hangi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hangi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mart 2024 Çarşamba

Al-i İmran s. 13. Ayetinde Hangi Topluluk Karşısındaki Topluluğu Kendilerinin İki Katı Görüyordu?

 Kur'an'ı mealinden okuyan bir kimse, bazı ayet meallerinin anlam yönünden birbirinden farklı olarak yapıldığına, şayet dikkatli bir okuma yapıyorsa, mutlaka şahit olacaktır. Bu durumun birçok farklı sebebi bulunmaktadır. Yazımıza konu edeceğimiz meal farklığı ise, "Zamirin mercii" olarak bilinen, yani zamirin ibarede hangi isme döndüğü konusundaki farklı görüşlerden kaynaklanmaktadır.

Bu durumdan kaynaklanan meal farklılıklarında, gramer konusu yönünden herhangi bir hata yapıldığını söylemek pek mümkün olmamakla birlikte, ayete verilen bazı anlamların Kur'an bütünlüğü noktasından bakıldığında, sanki Kur'an'da bir çelişki varmış gibi bir durumu ortaya çıkarması bakımından, bir takım sıkıntıları doğurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Zamirin hangi isme döndüğü konusunda verilecek olan kararların, sadece ibarenin gramer açaısından tahlili neticesinde değil, aynı zamanda Kur'an bütünlüğü açısından herhangi bir çelişkiye yol açıp açmadığına da bakılarak verilmesi çok önemlidir.

İfade etmek istediğimiz durum, Al-i İmran s. 13. ayetine yapılan meallerde ortaya çıkmaktadır. Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

Bu ayete verilen iki farklı meal de şu şekildedir:

 Örnek 1:

İbretti size birbirleriyle karşılaşan o iki bölüğün hali. Bir bölük, Allah yolunda savaşmadaydı, öbürüyse kafirdi ve inananları, gözleriyle iki misli görmedeydiler. Allah, dilediğini yardımıyla kuvvetlendirir ve şüphe yok ki bunda, görenlere kesin bir ibret var.

Örnek 2:

Birbirleriyle karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışmaktaydı, diğer topluluk ise kâfirdi. Allah yolunda çarpışanlar ötekileri gözleriyle açıkça kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah dilediğini kendi yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda görebilenler için ibret vardır.

Ayet, Bedir savaşı ile ilgilidir. Ayet meallerine baktığımızda, karşılaşan iki topluluktan bahsedilmekte, bu topluluktan birinin Allah yolunda savaşan yani inanan, diğer topluluğun ise inkarcı topluluk olduğu bildirilmektedir. Bu ayet ile ilgili yapılan meallerde buraya kadar herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. 

Sıkıntı, hangi topluluğun diğerini kendilerinin iki katı olarak gördükleri noktasındadır. 1. örnek mealde, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde bir meal yapılırken, 2. örnek mealde  ise, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde meal yapılmıştır.

Yapılan iki farklı mealin hiçbirinde gramer yönünden hata yapıldığı için bu farklılığın ortaya çıktığını söyleyemeyiz. Farklılık, zamirin hangi isme dönmüş olabileceği notasındadır. Ayet metninde geçen يَرَوْنَهُمْ ibaresindeki هُمْ zamirinin, inananlara mı yoksa inkarcılara mı raci olduğu noktasından kaynaklanan farklı tercihlerden kaynaklanmaktadır. 

Bu noktada Kur'an bütünlüğüne göre hareket edilmesinin bizi doğruya yaklaştıracağını söyleyebiliriz. Çünkü Kur'an çelişkisiz bir kitaptır, ve onun bu çelişkisizliği zamirin mercii konusu gibi farklı anlamalardan kaynaklanan durumlarda, bize en doğru bir hakemliği yapacaktır.

Enfal s. 44. ayeti, bize bu konuda yardımcı olarak anahtar bir ayet mesabesindedir.

وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلًا وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا كَانَ مَفْعُولًاۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, 'olacağı olan işi gerçekleştirmek' için, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.

Bu ayet yine Bedir savaşı ile ilgili olup, Al-i İmran s. 13. ayetine nasıl bir anlam verilebileceği yönünde bizlere ışık tutmaktadır şöyle ki:

Enfal s. 44. ayetinde Allah (c.c.), karşılaşan her iki topluluğu da birbirlerinin gözünde az gösterdiğini bildirmektedir. Al-i İmran s. 13. ayetine dönecek olursak, o ayette Allah (c.c.) bir topluluğu diğerinin gözünde iki katı gösterdiğini bildirmektedir. O zaman Al-i İmran s. 13. ayetinde bizim aramamız gereken nokta, hangi toplululuğa hangi topluluğun az gösterilmiş olduğu noktasında olmalıdır. Bunu da bize Enfal s. 44. ayeti sağlayacaktır.

Allah (c.c.) Enfal s. 44. ayetinde her iki topluluğu da birbirlerine karşı az gösterdiğini bildirmiş olmasından hareketle, Al-i İmran s. 13. ayetine inkarcı topluluğun inanan topluluğu kendilerinin iki katı görmüş olmaları yani çok görmüş olmaları, Enfal s. 44. ayeti ile çelişki arz edecektir. 

Yani 1. örnek mealde verdiğimiz, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördükleri yönünde yapılan mealler, Enfal s. 44. ayetini baz alarak düşündüğümüzde isabetli bir çeviri değildir.

Bu durumda 2. örnek mealde verdiğimiz, inanan toplululuğun inkarcı topluluğu kendilerinin iki katı görmeleri nasıl izah edilebilir?

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: 

Bu durumda inkarcı topluluğun, inanan topluluğun sayısının iki katından daha fazla bir sayıya olduğunu anlamaktayız. Tarihi verilerde, Bedir savaşında inkarcıların sayısının inananların sayısının 3 katı fazla olduğu yönünde verilen bilgilerin, bu ayete göre doğru olduğu anlaşılmaktadır.

O zaman Al-i İmran s. 13. ayeti bize, Bedir'de kendilerinden 3 kat sayıya sahip olan inkarcı topluluğun, inanan topluluğun gözünde daha az gösterilerek inananların iki katı olarak gösterildiğini beyan etmektedir.

Ayeti bu şekilde anladığımızda Enfal s. 44. ayeti ile Al-i İmran s. 13. ayeti arasında herhangi bir çelişki doğmamaktadır. Yine de "Neden iki katı gösterilmiş olabilir?" şeklinde bir soru aklına gelen kimseye ise, yine Enfal s. 65. ve 66. ayetlerini gösterebiliriz. 

Enfal s. 65--- Ey Nebi! İnananları (Allah için düşmana karşı) savaşa hazırla! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz inkârcıya galip gelir. Eğer sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkârcılardan bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

Enfal s. 66--- Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizin güçsüz olduğunuzu iyi biliyor. Bu durumda, sizden sabretmesini bilen (dirençli) yüz kişi çıkarsa, bunlar iki yüz kişiye galip gelir ve sizden böyle bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Çünkü Allah (zulme karşı) direnenlerle beraberdir.

Enfal s. 66. ayetine dikkat ettiğimizde Allah (c.c), sabırlı bir inanan topluluğunun kendilerinin iki katı olan bir topluluğa karşı galip gelebileceklerini bildirmektedir. Allah (c.c.) inanan topluluğa kendilerinden 3 kat gibi daha fazla olan inkarcı topluluğun sayısını, kendilerinin iki katı bir sayıya düşürerek az göstermek suretiyle onlara moral kazandırmaktadır.

Sonuç olarak: Kur'an meallerinde, zamirin hangi isme döndüğü konusunda doğan farklı anlayışlardan ötürü bazı ayetlerde birbirine zıt yapılmış çevirileri görmek mümkündür. Bu durumdan kaynaklanan farklılıkları Kur'an bütünlüğünü dikkate alarak çözmek mümkündür. Al-i İmran s. 13. ayetinde gördüğümüz farklı çevirilerden 2. örnekte verdiğimiz şekilde yapılan mealler yani, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördükleri şeklinde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

21 Şubat 2016 Pazar

Yol Gösterici ve Aydınlatıcı Vasfına Hangi Kitaplar Sahip Olabilir?

Sahip olduğumuz veya bize gelen bilgilerin doğru veya yanlış olduğu noktasında bir karara varılabilmesi için , elimizde o bilgileri değerlendirmek için kullandığımız bir "Kıstas" ın olması gerektiği malumdur. Bu kıstasa göre bize gelen bir bilgiyi ölçer , hakkında "Doğru" veya "Yanlış" şeklinde bir karara varabiliriz. 

Sahip olduğumuz bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ölçmekte kullandığımız bilgi kaynağının , bizim için "Eminlik" , "Güvenilirlik" , "Kesin Bilgi" gibi vasıflara sahip olması gerekmektedir ki , onun verdiği bilgiye olan inancımız tam ve bizim için savunulabilirliği olsun. Bu gerçeği Rabbimiz bize şu şekilde bildirmektedir.

[022.008]  İnsanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol göstericisi (HÜDEN) ve aydınlatıcı (MÜNİRİN) kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur.

Allah hakkında bilgi sahibi olunur ve tartışılırken , bu tartışmada kıstas olarak kullanılan bilgi kaynağının HÜDEN ve MÜNİR  olması gerektiği, bize Rabbimiz tarafından bildirilmektedir. 

"Bu vasıflara hangi kitap sahiptir?" sorusunun cevabı bize Kur'an tarafından bildirilmektedir.

[002.002]  İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir(HÜDEN).
[002.185]  Ramazan ayı; öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren (HÜDEN), hak ile batılı ayıran Kur'an, o ayda indirilmiştir. Sizden her kim ayı görürse oruç tutsun. Kim de hasta olur veya seferde bulunursa, diğer günlerde o kadar oruç tutsun. Allah, sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Bu sayıyı tamamlamanız; size hidayet ihsan etmiş olduğundan Allah'ı tekbir ile yüceltmeniz içindir ve umulur ki şükredesiniz.

[014.001]  Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa (ENNURİ), yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
[064.008] Şu halde Allah'a, peygamberine ve indirdiğimiz nura (ENNURİ) iman edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
[004.174] [E1] Ey insanlar, bakın size Rabbinizden KESİN BİR DELİL  geldi; size açık bir nur(NUREN) indirdik.
[042.052]  İşte böylece Biz; sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitab nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz; onu, kullarımızdan dilediğimizi hidayete eriştirdiğimiz bir nur(NUREN) kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu göstermektesin.

Allah (c.c) nin , kulu ve elçisi Muhammed (a.s) a indirdiği kitap olan KUR'ANın , Hacc s. 8. ayetinde bildirilen vasfa sahip TEK KİTAP olduğu bizlere beyan edilerek bu kitap, Allah hakkında yapacağımız tartışmalarda ve bilgi sahibi olma da yol gösterici (HÜDEN), aydınlatıcı (MÜNİR) bir kitap olarak bizlerin elinde bulunmaktadır.

Demek oluyor ki ; Din ve Allah (c.c) hakkında sahip olduğumuz veya bize gelen bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ölçmekte kullanacağımız yegane kitap sadece ve sadece KUR'AN olup , bu kitabın rehberliğinde ve aydınlığında, bize gelen bilgilerin "Doğru" veya "Yanlış" şeklinde bir ayrıma tabi tutulması gerekmektedir. 

Bilgilerimizin veya bize gelen haberlerin doğru veya yanlışlığını ayırt etmek için birden fazla ölçüte başvurduğumuzda, veya Kur'an dışı ölçütlerin de "HÜDEN" ve "MÜNİR" vasfına sahip olduğunu iddia ettiğimizde nasıl bir durum ortaya çıkacaktır ?.

[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh Arş'ın rabbi olan Allah Teâlâ. Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.
[023.091]  Allah evlat edinmemiştir ve O'nun yanısıra bir başka ilah yoktur. Yoksa her ilah, kendi yaratıklarını otoritesi altına alıp bir yana gider ve biri öbürüne karşı üstünlük kurmaya çalışırdı. Allah onların bu asılsız yakıştırmalarından münezzehtir.
[017.042] De ki: Allah ile beraber dedikleri gibi ilâhlar olsa idi o takdirde onlar o Arşın sahibine elbet bir yol ararlardı.

