Kıssası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıssası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Haziran 2014 Cumartesi

Talut Kıssası Bize Ne Anlatıyor?

Kur'anın kıssa yollu anlatım metodu dahilinde bizlere sunmuş olduğu ayetler bizden öncekile rin yaşamış olduğu tecrubeler ve o tecrubelerden bizlerinde hisse alması amacını taşımaktadır. Helak edilen bir kavmi okuduğumuz zaman onlara gelen elçinin mücadelesi mü'minler için bir örneklik , o kavmin helak edilmesi ise inkar edenler için bir örneklik olarak okunarak her insan tipinin kendi tarafından baktığında çıkarması gereken yaşanmış ibret mesajları olarak okunduğu zaman anlatılma amacı doğru kavranılmış olacaktır. 

Kur'an kıssalarında yaşanmış hayat örnekleri olan savaşlar, bizlere çok önemli mesajlar vermektedir. Allah cc kullarına yardım etme sözünün kime ve nasıl gerçekleştiğine dair olan pratik gösterimi bu kıssalardaki anlatımlar ile bizlere sunulmakta olup, yardım sözünün kime ve nasıl gerçekleştiğini bu kıssalardaki yaşanmışlıklar ile öğrenmekteyiz. 

İsrailoğulları, prototip bir kavim olup bu kavmin yaşadığı hayat içinde başlarından geçen olaylar sadece yahudi olmalarının verdiği bir özellik olarak değil , insan olmalarının verdiği bir özellik olarak okunması gerekmektedir. Aksi bir okuma, onlarla ilgili okuduğumuz her ayet , sadece  onlara kin ve nefret duymamızı sağlayacak olup onlar üzerinden verilen örnek ile bizlerin ibret alması gerektiği yönündeki mesaj ıskalanmış olacaktır.

Bakara s. içinde anlatılmış olan Talut kıssasının bizlere anlatılma amacı aynı duruma düşen insanların o durumdan kurutulmak için gerekli olan şartları uygulaması neticesinde başarıya ulaşacaklarının bir anlatımı olarak okunması ve örnek alınması gerekmektedir. Kur'anın kendisi içinde tefsirinin çok güzel bir örneği olarak ta okunabilecek bu kıssaya geçmeden ondan önceki 3 ayeti okumak ve bu üç ayetteki durumun bizlerden önce nasıl bir örnekle yaşandığını görelim. 

 
[002.243]  Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.
 [002.244]  Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.
 [002.245]  Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını ödesin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Hepiniz de O'na döndürülüp götürüleceksiniz.

 Bakara s. 243. ayete baktığımızda, anlatılan durumun sadece belli bir zaman ve mekana has olmadığı aksine her zaman ve mekan biriminde olabilecek bir fesad hareketinden etkilenme durumunu anlatmakadır. Allah cc nin insanlara "ölün" demesi ile "sonra onları diriltti" ifadesi kıyamet anında olacakları anlatmamaktadır. Bir kısım insanın diğer bir kısım insan eliyle yurtlarında çıkarılmak sureti ile zulme uğramasını anlatan ayet , bu zulme nasıl engel olunabileceğinin koordinatlarını 244-245. ayetlerde vermekte olup devam eden ayetlerde bu durumun pratik olarak İsrailoğulları üzerinden nasıl gerçekleştiğini anlatmaktadır.

 [002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, nebilerinden birine: «Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi, O: «Ya üzerinize savaş yazıldığı halde, savaşmayacak olursanız?» demişti. «Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.) « demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı dışında (çoğunluğu) yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.

Bakara s. 246. ayetinden Musa as sonrası  yurtlarından sürülmek sureti ile zulme uğrayan israiloğullarının , başlarında olan  nebilerinden bir isteklerini dile getirdiklerini görmekteyiz. Nebileri bu isteklerinin gerçekleşmesi halinde onların yan çizme ihtimalini hatırlatmakta olup bu tür bir yan çizme hareketi sadece israiloğullarına has bir hareket olmadığı insana has bir durum olduğu hatta bu durumun müslümanlar arasındada başgösterdiği diğer ayetlerde anlaşılmaktadır.  

 [002.216] [DI] Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
 [004.075] Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?
 [047.020]  İman edenler «bir Sûre indirilseydi» diyorlar, derken muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince kalblerinde bir maraz bulunanları görüyorsun sana öyle bir bakış bakıyorlar ki: tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı, o da onlara pek yakındır
 [004.077]  Kendilerine: «Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin» denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve «Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir edemez miydin?» derler. De ki: «Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez».

Savaşmak sureti ile kaybedilen yurtlarını geri almak , Allah cc nin insanlar üzerine koymuş olduğu görevlerden biridir. Allah cc ne müslümanlara nede başka birilerine, yurtlarından sürüldüğü ve zulme uğradıkları zaman melekleri gönderip onları savaştırarak mazlumlara kaybettiklerini geri vermez. Koymuş olduğu sünnet, insanların savaşarak kaybettiklerini geri almaları şeklinde olup müslüman , yahudi,müşrik ayrımı yapmadan her kim savaşıp, o savaşta galip gelmek için gerekli şartları yerine getirirse galibiyete hak kazanacaktır. Allah cc nin yanında seçilmiş bir kul tayfası olmayıp, koyulan kurallara riayet eden kim olursa olsun galibiyeti hak eder. Bugün müslümanlar olarak böyle bir galibiyeti kazanamıyorsak şartları yerine getirmeden bizim yerimize birilerinin savaşmasını beklemek sureti ile tembellik ve acziyet göstermemizdir.

246. ayet israiloğullarının başlarından geçmiş yaşanmış bir örnek olarak sıkıyı gören insanın yan çizme karakterini ifade eden bir ayettir. İstedikleri savaş izni gerçekleşinde korkarak yan çizme karakteri özellikle medeni ayetlerde tevbe , enfal surelerinde bizlere anlatılmakta olup bu durumun insana has olduğu görülmektedir. Şayet israiloğullarına has bir durum olsaydı bu kıssanın müslümanlara anlatılmasına ne gerek olurdu. Nuzül dönemi itibarı ile bu kıssanın mesajını düşünecek olursak onlara " israiloğullarının başlarına gelen durum sizin başınıza gelecek olursa onlar gibi yapmayın" şeklinde olup medinede inen ayetlerden anlaşılacağına göre bu tavsiyenin bir kısım müslüman arasında tutulamadığı görülecektir.

[002.247]  Nebileri onlara «Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?» dediler, «Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.

İsrailoğullarının bu isteği Allah cc tarafından yerine getirilmiş, Talut onlara komutan olarak gönderilmiş , bu seferde gelen komutan beğenilmemiştir. Bu beğenilmeme örneği yine bir çok ayette gördüğümüz kavimlerin inkarcı muhataplarındada görülmekte , kendilerine gelen elçilerin "beşer" oluşu öne sürülerek "melek" gönderilmesi talebinde bulunulmaktadır. Talut da aynı tepkiye uğramış ve istedikleri şartları taşımadığı öne sürülerek kendi istekleri doğrultusunda bir komutan gelmesi istenmiş , fakat bu istek red edilerek seçilen bu komutana tabi olunması gerekmektedir.

[002.248] Nebileri onlara, «Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır» dedi.

Bu ayette, gelen komutanın Allah cc tarafından gönderildiği ve onun bu gönderilişinin delilleri anlatılmakta olup , gönderilen diğer elçilerin elçiliklerinin Allah cc tarafından teyid edilmesi şeklinde anlayabileceğimiz görsel belgelerin, Talut'un komutanlığının teyid edilmesi şeklinde gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu durumu israiloğulları gözü ile anlamaya çalışalım; biz eğer israiloğullarından bir fert olarak, savaşmak için gönderilen komutanı gönderen kişinin Allah cc olduğunu bilsek ve bu durum bize apaçık görsel ayetlerle gösterilmiş olsa galibiyet için moral açısından yüksek bir durumda olmamız kaçınılmazdır. 248. ayetteki anlatılanların, moral destek diyebileceğimiz şekli ile israiloğullarına gösterilmesi olarak anlamak mümkündür.

[002.249]  Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Komutan ve asker bir savaşın ayrılmaz bir öğesi olup komutana tabi olmak şeklinde bir eylem olmadan galibiyet gerçekleşmez. Komutan ordusunda bulunan askerlerin kendisine olan sadakatini onları deneyerek öğrenebilir. Allah cc de bizleri bu tür imtihanlara tabi tutup bu imtihan sebebinin mü'min ve kafiri ayırmak için olduğunu bir çok ayetinde beyan etmektedir. Bu ayeti yine nuzül dönemi içinde sahabe gözü ile okumaya çalışalım ve bu ayeti uhud harbi ile bir paralellik içinde düşünelim. Allah cc bu kıssa ile bizlere galibiyet için gerekli olan şartlardan birinin komutanın emrine tabi olmak şeklinde gerçekleşeceğini hatırlatmakta olup eğer emre itaatten ayrılındığında düşmana karşı koyacak gücün zayıflayacağını bu kıssa içindeki olaydan canlı olarak anlatmaktadır. Her ordunun içinde emre tabi olmaktan geri duranlar olduğu gibi emre itaat edenlerde bulunmakta olup , galibiyet bu kişilerin emre olan ittibaları neticesinde gelmektedir. Uhud harbini düşünecek olursak bu ayet ile tam bir paralellik arzettiğini görürüz. Uhud da Muhammed as ın koyduğu savaş strajesine uymayıp yerlerini terkeden  müslümanlar yenilgiye sebeb olmuştur. Eğer bu kıssa müslümanlar tarafından doğru okunup hayata tatbik edilip her ne bahasına olursa olsun emir hilafına bir hareket edilmemiş olsaydı mağlubiyet gelmezdi.

[002.250]  Calut ve ordusuna karşı çıktıklarında, «Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden kavme karşı bize yardım et» dediler.

Talut'un emrine uymayanların "bugün gücümüz yok" demelerine karşın, emre uyanların ona tabi olmanın verdiği moral destek ile söyledikleri söz karşılığını bularak galibiyet gelmiştir. Bu durumu bedir harbi ile bir paralellik içinde okuyacak olursak bu kıssayı bedirde doğru okuyan müslümanlar kendilerinden sayıca kalabalık olan müşrik ordusuna karşı galip gelmişlerdir

[003.146-148]  Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.Sadece: Ey Rabbımız, günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı bize bağışla, sebatımızı artır; kafirler güruhuna karşı bize yardım et, diyorlardı.Böylece Allah, dünya sevabını da, ahiret sevabının güzelliğini de onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.

Al-i imran s. 146-148. ayetler arasında , Allah cc nin galibiyet için koymuş olduğu kurallar dahilinde savaşıp ve galip gelenlerden örnekler verilerek onların aldıkları sonuç anlatılmakta olup koyulan kurallar gereği içinde yapılan savaşta galip gelineceğine dair olan sözün vuku bulduğu   anlatılmaktadır. Allah cc den sabır , sebat ve yardım isteği sadece sözle ile değil fiiliyata konularak gerçekleşmiş olmasınıda burada hatırlatarak sadece sözlü dua ile bu işlerin gerçekleşmeyeceğini hatırlatalım. Şayet kafirlerden oluşan bir ordu, karşısındaki orduya karşı aynı sabır ve sebatı göstererek savaşsa , karşısındaki ordu aynı sabır ve sebatı göstermese, bu ordu müslümanlardan oluşsa dahi zafer kafir ordusunun olur özellikle bu yüzyılda arap israil savaşlarının neticeleri buna acı bir örnektir.

