örneği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
örneği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Temmuz 2017 Salı

DAVUD (a.s): Dünya'nın Özlem Duyduğu Bir Yönetici Örneği

Kur'an, hayatı yönlendiren bir kitap olarak okunduğu zaman, bu kitap içindeki kıssa yollu anlatımlar ile geçmiş hayatlardan verilen örneklerin, bizlerin hayatını yönlendirmede kilit rol oynayabileceği görülecektir. Davud (a.s), Kur'an içinde zikri geçen elinde iktidar ve güç bulunduran bir Kral Peygamber olarak önümüzde durmaktadır. Onun kıssasını şayet hayata dokunan bir şekilde okuduğumuzda, bu elçinin kıssasından tam da hayatın içinden örnekler alınabileceği görülecektir. 

Yönetici konumunda olanların, yönetimi altında tuttuğu insanlar ve sahip oldukları coğrafya üzerinde, insan dışında bitki ve hayvan gibi diğer unsurlar üzerinde de belirleyici rol oynadıklarını düşündüğümüzde, Kur'an içinde örnekleri verilen Yönetici olarak hayat süren Davud ve Süleyman (a.s) gibi elçilerin kıssaları öne çıkmaktadır. Bu gibi kimselerin yöneticilik örnekliği, yine Kur'an içinde gördüğümüz evrensel bir karakter haline gelmiş olan Firavun ve Nemrut gibi zalimlerin yöneticilik örnekliklerine alternatif çözümler sunmaktadır.

İnsanları yönetimleri altında tutan kimselerde olması gereken önemli hasletleri sıralayacak olursak, şunlar öne çıkmaktadır;

1- Kendilerini, yönetimleri altında tuttukları insanların ve coğrafyanın İlahı ve rabbi olarak görmemeleri.
2- Kendilerinin üzerinde daha üstün ve yenilmez bir güç olduğunu bilmeleri.
3- Adalet üzere tesis edilmiş bir yönetim sergilemeleri.
4- Yönetim esaslarını alemlerin yegane ilahı ve rabbi olan Allah (c.c.) den almaları.
5- Mazlumu ezen bir güce değil, mazlumların hakkına sahip olan caydırıcı askeri güce sahip olmaları.
6- İnsan yaşamı için önemli olan bitki hayvan gibi ekolojik dengenin bozulmaması için gerekli önlemleri alması.

Yukarıda sıraladığımız şartları Davud (a.s) kıssasında anlatılan yönetim biçiminde görmekteyiz.

[027.015] And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi «Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun» dediler.

Neml s. 15. ayetinde Davud ve oğlu Süleyman (a.s) ların ağzından çıkan "Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun" sözleri, yöneticilik makamına gelerek, bu makamda kendisini insanların ilahı ve rabbi olarak gören kimselere ibret olması gereken bir sözdür. Hangi makama sahip olunursa olunsun, bu makama oturan kimselerin, kendilerini bu makama kimin oturttuğunu bilmeleri, ve ona göre davranış sergilemeleri, uygulamaları gereken en önemli icraatlardan bir tanesidir.

Halkın bir kesimini önemseyen, diğer kesimini ise hiç dikkate almayarak, halkın arasında  Firavunvari bir yönetim sergilemenin sonunun ne olduğunun, Firavun'un helak edilmesi örneğinde anlatılması, elinde iktidar gücünü bulunduranların önemsemesi gereken bir hatırlatmadır. Halkı arasında adil davranmayan hükümdarların iktidarı er geç yıkılmaya mahkumdur. Sad s. 21. ve 26. ayetleri arasında geçen davacılar arasında nasıl hüküm verilmesinin gerektiği, tüm yöneticilere Davud (a.s) örneği üzerinden öğretilmektedir.

Adil bir yöneticinin aynı zamanda, halkını zalimlerden korumak için, askeri bakımdan da caydırıcı bir güce sahip olması gerekmektedir. Savaş, Ordu, Silah gibi kavramlar, her ne kadar hoş olmayan kavramlar olsa da, bir Dünya gerçeği olarak karşımızdadır. Davud (a.s) ın kıssasındaki, demiri işlemesi, zırh yapma sanatına sahip olması, Talut'un ordusunda asker iken Calut'u öldürmesi gibi anlatımlar onun askeri bakımdan bilgiye sahip bir kimse olduğunu da göstermektedir.

Yönetim makamına oturan bir kimsenin, yaşadığı Dünya'nın gerçekleri karşısında acemi olmaması, Dünya'nın içinde bulunduğu sorunlara karşı çözüm üreten bir zeka ve kadroya sahip olması çok önemlidir. Böyle bir yönetime sahip olmayan ülkeler, diğer ülkelerin işgali altına girmekten kurtulamazlar.

Davud (a.s) kıssasında gördüğümüz önemli bir unsur da, dağların ve kuşların ona müsahhar kılınması mealindeki ayetlerdir. Maalesef bu ayetler hayatın gerçekleri dikkate alınarak okunmak yerine, masal tadında hikayeler olarak okunmak sureti ile asıl buhar olup uçmuş gitmiştir. 

Müsahhar kelimesi ve türevlerinin Kur'an içinde geçişlerine dikkat ettiğimiz zaman bu kelimenin,  Kevni Ayetler veya Doğa olarak bildiğimiz unsurlar ile birlikte kullanıldığını görürüz. Allah (c.c) Dağ, Kuş olarak bildiğimiz insan harici unsurları sadece Davud'a değil, bütün insanların emrine müsahhar kılmıştır. Bu unsurların Davud ile birlikte tesbih etmesini, onun doğanın dengesini koruması olarak okuduğumuz zaman, bu anlatımları anlamak kolaylaşacak ve güncel hale gelecektir. Davud (a.s) adil bir yönetici olarak, hükmettiği coğrafya içinde sadece insanların değil, insanların yaşamları için önemli unsurlar olan Doğayı korumakta da dikkat gösteren bir yönetim sergilemek sureti ile bu alanda da örneklik oluşturmuştur.

Davud (a.s) ın yaptığı bu koruma, şu anda yaşadığımız Dünya'nın en büyük tehlikelerinden bir ekolojik dengenin bozulmasıdır. Daha çok kazanmak için yaşadığımız Dünya üzerinde her türlü fesadı deneyen insanlar, elleri ile yaptıklarının cezasının acı biçimde ödemeye başlamışlar, fakat Dünya'nın içinde bulunduğu bu tehlikenin farkında olsalar bile gerekli önlemleri almakta birbirleri ile anlaşma sağlayamamaktadırlar. 

Yönetimleri altında bulunan coğrafyanın ve insanların daha iyi, güzel ve zengin yaşamaları için ifsadın her biçimini deneyen insanların yaptığı bu hata, yine kendilerine dönmüş, işledikleri yüzünden bozulan ekolojik dengenin zararlarını yine insanlar çekmektedir. Yaptıkları uluslararası toplantılarda, üretimin kısıtlanarak daha az kazanmak anlamına gelmek olacak olan sanayi gazlarının atmosfere daha az dağılması için alınacak önlemler konusunda bile anlaşma sağlamayan bu ülkeler, Dünya'yı büyük bir helake sürükledikleri, bu helake kendilerinin de maruz kaldığı zaman anladıklarında, artık iş işten geçmiş olacaktır.

Yönetim sahiplerinin hakim oldukları cpğrafya içindeki insanlarını daha iyi yaşatmak için, insan haricindeki unsurları yok eden bir politika izlemeleri, zaman içinde o coğrafyadaki insanların da yok olmasına sebep olacaktır. Bu durum değişmez bir toplumsal yasa olarak daha önce yaşanmış, şartların oluştuğu her zaman içinde yeniden tekrarlanacaktır.

Yaptıkları korkunç kitle imha silahları ile, diğer ülkelerin doğal kaynaklarını sömürmeyi amaçlayan yöneticiler için de Davud (a.s) güzel bir örnektir. Sahip olduğu askeri gücü mazlumları ezmek yönünde kullanmayarak, zalimlere karşı caydırıcı bir unsur olarak kullanmak, yeri geldiğinde zalimlere karşı mazlumların hakkını askeri güç kullanarak aramak, adil bir yöneticinin olması gereken vasıflarındandır.

Sonuç olarak; Dünya tarihinde milyonlarca kişinin ölümüne yol açan ve halen sürmekte olan savaşları çıkaranlara kim olduklarına dikkat ettiğimizde, ellerindeki imkanlara güvenerek kendilerini yenilmez zannederek, diğer insanlar üzerinde ilahlık ve rablik iddiasında bulunduklarını ve bu kimselerin Dünya üzerinde kapanmaz yaralar açtıklarını görmekteyiz. Bu insanların sebep olduğu yıkımların etkisi insanlar üzerinden yıllarca kalmakta, yaşanılan coğrafyalar cehenneme çevrilmektedir. 

Davud (a.s) Kur'an içinde geçen iktidar sahibi bir elçi olarak, tüm zamanlarda gelecek olan iktidar ve güç sahipleri için örnek bir yönetici portresi oluşturmaktadır. Çünkü o elinde bulundurduğu gücü kendisine emanet olarak Allah'ın verdiğine inanmakta, ve güç ve iktidarını bu doğrultuda kullanmakta idi. 

Elinde güç ve iktidar bulunan kimseler şayet bu elçinin örnekliğini dikkate alan bir yönetim sergilemek sureti ile sahip oldukları gücü kullanacak olduklarında, yaşadığımız Dünya şimdikinden daha güzel olacaktır. 

Davud (a.s) kıssası bize zalime karşı durmanın yolunu öğreten bir kıssa olarak ta okunmayı beklemekte, adil bir yöneticinin tevhit ve adalet temeli üzerine dayanmış olan yönetiminin nasıl olması gerektiğini öğretmektedir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

3 Nisan 2017 Pazartesi

Nisa s. 43. Ayeti: Bağlam, Bütünlük, Maksat Gözetilmeden Yapılan Bir Yorum Örneği

Kur'an okumalarında yapılan hatalardan bir tanesi, bu kitabın ilk indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanlara ne demiş olabileceğini hesaba katmadan, yani ilk hitap kitlesini yok sayarak yapılan okumalar ve bu okumalardan çıkarılan yorumlardır. Kur'an hakkında konuşabilmenin önemli bir noktası olarak gördüğümüz bu okuma yöntemini hiçe sayarak yapılan okumalardan çıkarılmaya çalışılan bazı sonuçlar, maalesef isabetli olmamakla birlikte, çıkarım sahiplerini gülünç duruma dahi düşürmekte, Bu kadar da olmaz dedirtebilmektedir.

[004.043] Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar salata (namaza) yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.

Nisa s. 43. ayeti, namaz öncesi yapılması gereken, bizim Abdest adı ile bildiğimiz bir hazırlıktan bahsetmektedir. Bazı kimseler tarafından bu ayetin Bektaşi misali sadece Ey inananlar sarhoş iken ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın kısmı alınarak okunmakta, ve bu ayetten namaz kılanlar için kıldıkları namazda dediklerini bilmeleri gerektiği yönünde bir çıkarım yapılarak, Allah ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın diyor şeklinde, akıllara zarar bir yoruma imza atılmaktadır.


Sekir; Kişiyle aklı arasına giren hal anlamında ve sarhoş edici içeceklerle ilgili olarak kullanılan bir kelimedir. Ayetin bu cümlesinin, İçkinin kesin olarak yasaklanmamış olmasından dolayı, içki içmeyi tedrici olarak yasaklayan bir ayet olarak okunması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

Yani ayet ilk hitap ettiği kimselere, içki içerek namaza yaklaşmamalarını emretmekle, içkiden biraz daha uzaklaşmalarına zemin hazırlamaktadır. Ayeti işiten ve içki içen bir Müslüman, namaz ile içki arasında bir tercih yapmak zorunda kalmakta, ve büyük ihtimalle namazı seçerek içki içmekten biraz daha uzaklaşmış olmaktadır.

Namaz kılan bir kimse, namaz içinde söylediklerinin ne anlama geldiğini, kıldığı namazın Allah (c.c) ye karşı kulluğunun bir göstergesi olduğunu elbette bilmesi gerekmektedir, buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak bu ayetten böyle bir çıkarım yapmak bağlam, bütünlük ve maksat gözetilmeden bir çıkarım örneğidir. 

Allah (c.c) nin, kulunun namazda ne dediğini bilmesi gerektiğini, ne dediğini bilmeyen bir kimsenin namaza yaklaşmamasını bu ayet ile emrettiğini iddia etmek, hem Allah adına konuşmak anlamına gelmekte, hem de namaz kılan bir kimsenin namazı terk etmesine sebep olması açısından da sakıncalıdır. Böyle bir kimseye onu bu konuda ayet var diyerek namazdan soğutmak ve terk ettirmek yerine, kıldığı namazın ne anlama gelmesi gerektiğini, namazın bir kulluk eylemi olduğunu, şirke ve küfre karşı tevhidi bir kıyam olduğunu bu kimselere hatırlatarak, onları bu konuda şuurlandırmaya çalışmak, Allah adına yanlış iddialar ortaya atmaktan daha doğru olacaktır.

Kur'an ayetleri konusunda konuşmak elbette herkesin hakkıdır. Bu hakkı hiç kimse bazı sebeplerle kimsenin elinden alamaz. Böyle bir uyarı yapmakla hiç kimseye karşı , Bu kitabı siz anlayamazsınız şeklinde bir düşünce içinde olmadığımızı hatırlatmak isteriz. Ancak bu kitabı anlamanın en önemli şartının, bağlam, bütünlük ve maksadı gözeterek okumak olduğu unutulmamalıdır. 

Ben dedim oldu mantığı ile yapılan bazı ayet yorumları, bu kitabı okumanın ve anlamanın bazı şartları olduğunun bazı kimseler tarafından pek bilinmediğini ortaya koyması açısından, özellikle Kur'an'ın gündem olmasından rahatsız olan bazı kesimlerin elinde bir koz olarak olarak görülmektedir.

