6 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2016 Pazar

Hucurat s. 6 ve Maide s. 8. Ayetleri Müslüman Hayatında Nasıl Yer Bulmalıdır?

Yalan bilgiler üreterek , bazı kimseleri yere batırmak veya bazı kimseleri göğe çıkarmak amaçlı haberler yaymak, insanlığın kadim bir sorunu olup , bu kadim sorun, son yıllarda kitle iletişim araçlarının daha çok yaygınlaşması neticesinde küresel bir sektör haline gelmiştir. Bu sektör içinde maalesef kendisini Müslüman olarak tanımlayan kişi ve kuruluşların olması, meselenin boyutlarının vehametini göstermektedir. 

Kendisine "Müslüman" sıfatını layık görenler , bu sıfatın getirdiği bir takım yükümlülükleri de sırtına yüklemiş sayılarak , bu yükümlülükleri yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüklerinden bir tanesi ise , insanlar arasında yalan haberler yaymak ve adaletsiz davranmak sureti ile toplumun ifsad olmasına sebep olmamak, olanlara ise engel olmaktır.

[049.006]  Ey iman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse onu iyice araştırın, sonra bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.

Hucurat suresinin 6. ayeti, indiği zamandan beri tazeliğini koruyan , kişilerin ve toplumun selameti için, bize gelen bir haberin iyice araştırılmasını emreden bir ayet olarak, sanki bugün inmişçesine bizlere hitap etmektedir. 

Kısaca , "İnsanları inandırma sanatı" olarak tarif edebileceğimiz "Toplum Mühendisliği" nin ustaca kullandığı bir silah olan kitle iletişim araçları, bir anda bir çok insanı, yalan bir haber yayarak istenilen yöne kanalize etmeyi sağlayan büyük bir silahtır. İnsanlık için asıl doğru olan , erdemli olmak , yalan söylememek , insanlar arasında fesadı yaymamak ,adil olmak , kendi menfaatleri için başkalarının menfaatlerini zedelememek v.s gibi, iyi ve doğru olan her şeyi bir tarafa atarak , sadece geçici dünya menfaatleri doğrultusunda bu silahı kullanmak, para , makam ve mevkiden başka bir değer gözetmeyen insanlar için, ateşli silahlardan daha etkili bir durumda işlevini sürdürmektedir. 

 Kendilerini bağlayan insani ve ahlaki değerlere sahip olmayanlar tarafından kullanılan bu silah , ne yazık ki biz Müslümanların bir kısmının da kullandığı bir silahtır. Halbuki "Ben Müslümanın" diyen bir kimsenin , kendisinin bazı ahlaki ve insani değerlere bağlı kalmasının isteğe bağlı değil, mecburiyet olduğunu bilerek hareket etmesi , kafir olarak bildiğimiz kişi ve toplumların kullandığı silahı, bizim kullanmamamız gerektiğini çok iyi bilmesi gerekmektedir.

Kitle iletişim araçlarının dünya  genelinde yaygınlaşmasına paralel olarak , Türkiye içinde de yaygın  bir şekilde kullanılması , her türlü fikir ve düşünce bağlısının propagandasını bu yol ile yapmasına imkan tanıyan bir ortam yaratmıştır. Bu ortamlarda karşıt görüşlere sahip olan kişi ve gurupların birbirlerinin görüşlerin mahkum etmek için kullanılan bazı yol ve yöntemlerin , gayri ahlaki bir durum arz ettiği ise herkesin malumudur. 

Müslüman olmamız, bizlerin bu araçları bizim dışımızda olanların kullandığı yöntem ile değil , bizim ahlaki değerlerimize uygun bir biçimde kullanmamızı mecbur kılmaktadır. Özellikle "Sosyal medya" olarak bildiğimiz alanın, her türlü kişi ve guruplar tarafında kullanılması , "Bilgi kirliliği" dediğimiz durumu meydana getirmektedir. 

Bir çok kişi ve gurup bu ortamı kendi düşüncesini yaymak amacı ile kullanırken , kullandığı yöntemlerden bir tanesi , karşıt görüşleri mahkum etmeye yönelik propaganda yapmasıdır. Kendi görüşünü yaymak için karşı görüşün yanlışları söylemek elbette herkesin hakkıdır , ancak bunu yaparken yalan , iftira , hakaret , dedikodu özellikle sosyal medyada çokça rastladığımız montaj türü haberler yapmaya kimsenin hakkı olmadığı gibi , Müslüman olduğunu iddia edenlerin iki defa hakkı yoktur. 

Sahte hesaplar açıp , kendisini o düşüncenin mensubu gibi göstererek , o düşünceyi gülünç bir duruma düşürmek amacına dayalı yapılan propaganda usulü , bazı Müslümanlar tarafından da kullanılmaktadır. Kendisini X gurubuna bağlı olarak gösteren , aslında o guruptan nefret eden bu kişiler , nefret söylemlerini o gurupların söylemesi imkansız olan bazı sözleri onlar söylemiş gibi , sahte profiller üzerinde yaparak , kişi ve gurupları töhmet altında bırakmakta , yalan , iftira , dedikodu olan bu söylemleri yaymaktan çekinmemektedirler. 