[002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

Allah'ın izni ile bozguna uğratmaları onun koymuş olduğu kurallara riayet neticesinde gelmiş olup işin doğasında olan bir durumdur. Allah cc nin koymuş olduğu kurallar dahilinde hareket edenlerin savaşta galip gelmesi doğal bir durum olup bu durum müslümanlar için ayrı bir vaziyet arzetmez. Bizler kendimizi israiloğulları gibi seçilmiş kullar zannedip, savaşmadan kafirlerin alt edilebileceğini düşünüp, sadece Allah cc nin onlarla savaşmasını beklemekten başka bir iş yapmadığımız müddetçe bu zelil durumdan kurtulmamız imkansızdır.

251. ayette sahneye düşman ordusunun komutanı olan calud'u öldüren Davud çıkmaktadır. Bir savaşta ordu komutanını öldürme başarısını göstermek sıradan bir askerin yapabileceği bir iş olmayıp oyunu kuralına göre oynayanların yapabileceği bir iştir. Davud as bu başarısı karşılığında Allah cc ona hüküm ve hikmet vererek israiloğullarına elçi kılmış ve ona dilediğinden öğretmiştir. "Dilediğinden öğretmesi" kelimesini biraz açacak olursak "dilemek" kelimesinin karşılığını görmek mümkündür.

Davud as ıs kıssasının anlatıldığı diğer ayetlere baktığımızda ona savaş sanatları ile ilgili bilgilerin verilmiş olduğu anlatılmaktadır. Zırh yapma sanatının ona öğretildiğini beyan eden ayetlere baktığımızda, bu öğretilişin Cibrilin inerek çekiç ve örs ile ona bunu öğretmesinin gerçekleştiğini düşünmek biraz absürt bir düşünce olur. Calut'u öldürecek kadar savaş sanatını hakim olan Davud as ın bu bilgi birikimi savaş için gerekli olan alet edevatı yapma becerisine sahip olduğu ve yeni icatlar peşinde koşarak bilgi birikimi sayesinde savaş ile ilgili bilgi birikimine yeni bilgiler ekleyerek insanlığa örnek olduğu anlaşılabilir. 

Bugün itibarı ile düşünecek olursak savaş veya başka konular ile ilgili bilgi birikimine sahip olan insanların genelde müslümanlar dışındaki insanlardan oluştuğu görülür. Allah bu insanlara çalışıp gayret ettikleri için önlerini açmış ve "dilediğinden öğretmiştir" . Bu dilemesi o kulların çalışıp bir şey üretme şeklinde bir irade beyanının sonucu olup, onların istememelerine rağmen öğretmiştir anlamında değildir. Kafir veya müslüman eğer herhangi bir konuda üretme gayreti iradesini gösterdiklerinde Allah cc "bu kulum kafir ona engel olayım" veya "bu kulum mü'min ona özel bir destek vereyim" demez "HERKESİN ÇALIŞTIĞININ KARŞILIĞI VARDIR" diyerek bu çalışmasının dünyada karşılığını verir.

251. ayetin son cümlesi olan " Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır." ibaresi Allah cc nin koymuş olduğu sünneti ifade eden bir kelimedir. Fesad çıkarmak yolu ile bazı insanlara zulmeden insanların bu fesadları başka insanların eli ile def edilmesi onun raci olan bir sünnetidir. Hacc s. 40. ayetinde de gördüğümüz bu sünnetin nasıl uygulandığı, israiloğullarına zulmedenlerin Talut'un komutası altında nasıl gerçekleştiğinin canlı örneği olarak bizlere anlatılmaktadır. Bugün merhum akifin deyimiyle ya kendisi ya hızırı gönderip savaşması bizi zalimlerden kurtarması şeklinde sünneti olan bir ilah  yoktur. Alemlerin rabbi olan Allah cc nin raci olan fesadı yeryüzünden kaldırma sünneti diğer kulları eli ile olmasıdır. İsrailoğullarının bu fesad kalkmış fakat onlar isra s. 4-8. ayetlerinde gördüğümüz üzere onlar fesada başladığı zaman ibre onların aleyhine dönmüş ve başka insanlar eli ile israiloğularının fesadları ortadan kalkmıştır. Bu şekil sünnet kıyamete kadar geçerli olacak olup hangi ulus olursa olsun bir gün yapmış oldukları fesadlarına karşılık onları yıkacak başka uluslar gelecektir.

[002.252]  İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz ki sen elçilerdensin.

"Allahın ayetleri" deyiminden ne anlamalıyız? sorusuna verilecek ceavp bu kıssayı doğru anlamamıza yardımcı olacak bir cevap olacaktır şöyleki; Allah cc nin ayetleri sadece elçileri vasıtası ile göndermiş olduğu kitapların içinde bulunan pasajlar olmayıp "koymuş olduğu düzen" olarak ifade edebileceğimiz bir kapsama alanıda mecvuttur. "Kan dökücü ve fesad çıkarıcı bir özelliği olanımı kılacaksın?" dediklerinde, meleklere "ben sizin bilmediklerinizi bilirim" cevabını veren rabbimizin , bu kan dökücülüğü ve fesadı diğer kullarının eli ile önlemek gibi bir sünnet koyduğunu ve bu sünnetinin canlı olarak uygulanmış örneklerini kur'anın bir çok ayetinde gördüğümüzü hatırlayarak "Allahın ayetlerinin " neler olduğunuda görmüş olduk. 

Kıssalardaki mesajı günümüze aktararak ondan hisse almak gibi bir okuma metodu takip ettiğimizde Talut kıssasının  bizlere şöyle bir mesaj verdiği düşünülebilir. Yeryüzünün herhangi bir kara parçası üzerinde yaşayan insanlar bir sebebten ötürü hakları gasbedilmiş ve zulme uğramış olabilir, zulme uğrayan bu insanlar uğradıkları zulmu ortadan kaldırmak için elleri kolları bağlı  vaziyette, sadece zalimlere beddua şeklinde bir karşılık verdikleri müddetçe bu zalimlerden kurtulmaları mümkün değildir. Talut adlı komutan israiloğullarına gökten zembille inmiş bir insan olmayıp içlerinden yetişmiş bir kişi olması zulme karşı koyamak gerekli olan fertlerin toplum içinde yetiştirilmeleri gerektiği unutulmamalıdır, bizlerde gökten zembille inecek olan İsa veya mehdi türü kişileri bekleyerek kadro oluşturmaksızın kafiri alt edebileceğimizi sanıyorsak aldanıyoruz. Bizlerde müslümanlar olarak zulme ve fesada engel olamk için gerekli olan kadroyu yetiştirerek önderler çıkarmak zorundayız.

Allahın ayetlerinin bize hak yani doğru olarak okunduğunun beyan edilmesinden anlamamız gereken şudur , bu anlatımlardaki gerçekliğin bizler tarafından da görülerek israiloğuları misalinde olduğu gibi , uğradığımız zulmü bertaraf etmemiz için okumamız gereken yani hayata aktarmamız gereken şekil böyle olmalıdırki israiloğulları örneğinde olduğu gibi hak yerini bulsun. 

Alak suresinin ilk ayeti olan "ikra" (oku) emri sadece yazılı bir metini eline alıp okumayı ifade etmez. Hayatın gerçeklerini okumak şeklinde bir anlama sahip olan ayeti maalesef rivayetlere bakacak olursak " ben okuma bilmem" şeklinde bir karşılık verdiğini söyleyerek okumayı sadece yazılı bir metinden okumak şeklinde anlayan müslümanlar hayatın gerçeklerini okuyamamış bu okumayı başkaları yaparak bugünkü ileri seviyeye yükselmişlerdir.

Allahın ayetleri sadece dünya şampiyonu hafızların sesinden dinleyerek manasını anlamadan hayat içinde yeri olduğu bile akla gelmeden gözlerimiz yaşlarla dolarak dinlememiz gereken kuran ayetleri değildir , Allahın ayetleri yedi deniz mürekkeb olsa bir o kadar daha katılsa mürekkebin yetmeyeceği kadar çok olup bunları doğru okumak ve hayata aktarmak bizlerin görevidir. Bu görevi kafir olanlar sadece kevni ayetler bazında okudukları için bu ayetler gereği hak ettiği şeyleri zulum olarak kullanmakta olup bizlerin bu zulme dur diyebilecek  bir hareketimiz maalesef yoktur. 

Kur'an bizlere hayatın dinamiklerini sunan ve bu dinamiklerin geçmiş örneklerini bize anlatarak gerçek olduğunu beyan eden bir kitap olup bu gerçekliklere sadece mushaf bazında iman etmek yeterli değildir. Allahın kainata koymuş olduğu kurallar çerçevesinde hareket ederek bu ayetleri okuyan kafirler, elçiler vasıtası ile gelen kitaptaki hatırlatmaları göz ardı ettikleri için dünya hayatındaki kazanımlarını insanlara zulum ve arz üzerinde fesad olarak uygularayak ebedi azaba hak kazanmaktadırlar. Eğer Allahın ayetlerini bir bütün içinde okuyup dünya hayatı içindeki kazanımlarını insanlara faydalı olmak şeklinde uygulasalardı dünya ve ahirette mutluluğa ulaşırlardı.

Sonuç olarak, Talut kıssası  israiloğulları örneğinde zulme uğrayan bir topluluğun içinde bulundukları durumdan kurtulmak için gerekli olan liyakatli bir komutan yetiştirerek onun komutası altında savaşarak içinde bulundukları durumdan kurtulmalarının Allah cc tarafından konulmuş bir sünnet olduğu gerçeğini canlı olarak anlatan bir kıssadır. İsrailoğulları prototip bir kavim olarak insanlık tarihi içinde onların başından geçen olaylar üzerinden verilen mesajlar bizler için birer ibret vesikası olarak okunması gerekmektedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Mayıs 2014 Pazar

Zülkarneyn Kıssası Bize Ne Anlatıyor?

Zülkarneyn kıssası kehf suresi içinde anlatılan bir kıssa olup, kıssanın yaşanma yeri ve zamanından öte kıssada anlatılan şahsiyet üzerinden verilmek istenen mesajı anlama çabası içinde yazılmaya çalışılmış bir yazı olarak okunması gerekmektedir. Tefsir kitaplarında zülkarneyn isminin anlamı veya kimliği üzerinde bilgiler mevcut olup yazının hacmini genişletmemek amacı ile bu tür bilgilere girmemeyi tercih ettik, ihtiyaç hissedenler tefsirlere göz atabilirler. Kıssa kehf suresinin 83-99. ayetleri arasında anlatılmakta olup kur'anın teşbihi yani benzeterek anlatım özelliği bu kıssada da göze çarpmaktadır. Zülkarneyn kıssasının ,  kendisine imkan verilenlerin bu imkanı nasıl kullanması gerektiğinin mesajlarını veren bir kıssa olarak okunduğu zaman daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz.

Ve yes’elûneke an zil karneyn(karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ(zikren).
[018.083]  Bir de sana Zulkarneyn'den soruyorlar. Dedi: «Size ondan bir hatıra okuyacağım.»

83. ayetten anlaşıldığına göre Muhammed as a onunla ilgili bir bilgisi olup olmadığı sorulmaktadır, yine anlaşıldığı üzere soran muhataplar sordukları kişi hakkında bilgi sahibidirler'ki bir ihtimal Muhammed as ı sınamaktadırlar , veya bilgi sahibi olduklarını sandıkları Zülkarneyn hakkında bildikleri yanlış olup doğrusunu Allah cc bizlere öğretmektedir. 

İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).
[018.084]  Biz O'nu yeryüzünde imkan ve ona her şeyden bir sebep verdik.