Nisa s. 43. ayetindeki Ey inananlar sarhoş iken ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın cümlesinin ilk anlamını hiçe sayarak, bazı kimselerin yaptıkları yanlışlara karşı onları uyarmaya çalışmak, belki samimi bir niyet olabilir ama, bu samimiyet Allah adına konuşmak gibi bir iddiaya sebep olması açısından kişileri Kaş yapayım derken göz çıkarmak misali bir duruma düşürebilir.

Kur'an ayetlerinin ilk hitap ettiği kimselere ne demiş olabileceği doğru bir şekilde tesbit edildikten sonra, bizlere dair ne demiş olabileceği yönünde yorumlar yapılabilir. Nisa s. 43. ayetinin zorlama teviller yolu ile, namaz konusundaki bazı yanlışları düzeltmek adına kullanılması, doğru bir yaklaşım değildir. Şayet namaz konusunda bazı yanlışlar düzeltilmek için ayet aranacak olursa, Nisa s. 43. ayeti yerine Kur'an içinde bir çok ayet mevcut olduğu unutulmamalıdır. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

22 Şubat 2017 Çarşamba

Elmalılı Mealinin Sadeleştirilmişinde Yapılan Bir Tahrif ve İlmi Ahlaksızlık Örneği

Kur'an'ın Arap dilinde nazil olması , bu dili konuşmayan ve bilmeyenler tarafından anlaşılma sorununu ortaya çıkarmış, bu sorun Kur'an'ın diğer dillere çevirilerinin yapılması ile aşılmaya çalışılmıştır. Konuya Türkiye boyutundan baktığımız zaman , bu kitabı okumak ve anlamak isteyen, fakat Arap dilini bilmeyen insanlar, bu kitabın Türkçeye çevrilmiş meallerine başvurmak zorundadırlar. 

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır tarafından yapılmış olan Hak dini Kur'an dili adlı tefsir, yıllardır Kur'an'ı anlamak isteyen bir çok kimsenin başvuru kaynağı olmuş , halen de olmaktadır. Ancak bu tefsirin günümüz insanı için dilinin ağır ve anlaşılır olmaktan uzak olması , bir çok insanın bu tefsiri anlamakta sıkıntı çekmesine sebep olmaktadır. Bu tefsirin dilinin ağır olmasından doğan sıkıntının  aşılması için, onun günlük konuşulan Türkçeye çevrilmesi yani sadeleştirilmesi yolu ile daha çok kimsenin okumasını sağlamak fikrini doğurmuş, ve bu tefsirin dili sadeleştirilerek konuştuğumuz dile çevrilmek sureti ile farklı yayın evleri tarafından piyasaya sürülmüştür.

Ancak Elmalılı tefsirini sadeleştirmek adına yola çıkanlar, bu konuda 2 defa sorumlu oldukları yani hem çevirdikleri tefsirin aslına ve ilmi ahlaka sadık kalmak sureti ile bir çeviri yapmak, hem de orjinal mealdeki ayet çevirileri üzerinde herhangi bir tahrifatta bulunmamak bilinci içinde olmaları gerekiğini öncelikli olarak bilmeleri gerekirken, bu tefsirin sadeleştirilmiş meali üzerinde bazı hatalar ve tahrifler bulunduğu gözden kaçmamaktadır.

Bu tefsirin sadeleştirmesini yapan kimselerin mutlaka akademik kariyer sahibi insanlar olduğunu düşünmekteyiz. Bu yazıyı yazarken, bu tefsiri sadeleştirenlerin hiç birini tanımadığımızı, ismini dahi bilmediğimizi , yapacağımız eleştirideki hatayı yapan sadeleştiriciyi tanımadığımızı, ve amacımızın herhangi bir kimseyi karalamak olmadığını öncelikle hatırlatmak isteriz.

Bundan önceki yazılarımızda adı geçen tefsirdeki Enbiya s. 95. ve Mümtehine s. 13. ayetlerinin Elmalılı tarafından yapılmış olan orjinal meale sadık kalınmayarak, farklı biçimde çevrilmiş olduklarını ele almaya çalışmıştık. Bu yazımızda Zuhruf. 61. ve 63. ayetlerinin Elmalılı tarafından yapılmış olan orjinal çevirisi ile , sadeleştiriciler tarafından yapılmış olan çevirisini ele alarak bu konuda yapılan hatayı ve büyük bir tahrifi gözler önüne sermeye çalışacağız. 

Herkesin malumu olduğu üzere İsa (a.s) ın kıyamete yakın bir süre dünyaya geri döneceği inancı , Hristiyan inancından İslam inancına ithal edilmiştir. Kur'an bu konuda herhangi bir bilgi vermez iken , Hristiyanlardan ithal edilen bu bilgiler, rivayetler yolu ile inanç konusu haline getirilmiş ve İsa (a.s) ile ilgili bazı ayetler , bu rivayetler merkeze alınarak rivayetleri tasdik etmeye yönelik biçimde tahrifata uğratılmaya çalışılmıştır.

Zuhruf s. 61. ayeti bu konuda başı çeken bir ayet olup , ayet meallerine parantez açmak veya hiç açmadan , onun tekrar dünyaya gelecek olduğu inancı sanki Kur'an tarafından bildiriliyormuş gibi bir hava oluşturulmaya çalışılmakta ve Kur'an tahrif edilmektedir.

Zuhruf s. 61. ve 63. ayetlerinin Arapça metnini , bu ayetlerin Elmalılı tarafından yapılmış orjinal meallerini ve internet ortamında bulunan "Elmalılı sadeleştirmiş 2" olarak yapılmış sadeleştirilmiş halini vererek durumu görmeye çalışalım ;

Zuhruf s. 61 . ayeti ;

                                           وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِّلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِ هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ


Elmalılı Hamdi Yazır (orjinal meal):
Ve hakkıkat o, saat için bir ılimdir, onun için sakın o saatin geleceğinde şekk etmeyin de bana tabi' olun, işte bu yegâne doğru yoldur


Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.

2 meali karşılaştıracak olursak , Elmalılı orjinal mealinde bulunmayan İsa'nın yere inişi kısmı parantez içinde sadeleştirici tarafından ilave edilmiştir. Sadeleştirme adına yapılan bu ilave önce ilmi bir ahlaksızlık örneği olup , sonra da asıl metinde olmayan bir ilavenin sadeleştiriciler tarafından meale sokulmak sureti ile yapılan bir tahrif örneğidir.

Ayetin Arapça metninde İsa'nın yere inişi ile ilgili olarak en küçük bir bilgi kırıntısı dahi olmamasına rağmen , sadeleştirme adına meale yapılan bu ilave ile İsa'nın yere inişi ayetin tahrif edilmesi yolu ile Allah'a söyletilmek istenilmektedir. İsa'nın tekrar dünyaya geri gelebileceğine inanmak ayrıdır , onun tekrar dünyaya geleceğini Kur'an'a söyletmeye çalışmak ayrıdır. Kur'an içinde olmayan bir şeyi parantez yolu ile olsa dahi Kur'andanmış gibi göstermek ne ilim adamı ne de Müslüman sıfatına sahip olan kimselere asla yakışmamaktadır. 

Zuhruf s. 63. ayetinde yapılan hata ise tam bir cinayet örneğidir.


             وَلَمَّا جَاء عِيسَى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُم بِالْحِكْمَةِ وَلِأُبَيِّنَ لَكُم بَعْضَ الَّذِي تَخْتَلِفُونَ فِيهِ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ

Elmalılı Hamdi Yazır (orjial meal) :
Isâ da o beyyinelerle geldiği vakıt şöyle dedi: ben size hikmet ile ve ihtilâf edip durduğunuz şeylerin ba'zısını size beyan edeyim diye geldim, onun için Allahdan korkun ve bana ıtaat edin,

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
İsâ mucizelerle İNDİĞİ zaman dedi ki: «Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklamak için geldim. O halde Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

Zuhruf s. 63. ayetinin Arapça metni içindeki CAE (geldi) fiili , Elmalılı tarafından doğru çevrilerek aslına sadık biçimde anlam verilmiş olmasına karşın , sadeleştirici tarafından tahrif edilerek, İNDİĞİ şeklinde çevrilmiştir. Bu eseri sadeleştiren kimse büyük ihtimal ilahiyat eğitimi görmüş, ve Arapçayı bilen bir kimsedir. 

Bu kimsenin Cae fiilinin hangi anlama geldiğini bilmemesine imkan ve ihtimal yoktur. İndiği olarak sadeleştirdiği kelimenin Arapça aslının hangi kelime olması gerektiğini çok iyi bilmesi gereken bu kimse , sırf İsa'nın yere inişi olarak parantez içine aldığı 61. ayetin devamı olan 63. ayetin, rivayetler ile gelen bir bilgi olan , sanki İsa (a.s) kıyamete yakın bir sürede yere indikten sonra bu sözleri söyleyecekmiş gibi bir anlam oluşturmaya çalışması ,yenilir yutulur bir hata değil , açık ve net bir tahrif örneğidir. 

Bu şahsın yapmış olduğu sadeleştirilmiş Elmalılı mealinden Kur'an'ı okuyan bir kimse, bu ayeti okuyunca , İsa (a.s) ın yeniden dünyaya geleceğinin Kur'an tarafından beyan edilmiş olduğunu zannederek , 63. ayetteki İsa (a.s) tarafından söylenen sözlerin , onun yere indikten sonra söyleyeceği sözler olduğuna inanarak , yanlış bir düşünceye sahip olacaktır. Halbuki ilgili ayetler , İsa (a.s) ın yaşadığı zaman içindeki kavmi ile olan mücadelesinden kesitler sunmakta olup , yeniden dünyaya indikten sonra söyleyeceği sözler değildir , çünkü böyle bir yeniden iniş Kur'an tarafından beyan edilmemiştir.

Zuhruf s. 63. ayetinde yapılan bu kelime tahrifi hem sadeleştirildiği iddia edilen bir kitaba karşı İLMİ BİR AHLAKSIZLIK örneği , hem de Allah (c.c) nin ayetleri üzerinde yapılan TAHRİFAT örneğidir. 

Adı her neyse veya kimse Elmalılıyı sadeleştirdiğini iddia eden bu şahsiyetin kafasında İsa'nın kıyamete yakın dünyaya geri döneceği fikri hakim olup , bu düşüncesini ayete söyletmek istemektedir. Bu kişi ilmi ahlaktan öyle yoksun bir kimsedir ki , bu düşüncesini Elmalılı meali üzerinden yapmakla önce Elmalılı'ya iftira atmakta , sonra da Allah (c.c) nin kelimesini tahrif ederek tam bir Yahudilik örneği sergilemektedir.

Elmalılı veya onun mealini sadeleştiren kişi, İsa'nın kıyamete yakın bir zamanda dünyaya geri döneceğine dair bir inanç içinde bulunabilir, bu onların bileceği iştir. Ancak Elmalılı nasıl Allah'ın ayetleri üzerinde tahrifat yapmak sureti ile bu düşüncesini Kur'an'a onaylatmak yoluna gitmekten imtina etti ise , onun mealini sadeleştirmek adına eline kimsenin de, önce Elmalılının eserine karşı yerine getirmesi gereken ilmi ahlaka sahip olarak onun demediğini ona dedirtmeye çalışmaya , sonra da Allah'ın demediğini Allah'a dedirtmeye asla hakkı yoktur. 

İlmi ahlak , herhangi bir kimsenin eseri üzerinde çalışma yapan kimsenin , o eser üzerinde herhangi bir şahsi tasarruf yapması imkanı tanımaz. İlmi ahlaka sahip bir kimse , üzerinde çalıştığı esere sadık kalmak zorundadır. Hele bu eser Allah (c.c) kitabı ise bu kimsenin 2 defa dikkatli olmasını gerektirmektedir. Eser sahibinin demediği ve yazmadığı bir şeyi onun eserine ilave etmeye , Allah (c.c) nin demediği bir şeyi ona dedirtmeye kimsenin hakkı yoktur , böyle bir ameliye içine giren kimse asla güvenilir olamaz.

Bu yanlışı yapan kimseye tavsiyemiz şu olacaktır ; Önce eserini çevirdiğiniz kişinin eserine karşı yaptığınız gayri ahlaki davranıştan vazgeçerek ilgili ayetleri onun orjinal mealine sadık kalarak yeniden düzenlemeniz , sonra da Allah (c.c) nin kelimesine karşı yapmış olduğunuz tahrifattan dolayı ondan bağışlanma istemenizdir. Bunu yapmadığınız takdirde, bir kimsenin eserine karşı yapmış olduğunuz hata ile, ilmi kariyerinizin nasıl bir çukurda olduğunu gözler önüne sermiş olacak, Allah (c.c) nin ayetlerine karşı tahrifkar bir tutum takınmanız sebebi ile de sizden önceki tahrifçilerin akıbetine uğramaktan kendinizi kurtaramayacaksınız. 

7 Şubat 2017 Salı

Saffat s. 25. Ayeti : Bağlamdan Kopuk Bir Okuma Örneği

Kur'an'ın doğru anlaşılmasında en önemli noktalardan bir tanesi , okunan ayetin "Siyak Sibak" olarak bilinen bağlı olduğu ayetler gurubu yani bağlamı , sure ve Kur'an içindeki bütünlüğünün  dikkate alınarak okunmasıdır. Bu ilkeler dikkate alınmadan okunan Kur'an ayetleri yanlış anlaşılarak , verilen mesajdan uzaklaşılacaktır. Ayrıca Kur'an'a bazı ön kabullerini onaylatmak isteyenlerin , bağlamdan kopuk bir okumaya özen gösterdikleri malumdur. 

Saffat s. 25. ayeti , iyi niyetle sanal ortamlarda yardımlaşmayı teşvik etmek adına paylaşılan bir ayet olup , bağlamından kopuk bir okumaya verilebilecek örnek ayetlerden bir tanesidir. 

 [037.025] Ne oldu size,  birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?.

Bu ayet bazı kimseler tarafından yardımlaşmaya teşvik eden bir ayet olduğu zannı ile , sosyal medya ortamlarında paylaşılmaktadır. Halbuki bu ayetin bağlamına dikkat ettiğimizde , ayetin böyle bir mesajı bulunmamaktadır. 

