20 Mart 2012 Salı

Kur'an Kıssalarında Ölümden Sonra Dirilişin Provaları

Kur'anın insanlara verdiği tek mesaj nedir ? diye sorulacak olsa cevabımız herhalde ölümden sonra tekrar diriliş olacaktır. Çünkü insan dünyada geçici bir hayat sürmekte olup asıl ebedi olan yurt ahirettir. Allah cc kullarına resulleri vasıtasıyla gönderdiği kitaplarla kullarını ahiret için dünyada salih ameller yapmalarını emretmiştir. Kur'an son vahiy olması itibari ile bu kitap'da kendisinden önceki gelen kitaplarda olduğu gibi insanları ebedi olan ahiret yurduna hazırlıklı olmaları için yalnız Allah cc den başkasına kulluk etmemeleri ile ilgili mesajları kapsamaktadır. 


Ölümden sonra diriliş haberini getiren resuller bu haberi kavimlerine ulaştırdığı zaman alay ve inkarcı tavırlar ile karşı karşıya gelmişlerdir. "Biz öldüğümüz toprak olduğumuz zamanmı dirilecekmişiz", "bu çürümüş kemiklere kim hayat verecek" sözleri bu inkarcıların bizlere aktarılan sözleridir. Bu sözler tıpkı ataları gibi bugünkü inkarcıların ve kıyamete kadar gelecek diğer inkarcıların tekrarladıkları ve tekrarlayacakları sözlerdir.  


Bilindiği üzere son vahiy olan kur'an kıssa yollu anlatım tarzı ile bizlere geçmişlerin örneklerini sergilemektedir, bu sergilemedeki amaç gelen vahyi kabul veya red edenlerin kendilerine uygun mesajı almaları ve vahyin yaşanırlılığı hakkında canlı örnekler sunmaktır. Muhammed sav öncesi gelen resullerin kavimleride bu resullerin getirdiği ölümden sonra diriliş haberini red etmişlerdir. Muhammed sav e indirilen kur'an daki bir kısım kıssa ve mesellerin ortak mesajı ölümden sonra dirilişin haberidir. Bu haber sadece yazılı ayet şeklinde  değil "görsel ayet" dediğimiz canlı olarak muhataplarına göstermek sureti ile verilmiştir. "Ölümden sonra diriliş" haberine  iman etmek gerçekten kabullenmesi zor bir haberdir. Bizler "teslim olanlar" dan olmamız hasebi ile bu habere hiç bir şekilde şüphe etmeden iman ettik. Bu haberin doğrulanması labaratuar şartlarında mümkün olan bir haber değildir. Rabbimiz kevni ayetlere işaret ederek "yağmur nasıl  kuru bir toprağı ölümünden sonra diriltirse  ölüleride böyle diriltir" mealindeki ayetlerde gören gözler için gerekli işaretleri göstermiştir.  


Dolaylı olarak gösterilen ayetlerin yanında bazı kıssalarda bu haber dünya gözü ile muhataplarına gösterilmiş ve bu konuda şüpheye hiçbir şekilde şüpheye mahal bırakılmamıştır. Ancak kıssalarda verilen bu mesajlar " kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu ile okunduğu için " acaba olmuşmu?" şeklindeki sorularla,  veya israilayyat ile doldurularak ana mesaj anlaşılamamıştır. Ölümde sonra dirilişin dünyadaki provası şeklinde anlaşıması mümkün olan ayetleri sıralayarak bu ayetler üzerinde bir tefekkür denemesi yapmaya çalışalım.   


                      *****************************************


"Ya Musa! Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız» demiştiniz de gözleriniz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı.Ölümünüzden sonra, şükredesiniz diye sizi tekrar diriltmiştik."Bakara suresi 55-56. ayetlerinde anlatılan bu olay israiloğullarının Allahı apaçık görmek istemeleri üzerine meydana gelmiş bir olaydır. Dikkat edersek burada iki yönlü bir mesaj verilmektedir. İsrailoğullarının bu isteklerinden önce musa as ın bu şekilde bir isteğinin olduğunu araf suresi 143. ayetinde görmekteyiz, musa as ın bu isteği geri çevrilmiş ve bu isteğinin yanlış olduğunu anlayan musa as tevbe etmişti. İnanan kalplere çok açık bir mesaj niteliği taşıyan Allah cc nin açıkça görülmesinin mümkün olmayacağı, maalesef islam itikadında bir tartışma konusu haline gelmiştir. Bakara s.55. ve 56. ayetlerde iki yönlü bir mesaj verildiğini belirtmiştik. ilk olarak Allah cc nin apaçık olarak görülmek istenmesine karşılık "ad" ve "semud" kavimlerinin helakına benzer bir helak ile (essaika 51/44) cezalandırılan israiloğulları yeniden diriltilmişlerdir. Allah cc nin apaçık bir gözle görülen bu kudreti israiloğullarının isteklerinin hem cezası hemde cevabı olarak anlaşılabilir. Bu helak neticesinde Allah cc nin gücü ve kudreti onu göz ile görmek isteyen israiloğullarına bir cevap olmuştur.Bize mesaj veren yönü ise onların yeniden diriltilmeleri kıyamet sonrası yeniden dirilişin dünya hayatındaki bir nevi provasının yapılarak kur'anın verdiği en önemli haberin yaşayanlar için yaşadıkları hayat içinde ibret almalarını sağlamasıdır.