Verdiğimiz ayet örneklerine bakıldığında , "Tek İlah" hakimiyetinin gerekliliği , ve bunun dışında oluşabilecek olan çok başlılığın ortaya çıkaracağı fesat ortamına dikkat çekilmektedir.

[039.029] Allah şöyle bir misal verdi: Birbiriyle çekişen bir çok ortakların sahip olduğu bir adam (yani köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir oluyor mu? Hamd yalnız Allah'a mahsustur; fakat çokları bilmiyor.

Zümer s. 39. ayetinde ise bir mesel üzerinden ,  yaşanan hayat içinden örnek verilerek , tek sahibi olan bir köle ile, birden fazla sahibi olan kölenin durumu gözler önüne serilerek , tek sahipli bir kölenin , birden fazla sahibi olan köleye göre, daha rahat ve huzurlu olduğu gerçeği vurgulanmaktadır.

[030.028] O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.

Rum s. 28. ayetinde ise , yine kendimizden örnek verilerek, emrimizin altında çalışanları işimizde nasıl ortak yapmıyor isek , Allah (c.c) nin de biz kullarını kendi işinde ortak olarak görmesinin imkansız olduğu hatırlatması yapılmaktadır. 

Verdiğimiz ayet örneklerindeki ortak nokta ,  "Tek İlah" ın hakim olduğu hayatların mutluluk ve huzur kaynağı , çift başlı bir yönetimin veya tek İlahın devreden çıkarıldığı hayatlarda ise fitne , fesat ve kaosun ortaya çıkacağı hatırlatılmaktadir.

Bu hatırlatmalar üzerinden analojik bir bağ kurarak , bize gelen herhangi bir bilginin doğruluk veya yanlışlığını ölçmek için kullandığımız kıstasın da, TEK olması gerektiğini okuyabiliriz.

Bize gelen bir bilginin doğruluk ve yanlışlığını eğer tek bir kaynak üzerinden değil de , birden fazla kaynağa başvurarak sağlamasını yapmaya kalktığımızda , bir kaynağın "Doğru" dediği bilginin , diğer kaynak tarafından "Yanlış" olarak belirlenmesi karşısında hangi kaynağın verdiği bilginin tercih edilmesi konusunda ortaya bir kaos çıkacaktır. 

Bu kaos durumunu daha canlı ve müşahhas bir örnek ile, yaşadığımız hayattan göstermek, konunun daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Herkesin malumu olduğu üzere "Din" konusunda mevcut olan bilgilerin doğruluk ve yanlışlık konusunda, hangi kriterlerin dikkate alınarak belirlenme yapılacağı konusundaki ihtilaflar ve tartışmalar , Müslümanlar arasında son yıllarda daha da belirginleşerek , bilgi kaynakları savaşı haline getirilmiştir.

Müslümanlar olarak bugün elimizde , bize gelen bilgilerin veya elimizde mevcut olan bilgilerin değerlendirmeye tabi tutulacağı tek bir kaynak değil , birden fazla kaynak bulunmakta olduğu , bu kavganın hangi kaynağın din konusunda belirleyici olması gerektiği üzerinde yoğunlaştığı malumdur.

Örneğin ; X konusu hakkında mevcut olan bir bilgi , Kur'ana bakıldığında "Yanlış" olarak kabul görürken , rivayet kitaplarının sembol ismi haline gelen "Buhari" veya "Müslim adlı kitaplarda "Doğru" olarak kabul görmektedir. Bu durumda ortaya bir kaos çıkmakta ve bu bilgilerin hangi kitabın beyanı dikkate alınarak alınacağı konusu gündeme gelmektedir. 

Bir konu hakkında , İslam dünyası tarafından belirleyici vasfa sahip olarak iki kaynağı karşısında gören , "İki arada bir derede kalmış" hangi kaynağı seçeceğini şaşırmış Müslüman tipleri maalesef ortalığı doldurmuş bir vaziyettedir. Bu kimseleri Kur'anı seçme konusunda tereddütte bırakan şey ise , rivayet kitapları üzerinden oluşturulmuş din algıdır. 

Bugün bir çok Müslümanın zihnindeki din ile ilgili konularda belirleyici olan kaynak, Kur'an değil , "Rivayet Kitapları" olarak ifade edebileceğimiz kitaplardır. Bu kitaplardaki bilgiler, Kur'an ile çakıştığında, "Yanlış" olarak değerlendirilmek yerine , Kur'an içindeki bilgilerin bu kitaplardaki veriler doğrultusunda düzenlenmeye (Tahrife) gidilerek, uyumlu !! bir hale getirilmeye çalışıldığı bilinmektedir.

Bu kitaplar dinde Kur'ana ortak tutulur iken kullanılan en önemli argüman , bu kitapların içinde bulunan hadislerin "Korunmuş" olduğu yönündedir. Dolayısı ile bu rivayetler ile ilgili herhangi bir şüphesiz gereksiz , hatta böyle bir şüphenin kişiyi küfre sokacağı iddiaları , konu ile alakalı olanların bilgisi dahilindedir.

Rivayet kutsayıcılığını "Din" haline getiren zihniyet sahipleri , rivayetler üzerine kurdukları dinin yıkılmaması için, binanın temelini sağlam atarak !! , bu rivayetlerin bulundukları kitapların "Korunmuş" oldukları düşüncesini yaymışlar , ve bu kitapları "La yus'el" (sorgulanamaz) bir konuma getirmişlerdir.

Bugün bu konuda yapılan  konuşmalara baktığımızda , rivayet kitapları üzerinden kurulan din saltanatının yıkılmaması için , bu kitapların Kur'an ile eşdeğer bir işleve sahip olduğunun pervasızca dile getirilmekten çekinilmediğine bile şahit olmaktayız.

Peki "Rivayet Kitapları" Kur'an ile eşdeğer , ve Kur'an ile aynı derecede bilgi kaynağı olabilir mi?. 

Elbette ki, bu kitaplar Kur'ana denk bir konumda asla olamazlar.  

Neden mi ? ;

Hac s. 8. ayetinde , Allah hakkında konuşmak için gerekli olan şartı, bu kitaplar ASLA taşımamaktadır. Bu kitapları dinde belirleyici kılmak adına oluşturulan "Korunmuşluk" perdesi , bu kitapların müdafilerinin ağızları tarafından uydurulmuş ve Allah (c.c) nin onun hakkında herhangi bir bilgi indirmediği bir iddiadır. 

Dinde belirleyici olması gereken kaynağın HÜDEN ve MÜNİR olması gerektiği , bize iman ettiğimizi iddia ettiğimiz kitap tarafından verilmiş olan bir bilgidir. Bu vasfa sahip olan tek kitap vardır ki o da sadece KUR'AN dır.

[022.071] Onlar, Allah'ı bırakıp da (Allah'ın) kendisine ispatlayıcı bir delil indirmediği ve haklarında kendilerinin (hiç bir) bilgileri olmayan şeylere kulluk etmektedirler. Zulme sapanlar için hiç bir yardımcı yoktur.

Hac s. 71 gibi ayetleri, sadece bizim dışımızdaki müşriklerle olan ilgisi çerçevesinde okuduğumuz için , Kur'an dışındaki kitapları , Allah (c.c) nin hakkında bir bilgi indirmiş olmamasına karşın ona denk tutma  ameliyesine girmenin , ayetteki durumdan fark yoktur.

Allah (c.c) nin indirdiği bilgi , Kur'anın yol gösterici ve aydınlatıcı vasfa tek kitap olduğu yönünde olup , bu kitap haricinde yol göstericiler edinmenin literatürdeki adı "Şirk" tir. 

Bugün rivayet kitaplarının dinde yol gösterici yani HÜDEN , ve aydınlatıcı yani MÜNİR olduğu düşüncesini oluşturarak , bu kitapların dinde belirleyici olduğunu söylemek , bu kitapları Kur'anlaştırmak , veya Kur'anı bu kitapların seviyesine düşürmek anlamına gelmektedir. 

"Şirk" olgusu sadece bizim dışımızdakiler için değil , bizler içinde her zaman tehlike arz etmektedir. Müslüman hayatında şirk , Allah (c.c) nin hakkı olan alanlarda kulların hakkı olduğunu düşünerek ve inanarak , bu alanlarda kul menşeli bazı kitap ve uygulamalara tabi olmak ve bunları savunmak şeklinde hayat sahasına girmektedir.

Kur'an haricindeki kitaplara HÜDEN ve MÜNİR vasfı yükleyerek onları Kur'ane denk tutmak düşüncesi , bir Müslüman için şirk batağına düşmek anlamına gelecektir.

Bugün İslam dünyasında fitne ve fesadın oluşmasına sebep olan , iki başlı kaynak ve bunun oluşturduğu düşünsel sorunların aşılması , iki başlı bir kaynak yerine , tek kaynak olan Kur'anın öne çıkarılması ile mümkün olacaktır. Bu kitabın öne çıkmaması , rivayet kitaplarının saltanatının sürmemesi için yapılan çalışmalar son yıllarda artmasına rağmen , Kur'anın belirleyiciliğinde bir din anlayışı ve yaşamı er veya geç Müslümanlar arasında rağbet görmeye başlayacaktır.

Sonuç olarak ; İnsanların sahip olduğu bilgilerin doğruluğu veya yanlışlığının tesbiti konusunda ellerinde güvendikleri bir kaynağa ihtiyaç duydukları muhakkaktır. Din konusundaki meselelerde de aynı gereksinme bulunmakta olup , bu gereksinimi karşılayacak olan kaynağın vasıfları Kur'anda belirtilmiştir. 

Kur'an tarafından bildirilen şartları taşımayan kitapların yol göstericiliği ve aydınlığında okunmaya ve yaşanmaya çalışılan din , bizleri ne dünya ne de ahirette huzura kavuşturmayacaktır. Ayrıca Kur'an dışı kitapların din belirleyicisi haline getirilmiş olması bu düşünce sahiplerinin akidesinde derin yaralar açacaktır.

Rivayet kitaplarının dinde kaynak olmasının devam etmesi gerektiği düşüncesinin yerini , Allah (c.c) nin kitabının dinde kaynak olması gerektiği düşüncesine terk etmediği müddetçe , Müslümanların geri kalmışlığı asla son bulmayacak , bu kavgalar içinde tarihin derinliklerinde yok olacaklardır. 

RABBİMİZ BİZLERİ , ÇOK BAŞLI KAYNAK SORUNLARI İÇİNDE BOĞULMAKTAN KURTARARAK TEK KAYNAK ÜZERİNDEN DİNİNİ ÖĞRENEN KULLARINDAN KILSIN.

12 Şubat 2016 Cuma

MUHAMMED (a.s) ı Hangi Kitaptan Okuyalım ve Anlayalım?

Allah (c.c) yarattığı kullarına yaşadıkları dünya hayatı içinde uymaları gereken kuralları, tarih boyunca insanlar içinden seçtiği elçiler ile bildirmiştir. Muhammed (a.s) bu elçilerin sonuncusu olup , onun Kur'an dışı rivayet ve şemail kitaplarındaki bilgiler dahilinde okunması sonucu , farklı bir elçi portresi ortaya çıkmıştır. Bu farklı portre Muhammed (a.s) ı hayat içinde yaşayan bir elçi olmaktan çıkarmış , mezarda yaşayan , ve  kendisine okunan salavatları işiten ve Allah ile her an iletişimde olan bir konuma getirmiştir.

Kur'anın Türkiye genelinde daha fazla gündem olmaya başlaması ile , bu kitapların anlattığı peygamber algısının Kur'an ile çeliştiğini görenler , Muhammed (a.s) ı yeniden okumanın ve anlamanın gereği üzerinde durmaya başlayarak , geçmişten gelen bu kitapların saltanatına karşı bir nevi savaş açmışlardır. Bu kitapların oluşturduğu peygamber algısının saltanatı , yüzlerce yıldır kemikleşmiş bir hal aldığı için , bu kitapların karizmalarının artık kalkması gerektiği düşüncesi büyük bir tepki ile karşılanmış, ve savunma ve saldırı şeklinde büyük bir harp başlatılmıştır. 

