." cümlesinde zina eden kadın ve erkeğe uygulanan değnek cezası ayetin metninde" AZABEHUMA" ( o ikisinin ceza görmesine) kelimesi 100 değneğin karşılığı olarak zikredilmektedir. devam eden ayetlerde ise eşlerine zina isnad eden erkeklerle ilgili olarak yapması gerekenler zikredilmektedir (6-7-8). Eşine zina isnad eden bir erkek kendinden başka şahidi yoksa 4 defa doğru söylediğine dair yemin edip beşincide eğer yalancı ise Allahın lanetinin üzerine olmasını isteyecektir. Kadının dört defa "kocam yalancıdır "şeklinde yemin etmesi ve beşincide kocası doğrulardan ise kendisinin Allah'ın gazabınını üstüne olmasını istemesidir.

8. ayette " VE YEDREUL ANHELAZABE"(azabı kadından kaldırır) cümlesinden anlaşılması gereken şudur,Kadın kocasının yalancı olduğunu söyleyince ceza üzerinden kalkar bu ceza 2. ayette bildirilen "AZABEHUMA" (ikisinin azabına) kelimesinden anladığımıza göre 100 değnek olarak belirlenen cezadır. 2. ayette "AZABEHUMA" kelimesi ile aynı olan " ANHELAZABE"(azabı kadından kaldırır)kelimesinden , eğer kadın zina ettiğini kabul ettiği takdirde ona uygulanacak olan ceza 2. ayette " AZAB" olarak geçen 100 değnek cezasıdır. Suçlamaya kabul etmediği için kadından 100 değnek cezası kalkmış olur. Şimdi burada sormak lazım 6. ayette " EZVACİHİM" kelimesinin anlamı " EŞLERİNE" olan ve haliyle evli olduklarını anladığımız kadın zina ettiğini kabul etseydi recm cezası ilemi cezalandırılacaktı? Tabiki hayır.  Evli olan kadın eğer kocasınınsuçlamasını kabul etseydi üzerinden kalkan " EL'AZAB " olarak bildirilen 100 değnek cezası ile azab görecekti. Şimdi biraz düşünelim kur'an evli kadın için böyle bir hükmü açık açık vermesine rağmen hala recm,recm diye bağıranlar kur'anın bu açık hükmünü arkaya atmış olmuyorlarmı?

Ayrıca nisa s. 25 ayetinde geçen  zina eden cariyeler için belirlenen "Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir. " şeklindeki emrin ayetin metninde " EL'AZAB"  şeklinde geçmesinden nur s. 2. ayetindeki " AZAB" kelimesi ile bağının kurularak onlara verilecek olan cezanın 50 değnek olduğu anlaşılır. Zina eden bir kadının cezası taşlayarak öldürme olsaydı bu cezanın yarısı ne şekilde uygulanması gerekirdi,recm cezasını savunanlar bunu acaba hiç düşündülermi?  

ZİNA CEZASININ TEVRATTAKİ GÜVENİLİRLİĞİ  


 Recm cezasının kur'anda olmadığını kabul eden ancak bu cezanın tevratta bulunduğu ve muhammed sav in bu cezayı kendilerine suçlarını itiraf eden yahudiler için uyguladığını iddia edenler ise bu düşünceleri ile bazı çelişkilere düşmektedirler. Bize gelen rivayetleri hem kabul etmemek hem "bu ceza tevratta vardır "diyerek bir şekilde tevratı tasdikleme yoluna gitmek  bize göre çelişki arzetmektedir.Kendisine kur'an indirilen bir resul kur'andaki onca "sana rabbinden vahyolunana uy" emrinin tersi bir uygulamaya kalmasını nasıl izah edebiliriz.  

Nur s.34. ayetinde rabbimiz bizlere "  And olsun ki, size apaçık ayetler, sizden önce geçenlerden misal ve sakınanlara öğüt indirdik."şeklinde buyurmasından önce ayetler, gelen zina fiilinin cezası ve iftira atmanın cezasını bildirmektedir. Buda bize göstermektedirki , özellikle zina fiilinin cezası geçmiş ümmetlerdede aynıdır.


 
Allah cc nisa s. 26. ayetinde bize şöyle buyurmaktadır. "Allah; size bilmediklerinizi açıkça bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek ister. Allah Halim'dir, Hakim'dir"

 
Ayette geçen " sizden öncekilerin yollarını size göstermek " cümlesini anlamak için 23-24-25. ayetler ile birlikte okumak gerekmektedir. Ayetlerde geçen bizden öncekilerede emredilen hükümler içinde 25.ayette zina eden bir cariyenin cezasının evli kadının yarısı olması gerektiği hükmü vardır. 26. ayetteki bizden öncekilerin gösterilen yollarından yani onlara uygulanan hükümlerinden "zina edeni öldürün" şeklinde bir emir olmuş olsaydı cariyenin evli kadına göre yarısı olan zina cezasının uygulaması nasıl olması gerekirdi?  