                       *******************************************


"Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi."
Bakara suresi 259. ayetinde bizlere herhangi bir şahıs bilgisi verilmeden helak olmuş bir kasabaya uğrayıp " burası nasıl dirilir?" şeklinde bir soru soran kişinin o kasabanın nasıl dirileceği o kulun üzerinden kur'an muhataplarına " görsel ayet" olarak gösterilmektedir. Klasik tefsir kitaplarında bu şahsın kimliği hakkında herhangi bir bilgi verilmemesine rağmen şahsın kimliği etrafında dönüp dolaşılmış verilmek istenen ana mesaj hatırlanmamıştır. Modernist anlayışta geleneksel anlayışın doğrultusunda giderek "kıssa içinde dönüp dolaşma" metodu ile bu olayın gerçek olup olmaması hakkında "bu insanla Allah nasıl konuşur?" , " sünnetullaha aykırıdır" gibi konuşmalarla kıssanın vermek mesajı öteleme yoluna gitmişlerdir. Burada asıl verilmek istenen mesaj yeniden diriliş hakkında herhangi bir şüphe içinde olan kişiye bu şüphesini  izale etmeye yönelik bir mesajdır. O şahıs ayetin son cümlesi olan " «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum" şeklindeki söz yerine "benim bu kadar ölü kalmam mümkün değil", " yiyecek içecek bozulmadan bu kadar durmaz sünnetulaha aykırıdır", " ölü bir eşek dünyada iken nasıl dirilir?" gibi itirazda bulunmadan teslim olmuştur. Bu kıssa veya meselden bizlerin alması gereken hisse, Alla cc nin " ölümden sonra diriliş" iddiasının dünyada gösterilmiş bir ispatıdır.  


"Biz bu olay olduğu zaman onların yanında değildikki bunun gerçekliliğini nasıl kabul edebiliriz?" şeklinde sorulabilecek bir soruya, kur'anın bize verdiği bir habere gözümüz ile şahidmişiz ve orada imişiz gibi iman etmemiz gerektiğini hatırlalatarak cevap verebiliriz. Kur'anın pek çok yerinde kıssalar ile ilgili bilgi verilirken , "sen bunlar olurken onların yanında değildin " mealinde ayetlerle karşılaşırız(12-102, 28-44-46) kur'anın verdiği bir haberi önceden bilmeyip onun haber vermesi sayesinde öğrenen muhammed sav ve biz o kitabın iman edenleri nasılki o haberlere iman ediyorsak sanki o yıkılmış kasabaya eşeği ile uğrayan adamın yanında imişiz gibi bu habere "aynel yakin" yani gözle görmüş gibi iman etmemiz gerekir. Yani bu ayeti  okuyan her mü'min olayı gözü ile görüp yaşarcasına düşünüp o şekilde tefekkür etmelidir.  


                            *****************************************  


" İbrahim: «Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster» dediğinde, «İnanmıyor musun?» deyince de, «Hayır öyle değil, fakat kalbim iyice kansın» demişti. «Öyleyse dört çeşit kuş al, onları kendine alıştır, sonra onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy, sonra onları çağır; koşarak sana gelirler. O halde Allah'ın güçlü ve Hakim olduğunu bil» demişti.
Bakara suresinin 260. ayeti olan bu ayette ibrahim as ın bir isteği üzerine bize yeniden dirilişin dünya gözü ile bir provası gösterilmektedir. 258. ayette zalim hükümdara " benim rabbim öldürür ve diriltir" şeklinde meydan okuyarak bu konudaki mutmainliğinden şüphe olmayan ibrahim as ın bu kıssası üzerinden sonraki gelenlere görsel bir mesaj verilmektedir. Klasik tefsir kitaplarına baktığımız zaman yine verilmek istenen mesajdan uzak olarak kuşların ne cins oldukları ( karga, güvercin,tavus,kerkenez,horoz vs) üzerinde tartışılmış sonra o kuşları kestikten sonra bıraktığı dağların nerde oldukları tartışılmış ve asıl mesaj yine ötelenmiştir. Modernist anlayış ise yine klasik tefsirciler ile kolkola yürüyerek olayın olup olmaması hakkında tartışmalarla mesajı öteleme hususunda birliktelik arzetmektedirler. Ayette  Allah cc ile ibrahim as ın nasıl bu şekilde konuşabileceği üzerinden olayın gerçek olup olmadığı tartışılmaktadır.Biz bu konuşmanın ne şekilde olduğundan ziyade verilmek istenen mesajı anlamak durumundayız. Sinema veya tiyatro gibi bir görsel sanat eserini izlediğimiz zaman oyuncuların gerçek kimliği bizler için ikinci plana aitilerek o oyuncuların vermek istediği mesajı anlamaya çalışırız. Kur'an kıssalarınıda bu tarz bir okuma metodu içinde anlamaya çalıştığımız zaman ikinci planda kalması gereken meseleler yerine ana mesaj öne çıkacaktır. Bu kıssadada ibrahim as üzerinden Allah cc nin ölüleri nasıl dirilttiği bizlere dünya gözü ile bir diriliş provası olarak anlatılmaktadır.