Sebeb kelimesi; "kendisi ile amaca ulaşılan şey" anlamında olup , Zülkarneyn'e arzda sebeb verilerek imkan sağlanması onun melik hükümdarlardan olduğunu göstermektedir. Kur'an'da Yusuf, Davud ve Süleyman as lar üzerinden verilen kıssa örneklerinde onlarında melik hükümdarlar oldukları görülmektedir, onlar üzerinden kur'an yeryüzünde elinde imkan olanların nasıl davranmaları gerektiği hakkında mesajlar vermektedir. Kıssanın ilerleyen ayetlerinde sebeb verilerek imkanları elinde tutan Zülkarneyn'in bu gücü nasıl kullandığını göreceğiz.

[012.056]  Ve işte bu suretle Yusuf'u o arzda imkan verdik (mekkenna) , neresinde isterse makam tutuyordu, biz rahmetimizi dilediğimize nasıb ederiz, ve muhsinlerin ecrini zayi' etmeyiz
[027.015]  And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi «Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun» dediler.

[022.041] Onlar ki, yer yüzünde kendilerini yerleştirir iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir.

Hacc s. 41. ayeti arz üzerinde kendilerine imkan verilenlerin nasıl davranması gerektiğini özetleyen bir olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an verdiği örneklerle bu imkanları yerinde kullanmayan firavun örneğini veya yerinde kullanan Zülkarneyn, Yusuf, Davud ve Süleyman as ları bizlere örneklik olarak vermektedir.

Fe etbea sebebâ(sebeben).
[018.085] kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Sebebe tabi olması demek, Allah cc nin rızasına uygun iş yapmak amacı ile yola çıkması ve bu yolda kullanacağı her türlü şey anlamında olup , para , mal , mülk , ordu vs herşeyi sebeb kılarak rızaya erişmek için yola çıkmasıdır.

Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmâ(kavmen), kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).
[018.086]  En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman; onu kara bir suda batıyor buldu. Orada bir kavme rastladı. Zülkarneyn, onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik.

Zülkarneyn'in imkanlarını seferber ederek yola çıkması ile başlayan yolculuğu, ayette " aynin hamietin" şeklinde ifade edilen coğrafi bir yere varır ve orada bir kavim yaşamaktadır. "onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik." cümlesinin nasıllığı üzerinde biraz durmak gerekirse şunları söyleyebiliriz; Zülkarneyn'e bu söz bir vahiy elçisi aracılığı ile söylenmiş bir söz değil , Allah cc nin arz üzerinde mülk vererek insanlar üzerinde yetki sahibi olanların ellerindeki yetkiyi ifade eden bir sözdür. Allah cc kullarından herhangi birisinin yönetim makamına çıkarır ve bu kişi elindeki  yetkiyi iki türlü kullanır 1- adil hükümdar 2- zalim hükümdar olarak yani yetkinin ellerinde olduğunu ifade için kullanılmış bir cümle olup , Zülkarneyn'de istediği gibi bu yetkiyi kullanmakta serbest idi 1- adil hükümdar olarak 2- zalim hükümdar olarak tabiki bu iki şekil yönetim sergileyenlerin karşılıkları ahirette Allah cc tarafından verilecektir.

Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yureddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ(nukren).
[018.087]  (Zülkarneyn şöyle) dedi: «Kim zulmederse, Biz onu cezalandırırız, sonra da Rabbinin huzuruna götürülür. O da ona benzeri görülmedik bir ceza uygular.

Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ(yusren).
[018.088]  Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan da kolay olanını söyleyeceğiz.»

87 ve 88. ayetler, elinde güç olan Zülkarneyn'in bu gücü nasıl kullandığını haber veren ayetlerdir. İyilik etme ve azab etmesinin şartları olarak, zalimi cezalandırması , iman eden ve salih amelde bulunanlara ise iyilik yapacağını söylemektedir. Böyle bir gücü elinde bulunduran firavun örneğini hatırlayacak olursak , firavun azab etme şartı olarak bir kişinin iman eden ve salih amelde bulunması (Musa as a iman eden sihirbazları örneği) iyilik etme şartı olarak kendisini ilah ve rab olarak kabul etme şartı getirdiğini görürüz.

88. ayetteki " ve emma men amene ve amila salihan" (kim iman eder salih amelde bulunursa) şeklindeki cümle bir teşbih barındırmakta olup , Allah cc nin kendisini kur'an genelinde bir hükümdar teşbihi içinde anlattığı ayetler ile bir bağ kurarak, Zülkarneyn örneği üzerinden bir hükümdarın emirlerine tabi olup ona isyan etmeyenlerin o hükümdar tarafından herhangi bir azaba uğratılmayacağı benzetmesi üzerinden , kendi hükümdarlığını kabul edip ona isyan etmeyenlere "işinden kolay olanı buyuracağını" söylemektedir.

[002.062]Şüphesiz iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden de Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
[005.069] Doğrusu; iman edenler, yahudi olanlar, sabiiler ve hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inananlara, salih amel işleyenlere; hiç korku yoktur. Ve onlar, üzülecek de değildir.
[020.082]  Muhakkak ki ben; tevbe edeni, inanarak salih amel işleyeni sonra da doğru yola gireni elbette bağışlayanım.
[025.070]  Ancak tövbe eden ve imân eden ve sâlih amel ile amelde bulunan müstesna. Artık Allah onların günahlarını sevaplara tebdîl eder ve Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyici bulunmaktadır.
[092.006-11] Ve en güzel olanı tasdik etti ise.  ona en kolay olan için kolaylık veririz.Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.
[087.008] Seni en kolay yola muvaffak kılacağız.

Hükümdarların hükümdarı olan Allah cc kendisine iman edip salih amelede bulunanlara vereceği karşılığı yukarda örneklerini verdiğimiz bir çok ayettte haber vermektedir.

Summe etbea sebebâ(sebeben).
[018.089] sonra yine kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ(sitren).
[018.090]  Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.

Yola devam eden Zülkarneyn'i ,86. ayette güneşin battığı yer olarak tavsif edilen yerin aksine bu sefer güneşin doğduğu yer olarak tavsif edilen bir yerde buluyoruz, doğu ve batı kelimeleri ile anlatılmak istenen şey Zülkarneyn'in hükümranlık alanının genişliğini ifade etmek için kullanılmış olduğu düşünülebilir. Allah cc kendisi hükümranlığını anlatmak için bu gibi ifadeleri kullandığını görmekteyiz " doğunun ve batının" veya " iki doğunun ve batının" veya "doğuların ve batıların" rabbidir şeklindeki ayetler onun mülkünün genişliğini ifade etmek için kullanılanmaktadır. Zülkarneyn bu sefer vardığı yerin coğrafi konum olarak ağaç ve dağlardan yoksun dümdüz bir yer olduğu anlaşılmaktadır.

Kezâlik(kezâlike), ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubren).
[018.091]  İşte böylece. Ve şüphe yok ki, onun yanında neler olduğunu Biz  ihata etmişizdir.
Allah cc nin Zülkarneyn'in yanında olanı ihata etmesi demek onun bütün kullarının yaptığından haberdar olması olarak anlayabiliriz. Zülkarneyn'in hükümdar olması demek onun üzerinde bir merciin olmaması demek olduğu, kişi her ne kadar mülk ve güç sahibi olsa dahi onun yaptıklarını gören ve bilen birisinin olduğu ve bu yaptıklarının hesabını verecek bir ilah olduğu hatırlatılmaktadır. Yönetim ve güç elinde olanlara yaptıklarını her an için gören birisinin olduğu haber verilerek şımarmamaları ve müstekbirleşmemeleri mesajı verilmektedir.Allah cc nin kullarını ihata etmesi ile ilgili bir kaç ayet örneği vererek onun kullarının yaptığından haberdar olduğu ile ilgili ayetleri hatırlayalım. 

 [065.012]  Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır, Allah'ın herşeye Kadir olduğunu ve Allah'ın ilminin herşeyi ihata ettiğini bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur.
[003.120]  Eğer size bir iyilik dokunacak olsa bu onları üzer. Eğer başınıza bir kötülük gelse bu yüzden sevinirler. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez. Hiç şüphesiz Allah'ın bilgisi onların yaptıklarını kuşatmıştır.
[041.054]  İyi bil ki onlar, Rabb'ine kavuşmaktan kuşku içindedirler. İyi bil ki O, herşeyi kuşatmıştır.

Allah cc nin Zülkarneyn'in yanında olanı haber bakımından kuşatmasını onun bir çok ayette geçen "habir" ismi ile bağını kurup aynı kelimenin kehf suresi içinde geçen Musa ve salih kul kıssası 68. ayet içinde geçmesi ile bir paralellik arz ettiğini düşünmekteyiz şöyle ki; Musa karşılaştığı kişiye yanındaki bilgiden öğrenmek için ona tabi olmak istediğini söylediği zaman o kişi ona , "Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubren). " («Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?») şeklinde bir karşılık verdiğini görmekteyiz. Bu iki ayeti birbiri ile bağlayıp düşünecek olursak , haber bakımında ihata edebilmek insanı aşan bir olaydır ve bu şekil bir kapsama sadece Allah cc ye ait bir durumdur.

Summe etbea sebebâ(sebeben).
[018.092] sonra yine kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen).
[018.093] Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
Zülkarneyn'in kıssada anlatılan üçüncü durağı coğrafi konum itibarı ile "iki dağ arası" olarak anlatılan bir yerdir. Burada rastladığı kavim için kullanılan ifade " la yekadune fefkahune kavlen" şeklinde olup, tercümelere "neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim olarak" şeklinde geçmiştir. Bu kavm'in özelliği olarak, dilinin yabancı olması gibi bir yorum yapılmış olmasına rağmen bu cümleyi " daha önce herhangi bir tebliğ ulaşıp kavl'e yani Allah cc nin vahyine muhatap olmayan bir topluluk" şeklinde yorumlayabiliriz Allahu alem. 

Zülkarneyn'in kıssada anlatılan yerler itibari ile, 1- bataklık 2- çöl 3- dağlık bir bölgeye gittiğini görmekteyiz, bu yerlerin farklı coğrafi bölgeler olması Zülkarneyn'in imkanlarının genişliği ve hareket alanının genişliği açısından verilen bir bilgi olarak görülebilir. Mülk ve saltanatın çok geniş bir alana yayılmış olan Zülkarneyn bu imkanı hayır yolunda insanlara harcadığını son uğradığı kavme yaptığı sedden anlamaktayız. 

Nisa s. 78. ayetinde bu cümlenin mesani si  bulunmakta olup oradaki kullanım ile aradaki bağlantıyı kurmak mümkündür.

Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin). Ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min indike. Kul kullun min indillâh(indillâhi). Fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).
004.078  Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bu kavme ne oluyor ki, sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Ayetin " Bu kavme ne oluyor ki, sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" şeklindeki cümlenin muhatapları kendilerine "hadis" yani "ahsenel hadis" olarak diğer ayetlerde karşılığını gördüğümüz vahiy ulaştığı halde vahyi kabule yanaşmayanlardır.Zülkarneyn'in muhatap olduğu sözü anlamayan kavim ise ,daha kendilerine söz yani vahiy ulaşmamış kimseler olması şeklinde bir yaklaşım bizce daha makul görülmektedir.

Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
[018.094]  Dediler ki: «Ey Zülkarneyn! Şüphe yok ki, Yecüc ile Mecüc, yerde fesat çıkarıp duran kimselerdir. Bizimle onların arasına bir sed yapmaklığın için sana bir bedel versek olur mu?»

Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum redmâ(redmen).
[018.095] Dedi ki: «Rabbimin bana verdiği imkân, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım.»