Bugün geleneksel din algısının ortaya çıkardığı peygamber algısının elden gitmemesi için , her türlü yol denenerek , bu algıya karşı Kur'anın peygamberini ortaya çıkarmak iddiasında olanlara "Peygamber Düşmanı" gibi yaftalar takılarak , Kur'anın peygamberinin önünü kapatma çalışmaları her cephede devam etmektedir.

Kur'anda bir çok ayette "Allah ve Elçisine itaat edin" şeklindeki emrin ,  "Elçiye itaat" edilmesi kısmının , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması nedeniyle , onun sözlerinin yer aldığı kitaplardaki hadislere itaat etmek olduğu düşüncesi, yüzlerce yıldır genel geçer düşünce olarak sunulmaktadır. Bu kitaplardaki rivayetlerin doğru olup olmadığının tahlili , Kur'an ile değil , o rivayetlerin alındığı kimselerin tahlil edilmesi ile sağlandığı için büyük bir problem olan uydurma hadisler kitaplardaki yerini almış ve hala "Buhari hadisi" veya "Müslim hadisi" şeklinde savunulmaya devam edilerek Kur'an ayeti muamelesi görmektedir.

Yüzyıllardır İslam dünyasına hakim olan "Ehli Hadis" fırkası düşünce temelli peygamber algısının , bu kitaplar üzerinde oluşturduğu karizmatik yapı bu kitapları Kur'an ile eşit , hatta Kur'andan daha üst kademeye çıkararak , dinde belirleyici bir hale getirmiş ,  Kur'an ayetleri bu kitaplardaki rivayetleri doğrulayıcı şekilde tevil edilmeye çalışılmıştır. Bu savaşın hadis kitapları savunuculuğu yapanlar cephesinin söylemlerine baktığımızda , Allah ve elçisine iftira ve yalanlar ile, bu kitapların belirleyiciliğinin devamı için her türlü yol denenerek, saltanatın sürmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. 

Muhammed (a.s) ın ağzından ona iftira atılarak , getirdiği kitabın dinde belirleyici olma düşüncesi içinde olanlara karşı , kendisine Kur'an gibi bir misli daha verildiği söyletilip , o verilen şeyinde hadis kitaplarında olan sözleri olduğu iddia edilerek bu kitaplara iman ederek Kur'anın ötelemenin, haşa ve kella Muhammed (a.s) ın emri olduğu, hadis literatüründe "ERİKE HADİSİ"  olarak geçen rivayet ile kafalara sokulmaya çalışılmış ve bu rivayet Kur'andan bile daha değerli hale getirilmiştir.

Bu meyanda , "Rivayet ve şemail kitaplarının anlattığı peygamber algısına neden bu kadar karşısınız?" sorusunun cevabının verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. 

Bu sorunun cevabının verilebilmesi için , önce Kur'anın bütün elçilere yüklemiş olduğu görevin okunması ve bilinmesi gerekmektedir.

[021.025] Senden evvel hiç bir Resul göndermedik ki ona şöyle vahyetmiş olmayalım: hakikat bu: benden başka ilâh yoktur, onun için bana ibadet edin

Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerin tamamı , onun "Tek İlah" olması gerçeğini ve bu gerçeğin gereği olan görevlerini yerine getirmek için, canla başla çalışmış ve mücadele etmişlerdir. Kur'an bu elçilerin mücadele örneklerini "Kıssa" yolu  ile bizlere anlatarak , bu mücadelede bizlere elçilerin yol gösterici olmasını sağlamıştır. 

Allah (c.c) nin tek İlah olarak bilinmesi ve bu bilginin hayata geçmesi , insanların sadece ahiret saadeti için değil dünya saadetleri için olmazsa olmaz bir şarttır.

[021.022]  Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrardı. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte oldukları şeylerden (bütün noksanlıklardan) beridir, münezzehtir.

Enbiya s. 22. ayeti , Allah (c.c) nin dışındakiler tarafından yönetilen dünyada meydana gelecek olan durumu bizlere , "FESAT" olarak beyan etmektedir. Dünya tarihine baktığımızda , bu beyanın ne kadar doğru olduğu, acı örnekler ile gözlerimizin önündedir. Allah (c.c) den rol çalmaya soyunan sahte ilahların hakimiyet savaşları, dünyayı binlerce yıldır kan ve gözyaşı seline boğmuş , hala aynı durum hız kesmeden, hatta artarak devam etmektedir.

[030.028]  O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.

Rum suresindeki bu ayette , Allah (c.c) kendi mülkünde ortak kabul etmesinin imkansız olduğunu , elinin altında kölesi bulunan bir kimsenin , kölesi ile kendisinin aynı derecede olmasına tahammül edememesinden örnek vererek , bizim bile tahammül edemediğimiz bir duruma kendisinin asla tahammül etmeyeceğini bildirmektedir. 

Mülkü altında olanların tümünün İlahı ve Rabbı olarak bilinmesi gereğine işaret eden Rabbimiz , bunun tersi olarak yapılan İlahlık ve Rablik iddialarından doğacak olan kaos ortamına işaret ederek , böyle bir kaos ortamının doğmaması için , sadece kendisinin insanlar için vaz ettiği sistemin hayata geçmesi gerektiğini istemektedir.

Tarih boyunca gelen elçiler , bu kaosa "Dur" demek için gelmişler , bu durum son elçi olan Muhammed (a.s) a kadar böyle sürmüştür. Muhammed (a.s) , yaşadığı zaman içindeki müstekbirler ile amansız bir mücadeleye girişmiş ve bu mücadelenin temellerini , kendisine anlatılan elçi kıssalarındaki örnekliklerden almıştır.

Muhammed (a.s) bir elçi olarak , şirke karşı açtığı savaşta , her zaman önder olmuş , onun bu önderliği Kur'an ayetleri içinde açık ve net bir biçimde ortaya konulmaktadır.Muhammed (a.s) ın hayatının en doğru ve en gerçek biçimde okunacağı tek kitap "KUR'AN" olup bunun dışındaki kitapların HİÇ BİRİ, onun elçi olma görevi dahilindeki mücadelesini doğru ve gerçek biçimde bizlere anlatamaz. 

"ŞİRK" , dünyaya fesat mikrobu yayarak bütün insanları etkisi altına alan evrensel bir hastalık olup , "TEVHİD" bu hastalığın tedavisinde kullanılan tek ve etkili bir ilaçtır. Tarih boyunca gelen elçiler , bu hastalığa karşı mücadele eden önderler olarak, dünyaya evrensel mesajlar taşıyan kişilerdir. 

Bugün bu mesajların doğru ve gerçek bir biçimde okunarak , bu elçilerin önderliğindeki Tevhid mücadelesinin yeniden verilmesi, dünyadaki fesadın önlenmesi için şarttır. Bugün bu mücadelenin okunarak yeniden dünyaya anlatılması ve yeryüzünden fesadın kökünün kazınmasının yolu , elçilerin örnekliğinde ve önderliğinde yapılan Tevhid mücadelesinin yeniden okunması ve hayata tatbik edilmesi ile mümkün olacaktır.

Bu mücadelenin önündeki en büyük engellerden bir tanesi, biz Müslümanların Muhammed (a.s) ı  tanımak için okudukları Kur'an dışı rivayet ve şemail türü kitaplardır. Bu kitaplardaki peygamber portresi , şirke savaş açan , Tevhidi mücadelenin önderi olan bir peygamber değildir. Bu kitaplardaki peygamber , ümmetine bevl etmeyi , taharetlenmeyi , hangi el ile yemek yemesi gerektiğini , uyuma şeklini öğreten, yaşadığı zamana dair olan bilgileri ve hayata dair kullandığı bilgiler ve uygulamalar sanki ilahi vahiy eseri ve evrensel bilgiler olduğu zannedilen bir kişidir. 

Klasik peygamber algısının bizlere empoze etmek istediği şey , onlar tarafından Tevhid mücadelesi diye bir mücadelenin yapılmadığı , hatta klasik peygamber algısı üzerinden , temeli şirk olan düşünce ve sistemlere, Muhammed (a.s) ın destek bile verebileceği algısı yaratılarak , mevcut olan yerleşik sistem ve düşüncelere böyle bir peygamber algısı ile onun tarafından destek aranmaya çalışılmaktadır. 

Yaşadığımız zaman içinde yaratılan peygamber algısı , insanlara Tevhidi düşünceyi anlatan ve yaşayan bir peygamber değil , şirke ve zulme alkış tutan bir peygamberdir.  

Böyle bir peygamber portresinin artık yaşanan çağa söyleyebileceği herhangi bir sözü yoktur. Böyle bir peygamber portesini bize anlatan rivayet ve şemail kitaplarının artık dini bilgi değeri olduğu konusundaki düşüncelerin Müslümanlar arasında rağbet görmemesi gerekmektedir. Çünkü bu kitaplar yeryüzünde yaygın olan fitne ve fesada karşı herhangi bir sözü olan bir peygamberi bize tanıtmayarak, şirki ve zulmü destekleyen bir peygamberi tanıtmaktadır. 

Böyle bir portresi Kur'anda yoktur , ve böyle bir peygamber algısını empoze ederek, kurulu düzenlerinin devamını sağlamaya çalışanların, ahiretteki hesapları çetin olacaktır.

Bize ve yaşayan tüm insanlara , hayatı Rabbinin adı ile okuyan yani olaylara Rabbinin koyduğu ölçüler ve yasalar dahilinde bakan , zalimlere meyl etmeyen , hakkı kimseden korkmadan haykıran , şirke ve zulme savaş açan , tağutlara boyun eğmeyen, inandığı değerlerden en küçük bir taviz dahi vermeyen ,Tevhidin ikamesi için hayatını ortaya koyan, vahyin elçisi olduğunu her zaman hatırlatan bir elçi portresi gerekmektedir. Bu portre bizlere sadece ve sadece KUR'AN içinde anlatılmaktadır. 

Böyle bir elçinin şirk ve zulüm düzenleri için büyük bir tehlike olduğunu bilen çağdaş Belamlar , bu elçinin yerine kendi düzenlerinin devamını sağlayan bir elçi portesini insanlara empoze zorunda olduklarını çok iyi bilmektedirler.

Kur'an içinde anlatılan elçiler , bizler için rol model olması gereken kimselerdir. Bu kimseler yaşadıkları zaman ve mekanın sıkıntılarına karşı sesini yükselten insanlar olup , klasik din algısının eseri olan kitaplarda böyle bir peygambere maalesef yer yoktur. Bugün insanlık rol model ihtiyaçlarını başka kimseler ile gidermeye çalışarak , onların rol modelliğinde fesadın çoğalmasına yardımcı olmaktadırlar. 

Bugün eğer Muhammed (a.s) hayatta olsa idi ve rivayet ve şemail kitaplarında kendisini tanıtmak adına verilen bilgileri görseydi bütün kitapların yakılmasını ve emretmekten başka bir şey yapmazdı. Eğer hayatta olsa idi , kendisine tabi olduğunu iddia eden Müslümanların haline bakar ve "Ben size böyle olmayı emretmedim" diyerek , kendisi adına yapılan yalan ve iftiraları ret ederdi. 

 Bugün eğer, Muhammed (a.s) hayatta olsa idi , zamanın bilim , teknoloji v.s gibi "Kevni Ayetler" olarak nitelenen bilgilere bizlerinde sahip olmasını isteyerek , bunların öncülüğünü yapardı. Bugün eğer Muhammed (a.s) sağ olsaydı , rivayet ve şemail kitaplarındaki peygamber portresine iman etmiş olanlar , "Biz böyle bir peygambere inanmıyoruz" diyerek Taifliler gibi onu taşlamaktan başka bir şey yapmazlardı. 