Konumuz olan ayet , Saffat s. 12. ayetten başlayan Allah'ın ayetlerini ve yeniden dirilişi inkar edenlerin konu edildiği ayetler gurubuna dahildir. Saffat s. 20. ayetinde inkar ettikleri yeniden diriliş ile karşılaşanların, düştükleri zelil durum gözler önüne serilerek , akıbetleri onlara  daha hayatta iken gösterilmek sureti ile sakınmaları amaçlanmaktadır. 

[037.020] Derler ki: «Eyvahlar bize; bu, din günüdür.»
[037.021] «İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz ayırt etme günüdür».
[037.022]  «Toplayın o zalimleri, ve onların aynı yoldaki arkadaşlarını ve kulluk etiklerini.
[037.023]  «Allah'tan aşağısından olan (kulluk ettiklerini) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.»
[037.024] (Cehenneme) vakfedin onları. Çünkü onlar sorumludurlar.
[037.025] Ne oldu size , birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz? .
[037.026] Hayır bugün onlar teslim olmuşlardır.
[037.027]  Birbirlerine dönüp soruşurlar.
[037.028]  Ve derler ki: Doğrusu siz, bize sağdan gelirdiniz.
[037.029]  (Bunlar da): «Hayır, siz inanmamıştınız,
[037.030]  «Bizim sizin üzerinizde zorlayıcı hiç bir gücümüz yoktu; hayır, siz azgın bir kavimdiniz.»
[037.031]  «Onun için Rabbimizin hükmü bize hak oldu. Biz (hak ettiğimiz cezayı) mutlaka tadacağız.»
[037.032]  «Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık».
[037.033]  Artık o gün onlar azabda ortaktırlar.
[037.034]  Doğrusu suçlulara böyle yaparız.
[037.035]  Çünkü onlara: «Allah'tan başka ilah yoktur» denildiği zaman, büyüklük taslarlardı.
[037.036]  Mecnun şair için ilahlarımızı mı bırakalım? derlerdi.
[037.037]  Hayır; o, gerçeği getirmiş ve gönderilenleri doğrulamıştı.
[037.038]  Hiç tartışmasız, siz, acıklı azabı tadıcılarsınız.»
[037.039]  Ve yapmış olduğunuzdan başkasıyla cezalandırılmayacaksınız.

Görüldüğü gibi ayeti bağlamı dahilinde okumak ile , bağlamından koparmak sureti ile aralarında anlam farkı bulunmaktadır. Ayet bağlamından kopuk okunduğu zaman , yardımlaşmayı teşvik eden bir ayet olduğu gibi anlaşılırken , bağlamı dahilinde okunduğu zaman , yaşamları içinde ellerindeki mal ve servete güvenerek Allah'a ve elçisine kafa tutarak ayetlerini inkar edenlerin düştükleri zelil durumun alaylı bir şekilde anlatıldığı görülmektedir. 

Dikkat çekmek istediğimiz asıl mesele , ayetlerin bağlamından koparmak sureti ile okunması ile , bağlamı dahilinde okumak arasında oluşabilecek anlam farkıdır. Bundan dolayı bazı hataların oluşmasına sebebiyet verilmemesi için , ayetlerin sure ve Kur'an içindeki birbiri ile olan bağlamlarına dikkat eden bir okuma yapılması önem arz etmektedir. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


24 Haziran 2016 Cuma

Ahzab s. 37. Ayetini Tarihsellikten Evrenselliğe Bir Okuma Örneği

Kur'an bilindiği üzere , yaklaşık 1500 yıl kadar önce Mekke ve Medine şehirlerinde Muhammed (a.s) a inmiş bir kitaptır. Bu kitabın en önemli özelliği , indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanların dil , kültür , örf , gibi unsurlarını göz önünde bulundurmuş olmasıdır. Bizler bugün Kur'anı okurken , bu unsurları göz ardı ederek, yani yaşanmışlığını ret ederek okumaya kalktığımızda, karşımıza bir çok anlama sorunu çıkacaktır.   

Kur'anın 1500 sene önce inmiş olması , bugün bu kitabın bizlere dair mesajlarının olup olmadığı noktasında bazı tartışmaları beraberinde getirmiştir. Biz bu tartışmalara girmeden "Tarihsel arka plan" olarak nitelenen ve Kur'anın anlaşılmasında önemli bir faktör olan durumu göz önüne alarak , dün Medinede inen bir ayetin , bugün bizler için nasıl bir mesaj içerebileceğini ,Ahzab s. 37. ayetini ele alarak okumaya çalışacağız. 

Bu yazıyı kaleme alma amacımız , Kur'anın evrensel bir kitap olduğunu ispatlamak olmadığını hatırlatmak isteriz. Tarihselcilik - Evrenselcilik gibi kavramlar etrafında yapılan tartışmaların hiç bir tarafında olmadığımızı , bu konuda daha önce yazmaya çalıştığımız yazılarda belirtmeye çalışmıştık. Ancak bir ayetin bize dönük bir mesajının olup olmadığı , eğer bir mesajı varsa bu mesajı doğru okumanın yolunun , ilgili ayetin ilk muhataplara ne dediğini tespit etmekten geçtiğini söylemek istiyoruz. 

Konumuz olan ayetin meali şu şekildedir ; 

[033.037]  Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.

Ayet , Muhammed (a.s) ın evlatlığı olan Zeyd'in evlendiği bir kadını boşamasından sonra , onun boşadığı kadının Muhammed (a.s) ile evlendirilmiş olduğunu beyan etmektedir. Bu evlendirmenin amacı ise, yine ayet içinde beyan edilmiş olmasına rağmen , bazı kimseler tarafından Muhammed (a.s) ın o kadına aşık olduğu gibi spekülasyonlar yapılarak , ayetin vermek istediği mesaj maalesef ıskalanmaktadır.

Bu ayetin istismar edilerek , Muhammed (a.s) ın gayri ahlaki bir duruma düştüğünü iddia edenlere karşı , Muhammed (a.s) ın ahlakını savunmak gibi bir gayemiz olmadığını , onun üstün bir ahlak sahibi olduğunu zaten bizlere Allah (c.c) nin beyan etmiş olduğunu (68.4) hatırlatarak , bu ayet ile yapılan tartışma ve anlama çalışmalarının sadece Zeynep validemiz ile olan durum çerçevesine sıkıştırılmasını da yanlış bulduğumuzu söylemek istiyoruz.

Tarihselcilik - Evrenselcilik münakaşalarına kurban edilmeye çalışılan bu ayet , özellikle tarihselcilik yanlıları tarafından , Kur'anın bütün ayetlerinin evrensel bir hüviyete sahip olmadığına dair bir delil olarak öne sürülen ayetlerden bir tanesidir. Kur'anın bütün ayetlerinin evrensel bir hüviyete sahip olduğunu iddia etmenin doğru olmadığını hatırlatarak , Kur'anın tarihsel bir kitap olduğunu ispat etmek için , bu ayeti sadece tarihsel bağlamında bırakarak yapılan bir okumanın da yanlış olduğunu düşündüğümüzü söylemek istiyoruz.

Kur'anı doğru anlamanın yollarından bir tanesi ilgili ayetin sure ve Kur'an bütünlüğünde bir bağlam dahilinde okunmasıdır. Ahzab s. 37. ayetini bu yöntem ile okuyacak olursak öncelikle surenin ilk ayetlerini dikkate almamız gerekmektedir.

[033.001]  Ey nebi, Allah'tan kork, kafirlere ve münafıklara itaat etme. Muhakkak ki, Allah bilendir, hikmet sahibidir.
[033.002] Ve sana Rabbinden vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı haber alandır
[033.003]  Ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
[033.004]  Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi de sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olana) yola yöneltip-iletir.
[033.005]  Onları (evlatlıklarınızı) babalarına nisbet ederek çağırınız. Allah katında o daha doğrudur; eğer babalarını bilmiyorsanız dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettiğinde (günah) vardır. Allah günahları örten, çok merhamet edendir.

Ayetleri, Muhammed (a.s) gözü ile okuyacak olursak 1. 2. ve 3. ayetler, onu gelecek olan bir emre hazırlamaya yönelik ve alt yapıyı güçlendiren ayetler olduğunu anlayabiliriz. 4.ve 5. ayetlerin ise, o günkü Arap toplumunda yerleşik bir örfün yanlışlığına vurgu yapan ayetler olduğunu görmekteyiz.

Konumuzu yakından ilgilendiren 4. ve 5. ayetlerdeki evlatlıklar ile ilgili düzenlemeye yoğunlaştığımızda , 37. ayeti anlamak daha da kolaylaşacaktır. 

Bu ayetler aynı zamanda , o günkü Arap toplumunda evlatlık olarak yetiştirilen bir kimsenin öz oğul olarak muamele gördüğü, ve bu görülme sonucunda ise, toplumda "Tabu" olarak niteleyebileceğimiz bazı durumların ortaya çıktığını anlatmaktadır. Bir kimse elbette evlatlık olarak aldığı bir çocuğa öz oğul gibi sevgi besleyebilir , ancak evlatlıkların öz oğuldan ayrı olarak bir takım hukuksal ayrıcalıkları olduğu yani öz oğul için geçerli olan bir takım hukuki konuların aynısının evlatlıklar için geçerli olamayacağı göz ardı edilmemelidir . Ayet böyle bir hukuksal ayrıcalığa dikkat çekerek , toplumda tabu haline gelmiş bir inancı, Muhammed (a.s) ın üzerinden pratiğe aktararak yıkacaktır.

Ahzab s. 37. ayetini böyle bir arka plan düşüncesi dahilinde okuduğumuz zaman , olayı sadece Muhammed (a.s) ve Zeynep validemiz etrafında kilitlenmekten çıkarmış , o günkü toplumda olan bir tabunun yıkılması noktasından bakarak , bu ayetin sadece o güne has bir ayet olarak okumaktan da kurtarmış olacağız.

Şurasını hatırlatmak isteriz ki ; Muhammed (a.s) ın Zeynep validemize olan ilgisini öne çıkararak bu ayeti okumaya çalışmak , Abese suresinin ilk ayetlerindeki amayı görmezden gelmesi ile ilgili ayetleri okurken olayı Muhammed (a.s) ın zenginleri tercih ettiğine dair bir düşünceye bağlamaya çalışmakla aynı durumdur. 

Abese suresi ilk ayetlerini nasıl tebliğ metoduna dair bilgiler içermesi olarak okuyarak amayı terslemiş olmasını merkeze almıyor isek , Ahzab s. 37. ayetini okurken de , Zeynep validemize olan ilgilisini öne çıkarmadan , o ayetin vermek istediği mesajı öne çıkararak ayeti okumak zorundayız. Allah (c.c) , Muhammed (a.s) ın bu kadına aşık olduğunu bilerek , onun haşa kara sevda çekmesini önlemek için, Zeyd'in boşamasını sağlayarak onunla evlendirmemiştir. 

Ahzab s. 37. ayetinin anlaşılmasında anahtar konuma sahip olan cümle , " evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin" cümlesidir. Allah (c.c) , bu cümle ile Muhammed (a.s) ı hangi sebeple, Zeyd'in boşadığı kadın ile evlendirdiğini net olarak beyan etmektedir. Ayeti okurken bu cümleyi merkeze alarak okumak , bu konudaki bir takım rivayetleri ve spekülatif düşünceleri merkeze almamak anlamına da gelecektir.

Bu ayetin sonrası olan 38.39. ve 40 ayetler de konu ile yakında alakalı olup , bu ayetin anlaşılması için okunması elzemdir. 

[033.038] Allah'ın nebiye farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.
[033.039] Onlar ki, Allah'ın risaletlerini (mesajlarını) tebliğ eder ve O'ndan korkarlar; Allah'tan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak da Allah yeter!
[033.040] Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

Dikkat edilirse bu evlilik , Muhammed (a.s) ın istediği için değil , Allah (c.c) farz kıldığı için gerçekleşmiştir. Allah (c.c) nin seçtiği nebi resuller , onun kullarına olan emirlerini iletmek ve yerine getirmek ile vazifeli kimselerdir. Bu durumu 39. ayette daha açık bir şekilde görmekteyiz. Elçilerin , Allah'ın mesajlarını tebliğ etmeleri sadece söz ile değil , onların şahsında amel ile gerçekleşmekte olduğunu bu ayet bizlere göstermektedir.

Allah (c.c) neden böyle bir evliliği gerçekleştirmiştir ?. 

Toplumlar , bünyelerinde yıllardan beri süre gelen yaşantılarından edinmiş oldukları ve adına "Örf" denilen bir takım adetleri yaşatırlar. Bu adetler bazı toplumlarda öylesine kemikleşmiş bir hale alabilir ki yıkılması neredeyse imkansızdır. 

 Evlatlıkların öz oğul gibi muamele görmesi Arap toplumunun bir örfü olup , bir takım yanlışlıkları içinde barındırması bakımından yıkılması gereken yanlış bir uygulama idi. Allah (c.c) bu uygulamayı sadece ayet indirmek sureti ile değil , Muhammed (a.s) ı evlatlığının boşamış olduğu kadın ile evlendirerek , evlatlık olarak alınan kişilerin öz oğul olarak muamele göremeyeceklerini pratik hayatta göstermiş oldu.

O günkü Arap toplumunda , evlatlıklar öz oğul gibi muamele gördüğü için , erkek evlatların boşadığı kadınlarla evlenmekte haram kılınmıştır (4.23). Evlatlıkların öz oğul olmadıklarının iyice bilinmesi için böyle bir uygulamaya gerek görülmüş ve bu evlilik gerçekleştirilmiştir. 

Muhammed (a.s) Arap toplumuna mensup bir insan olarak o toplumun örf ve adetlerine uymak durumunda olan birisidir. Ancak vahiy ile yerleşik sistem arasında kalındığı zaman hangisinin tercih edilmesi gerektiği , işte bu olay ile ona ve bütün iman edenlere anlatılmaktadır. 

Ayetin evrensel mesajı da işte buradadır.


Muhammed (a.s), yaşadığı toplumun kemikleşmiş hale gelen bir örfünü , Allah (c.c) nin emri ile yıkarak , kendisinin üzerinden bizlere , yaşadığımız toplumun bir takım yanlışları ile vahiy arasında kaldığımızda hangi tarafı seçmemiz gerektiğini öğretmektedir. 