İşin daha garibi , bu sahte hesaplar üzerinden yapılan haber ve paylaşımların , bazı kimseler tarafından anında sahiplenilmesi ve sanal ortamda çığ gibi yayılmasına vesile olunmasıdır. Sadece kendi görüşlerine uygun olduğu için doğruluğu yanlışlığı araştırılmadan sahiplenilen bu gibi haberler "Fasığın haberi" olarak görülmesi ve araştırılması gerekir iken , "Benim fasığım iyidir" mantığı işletilerek sahiplenilmekte ve bazı kişilere be guruplara olan düşmanlıklar , böyle yalan ve iftira haberler üzerinde yürütülmektedir.

Montaj türü haberler , karşı olduğumuz veya sevmediğimiz kimse veya guruplara karşı yapılmakta , o kişi ve gurupların asla söylemediği sözleri , onlar söylemiş gibi yayarak , o kişi ve guruplar üzerinde infiale yol açmak sureti ile gündem oluşturulmaktadır. 

Üzülerek söyleyelim ki , bu gibi yöntemleri maalesef bazı Müslümanlar da yapmakta , yaptıkları işin sonucunu hiç düşünmeden yapmakta , yalan haberi yapan kişi ve gurupların yandaşları ise "Benim fasığım iyidir" mantığı içinde hareket ederek , o haberleri paylaşarak , "Bugün Allah için ne yaptın?) sorusuna "Bugün ....... ya hakaret ve küfür içeren yayınlar yaptım veya paylaştım" diyerek , o günün cihadını bitirerek vazifesini tamamlamış kumandanlar edasıyla mutlu ve mesut bir şekilde yataklarına uzanmaktadırlar.

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki sanal alemin de Rabbi vardır, o da Allah (c.c) dir. Yaptıklarımızı her an gözetleyen ve hesap gününde karşımıza çıkaracak olan Rabbimiz , yapılan bu yalan ve iftira haberlerin hesabını elbette soracaktır. Müslüman kişi , hayatının her anında yaptıklarından hesaba çekileceğini bilen insandır. Bu hesaba çekilmenin, sevmediklerimiz hakkında yaptığımız bazı yalan ve iftiralar içinde geçerli olduğu hiç bir zaman unutulmamalı , yaptıklarımız ve yazdıklarımız bu bilinç içinde yapılmalı ve yazılmalıdır. 

İnternet aleminde özellikle mizah amaçlı paylaşımlar yaparak sahte haber üreten bazı haber siteleri (Zaytung gibi) bulunmakta, ve bu sitelerin yayınladıkları haberler aslı astarı olmayan mizah amaçlı yalan haberler olup , bazı kimselerin bu haberleri doğru haber sanarak paylaştıkları görülmektedir. 

"Trol" kelimesi son günlerde çokça duyulan ve sanal alemde insanları kışkırtmak için kullanılan bir yöntemdir. "Zarf atmak , yem atmak" anlamında olan bu kelime , balık avcılığında kullanılan bir terim olup insanları avlamak için kullanılan bir yöntem olarak sıklıkla sanal alemde kullanılmaktadır. 

Bazı parti ve gurupların insanları trollemek yani avlamak için özel kadrolar oluşturmuş olması ,trollemek sureti ile ortaya atılan haberlerin sanal alemde alıcısının ne kadar çok ve ne kadar rağbette olduğunu göstermektedir. Trollemek yani avlamak teriminin , balık avcılığı ile ilgili bir terim olması , insanları bir av malzemesi olarak görerek, onların etinden, sütünden, derisinden faydalanmak isteyen yani insanları sağmal hayvan yerine koyanların kullandığı bir yöntem olarak bir çok kişi ve kurum tarafından maalesef vahşice uygulanmakta ve bir çok insan bu trol ağına düşerek bunlara yem olmaktadır. 

Müslüman hayatında yer bulmakta zorlanan ayetlerden bir tanesi de Maide s. 8. ayetidir. 

[005.008]  Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.

Bu ayet, her zamanki tazeliğini koruyarak , yaşadığımız hayat içinde karşılaştığımız olaylar karşısında nasıl bir insiyatif kullanmamız gerektiğini öğretmektedir.

Ayetin özellikle " Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin" cümlesi, biz Müslümanların bir kısmı tarafından hayat içinde uygulama alanı bulmayan bir emir cümlesidir. Guruplaşmaların , hizipleşmelerin sanki Allah emriymişçesine ayyuka çıktığı Müslüman dünyasında , karşıt gurup ve kişiler ile ilgili yerine getirilmesi gereken "ADALET" kavramı biz Müslümanalrın bir kısmı tarafından maalesef yerine getirilmekte zorlanılmaktadır.