                               ********************************************


" Sığırın bir parçasıyla ona vurun» dedik. İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir." Bakara suresinin 73. ayeti olan bu ayetten önce 67. ayetten itibaren israiloğullarına musa as tarafından Allah cc nin bir inek kesme emri iletilir ve bu emre karşı olanca güçleriyle işi yokuşa sürdükten sonra ineği keserler ve 73. ayette kesilen hayvanın bir parçası ile ölü bir kimseye vurulması emredilir ve " İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir." bakara kıssası olarak bilinen bu kıssada birden fazla mesaj verilmesine rağmen kıssanın en önemli mesajı ölümden sonra dirilişin dünya hayatında bir provasının israiloğullarına ve sonradan gelenlere gösterilmesidir. Modernist zihniyet bu ayetleride maalesef  kelimeleri yerinden oynatmak sureti ile tahrife varan yorumlarla asıl mesajı anlamama etrafında bir düşünce geliştirmeye çalışmıştır.(tebyin'ül kur'andan tahriful kur'an örnekleri 7 bakara kıssası isimli yazımız buna örnektir). 74. ayette " Sonra kalbleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir." buyurulması bu olayın insanların kalplerinin yumuşamasını gerektirecek önemli bir olay olduğu vurgusu yapılmasına rağmen olay sıradanlaştırılmaya çalışılmıştır. Dünya hayatı içinde yeniden dirilişin provası mahiyetinde gösterilen bu olay hakkında şüpheler ortaya atanların kıyamet sonrası yeniden dirilişe iman etmeleri bir çelişkidir. "Kıssa içinde dönüp dolaşmak" mantığı içinde okunmaya çalışılan kıssaların hisse almaya yönelik mesajlarının anlaşılamayacağı ortadadır.

                         *************************************

-----3.049 O, İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır.
-----5.110 Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»
Al-i imran s. 49. ve maide s. 110. ayetlerinde isa as ın Allah cc nin izni ile çamurdan kuş suretine hayat verdiği ve ölüleri dirilttiği bildirilmektedir. Ölüleri diriltmesi konusu yine modernist anlayış tarafından sünnetullah gerekçe gösterilerek bunun mümkün olmadığı ölüleri diriltme konusunun mecazi olarak anlaşılması gerektiği yolunda düşünceler ortaya atılmıştır. Ancak olayı yeniden dirilme haberinin Allah cc nin kullarına olan rahmeti ve merhameti gereği olarak, dünya gözü ile provasının gösterilmesi açısından bakıldığı zaman ve resullerin getirdikleri en önemli haber olması itibari ile ibrahim , musa ve isa  sav lerin kavimlerinin şahsında sonradan gelecekler için en büyük bir ibret vesikası olması olarak bakılabilir.  


                               ************************************** 
 " Böylece kendilerini haberdar ettik ki, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve kıyamet gününün şüphesiz bulunduğunu bilsinler. O sırada kavimleri kendi aralarında bunların olayını tartışıyorlardı. Bunun üzerine dediler ki: «Üstlerine bir bina yapın; Rableri onları daha iyi bilir!» Düşmanlarına karşı galip gelenler: «Biz muhakkak bunların üzerine bir mescit yaparız.» dediler."
Kehf suresi 21. ayeti olan bu ayet "ashabı kehf" kıssası ile ilgilidir . 12. ayette " Sonra da iki guruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık." ve 19. ayette "Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık." mealindeki ayetlerdeki ashabı kehf'in kıssasının anlatılmasından alınacak hisselerden bir tanesi olarak yeniden dirilmenin dünya hayatında gözle ile gösterilmesi bir çeşit yeniden diriliş provasıdır. Müşrik olan kavimlerini terk ederek mağaraya sığınan gençler 309 yıl uyutulduktan sonra tekrar diriltilerek(baasnahum)kendi kavimlerine ve sonradan gelenlere ibret vesikası olarak en büyük haber olan ölümden sonra dirilişin dünya gözü ile bir nevi provasının yapılmasıdır.      