Surenin 39. ayeti , elçilerin görevinin mesajı sadece sözlü olarak iletmek değil , yaşadıkları hayat içinde pratize ederek onları kendi hayatlarında örneklemek olduğunu bildirmektedir. Bunları yaparken "Başkaları ne der" gibilerinden kaygıları asla taşımadan , sadece görevlerini yerine getirmek amacını taşıyan amelleri yaptıkları bildirilerek , aynı durumun bizler içinde geçerli olduğu mesajı verilmektedir. 

Bizler yaşadığımız toplum içinde örf , adet , gelenek v.s gibi yaşantı şekillerini vahye göre değerlendirerek , hayatımızı vahiy ölçeğinde düzenlemek zorundayız. Yaşadığımız toplumun dini , milli , örfi değerleri ile vahiy arasında bir çatışma var ise , seçeceğimiz taraf , vahyin tarafı olmalıdır. Ahzab s. 37. ve bağlamı dahilindeki ayetler bizlere bunu öğretmektedir.

Sonuç olarak ; Ahzab s. 37. ayeti , Arap toplumunda tabu olarak bir uygulamayı , Muhammed (a.s) ın üzerinden uygulamalı olarak yıkan bir ayettir. Bu ayetin tarihsel bağlamında kalmadan yapılacak bir okuma , bu ayetin bize dönük mesajları da olduğunu gösterecektir. 

Yaşadığımız toplumda vahye aykırı olarak yerleşmiş olan ve tabu olarak görülen uygulamalar eğer var ise , toplum baskısından çekinerek , bunlara karşı sessiz kalmamak bu ayetin bizlere öğrettiği bir yoldur. Yaşantısını vahyin belirlediği kriterler üzerine bina etmek zorunda olan bizlerin önünde en büyük engellerden biri olan , inandığımız din ile yaşadığımız toplumdaki insanların bir çoğunun inandığı arasında maalesef dağlar kadar fark vardır. 

İşte böyle bir durumda nasıl bir vaziyet almamız gerektiğini Ahzab s. 1-5 ve 37-40. ayetleri bizlere göstermektedir.

Tarihsel bağlamın önemi elbette yadsınamaz , ancak ayeti tarihsel bağlamı içine hapsederek okumaya tabi tutmak ta yanlış bir tutum olacaktır. Kur'an ayetlerini okurken , yapılan anlatım üzerinden verilmek istenilen genel mesajı okumaya çalışmak , ayetin bizlere dönük olabilecek bir mesajını anlamakta yardımcı olacaktır. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


3 Haziran 2016 Cuma

NAHL S. 71 : Önyargılı ve Kur'an Bütünlüğü Gözetilmeden Okunan Bir Ayet Örneği

Kur'anın okunması , anlaşılması , başka bir dile çevrilmesi ve yorumlanmasında ortaya çıkan bazı sorunların kaynağında , mezhebi ,meşrebi , itikadi düşüncelerin dikkate alındığı ön yargılar ve Kur'an bütünlüğünün gözetilmemesi olduğunu söyleyebiliriz. Yazımıza konu edeceğimiz Nahl s. 71. ayeti, böyle bir ön yargı ve bütünlük gözetilmeden , mülkiyet ve eşitlik konusu ile bağdaştırılmaya çalışılan bir ayet olarak okunmaya çalışılmaktadır.

وَاللّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الْرِّزْقِ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُواْ بِرَآدِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاء أَفَبِنِعْمَةِ اللّهِ يَجْحَدُونَ

Bu ayetin yapılmış olan çevirilerinin bir kaç örneği şu şekildedir ;

Ahmet Varol :
Allah rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar ellerinin altındakilere (köle ve cariyelerine) rızıklarını vermezler. Oysa onda (rızıkta) eşittirler. Öyleyken Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?

Ali Bulaç :
Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip verici değildirler. Şimdi Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?

Bekir Sadak :
Allah rizikda kiminizi digerlerine ustun tutmustur. stun kilinanlar, emirleri altinda bulunanlarin riziklarini vermezler. Oysa rizikta hepsi esittir. Allah'in nimetini bile bile inkar mi ediyorlar?

Diyanet İşleri :
Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

Edip Yüksel :
ALLAH rızık (varlık) açısından sizi birbirinize üstün kılmıştır. Nitekim, üstün kılınanlar, emirleri altındakilerle varlıklarını eşit paylaşmazlar. ALLAH'ın nimetini mi reddediyorlar?

Muhammed Esed :
Rızık konusunda, kiminize kiminizden fazla veren Allah'tır: hal böyleyken, kendisine fazla verilmiş olanlar, rızıklarını -bu bakımdan aralarında eşitlik olsun diye- sağ ellerinin malik olduğu kimselerle paylaşmakta isteksiz davranıyorlar. Peki, (böyle yapmakla) Allah'ın nimetini (bile bile) inkara mı kalkışıyorlar?

Suat Yıldırım :
Allah sizi, maişet ve rızık hususunda kiminizi kiminize üstün kıldı. Nasipleri bol olanlar kendi nasiplerini, kendileriyle eşit seviyeye gelecek derecede, yanlarında çalıştırdıkları köle ve hizmetçilere vermezler. O halde nasıl olur da Allah’ın nimetini, Allah’ın kendilerinin üzerindeki hakkını bile bile inkâr ederler?

Çeviri örneklerini aldığımız kişilere karşı herhangi bir art niyet taşımadığımızı öncelikle hatırlatarak , örneklerini verdiğimiz türden yapılan çevirilerde , Nahl s. 71. ayetinin anlamı , "Ellerinin altında köle bulunan kişilerin bu servetlerini onlarla paylaşarak eşit hale gelmeleri gerektiği , bunu yapmadıkları takdirde Allah'ın nimetini inkar etmiş olacakları" şeklinde anlaşılmaktadır.  

Bu ayetten bir kısım kimse ise , varlık sahibi olanların elindekilerden ihtiyacından fazlası olanı bir başkasına vererek , onunla eşit duruma gelmesi gerektiğine dair bir düşünce çıkararak , neredeyse mülkiyet düşmanlığına varacak düşüncelerine olan desteği bu ayetten çıkartmaktadırlar. Allah (c.c) varlık sahiplerine ellerinde olanlardan ihtiyaç sahiplerine vermesi gerektiğine dair kitabında bir çok yerde emirler vermektedir , fakat bu varlıklarını ihtiyaç sahipleri ile eşit duruma gelecek şekilde vermeleri gerektiği yönünde bir beyan bulunmamaktadır. 

Peki Nahl s. 71. ayetine verilen böyle bir anlam ne derece doğru ,ve Kur'an bütünlüğüne ne kadar uygundur?. 

[043.032] Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırmaktadırlar? Dünya hayatında onların maişetlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshîr etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükseltkik. Senin Rabbinin rahmeti, onların toplayıp-yığmakta olduklarından daha hayırlıdır.

Zuhruf s. 32. ayetindeki " onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshîr etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik." ifadesi, insanlar arasındaki ekonomik farklılık gerçeğine vurgu yapmaktadır.

Bir dünya ve hayat gerçeği olarak , insanlar arasında ekonomik farklılık mutlaka olacaktır. İnsanların bilgi ve yeteneklerinin aynı seviyede olmayışı, bu farkı doğuran sebeplerden birisidir. Allah (c.c) bu farklılığa dikkat çekmekte ve bu farklılık neticesinde "İşçi" ve "İşveren" adı altında bildiğimiz sosyal gurup, hayat içindeki yerini binlerce senedir sürdürmektedir. 

Binlerce yıldır emeği ile para kazanan "İşçi" , ve bu emeği ücret karşılığı satın alan "İşveren" sınıfı ,birbirlerinin haklarına riayet ettikleri müddetçe sorunsuz yaşamışlar , birbirlerinin haklarına göz diktikleri müddetçe sorunlar  baş göstermiştir. 

İşçi sınıfının işveren sınıfına olan hak ve vazifeleri kadar , işveren sınıfının da işçi sınıfına karşı aynı şekilde hak ve vazifeleri vardır. Asıl olan bu hakları dengeleri bozmadan gözetmek olmalı iken , dünya yüzünde ortaya çıkan ve işçi sınıfının hakkını gözettiğini iddia eden bazı ideolojik fikirler hak gözetmek değil , hak yemek üzerine kurulmuştur. 

Allah (c.c) dünya yüzündeki bu sınıfsal gerçeğin birbirinin haklarına riayet etmesi gerektiği esasına dayalı hükümler vaz ederek , infak , sadaka , zekat gibi ihtiyaç sahiplerine yapılması gereken yardımları , varlık sahiplerine şart koşmuş , bu vazifelerini yapmayanlara hesap gününde ağır cezalar vereceğini haber vermiştir. 

Ancak , varlık sahiplerinin ellerindeki olanları, ihtiyaç sahipleri ile paylaşarak onlarla eşit duruma gelmeleri gerektiğini asla beyan etmemiştir.  

Zuhruf s. 32. ayetinde böyle bir sosyal sınıf farkını dikkate alan Allah (c.c) , bir başka ayette sosyal sınıf farkını yok sayacak ve dengeleri yerinden oynatacak bir emir verebilir mi ?.

Kısacası , Nahl s. 71. ayetine verilen anlam ile , Zuhruf s. 32. ayetinde anlatılan hayat gerçeği , birbiri ile çelişmektedir. Kur'an çelişkisiz bir kitap (4.82) olduğuna göre , bu ayeti kitap içindeki bir başka ayet ile çelişki arz etmeyecek bir anlamı olmalı ve ona göre bir çevirisi yapılmalıdır.

Nahl s. 71. ayetinin çeviri ve yorumunda , Rum s. 28. ayetini dikkate alan bir çevirinin bizi isabetli bir çeviri ve yoruma götüreceğini söyleyebiliriz.

ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

[030.028] Sizin için kendi nefislerinizden misal irâd etti. Sizi merzûk ettiğimiz şeyde sizin için sağ ellerinizin maliki olduğu (köle ve cariye) gibi şeylerden ortak olanları var mıdır ki, onda siz müsavî olasınız? Kendi nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız? İşte böyle âyetleri âkilâne düşünürler olan bir kavim için mufassalan bildiririz.

Rum s. 28. ayetinde Allah (c.c) , gerçek hayat içinden bir örnekle , kendisinin ilahlık ve rablik alanına giren konularda, kimse ile yetki paylaşımına gitmeyeceğini , nuzül dönemindeki insanların birbirleri arasındaki "Köle- Efendi" statü farkına dikkat çekerek örneklemektedir.

Allah (c.c) müşriklere , "Sizler bile kendiniz gibi insan olan ve sizin altınızda olan birisi ile eşit duruma gelmeyi kabul etmez iken , ben sizlerle eşit bir duruma düşürülmeyi nasıl kabul edebilirim" demektedir. 

Nahl s. 71. ayeti de Rum s. 32. ayetinin bir benzeri olan anlama sahiptir. Şurası bir gerçektir ki , Nahl s. 71. ayeti çevirisi zor bir ayettir. Bu ayetin çevirisi motamot bir şekilde yapıldığında okuyucu için pek anlam ifade etmeyecektir. Bu ayetin çeviri ve yorumu için Kur'an bütünlüğünün gözetilmesine olan ihtiyaç başka ayetlerden daha fazladır.

Bu ayet ile ilgili olarak müfessir Kurtubi nin tefsirinde yazdıkları şöyledir ; 


"Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı." Yani, kimi­nizi zengin, kiminizi fakir, kiminizi hür, kiminizi köle kıldı. Rızık hususunda "üstün kılınanlar... rızıklarmı ellerinin altındakilere geri vermezler." Yani, efendi, mal bakımından köle ile sahibi eşit olsun di­ye kendisine rızık olarak verilen herhangi bir şeyi, kölesine vermek isteme­mektedir. Bu, yüce Allah'ın, puta tapanlara verdiği bir misaldir Yani sîzin köleleri­niz, sizinle eşit olmadığına göre, nasıl benim kullarımı bana eşit kılıyorsunuz? Sahip oldukları kölelerinin kendi mallarında ortaklıkları söz konusu olmadı­ğına göre, onların da Allah'a ibadette O'nun dışındaki putları, heykelleri ve onların dışında kendilerine tapınılan melekler ve peygamberleri halbuki hep­si de Allah'ın kullan ve yaratıklarıdır ortak koşmaları da caiz olamaz. Bu an­lamdaki açıklamayı Taberî naklettiği gibi, İbn Abbas, Mücahid, Katade ve baş­kaları da bu şekilde açıklamışlardır.
Yine İbn Abbas'tan nakledildiğine göre, bu ayei-i kerime Necranlı hristiyanları hakkında inmiştir. Onlar, İsa Allah'ın oğludur deyince, yüce Allah onlara; "Üstün kılınanlar... nzıklarını ellerinin altındakilere geri vermezler"

buyruğunu indirdi. Yani efendi, sahip olduğu kölesine» efendi ile köle mal­da eşit olsun diye rızkını, malını geri vermediğine güre, siz nasıl olur da ken­diniz için razı olmadığınız bir hususa Benim için rıza gösteriyor ve böylelik­le kullarım arasından oğlumun olduğunu iddia ediyor?"

Ulaşma imkanı bulduğumuz meallerde Nahl s. 71. ayetinin doğru olarak çevrildiğini söyleyebileceğimiz şekli şöyledir ; 

Mustafa Öztürk    
Maddi zenginlik yönünden kimimizi kiminizden üstün kılan da Allah'tır. Hal böyleyken maddi imkânları geniş olanlar, sahip oldukları zenginliği kendi köleleriyle eşit olarak paylaşmaya, böylece onlarla denk olmaya hiç yanaşmazlar. [Kölelerini bu denk görmeyen o müşrikler nasıl oluyor da [putları Allah'a denk tutuyorlar?!} yine onlar nasıl oluyor da [kendilerine hiçbir nimet verme imkânı bulunmayan o putlara tanrılık yakıştırmak suretiyle] Allah'ın onca nimetini bile bile inkâra kalkışıyorlar?