Zülkarneyn'in geldiği bu yerde bulduğu kavm'in, ondan ye'cüc ve me'cüc 'ün fesadına karşı aralarına bir engel yapmasını istediklerini  görüyoruz. Ye'cüc ve me'cüc ismini kıyamet alametleri ile ilgili rivayetlerde sıkça duymakta olup onların kıyamete yakın çıkacak ve yeryüzünü fesada boğacak olan iki kavim olarak kitaplarda yerini aldığını görmekteyiz. Bunlar hakkında bilgi  birde enbiya suresinde verilmekte olup yaptıkları icraat itibarı ile değerlendirecek olursak yeryüzünün herhangi bir zaman ve mekan biriminde olan fesadçılara verilen bir isim olarak anlamak mümkündür. Bunların kimler olduğundan ziyade yaptıkları işler açısından baktığımızda fesadın kıyamete kadar sürecek olan bir durum olduğu göz önüne alınacak olursa dün , bugün ve yarın yeryüzünün fesada boğan insanlara zulmeden her kişi , kurum, ideoloji vs nin bu isim altında değerlendirilmesi mümkündür.  

Kur'anın elçilerin vazifeleri ile ilgili ayetlere baktığımızda elçilerin hiçbir ücret istemeden muhatapların küfür ile aralarına bir sed çekme şeklinde bir çaba içinde olduklarını görürüz. O kavm in Zülkarneyn den isteği de fesadçı kavim ile aralarına bir sed çekmesi olduğu görülmektedir. Kavim ona yapacağı bu iş için bir ücret teklif eder, ancak o bu işi ücret karşılığı değil diğer elçiler gibi Allah rızası için yapacağını söyler. 

Zülkarneyn'in sed yapmak için koyduğu şart kavm'in ona kuvvet ile yardım etmesidir, buradan anlaşılıyorki yeryüzünde fesada sed çekmek için tek bir kişinin gücü yeterli olmayıp birlik ve beraberlik halinde tek vucüd karşı koymaktır. 

 Atûnî zuberel hadîd(hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtren).
[018.096]  «Bana demir kütleleri getirin,» iki dağın arası eşit düzeye gelince, «Körükleyin» dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: «Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.»

Ayette yönetici, insan kuvveti , demir ve bakır olarak 4 unsur gözümüze çarpmaktadır. Zülkarneyn yönetiminde ona yardım eden insanlar demir ve bakır ile ye'cüc ve me'cüc fesadını önlemek için sed yapmaktadırlar. Bu şekil bir yapım evrensel bir örneklik teşkil etmektedir, yeryüzünü fesada boğanlara karşı adil ve güçlü bir hükümdar yönetiminde ona yardım eden insanlar güç sembolu olan metal'den yapılmış araçlarla onlara karşı koymalıdırlar'ki fesatçılar fırsat bulmasın yeryüzünde hak hakim olsun, ama gelgelelim maalesef durum bunun tersi olmakta yeryüzünde fesad istemeyenler içlerinden güçlü bir yönetici çıkarmakta aciz kalınca birleşmeleri mümkün olmamakta ve fesadçıların zulmü altında inlemektedirler. 

Halbuki Allah cc demir ve bakır'ı yani güç sembolu olan metali yeryüzünde mülk verdiği iki kuluna davud ve süleyman'ın emrine verdiğini  beyan etmesine rağmen zaman içinde bu güç mü'minlerin basiretsizliği sayesinde zalimlerin elinde bir güç olmuştur. 

 [034.012]  Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.
[034.010]  Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık.
[021.080]  Ve sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, '(madeni) giyim-sanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz? 


Davud ve Süleyman as a böyle bir üstünlük verilmesi bunların daha önce bilinmeyip ilk defa onlar tarafından yapılmış icadlar olmayıp bu madenleri kullanarak hakimiyet sağladıklarının anlaşılması gerekir . Allah cc sünneti gereği çalışmayıp yatan kimseye gökten demir indirmediği gibi bunları kullanmasını bilen kim olursa olsun müslüman olmasalar dahi, bugün dünya yüzünde çok acı örneklerini gördüğümüz üzere gücü onların emrine müsahhar kılacaktır. 

  [057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.

Hadid s. 25. çok açık bir biçimde yeryüzünde adaletin tesisi için kitap-mizan-demir üçlüsünün birlikte hareket etmesi şeklinde bir sünnet koyduğunu ancak kitap ve mizan'dan beri olarak kullanılan demir'in fesadçıların elinde nasıl bir güce dönüştüğüne şahid olmaktayız.
 

Zülkarneyn kıssası bu üç unsurun yani kitab-mizan ve demir'in adaletli ve hakkı gözeten insanlar elinde nasıl bir netice doğuracağını anlatan bir kıssa olup, bu şekil bir güçle yapılan seddin yani fesada engel olmanın ne zaman kadar dayanacağı 97 ve 98. ayette anlatılmaktadır.

Femestâû en yazherûhu ve mestetâû lehu nakbâ(nakben).
[018.097]  Artık ne onun üstüne çıkmaya kâdir oldular ve ne de onun için delik açmaya güçleri yetti.

Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâ’(dekkâe), ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).
[018.098] Dedi ki: «Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi geldiği vakit ise onu dümdüz etmiş olacaktır. Ve Rabbimin vaadi bir hak olmuştur.»


Adil bir yöneticinin emrinde olan insanların güç sembolu olan metali kullanarak fesadçılara karşı yaptıkları sed Allah cc nin sünneti gereği kıyamete kadar ayakta kalacaktır. Tefsirlere baktığımız zaman , "kıssa içinde dönüp dolaşmak" dediğimiz metod yine bu kıssada iş başında görülmekte ve bu seddin nerede olduğu konusunda yorumlar üretilmektedir. Seddin nerede olduğu önemli olmayıp sed yapımı ile verilmek istenen mesajın ne olduğu konusunda fikir yürütülmesi gerekirken maalesef mesaj ıskalanmış ve gereksiz bilgiler tefsirleri doldurmuştur. 

98. ayette "bu rabbimin rahmetidir" şeklindeki ifade Zülkarneyn'in bu işi rabbinin adı ile yaptığı ve işinde onu unutmadığı görülmekte , başarıyı kendine mal etmemektedir. Vaad edilen güne kadar zalimlere karşı gerekleri yerine getirilerek yapılan sedleri hiçbir zalim kavmin aşmaya gücünün yetmeyceği rabbimizin bize vaadidir , VAADİNE SADIK OLAN ONDAN BAŞKA KİMDİR?.

Ve teraknâ ba’dahum yevmeizin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fis sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).
[018.099] Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sura üflenince hepsini bir araya toplarız.

Fesadçıların bu fesadlarını kıyamete kadar devam ettireceklerini bildiren 99. ayet ve sonrası fesadçıların yaptıklarının hesaplarını vermeleri ile ilgili ayetler ile devam etmekte ancak yazının hacmini büyültmemek için kıssa ile ilgili ayetleri burada bitirmek istiyoruz. 


Sonuç olarak; Zülkarneyn kıssası diğer kur'an kıssaları gibi mesajı ne olduğu sorusu sorularak okunmuş bir kıssa olmayıp yaşandığı zaman ve mekana hapsedilmiş kıssalardan olarak tefsir kitaplarında yerini almıştır. Kur'an kıssalarının mesaj içerikli olarak okunduğu zaman bu kıssa bir çok mesaj taşımakta olup yazıyı yazanın anlamaktan aciz kaldığı mesajlarında olabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır, yazıyı yazan kişi anladıklarını yazmakta olup anlayış eksikliği her zaman mümkündür. Zülkarneyn kıssası bizlere, yeryüzünde mülk ve hükümranlık verilen bir kişinin bu gücü nasıl kullanması gerektiği mesajını veren bir kıssa olup , ye'cüc ve me'cüc ismi ile ifade edilen evrensel müstekbirlerin nasıl alt edileceğini yaşanmış örneklik olarak bizlere göstermektedir. Böyle bir insanın yönetiminde güç ve kuvvet sembolu olan metali kullanarak fesadı önlemeye çalışanlar Allah cc nin vaadi olarak kıyamete kadar başarılı olacaklardır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

16 Mayıs 2014 Cuma

Bahçe Sahibi Kıssası (Kehf s. Örneği)

Kur'an kıssa yollu anlatım ile mesajını muhataplarının anlamasını kolaylaştırmayı hedeflemektedir. Kıssalar aynı zamanda vahyin evrensel mesajının kabulu ve reddi noktasında yaşanmışlıkların bir örneği olarak sonrakilere bir mesaj vermektedir. Bahçe sahipleri adı altında kehf ve kalem surelerinde anlatılan iki kıssanın ortak özellikleri mülk sahibi olanların bu mülkleri kendilerine bahşeden rablerini unutup hevaları doğrultusunda bu bahçelerin nimetlerini kullanmak noktasında olup bahçelerinin akıbetleri ile dünyada ahireti düşünmeden çalışıp çabalayanların sonlarının nasıl olacağının canlı bir göstergesidir.  

Bahçe sahipleri kıssası, tarihin belli bir zamanı veya mekanı içinde yaşanmış bir kıssadan daha ziyade, her an yaşanan bir kıssa olması itibari ile dikkat çekicidir. İlk insandan kıyamete kadar varlık sahiplerinin ,bu varlıklarını infak etme konusundaki cimrilikleri veya onları bu serveti vereni inkar etmeleri sürmekte ve sürecek olup bu kıssa her an yaşanmaktadır. Yazımızın konusu kehf suresinde anlatılan bu kıssanın ayetleri ile ilgili olacağı için kalem suresindeki  bahçe sahiplerini başka bir yazımızda konu etmeye çalışacağız.  

[018.032]  Onlara iki adamı misal olarak göster: Birine iki üzüm cenneti verip, etrafını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.
[018.033]  Her iki bahçe de ürünlerini vermişlerdi, hiçbir şeyi de eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.
[018.034] Başka geliri de vardı; bu yüzden bu adam arkadaşıyla konuşurken: «Ben senden malca daha zengin, taraftarca daha güçlüyüm.» dedi.

Kıssa iki adam'ın misali ile başlamakta olup birisinin, nuzül dönemi muhatabının hayal edebileceği  en donanımlı bir bahçeye sahip kılındığı anlatılmaktadır. Bu kişi sahip olduğu ile övünüp karşısındaki kişiyi aşağılamaktadır. Bu insan tipi her devirde mevcut olup bu mal ile kendisini kaf dağında belleyip kendinden aşağıdakileri hor ve hakir görmektedirler (karun örneği). Mekkede nazil olan surelere baktığımızda mal ve evlat sahibi olanların bu servetlerini yanlış yolda kullanmaları çokça konu edilmektedir. Servet sahibi olan muhatapların bu servetlerini yanlış yolda kullanmaları kendilerinden önce servet sahiplerinin başlarına gelenler hatırlatılarak bir nevi ayaklarını denk almaları tembihlenmektedir.  

Kıssada anahtar kelime olarak okuyacağımız kelime "cennet" tir. Adem kıssasını hatırlayacak olursak , Allah cc Adem'i yarattıktan sonra onuda cennete yerleştirmiş ve ona bir takım nehiyler getirmiştir. Adem bu nehyi çiğnediği için cennet'ten çıkarılmış olup cennet motifi üzerinden aynı şekil bir anlatım buradada karşımıza çıkmaktadır. Allah bir adama servet vererek Adem gibi cennete yerleştirmekte fakat o cennetin daim olması için ona bir takım yükümlülükler getirmektedir , fakat bir çok insan bu cennetin kıymetini bilmemekte ve Adem gibi cennetten çıkarılmaktadır.