Sonuç olarak, kur'anın ve kendinden önce gelen kitapların en önemi haberi olan " yeniden diriliş" haberi kıyamet gününden önce dünya gözü ile Allah cc nin biz kullarına olan rahmet ve merhametinin bir göstergesi olarak resullerin ve kavimlerinin şahsında bizlere bir prova mahiyetinde gösterilmiştir. Allah cc bu en büyük haberini isbat sadedinde dünya hayatında kullarına canlı olarak ve inkar edenler için yol yakınken dönmelerini sağlamak amacı ile bize kur'anda kıssa şeklinde bildirilmiştir. Kıssa yollu anlatımlarda birden fazla alınması gereken mesajlar olduğu muhakkaktır . "ashabı kehf" kıssasında verilmek istenen mesajardan bir taneside ölümden sonra dirilişin gerçek olduğu mesajıdır. Musa as ın kıssası içinde anlatılan israiloğullarının Allah cc yi açıktan görmek istekleri ve bakara kıssasındaki anlatımlarda verilmek istenen mesajlardan bir taneside ölümden sonra diriliş haberinin dünya gözü ile provasının yapılmasıdır. İsa as ın kıssası içinde yine aynı şekilde Allah cc nin yeniden diriltmesinin dünya gözü ile bir provasını görmekteyiz. Kur'anın bizlere geçmiş olanlardan verdiği bu örnekler kur'ana iman etmemizin bir gereği olarak bizimde geçmişte anlatılan olaylara bugün gözle şahid  imişiz gibi iman etmemizi gerektirir. 


                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


                               

18 Mart 2012 Pazar

Hakka Suresinde Kıyamet Sahneleri ve Müteşabih Bir Anlatım

Hakka suresi mekke döneminde inen surelerden olup o dönemde inen surelerin özelliklerini taşımaktadır. Surenin konularını 3 ana bölüme ayırarak anlamak mümkündür, 1- yalanlayanların akıbeti, 2-kıyamet anı ve sonrası mahkeme ve sonrası hüküm, 3-kur'anın iniş kaynağı. Bu bölümler ile ilgili ayet meallerini vererek surenin mesajını anlamaya çalışalım.   


1 - (Gerçekleşecek) Kıyamet!
2 - Nedir, o Kıyamet?
3 - Gerçekleşenin (Kıaymetin) ne olduğunu sen nerden bileceksin?(veya sana bildiren nedir?)
4 - Semûd ve Âd, kapılarını çalacak olan o felaketi yalan saymışlardı.
5 - Semûd kavmi korkunç bir sesle yok edildi.
6 - Âd kavmi ise gürültülü ve azgın bir fırtına ile yok edildiler.
7 - Allah o fırtınayı üzerlerine yedi gece sekiz gündüz musallat etmişti. Öyle ki, o kavmi içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
8 - Bak şimdi görebilir misin onlardan bir kalıntı?
9 - Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler de hep o hatayı işleyegeldiler.
10 - Hep Rablerinin elçilerine karşı geldiler. O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.
11 - Kuşkusuz, sular kabarınca sizi gemide biz taşıdık.
12 - Onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye. 


Bu bölümdeki ayetlerde kur'anın en büyük haberi olan kıyametin haberini yalanlayan semud, ad ve firavun'un bu haberi yalanlamaları neticesinde başlarına gelenler hatırlatılarak muhataplar tehdit edilmektedir. Kıyamet haberi sıradan bir haber değil aksine kur'anın bütün ayetlerinin bu haber ve sonrası olacaklara odaklandığı en mühim bir haberdir. Kıyamet, insanların  edebi olan ahiret hayatına hazırlandıkları dünya hayatının sonu ve ebedi olan ahiret hayatının başlangıcıdır. 

Kur'an birçok ayette dünya hayatının geçici olduğu ahiret hayatının ebedi olduğu insanların bütün yaptıkları ve yapacaklarının bu hayatı rahat yaşamak için olması gerektiğini vurgular. Ancak gelen bütün resullerin haberlerine karşılık olarak insanların çoğu bunu yalanlamıştır. Allah cc göndermiş olduğu resulleri yalanlayan bu kavimleri helak ederek sonraki gelenler için bir ibret vesikası olması ve bu kıyamet haberinin gerçek olduğunun bilinmesini helak edilen kavimler örneğinde  murad etmiştir. Kavimlerin helak edilmesinin arka planında Allah cc nin kullarına rahmet ve merhametinin bir göstergesi yatmaktadır. 