Bugün eğer Muhammed (a.s) hayatta olsa idi , kendisine atfedilen ve adına "Sünnet" denilen ve insan olmasının bir gereği olan şeyler yerine "Benim asıl sünnetim bu dur" diyerek , Mekke ve Medine de Tevhidi hakim kılmak , Şirki iptal etmek için yaptığı mücadeleyi yeniden verirdi.

Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) ın okuyup anlaşılmasını sağladığı iddia edilen rivayet ve şemail kitapları , bize Kur'anın tanıttığı bir peygamberi değil , artık 1500 yıl öncesinde kalmış, yaşanan zamana dair sözü olmayan bir peygamberi tanıtmaktadır. Böyle bir peygamber portresinin bizlere örnek olabilmesi artık mümkün değildir. 

Bize gerekli olan peygamber portresi , Kur'an içinde bulunmakta ve bizlerin , dünyanın gidişatını okuyarak , gerekli olan rol modelin elçiler olduğunu farketmemizi beklemektedir. Klasik peygamber algısının devamı için yapılan savaşlar , insanlığın "İslam" adlı bir dinin olduğunu ve bu dinin zalimlere meydan vermemek adına her türlü girişimin yapılmasını emrettiğini bilmemelerine sebep olacaktır. 

Bugün Kur'anın anlattığı peygamberin önünü kapayarak , rivayet ve şemail kitaplarının anlattığı ve helal ve haram kılma konusunda Allah (c.c) ile ortak görülen bir peygamber anlayışının mücadelesini verenler şunu bilmelidir ki , bu yaptıklarınızın hesabı sizlere ödetileceği gün son pişmanlığınız fayda vermeyecektir.

RABBİMİZ BİZLERİ MUHAMMED (A.S) I RİVAYET VE ŞEMAİL KİTAPLARININ MAHKUMİYETİNDEN KURTARARAK ONU KUR'ANDAN OKUYANLARDAN KILSIN.


6 Ekim 2015 Salı

Müslümanların Gündemini Hangi Konular Meşgul Etmelidir ?

Biz müslümanlar , maalesef yüzyıllardır dünya üzerinde yaşayan toplulukların birbiri ile en fazla ihtilaf ettiği , birbirlerine karşı düşmanlıkta yarışan gurupların en başta geleni olarak nerede olumsuzluk varsa üzerimizde toplamış bir vaziyette yaşamlarımızı sürdürmekteyiz. Halbuki Allah (c.c) bizleri , "İnsanlar içinde çıkarılmış en hayırlı topluluk" olarak vasıflandırarak , "İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak" (3. 110) gibi bir sorumluluk yüklemiştir. 

Ne acıdır ki bizler, Allah (c.c) sanki bunun tersini emretmiş gibi algı içine girerek, var gücümüzle bu ayetin tersini yapmakta birbirimiz ile yarışır bir hal içinde olmamız hem bizleri , hem bütün insanları zalimlerin elinde oyuncak haline düşürmüştür.

Bugün yaşadığımız dünyanın zulüm , kan , gözyaşı içinde olan topluluklarının en başında yine biz müslümanların geldiği hepimizin malumu olup, hala yaşadığımız olaylardan ders çıkararak " Nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunu sorarak, bunun cevabını aramak gibi bir ameliye içinde olamamamız , bırakın bütün insanlara hayırlı olmayı bizleri, kendimize dahi hayrı olmayan bir topluluk haline getirmiştir. 

Bu zilletten kurtulmak için ne yapmalıyız ?. 

Bu kısa sorunun cevabı sadece bir makale içinde verilemeyecek kadar uzun bir cevap olduğunu söyleyerek bir kaç yol önermesi yapabiliriz.

Öncelikle kitabın temel çağrısının ne olduğu bilincine vakıf olmaya çalışarak , bu çağrıyı içselleştirmek gerekmektedir. "Kitabın temel çağrısı nedir ?" sorusunun cevabı ise, yaratılan tüm insanların Allah (c.c) yi tek ilah olarak kabul etmeleri ve bütün insanların onun kulu olduğunun temel alınmasıdır diyebiliriz. 

Bu çağrı nasıl içselleştirilir? 

Bu sorunun yüzyıllardır verilen cevabı, maalesef artık günümüz müslümanını tatmin etmemekte ve bu verilen cevapların etrafında geliştirilen müslüman yaşamı ne müslümana ne de başka insanlara örnek olaMAmaktadır. 

 İslamın sadece tapınak dini bu dinin kitabının da sadece bir sevap kazanma makinesi olduğu kanısı kafalara öyle bir kazınmış ki, hayatı boyunca sadece namaz kılan , oruç tutan , günde bilmem kaç defa tevbe istiğfar eden, Kur'anı boyna hatim eden bir resulu örnek almak şeklinde geliştirilen din algısı, bu gün bile hala geçerliliğini korumaktadır. Bu yapılanları tamamen red etmek adına söylem geliştirmek istemediğimizi, bu yapılanların tevhidi şuurun gelişmesi yönünde bir seyirde olması gerektiğini hatırlatarak , din dediğimiz şeyin sadece bunlardan ibaret olmadığının bilinci içinde bir düşünce ve yaşam sistemi geliştirilmesi zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. 

Bir çok insan, adına müslüman denilen bu insanların yaptıkları ibadetlerin kendilerine bir hayır sağlamadığını , bu ibadetleri yapmayan başka insanların , bir çok konuda biz müslümanlardan ileride olduğunu gördükçe "Din bu ise ben gavur olmayı tercih ederim" diyerek kendilerini artık müslüman kimliği altında göstermekten imtina etmektedirler.

Her inanç sisteminde bir takım ritüellerin olması gayet doğal bir durum olup , İslam'da da böyle ritüeller vardır. Ancak bu ritüellere bakış açısı maalesef yanlış olup, sadece bunların uygulanması ile müslüman olunacağı zannı hakim olmuştur. Kesilen kurbanlarla ilgili olarak Rabbimizin " Onların ne etleri ne kanları Allaha ulaşır , ona ulaşan sizin takvanızdır" (22.37) buyurması ,ritüellerden elde edilmesi gereken maksadı beyan etmektedir. 

Bütün ritüellerin maksadında ta'zim edilen her kimse ona olan saygının birlikte olarak dışa vurumu yatmaktadır ,bu dışa vurum İslamda da aynı maksada matuf olarak yapılmaktadır. Bizler ritüelleri maksadı bırakarak araçları amaç edinen bir yapıya büründürüp, "İşte din bu dur" dediğimiz zaman, birileri bunda bir yanlışlık olduğunu sezerek "Böyle olmamalı , din sadece bu olmamalı" diyerek sorgulama içine girmektedir.

Sorgulayan insanların büyük çoğunluğu yanlışı görerek, biz müslümanlar tarafından tarafından yapılan bu yanlışın ,dinin doğruları olduğunu zannetme hatasına düşmektedirler ,  halbuki Allah (c.c) bizlere böyle bir yaşantı önerMEmektedir.

Bu yanlışları görerek hepten hayattan silmeye yönelik düşünceler, bir başka yanlışı beraberinde getirerek , Osmanlı da bir maarif nazırının espri olarak söylediği "Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim" sözünü anımsatmaktadır. Mektebi olmayan bir hayat nasıl eksik kalırsa dinin gereklerinden olan herhangi bir şey yanlış yapılıyor diyerek toptan atılması o kadar yanlıştır. 

Gündemimizi bu tür konuların varlığı veya yokluğu üzerinden yapılan tartışmalar değil bu yapılanların hangi amaca matuf olarak yapılması gerektiği doldurmalıdır. Doğru bir gündem üzerinde tartışarak , fikir birlikteliği sağlamanın ve bu birliktelik üzerinden yeni düşünce açılımları yapmanın , hem suni gündemleri örtmek açısından faydaları olacaktır.

Bu gündemin yakalanması için Kur'anın , "Din dili" dediğimiz bir uslup içinde yaptığı anlatımların , bu gün yaşayan müslümanlar tarafından güncellenerek okunması gerekmektedir.

Örneğin kavimlerin helakı ile ilgili ayetler , bu dil kullanılarak anlatılmış , kavimler gelen elçileri red ederek şirklerini sürdürdükleri için helak edilmişlerdir. Ancak bu anlatımlar klasik tefsirlerde israiliyyat ve uydurmalarla örtülmüş hasıl olması gereken maksat elde edilememiştir. 

Modernist yaklaşımlarda ise böyle bir yıkımın olmasının mümkün olmadığı çünkü "Sünnetullah" denilen yasalar gereği herkesin hesap gününde yaptıklarının karşılığını alacakları iddiası dile getirilerek "Sünnetullah" kavramının ne olduğunun bilinmediği ortaya çıkmıştır. Ayrıca yüzyıllardır tartışılan konulardan birisi de kavimlerin helakı ile ilgili olarak bu helakların neden devam etmediği , helakın devam eden bir süreç olup olmadığı konusundadır.

Halbuki "Sünnetullah" kavramının ne olduğu, doğru olarak anlaşılmış olsaydı bu tür tartışmaların yanlış olduğu , esas tartışılması gereken noktanın , kavimleri helake götüren sebeblerin kıyamete kadar yaşanacağı için böyle bir helaka neden olacak sebeblerin hayattan çıkarılması için gerekli önlemlerin alınması yönünde bir yaşam sürülmesi gerektiği anlaşılabilirdi.

Kavimleri helaka götüren en önemli faktör "Şirk" tir. Bu kavram maalesef bir takım selefi tekfirci gurupların elinde , kendileri gibi düşünmeyenlere vurdukları bir damga haline gelmiştir. Halbuki şirk olgusunun boyutlarını çağdaş dünya insanının anlayacağı bir dil ile ifade etmek gerekmektedir , tabiki öncelikle bu kavramı anlatmaya aday insanların kendilerinin bu kavramı doğru anlamaları gerektiği açıktır.

Şirk dediğimiz olgu, bütün insanların karşı karşıya olduğu bir tehlike olup bu kavramın insan hayatında nasıl tezahür ettiğinin konuşulması ve ortaya konulmaya çalışılması gerekmektedir. Bu kavram herkesin elinde gezen bir kılıç gibi önüne gelene sallayabileceği bir şey olmamalıdır. 

Allah (c.c) kullarına yaşadıkları hayata dair kurallar koyarak bu kuralların uygulamaya konulduğu takdirde onları dünya ve ahirette güzellikler beklediğini vaad etmiştir. Dünya hayatına dair konan kurallar kompleks bir yapı halinde olup , ekonomik , sosyal , hukuki, ahlaki  olarak bir takım kurallar vaaz edilmiştir. 
  
Kur'an da adı geçen kavimlerin helak edilme sebeblerine baktığımızda, onlara gelen elçilerin tavsiye ettiği sisteme karşı çıkmaları idi . Bu kavimler elçilerin önerdiği sistemi red ederek , kendi yanlarından çıkardıkları sistem ile idare edilmeyi seçtikleri takdirde, toplumsal yasalar gereği yıkım onlar için kaçınılmaz bir son olmaktadır. 

Kur'ana baktığımız zaman toplumların yıkımına sebeb olan en önemli nokta, Allah (c.c) nin isteği doğrultusunda bir hayat sürmemeleridir. Bu doğrultuda hayat sürmemeleri yer yüzünde fesadın artmasına sebeb olmakta ve o toplulukların sonlarını getirmektedir. 

Bu yok oluş evrensel bir yasa olup kıyamete kadar sürecektir. Bu yok oluşun illaki bütün insanların birden ölmesi şeklinde gerçekleşme şartı yoktur. En yakın örnek olarak komşu ülke Yunanistan bazında bu helakı düşündüğümüzde helakın yasalarını canlı olarak görmek mümkündür.