Mustafa İslamoğlu 
ALLAH rızkı kiminize diğerinden daha fazla vermiştir. Peki ,kendisine daha fazla verilenler emirleri altında çalışan kesimleri servetlerine ortak etseler de , onlar da bu konuda (kendileriyle) eşit hale gelseler ya. Buna (dahi razı olmayacaklarına) göre hala (ortak koşmakla), Allah'ın nimetlerini bile bile inkara yeltenmiş olmuyorlar mı?

Hayrat Neşriyat :
Hem Allah, rızık husûsunda bazınızı bazınızdan üstün kıldı. Böylece üstün kılınanlar ise, rızıklarını (kendileriyle eşit dereceye gelecek şekilde) ellerinin altındaki kölelerine verici değiller ki, artık onda (o rızıkta) kendileri müsâvî olsunlar. (Onlar kendi köleleriyle eşitliği kabûl etmezken, nasıl oluyor da Allah’a eş tutup ortak koşuyorlar?)Şimdi Allah’ın ni'metini bilerek inkâr mı ediyorlar?

Ali Fikri Yavuz :
Allah rızık hakkında bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldı. Kendilerine fazla rızık verilenler de, rızıklarını elleri altında bulunanlara vermiyorlar ki, onda müsavi olsunlar. (İşte böyle köle ve hizmetçilerini mallarına ortak etmiyenler, Allah’a nasıl, kudreti altındaki şeyleri ortak ediyorlar?) Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

Erhan Aktaş
Allah, rızık konusunda kiminizi kiminize üstün kıldı. Üstün kı- lınanlar; rızıklarını, yeminlerinin mülkü olan kimselere aktarıyorlar da, onlar, onda eşit oluyorlar mı? O halde, Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?2

Sonuç olarak ; Nahl s. 71. ayeti bir çok mealde Kur'an bütünlüğü dikkate alınmadan çevrilmiş ve bu yanlış çevirilerin başka ayetler ile çelişki arz edebileceği akla getirilmemiştir. Rum s. 28. ayetini merkeze alarak yapılan çeviri ve yorumlar , çelişkiyi ortadan kaldırıcı ve Kur'an bütünlüğüne daha uygun olarak yapılmış çeviriler olduğunu söyleyebiliriz. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



4 Mayıs 2016 Çarşamba

EYYUB (a.s) : Şükreden Bir Kul Örneği

Kur'an , içinde barındırdığı elçi kıssaları ile , onların yaşantılarını bizlere örneklik olarak sunarak , yaşantımızı onların yaşamları üzerinden şekillendirmemizi istemektedir. Eyyub (a.s) , bizlere kıssası anlatılan elçilerden birisi olarak Kur'anda yerini almıştır. Onun kıssasında öne çıkan nokta , ona dokunan bir zarar ve o zararın ondan giderilmiş olmasıdır. 

Elçi kıssalarının mesaj içerikli bir çok yönü olduğunu , bundan önceki kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalışarak , Eyyub (a.s) kıssasını farklı yönlerden okumaya çalışmıştık. Bu yazımızda , Kuranın bir çok yerinde gördüğümüz nankör insan tiplemesine karşılık , şükreden insan örneği olarak Eyyub (a.s) ı okumaya çalışacağız.

[016.053-54]  Size gelen her nimet Allah'tandır. Sonra, bir sıkıntıya uğradığınızda yalnız O'na sığınırsınız. Ama sonra sizin o sıkıntınızı giderince, içinizden bir kısmı hemen Rab’lerine ortak koşarlar.
[010.012]  İnsana bir sıkıntı dokunduğu vakit, gerek yan yatarken gerek otururken, gerek dikilirken, Bize dua eder durur; kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o müsriflere yaptıkları işler, böylece güzel gösterilmektedir.
[030.033] İnsanların başına bir sıkıntı gelince, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir gurup yine Rablerine ortak koşuyorlar.

[010.022-23] Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgarla götürürken yolcular neşelenirler; bir fırtına çıkıp da onları her taraftan dalgaların sardığı ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah'ın dinine sarılarak, «Bizi bu tehlikeden kurtarırsan and olsun ki şükredenlerden oluruz» diye O'na yalvarırlar. Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size bildiririz.
[029.065]  Gemiye bindiklerinde; dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na yalvarırlar. Ama onları karaya çıkararak kurtarınca, hemen Allah'a şirk koşarlar.

Yukarıda verdiğimiz  ayet örneklerinde ortak nokta , başı dara düştüğünde Allah (c.c) yi hatırlayan , ona yalvaran , fakat başı dardan kurtulunca nankörlük yapan insan örnekleridir. Kur'anın daha bir çok yerinde gördüğümüz ve insanın nankörlüğünü yeren ayetleri dikkate aldığımızda , Eyyub (a.s) ın başı dara düştüğünde ve dardan kurtulduğunda yaptıkları , bizlere örneklik teşkil  etmektedir.

[021.083-4] Eyyûb’u da an! Hani o: «Ya Rabbî,bu dert bana iyice dokundu. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın!» diye niyaz etmiş, Biz de onun duasını kabul buyurup katımızdan bir lütuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, hastalığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlarını bir misliyle beraber vermiştik.
[038.041-44]  Kulumuz Eyyub'u da an; Rabbine: «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» diye seslenmişti.«Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su» dedik.Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık.Ey Eyyüb: «Eline bir demet sap al, onunla vur, yeminini bozma» demiştik. Gerçekten O çok sabırlı bir kulumuzdu, daima Allah'a yönelirdi

Eyyub (a.s) ın kıssasını anlatan ayetleri okuduğumuzda onun başına, onu kedere ve sıkıntıya sokan bir hastalık gelmiş ve bu hastalıktan kurtulmak için Allah (c.c) ye dua etmiştir. Onun bu duasının, sadece kavli dua şeklinde değil tedavi amaçlı olarak fiili dua şeklinde de gerçekleşmiş olduğu unutulmamalıdır. 

Eyyub (a.s) , başına gelen sıkıntı için her insan gibi Allah'a dua etmiştir , ancak bu sıkıntıdan kurtulduktan sonra nankörlük etmemiş , şükreden bir kul olarak hayatına devam etmiştir.

Eyyub (a.s) örneği , sıkıntıya düşen bir kulun , sıkıntıdan kurtulduktan sonra yapması gereken davranışı sergileyen , gerçek hayat içinden yaşanmış bir kesit olarak , şükreden bir kul olmayı bizlere öğretmektedir. 

İnsan olarak hayatımızın herhangi bir bölümünde bizi sıkıntıya sokan bir durum ile karşılaşabiliriz. Karşılaştığımız bu sıkıntılı durumdan kurtulmak için yaptığımız çabaların karşılığı olarak sıkıntıdan kurtulduktan sonra nankörlük yapmayarak şükreden bir kul olmak , bizden istenen bir durumdur. 

Ancak pek çok insan yapması gerekeni yerine getirmeyerek nankörlüğü seçmektedir. Kur'an insanın bu olumsuz yanını bir çok ayette eleştirerek olması gerekeni öğretmektedir. Eyyub (a.s) işte böyle bir öğretimin canlı bir örneğini oluşturmaktadır.

Sonuç olarak ; Elçiler "Rol Model" insanlar olarak , bizlere yaşadığımız hayat içinde karşılaştığımız sorunlar ile nasıl mücadele etmemizi bizlere öğretmektedir. Eyyub (a.s) böyle bir model elçilerden olup , onun modelliği "Şükreden bir kul" olmasıdır. Kur'anın bir çok yerinde kendisine dokunan darlık ve sıkıntıdan sonra bolluk ve feraha kavuşunca , önceki sıkıntılı durumunu unutarak, nankörlüğe koşan insan tiplemelerini okuduğumuz zaman , Eyyub (a.s) ın başına gelen sıkıntıya karşı nasıl davrandığı , o sıkıntı ondan gidince nankörlüğe koşmayıp şükrüne devam ettiğinin bildirilmesi , örnek bir davranış olarak bizlere gösterilmektedir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

26 Temmuz 2015 Pazar

Duhan s. 1-6. Ayetleri : Ön yargılı Bir Okuma Örneği

Düşünce tarihimize baktığımızda yapılan en önemli hatanın , Kur'anın oluşturulmuş ön yargılar ışığında okunması ve ön yargıları onaylayıcı bir Kitap haline getirilmesidir. Bu durumu bundan önceki bazı yazılarımızda örnekleri ile ele almaya çalışarak Kur'anın böyle bir ameliyeye alet edilmemesi gerektiğini hatırlatmaya çalışmıştık. 

Bu yazımızda Duhan s. 1-6. Ayetleri arasını ele alarak böyle bir ameliyeye kurban edilmiş olan 4. Ayetin üzerinde durmaya gayret ederek, doğru çevirisinin Kur'an bütünlüğünü göz önünde tutarak nasıl olabileceği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

 Hâ mîm.
[044.001]  Ha, Mim.

Vel kitâbil mubîn(mubîni).
[044.002]  Mübin olan Kitaba andolsun;

İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâreketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).
[044.003]  Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik, gerçekten biz uyarıp-korkutanlarız.

Fihâ yufreku kullu emrin hakîm(hakîmin).
[044.004] Ki onda (O gece inen kitap ta) her  iş hikmetli bir biçimde ayrılır,

Emren min indinâ innâ kunnâ mursilîn(mursilîne).
[044.005]  Katımızdan bir emir ile; doğrusu biz, (insanlara elçi) gönderenleriz,

Rahmeten min rabbik(rabbike), innehu huves semîul alîm(alîmu).
[044.006]  Bu Rabbinden bir rahmettir. Allah, işitendir, bilendir.

Ayetler Kur'anın indirilme zamanı ve sebebi ile ilgili bilgiler içermekte olup , iniş zamanı olarak "Mübarek bir gece" den bahsedilmektedir. Herkesin malumudur ki Kur'an 23 senelik bir zaman süreci içinde peyderpey indirilerek tamamlanmış bir Kitaptır.

Bakara s. 185. Ayetinde "Ramazan ayı" , Kadir suresinde "Kadir gecesi" , Duhan suresinde ise "Mübarek bir gece" olarak bahsedilen durum hakkında tefsirlerde , "Kur'anın Levhi Mahfuz'dan bir kerede Dünya semasına indirildiğinin beyan edilmesi" , şeklinde yorumlara rastlamaktayız.

İlgili Ayetlerin , Kur'anın inmeye başlaması ile ilgili bilgi içermiş olması şeklinde yapılan yorumların daha isabetli olduğunu düşünerek , 4. Ayet ile düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. 

Geleneksel düşüncemizde önemli bir yer tutan "Kandil geceleri" şeklinde ihdas edilmiş olan, yılın belli zamanları içinde ruhban bir yaşantı şekli, Hıristiyan düşüncesinden devşirilmiş olup bu konu Hadid s. 27. Ayetinde  şu şekilde beyan edilmektedir. 

[057.027] Onların izleri üzerinden peygamberlerimizi ard arda gönderdik; Meryem oğlu İsa'yı da ardlarından gönderdik ve ona İncil'i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet duyguları koyduk; üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler; içlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik; ama çoğu yoldan çıkmışlardır.

Allah (c.c) nin farz olarak yüklemediği bir yaşam biçimini kendilerine yükleyip , sonra ona gereği gibi riayet etmeme durumu aynı şekilde biz Müslümanlara da yansımıştır şöyle ki ; Bu gibi geceler haricinde sanki kulluk ile görevli değilmişiz gibi bir hayat sürenler tarafından diğer günlerdeki hataların , Kandil geceleri içinde yapılan bir takım ibadetler ile silineceği inancı "Hadis" adı altında gelen rivayetlerle öyle bir empoze edilmiştir ki, bir kısım Müslüman bu geceleri bir piyango olarak görüp kısa yoldan işi kurtarma hevesi içine girmiştir. Bu konuyu daha önce "http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/07/sekuler-bir-hayatn-kurtulus-piyangosu.html" başlık bir yazıda ele almaya çalışmıştık. 

Duhan s. 4. Ayetinin çeviri ve tefsirlerde, ağırlıklı olarak "Kandil geceleri" şeklinde oluşturulmuş kültürün etkisi altında kalınarak çevrildiğini ve yorumlandığını görmekteyiz. Tefsirlerde bu gecenin Kadir veya Berat gecesi mi olduğu şeklinde tartışmaların yapıldığı ilgili Ayetin tefsirlerine göz atıldığında görülecektir.

 "http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/07/kadir-s-uzerinde-bir-tefekkur-calsmas.html" yazımızda Kur'anın "Kadir" ve Mübarek" gece de indirilmiş olmasından bahsedilme sebebi o gecenin önceden olan bir kutsallığı değil , Kur'anın inmeye başlamış olması ile Kur'anın değerinin, o geceyi bereketlendirmiş olması üzerinden anlatılmasıdır. Kur'an öyle bir mübarek ve değerli bir Kitaptır ki inmeye başlamış olması o geceyi diğer gecelere nazaran ayrı bir değer kazandırmaktadır. 

Bu vurgu maalesef bir kenara atılarak , o gecede inen Kitap, unutulmuş ve sadece o gecede yapılan bir takım ibadetlere aşırı bir sevap verilmiş olduğu rivayetlere yüklenerek, ruhban bir yaşantının önü açılmıştır.  

4. Ayet ile ilgili olarak yapılan çevirilere baktığımızde "Ki onda (O gecede) her hikmetli iş ayrılır," şeklinde anlamlar birbirinin kopyası olarak karşımızda durmaktadır. Bu çevirilerin yanlış olan tarafı Kur'ana değil , geceye bir anlam yüklenmiş olmasıdır. Halbuki İNMEYE BAŞLAYAN Kur'an ile her iş hikmetle ayrılmaya başlamış olmasının beyan edilmekte olduğunu Muhammed Esed'in yapmış olduğu çeviride görmekteyiz.


 Muhammed Esed :
O (gece)de, bütün (iyi ve kötü) şeyler arasındaki farklılık, hikmetle ortaya konmuştur,

 Muhammed Esed böyle bir çeviri yapmakla Kur'anı öne çıkaran bir anlam ortaya koymuş ve birbirinin kopyası meallerden farklı bir çeviriye imzasını atmıştır.