[018.035]  Daha sonra Cennet'ine girdi ve kendisine zulmederek: «Bunun hiç yok olacağını sanmam.» dedi.
[018.036]  kıyametin kopacağını da zannetmem. Bununla beraber şayet Rabbime döndürülürsem, mutlaka bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.» dedi.

Mal ve evlat sahibi olan kişi bu servet ve gücüne güvenerek bahçesine girer ve bu kişi müşrik ve ahireti inkar etmektedir. Ahireti inkar etme özelliği mekkeli muhataplarında bir özelliği olup kıssada anlatılan kişi ile aynı  özellikleri taşımaktadırlar. Bu özellikler, yani mal ve evlat ile övünüp ahiret yokmuş gibi yaşamak evrensel müstekbirlerdede mevcuttur.

[018.037] Arkadaşı ona, onunla muhâverede bulunarak dedi ki: «Seni topraktan, sonra bir nutfeden yaratan, sonra da seni bir erkek olarak tesviye edeni inkar eder mi oldun?»
[018.038]  «Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.»
[018.039]  Cennetine girdiğin zaman her ne kadar mal ve nüfuz bakımından beni kendinden daha az buluyorsan da; maşaallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur, demen lazım değil miydi?
[018.040]  «Belki Rabbim senin cennetinden  daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir.»
[018.041]  Yahûd suyu çekiliverir de bir daha onu aramakla bulunamazsın

Kıssa aslında sadece bahçe sahibi kıssası değildir, "iki adamı misal ver" denilerek başlayan kıssada diğer adamın rolü tebliğci bir mü'min olarak yukardaki ayetlerde görülmektedir. İnsanlık tarihi boyunca , Allah cc nin gönderdiği tüm elçiler ve o elçilere iman eden mü'minler rablerine karşı gelenlere bu karşı gelmenin akıbetini anlatmışlar ve anlatmaya devam edeceklerdir. Dikkatimizi çeken bir tarafın şu olması gerektiğini düşünmekteyiz ; kıssadaki iki arkadaşın biri mü'min diğeri ise müşriktir, bu iki arkadaştan mü'min olanı diğeri ile olan hukukunu tamamen kesmemiş , müşrik arkadaşına gerekli olan tebliği yapmaktadır, olayın bu tarafı bile bizler açısından bir örneklik teşkil etmesi gerekmektedir,bizler mü'min olma vasfının gereği olarak hakkı ve sabrı her kişiye her ortamda doğru bir dil ile tebliğ etmeliyizki karşımızdakinin akletmesini sağlayabilelim eğer o kişiye yanlış bir uslup ile yaklaşıp tekfirci bir mantık ile onun uzaklaşmasını sağlayacak olursak bu bizim için bir vebal olacaktır.  

 [018.042]  Ve meyvesini (servetini) helâk kapladı. Artık ona sarfettiği şeylerden dolayı iki avucunu ovuşturmaya başladı. O (bağ) ise çardakları üzerine çökmüş idi ve diyordu ki: «Ne olurdu ben Rabbime bir ferdi şerik koşmamış olsaydım!» 
 [018.043]  Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi.

Bahçe sahibinin serveti , kendisini inkar ettiği rabbi tarafından helak edilmiş ve bu helak sonucunda bahçe sahibi pişmanlığını dile getirmektedir. Bu olayı mesaj içerikli olarak okuyacak olursak şöyle bir mesaj okuyabiliriz; Allah cc bir çok ayetinde dünya hayatının geçici bir yer olduğu asıl olanın ahiret yurdu olduğunu bizlere hatırlatmaktadır. Dünya hayatını bir tarla olarak düşünecek olursak, kişi ahireti düşünmeden bu tarlayı sadece geçici dünya heveslerini tatmin etmek amacı ile ekip sürer ve bu tarlanın ürünü ahirette bahçe sahibi örneğinde olduğu gibi ürüne ihtiyacı olduğu bir zamanda helak edilme şeklinde karşılığını görür. 43. ayetin mesajı çok çarpıcıdır, kişi Allaha karşı koymak için yine kişiye onun verdiği mal ve evlatları koz olarak kullanmasına rağmen bunlar kişiye hiçbir fayda sağlamamıştır. 

[018.044] İşte burda (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır.
[018.045]  Onlara, dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
[018.046] Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak yararlı işler, sevab olarak da, amel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır.

Son üç ayet , kıssanın tefsiri olarak anlaşılabilecek ayetlerdir. Kişiye herhangi bir sıkıntı geldiği zaman yardım mercii ona şirk koşulan mal ve evlatlar olmayıp, bir ve yegane rab olan Allah cc nin dir. Dünya hayatında kişilerin sahip oldukları onun süsü olarak anlatılıp esas olanın ahiret yurdu olduğu yine bir çok ayette hatırlatılmaktadır.

Sonuç olarak; kur'anın kıssa yollu anlatım metodu içinde anlatılan servet ve evlat sahiplerinin bu servetlerinin kendilerini Allah cc den emin kılmadığı her zaman her yerde gücün onun elinde olduğu bizlere hatırlatılmaktadır. Kulların kendilerine verilen bu serveti doğru olarak kullanmaları gerektiği eğer bunun tersi bir icraatta bulunacak olurlarsa , Allaha karşı güvendiklerinin ne hale geleceği canlı bir örnek olarak gösterilmektedir. Kişilere verilen servet ve evlatların kişiyi bunları verene daha çok yaklaştırması gerekirken onu verene karşı efelenmesi onun helakını getireceği çok açık olarak anlatılmakta olup bu durum karun örneğindede gözler önüne serilmektedir.


                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Mart 2014 Cumartesi

Salih a.s Kıssası ve Kavminin Deve İle İmtihanı

Salih as Allah cc nin insanlar içinden seçmiş olduğu elçilerden olup kıssası kur'anın bir kaç suresinde bizlere anlatılmaktadır. Salih as ın kavmine imtihan için gönderilmiş olan dişi deve üzerinden verilmek istenen mesaj ve o mesajın bizler için ne ifade ettiğini anlamaya çalışacağımız bu yazımızda, önce kıssanın kur'anda geçen ayet meallerini vermek istiyoruz. 

Araf s. 73-79. ayetlerinde anlatılan kıssanın meali şöyledir. 

73 - Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i : "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir ayettir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin , sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."
74 - Düşünün ki  Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
75 - Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): ", doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
76 - Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
77 - Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.
78 - Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
79 - Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz." 

Kıssanın araf suresinde anlatılan ayetlerine baktığımızda semud kavminin öne çıkan özelliğinin diğer kavimlerde görüldüğü gibi şirk olduğudur.
[006.123]  Böylece, her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları yaptık ki, orada hileler çevirsinler. Halbuki bunlar, kötülüğü başkasına değil kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar.
[017.016]  Bir memleketi helâk etmek murad ettiğimiz vakıt ise oranın mütrefine (itaat) emrederiz, onlar itaat etmez de orada fısk yaparlar, bunun üzerine o memleket aleyhine huküm, hakkolur artık onu tedmir eder de ederiz.

Enam s 123. ayeti ve isra s. 16. ayetinde buyurulduğu üzere "müşriklerin sünneti" olarak tabir edebileceğimiz yoldan Salih as ın kavmininde geçtiği görülecektir.

Helak edilen kavimlere baktığımız zaman gelen elçilere ilk çıkanların o beldenin "mütref" ve "müstekbir" olarak tabir edilen önde gelenleri olduğu görülür. Salih as a karşı çıkanlarda semud kavminin müstekbirleri olmuştur. Müstekbirler ellerinde tuttukları servet ve güç ile , müstaz'af olarak tabir edilen kavmin servet ve güç bakımından geride olanları üzerinde kurdukları tahakkümle onların ne yapacaklarına karar verecek konumda olduklarını iddia etmekte olup bunlara rağmen gelen elçiye iman eden muvahhidler bu müstekbirlere rağmen iman etmektedirler.    

Salih as'ın kıssasında semud'a imtihan için ayet olarak bir dişi deve gönderilmiştir. Tefsirlere baktığımız zaman bu devenin kayadan çıktığı ve israiliyyat kabilinden hikayelerin sayfalarca yer aldığı deve üzerinden verilmek istenen mesajın ne olduğu şeklinde herhangi bir düşünde serd edilmediği görülür. Kıssanın diğer surelerinde deve ile ilgili olarak bize dönük mesajları hakkında düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Muhammed as ın mekkeli müşrik muhatapları'da ondan aynı şekilde "görülebilir ayet" istemiş olup Salih as ın kavmine gönderilen görülebir (mubsireten) ayet ve sonra onun kavminin o ayete yapmış olduğu muamele sonrası kavminin başına gelenler ile mekkelilerin ayet istemelerinin red edilmesi gerekçesi olarak gösterilmiştir. isra s. 59. ayetinde bu durum şöyle anlatılır. "O istenilen âyetler le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz"

 Salih as'ın hud s. 61-68. ayet mealleri arasında anlatılan kıssası şöyledir. 

 61. Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i . Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.
62. Dediler ki: Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin,  babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.
63. (Sâlih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet  vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan  kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız.
64. Ey kavmim! İşte size ayet olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin . Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.
65. Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!" Bu söz, yalanlanamayan bir tehdit idi.
66. Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir,  galip gelendir.
67. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
68. Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi uzak kılındı.

Hud suresinde anlatılan bölümde , Semud'un müstekbirleri klasik müşrik söylemi olan "atalar dini" söylemini öne çıkararak kendi haklılıklarına, babalarının'da müşrik oldukları gerekçesini göstermektedirler. Dikkat edileceği üzere gerekçeleri"biz atalarımızı böyle bulduk" olup gelen vahyi red etmelerinin sebeblerinden biridir. Bu söylem aynı şekilde Muhammed as ın mekkeli muhatapları tarafından'da dile getirilmiştir.

Şuara s.141-159. ayetler meali şöyledir.

 141. Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.
142. Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
143. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
144. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
145. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
146. Siz burada, güven içinde bırakılacak mısınız ?
147. "Böyle bahçelerde, çeşme başlarında ?"
148. "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında?"
149.  dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz .
150. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
151. "O aşırıların emrine uymayın."
152. "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).
153. Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!
154. Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.
155. Salih: İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.
156. Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.
157. Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da oldular.
158. Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
159. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. 
 
 Şuara suresinde anlatılan bölüme baktığımız zaman surede anlatılan kıssalardaki ortak nokta olan "ücret istememe" konusu ön planda olup bu konu Muhammed as ın mekkeli muhataplarına söylediği sözlerdendir. Ücret karşılığı bir iş yapmama kişinin iyi niyetinin bir göstergesi olup bütün elçilerin ortak noktalarından birisini oluşturmaktadır.   

Deve'nin görünür ayet olarak gönderilmesi ve onun imtihan olması , bu suredeki anlatımda öne çıkmaktadır. Semud ahalisi ile deve'nin su içme hakkı belli günler için sınırlandırılmış olup bu şekil bir imtihan bizlere Allah cc nin bizleri tabi tuttuğu deneme konularında bizler tarafından herhangi bir sorgulama yapmadan teslim olmaktan başka şansımız olmadığı mesajını vermektedir. 

Şöyle bir düşünelim, bir köy muhtarı köyün su alma hakkını bir gün kendisine, bir gün bütün köye şeklinde bir taksimde bulunmuş olsa bu muhtarın adı zalim muhtar denilip bütün köyün isyan etmesine sebeb bir durumdur. Ancak Allah cc kullarının imtihan için semud kavmine bir gün, deveye bir gün tayin ettiği zaman bunun adı imtihan olup Allah cc için zalim gibi bir söz söylemek kimsenin haddi olamaz. İşte böyle bir durum semud kavmine gönderilen deve üzerinden örneklendirilerek kulların Allah cc den gelen her şeye boyun eğmek durumunda oldukları isyan etmek şeklindeki tepkilerin karşılığının ne  olabileceği gösterilmektedir.