Yusuf (a.s) ın Mısır ülkesinin ekonomisini yönetme şekli bizlere tek kişilik ekonomi yönetimi ile en geniş halka olan ülkelerin ekonomi yönetimlerinin nasıl olması gerektiği öğretmektedir. Yusuf (a.s) kıssasından öğrendiğimiz ekonomi yasalarını formülüze edecek olursak "Bollukta biriktirip darlıkta harcamak" diyebiliriz. Yusuf (a.s) bu formülü hayata oratize ederek Mısır ülkesinin kıtlık ekonomisini başarılı bir şekilde yürütmüştür. 

Yunanistan örneğinde ise uygulanan ekonomi modelini formülüze edecek olursak "Bollukta harca darlıkta ele güne muhtaç ol" şeklinde yaşanan bir ekononmik hayat bu ülkenin helak olmasına sebeb olmuştur. Yunanistan adındaki ülke, şu anda ekonomik yasaları uygulamadığı için helaka uğramıştır. Bu helaktan kurtulup yeniden toparlanmaları evrensel ekonomik yasaları yeniden hayata pratize etmeleri ile mümkündür. 

Kur'an , Ad , Semud gibi kavimlerin adlarını vererek bu kavimlerin yaşanan zamanın en üst refah seviyesinde oldukları , ancak bu refahı başkalarına karşı zulüm aracı olarak kullandıkları için helak edildiklerini beyan eder. Helak yasaları sadece Kur'anda adı geçen bu kavimler için geçerli değildir , helak yasaları bu kavimlerin işlediği cürümleri işleyen bütün kavimleriçin geçerli olup , bu gün dünkü Ad , Semud gibi kavimlerin yerini almış olan A.B.D , Rusya , Çin , İngiltere ,Fransa gibi ülkeler toplumsal yasalar gereği yıkılmaya mahkumdur. 

Hacc s. 40 , bakara s. 251. ayetlerin de , "Allah'ın bir kısım insanı bir kısım ile def etmesi" şeklinde bir yasadan bahsedilmektedir. Bu yasa evrensel bir yasa olup bu gün zalim olan bir topluluk ,  mutlaka bir başka topluluk tarafından yıkıma uğratılacaktır. Zalimleri yıkıma uğratan topluluk , bir başka zalim toplulukta olabilir. 

Bizler eğer bu yasaları Kur'andan doğru okuyabilirsek , bu zalim müstekbirlerin ecellerini tamamladıkları zaman yok olacaklarının bilinci içinde olarak , bu yok olanların yerine başka zalimlerin değil bizlerin başa geçmesi için gerekli çalışmaların yapılması gerektiğini idrakı içinde oluruz. Çünkü bir zalimi yıkan başka zalim ,zulmün devamından başka bir icraat yapmayacaktır.

Bizler üzerimize yüklenen "İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak" şeklindeki görevin bilici içinde bir hayat sürmemiz gerekirken , suni gündemler oluşturarak birbirimizi kırmaktan başka bir icraatımız olmadığı apaçık ortadadır. 

Bizler , "İnsanlar içinde çıkarılmış en hayırlı ümmet" vasfına sahip olmamız , ırkımız nedeniyle değil Allah (c.c) nin vahyini yüklenmiş olmamız nedeniyledir. Ancak bu vahyin sorumluluğunu dahi akletmekten uzak bir hayat sürmemiz , hem bizlerin hem başkalarının zelil bir hayat sürmesine sebeb olmaktadır. 

Bu düşünceleri dile getirirken , bazılarımız müslümanların tarih boyunca yaptıkları yönetimsel icraatların, dünya insanlarına ne kadar faydası olduğunu haklı olarak sorgulayacaklardır. Çünkü Muhammed (a.s) ın vefatı sonrası meydana gelen olaylar, bizim tarihimizin kara sayfalarını oluşturmaktadır. Bu kara sayfaların yazıcılarının hiç biri kendilerine Allah (c.c) nin önerdiği sistemi dikkate almamış sadece geçmişten gelen kavgalarını devam ettirmek için yönetimi ellerinde bir güç olarak kullanmışlardır.

Bizler gündem olarak geçmişteki , "Sefer ve Telli oğulları" kavgasının hangi tarafında olacağız kavgasını gündemimizden çıkarmadığımız müddetçe , dünyaya söyleyecek herhangi bir sözü olan topluluk olarak değil , söylenen sözler üzerinde kavgalar yaparak birbirlerini kıran bir topluluk olmaya mahkum kalmaktan kurtulamayız. 

Müslümanların gündemini , kısır ilmihal tartışmaları değil vahyin evrensel çağrısının insanlara doğru anlatılması üzerinde yapılan tartışmalar meşgul etmelidir. Hayırlı topluluk olmanın gereğini, birbirimizi kırarak değil önce birbirimiz ile kenetlenerek oluşturabileceğimiz hatırdan çıkarılmamalıdır.

Sünnetin , hadisin vahiy olup olmadığı yönünde yapılan kısır tartışmalar bir kenara bırakılarak , Sünnet kavramının Kur'anda adı geçen bütün elçiler ile bağının kurularak onların mücadelelerinin bu çağa olan mesajını okumaya çalışarak , sağ elle yemenin , sarık sarmanın , misvak kullanmanın hükümleri v.s gibi şeyler üzerinde vakit kaybetmemeliyiz.

Vahyi gündeme getirmeye çalışan bir kısım kişilerin de maalesef suni gündemler üzerinde vakit geçirmekte olduklarını görmekteyiz. Belirli ayetleri ellerine alarak , hadis ve sünnet yanlılarının kafir müşrik olduklarını iddia edenler , aynı ayetleri ellerine alan hadis ve sünnet taraftarlarınca aynı şekilde kafir ve müşrik olarak suçlanmaktadırlar. 

Kafir ve müşrik kavramları kimsenin elinde birbirine karşı kullanacağı ucuz kavramlar haline dönüşmemelidir. Müslümanların birbirleri olan kavgalarının kimlere yarayacağı dikkate alınarak , düşmanları kendimize güldürecek kavgaları bir tarafa bırakarak , düşmanların korkulu rüyası , mazlumların beklediği kurtarıcılar haline gelmenin yollarını tartışmalıyız. Mehdi adında birisinin gelerek dünyayı kurtaracağı masallarını bırakarak , hepimizin dünyayı kurtaracak mehdiler olması için çalışmalıyız.

Yazdıklarımızın uygulama safhasına konulmasının güçlüğü hepimizin malumu olup , bu güçlükler dikkate alınarak ipin ucunu koyvermek müslümana yakışan bir davranış değildir. Kur'an bu konuda Yunus ve Nuh (a.s) ların yaşamlarından kesitler sunarak , Yunus (a.s) ın sabırsızlığı neticesinde başına gelenleri hatırlatarak , Nuh (a.s) ın uzun yıllar kavmini sabırla doğru yola iletme çabaları bizler için örnek olmalıdır. 

Bu gün içinde bulunduğumuz ortama baktığımız zaman , bize vaaz edilen din ile yaşantımız arasında derin uçurumlar bulunmaktadır. Adımız müslüman dahi olsa yaşadığımız sistem içinde maalesef eriyip gitmiş bir halde bulunmaktayız. Biz bu dinin değerlerini doğru bir biçimde hayata aktarmada sıkıntı içinde olmamız, başkalarına örnek olma noktasında büyük bir eksikliktir. Din dediğimiz şeyin sadece mistik değerler ve cami ile sınırlı bir inanç olmadığı , dünyanın içinde bulunduğu ekonomik , sosyal , siyasal , askeri v.s gibi konularda söyleyecek sözleri olduğunu önce kendimizin bilmesi gerekmektedir ki sonra bu dinin gerici ve yobazların sarıldığı bir din olmadığı ilan edilebilsin. 

Sonuç olarak ; Müslümanlar olarak illaki bir yerlerden başlamak gerekmektedir. Bu başlangıç, önce inandığımız dinin inanç değerlerini doğru ve çağdaş insanın algısına uygun bir biçimde öğrenip ona göre bir söylem geliştirmek , onu hayata pratize etmeye yönelik ameller içinde olmalıdır. Söylemi çağdaş insanın algısına uygun bir biçimden kastımız yamultarak veya başkalrına şirin görünmeye yönelik olarak değil tavizsiz bir biçimde olmalıdır. İnancımız kimseye zorla kabul ettirme gibi bir vazifemiz olmadığını bilerek , sadece inancımızı doğru bir biçimde aktarmak gibi bir görevimiz olduğu bilinmelidir. 

Gündem belirleme konusunda başkalarının belirlediği suni gündemleri değil , kendimizin oluşturduğu ve bizlerin ufkunu açmaya yarayan , bizleri daha ilerilere taşıyacak gündemler oluşturarak bunları konuşmaya çalışmalıyız. Aramızda olan ihtilafların daha fazla açılmasına yarayacak şeyleri değil , aramızda ihtilaf konusu olan konuların ortak bir payda olan Kur'an üzerinde anlaşılarak en aza indirilmeye çalışılması gerekmektedir. Bunun tersi yapılan çalışmaların bizi nereye götürdüğü veya hiç bir yere götüremediği maalesef şu zamandaki durumumuzdan belli olmaktadır. 

                      ÇALIŞMA BİZDEN BAŞARI ALLAH (C.C) DEN DİR.

24 Ocak 2015 Cumartesi

Dinde Belirleyicimiz Hangi Kitap Olmalıdır?

Müslümanlar arasındaki bitmez tükenmez ihtilafların en başta gelen sebeblerinden bir tanesi, belirleyici kitap konusudur. Belirleyicilik konusunda bir ittifak sağlayamayan Müslümanlar aralarındaki ihtilafları tabi oldukları kitapların kendilerine verdikleri bilgi doğrultusunda çözmeye çalıştıkları için maalesef birliktelik sağlamakta zorluk çekmektedirler. Bu durum Kur'anda şu şekilde beyan edilmektedir. 

[023.051]  Ey Resul ler, temiz olan şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun; çünkü gerçekten ben yapmakta olduklarınızı biliyorum.
[023.052] İşte sizin ümmetiniz bir tek olan ümmettir ve ben de sizin Rabbinizim: öyleyse benden sakının.
[023.053]  Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde parçalayıp-bölündüler; her bir grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.

Mü'minun s. 51-53. Ayetlerinde Resulleri aracılığı ile , Resullere ve onların muhataplarına tayyip olanların yenmesini , salih amellerde bulunulmasını , ondan sakınılmasını emreden Rabbimizin bu emrine muhalefet edenler, vahyin belirleyiciliğini terkederek başka belirleyiciler altında toplanarak bu belirleyiciler ile yetinmeye başlamışlardır. Bu Ayetler dün insanların Din de, içine düştükleri ihtilaf sebebini beyan etmekte , dün kü bu durum bu gün ve yarın da maalesef böyle gidecektir.

Halbuki Rabbimiz, Din de belirleyici olması gereken Kitabın kriterlerini yine Kur'an da beyan etmiştir. 

 [022.008]  İnsanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol gösterici ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur.
[031.020]  Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap da olmadan Allah hakkında mücadele edip durmaktadır.
 [028.050]  Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.

Yukardaki Ayetler ,Allah hakkında konuşmak için belirlenmiş kriteri beyan etmektedir. Bu kriterler "Hüden" (Yol gösterici) ve "Münir" (Aydınlatıcı) vasfına sahip olması gerekmekteymiş , peki bu vasfa sahip olan Kitap acaba hangi Kitaptır?.

[002.002]  Bu  kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir (HÜDEN).
[002.185]  Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici (HÜDEN)ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.
[027.1-2]  Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir.birer hidayet (HÜDEN)ve müjde olmak üzare o mü'minlere
[031.002-3] Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi (HÜDEN) olan hikmetli Kitap'ın ayetleridir.

[005.015]  Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir NUR ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Resul Nebi ye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen NUR'A (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[057.009]  Sizi karanlıklardan NUR'A çıkarsın diye kuluna parlak parlak ayetler indiren O'dur. Muhakkak ki, Allah size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
[004.174] Ey insanlar, bakın size Rabbinizden kesin bir delil geldi; size açık bir NUR indirdik.

Yukarıdaki örnek Ayet meallerinin delaleti ile , Allah hakkında konuşmak için rehber ve aydınlatıcı tek kitap KUR'AN DIR. 