Gaybi bir haber olan kıyamet, bu kavimlerin helak edilmesi neticesinde sonraki gelenler için hakikatın bir gösterisi şekline dönüşmüş ve takip eden nesillere gelen resuller kendilerinden önce helak edilen kavimleri örnek göstererek kıyamet haberinin o kavimlerin örneğinde dünya hayatındaki bir provası olduğu mesajını vermelerine rağmen yinede vahye muhatap olan bir çok insan bu haberi yalanlamakta ısrar etmektedirler.  


13 - Sûr'a bir tek üfleme üflendiği,
14 - Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman,
15 - İşte o gün olacak olur.
16 - O gün gök yarılmış, sarkmıştır.
17 - Melekler de onun etrafındadır, O gün Rabbinin Arşını bunların da üstünde sekiz melek yüklenir.
18 - O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz, öyle ki gizli bir haliniz kalmaz.
19 - Kitabı sağından verilen, "alın okuyun kitabımı.."
20 - "Çünkü ben hesabıma kavuşacağımı sezmiştim" der.
21 - Artık o hoşnut bir hayattadır.
22 - Yüksek bir cennettedir.
23 - Ki o cennetin meyveleri sarkmıştır.
24 - "Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için." (denir).
25 - Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke kitabım verilmeseydi de,
26 - Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim,
27 - Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı.
28 - Malım bana hiç fayda vermedi.
29 - Gücüm de benden yok olup gitti."
30 - (Zebanilere şöyle denir): "Onu yakalayın da bağlayın."
31 - "Sonra cehenneme atın onu."
32 - "Sonra da boyu yetmiş arşın zincir içerisinde onu oraya sokun."
33 - Çünkü o, büyük Allah'a inanmıyordu.
34 - Yoksula yedirmeye teşvik etmiyordu.
35 - Bu sebeple bugün burada onun candan bir dostu yoktur.
36 - Bir irinden başka yiyecek de yok.
37 - Onu günahkârlardan başkası yemez. 


Bu bölümdeki ayetlerde, mekke dönemi bir çok surede karşımıza çıkan kıyamet anındaki olacaklardan haberler verildikten sonra hesap günü olacaklar anlatılmaktadır. Hesap günü olacaklar bize düny hayatında şahid olduğumuz ve zihnimizin anlamaya müsait olduğu bir biçimde "benzeştirilerek" yani "müteşabih" bir anlatım ile sergilenmektedir. Yeri gelmişken bu kavramı kısaca hatırlamakta fayda var. 

Al-i imran suresi 7. ayetinde indirilen kitabın ayetlerinin bir kısmının "müteşabih" olduğunu bildiren rabbimiz  bu ayetlerin anlaşılmaz olduğu şeklinde bir mesaj vermemiştir. "Müteşabih" olması demek gaybi konular hakkındaki bilgilerin bizlere dünya hayatında şahid olduğumuz bilgiler ile benzeştirmek sureti ile anlatılma usuludur. Benzeştirme metodu ile anlatılan hesap günü bizlere dünyadaki bir mahkeme salonu şeklinde anlatılmak suretiyle anlamamız dahada kolaylaştırılmıştır. 17. ayette, "melekler onun çevresindedir" şeklindeki bir anlatım mahkem salonuna alınmış olan tutukluların kaçacak bir yerlerinin olmadığı haberini vermektedir. 

17. ayetin devamında, " ogün rabbinin arşını bunların üstünde sekiz melek taşır" cümlesi müteşabih anlatımın çok açık bir örneğidir. Melekler tarafından etafı kimsenin çıkmayacağı şekilde çevrilen mahkeme salonuna , herkesin yaptığının karşılığını tam olarak verecek olan, kimseye zulmetmeyen, hakimlerin hakimi ve en hayırlısı olan Allah cc nin gelmesi ve onun azameti bize o cümle ile anlatılmaktadır. Allah cc kitabında kendisini bizlere  azametini göstermek sureti ile anlatır. 

Bu azameti yine "müteşabih" bir anlatım uslubu ile hükümdar betimlemesi içinde anlatmaktadır. Allah cc kendisini bir hükümdar ve bizleride o hükümdara boyun eğmekten başka bir ylu olmayan kulları şeklinde anlatmaktadır. Dikkat edersek Allahın orduları ile kafirleri helak etmesi veya mü'minlere yardım etmesi, elçiler göndermesi, hazineleri olması ve bir hükümdarın azametinin en büyük göstergesi olan ARŞ'I (tahtı)  müteşabih anlatım uslubunun bir göstergesidir. 


Birçok ayette müteşabih bir anlatım tarzında "errahmanu alel arşısteva" ( rahman taht üzerine kuruldu) mealindeki ayetler bize, hükümdar betimlemesini anlatmaktadır. Tabiki burada mücessime anlayışı içinde bir düşünce içinde olmanın yanlışlığını belirtmek isteriz. "Arş" üzerinde oturmak bir hükümdarın hükümdarlığının birgöstergesi olduğu için Allah cc bizlere bu şekilde kendini tanıtmaktadır. Bu surede anlatılan sekiz meleğin taşıdığı bir arş ile mahkeme salonuna gelişi tasvirini nasıl anlamamız gerekmektedir ? sorusunu şu şekilde cevaplamak mümkündür. 