Kendi fırka ve hizbine mensup olmayanları düşman olarak gören bazı Müslümanlar , düşmana bile gösterilmesi gereken adalet ilkesini, birbirlerine karşı yerine getirmeyerek , adalet ilkesini sadece kendi içlerinde yerine getirilmesi gereken bir şey olarak görmektedirler.

[004.135] Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.

Fırkalaşma ve hizipleşmelerin hız kaybetmeden her geçen gün daha belirgin bir hale gelmesi , karşıt fırkalara mensup olanların birbirlerine karşı davranış sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Çeşitli fırkalara mensup olan Müslümanların kendi fırkalarını güzel , karşı fırkayı çirkin göstermek için kullandığı yollardan birisi olan medya, ve Facebook , Twitter gibi sosyal medya ortamları , adalet ilkesinin gözetilmesi gereken yerlerden birisidir. 

Kendi partisini veya fırkasını güzel , karşı parti veya fırkayı çirkin göstermeye yönelik bir haber olduğu zaman , bu haberde adaletsizlik olup olmadığına bakmadan hemen bu habere inanmaya hazır bir topluluğun olması , bu tür haberleri yapanları daha da gayrete getiren bir durumdur. 

Müslüman kişi adaletin sadece kendisine değil herkese lazım olduğunu bilendir. Karşısına gelen bir bilgi ve haberi tartar iken, sadece kendi menfaatlerine uygun olup olmadığına değil , adalet ilkelerine uygun olup olmadığına baktığı an , adalet ilkelerine uygun hareket etmeyenlerin yaptıkları haberler ve eylemler azalacak , adaletsizlik yaparken biraz daha fazla düşünmek zorunda kalacaklardır. 

Bugün güç ve iktidar ellerinde olduğu için adaletsizlik yapanlar , yarın iktidar ellerinden gittiklerinde , kendileri güçsüz duruma düşerek adalete ihtiyaçları olabilir. 

Türkiye'nin son aylarda bir cemaatin başını çektiği olayların sebep olduğu içinde bulunduğumuz durumu göz önüne aldığımızda , bu cemaat aleyhine yapılan bazı icraatların adalet ilkelerini çiğnediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Elde somut olarak suç sayılabilecek bir delil olmadan , suç unsurları üretilerek , bazı kimselerin suçlu sayılması "Kurunun yanında yaşında yanması" kabilinden durumlar meydana getirmiştir. 

                                "Keser döner sap döner , bir gün hesap döner"

Bu ve benzeri cemaatler sevilmese , yaptıklarının büyük bir hata olduğu bilinse dahi, onlar aleyhinde yapılacak her türlü işlem, adalet ilkelerine uygun olmalıdır. Bugün iktidar olanın ebedi olarak iktidar kalarak gücü elinde bulunduracağına dair hiç bir garantileri yoktur. Bugün muhalefet veya iktidar dışında kalanın , yarın iktidar olarak , bugün iktidarda olanların yaptıklarının hesabını sormayacaklarına dair de hiç bir garantileri yoktur. 

İnsanlar arasındaki ilişkilerin temeli kin ve nefrete dayalı değil , adalet ilkelerine dayalı olarak işlemelidir. Bu adil işleyiş, insanlar arasında fikir ve düşünce ayrılıkları olsa dahi , insanların birbirleri ile daha doğru ilişkiler kurmasını sağlayacaktır. Müslüman olmamız nedeniyle karşımızdaki düşmanımız olsa dahi, ona bile adaletli davranmayı emreden Rabbimizin bu emrine karşı , suçu sadece bizim gibi düşünmemek veya bizim fırkamızdan olmamak olan bazı insanlara karşı adaletsiz davranarak onları mahkum etmeye çalışmak insanlık suçudur. 

                               "Başarıya ulaşmak için her yol mübah değildir." 

Her insan hayatının her safhasında maddi ve manevi alanda başarılı olmak ister. Ancak bunun bir kuralı vardır ve olmalıdır. Her yolu mübah gören anlayışın teorisyenleri, bilindiği üzere Müslümanlar değil batılılardır. Evrensel ahlak ilkeleri , başarı için bazı etik yasalara uyulmasını ve bu yasaların dışına taşılmaması gerektiğini belirtir. Bu ilkelerin dışına taşarak alınan her başarı , kişileri belki dünya hayatı içinde memnun edebilir , fakat ahirette  bu ilkeleri çiğneyerek , insanların haklarını gasp edenlerin hesabı mutlaka sorulacaktır.

Sonuç olarak : Allah (c.c) kitabında bizlere , insanlar arasında fitne ve fesadın yaygınlaşmamasını sağlayacak olan bazı emirler vererek , onları hayata pratize etmemizi istemektedir. Bu emirlerin olan iki ayeti yazımıza konu etmeye çalışarak , bu ayetlerin Müslüman hayatından nasıl yer bulması gerektiğine dair düşüncelerimizi paylaşmaya çalıştık.


Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması , insanları haber yolu ile etkilemenin önünü açarak bu yolun kötüye kullanılmasını da beraberinde getirmiştir. Hucurat s. 6. ayeti bu yolun kötüye kullanılmasının önünü kapatan bir yol önermekte ve biz Müslümanların bu önermenin gereği yerine getirmesini beklemektedir.