Neml s. 45-53. ayetleri meali şöyledir.

45. Andolsun ki, "Allah'a kulluk edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
46. Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.
47. Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Sâlih: Size çöken uğursuzluk , Allah katından  dır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi.
48. O şehirde dokuz kişi  vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.
49. Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: "Biz (Sâlih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz" diyelim.
50. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik.
51. Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nice oldu: Onları da; (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) toptan helâk ettik!
52. İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.
53. İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık.

Neml suresinde anlatılan bölüme baktığımız zaman , kavmin birbirleri ile çekişen iki gurup yani mü'min ve müşrik şeklinde ikiye ayrıldığını görmekteyiz. Her elçinin çağrısına az da olsa müstaz'aflar dan olan bir gurup iman etmiş ve bunlar müstekbirler tarafından hor ve hakir görülmüşlerdir. 47. ayette kavminin Salih as a onun ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğratıldıkları şeklinde bir şikayetleri vardır.
"Biz hangi kente (ülkeye) bir elçi gönderdikse, ora halkını, yalvarıp yakarsınlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır."
Araf suresi 94. ayetinde bildirilen bu durum Salih as ın kavmi içinde geçerli olup aynı durum Musa as ın kıssasında firavun kavmi için uygulanmıştır.

Bu surede semud kavminin müstekbir taifesinden olan 9 kişilik bir çeteden bahsedilmektedir. Bunlar kavmin önde gelen müstekbirleri olup kendilerini kavm ile ilgili son sözü söyleyenler  olarak görmek gibi bir durumları olduğu göze çarpmaktadır, Salih as ı öldürüp sonra biz yapmadık diyerek faili meçhul bir cinayet ile onu ortadan kaldırma planları kurmalarına karşın bu planlarının işiten ve gören Allah cc tarafından nasıl başlarına yıkıldığı malumdur.

Zariyat s. 43-45. ayet mealleri şöyledir. 

43 - Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
44 - Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
45 - Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
 
Kamer s. 23-32. ayet mealleri şöyledir. 

 23 - Semûd da o uyarıları yalanladılar.
24 - "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler.
25 - "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler).
26 - Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.
27 - Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.
28 - Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.
29 - Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.
30 - Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.
31 - Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.
32 - Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
 

Şems s. 11-15. ayetleri meali şöyledir.  

11 - Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı,
12 - En azgınları ileri atılınca,
13 - Allah'ın Rasulü (Salih ) onlara: "Allah'ın devesini ve onun su nöbetini gözetin." demişti.
14 - Fakat onlar peygamberi yalanlayıp deveyi kestiler. Rableri de günahlarını başlarına geçiriverdi de orayı dümdüz etti.
15 - Öyle ya, Allah bu işin sonundan korkacak değil ya. 


Sonuç olarak; Salih as Allah cc nin semud kavmine göndermiş olduğu elçilerden olup, helak ile neticelenen bir son ile kur'anda yerini almış bir kavmin elçisidir. Muhammed as ın mekkeli muhatapları bir çok ayette "ona bir ayet indirilmeli değilmiydi" şeklinde isteklerine karşın kur'an, semud kavminin ayet isteği sonucunda onlara gönderilen dişi deve ayetine karşı yaptıkları muamele sonucunda helak edildiklerini hatırlatarak, mekkeli müşrik muhataplara görsel ayet göndermeme gerekçesini semud kavminin sonunu hatırlatarak geri çevirmiştir. Dişi deve ayeti üzerinden verilmek istenen mesajlardan biriside , Allah cc nin kulları için seçmiş olduğu imtihan yolları konusunda kulların onu sorgulamak veya itiraz etmek gibi bir seçenekleri olmadığının , tek seçeneklerinin bu imtihan karşısında boyun eğerek gereğini yapmak olduğu olup red ve isyan şeklinde verilen bir cevabın neticesinin kullara neye mal olacağının canlı bir göstergesi semud kavmi üzerinden gösterilmiştir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Mart 2014 Çarşamba

Musa a.s ve Firavun - Süleyman a.s ve Sebe Kıssası Arasındaki Anlatım Benzerliği

Bu yazımızın konusu, başlıktan anlaşılacağı üzere, Alah cc nin iki elçisi Musa ve Süleyman as kıssalarında anlatılan firavun ve sebe hükümdarı arasındaki anlatım bağlantısı üzerinden verilmek istenen mesajı anlamak üzerine olacaktır. Kur'an kelimeleri arasındaki birbiri ile olan ilişkisi maalesef meallere tam yansıyamadığı için mealden yapılan okumalarda bu bağlantıyı görebilmek güçleşmektedir.

Kur'anın benzeterek anlatma metodunu kullanması bir çok ayette karşımıza çıkarak muhataplarına anlama kolaylığı sağladığı malumdur. Allah cc kendisini bizlere, bu metodla  hükümdar teşbihatını kullanarak anlatmakta olup bu teşbihat, Süleyman as ın hükümdarlığının benzetmesi üzerinden'de anlatılmaktadır. Beşer bir hükümdar olan Süleyman as ın çağrısına boyun eğen sebe melikesi'nin aldığı karşılık ile, firavun'un  Allah cc nin çağrısına boyun eğmemesi sonucunda aldığı karşılık gelecek ayetlerde karşımıza çıkacaktır.

Musa as ın elçi olarak firavun'a gitmesi ile Süleyman as ın elçi olarak hüdhüd'ü sebe hükümdarına göndermesi , firavun ve sebe hükümdarının kendilerine gelen elçilere verdikleri cevap ve akıbetlerinin anlatıldığı ayetleri bir paralellik içinde okuyarak kur'anın teşbihi anlatım güzelliğini anlamaya çalışacağız. 

 İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
 [020.024]  «Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.»

 İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî.
 [020.042]  Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin; beni anmakta gevşek davranmayın.

 İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
 [079.017]  «Firavun'a git; doğrusu o azmıştır.»

İzheb bi kitâbî hâzâ fe elkıh ileyhim summe tevelle anhum fenzur mâzâ yerciûn(yerciûne).
[027.028] (Süleyman) Şu kitabımı götür bırak onlara, sonra dön kendilerinden de bak ne neticeye varacaklar.

 Allah cc Musa ve Harun'u firavun'a azmış olduğu için belgelerle göndermiş, aynı şekilde Süleyman as elçisini sebe hükümdarına "kitab" yani belge ile göndermiştir.  

 Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun).
027.029]  Dedi ki: Ey ileri gelenler; gerçekten bana çok kerim bir kitab bırakıldı.

 44.17-Ve lekad fetennâ kablehum kavme fir’avne ve câehum resûlun kerîm(kerîmun).
[044.017] Andolsun, biz kendilerinden önce, Firavun'un kavmini de denemeden geçirdik ve onlara kerîm bir resul gelmişti.

Allah cc nin Musa as ı "kerim" olarak nitelendirmesi ile Süleymana s ın gönderdiği elçinin getirmiş olduğu "kitabın" kerim olarak nitelendirilmesine dikkat edelim,daha sonra göreceğimiz ayetlerde firavun ile sebe hükümdarının kendilerine gelen "kerim" elçi ve kitablara vermiş oldukları geri dönüşüm'ün karşılığını nasıl aldıkları anlatılacaktır. Firavun ve hükümdar'a gelen elçiler mesaj ile geldikleri firavun ve sebe hükümdarının karşılıkları şöyle olmuştur.
 
Fe lemmâ câehum mûsâ bi ayâtinâ beyyinâtin kâlû mâ hâzâ illâ sihrun mufteren ve mâ semi’nâ bi hâzâ fî âbâinel evvelîn(evvelîne).
[028.036]  Musa onlara apaçık âyetlerimizi getirince, «Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik» dediler.

Musa as ve firavun kıssasının anlatıldığı diğer ayetleri hatırlayacak olursak , Musa as firavuna kendisinin Alemlerin rabbi olan Allah'ın elçisi olduğunu ve ona iman ederek israiloğullarını serbest bırakmasını istemiş, firavun ise onun mecnun ve sihirbaz olduğunu öne sürerek ne iman etmeye ne de israiloğullarını serbest bırakmaya yanaşmamıştır. 

Hükümdarlar'ın yanında "mele" olarak tanımlanan topluluk'tan, firavun ve sebe hükümdarının yanında'da bulunmakta olup Musa ve  Süleyman as davetlerine onlar'da şahid olmaktadırlar. 

   Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun). İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhir rahmânir rahîm(rahîmi). Ellâ ta’lû aleyye ve’tûnî muslimîn(muslimîne).
[027.029-31]  (Hükümdar olan kadın) Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Şüphe yok ki bana, çok şerefli bir mektup(kitab) bırakıldı.» Süleymandan ve, o Rahmân, rahîm Allahın ismiyle Şöyle ki: « Bana karşı baş kaldırmayın ve müslümanlar olarak gelin bana!»

Kâlet yâ eyyuhel meleu eftûnî fî emrî, mâ kuntu kâtıaten emren hattâ teşhedûn(teşhedûni). Kâlû nahnu ûlû kuvvetin ve ûlû be’sin şedîdin vel emru ileyki fenzurî mâzâ te’murîn(te’murîne).
[027.032-33]  (Melike): «Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin; sizin haberiniz olmadan ben hiçbir işi kestirip atmış değilim.» dedi.Dediler: «Biz güçlüyüz ve yiğit savaşçılarız; ama karar sana aittir. Ne emredeceğini düşün.»

Kâlel meleu min kavmi fir’avne inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun). Yurîdu en yuhricekum min ardıkum, fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
[007.109-10] Firavun kavminden mele'si, «Doğrusu bu bilgin bir sihirbazdır, sizi memleketinizden çıkarmak istiyor» dediler. (Firavun): «Ne buyurursunuz?» dedi.

Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun). Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
026.034-5] (Fir'avun) Etrafındaki mele'sine dedi ki: «Şüphe yok, bu elbette bir ziyâde bilgin sâhirdir. Sizi büyüsü ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Artık siz ne emredersiniz?»

Firavun ile sebe hükümdarı melesi'ne danışarak durum hakkında bilgi istemişlerdir, firavun ve melesi Musa as ın sihirbaz olduğunu iddia ederek onu red etmişler, sebe hükümdarı'nın melesi son kararın hükümdara ait olduğu o ne karar verirse ona uyacaklarını söylemişlerdir.

Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleh(ezilleten), ve kezâlike yef’alûn(yef’alûne).
[027.034] Doğrusu, dedi: melikler bir memlekete girdiler mi onu perişan ederler ve ahalisinin azîz olanlarını zelîl kılarlar, evet, böyle yaparlar

Sebe hükümdarı vasat bir düşünceye sahip olup melik vasfına sahip olan birine karşı gelmenin sonucunu bildiği için firavun ve mele'si gibi direk karşı çıkmamıştır.

Kâlû ercih ve ehâhu ve ersil fîl medâini hâşirîn(hâşirîne). Ye’tûke bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
[007.111-112]  Dediler ki: «Onu ve kardeşini alıkoy, ve şehirlere toplayıcılar yolla.»«Her bilgin büyücüyü sana getirsinler.»

Ve kâle fir’avnu’tûnî bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
[010.079]  Firavun: «Bütün bilgin sihirbazları bana getirin» dedi.

Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
[027.035]  Şimdi ben onlara bir hediye göndereceğim ve elçilerimin nasıl bir cevapla döneceklerini göreceğim.