Tarihi filmlerde bir hükümdar veya soylu kişilerin,"tahtırevan" adı verilen 4 kişi tarafından taşınan bir araç üzerinde gezdirildiği hepimizin malumudur. Bu tahtırevan ile taşınmak  okişinin üstünlüğünün bir işaretidir. Allah ccnin bu şekilde bir teşbihi anlatım üzerinden sekiz melek tarafından tarafından taşınan bir arş ile mahkeme salonuna gelmesi onun azametinin bir işareti olarak anlamak mümkündür.  


Hiç kimsenin dünyada büyük veya küçük olarak yaptıklarının unutulmayıp yazıldığı kitaplar öne koyulup hakimlerin hakimi olan Allah cc tarafından hükümler verildikten sonra , "kitabı sağdan verilenler" tabiri ile tasvir edilen kişi cenneti kazanmanın verdiği bir mutlulukla karnesi pekiyi olan çocukların sevinci içinde herkese göstermekte ve bu sonuca ulaşmanın nedeninide ilk ayetlerde örneği verilen ve ahirete inanmamaları sebebi ile helak edilensemud,ad ve firavun kavimlerinin aksine onun ahiret hesabına inanmış olduğu kendi dilinden aktarılır. Ayetlerin devamında ona verilen cennetten tasvirler vardır. 

"Kitabı soldan verilenler" tabiri ile ifade edilen cehennem ehli ise karnesi zayıf dolu olan çocuklar gibi "keşke hiç verilmeseydi" diye sızlanmakta ve onun ahireti inkarına sebeb olan malı , gücü ve kudretinin ahirette kendisine bir yarar sağlamadığını anlamıştır ama iş işten geçmiş ve ona vaad edilen cehenneme gönderilmiş ve oradaki yiyecekleri hakkındaki bilgiler insanın dünyada iken cehennemden kaçışını sağlamak için tiksindirici bir tasvir içinde bizlere anlatılmaktadır. Allah cc kullarına olan rahmeti gereği kıyamet sonrası olacakları tasvir edip kullarını cennete girmek için dünyada çalışmaya cehennemden kaçmaya çağırmaktadır.  


38 - Andolsun gördüklerinize,
39 - Ve görmediklerinize..
40 - Kuşkusuz Kur'ân, şerefli bir peygamberin (Allah'tan) getirdiği sözdür.
41 - O bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz.
42 - Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz!
43 - O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.
44 - O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,
45 - Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık.
46 - Sonra da onun şah damarını keser atardık.
47 - O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.
48 - O hiç kuşkusuz, takva sahipleri için unutulmayacak bir öğüttür .
49 - Bununla beraber biz biliyoruz ki sizden inanmayanlar var.
50 - Kuşkusuz bu Kur'ân kafirler için bir pişmanlık vesilesidir.
51 - Gerçekten o, şüphe götürmez bir bilgidir.
52 - O halde, haydi tesbih et Rabbinin yüce ismiye .  


3. ve son bölümde , kıyamet ve sonrası verilen haberlerden sonra bu haberin verildiği kitab , kaynağı ve elçisi hakkında bilgiler verilmektedir. 40. ayette, " innehu lekavlun resulin kerim" ( o kerim bir elçinin sözüdür) şeklindeki ibarenin aynısı tekvir suresi 19. ayetindede geçmektedir. Tekvir s. 19. ayetindeki "kerim elçi" vahyi muhammed sav e getirmekle görevli olan elçidir. 

Hakka s. 40. ayetindeki " kerim elçi" muhammed sav dir. İki suredede " kerim elçilerin sözü" olarak vasfedilen kitap bildiğimiz gibi Allah cc nin sözüdür. Buradaki , " kerim elçilerin sözü" olması vahiy meleğinin Allah cc den aldığı vahyi resul sıfatıyla muhammed sav e getirmesi, muhammed sav inde yine elçi olması hasebi ile o vahyi kullara tebliğ etmesidir. İlerleyen ayetlerde (44-48) elçi vasfını taşıyan birinin getirdiği mesaja kendisinden herhngi bir katmada bulunmasının mümkün olamayacağı ve bunu yaptığı takdirde yine o mesajın sahibi tarafından başına neler gelebileceği anlatılmaktadır. 