Adalet ilkelerine uygun hareket etmek , yine Rabbimizin bizlerden istediği önemli bir husus olup , bu ilkenin ayrım gözetilmeden uygulanması konusunda  bizlere önemli uyarılar yapılmaktadır. Bu ilke güç sahibi olanların elinde kendilerinin istedikleri yönde kullanabilecekleri bir ilke değildir. Maalesef bu kitaba inandığını iddia eden bir kısım Müslüman bu kitabın ayetlerini hayata geçirilmesi gereken ayetler olarak değil , başkalarına karşı mızrak ucuna takılması gereken ayetler olarak gördüğü için , gerekeni yerine getirme konusunda duyarsız kalmaktadırlar. 

RABBİMİZ BİZLERİ , YALAN HABERLER YAYARAK ADALET İLKELERİNDEN AYRILAN KULLARINDAN DEĞİL , YALAN HABER KİMDEN GELİRSE GELSİN ADALETE UYGUN HAREKET EDEN KULLARINDAN KILSIN. 

18 Ağustos 2011 Perşembe

Tebyinül Kur'andan Tahrifül Kur'an Örnekleri 6(İsmail a.s)

"Tebyinül kur'andan tahriful kur'an örnekleri " adlı yazı serimizin 6. sını  mutad olduğu vechile tahrifçiliğini özellikle kur'an kıssaları üzerinde gösteren , kelimeleri yerinden oynatarak kıssaları tahrif etmede  usta olan tebyin sahibinin saffat suresindeki ismail as kıssasını nasıl tahrif ettiğini görmeye çalışacağız. Bir fedakarlık ve teslimiyet gösterisi olan bu kıssa kıyamete kadar bütün müminlere örnek olması hasebiyle müminler üzerindeki fedakarlık ve teslimiyeti ortadan kaldırma amaçlı olarak bununda bir şekilde tahrif edilmesi gereğini çok iyi bilen araf s. 175.176 ayetlerinin muhatabı olan sayın yazar kıssasyı tahrife şu şekilde başlar

Bu Âyet gurubunda da İbrâhîm peygamberin hayatından başka kesitler verilmektedir. te'vîlleri yapılamadığı için bu Âyetlerden yola çıkılarak birçok yalan senaryolar düzülmüştür 

Diyerek kıssayı te'vil etmeye başlayan sayın yılmaz 

Bilindiği gibi, Sâffât Sûresi'nin bu pasajı ile ilgili olarak dine, inanç ve amellere aykırı, akla ve mantığa sığmayan birçok şey sokulmuştur. Hem bu saçmalıkları bertaraf etmek hem de Kur'ân'ı doğru anlamak için Âyetlerde geçen ifadeleri ve bunların işaret ettiği olayları doğru bilmek zorundayız

Şeklinde devam ederek "başkasının koyduğu aykırı şeyler yerine ben aykırı şeyler koymaya daha layığım" edalarında kendi şaçmalıklarını sıralamaya başlamaktadır.Önce kıssa ile ilgili mealini vererek devam edelim. 

99–100.    Ve o [İbrâhîm]: 'Kuşkunuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol gösterecek: Rabbim! Bana sâlihlerden birini lütfet!' demişti.
101.       Bunun üzerine Biz, İbrâhîm'e yumuşak huylu bir delikanlıyı müjdeledik.
102.       Sonra ne zaman ki o [müjdelenen çocuk] onunla birlikte koşacak duruma/onunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman o [İbrâhîm]: "Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni boğazlıyor [helak; perişan, mağdur ediyor]  görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?" dedi. O (Oğlu): "Babacığım! Sen emir olunacağın şeyleri yap. İnşallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere] sabredenlerden bulacaksın" dedi.
103–105.   Sonra ne zamanki ikisi de İslâmlaştılar ve O [İbrâhîm], onu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz ona: "Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın" diye seslendik… –Şüphesiz Biz, muhsinleri [iyilik güzellik üretenleri]  işte onun gibi karşılıklandırırız/ödüllendiririz.–
106.       Şüphesiz bu [oğulu yüzüstü bırakma işi], kesinlikle, apaçık bir beladır.
107.       Ve Biz ona [İbrâhîm'e], bu boğazlayacağı [[helak; perişan, mağdur edeceği] çok büyük şey karşılığında/sebebiyle bedel [bahşiş] verdik.
108.       Ve sonra gelenler içinde onun üstüne bıraktık.
109.       Selâm olsun İbrâhîm'e!
110.       İşte Biz[ iyilik güzellik üretenleri] onun gibi ödüllendiririz.
111.       Şüphesiz o, Bizim inanan kullarımızdandır.
112.       Ve Biz ona sâlihlerden bir peygamber olarak İshâk'ı müjdeledik.
113.       Ona [İbrâhîm'e] ve İshâk'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de iyilik - güzellik üreten ile açıkça kendi nefsine zülmeden vardır.  