Musa as ın çağrısına karşılık firavun ve melesi ona karşı şavaş açmış ve onun karşısına ülkenin en mahir sihirbazlarını çıkarmalarına karşın sebe hükümdarı Süleyman as a bir iyilik gösterisi olarak hediye göndermektedir.

Ayet içinde geçen "hediyyeten" kelimesini biraz açalım, bu kelime " hidayeten" kelimesinden türemiş olup " bir kimseye rıfkla nazik bir şekilde yolu göstermek,klavuzluk etmek, ya da doğru yolu, yönü ya da istikameti tutmasına ya da takip etmesine vesile olmak" anlamındadır. 

Sebe hükmüdarının Süleyman as a hediye göndermesi, ona teslim olmayı kabul etmemesi anlamına gelerek Süleyman as  çağrısına alternatif sunma çabasının bir ürünüdür. Dikkat edilecek olursa Süleyman as hükümdara gönderdiği "kitab"ta  kendisine "müslimin" olarak yani teslim olmuşlar hiç bir şart koşmadan ve ona boyun eğmişler olarak gelmelerini istemekte olup herhangi bir alternatif hidayet önerisi olan hükümdarın hediyelerini Süleyman as asla kabul etmemektedir. Aynı şekilde Allah cc bizlere "müslimin" den olmamızı emretmekle, ona karşı olan imanımızda hiçbir şekilde pazarlık, şart veya karşı görüş ileri sürmemizi istememektedir. 

İslam kelimesi ve türevlerinin kur'anda bir çok ayette kullanıldığı malumdur. Bu kelimenin ifade ettiği anlam ile, bir hükümdarın kendisine bağlı olanlara sadece ona boyun eğmesini istemesi ve müslümanlardan olmamızı istemesi Süleyman as ın isteği arasındaki bağı kurduğumuzda daha net anlaşılacaktır. 

"Seleme" kelimesi ,  " dış ve iç afetlerden,belalardan veya dertlerden uzak olmak" anlamına gelen bir kelimedir. İslam kelimesi, "iki taraftan her birinin diğerinden gelecek herhangi bir acıdan salim olması" anlamında bir kelimedir. Müslim kelimesi ise , " karşı taraftan gelecek olan herhangi bir tehlikeye karşı ona sığınmak" anlamında olup sığınma ihtiyacına sahip olan biz insanlar olduğumuz için teslim olmamız gereken varlık Allah cc. dir.  

Kelimenin anlamı ile Süleyman as ın kendisine "müslimin" olarak gelmelerini istemesi ile, Allah cc nin kendisine "müslimin" olarak gelinmesini istemesi arasındaki bağlantıyı kurmak gerekirse şunları söyleyebiliriz ; İslam olmak demek bir hükümdar'dan gelecek olana tehlikeye karşı ona kayıtsız şartsız gelmek demek olduğuna göre ve o hükümdar, kendisine teslim olmakla teba sını nasıl tehlikelerden koruyup ona teslim olmasının karşılığını en güzel şekilde verirse, bizlerin Allah cc den gelecek olan tehditlere karşı ona kayıtsız şartsız sığınıp onun , bizim ona karşı olan bu teveccühümüzün en güzel bir şekilde karşılığını vereceği garantisinin gerçek olarak anlatım karşılığının , sebe hükümdarının Süleyman as a teslim olduğu zaman onun sarayında ağırlanması şeklinde görmekteyiz.  Yunus s. 84. ayetinde yine Musa as ın dilinden Allah cc ye teslim olunduğuda artık ondan başka vir vekil'e gerek olmadığını ona teslim olan kişinin artık tabiri caizse sırtının yere gelmeyeceği beyan edilir " Musa da: «Ey kavmim, siz gerçekten Allah'a iman ettiyseniz, O'nun birliğine samimiyet ile teslim olmuş müslümanlar iseniz, artık O'na güvenin!» dedi."

Sebe hükümdarının Süleyman as hediyeler göndererek ondan bir nevi özerklik istemesini Süleyman as red eder ve bir hükümdarın kendisine teslim olmayanlara karşı uygulayacağı yöntemi onlara söyler. 

Fe lemmâ câe suleymâne kâle e tumiddûneni bi mâlin fe mâ âtâniyallâhu hayrun mimmâ âtâkum, bel entum bi hediyyetikum tefrahûn(tefrahûne).  İrcı’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kıbele lehum bihâ ve le nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgırûn(sâgırûne).
[027.036-37]  (Elçiler, hediyelerle) gelince Süleyman şöyle dedi: «Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz.» (Ey elçi) dön onlara (söyle): «VAllahi karşı gelemeyecekleri ordularla varırım da, oradan kendilerini perişanlıklar içinde hor ve hakir oldukları halde çıkarırım.» dedi.

Süleyman as kendisine gönderilen hediyeleri, Allah cc nin kendisine verdikleri ile kıyaslayarak onları red etmesi kur'an muhataplarına mesaj olup aynı şekilde bizlerinde dünya malını tercih edip ahireti ötelememek ve bir nevi rüşvet olarak gördüğü dünya malına karşı imanı tercih etmememiz istenmektedir. Bilindiği gibi Allah cc bir çok kavmi elçilerini red ettikleri için helak ettiğini beyan etmektedir, aynı şekilde Süleyman as bir hükümdar olarak kendi çağrısını red eden bir topluluğa yapacağı muameleyi haber vermektedir. Aynı şekil bir haberi Musa as kıssasındada görmekteyiz.  

20.61- Musa onlara dedi ki: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir."
40.30- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
40.31- "Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."
40.32- "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat  gününden korkuyorum."
40.33- "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."

Allah cc nin, kur'anda kendisini bir hükümdar benzetmesi şeklinde anlattığını tekrar hatırlayacak olursak Süleyman as ın şahsında bir hükümdar'ın kendisine itaat etmeyenlere karşı neler yapacağı anlatılan ayetlerin yanısıra kendisine itaat edenlere karşı uygulayacağı muamelede yine kur'anda bir çok ayette anlatılmaktadır. Bu durum Musa as ın kıssası örneğinde ona iman eden sihirbazların ağzından şöyle anlatılmaktadır. 

  20.74- "Gerçek şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir."
20.75- "Kim O'na iman edip salih amellerde bulunarak O'na gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır."
20.76- "İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır."

Firavun ve ordusunun Musa as aın çağrılarını red etmeleri sonucunda uğradıkları akıbet suda boğularak helak olmak şeklinde gerçekleşmiş ve kıyamet günü ebedi azab olarak karşılık alacakları beyan edilmektedir.  

7.136- Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.
10.90- Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (İlah'tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi.
17.103- Böylelikle, onları o yerden sürüp-sarsıntıya uğratmayı istedi, Biz de onu ve beraberindekileri hep birlikte boğuverdik.
28.39.41- O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar.Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.Onları, ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler.
[011.098]  Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir!
[040.045.46]  Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.Ateş, onlar sabah akşam ona arzolunur dururlar, saat kıyam edeceği gün de tıkın Âli Fir'avni en şiddetli azâba

Sebe hükümdarının ise Süleyman as ın çağrısına olumlu cevap vermesi neticesinde Süleyman as tarafından helak edilmekten kurtulmuş hemde onun sarayında ağrılanmak şerefine nail olmuştur. Bu şekil bir anlatım, biz mü'minlerin Allah cc nin çağrısına kulak verdiğimiz takdirde kur'anda bir çok ayette anlatılan cennet tasvirleri olarak karşımıza çıkan mekanlarda ağırlanacağımız haberinin gerçek olarak ispatıdır. 

 Kîle lehadhulîs sarh(sarha), fe lemmâ raethu hasibethu lucceten ve keşefet an sâkayhâ, kâle innehu sarhun mumerradun min kavârîr(kavârîra), kâlet rabbi innî zalemtu nefsî ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
[027.044]  Sarh'a gir denildi ona, derken onu görünce derin bir susandı ve paçalarını çekti, Süleyman, o dedi: mücellâ bir köşk, sırçadan, kadın ya rabb! Dedi: hakıkaten ben evvel nefsime zulmetmişim, şimdi Süleymanın maıyyetinde teslim oldum Allaha, o rabbül'âlemine

İki kıssada kullanılan kelimelerin birbirleri ile olan ilşkisine örnek olarak sebe hükümdarının girdiği yerin " sarh" olarak nitelendirilip, o sarh'ın ne kadar güzel olduğu ayetin devamında anlatılmasına karşın aynı kelimeyi firavun'un haman'dan bir isteği olarak görmekteyiz.  


 Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkıd lî yâ hâmânu amilet tîni fec’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel kâzibîn(kâzibîne).
[028.038] Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak , bana bir sarh yap ki Musa'nın ilahına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir, dedi.

Ve kâle fir’avnu yâ hâmânubni lî sarhan leallî eblugul esbâb(esbâbe). Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ(kâziben), ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl(sebîli), ve mâ keydu fir’avne illâ fî tebâb(tebâbin).
[040.036-37]  Firavun da: «Ey Haman, bana bir sarh yap, belki ben erişirim o yollara.Göklerin yollarına da Musa'nın ilahına muttali olurum ve kesinlikle ben onu yalancı sanıyorum.» dedi. işte bu şekilde Firavun'a kötü ameli güzel gösterildi de yoldan çıkarıldı. Firavun'un düzeni hep hüsrandadır (çıkmazdadır).

Firavun'un haman'dan istediği sarh'ın yapılışı için kullanılan ateş ile, sebe hükümdarının girmiş olduğu sarh'ın yapılışı için kullanılan maddelerin kur'andaki anlatımlarına baktığımız zaman yine kelimelerin birbiri ile nasıl bir ilişkisi olduğu görülecektir. 

 [002.017] Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan (istevgade naren)kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır.
[002.024] Yapamazsanız ki yapamayacaksınız o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı(veguduhe) insanlarla taş olan ateşten sakının.
[066.006] Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı (veguduhe), insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.


Sebe hükümdarının Süleyman as a itaat etmesi neticesinden ağırlandığı sarh için kullanılan "gavarira" kelimesinin diğer geçişleri cennet nimetleri ile ilgili anlatımlarda geçmektedir. 

[076.015] Çevrelerinde gümüşten billur kablar (gavarira) dolaştırılır.
[076.016]  Gümüşten billûrlardır(gavarira), onları muayyen miktarlarda takdir etmişlerdir.

Sonuç olarak; kur'anın anlatım uslubu olarak kullandığı benzetmenin uygulandığı ayetleri konu almaya çalıştığımız bu yazıda, Musa ve Süleyman as ın muhatapları olan firavun ve sebe hükümdarı ile ilgili anlatımlar arasındaki ilşkiyi kelime bağlantıları üzerinden göstermeye gayret ettik, bu şekil anlatımlar kur'anın muhtelif ayetlerinde yer almakta olup, hükümdar tasviri üzerinden Allah cc nin kendisine iman eden ve etmeyenlere nasıl muamele edeceğinin yeryüzünde gerçek bir hükümdar olan Süleyman as kıssası üzerinden anlatımını gördük.  

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Kur'anı Tevrat'tan Okuma Tezahürleri Bakara Kıssası Örneği

Bakara kıssası, adını taşıyan surede 67-74. ayetler içinde anlatılan bir kıssa olup israiloğullarının örnekliğinde bir elçiye karşı yapılan eziyeti ve o elçinin israiloğullarına Allah cc nin vermiş olduğu bir emre karşı nasıl karşı çıktıklarının anlatıldığı bir kıssadır. Kur'an kıssalarının muhataplarına mesaj verme özelliği olma açısından okunma gerekliliği üzerinden düşünülecek olursak bu kıssanında bir çok mesaj taşıdığı görülür.Kıssa ile ilgili ayet mealleri şu şekildedir.  