Kur'an çevirilerinde parantez açılararak Ayetin anlaşılması konusunda bir takım çekincelemiz olmasına rağmen, bazı yerlerde parantez açılarak Ayetin anlamı daha doğru bir şekilde okuyucuya yansıtılabilir. Bu yansıtılma elbette Kur'an bütünlüğüne sadık kalınmak ve ön yargı neticesi açılmış bir parantez olmaMAsı gerekmektedir. 

4. Ayette "Emrin Hakim" terkibinin nasıl anlaşılması gerektiği  konusunda bu kelimelerin geçtiği Ayetler bize bilgi verecektir.

[017.085]  Bir de sana ruhtan soruyorlar. De ki: «Ruh Rabbimin EMRİNDENDİR. Size ise pek az bilgi verilmiştir.»

 [016.002]  Kendi EMRİNDEN ruh (vahiy) ile melekleri, kullarından dilediği peygamberlere indirip şu gerçeği insanlara bildirin, buyuruyor: Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Ancak benden korkun.

[003.058]  Bunu sana âyetlerden ve zikr-i HAKİMden tilâvet ediyoruz.
[010.001]  Elif, Lâm, Râ. İşte onlar, HAKİM olan kitabın âyetleridir.
[031.001-2] Elif Lam Mim , İşte bunlar, HAKİM olan kitabın âyetleridir.
[036.001-2] Ya Sin , Kur'an-ı HAKİM'e andolsun ki;
[043.004]  Ve gerçekten o Bizim nezdimizdeki Ana Kitapta. Çok yüksek, çok HAKİMdir.

Verdiğimiz Ayet meallaerinde "Emrin Hakim" terkibinin Kur'anla ilgili olduğu açık bir biçimde görülmektedir. Bakara s. 185. Ayeti ve diğer Ayetlerde Kur'anın "FURKAN" yani ayırıcı özelliği de buna ilave edildiğinde geceye mübareklik veren şeyin KUR'AN olduğu net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. 

 [002.185] Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.

[025.001] Furkan'ı alemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir!

Sonuç olarak ; Duhan s. 1-6. Ayetleri arasını okuduğumuzda şöyle bir mesaj çıkmaktadır . İşiten ve bilen Allah (c.c) kullarına rahmetinin olan Elçi gönderme sünneti Muhammed (a.s) ile gerçekleşmiş , ona verilen Kur'an mübarek bir gecede indirilmiştir. Bu Kur'an Allah (c.c) emrinden olan vahiy olup o vahiyle hak ile batıl birbirinden ayrılmaktadır. 

Hal böyle iken , oluşturulmuş ön yargılar neticesinde okunan bu Ayetler ile ilgili yapılan tartışmalar, Kur'ana değil indiği geceye odaklanılarak, o gecenin adının ne olduğu konusunda tartışmalar yapılmış ve bu gece içinde yapılan ibadetlerin diğer günlere nazaran daha faziletli olduğu şekildeki rivayetlerle ruhban bir hayatın Müslümanlardaki yansıması "Kandil geceleri" şeklinde yansıtılmaya çalışılmıştır. Bu gecelerde yapılan ibadetlere herhangi bir sözümüz olmamakla birlikte , kulluğun sadece böyle gecelerde hatırlanmasının doğru olmadığını hatırlatmak isteriz. 

Ayrıca Duhan s. 4. Ayetinin Muhammed Esed tarafından yapılmış olan çevirisinin internet ortamında mevcut olan mealler ile karşılaştırdığımızda bu Ayet ile ilgili olarak yapılmış mealler içinde en doğru bir çeviri olduğunu söyleyebiliriz.

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Mayıs 2015 Salı

Kur'an Kavramlarını Kapitalist Sistem içinde Eritme Çalışmaları: Riba örneği

Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz en sıkıntılı durumlardan birisi , yaşadığımız topraklarda geçerli olan ekonomik sisteme ayak uydurarak kapitalizm'in çarkları arasında ezilmiş olmamızdır. Faiz bu sistemin bel kemiğini oluşturmakta olup , neredeyse hiç kimse bu tür işlemlerden kendisini dışarda bırakamamaktadır. 

İşin en sıkıntılı tarafı, içinde bulunduğumuz bu ekonomik sistem içinde Kur'anın yasakladığı ve "Riba" olarak kavramlaşan,  bu gün "Faiz" olarak gündemimizde bulunan işlemin yumuşatılma veya delme çabaları olarak ifade edebileceğimiz düşüncelerin içine girilmiş olunmasıdır. 

Kur'anda yasak edilen Riba ile şimdiki Faiz tanımının aynı olmadığı , yasaklanan Ribanın kat kat olan Riba olduğu , haram olan kısmın faiz almak olduğu vermenin haram olmadığı , mecbur kalma durumunda nasıl domuz veya şarap helal oluyorsa faiz almanın da böyle bir helallik dairesine girdiği gibi düşüncelerin dile getirildiğini görmekteyiz. Yazımızda önce Kur'anda geçen "Riba" kelimesinin anlamı ve geçtiği Ayetleri ele almaya çalışarak  bu konuda nasıl bir tavır içinde olunması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

"Erriba" kelimesi ; " Yüksek tepe" anlamına gelen "Rabvetün" kelimesinden türemiştir. Tepe nin kendi kendine arttığı yükseldiği için , ona bu ad verilmiştir. Buradan hareketle , "Arttı ve yükseldi" anlamında "Rabee" fiili kullanılmıştır. "Erriba" kelimesi , ana malın üzerinde artma , üzerine ekleme anlamında olup , İslam hukukunda ki kullanımı yalnızca , belirli bir şekilde olan artışa , eklemeye tahsis edilmiştir ( Elmüfredat). 

Bu kelimenin "Artma" , "Çoğalma" şeklinde sözlük anlamlarının geçtiği Ayetler  şunlardır.

[013.017] Gökten su indirir de dereler onunla dolar taşar. Üste çıkan (Rabiyen)köpüğü sel alır götürür. Süslenmek veya yararlanmak için ateşle erittiklerinizin üzerinde de buna benzer bir köpük vardır. Böyle misal verir Allah hak ile batıl için. Köpük; uçar gider, insanlara fayda veren ise yerde kalır. İşte böyle; Allah daha nice misaller verir.
[069.010]  Hep Rablerinin peygamberine karşı geldiler; o da onları gittikçe artan (Rabiyeten) bir tutuşla alıverdi.
[016.092]  İpliğini iyice eğirip katladıktan sonra, söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmetin diğerinden daha çok(Erba) olmasından ötürü yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yapıyorsunuz. Allah, onunla sizi imtihan eder. Kıyamet günü ihtilaf ettiğiniz şeyleri elbette size beyan edecektir.
[002.265]  Allah'ın rızasını kazanmak ve kalblerini sağlamlaştırmak için mallarını sarfedenlerin durumu, yüksekçe bir tepede (Rabvetin)bulunan, bol yağmur aldığında yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisentisi düşen bir bahçenin durumu gibidir. Allah işlediklerinizi görür.
[023.050]  Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepeye (Rabvetin) yerleştirdik.
[022.005]  Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmekten bir şüphede iseniz (düşününüz ki) Biz sizi topraktan, sonra safi bir sudan, sonra kırmızı bir kan parçasından, sonra da tam yaratılmış veya tam yaratılmamış bir et parçasından yarattık, size açıkça anlatalım (diye) ve dilediğimizi rahimlerde muayyen bir vakte kadar durduruyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz, sonra da kemale eresiniz (diye yaşatıyoruz) ve sizden kimi vefat ettiriliyor, ve sizden kimi de ihtiyarlık çağına itiliverilir, tâ ki, bilgiden sonra birşey bilmez olsun. Ve yeryüzünü kurumuş bir halde görürsün. Vaktâ ki, onun üzerine suyu indiriveririz, harekete gelir ve kabarır (Rabet)ve her güzel çiftten otları bitirir.
[041.039]  Kupkuru gördüğün yeryüzünün, Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçmesi, kabarması (Rabet), Allah'ın varlığının belgelerindendir. Ona can veren Allah şüphesiz ölüleri de diriltir. Doğrusu O her şeye kadir'dir.

Kelimenin sözlük anlamında kullanılan Ayet meallerini gördükten sonra , ıstılahi anlamda kullanıldığı Ayetleri görelim.

[030.039]  İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz her hangi bir riba Allah katında artmaz; fakat, Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir sadaka  böyle değildir. İşte onlar sevablarını kat kat artıranlardır.
 [003.130-131] Ey İnananlar! Faizi kat kat alarak yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa erişesiniz.İnkar edenler için hazırlanmış ateşten sakının.
[002.275]  Riba yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, «Zaten alışveriş de riba gibidir» demelerindendir. Oysa Allah alışverişi helal, ribayı haram kıldı. Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de riba dan geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah'a aittir. Kim ribaya dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[002.276]  Allah ribayı eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah pek nankör olan hiçbir günahkarı sevmez.
[002.278] Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve eğer inanmışsanız, ribadan artakalanı bırakın.
[004.161]  ve nehyedildikleri halde riba almaları ve halkın malını haksızlıkla yemeleri sebebleriledir ki evvelce onlara halâl kılınmış bir çok pâk ve hoş ni'metleri kendilerine haram ettik ve kâfir kalanlarına elîm bir azab hazırladık

Ayetlere baktığımız zaman , yasaklanan riba'nın ne olduğu bilinmekte ve insanlar arasında yapılmakta olan bir işlemdir. Riba yani bu gün faiz olarak bildiğimiz işlemin , insanlar arasında malların "Hak" olarak yenildiği işlem olan "Ticaret" in dışında bir işlem olduğu ve bunun "Haram" kılındığı beyan edilmektedir. 

Kur'ana baktığımız zaman zaruret halinde bu faizli işlemin yapılabileceği gibi bir ruhsat görmemekle birlikte , bu gün içinde bulunduğumuz sistemin faize dayalı olmuş olması bizleri bu konuda kapı aralamaya veya yaptığımız faizli işlemlerin haram olmadığına inanmamızı sağlayacak teorilerin üretilmesi gerektiğine dair düşünceler içine girmemizin şart olduğu zannına kaptırmaktadır. 

"Faiz" veya Kur'an tabiri ile "Riba" kısaca, "alınan bir borç veya yapılan bir alışverişte bir tarafın lehine önceden şart koşulan ve karşılığı olmayan fazlalık" olarak tanımlanabilir. Meselemiz bu gün içinde yaşadığımız şartlarda bu tür işlemlerde yapılanın bu tanıma girip girmediğidir. 

Kur'anın tanımladığı faiz ile bu günkü faizin aynı şey olmadığı , Kur'anda tanımlanan ve haram olan faizin "Kat kat" şeklinde olan ve tefeci faizi olarak bildiğimiz işlem olduğu bu gün bankaların tüketicilerden aldıkları faizlerin bu tanıma dahil olmadığı ,olmaması gerektiği gibi sözleri özellikle düşüncelerini Kur'an nisbet eden insanlardan duymaktayız. 

 İşin daha ilginç düşüncesi , Kur'anda haram kılınan faizin "Almak" şeklinde gerçekleşen işlem olduğu , "Vermek" şeklinde gerçekleşen işlemin haram olmadığı gibi sözlere bile rastlamaktayız. Kısa ve net bir şey söylemek gerekirse faiz alıp vermek aynen zina gibi iki kişinin arasında olan ve her iki kişiyi de haram işlemiş hükmüne sokan bir fiil gibidir. Kadın veya erkekten birisinin zinaya mecbur kalmış olması yapılan zinayı asla meşru göstermez.

Zina eden kadın veya erkekten herhangi birini yaptığı zinadan ötürü mazur görecek hiç bir bahane olamaz. Faiz konusu da aynı bu şekilde olup , faizi alanın haram işlediği , verenin haram işlemediği gibi bir düşüncenin Kur'anın bu konudaki takip ettiği tedricilik metodunu okumamaktan ileri gelen veya yaptığı yanlışı doğru görmek şeklinde bir düşüncenin eseridir.
Bakara s. içinde geçen Ayetler bu konudaki nihai Ayetler olup , sadece Ali imran s. içinde geçen Ayetlere bakıp, "haram olan kat kat yemektir , oranı düşük olan faiz haram değildir" demek yapılabilecek en büyük yanlışlardan birisidir. Kur'an, faizli olan en ufak bir işleme dahi cevaz vermemekte olup bu gün bu konuda aranmaya çalışılan faize cevaz bulma çalışmalarına Kur'an içinden delil bulmanın imkanı yoktur.



Günümüz şartları için bu haramlılığı değerlendirmeye kalktığımız zaman , kişinin darda kalması gibi bir durum ile karşı karşıya geldiği zaman ne yapabileceği sorusu ile karşı karşıya kalmaktayız. Özellikle Türkiye geneline baktığımız zaman , faiz oranlarının düşük seyretmesi , bankaların kişileri faizli borç almaya özendirmesi , kişisel ihtiyaçların suni bir şekilde kabarmasına sebeb olmuştur. 

Bankaların işi azıtarak dini bayramları bile kullanarak "Geleneksel bayram kredileri" adı altında kişileri borca sokarak tatil yapmalarını teşvik etmeleri , veya arabalarının modelinin yükseltmeleri için düşük faizli krediler vermeleri bizleri öyle bir hale getirmiştir ki bu tür kredi almayanlar neredeyse aptal durumuna düşmüş gibi bir hava oluşturulmaktadır. 

İşin daha korkunç boyutları kredi kartları ile ilgilidir , Türkiye geneline baktığımızda "Kredi kartı mağdurları" adı altında bir insan topluluğu oluşmuştur. Bu mağdurlara!!! sanki bankalar silah zoru ile kredi kartı vermiş , ve yine silah zoru ile aşırı borçlandırmış , ve yine borcunu ödemek istedikleri fakat banka onlardan faiz almak için bu borcu kabul etmemiş gibi bir mağdurluk edebiyatı içine girilmiştir. 