Saffat s 102. ayetine verdiği mealde parantez içi tahrif yaparak "zebhetme" kelimesine (helak,perişan,mağdur) etmek anlamı vermiştir.Bu anlamı desteklemek için zebehe fiiline şu anlamı vermektedir. 

Âyetteki ifadeler içinde, üzerinde önemle durulması gereken sözcük, "kurban kesmek" anlamıyla değerlendirilen "zebh" sözcüğüdür.

ZEBH:

ذبح - zebh sözcüğünün esas anlamı şaklamak; herhangi bir şeyden parça koparmak demektir. Daha sonraları "boğazdan kesme" anlamında kullanılır olmuştur.Zebh sözcüğü mecazen "helak" anlamında kullanılır. Zira boğazın kesilmesi, bir canlıyı helâke götürmenin en seri yoludur. [56–25](Lisanü'l Arab; c: 3, s: 486–488 "zbh" mad; Tacü'l-Arus, c: 4, s: 38–41 "zbh" mad.)
ذبح - zebh sözcüğünün mecaz anlamından açıkça bu sözcüğün "Kurban etme (Kurban kesme değil), helak etme, mağdur etme, feda etme", argo ifadeyle"harcama" anlamlarında kullanıldığı anlaşılmaktadır.    

Ragıp el isfahanin müfredatında "zebeha" kelimesinin anlamı "temelde hayvanların boğazını yarmak " şeklinde ifade edilmiştir.Sayın yazar her zaman olduğu gibi bir kelimenin kur'anda kullanılış anlamından öte hakiki anlam ile mecaz anlamı işine geldiği şekilde kullanarak burada "mecaz anlam" olduğunu idda etmektedir.Kendisi ciltlerce kur'an tefsiri olduğunu iddia ettiği kitabı olmasına rağmen kur'an bütünlüğünü hiçe sayarak nerede mecaz anlam, nerede hakiki anlamı kullanacağına hevasının gereğince karar vermektedir. eserlerinde "zebeha" fiilinin geçtiği bütün ayetleri parantez koymadan çeviren sayın yazar burada acaba neden parantez koyma gereği duymuştur?. Bakara kıssasında ve firavunun israiloğullarının erkeklerini boğazlaması ile ilgili ayetlerinde parantez istesede koyamayacağı için bu ayetlerdeki "zebeha" fiilinin karşılığını mecburen doğru olarak vermek zorunda kalmıştır, çünkü kur'an öyle bir kitaptırki bel'amların elinde oyuncak olmaz. 

Sayın yazar kıssanın başında başkalarını akla mantığa aykırı şeyler yazmakla suçlayıp kendisi "benim akla mantığa aykırılarım iyidir" edası içinde şöyle devam eder.

Âyetten anladığımıza göre, İbrâhîm, henüz çocuk yaşta, bakıma, himayeye muhtaç bir çağda olan oğlunu bırakıp gitme niyetindedir. Bu fikrini oğluna açarak oğlunun tepkisini ölçmektedir. Baba ile oğul arasında şu diyalog geçer:
İbrâhîm;
– Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni boğazlıyor [helak; perişan, mağdur ediyor]görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?
Oğlu:
– Babacığım! Sen emir olunacağın şeyleri yap. İnşaallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere] sabredenlerden bulacaksın.
Bu diyalogdan anlaşılmaktadır ki, İbrâhîm peygamberin elçilik görevine başlarken kendisine ayak bağı olacak şeylerden uzaklaşması gerekmektedir. Nitekim Rabbimiz Mâsâ'ya (a.s) elçilik görevi lütfettiğinde şöyle buyurmuştu:    

Sayın yazarın mantığına göre ismail as ibrahim as a risalet görevinde ayak bağı olacağı için onu helak mağdur ve perişan etmesi!! gerekmektedir. Bunuda musa as ın tur dağında ayakkabılarını çıkarması emrine dayandırmaktadır. Kendi düzgün!! mantığına göre 102. ayetteki "tü'meru" kelimesinide başını gözünü yararak halletmesi gerekmektedir. Bu kelimeyle ilgili olarak şunları yazmaktadır.  

Âyette افعل بما تؤمر - if'al bimâ tü'mer ifadesi yer almaktadır. Bu ifade genellikle Emir olunduğun şeyi yap! anlamıyla çevrilmektedir. İfadeye verilen bu anlam bir de İsrâîliyattan kalma bilgilerle Allah'ın İbrâhîm'e oğlunu boğazlamayı emrettiği anlayışıyla birleştirilince, yukarıdaki ifade de "Madem Allah sana beni kurban kesmeni emretti, hiç durma, beni kurban kes!" anlamına gelecek şekilde bütün Müslümanların zihinlerine yerleşmiştir. Bu konuya dair asılsız söylentiler pasajın sonunda toplu olarak verilecektir. Hâlbuki Âyette yer alan تؤمر - tü'mer ifadesi Arapça deyimiyle "fiil-i müzari"; Türkçe ifadesiyle "geniş zaman ve gelecek zaman" anlamlarını içeren siygadır. Anlamı da "emir olunacağın" şeklindedir.