Elçi olmak demek mesajını taşıdığı kişinin yazdıklarını sadece karşı tarafa iletmekle sınırı olduğu için , "kerim elçi sözü" şeklinde ifade edilen kitabı iletmekle görevli olanlarında mesajın sahibine yakışan bir elçi olduğunun anlatılmasıdır. " Kerim" kelimesi nuzul öncesi arap toplumunda çok önemli bir yer tutması ve bu vasfı alan kişilerin toplum nazarında itibar görmelerinden hareketle vahyi getiren elçiler bu kelime ile vasıflandırılarak Allah cc nin nazarında onların itibarlı oldukları vurgulanmıştır.

Son ayetlerde kur'anın müttakiler için bir öğüt olduğu, yalanlayanların Allah cc den gizli kalmayacağı , bu yalanlamaların karşılıklarının daha önce anlatıldığı gibi hesap gününde kurulan mahkeme sonunda cehennem olduğu ve bu kitabın verdiği haberin " HAKKUL YAKİN" olduğu bilgisi ve 33. ayette görüldüğü üzere " el azim" olan Allaha iman etmeyip cehennemi hakedenlerden olmamamız için son ayet "el azim" olan rabbimizi tesbih etmemizi emrederek sure sona ermektedir.  
 
                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.





4 Mart 2012 Pazar

İslam Dininin Temel Direği Abdestsiz Namaz mıdır?

Yazı başlığı okununca "yahu abdestsiz namazmı olur?" diye bir itiraz yükselecektir, tabiki abdestsiz namaz olmaz ancak sayın Hakkı Yılmaz'ın yazmış olduğu son kitabı olan" islam dininin temel direkleri" adlı kitapta abdestsiz namaz kılınacağına dair düşünceleri bulmak mümkündür. Biz sayın yazarın bu düşüncesini üzerine oturtmuş olduğu ayetlere kendi verdiği mealler üzerinden giderek çelişkilerini ortaya koyarak sayın yazarın kendisinin bu konuda ne kadar net! olduğunu görmeye çalışacağız. Yeri gelmişken adı geçen kitabı bana kendisini ziyarete gittiğim zaman hediye etme nezaketinde bulunduğu için kendisine teşekkür etmek istiyorum.

Adı geçerin 39. sahifesinde, "NAMAZ/DUA" başlığı altında araf s. 55-56. ayetlerinin mealini şu şekilde vermektedir. " Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin; namaz kılın. Kesinlikle o, sınırı aşanları sevmez.Ve düzeldikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Ona ürpererek verahmetini umarak dua edin. Kesinlikle Allah'ın rahmeti, iyileştirenlere güzelleştirenlere çok yakındır. 

Sayın yazar bu ayet ile ilgili olarak kur'andaki namazın kaynağının bu ayet olduğunu ve "salat" söcüğünün malum namazla bir alakasının olmadığın söylemektedir. Ancak sayın yazar araf s. 55. ayetinin mealini bu eserinde "açıkça göstererek namaz kılın" şeklinde bir ilavede bulunmuştur. Ayetin metninde olmayan bu ilaveyi daha önce yazmış olduğu "tebyin'ül kur'an" adlı eserinde bulamadık. "Tebyinül kur'an" adlı eserinde adı geçen ayete verdiği meal şu şekildedir. "Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Kesinlikle O, haddi aşanları sevmez.
         Ve düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O'na, ürpererek ve rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti, muhsinlere [iyileştirenleregüzelleştirenlere]  çok yakındır."

Namaz ibadetinin gizli olarak değil aksine cemaatle eda etmenin daha faziletli olduğunu bile sayın yazar, ayetin metninde olmamasına ve daha önce bu ayete böyle bir meal vermemesine rağmen kitabında ayetin mealine neden böyle bir ilavede bulunmuştur?. Sayın yazar ayete ilave yapmaması halinde namaz ibadetinin gizli olarak yapılmasının yanlış olacağını bildiği için ayetin metninde olmamasına rağmen "açıkça göstererek namaz kılın"  şeklinde ilaveye ihtiyaç duymuştur. Araf s.55. ayetinde geçen "tazarru'an ve hufyeten" kelimelerinin başka ayetlerdede geçmesine rağmen sayın yazar yine son kitabında yaptığı ilaveleri bu ayetlere verdiği meallerdede göremiyoruz.  

------6- 63.        De ki: "Siz, 'bizi bundan kurtarırsa kesinlikle şükür edenlerden olacağız' diye gizli ve yakararak O'na yalvarıp dururken, karanın ve denizin karanlıkların dan sizi kim kurtarır?"
-----7-205.       Ve sabah-akşam [her zaman]  kendi içinden, korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma!        

Sayın yazarı bu çelişkili meallerini yeniden gözden geçirmeye davet ediyoruz.
 