67 - Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "Sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.
68 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.
69 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.
70 - Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.
71 - Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.
72 - Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı.
73 - İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.
74 - Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.     

Ayet meallerinden anlaşıldığı üzere ineği kesme gerekçesi kıssada bahsedilmemektedir. Musa as israiloğullarına Allah cc nin emrini tebliğ etmekte ve bu emri duyan kimselerin yapmaları gereken emri hiç sorgulamadan tatbik etmesi iken israiloğullarının bu emre karşı nasıl tavır takındıkları konu edilir. Bizlere dönük mesaj nedir? diyecek olursak Allah cc nin bir emrini savsaklamadan, üşenmeden, sorgulamadan "duyduk ve itaat ettik" deyip uygulamaktır. Kur'an israiloğullarının örnekliğinde elçilere yapılan bu tavırları anlatarak muhataplarına adeta "siz bunlar gibi olmayın " mesajı verir.     

Yazımızın konusu bakara kıssasının  mesajından ziyade, Muhammed Abduh'un "El Menar" adlı tefsirinde bu kıssanın 73. ayeti  ile ilgili yaklaşımının Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu gibi meal yazarları tarafından benimsenerek aynı şekilde meallendirilmesi ve bu meallendirmenin kaynağı ile ilgili olacaktır.

Muhammed Esed :
Biz dedik ki: "Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın: Bu yolla Allah canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki (bunu görüp) muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilirsiniz."
Muhammed Esed'in Bakara s. 73. ayetine vermiş olduğu bu meal Muhammed Abduh'un El Menarından alınma ve aynı meali Mustafa İslamoğluda kullanmıştır.    

73. ayete bu şekilde bir meal vermenin kaynağı tevrat'ın tesniye 21. bab'ında anlatılan bir olaydı.  

  1. "Tanrınız RAB'bin mülk edinmek için size vereceği ülkede, kırda yere düşmüş, kimin öldürdüğü bilinmeyen birini görürseniz,
  2. ileri gelenleriniz ve yargıçlarınız gidip ölünün çevredeki kentlere olan uzaklığını ölçsünler.
  3. Ölüye en yakın kentin ileri gelenleri işe koşulmamış, boyunduruk takmamış bir düve alacaklar.
  4. Düveyi toprağı sürülmemiş, ekilmemiş ve içinde sürekli akan bir dere olan bir vadiye getirecekler. Orada, derede düvenin boynunu kıracaklar.
  5. Levili kâhinler de oraya gidecek. Çünkü Tanrınız RAB, onları kendisine hizmet etsinler, O'nun adıyla kutsasınlar diye seçti. Kavga, saldırı davalarına da onlar bakacak.
  6. Ölüye en yakın kentin ileri gelenleri, derede boynu kırılan düvenin üzerinde ellerini yıkayacaklar.
  7. Sonra şöyle bir açıklama yapacaklar: 'Bu kanı ellerimiz dökmedi, kimin yaptığını gözlerimiz de görmedi.
  8. Ya RAB, kurtardığın halkın İsrailliler'i bağışla. Halkını dökülen suçsuz kanından sorumlu tutma. Böylece kan dökme günahından bağışlanacaklar.
  9. RAB'bin gözünde doğru olanı yapmakla, suçsuz kanı dökme günahından arınacaksınız." 
 Tesniye 21. de anlatılanlar ile kur'anda anlatılan, faili meçhul bir cinayet ve inek kesilmesi emri benzerlik arzetmekle birlikte ,tesniyede anlatılan ineğin kesilme sonrası kanında el yıkanması ile kur'anda anlatılan kesilen ineğin bir parçasıyla ölüye vurulması birliktelik arzetmemektedir.     

Benzerlik arzetmemesine rağmen özellikle 73. ayet üzerinde parantezler açılarak bu ayetin tevrattaki anlatıma uygun hale dönüştürüldüğünü görmekteyiz, peki başta Abduh olmak üzere esed, islamoğlunu bu şekil bir meal yapmaya sebeb olan durum nedir?   

Muhammed Abduh ismini duyanlar bu ismin özellikle kur'an kıssalarında anlatılan, "mucize" olarak adlandırılan bazı olaylar ile ilgili yorumları hakkında malumat sahibidirler. Kutsal kitapları mitelojiden arındırma düşüncesinin bir uzantısı olan ve hıristiyan teolog Rudolf Bultmann tarafından ortaya atılan "demitolojizasyon" düşüncesini kur'ana uygulama düşüncesi çerçevesinde kıssalardaki bu tür olayların aklileştirmesi çabası çerçevesinde 73. ayette anlatılan ölünün dirilmesi hadisesinin mümkün olamayacağından hareketle böyle bir yoruma girişilmiştir.

Tevrat ve kur'anda anlatılan aynı olayın birbirinden farklı anlatımlarından hangisinin doğru olduğu şeklindeki bir sorunun cevabının kur'andaki anlatılanın doğru olduğu şeklinde olması gerektiği muhakaktır. İsmi geçen zatlar dahi bu soruya aynı cevabı vermiş ve vereceklerdir. Peki bu zatları olması gerekenin tevrat'ın kur'an verileri ile anlaşılması yerine, kur'anın tevrat verileri ile anlaşılması doğrultusunda bir meal yapmaya iten sebeb nedir?   

Ölümden sonra diriliş bilindiği gibi kur'anın kıyamet sonrası olacaklar ile ilgili olarak verdiği haberlerdendir. Herhangi bir kişinin dünyada iken ölüp yine dünyada iken dirileceği gibi bir durum sözkonusu değildir. Ancak kur'an böyle sıradışı bazı olayları anlatmaktadır. Bakara s. 259. ayeti buna bir örnektir. 


Muhammed Esed :
Yoksa (ey insanoğlu, sen,) halkının terk ettiği, çatıları yıkılıp harap olmuş (virane) bir kasabadan geçen (ve): "Allah bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltebilirmiş?" diyen o kişi (ile aynı fikirde) misin? Bunun üzerine Allah, onu yüzyıl süre ile ölü bırakmış ve sonra tekrar hayata döndürerek sormuştu: "Bu halde ne kadar kaldın?" O da: "Bu halde bir gün veya bir günden biraz daha az bir süre kaldım" diye cevap vermişti. (Allah): "Hayır" dedi, "bu halde bir yüzyıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak -geçen yıllar onları bozmamış- ve eşeğine bak! (Biz bütün bunları) insanlara bir ibret olman için (yaptık). Birde şu (insanların ve hayvanların) kemiklerine bak -onları nasıl birleştirip et ile örttüğümüzü düşün!" (Bütün bunlar) ona açıklanınca, "(Şimdi) öğrendim ki" dedi, "Allah her şeye kadirdir!"

Yukarda Muhammed Esed'den vermiş olduğumuz mealin bir benzerini İslamoğulunda da görmekteyiz. Ayet Dünyada iken 100 yıl ölü kalıp ta yine Dünyada dirilen bir insanın diğer insanlara ayet olması ile ilgilidir.    

Bakara s. 259. ayetini metne sadık kalarak çeviren bu zatlar bakara s. 73. ayetini maalesef metne sadık kalarak çevirmeden tevrat'a uygun bir şekilde çevirmişlerdir. Aslolan şudurki; Tevrat ve Kur'anda anlatılan aynı olayın Kur'anla uyuşmayan tarafı tahrife uğratılmış düşüncesine sahip olunmasını gerektirirken Dünyada iken ölen birinin tekrar dirilmesinin akla muhal olduğu gerekçesi ile Tevrat baz alınmış ve Kur'an ayeti tevrat'a göre parantezler açılarak te'vil edilmiştir.   

Fe kulnâdribûhu bi ba’dıhâ kezâlike yuhyîllâhul mevtâ ve yurîkum âyâtihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne)
İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.

Biz dedik ki: "Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın: Bu yolla Allah canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki (bunu görüp) muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilirsiniz."

Ayetin Esed tarafından yapılmış meali ile metne sadık kalarak yapılmış bir meal örneğine bakıldığında esed tarafından yapılmış mealin metin ile pek uyum sağlamadığı görülmektedir.

Allah cc nin aynı surenin 259. ayetinde ölü bir insanı dünyada diriltmesi hakkında farklı bir yorumda bulunmayan bu zatlar iş ineğin bir parçasıyla ölen kişiye vurularak onun dirilmesini kabullenememektedirler bu bir çelişkidir. Son yıllarda hız kazanan "yorum meal" türü meallerin bazı yönden sıkıntı doğurduğu bu ayet örneğinde görülmektedir. Metne sadık kalarak yapılan meallerin daha sağlıklı olduğunu düşünmekle beraber yorum gerektiren bazı ayetlerin ayet altına düşülecek notlarla yapılmasını daha doğru bulmaktayız. Aksi takdirde meal okuyucusu bunların meal yapıcısının yorumu olduğunu unutup ayetin çevirisi sanacaktır.   

"Allah ölüleri böyle diriltir" cümlesi üzerinde biriaz durmak istiyoruz. Ayet ile ilgili tefsirlerde ölünün dirilerek onu kimin öldürdüğü konusunda bilgi verdiği ve sonra tekrar öldüğü şeklinde düşünceler olsada kur'an bu konuda herhangi bir bilgi vermez. Öldürülen kişinin tekrar dirilmesi ile verilen mesaj cinayeti işleyen her kimse ona ve bizlere yeniden dirilişin olduğu bu yolla hatırlatılarak her ne işlersek ahiretteki karşılığının düşünülerek yapılması gerektiği öğütlenmektedir.

2.74-Sonra kalbleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.

73. ayetin sonundaki, "size ayetlerini gösterir" ibaresinden sonra bu gösterilen ayetin kalplerin yumuşamasını gerektiren bir olay olduğu ama israiloğullarının bu ayet karşı kalplerinin taşlardan daha katı bir hale dönüştüğü beyan edilir.

Bu olayı Tevrat ve Kur'andan okuyan bir kişinin olayın doğru olan anlatımının kur'anda olduğu, kur'anda anlatılmayan kısmın tevrat'tan çıkarıldığı düşüncesine sahip olması gerekirken önkabullerine uygun bir anlatımın tevrat'ta olduğunu görenler Kur'an ayetleri arasına Tevrat'a uygun parantezler açarak maalesef metni tahrif etmeye yeltenmişlerdir.

Sonuç olarak, Kur'anı Tevrat'tan okuma tezahürlerine örnek olarak gösterebileceğimiz bu kıssanın 73. ayetinin meali üzerinde yapılan spekülasyon, "yorum meal" tarzı meallerin meal yapıcısının düşüncesine uygun yorumlara açık olması nedeni ile pek sağlıklı görünmemektedir. Eğer yorum çok gerekli ise dip not olarak düşülür meali okuyan kişi bunu meal yapıcısının görüşü olarak okur aksi takdirde ayetin metnine uygun olmayan yorumlar ile yapılan mealler bir çok insanın kur'anı yorumcunun anladığı şekli ile anlamasına yol açacaktır.   

Muhammed Abduh tarafından başlatılan yolu devam ettiren Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu gibi zatların yapmış olduğu Kur'an meali hakkında tamamen olmsuz düşüncelerimiz olmamasına rağmen Kur'an dışı düşünceler ve kaynaklar ile bir ayetin mealine yorum eklenerek metnin değiştirilmesine kadar varan çalışmaların doğru olmadığını düşünmekteyiz. Bu zatlar Allah cc nin yeniden diriliş haberinin dünyada iken göstermesinin bakara s. 259. ayetini kabul ettikleri gibi etseler hem doğru bir meal yapmış hemde çelişkiye düşmemiş olacaklardı.    

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.