 "Tü'meru" kelimesi kur'anda birde hicr suresi 94. ayetinde geçmektedir. sayın yazarın bu ayete verdiği meal şu şekildedir."Şimdi sen emrolunduğunu açıkça bildir ve müşriklerden yüz çevir.  "

Arapça gramer kaideleri acaba ayete göre bir değişkenlikmi gösteriyorda aynı kelimeyi bir ayette başka, diğer ayette başka anlam vermiş.Hicr suresi 94. ayetine "emrolunacağın " şeklinde bir meal verseydi sanki daha önceden hiçbir emir gelmemiş gibi bir durum arzedeceği için burada doğru anlamı mecburen vermek zorunda kalmıştır. Sayın yazarın ,hicr s. 94. ayetine "emrolunduğun" şeklinde meal verip hem bu meali saffat s. 102 de vermemesi , üstelik eleştirmesi, bu tür tenakuzları başka ayet meallerinde vermesi kendi yazdığından haberi olmaması veya eseri kendisinden başka kimselerede yazdırmış olduğu intibaıını vermektedir.Yukarda belirttiğimiz gibi kur'an kendini tahrifçilerin elinde oyuncak edecek bir kitap değildir ve bir şekilde bu tahrifi yine tahrifçinin eli ile açığa çıkarmaktadır.
Başkalarını israiliyatçılıkla suçlayıp israiliyatçılara parmak ısırtacak şekilde tevillerine devam ederek ismail as a şunları dedirtmektedir. 

"Bundan sonra beni kafana takma! İnşallah senin yokluğunda, başıma gelecek her sıkıntıya, perişanlığa, kurban edilmişliğe sabırlı davranacağım. Sen, elçilik görevinde, tevhid mücadelende sana ne emir olunacaksa onları yap! Sen, kendi görevini sürdür!" demiştir. 

Saffat s. 103.105 ayetleri ile ilgili olarak şunları yazmaktadır. 

103–105. Âyetlerdeki Sonra ne zamanki ikisi de İslâmlaştılar ve O [İbrâhîm], - onu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz ona: Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın diye seslendik… ifadesiyle İbrâhîm ve oğlu ile ilgili bir başka safha anlatılmaktadır. Bu anlatımın önceki Âyetlerle bağlantısı yoktur. Sadece İbrâhîm'in oğlunu yüzüstü bıraktığına dair bir gönderme yapılmış, hayatlarındaki o safha kısaca hatırlatılmıştır.
Bu Âyetlerdeki فلمّا اسلما - felemmâ eslemâ = ne zaman ki teslim oldular ifadesi de "İbrahim (a.s) Allah'ın 'oğlunu kurban kes!' emrine, oğlu da kurban kesilme emrine teslim oldular" şeklinde kabullenilmiştir. Hâlbuki Âyetteki اسلما - eslemâ sözcüğünün "teslim olmak" anlamıyla hiç mi hiç ilişkisi yoktur. Sözcüğün anlamı "ne zaman ki İslamlaştılar; Müslümanlaştılar" demektir.  

103. ayetteki "onu alnı üzere yatırdı" ayetini parantez içine (yüzüstü bıraktı, mağdur etti) şeklinde vermiştir. Halbuki sayın yazar "yüzüstü bırakma ve mağdur etme" kelimelerini "zebeha" fiilinin karşılığı olarak daha önceki ayette vermişti.103. ayette" bu kadarınada pes" dedirtecek bir tahrife girerek "ve tellehu lilcebine" şeklindeki ayetin metnini " zebeha" fiiline verdiği anlam ile aynı şekilde vermiştir.Yine aynı şekilde "eslema" fiilini teslim olmak anlamında değil "müslümanlaştılar" şekilnde vererek sanki bundan önce ibrahim as ve oğlu ismail as ın müslüman olmadıkları şeklinde bir iddia ortaya atmaktadır. 

Sonuç olarak, kur'anda örnek ,öğüt ve ibret alınması için anlatılan kıssaları sadece o gün içine hapsederek öğüt ve ibret almaktan uzaklaştırıp bir masal haline getiren geleneksel ve modernist kıssa anlayışının modernist kıssa anlatımına örneklerini verdiğimiz ismail as  kıssası bir teslimiyet örneği olması hasebiyle müminler için büyük bir örnektir.Geleneksel kıssa anlayışına rahmet okutturacak kadar tahrif ve te'vil örnekleri ile dolu olan "tebyinül kur'an" adlı eserin bu kıssaları tahrif amacı ne olabilir diye sorduğumuzda cevabımız şu olacaktır. Bir hayat kitabı olan kur'an ve yaşanmış hayattaki iman örnekleri ile dolu kıssaları sadece o gün yaşanmış bitmiş ve ibret alınması gerekmeyen bir olaylar zinciri halinde göstererek bir masal şekline sokarak anlatılması ancak kur'an düşmanları tarafından yapılabilecek yorumlardır. Halbuki kur'an kıssaları hayat kitabı olan kur'anın çağlar boyunca süren tevhid ve şirk mücadelesi örneklerini vererek bağlılarına ibret vesikası olması, iman ve teslimiyet örneklerini vererek yaşanmışlığını ve yaşanabilirliğini göstermesi açısından canlı örneklerdir.Modernist ve tahrifçi yöntemlerle bu kıssalar bir şekilde te'vil ve tahrif edilerek kur'anla hayatın bağı koparılmaya çalışılmaktadır. Bunun en bariz örneklerini "tebyinul kur'an " adlı eserde görmekteyiz. Tabiki her devirde bu tür eserler çıkacaktır ve tabiki her devirde bunların tahirfleri yine kendi elleri ile ortaya konulacaktır.