Dinde belirleyici kitabın Kur'an olması gerektiğini gördükten sonra farklı düşüncede olan Müslümanların bir noktada birleşebilmeleri için bu Kitabın rehberliğine ihtiyaçları olduğu muhakkaktır. Herhangi bir konudaki fikir ayrılığında olanların öncelikle bu noktada birleşmeleri gerekmektedir. 

Herhangi bir konuda fikir ayrılığında olan Müslümanların ortak bir paydada buluşmadan yapacakları tartışmalar sonuçsuz kalmaya baştan mahkumdur. Çünkü ,A kişisinin bir konu hakkındaki ileri sürdüğü delil ile , B kişisinin herhangi bir konuda ileri sürdüğü deliller farklı rehberlerden  getirildiği zaman düşünce birliğinin olması mümkün değildir. 

Bu gün Müslümanlar arasında bitmez tükenmez tartışmaların sebebi, farklı rehberler ihdas edinilmiş olması ve ortaya konan delillerin bu rehberlerdeki yazanlar olduğundan hareket etmeleridir , olayı örnekleyecek olursak ; 

Bu gün Din adına ortaya konan bir takım konular , Şefaat , Nuzulu İsa , Recm , Kabir azabı v.s ve buraya almadığımız bir çok konudaki ihtilafların kaynağı farklı belirleyicilerin ışığında bakıldığı içindir. 

Kur'an, maaleseftir ki, adı var fakat kendisinin her hangi  etkisi olmayan bir kitap olarak yüzyıllardır "Mahcur" (terkedilmiş) bırakılmıştır. Bütün Müslümanların iman ettiği ettiğini iddia ettikleri Kitap, Din konusunda her hangi bir belirleyiciliği olmayan , Din konusunda belirleyici olan başka kitapları onaylatma aracı haline getirilmiştir.

Bu sebebtendir ki , Kur'anı yol gösterici olarak ortaya koyan ve kendi düşüncesine delil olarak ortaya koyan bir kişiye maalesef, "Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" denilebilmektedir. 

Herhangi bir konuda tartışma yapan kişilerin öncelikle yapması gereken şu dur ki; Ortak bir aydınlatıcı ve yol gösterici kitap üzerinde fikir birliği sağlamadan hiç kimse ile tartışma ortamına girmemelidirler. Tartışma yapacak olan kişiler aralarında Kur'anın hakemliği konusunda anlaştıktan sonra farklı düşündükleri konular üzerinde tartışarak ortak bir noktada birleşme imkanı elde edebilirler.

Bu meyanda , "Allaha ve Resulune itaat edin" veya "İhtilaflarınızda Allahı ve Resulunu hakem tayin edin" şeklinde Ayetlerin hatırlatılarak , Allah itaatın Kur'ana , Resule itaatın bu gün için hadislere olması gerektiği noktasında itirazlar gelecektir. 

Bu Ayetlere her Müslümanın iman etmesi gerekmektedir , ancak bu Ayetlerin bize böyle bir yol gösterip göstermediği ,yani Resule itaatın hadise itaat olması gerektiği konusunun açıklığa kavuşması gerekmektedir. 

Bu gün elimizde bir çok , Muhammed (a.s) ın söylediği iddia edilen hadis kitapları mevcut olup bu kitaplar içinde sahih olmayan sözler sahih olanlardan fazlaca miktarda bulunmaktadır. Özellikle bazı hadis kitaplarının isimleri öyle bir hale getirilmiştir ki " O ne diyorsa doğrudur yanlış olma ihtimali mümkün değildir" denilerek Kur'an ile eşdeğer hale getirilmiştir. 

Müslümanların büyük çoğunluğu yüzyıllardır gelen bu tür baskılar nedeniyle , bu kitapların adı geçtimi bunları eleştirmenin dinden çıkmakla eşdeğer olduğunu zannederek bu baskı altında yıldırılmışlardır. Öncelikle Kur'an dışındaki bütün kitapların zan içerdiğini yanlış olma ihtimali olduğunu bu kitabın adı ne olursa olsun bunun böyle olduğunun altının kalın çizgilerle çizilmesi gerekmektedir. 

Öncelikle şunu açık ve net olarak ortaya koymak gereklidir; Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) nin Kitabı ile çelişen ona aykırı bir söz ve fiilde bulunması İMKANSIZDIR. 

Bir kişinin delil ortaya koyduğu Ayete karşı olarak ortaya konan rivayet eğer Kur'anla çelişiyorsa , Kur'anın değil rivayetin red edilmesi gerektiğinin doğru br uslupla karşımızdaki kimseye anlatılması gereklidir. 

Maaleseftir' ki kitleleri "Hadis inkarcılığı" şeklinde bir tehlikeye karşı uyaranlar , hadisleri savunmak adına kitleleri "Kur'an inkarcığı" na sevk etmektedirler. "Hadis inkarcılığı" olarak lanse ettikleri tehlike öyle bir hale getirilmiştir ki benim zavallı Müslüman kardeşim, karşısına gelen Ayet şeklindeki bir delil ile hadis şeklindeki bir delil çeliştiği zaman sırf "Hadis inkarcısı" demesinler diye "Kur'an inkarcısı" olmayı yeğlemektedir.

Kur'ana çağıran bir kişinin , karşısındaki bu tür düşüncede olan kişiye karşı , çağırdığı Kitabın ona öğrettiği tebliğ kuralları dahilinde , bu düşüncesinin yanlış olduğunu anlatması gerekmektedir. Bu yanlışlığı ona anlatamadığı , bu yanlışlığın karşımızdaki kişi tarafından anlaşılmadığı zaman ,ihtilaf edilen konularda fikir birliğinin sağlanması imkansızdır.

Bu durum Müslümanlar olarak karşımızdaki en büyük ihtilaf kaynağımızdır. Bizler eğer Kur'anın belirleyici bir kitap olmasını istiyorsak , başkalarının Kur'an dışındaki belirleyici kitaplarının Kur'an karşısında hiç bir hükmü olmadığının anlatılması gerekmektedir. Bunun kolay bir yol olmadığının elbette ki farkındayız , dinlerini Kur'an ile çelişen rivayetler üzerine kuranların Kur'anın belirleyici olması noktasında ayak direteceklerini unutmamalıyız. 

Sonuç olarak; Dinde belirleyici kitap olarak sadece Kur'an, aramızdaki ihtilafların çözümünde hakem kitap olmalıdır. Bu hakemliği bize Rabbimiz bildirmektedir. Diğer kitapların doğruluğu ve yanlışlığı sorunu, bu kitabın hakemliğinde çözülmesi gerekmektedir. Yüzyıllardır mahalle baskısı yöntemi ile "Aman haa sakın hadis inkarcısı olmayın" diyenlerin , kendilerine tabi olan insanları "Kuran inkarcığına" yönlendirmiş olduklarını bu düşüncede olan Müslümanlara uygun bir uslupta anlatmamız gerekmektedir ki , aramızdaki ihtilaflarda Kur'an belirleyici olsun ve ihtilaflar en aza indirgensin .

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

3 Ocak 2012 Salı

Resullerin Örnekliği Hangi Zamanla Sınırlıdır ?

Ahzab suresi 21. ayetinde Rabbimiz mealen " Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir." buyurmuştur. Değişen kur'an algıları ve gelenekteki yanlış resul anlayışları neticesinde sorgulanmaya başlayan konulardan biriside resul sav in günümüzde nasıl anlaşılması  gerekliğidir. "Kur'an merkezli söylem" anlayışı doğrultusunda dile getirilen anlayışlardan birisi olarak ,resul sav in öldüğü ve onun vazifesinin yaşadığı hayat içinde bittiği ve bize bugün için onun herhangi bir değer ifade etmeyeceği gibi sözler ortaya atıldığını görmekteyiz. "Kur'an merkezli İslam" söylemine yakışan bir resul anlayışı nasıl olmalıdır? diye sorulduğu zaman acaba nasıl bir cevabımız olmalıdır ki bu söyleme ters bir düşünce olmasın.   


Geleneksel resul anlayışına hakim olan düşünce kur'an merkezli bir düşünce olmadığı bir gerçektir, bu düşüncenin yanlış resul anlayışı üzerinde durarak yazının hacmini büyültmek amacında olmadığımız için bu düşünceye tepki olarak geliştirilmeye çalışılan resul anlayışı üzerinde durmaya çalışacağız. 

En büyük sıkıntı resul adına bize gelen rivayetlere bakış açısından kaynaklanmaktadır, onun sözlerini vahiy olarak gören anlayışa tepki olarak kur'andaki " Elhadis" kelimesinden yola çıkılarak, " bakın kur'anda bundan sonra hangi hadise inanacaksınız diye ayet var ve kur'andan başka hiçbir söze inanmamamız söyleniyor" şeklinde iddialar ortaya atılarak hadislerin tümünün ret edilmesi gibi bir düşüncenin kur'ana onaylatılması gibi bir düşünce ortaya atılmaktadır. 23 yıllık risaleti boyunca kur'an harici sözler söylemesi gayet normal ve kendisine inen kur'an hakkında sahabesine bazı bilgiler vermesi gayet normal hatta mecburi olan bir resulün bu sözlerinin bize kadar geliş yolunda bazı sıkıntılar olması o sözlerin hepsinin uydurma olduğu anlamına gelmez. Resul sav adına gelen bir haberin doğru olup olmadığı kur'an ölçüsüne vurularak anlaşılabilir.  

Resul sav in bizlerin örnek alması gereken ibadetlerden bir tanesi namaz ibadetidir. "Kur'an merkezli İslam" söylemi altında üretilen düşüncelerden bir kısmı namaz ibadetinin adı üzerinde olup bu kelimenin farsçadan alındığı kur'anda geçen "salat" kelimesinin bu ibadeti kapsamasının mümkün olamayacağı üzerinedir. Diğer bir kısım "kur'an merkezli İslam" söylemine göre namaz ibadeti ret edilmemekte ancak sanki bu ibadetin rükünlerini herkes kendi anlayışına uygun bir şekilde ifa edebilirmiş gibi bir hava içine girilmektedir. Eline kur'an alan herkes namaz ibadetinin nasıl uygulanacağını kendi kafasına göre yapmaya kalktığı zaman ortaya çıkacak olan keşmekeşi düşünmek bile istemiyoruz, bu keşmekeşe meydan vermemek için nasıl bir yol takip edilmelidir? 


"Sünnet" kelimesi ile resul sav in din uygulaması adına yaptığı ve Müslüman olmak iddiasında olanları bağlayan eylemleri anlaşılır. "Sünnet" şeklinde gelen uygulamalar nesilden nesile geçip bize ulaşması yönünden "hadis" dediğimiz sözlü haberlere göre güvenilirlik açısından daha sağlamdır. "Sünnet" uygulaması içine Müslümanın günlük hayatında önemli bir yer tutan "namaz" ibadetinin uygulaması olan şekil ve vakitleri girmektedir.  


 Asırlardır gelen uygulama olarak namaz ibadeti önce abdest alınarak sonra kıbleye yönelerek belirli vakitler içinde yapılan bir eylemdir. Birisi kalkıp  ,"ben abdest almadan istediğim yere dönerek ve istediğim zaman içinde bu ibadeti icra ederim" demeye hakkı yoktur. İlmihal kitaplarındaki bilgi kirliliğini bahane ederek doğruları da atarak kendi bildiği doğrultuda ibadet yöntemi belirlemek kimsenin haddi değildir "ben yaptım oldu" mantığı içinde yapılan hareketler Müslüman olma iddiasında olan birisinin yapacağı işler değildir.   