Nisa s. 26 ayeti nur s. 34. ayeti ışığında bizler için uygulanan hükümlerin öncekileride kapsamasından anlaşılması gereken şudurki:  ALLAH TEVRATTA ZİNA EDENİ ÖLDÜRÜN ŞEKLİNDE BİR CEZA EMRETMEMİŞTİR. ŞAYET EMRETMİŞ OLSAYDI CARİYENİN YARI CEZASI NASIL UYGULANMASI GEREKİRDİ. 26. AYETTTEN ANLADIĞIMIZA GÖRE ALLAHIN  KIYAMETE KADAR GEÇERLİ OLAN HÜKÜMLERİ BÜTÜN KİTAPLARDA AYNIDIR. KUR'ANDA  , ÖLDÜRÜLME İLE UYGULANMAYAN ZİNA CEZASI KUR'ANDAN ÖNCEDE ÖLDÜRÜLME ŞEKLİNDE UYGULANMAMIŞTIR.NİSA S.  26  VE NUR S. 34.AYETTEKİ BİZDEN ÖNCEKİLERİN YOLLARINDA ALLAHIN ONLARADA UYGULADIĞI HÜKÜM BUDUR. RABBİMİZ MUHAMMED SAV DEN ÖNCEKİ RESULLEREDE GÖNDERDİĞİ KİTAPLARDA ZİNA FİİLİNİN CEZASI OLARAK 100 SOPA DAN DAHA AŞKA BİR CEZA ÖNGÖRMEMİŞTİR. BUNU AKSİNE BİR İFADE ALLAHA ATILAN BİR İFTİRADIR.

 
Ayrıca şura s. 13. ayetinde "
O,size dinde Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi ve İbrahim, Musa ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi de kanun kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tütün ve onda ayrılığa düşmeyin. Bu davet ettiğin iş müşriklere ağır geldi. Allah, ona dilediklerini seçecek ve kendine yüz tutanları (yönelenleri) de ona hidayetle eriştirecektir."
 diye buyuran rabbimiz, eğer musa as a zina edenleri taşlayarak öldürün diye bir emir verseydi aynı emri muhammed as a da vermezmiydi? 

 
Karşımıza soru olarak tevrattaki bu cezayı ne yapacağız ? sorusuna verilecek cevap ise KUR'ANLA SAĞLAMASI YAPILIP DOĞRULUĞU KUR'AN TARAFINDAN ONAYLANMAYAN HER HÜKMÜ NE YAPACAKSAK ONADA ONU YAPACAĞIZ.
SONUÇ OLARAK KUR'ANIN BİR HÜKMÜ İLE KUR'AN DIŞI KAYNAKALARIN BİR HÜKMÜ ZITLIK ARZETTİĞİNCE ALMAMIZ GEREN HÜKÜM KUR'ANIN HÜKMÜDÜR. ALLAH CC BİZLERE KUR'ANDA BU DOĞRULTUDA BİR ÇOK EMİRLER VERMEKTEDİR. BU EMİRLERİN HİLAFINA KUR'AN TARAFINDAN ONAYLANMAYAN VE RESULULLAH SAV E  ATFEDİLEN BİR ÇOK RİVAYET ALLAH VE RESULE İFTİRADAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR. TARİHTE ÖZELLİKLE RECM CEZASI ETRAFINDA OLUŞTURULAN KUR'ANA AYKIRI DİN ANLAYIŞINI SAVUNANLAR KARŞISINDAKİ İNSANLARI HARİCİ OLMAKLA SUÇLAMAKLA UĞRAŞANA KADAR KENDİLERİNİN BU DÜŞÜNCELERİNİN NE OLDUĞUNA BAKMALIDIRLAR. ALLAH CC KIYAMETTE HEPİMİZ HAKKINDA HÜKMÜNÜ VERECEKTİR. 