         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Adem a.s ve İblis Kıssası 6 (Taha Suresi)

Adem ile iblis kıssası kur'anda 6. olarak taha suresi 115. ile 127. ayetleri arasında anlatılmaktadır. Konu ile ilgili ayet mealleri şöyledir.   

115- Andolsun, Biz bundan önce Adem'e ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
116- Hani Biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik, İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi, o, ayak diremişti.
117- Bunun üzerine dedik ki: "Ey Adem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun."
118- Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)dır."
119- Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da."
120- Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: "Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?"
121- Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Adem, Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı.
122- Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.
123- Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz ordan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir; kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz."
124- "Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz."
125- "O da (şöyle) demiş olur: -Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim?"
126- (Allah da) Der ki: "İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın."
127- İşte Biz ölçüsüzce davrananları ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız; ahiretin azabı ise gerçekten daha şiddetli ve daha süreklidir.  

Kıssanın bu suredeki bölümü 115. ayette sonucu ilk önce söyleyerek devamında ademi bu sonuca götüren süreci açıklamaya başlıyor. Ayette "bundan önce" kelimesinin kullanılması aynı surenin 113. ayetinde "böylece biz onu arapça bir kur'an olarak indirdik. Onda tehditleri türlü şekilde açıkladık umulurki korkup sakınırlar yada onlar için bir öğüt olur" mealindeki ayet ile bağlantısını kuracak olursak "size bu kur'anı indirmeden önce ademi imtihana çekmiştik" denilerek bu kıssanın bütün insanlığın kıssası olduğu , Ademin başından geçen olayların aynısının bizimde başımızdan geçeceğini ademin düştüğü hataya düştüğümüz  ve o hatada ısrar ettiğimiz takdirde başımıza gelecek olanlar hatırlatılmaktadır. Kıssanın bu bölümünde öne çıkan kavram "AHİD" dir. Ademe verilen bu ahid araf suresi 172. ve 173. ayetlerde bütün insanlara verildiğini görmekteyiz  7.172Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.173 Yahut «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık 

Adem as ve iblis bütün insanlar  için  Allahın emirlerine karşı takınılan tavır açısından birer prototiptir. Araf suresindeki bu ahid verilmesinden anlıyoruzki bu kıssa ademden sonra gelen ve kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların kıssasıdır her insan bu kıssayı bir şekilde yaşayacaktır, şeytanın iğvalarına kapılmayanlar bu imtihanı geçerek ebedi cennete , şeytanın iğvalarına kapılıpta imtihanı geçemeyenler ebedi cehenneme atılacaklardır.  

2.125 Kabeyi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. İbrahim'in makamını namaz yeri edinin, dedik. Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrahim ve İsmail'e ahd verdik  
36.60 Ey Adem oğulları, Ben size şeytana kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır, diye ahd vermedim mi? 
16.91 Ahitleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak sağlama bağladığınız yeminleri bozmayın. Allah yaptıklarınızı şüphesiz bilir.   
2.100 Onlar, her ne zaman bir ahidde bulunmuşlarsa içlerinden bir takımı onu bozmamış mıdır? Zaten onların çoğu inanmazlar    
2.177 Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir; Lakin iyi olan, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır.   
33.15 And olsun ki, daha önce, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a ahd vermişlerdi. Allah'a verilen ahd sorulacaktır.   
33.23 İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir
2.027 Allah'ın ahdini pekiştirdikten sonra bozanlar, birleştirilmesini emrettiği şeyi koparanlar, yeryüzünde fesad çıkaranlar, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir
3.77 Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenlerin, işte onların, ahirette bir payları yoktur. Allah onlara kıyamet günü hitab etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar içindir
6.152 Yetim malına, erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır. 
7.102Onların çoğunda Biz, ahde vefa görmedik. Onların çoğunu fasıklar olarak bulduk
13.20 Onlar, Allah'ın ahdini yerine getirirler, anlaşmayı bozmazlar
[013.025] [DI] Sağlam söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlara ve kötü yurt, cehennem, onlaradır.
    