Halbuki kredi kartı için bankaya müracaat eden kişi mağdurun !!! kendisi , kredi kartını bedava para gibi kullanan mağdurun !!! kendisi , suni ihtiyaçlar türeterek "illaki bunu almak zorundayım" diyen mağdurun !! kendisi , borcun zamanı geldiğinde ödeyecek parası olmadığı için bankaya kart borcunu ödemeyemeyen yine mağdurun !! kendisidir. 

Kısacası "Kredi kartı mağdurları" şeklinde ortaya çıkan ordunun neferleri mecbur kalmaktan çok , mecbur kaldığını sanan kişilerden oluşan bir ordudur. Dünyanın hiç bir yerinde , Dünyanın hiç bir kanunu ve Evrensel yasalar , ödemeye gücü olmadığını bile bile borç alan birisini hoş görmez. 

Yusuf (a.s) kıssasına baktığımız zaman , Mısırın kıtlık ekonomisini yönetme şekli , bollukta darlık zamanı için birikim yapmak gibi bir esasa daynamış olması evrensel bir iktisadi yasadır. Yusuf (a.s) şayet Mısırın iktisadını bu yasalar gereği gibi yönetmemiş olsaydı ülkenin açlıktan kırılması yine yasaların bir gereğiydi. Bu yönetim şekli kişisel ihtiyaçların savruk bir biçimde kullanılmamasından tutun devletlerin harcamalarına kadar geçerlidir. 

 [017.026-7]  Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
 [017.029]  Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın.
[025.067]  Onlar, sarfettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.

Bu gün içinde bulunduğumuz kapitalist sistem sadece tüketim odaklı olması nedeniyle insanları sadece tüketmeye teşvik etmekte bunu her türlü yayı organını devreye sokarak yapmakta , reklamı yapılan ürünü alamamayı eziklik gibi göstererek bu ezikliği yaşamamak için bilmem kaç taksitle o ürünü kişilere satmaktadır. Bu tür aldatmalarla gelirinden fazla borçlanan kişi borç yükü altına girmekte ve bunu ödemek için faize düşmektedir. 

Bu tür sıkıntılar maalesef Müslümanlar içinde geçerlidir , zorunlu ihtiyaç olduğunu düşünerek faizli kredi almak zorunda kaldığını hisseden Müslümanlardan bir kısmı , faizin haramlılık boyutunu bir şekilde kırmanın yolunu aramaya çalışmaktadırlar. İçkinin veya Domuz etinin, darda kalınması durumunda helal olduğundan yola çıkarak, yani bir nevi kıyas yaparak kendisini bu haramlıktan kurtarma yoluna gitmektedirler. 

İçki veya Domuz etinin yenilme ruhsatı ölüm ile karşıya karşıya gelindiği ve başka bir çare olmadığı an helal olup, bu şekil bir ruhsatı faizli bir işlem için kullanmanın asla imkanı olmadığını düşünmekteyiz. Faizli kredi alan bir kimse , kredi almak zorunda kalmasını başka bir çaresi olmadığı için değil, faizlerin düşük olması nedeniyle almaktadır , aksi takdirde ölüm ile burun buruna gelme durumuna düşmesi gibi bir zorunluluktan dolayı faizli kredi alan bir kişi olduğunu düşünmek zordur. 

Kapitalist sisteme entegre olmuş Müslümanların içinde oldukları bu durum maalesef içler acısıdır. Bir çok Müslüman gelirinden fazla yaptığı harcamalardan dolayı faiz batağına düşmüş ve bazıları bu batağa düşmekten dolayı herhangi bir rahatsızlık dahi duymamaktadır. 

Gerçekten darda kalan birisine yardım etmeyi teşvik eden Ayetler maalesef işlevini yitirmiş durumda olup faizli kredi almaktan başka bir çaresi kalmayan Müslümanların o kişiye yardım etme zorunlulukları olduğu unutlmuş ve bankaların kucağına itilmiştir. 

Sonuç olarak ; "Müslümanlar olarak yaşadığımız sistem içinde nasıl hareket etmeliyiz ?" sorusu , yukarıda yazılanlardan sonra cevaplanması gereken bir sorudur. 

1- Faizli işlemlerin hiç bir şekilde , nasıl bir  durumda olursak olalım helal dairesi içinde değerlendirilmemesi faizli yapılan her türlü işlemin "Haram" olduğunu bilinmesi. 
 2- Evrensel iktisadi yasalar gereği , gelirinden fazla harcayan kişi ,aile , toplum , devletlerin batmaya mahkum olduğunun asla hatırdan çıkarılmaması , gelirimiz ne kadarsa asla onun üzerinde bir harcamaya gidilmemesi.

3- İçinde bulunduğumuz kapitalist sistemin çarklarının ne kadar acımasız olduğunu asla unutmadan bizlere suni ihtiyaçlar sunmalarına kanmamalıyız. 

 4- Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz sistemin yanlışlıklarını , Kur'andan delil aramaya kalkarak düzgün göstermeye çalışmamalıyız , şayet faizli bir işlem yapmak durumundaysak bunun yanlış olduğunu en azından bilerek yapmalıyız , doğru olduğunu düşünerek yapılan faizli işlemler kişilerin itikadı derinden yaralayacaktır. 
 5- Bizleri faizli işlem yapmaya zorlayacak harcamalardan ve tüketim alışkanlıklarından mümkün olduğunca geri durmalıyız.
6- Riba veya Faiz kelimeleri üzerinde çeşitli spekülasyonlarda bulunmaya çalışmak Kur'ana teslim olmanın değil , Kur'anı teslim almaya yönelik çalışmaları olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
7- Dara düşen bir kişiye karşılığına sadece Allah (c.c) den bekleyerek yardım etmek.

                          EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

17 Nisan 2015 Cuma

Yalancı İlahların ve Onlara Tabi Olanların Akıbeti: Firavun Örneği

Alemlerin Rabbi ve İlahı olan Allah(c.c); yaratmış olduğu insanlara sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanımaları gerektiğine dair birçok elçiler göndermiş, bu elçiler de aldıkları ve mesaj doğrultusunda hem kavimlerine doğru yolu göstermeye çalışmış, hem de mensup oldukları kavim içinde olan ve bu mesajları red eden kafir ve müşriklerle bir mücadeleye girişmişlerdir.

[016.002] Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, «Benden başka ilah olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun» diye gönderir.

Yukarıda verdiğimiz ayet mealinde olduğu gibi gelen bütün elçiler bu gerçeği tebliğ etmeye çalışmışlar, bu gerçeği kabul veya red edenlerin akıbetlerini haber vermişlerdir. Bu gerçeği red edenlerin helak yoluyla yok edilmiş olması ile verilmek istenen mesaj; ahirette vadedilenlerin gerçek olduğunun, dünya hayatı içinde göz ile gösterilmiş olmasıdır. Helak edilen kavimlerin içindeki iman edenlerin, o kavmi terkederek o azaptan kurtulması ve kavmi terketmeyenlerin helak edilmiş olması, gelecekte vadedilen azap ve kurtuluşun gerçek olduğunun kıyamete kadar ispatı olarak Kur'an içinde yerini korumaktadır.

Musa(a.s) ve Harun(a.s), Allah(c.c)'nin tek İlah ve Rab olduğunu tebliğ amacı ile gönderilmiş elçilerden ikisidir. Bu elçilerin muhatap oldukları kişi Firavun namı ile maruf, kendisinin ilah ve rab olduğunu iddia eden bir kişidir. Onların Firavun ile olan mücadelesine baktığımızda; sahte ilah ve rablerin kendilerini ve kendilerine tabi olanları nasıl helaka sürüklediğinin canlı bir göstergesi olarak kıyamete kadar ibret vesikası olarak nesiller boyu okunacaktır.

[079.024] «Sizin en yüce rabbiniz benim» dedi.

[026.029] (Firavun) Dedi ki: «Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.»

[043.051] Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: «Ey Kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan ırmaklar benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?»

[028.038] Firavun: «Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân, haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki, Musa'nın ilâhına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir.» dedi.

Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda, kıssaları okurken sadece belirli bir zamana ve mekana hapsederek bir okuma değil, kıssalardaki şahsiyetleri ve olayları evrensel mesajlar olarak okuduğumuzda, eskilerin masalları olmaktan çıkarak her çağa verilecek mesajı olan ayetler olduğu hatırlatmasını burada da yapmak istiyoruz.

Firavun namı ile maruf şahsiyetin etrafında gelişen olayları, sadece onun yaşadığı zaman ve mekana has bir durum değil, onun yolunu izleyenlerin başına gelecek olan akıbetin canlı olarak gösterilmesi olarak okuduğumuzda, ayetlerin bize dönük mesajlar içerdiği rahatlıkla anlaşılacaktır.

Firavun'un kendisini "ilah" ve "rab" olarak ilan etmiş olması sadece ona has bir durum olarak okunmamalıdır. Alemlerin Rabbi olması nedeniyle Allah(c.c), yaratmış olduğu insan üzerinde yegane hüküm koyucu olarak kabul edilmesi gerektiğini, kendisinin dışında böyle bir işe soyunanların "şirk" ve "tuğyan" içinde olduklarını beyan etmektedir.

Allah(c.c)'nin yüklemiş olduğu kulluk görevini kabul etmeyerek, eline geçirdiği fırsatı O'na düşmanlık yapmak için kullananların başına gelecek olan akıbete çok güzel bir örnek olan Firavun ve ordularının başlarına gelenler, özellikle yönetim mekanizmasını elinde bulunduranlar tarafından çok iyi okunmalıdır.

[020.024] Firavun'a git. Çünkü o iyice azdı.

Kendisinin yaratılmış bir kul olduğunu unutarak ilahlık ve rablık iddiasında bulunan Firavunvari tipler sadece o gün değil, bugün, yarın ve kıyamete kadar tarih sahnesinden eksik olmayacaklardır. Allah(c.c) dışında ilahlık ve rablık iddiası, kişilerin kendi yanlarından çıkardıkları hükümler ile insanları yönetmeye kalkıyor olması ve esas doğru yolun, kendilerinin vaaz ettiği yol olduğunu, kendilerine gelen elçilerin fesatçı, kendilerinin ıslahçı olduklarını iddia etmeleri ile gerçekleşmektedir.

[040.026] Firavun: Bırakın beni, dedi. Musa'yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.

[040.029] Ey kavmim, bugün mülk sizindir, bu yerde yüze çıkmış (üstün) bulunuyorsunuz; fakat Allah'ın hışmı başımıza gelirse bizi ondan kim kurtarabilir?» dedi. Firavun: «Ben size yalnızca görüşümü söylüyorum ve ben size ancak doğru yolu gösteriyorum.» dedi.

Her düşünce sahibinin en doğru düşüncenin kendi düşüncesi olduğu iddiasını göz önüne alacak olursak, Firavun da kendi düşüncesinin doğru, Musa(a.s)'ın düşüncesinin yanlış olduğunu iddia etmekteydi. Ancak bir düşüncenin doğru olup olmadığına dair verilecek kararda Allah(c.c)'nin rol oynaması gerekmektedir. Bu rolü O'nun indirdiği kitaplar yerine getirecektir.

[016.009] Doğru yolu göstermek Allah'a aittir. Onun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

[022.008] İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de aydınlatıcı bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.

Firavun tipi insan modelini günümüze taşıyacak olursak; bu model, Allah(c.c)'ye ait olan ve O'ndan başkasının doldurmaya yetkili olmadığı bir alanı doldurmak iddiasında olan her insan, düşünce veya kuruluş için kullanılabilecek bir kavram olarak olarak karşımıza çıkmaktadır.

[011.097] Firavun'a ve onun önde gelen çevresine. Onlar Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri doğruya-götürücü (irşad edici) değildi.

[028.004] Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.

Firavun her ne kadar kendi oluşturduğu ölçüler dahilinde kendisini doğru yolda olduğunu iddia etse de, doğru yolun hangisi olduğuna dair tek karar merci olan Allah(c.c), onun yolunun doğru olmadığını, onun fesatçılardan ve müsriflerden olduğunu söylemektedir.

Allah(c.c), kendisine düşman olan Firavun karakterli insanların dünya ve Ahiret'te zarara uğrayacağını yine bir çok ayetinde beyan etmektedir. Firavunların dünya hayatı içinde zarara uğratılmaları "Sünnetullah" dediğimiz yasalar ile belirlenmiş olup, bu zarara uğratmada başrolu oynayacak olanlar, Firavunlar'ın elinde zulum gören mazlumlar olacaktır. Sünnetullah gereği mazlumlar, "celladına aşık mahkum" rolüne razı geldikleri müddetçe, bu yasa asla işlemeyecek, Firavunlar da zulme devam edeceklerdir.

[014.042] Sakın Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma; gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir.

Şayet Firavunlar dünya hayatı içinde yaptıklarının bedelini ödemeden öldükleri takdirde, Ahiret'te asla kaçamayacakları bir ceza onları ve onlara tabi olanları beklemektedir. Musa(a.s) ve beraberindekilerin yıllar süren mücadeleleri sonucu "sünnetullah" denilen yasanın işlemesini hak ederek Firavun ve ordusu helak edilmiş, mazlumlar zulümden kurtulmuşlardır.

Kendisini ilah ve rab olarak takdim eden ve bu sıfatla halkı üzerinde büyük bir baskı düzeni kuran Firavun, herşey üzerinde mülk sahibi olduğunu iddia etmesine rağmen denizde boğulmasına engel olamamış ve gerçek İlah'a teslim olduğunu helak anında kabul etmiştir. Ancak onun bu imanı kabul görmemiştir. Onun bu şekil ölümü, sahte ilahların ne kadar aciz olduklarının bir göstergesi olarak sonradan gelen ve gelecek olan diğer sahte ilahlara ve sahte ilah adaylarına ibret vesikası olmuştur.

[007.137] Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.

[008.052] Tıpkı Âli Fir'avnın ve onlardan evvelkilerin gidişi gibi Allahın âyetlerini tanımadılar da Allah kendilerini günahlariyle tuttu alıverdi, çünkü Allah çok kuvvetli ve ıkabı pek şiddetlidir

[020.078] Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.

[029.039] Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı da yok ettik. And olsun ki Musa kendilerine belgelerle gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa azabımızdan kurtulamazlardı.