Namaz esnasında kıbleye yönelme konusunda şimdiye kadar tartışma konusu dahi olmamış düşünceler maalesef ortaya atılarak suni gündemler oluşturularak "namazda kıbleye yönelmek şart değildir" şeklinde sözler işitilmeye başlanmıştır. Resul sav den bu yana gelen uygulamada namazda kıble meselesi hiç bir zaman konu dahi edilmemesine rağmen marjinal düşünce sahipleri tarafından üretilen düşüncenin asıl kaynağı , kur'an sanki kendisine indirilmiş ve uygulaması kendisine bırakılmış edalarında hüküm vermeleri ve bu hükmün kur'ana onaylatılma çabalarıdır. Kur'an kendisine indirilmiş olan Muhammed sav kıldığı namazda, " herkes canı istediği yöne doğru yönelsin "şeklinde bir emir veya uygulama yoktur. Birisi kalkıp," onun böyle yapması beni bağlamaz" şeklinde bir düşünce içinde olması mümkün değildir.  


Bu tür marjinal düşüncelerin arkasında iyi niyet aramak pek mümkün görünmemekle birlikte bazı saf Müslümanların bu tür düşüncelere prim vermeye yatkın bir düşünce olmaları bizleri üzüntüye sokmaktadır. Çünkü Allah cc bizlere namaz kılmayı emretmesinin arkasındaki sebebleri ve kılınan namazın Müslüman için ne ifade ettiği meselesi üzerinde düşünmesi gerekn Müslümanları böyle suni gündemler ortaya atarak kafasını karıştırmak samimiyet eseri değildir.  


"Namaz"  Müslümanların birlik ve beraberliklerinin bir göstergesi olan ibadetlerden birisidir . "Kabe" ise Allah cc ye ibadet için yapılan ilk evdir bu yapının özelliğinden gelen bir durum olması itibari ile Müslümanların birlik ve beraberliklerini emreden Allah cc nin dağılma ve fitne unsuru olabilecek bir durum olan" namazda istediğiniz yöne dönün" şeklinde bir emir vermesi veya kişilerin " ben İstediğim yere dönerim" demesi kadar uygunsuz bir durum olamaz. "Namaz" Allah cc ye karşı yapılan bir Tevhid eylemi olduğuna göre yönelinen yerinde tek bir yer olması ve orasının da Tevhid merkezi olan "Kabe" olması kadar normal hatta gerekli bir yer olabilir mi? 


Resullerin örnekliği meselesi onların yaşadıkları zaman sınırları dahilinde değildir. Muhammed sav in de örnekliği kendisinin ölmüş olmasına rağmen kur'anın hükümlerinin geçerli olduğu kıyamete kadar devam edecektir ve bu örnekliğinin en önemli kısmı ritüel ibadetlerden olan namazın rekatleri , vakti, şeklidir resule rağmen kimse kendi içtihadı olarak bu ibadete ayrı bir uygulama tarzı getiremez getirebilirİm derse bektaşinin  "ben yaptım oldu" demesi gibi bir duruma düşmekten kurtulamaz.  


Kur'anın tamamına iman etmek durumunda olan bir müslüman için resullerin örnekliği konusu tali derecede bir konu değil en önemli konudur. Gelenekteki yanlış resul anlayışının etkisinde kalarak Muhammed sav e karşı sanki bir şüphe ve yan bakış içine girer duruma düştülerini gözlemekteyiz. "kur'an merkezli İslam" söyleminin gereklerindenmiş gibi "Muhammed peygamber "gibi sözlerle onu aşırı yüceltenlere tepki mahiyetinde sözlere şahit olmaktayız. Allahın ve meleklerin resullere olan salat ve selamını bizlerin onlardan esirgememiz kadar yanlış bir düşünce olamaz. "Sallallahu aleyhi ve sellem" (Allah ın salat ve selamı üzerine olsun) sözü bütün resullerin adı anılırken söylenebilir bir söz  iken sadece Muhammed sav için söylenmesi resullerin arasını ayırmak gibi bir duruma düşme korkusu içine giren Müslümanların söylemekten sakındığı bir söz haline gelmiştir , sadece Muhammed ismi değil İsa, Musa, İbrahim isimleri anılırken dahi S.A.V sözlerini onlar içinde kullanmaktan çekinmemeliyiz. 

-----002.214 Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.

-----003.146 Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.


-----009.088 Ama Peygamber ve onunla beraber bulunan müminler, mallariyla ve canlariyla savaştılar. İşte iyilikler onlaradır, saadete erişenler de onlardır. 



-----033.021 Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.  


-----048.029 Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir.


-----060.004 İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: «Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir.» -Yalnız, İbrahim'in, babasına: «And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez» sözü bu örneğin dışındadır- «Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş Sanadır.» 

----060.006 And olsun ki, sizlerden, Allah'ı ve ahiret gününü uman kimse için, bunlarda güzel örnekler vardır. Kim yüz çevirirse kendi aleyhine olur, doğrusu Allah müstağnidir, övülmeğe layıktır. 


-----066.008 Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah'a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun. Allah'ın Peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün, ışıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve: «Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, doğrusu Sen herşeye Kadir'sin» derler.  



Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerin ışığında düşünecek olursak resullere uymak ve o uymanın sonucu olan akıbet anlatılmaktadır. Kur'an kıssalarında çokça gördüğümüz "resullerle beraber olanların kurtarılması" bizlere yine resullere uymanın gerekliliğini vurgulayan ayetlerdir. "Resule uymak onun getirdiği vahye uymaktır" sözü yanlış bir söz olmamakla birlikte eksik bir sözdür , Muhammed sav in kendisine inen kitabı uygularken yaptığı ve bize kadar sünnet şeklinde gelen uygulaması her Müslüman değerli bir kaynak mesabesindedir. Mü'minlerin her alanda birlik ve beraberliğini emreden kur'an ve bu birlik beraberliği sağlamada en önemli etken olan resule uymak ayrılıkların en aza indirilmesini sağlayacaktır. Burada hemen "mezhepler ne olacak?" sorusu gündeme gelecektir, maalesef mezhep taassubu günümüz Müslümanlarının en önemli ayrılıklarının bir sonucudur. Mezheplerdeki kur'ana rağmen oluşturulmuş bir sürü düşünce masaya yatırılarak gereksiz olan hükümlerin din olarak sunulmasına son verilerek resul devrinin saf İslam anlayışına geri dönülmelidir. 


                   EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

10 Temmuz 2011 Pazar

Değişiklik Bulunmayan Sünnet Hangi Sünnettir

Kur'anın , önkabullere veya sibak ve sibaktan koparılarak okunarak anlaşılmaya çalışılan kavramlarından biriside "SÜNNETULLAH" kavramıdır. Bu kavramın geçtiği ayetlerin öncesi gözardı edilerek .bektaşinin nisa s. 43. ayetindeki " sarhoş iken namaza yaklaşmayın" ayetinin "sarhoş iken" kısmını kapatarak sadece " namaz kılmayın" kısmını gösterip bakın kur'anda namaz kılmayın ayeti var onun için namaz kılmıyorum demesi misali, yakın zamanda  muhammed abduh , reşid rıza ve ülkemizde muhammed esedin "kur'an mesajı" adlı mealinin türkçeye çevrilmesi ile biraz daha fazla gündeme gelen , kur'anda kıssaları anlatılan bazı resullerin (salat selam üzerlerine olsun) kavimlerinin helakı ile sonuçlanan olaylar öncesi yaşanan bazı tabiat kanunlarının işleyiş kurallarının tersine cereyen eden olayların,( ibrahim as ın ateşten kurtulması, denizin yarılması vb.) gerçek olarak olarak olmalarının mümkün olamayacağı bunların mecazi anlatımlar olduğu şeklinde düşünceler gündeme gelmeye başladığına şahid olmaktayız. Kur'andaki mecazi bir anlatımın nasıl ve nerede olduğu konusunda pek düşünce  olmayan bazı kişiler, bu oluşturdukları önkabullerinin "bu  olsa olasa mecazi bir anlatımdır" diyerek gerçek olayları bir tür inkar yoluna gitmektedirler. Bu düşüncelerin birden fazla arkaplanı olmakla beraber biz burada hepsine değinmeyip  delil olarak getirdikleri "Sen Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın" mealindeki ayetleri ve içinde "sünnet " kelimesi geçen ayetleri siyak ve sibakı ile meallerini verip o ayetlerin kur'an bütünlüğünde bizlere  ne vermek istediğini anlamaya çalışacağız. 

1-  8.38 İnkar edenlere, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin sünnetinin uygulanacağını söyle.  
enfal s. 38. ayetinde, muhammed sav den önce gelen resullerin , o resule karşı gelip ona svaş açmalarının o kavmin helakı ile sonuçlandığını haber vererek, Muhammed sav in kavmininde buna devam ederlerse önceki kavimler gibi helake uğrayacakları tehdidi yapılmaktadır. Bu surenin geneli ve 38. ayetin öncesi bu konu ile ilgilidir
       *****************************************************
2-    15.13 Kur'âna iman etmezler, halbuki öncekilerin sünneti (inanmadıkları için başlarına gelenler) gelip geçmiştir.  
Hicr s. 13. ayetinde ise, 10,11,12. ayetlerin devamı ve sure bütünlüğünde muhammed sav den önce kendilerine kiap gönderilen kavimlerin , o kitabı getiren resullerine karşı sergiledikleri düşmanca tutumların haberi verilmektedir
   *********************************************************
3-   17.76 Memleketinden çıkarmak için seni nerdeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi. 17.77 Bu, senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlerimiz hakkındaki sünnetimizdir. Bizim sünnetimizde herhangi bir değişme göremezsin.
 

 İsra s. 76.77. ayetlerinde,resullerini yurtlarından atan kavimlerin o resulun ardından helak edildikleri sünneti hatırlatılarak muhammed sav in kavmine bir ikaz yapılmaktadır.Bu sünnetin ne şekilde gerçekleştiği haberi ise aynı surenin101-102-103. ayetlerinde musa as ve firavun kıssası örnek verilerek anlatılmaktadır

    *********************************************************

4-   18.55 İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken, onları inanmaktan, Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan öncekilere uygulanan sünnetin kendilerine de uygulanmasını veya gözleri göre göre azaba uğramayı beklemeleridir. 
Kehf s. 55 ayetinde , İnsanlara resul ve kitap gelipte onların inkarlarının helak olana kadar süreceği anlatılmakta ve bu helak anında iman etmeleri kur'anda bir çok ayette örnek olarak verilmektedir.(21-11,15-/40,84/10-90/21-97) gibi ayetlere bakılabilir
    **********************************************************
5-   33.37 Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.
 33.38 Allah'ın Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir. 

Ahzab 37.38. ayetlerde ise resullerin, Allahın bir emrini uygulamada örnek şahsiyetler olmasının bir Allah cc nin bir sünneti olduğunun hatırlatılmasıdır.
    *************************************************************

 666666 66666666666-  6-      33.60 İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar 
 33.61 Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler. 33.62 Allah'ın daha önceden geçenler hakkında ki sünnetidir. Sen, Allah'ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın.

Yine ahzab 60.61.62. ayetlerinde münafıkların,tarihin her devrinde yaptıkları fesadlarının karşılıklarını dünyada iken onları müminlerin elleri ile cezalandırılmalarının Allahın bir sünneti olduğu hatırlatılarak münafıkların bu eylemlerinden vazgeçmeleri emrediliyor.
      ***********************************************************
7-    35.42-Kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi. Fakat onlara uyarıcı (Muhammed) gelince, bu, onların haktan   uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı.35.43 (Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.  
Fatır s.42.43. ayetlerinde, resul gelmeden önce onu kabul edeceklerini söyleyen ancak o resul kendilerine gelince onu inkar eden ve onlara hileli düzenler kuran kafirlerin o planlarının kendilerini kuşatmasının Allahın bir sünneti olduğu hatırlatılıyor. 
     ************************************************************
8-    40.82 Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir 40.83 Peygamberleri onlara belgelerle gelince, kendilerinde olan bilgiden gururlandılar da, alaya aldıkları şey kendilerini sarıverdi.40.84 Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler 40.85 Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.  
Mü'min s. 42. 45. ayetlerinde ise , kendilerinden daha kuvvetli kavimlerin gelen resullerini inkar ettikleri zaman başlarına gelen helak olayları neticesinde iman ettikleri , ancak bu imanlarının onlara fayda vermediğinin Allahın sürüp gitmekte olan bir sünneti olduğu bildrilmektedir. 
    *************************************************************
9-  48.22 İnkar edenler sizinle savaşsalardı yüzgeri döneceklerdi. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardı. 48.23 Bu, önceden beri geçmiş olan Allah'ın sünnetidir. Ve sen; Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.  
Fetih 22. 23 ayetlerinde, müminler ile savaşan kafirlerin , müminlere olan yardımı neticesinde mağlup olacakları ve bunun öteden beri uygulanan bir sünnet olduğu bildiriliyor.Kur'anda muhammed sav e tabi olan ve daha önceki müminlerin bu sünnetullahın nasıl gerçekleştiğine dair ayetler mevcuttur.(bedir huneyn,bakara 246-252 ) 
  *************************************************************
 

 
  
10-   3.137 Sizden evvel kanun olmuş bir takım vak'alar geçti(sünen), onun için Arzda dolaşın da bir bakın: Peygamberleri tekzib edenlerin akıbetleri nasıl olmuş? 