 13.25 Sağlam söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlara ve kötü yurt, cehennem, onlaradır. 

16.95 Allah'ın ahdini hiçbir değere değişmeyin. Eğer bilirseniz, Allah katında olan sizin için daha iyidir. 
2.40 Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın ve ahdimi yerine getirin ki Ben de yerine getireyim; yoksa benden korkun
3.76 Hayır, öyle değil; ahdini yerine getiren ve günahtan sakınan bilsin ki, Allah sakınanları şüphesiz sever 
23.8Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler
70.32 Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler;  
Bu örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere insanın varoluş amacı "ahdi yerine getirmek" olduğudur.  

Kıssanın devamında yine meleklerin ademe secde etmeleri emri ve iblisin bu emre itaatsizliğini görüyoruz. 115. ayette verildiği beyan edilen ahdin  mahiyeti ni  117. ayette  görmekteyiz.  "ey adem şeytan sana ve eşine gereçekten düşmandır. sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın sonra mutsuz olursun."  

118. ve 119 ayetlerde ademe cennette kendisine verilen 4 nimetten bahsedilmektedir. acıkmamak, çıplak kalmamak, susuzluk çekmemek, sıcaktan bunalmamak. Bu nimetler ademin şahsında kur'anda cennet ehline verilecek olan nimetlerle aynıdır. "Aç kalmamak" vaadine karşılık olarak verilecek olan yiyeceklere örnek olarak kur'anda birçok ayet vardır örnek olarak birkaç tanesinin mealleri şu şekildedir ,vakıa suresi 21 de" canlarının çektiği kuş eti"  tur suresi 22 de " onlara istek duydukları meyvelerden ve ettende bol bol verdik" rahman 22 de " her meyveden iki çift" 68 de içlerinde eşşsiz hurma ve eşşsiz nar vardır," yasin 57 de " taptaze meyveler ve istek duyulan herşey".  "çıplak kalmamak"  vaadinin karşılığı olarak müminlere verilecek giysilerde kur'anda şu şekilde tavsif edilmiştir,hacc suresi 23 de" altından bilezikler ,inciler ve ipek elbiseler, kehf 31 de "altından bilezikler,ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler", fatır 33 de " altın bilezik,inciler ve ipek elbiseler",insan s. 21 de "ince ve yeşil ipekten elbiseler ve gümüş bilezikler"şeklinde" susuzluk çekmemek" şeklindeki vaadin karşılığı ,insan s.6 da"fışkıran kaynaklar",insan s. 21 de "temiz içecekler" ,vakıa 56 da "kaynağından doldurulmuş testiler ibrikler ve kadehler"saffat 46.47 de" lezzetli sarhoş etmeyen içki", mutaffifin 25 de"mühürlü ve katıksız şarap"şeklinde tavsif edilmiştir."sıcaktan bunalmamak"şeklindeki vaadin karşılığı, insan 13 de"yakıcı bir güneş ve soğuk görmeyen tahtlar üzerinde",yasin 56 da "gölgeliklerde tahtlar üzerinde", mürselat 41 de" gögeliklerde pınar başlarında" şeklinde tavsif edilmiştir.  

Bu ayetler bize göstermektedirki ademin kıssası bizim kıssamızdır yani "hepimiz ademiz" Allahın verdiği ahde sadık kaldığımız sürece ademe vaadedilenlerin hepsi bizim içinde geçerlidir.Ancak bu vaade erişmek şeytanı mağlup etmeye bağlıdır,Adem ve eşi Allah cc nin kendisine verdiği bunca nimete rağmen şeytanın vesvesine mağlup oluyor ve emri çiğniyorlar. Kıssanın araf s. deki bölümündede gördüğümüz gibi yasak olan ağaçtan tattıkları anda çıplak kalmaları bize ne ifade etmektedir?. Adem ile eşinin çıplak kalmalarının bizim için ifade ettiği şey günahın somut yönünün bize gösterilmesi ve  fıtratını bozmamış bir insanın bu günah karşısında vicdanının rahatsız olmasıdır. Bizler herhangi bir günahı işlediğimiz takdirde o anda bir cezaya çarptırılmamamız bizi o günahı terketmeye sevk etmeyebilir. "çıplak kalmak" ifadesi bize günahın maddi boyutunu hatırlatmaktadır. Ancak bu çıplaklık günahtan tevbe etmek ile ortadan kalkar.  

123. ayette "birbirinize düşman olarak inin,artık size benden bir yol gösterici gelecektir , kim benim yol göstermeme uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz" buyuruluyor. ayette "la yeşga" mutsuz olmaz kelimesi kıssanın başında 117. ayette ademin cennete yerleştirildiği zaman Allah cc nin onlara cennetten çıktıkları takdirde "feteşga" yani mutsuz olursunuz ikazını dikkate alacak olursak ademin cennette kalması ile mutlu olması, bizim cennetteki mutluluğumuz örtüşmektedir, yani kıssa ademin şahsında bizler için anlatılmaktadır. Kıssanın sonunda ise ahde sadık kalmayıpta Allahın zikrinden yüz çevirenleri ise sıkıntılı bir hayat müjdelenmektedir. EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.