 
 ENDOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 
 
 
 

 

10 Temmuz 2011 Pazar

Değişiklik Bulunmayan Sünnet Hangi Sünnettir

Kur'anın , önkabullere veya sibak ve sibaktan koparılarak okunarak anlaşılmaya çalışılan kavramlarından biriside "SÜNNETULLAH" kavramıdır. Bu kavramın geçtiği ayetlerin öncesi gözardı edilerek .bektaşinin nisa s. 43. ayetindeki " sarhoş iken namaza yaklaşmayın" ayetinin "sarhoş iken" kısmını kapatarak sadece " namaz kılmayın" kısmını gösterip bakın kur'anda namaz kılmayın ayeti var onun için namaz kılmıyorum demesi misali, yakın zamanda  muhammed abduh , reşid rıza ve ülkemizde muhammed esedin "kur'an mesajı" adlı mealinin türkçeye çevrilmesi ile biraz daha fazla gündeme gelen , kur'anda kıssaları anlatılan bazı resullerin (salat selam üzerlerine olsun) kavimlerinin helakı ile sonuçlanan olaylar öncesi yaşanan bazı tabiat kanunlarının işleyiş kurallarının tersine cereyen eden olayların,( ibrahim as ın ateşten kurtulması, denizin yarılması vb.) gerçek olarak olarak olmalarının mümkün olamayacağı bunların mecazi anlatımlar olduğu şeklinde düşünceler gündeme gelmeye başladığına şahid olmaktayız. Kur'andaki mecazi bir anlatımın nasıl ve nerede olduğu konusunda pek düşünce  olmayan bazı kişiler, bu oluşturdukları önkabullerinin "bu  olsa olasa mecazi bir anlatımdır" diyerek gerçek olayları bir tür inkar yoluna gitmektedirler. Bu düşüncelerin birden fazla arkaplanı olmakla beraber biz burada hepsine değinmeyip  delil olarak getirdikleri "Sen Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın" mealindeki ayetleri ve içinde "sünnet " kelimesi geçen ayetleri siyak ve sibakı ile meallerini verip o ayetlerin kur'an bütünlüğünde bizlere  ne vermek istediğini anlamaya çalışacağız. 

1-  8.38 İnkar edenlere, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin sünnetinin uygulanacağını söyle.  
enfal s. 38. ayetinde, muhammed sav den önce gelen resullerin , o resule karşı gelip ona svaş açmalarının o kavmin helakı ile sonuçlandığını haber vererek, Muhammed sav in kavmininde buna devam ederlerse önceki kavimler gibi helake uğrayacakları tehdidi yapılmaktadır. Bu surenin geneli ve 38. ayetin öncesi bu konu ile ilgilidir
       *****************************************************
2-    15.13 Kur'âna iman etmezler, halbuki öncekilerin sünneti (inanmadıkları için başlarına gelenler) gelip geçmiştir.  
Hicr s. 13. ayetinde ise, 10,11,12. ayetlerin devamı ve sure bütünlüğünde muhammed sav den önce kendilerine kiap gönderilen kavimlerin , o kitabı getiren resullerine karşı sergiledikleri düşmanca tutumların haberi verilmektedir
   *********************************************************
3-   17.76 Memleketinden çıkarmak için seni nerdeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi. 17.77 Bu, senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlerimiz hakkındaki sünnetimizdir. Bizim sünnetimizde herhangi bir değişme göremezsin.
 

 İsra s. 76.77. ayetlerinde,resullerini yurtlarından atan kavimlerin o resulun ardından helak edildikleri sünneti hatırlatılarak muhammed sav in kavmine bir ikaz yapılmaktadır.Bu sünnetin ne şekilde gerçekleştiği haberi ise aynı surenin101-102-103. ayetlerinde musa as ve firavun kıssası örnek verilerek anlatılmaktadır

    *********************************************************

4-   18.55 İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken, onları inanmaktan, Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan öncekilere uygulanan sünnetin kendilerine de uygulanmasını veya gözleri göre göre azaba uğramayı beklemeleridir. 
Kehf s. 55 ayetinde , İnsanlara resul ve kitap gelipte onların inkarlarının helak olana kadar süreceği anlatılmakta ve bu helak anında iman etmeleri kur'anda bir çok ayette örnek olarak verilmektedir.(21-11,15-/40,84/10-90/21-97) gibi ayetlere bakılabilir
    **********************************************************
5-   33.37 Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.
 33.38 Allah'ın Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir. 

Ahzab 37.38. ayetlerde ise resullerin, Allahın bir emrini uygulamada örnek şahsiyetler olmasının bir Allah cc nin bir sünneti olduğunun hatırlatılmasıdır.
    *************************************************************

 666666 66666666666-  6-      33.60 İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar 
 33.61 Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler. 33.62 Allah'ın daha önceden geçenler hakkında ki sünnetidir. Sen, Allah'ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın.