Firavun ve ordusunun maruz kaldığı akıbet, sonraki benzerleri için bir örnek ve ibret olması için bizlere aktarılmaktadır. Onların uğradıkları bu ceza, Ahiret'te vadedilen azabın gerçek olduğunun bilinmesi içindir.

[020.079] Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola sevketmedi.

[011.098] Kıyamet günü, kavminin önüne düşer. Artık o bunları ateşe götürmüştür. O varılan yer, ne kötü bir yerdir.

[040.046] Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, «Firavun'un adamlarını azabın en ağırına sokun» denir.

Sonuç olarak; gerçek ve tek İlah'ı red ederek, sahte ilahlığa soyunanların nasıl bir akıbete düçar olacağını Firavun örneği üzerinden beyan eden Rabbimiz, bu örnekle Firavun'dan sonra gelecek olan sahte ilah adaylarına, bu sahtekarlıklarının neye mal olacağını haber vermektedir. Bize sadece "abd" yani kul statüsünü layık gören Allah(c.c)'nin, bizler için biçtiği bu gömleği giymeyerek başka gömlekler giymeye kalkmak yani ilahlığa soyunmanın akıbeti bütün sahte ilahlar için aynı olacaktır. Sahte ilahlara tabi olarak onların gölgesi altında bir hayata razı olanlar ise yarın onlarla birlikte ateşin gölgesi altında ebedi olarak birlikte bir ömür süreceklerdir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Nisan 2015 Pazar

Enbiya s. 105. Ayeti: Arz'a Salih Kulların Varis Olması İsrailoğulları Örneği

Kur'an kıssaları , geçmişlerin yaşantılarından kesitler sunarak , onların olumlu veya olumsuz örnekliklerinden kendimize pay çıkararak yolumuzu belirlememizi amaçlayan anlatımlardır. Bu bağlamda İsrailoğulları üzerinden verilen örnekler onların yaşantılarındaki olumlu veya olumsuz örnekleri okuyarak, bizlerin de ona göre bir yol tayin etmemizi amaçlayan anlatımlardır.  

Kur'an kıssaları içinde en fazla yer alan kavim olan İsrailoğulları nın Musa (a.s) önderliğinde Firavun zulmüne karşı baş kaldırışı ve sonucu , Allah (c.c) nin arz üzerinde geçerli kanunları olarak nitelendirdiği "Sünnetullah"ın bir tecellisidir. Bu tecellinin anlatıldığı Ayetler şayet doğru  biçimde okunarak hayata pratize edildiği takdirde , çağdaş firavunların aynı şekilde alt edilmesi yani Sünnetullah'ın tecelli etmesi kaçınılmazdır. Kur'an Ayetlerin'de bu anlatımlar, "Laf olsun sayfa dolsun" kabilinden bir amaca matuf olarak anlatılmamış , aksine hayatın ve yaşamın amacı olan tek bir İlaha kulluk etmek yolundaki mücadelede oluşan zorluklarının nasıl bertaraf edileceğinin yaşanmış örnekleri olarak bizlere sunulmuştur.

"Sünnetullah" terimi'ni , "Allah (c.c) nin Arz üzerinde cari olan kanunları" şeklinde kısaca özetlemek mümkündür. Kur'an kıssaları , Sünnetullah'ın nasıl gerçekleştiğini anlatması açısından önemli bilgi kaynakları olup , bizlerinde o kıssalar üzerinden yapılan anlatımların kıyamete kadar geçerli olacağı bilinci ile bunları okumak ve yaşanan hayat içinde pratize etmemiz gerekmektedir. 

Sünnetullah teriminin doğru anlaşılamamış olması , özellikle biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğumuz durumu doğru okuyamamasına sebeb olmakta , kendimizi seçilmiş kullar olarak görmemiz nedeniyle , Allah (c.c) nin bizlere yardım etme zorunluluğu varmış gibi bir düşünce içine girerek , bu yardımı hak etmenin belli kuralları olduğunu aklımıza getirilmemektedir. 

Musa (a.s) önderliğinde ki İsrailoğullarının uğramış olduğu soykırımın Firavun ve ordusunun denizde boğulması ile neticelenmesine kadar gelen süreç içinde Allah (c.c) nin kendi üzerine yazmış olduğu inananlara yardım sözünün nasıl gerçekleştiğini görmekteyiz.

 
[021.105]  Andolsun ki, Zebur'da Zikir'den sonra yazmıştık ki, muhakkak yere Benim sâlih kullarım vâris olacaklardır.

 Enbiya s. 105. Ayetinde , Allah (c.c) bir yazgısından bahsetmektedir. "Arz üzerine salih kulların varis olması" bu varisliğin belirli bir kurala yani Sünetullah'a bağlanmış olması anlamına gelmektedir. Bu Ayeti bazılarının diline dolayarak , "Allah böyle diyor ama bakın sizler hala geri ve ezilmiş bir halde yaşıyorsunuz" diyerek , sanki Allah (c.c) nin yalan söylediğini iddia etmektedirler. Allah hiç bir zaman yalan söylemez ancak bizlere ettiği vaadin yerine gelmesi için belirli şartlar koymuştur ve bunları bizlere yerine getirmeden o vaadini yerine getirmez. 

 [010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
 
[030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.

Enbiya s. 105 ve yukarıda meallerini verdiğimiz Ayetler Sünnetullah'ın gerçekleşmesi ile ilgili Ayetler olup, bu gerçekleşmenin İsrailoğulları üzerinde nasıl tecelli ettiğinin ilgili Ayetler örneğinde okumaya çalıştığımızda Allah (c.c) nin kimseye yattığı yerden yardım etmediği anlaşılacaktır. 

 [028.004]  Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.
[028.005]  Biz de istiyorduk ki o yerde ezilmekte olanlara lûtfedelim, onları öncül imamlar yapalım, hem onları vârisler kılalım
 [028.006]  Ve o yerde onları hakim kılalım, Firavun ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.

 Kasas s. 4. ve 6. Ayetlerin'de Allah (c.c), Firavun'un İsrailoğullarına uyguladıkları zulmün son bulmasını ve zulme uğrayanların öne geçmesini ve zalimlerin helak olmasını irade ettiğini belirtmektedir. Ancak onun bu iradesinin gerçekleşmesi , ezilenlerin zulme karşı başkaldırması neticesinde olacağını , İsrailoğullarının verdikleri mücadele örneğinde anlamaktayız. 

Musa (a.s) ın doğumu öncesinde başlayan İsrailoğullarına uygulanan soykırım , Musa ve Kardeşi Harun (a.s) ların , Firavuna Elçi olarak gönderilmeleri ile farklı bir ivme kazanır. Bu ivme , Firavunun sihirbazlarının mağlubiyeti ve onların iman etmesi ile birlikte daha hızlanarak yeniden bir soykırımın başlamasına sebeb olur. İsrailoğulları için bundan sonra daha zor bir mücadele süreci başlamıştır , bu süreci Araf s. Ayetlerinde şöyle okumaktayız.

 [007.127]  Firavun'un kavminin ileri gelenleri: Musa'yı ve kavmini yeryüzünde fesadçılık etsinler, seni de, tanrılarını da terketsinler diye mi bırakıyorsun? dediler. Dedi ki: Oğullarını öldürtürüz, kadınlarını sağ bırakırız. Elbette biz, onları ezicileriz.
 
[007.128]  Musa kavmine dedi ki; Allah'tan yardım isteyiniz ve sabrediniz. Yeryüzü Allah'ındır. Orayı dilediği kullarına miras kılar. Mutlu sonuç, günahlardan sakınanlarındır.»

Musa (a.s) kavmine , 128. Ayet'te görüldüğü üzere, mücadele stratejisinin ana temellerini öğütlemekte ve bu şekil bir mücadelenin nasıl sonuçlanacağını haber vermektedir. Ancak her topluluk içinde olduğu gibi İsrailoğulları içinde de zorluğa ve sıkıntıya sabredemeyen insanlar vardır. 

 [007.129] Dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.» (Musa:) «Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek» dedi.

Yunus s. 87. Ayetinde , Firavunlar ile evrensel mücadele yöntemi olarak niteleyebileceğimiz emirler verilerek bu doğrultuda bir metod izlenmesi vahyedilmiş ve bu metod İsrailoğullarını başarıya ulaştırmıştır. 

 [012:087] Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın/karşılıklı yapın ve salatı ikame edin. İnananlara müjde ver.

Yunus s. 87. Ayetinde emredilen metodun uygulanarak başarıya ulaşılması, uzun yıllar süren bir zaman içinde gerçekleşmiş , bu sürecin uzunluğunu Araf s. 130-136 . Ayetler arasında görmekteyiz , bu süreç sonunda başlarına gelen felaketlerin hiçbirinden ders çıkarmayan Firavun ve ordusunun akıbeti suda boğularak helak edilmek ile sonuçlanmıştır. 

 [007.137] Horlanan, ezilen milleti de, bereketlerle donattığımız o ülkenin doğularına ve batılarına (yani tamamına) vâris kıldık. Böylece sabretmelerine mükâfat olarak İsrail oğullarına, senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen gerçekleşti. Firavun ile kavminin yaptıkları binaları ve yetiştirdikleri bahçeleri ise imha ettik.
[026.057-9]Ama biz Firavun ve adamlarını bahçelerden, pınar başlarından, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Böylece oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
[044.025-8]  Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...İşte böylece biz onları başka bir kavme miras bıraktık.

Enbiya s. 105 ve diğer Ayetlerde , Allah (c.c) nin vaadi olan , "Arza salih kulların varis edilmesi" Sünneti, Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı Ayetlerde canlı örnek olarak bizlere sunulmaktadır. Sünnetullah'ın Firavun ve ordusu üzerinde "Helak edilmek" , İsrailoğulları üzerinde "Kurtarılmak" şeklinde tecelli etmiş olması örneği sadece onlara has bir durum değil , aynı mücadele yönetimini uygulayan bütün müstaz'aflar için bir örnektir. 

Bu mücadele örnekliğini , Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan Ashabı da uygulayarak , çıkarıldıkları Mekke ye geri dönmüşlerdir. Sünnetulah'ın , Mekkeli müşrikler üzerinde "Helak edilmek" şeklindeki tecellisi onların mağlubiyeti şeklinde gerçekleşmiş , Müslümanlar üzerinde "Kurtarılmak" şeklindeki tecellisi onların Mekkelilere galebe çalması şeklinde gerçekleşmiştir. 

Sünnetullah'ın gerçekleşmesi dün nasıl tecelli ettiyse bu gün ve yarın aynı şekilde gerçekleşecektir bu Allahın inanan kullarına vaadi dir ve Allah vaadinden asla caymaz , ancak bu vaadin gerçekleşmesi için onun önerdiği yöntemin takip edilme şartı vardır. İlahi metodun hayata pratize edilmesi , Elçilerin örnekliğinde kıssa yollu anlatımlar şeklinde canlı ve diri bir şekilde önümüzde durmaktadır. 

Muhammed (a.s) kendisine vahyedilen mücadele metodunun kendisinden önceki Elçilere vahyedilen ile aynı olduğunu bilerek, bu mücadelenin nasıl icra edildiğini kendisine vahyedilen Kitap'ta görmüş ve bu anlatımların bir amaca matuf olduğunu bilerek bu amaç doğrultusunda bir mücadele yöntemine uyarak şirk ile mücadelesine devam etmiştir. Bu mücadelede öne çıkan en önemli unsur , sabır , kararlılık, ve taviz vermemek olmuştur. 

Bizler Elçilerin ve onlarla birlikte olanların yolları üzerinde yürüyen Mü'minler olarak , onların bu yolları bizler için birer yol gösterici işaret taşları mesabesindedir. Sünnetullah'ta asla değişiklik olmayacağına göre bizler , yaşamın tek gayesi olan sadece Allaha kulluk etmek yolunda önümüzdeki şirk engellerini aşma yolunda onların yolunu izlediğimiz takdirde  Sünnetullah, aynı onlar için tecelli ettiği gibi bizler içinde tecelli edecek ve bizler Arz'a varis olacağız, eğer böyle bir varisliğimiz şimdi olamıyorsa bu  bizlerin böyle bir gaye içerisinde olmadığımız içindir. 

Kendisini Kur'anı öncelleyenler olarak takdim edenlerin bir kısmı bile bu örnekliğin ne anlama geldiğinden habersiz olarak , Elçi denildiği zaman saçları diken diken olmakta ve bu örnekliklerin ne anlama geldiği noktasında en ufak bir fikre sahip olmayı aklına bile getirmemektedir. Kur'anı sadece sevap makinası gören diğerleri için zaten böyle bir örneklik diye bir şey sözkonusu bile değildir, kısacası bizler daha yolun başında bile değil yolun ne olduğunu dahi bilmeden maalesef "Müslümancılık" oynamakla vakit geçirmekteyiz. 

Sonuç olarak ; Yaratılış gayemiz olan sadece bizi yaratana kulluk görevi, ilk insandan son insana kadar devam edecek bir mücadeleyi beraberinde getirmesi bakımından kolay bir görev değildir. Bu görevi kendileri gibi yaratılmışlara tevdi etmek isteyen , veya kendisi yaratılmış olduğu halde yaratıcıdan rol kapmak isteyen bedbahtlar , tarih boyunca olduğu gibi bu gün de Arz üzerinde kol gezmektedirler. Kur'an, kıssa yollu anlatımlar ile geçmişte bu mücadelenin "Tevhid" ve "Şirk" kanatların yer alanların birbirleri ile olan mücadele örneklerini vererek onların bu yolda başlarına gelenleri bizlere anlatarak , örneklikler vermiş ve "Tevhid" kanadında yer alan bizlerin , "Şirk" kanadında yer alanlara karşı nasıl bir yöntem izlememiz gerektiğini beyan etmiştir. Geçmiştekiler için geçerli olan kanunlar bizler içinde geçerli olup , o kanunların yani Sünnetullah'ın işlemesi , gerekli olan şartların bizler tarafından yerine getirilmeye başlanmasından sonra işleyecektir , Allah (c.c) asla vaadinden dönmez. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.