Al-i imran s. 137. ayetinde resullerini tekzib eden kavimlerin helak edilmesinin bir sünnet olduğu bildirilmekte ,kur'anın birçok ayetinde helak olan kavimlerin kalıntılarının bir ibret vesikası olduğu bildirilmektedir.(22.45) 
   ******************************************************
 
 11-  4.25- Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder. 4.26 Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını (sünen)göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakim'dir. 

Nisa s.23.24.25. ayetlerinde Allah cc evlenilmesi haram olanlar ve nihah hukuku ile ilgili olarak bu hükümlerin geçmiş ümmetler içinde geçerli olduğu ve bu sünnetin kur'an iledevam ettiğini bildirmektedir. Şura s. 13. ayeti bunu en güzel örneğidir.   "Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: «Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.» Ortak koşanları çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir."
 
  **********************************************************


 Yukarda  meallerini vermiş olduğumuz ayetlerin hiç birinden oluşturulan önkabuller neticesi delil getirilmek istenen, "kur'anda kavimlerin helakı öncesi resullerin vasıtası ile meydana gelen tabiatın işeyiş yasalarının dışındaki olayların tümü mecazi anlatım olup gerçek olması mümkün değildir" şeklindeki söyleme destek olarak getirilen ayetlerin, siyakı ve sibakı ile okunduğu zaman bu söyleme destek olabilecek bir tarafı bulunmamaktadır

Sonuç olarak,Kur'an kıssalarında bizlere anlatılan geçmiş resullerin kavimlerinin ,o kavmin  helakı öncesi kavimleri ile olan tevhid mücadelelerinde, Allah cc nin resulleri  vasıtası ile o kavmin hidayet olması için "mucize" dediğimiz, tabiat kanunlarının  işleyiş kurallarına ters olarak cereyen eden bazı olayların gerçek olaylar olmadığı, bunların birer mecazi anlatım olduğu yolundaki kur'an dışı düşüncelere delil olarak getirilen "sen Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın" mealindeki ayetlerin konu ile alakasının olmadığı, bu ayetlerin bağlamından kopartılarak kendi ön kabullerine destek amaçlı olarak kalkan yapıldıklarını gördük. Muhammed sav ile ilgili olarak hadis, hasais, türü haberlerde ona atfedilen yüzlerce mucize uydurmalarını bahane ederek ,kur'anda bildirilen bu olaylara" mecazi" veya" efsane"diye onları red yoluna gitmek kişinin akidesinde derin yaralar açar. Bazıyanlış  ifrati düşüncelere  karşı onları red etme adına tefrit olarak doğru düşüncelerede karşı çıkmak müslümana yakışan bir davranış tarzı değildir. Müslümana yakışan kur'anı kur'andan anlamaya çalışmak ve kur'an dışı düşüncelere rağbet etmeyerek onları elinin ters ile itmektir.
     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 
 

5 Temmuz 2011 Salı

Bundan Sonra Hangi Hadise İnanalım ?

Son zamanlarda "kur'an merkezli düşünce" söylemi etrafında gelişen fikirlere baktığımız zaman bazı ifrati düşüncelere karşı tefrit olarak Resulullah s.a.v adına gelen bütün haberleri red etmemiz gerektiği bunu da kur'anda "bundan sonra hangi hadise inanacaksınız" mealinde gelen ayetlere dayanarak, "bak kur'anda hiçbir hadise inanmayacaksınız  şeklinde ayetler  var" diyerek, kur'an ayetlerinin hadisleri toptan red etmeye alet edildiklerini şahit olmaktayız.Acaba bu ayetler bizlere resul adına gelen bütün hadisleri red etmemizi mi emrediyor ? . Önce içinde "hadis" kelimesi geçen ayetlerin mealini verelim sonrada bu ayetler bizlere hadisleri  toptan red etmeyi mi emrediyor onu görelim.    

-----4.42 O gün, inkar edip Peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz (hadis) gizleyemezler.  
-----4.78  Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü(hadisi) anlamaya yanaşmıyorlar?
 
 

-----4.140 O, size Kitap'da «Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze (hadise)  geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz» diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.   
-----6.068 Ayetlerimizi çekişmeye dalanları görünce, başka bir söze(hadise) geçmelerine kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra artık zulmedenlerle beraber oturma.  
-----7.185 Göklerin ve yerin hükümranlığını, Allah'ın yarattığı her şeyi ve ecellerinin yaklaşmış olması ihtimalini düşünmüyorlar mı? Bundan sonra hangi söze (hadise)inanacaklar.  
-----12.111 And olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kuran uydurulabilen bir söz(hadis) değildir. Fakat kendinden önceki Kitapları tasdik eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir 
-----18.6 Bu söze(hadise) inanmayanların ardından üzülerek nerdeyse kendini mahvedeceksin!  
-----020.009] [IK] Ve sana Musa'nın haberi(hadisi) geldi mi?  
-----31.6 İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle(hadisle) değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir.  
-----33.53 Ey inananlar! Peygamberin evlerine, yemeğe çağrılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve yemeyi yiyince dağılın. Sohbet etmek(lihadisin) için de gidip oturmayın. Bu haliniz peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin kalplerinizde onların Kalplerde daha temiz kalır. Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve O'ndan sonra eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır.    

 -----039.023] [DV] Allah sözün(hadisin) en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.
-----45.6 İşte sana gerçek olarak anlattığımız bunlar, Allah'ın varlığının delilleridir. Artık Allah'tan ve O'nun delillerinden sonra hangi söze  (hadise) inanırlar? 

 -----51.24 İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi (hadisi)sana geldi mi? 
-----52.34Eğer iddialarında samimi iseler Kuran'ın benzeri bir söz(hadis) meydana getirsinler. 
-----53.59Bu söze (hadise) mi şaşıyorsunuz.  
56.81 Siz bu sözü(hadisi) mü hor görüyorsunuz. 
-----  66.3 Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz (hadis) söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.
  

-----68.44 Bu sözü (hadisi) yalanlayanı bana bırak. Onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştıracağız.   
-----77.50 Kuran'dan başka hangi söze(hadise) inanacaklar?  
-----79.15 Musa'nın haberi (hadisi)sana geldi mi? 
-----85.17Orduların haberi (hadisi) sana geldi mi?  
-----88.1 Her şeyi kaplayacak kıyametin haberi(hadisi) sana gelmedi mi?  

 
 Ayrıca 5 yerde "ehadis " kelimesi olarak geçmekte (12.6-21-101/23.44/34.19)
 
 Bu ayetlerde" ehadis " kelimesi "rüya" ve "efsane" anlamında kullanılmaktadır. 

Yukarda meallerini verdiğimiz ayet meallerinden  tahrim suresi 66.3. ayeti dışında hiç bir "hadis " kelimesi resullullah sav in söylediği sözler anlamında kullanılmamıştır. "Hadis " kelimesi kur'anda "söz" veya " haber " anlamında kullanılmaktadır. Ancak kur'anda geçen "hadis" kelimesi ile resulullah sav adına gelen haber anlamındaki " hadis " kelimesi birbirine karıştırılarak " bundan sonra hangi hadise lnanacaksınız" mealinde gelen bazı ayetleri" resullullah adına gelen haberlerin tümünü inkar edin" şeklinde bir anlam yükleyerek hadisleri kabul etmeme düşüncesini kur'an ayetlerinden cımbızlayarak seçilmiş" hadis" kelimesi ile resulullah hadisini aynı olduğunu zannederek  "bak kur'anda hadisleri inkar edeceksiniz şeklinde ayet var" diyerek ayetleri bir nevi eğip bükmeye kakmışlardır. Kur'andaki "hadis" kelimesi ile resul as adına gelen haberler için kullanılan "hadis" ayrı olduğuna göre kur'an dışı haberlere vermemiz gereken değer, veya kur'an dışı haberleri ne ile test edeceğimiz sorusu gündeme gelmektedir.    

23. yıllık risaleti döneminde muhammed sav kur'an harici  muhakkaki konuşmuştur. Ve bu konuşmaları ashabı tarafından daha çok ezber yolu ile hafızalarda kalmıştır. Arap toplumunda yazının o zamanda pek gelişmediği bilinen bir gerçektir. Yazmayı bilen ashab tarafından sözlerinin bir kısmının yazıya geçirildiği de bir gerçektir. Bazı rivayetlerde "benden kur'andan başka bir şey yazmayın" veya daha önce size sözlerimi yazmayı yasaklamıştım şimdi yazabilirsiniz" şeklinde gelen haberlere karşılık hadislerin toptan reddedenlerin "benden kur'andan başka bir şey yazmayın" rivayetine rağbet etmeleri br çelişkidir.   

Bizler ne kadar toptan red yoluna gitsekte resullulahtan " hadis" adı altında kur'an harici sözleri bize kadar ulaşmıştır.Öncelikle şunu bilmek gerekirki bu sözleri kur'an gibi harfi harfine , kelmesi kelimesine hiç bozulmadan bize gelmemiştir. Hadisçilerin üzerinde mutabık oldukları üzere "mana üzerine" bize gelmişlerdir. Ve birçoğu aşağı yukarı hicretin kinci yüzyılından sonra yazıya geçirilmiştir.Yazıya geçirilmesine kadar geçen zamanda rivayet yoluyla nesilden nesile ulaşmıştır. Bu ulaşma yolunda bazı ekleme çıkarmalar , yanlış anlamalar, o zamanın fıkhi ve itikadi fırkaların oluşumlarında kendi hakılıklarını ispat etmek için resulullah adına bir çok hadis uydurulduğu vakidir.Ve bu uydurmaların günümüzdede çok bariz biçimde "sahih hadis" olarak inanıldığını görmekteyiz.    

Hal böyle  iken bize gelen bir hadisi toptan red etmekmi yoksa belli kriterlere vurarak kabul yoluna gitmek daha mantıklıdır. Mustafa islamoğlu hocanın söylediği gibi " çocuk altını kirletti diye çocuğuda atamayacağımıza göre" hadis adı altında gelen bilgileri " metin tenkidi" metodu ile kur'an ölçüsüne vurarak kabul yada red yoluna gidilmelidir.   
Sonuç olarak kur'anda geçen " hadis" kelimesi ile resullullah adına gelen " hadis" kelimesini aynileştirerek, "bakın kur'anda bundan sonra  hangi hadise inanacaksınız  diye ayet var" diyerek resullulah as adına gelen bütün hadisleri red yoluna gitmek "kur'an merkezli düşünce " söylemine yakışmamaktadır. Bu düşünce sahiplerine ,kur'an kelimelerini bağlamından kopararak, siyak ve sibaka dikkat etmeden, ön kabuller doğrultusunda kur'anı anlamaya çalışmak yakışmaz.  Bu düşünce sahiplerine yakışan tutum, kur'anı bağlamı ile okumak siyak sibaka dikkat etmek, kafadaki ön kabulleri atmaktır.
 
                                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.