Yine ahzab 60.61.62. ayetlerinde münafıkların,tarihin her devrinde yaptıkları fesadlarının karşılıklarını dünyada iken onları müminlerin elleri ile cezalandırılmalarının Allahın bir sünneti olduğu hatırlatılarak münafıkların bu eylemlerinden vazgeçmeleri emrediliyor.
      ***********************************************************
7-    35.42-Kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi. Fakat onlara uyarıcı (Muhammed) gelince, bu, onların haktan   uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı.35.43 (Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.  
Fatır s.42.43. ayetlerinde, resul gelmeden önce onu kabul edeceklerini söyleyen ancak o resul kendilerine gelince onu inkar eden ve onlara hileli düzenler kuran kafirlerin o planlarının kendilerini kuşatmasının Allahın bir sünneti olduğu hatırlatılıyor. 
     ************************************************************
8-    40.82 Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir 40.83 Peygamberleri onlara belgelerle gelince, kendilerinde olan bilgiden gururlandılar da, alaya aldıkları şey kendilerini sarıverdi.40.84 Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler 40.85 Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.  
Mü'min s. 42. 45. ayetlerinde ise , kendilerinden daha kuvvetli kavimlerin gelen resullerini inkar ettikleri zaman başlarına gelen helak olayları neticesinde iman ettikleri , ancak bu imanlarının onlara fayda vermediğinin Allahın sürüp gitmekte olan bir sünneti olduğu bildrilmektedir. 
    *************************************************************
9-  48.22 İnkar edenler sizinle savaşsalardı yüzgeri döneceklerdi. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardı. 48.23 Bu, önceden beri geçmiş olan Allah'ın sünnetidir. Ve sen; Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.  
Fetih 22. 23 ayetlerinde, müminler ile savaşan kafirlerin , müminlere olan yardımı neticesinde mağlup olacakları ve bunun öteden beri uygulanan bir sünnet olduğu bildiriliyor.Kur'anda muhammed sav e tabi olan ve daha önceki müminlerin bu sünnetullahın nasıl gerçekleştiğine dair ayetler mevcuttur.(bedir huneyn,bakara 246-252 ) 
  *************************************************************
 

 
  
10-   3.137 Sizden evvel kanun olmuş bir takım vak'alar geçti(sünen), onun için Arzda dolaşın da bir bakın: Peygamberleri tekzib edenlerin akıbetleri nasıl olmuş? 

Al-i imran s. 137. ayetinde resullerini tekzib eden kavimlerin helak edilmesinin bir sünnet olduğu bildirilmekte ,kur'anın birçok ayetinde helak olan kavimlerin kalıntılarının bir ibret vesikası olduğu bildirilmektedir.(22.45) 
   ******************************************************
 
 11-  4.25- Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder. 4.26 Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını (sünen)göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakim'dir. 

Nisa s.23.24.25. ayetlerinde Allah cc evlenilmesi haram olanlar ve nihah hukuku ile ilgili olarak bu hükümlerin geçmiş ümmetler içinde geçerli olduğu ve bu sünnetin kur'an iledevam ettiğini bildirmektedir. Şura s. 13. ayeti bunu en güzel örneğidir.   "Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: «Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.» Ortak koşanları çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir."
 
  **********************************************************


 Yukarda  meallerini vermiş olduğumuz ayetlerin hiç birinden oluşturulan önkabuller neticesi delil getirilmek istenen, "kur'anda kavimlerin helakı öncesi resullerin vasıtası ile meydana gelen tabiatın işeyiş yasalarının dışındaki olayların tümü mecazi anlatım olup gerçek olması mümkün değildir" şeklindeki söyleme destek olarak getirilen ayetlerin, siyakı ve sibakı ile okunduğu zaman bu söyleme destek olabilecek bir tarafı bulunmamaktadır

Sonuç olarak,Kur'an kıssalarında bizlere anlatılan geçmiş resullerin kavimlerinin ,o kavmin  helakı öncesi kavimleri ile olan tevhid mücadelelerinde, Allah cc nin resulleri  vasıtası ile o kavmin hidayet olması için "mucize" dediğimiz, tabiat kanunlarının  işleyiş kurallarına ters olarak cereyen eden bazı olayların gerçek olaylar olmadığı, bunların birer mecazi anlatım olduğu yolundaki kur'an dışı düşüncelere delil olarak getirilen "sen Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın" mealindeki ayetlerin konu ile alakasının olmadığı, bu ayetlerin bağlamından kopartılarak kendi ön kabullerine destek amaçlı olarak kalkan yapıldıklarını gördük. Muhammed sav ile ilgili olarak hadis, hasais, türü haberlerde ona atfedilen yüzlerce mucize uydurmalarını bahane ederek ,kur'anda bildirilen bu olaylara" mecazi" veya" efsane"diye onları red yoluna gitmek kişinin akidesinde derin yaralar açar. Bazıyanlış  ifrati düşüncelere  karşı onları red etme adına tefrit olarak doğru düşüncelerede karşı çıkmak müslümana yakışan bir davranış tarzı değildir. Müslümana yakışan kur'anı kur'andan anlamaya çalışmak ve kur'an dışı düşüncelere rağbet etmeyerek onları elinin ters ile itmektir.
     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.