İlerleyen sahifelerde namaz ibadetinin gereksiz ilmihal bilgileri ile dolduulmasından şikayet eden sayın yazar ( bu şikayetlerin bir kısmına haklılık payı vermemek mümkün değildir) bu ilmihal koşullarını tahlilini yapmaya şu şekilde devam eder. "HÜKMİ PİSLİKTEN(HADESTEN) TAHARET/ TEMİZLİK" başlığı altında cünüplük abdestsizlik hayız ve nifas durumlarında namaz kılınamayacağına dair kuralı birilerinin koymuş olduğu kuralar olduğunu iddia ederek bu hallarin namaz kılmaya engel olamayacağını iddia eder. Burada hayız ve nifas halinde namaz kılınamayacağına dair düşüncelerin yanlış olduğunu düşündüğümüzüde belirterek cünüplük ve abdestsizlik durumlarının namaza engel olacağına katıldığımızı sayın yazarın bu düşüncesinin yanlış olduğunu belirtmek isteriz. "KIBLEYE DÖNMEK" başlığı altında , namazda kabeye dönmek emrinin islamı yozlaştıran bir emir olduğunu iddia eden sayın yazar böyle bir emrin olmadığı iddiasında bulunur. Bakara s. 115 . ayetine dayanarak doğu ve batının Allahın olduğunu onun için namazda yönelinmesi gereken belli bir yer olmadığını söyleyen sayın yazar ancak cemaatle kılınan namazlarda kargaşayı önlemek için belli bir istikametin gerekli olduğunu söyler. Kargaşayı önlemek için belli bir yönünü cemaatle kılınan namazlar için gerekliliğini iddia eden sayın yazar aynı kargaşa kaygısını tek olarak kılınan namazlar için neden duymamaktadır , düşününki bir mescidde ferdi namaz kılınıyor ve herkes canı istediği bir yöne dönüyor ve bu kargaşa olmuyor. 

"NAMAZ KAÇ REKAT OLMALIDIR?" başlığı altında , "özellikle resulullahtan tevatüren bize ulaşan  uygulamalar dikkate alındığında" cümlesini yazan yazar bu tevatür uygulamalarının içinde en önemli bir yer tutan 5 vakit namazın olmadığını kabul ederek kendisi ile çelişen  sayın yazar (salat ile namazı ayırmaktadır) öğle ve ikindi vakitlerinin salat vakti olmadığını salat vaktinin "sabah,akşam,yatsı" vakitleri olduğunu söyler. Tevatüren uygulamaları kabul ettiğini gördüğümüz sayın yazarın hem kabul ettiğini söylemesi hemde 5 vakit olarak tevatürle gelen namazdan öğle ve ikindiyi kaldırmasını nasıl izah edebilir? "Resulullah toplu namazı , genellikle salat vakitlerinde ve salatın icrasından önce yapmıştır" şeklinde yazan sayın yazar madem resulullahın yaptığı uygulamalar hakkında gelen rivayetlere itibar ediyor neden öğle ve ikindi vakti bu ibadetlerin icra edildiği konusundaki tevatüren gelen rivayetlere itibar etmiyor? bu  çifte standarttan başka bir şey değildir.  

Kitabının "SALAT" dlı bölümünde bu kavramın lügat anlamları üzerinde durduktan sonra salat kavramının "zihni" ve "mali"olarak iki yönü olduğu kararına varır. 75. sahifede bakara s. 3. ayetindeki "bilgaybi" kelimesine "ıssız yerlerde iman eden" anlamı vermesinide pek doğru bulmadığımızıda belirtelim. "Salatı ikame edin" emrinin geçtiği bütün ayetlere parantez açarak "zihni ve mali destek kurumları oluşturun" anlamı veren sayın yazar bu ayetlerdeki "zekatı verin" şeklinde geçen emirleri salata mali destek anlamı verme konusundaki kararını , hem mali destek verin hem zekatı verin şeklindeki emirlerin bir ayet içinde bulunmasının ne kadar uygun olduğunu gözden geçirmesini tavsiye ediyoruz.  

Kitabının 101. sahifesinde, "SALAT EN ZOR ŞARTLAR ALTINDA İHMAL EDİLMEZ" başlığı altında namaz ibadetinin salatın ritüel bir kısmı olduğu yolundaki red düşüncesini devam ettiren sayın yazar salatın ritüel kısmının bir delili olan bakara s. 238-239 ve nisa 101. ayetlerinin mealinide çarpıtmak zorunda kalmıştır. Namazın her türlü şart altında eda edilmesini emreden bu ayetler korkulu bir durumda iken yaya veya binekte iken dahi terkedilmeyeceği yolundaki bir emre delalet eden bu ayeti yaya veya binekte iken mali ve zihni destek kurumlarının nasıl oluşturulacağı izahı sayın yazar tarafından kapalı bırakılmıştır. Sayın yazarın nisa s. 101-102. ayetlerini şu şekilde vermiştir. 

"Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfir kimselerin sizi fitnelendirmesinden [size bir kötülük yapacağından] korkarsanız, salâttan kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin için apaçık düşmandırlar.
      Ve sen onların içinde bulunup da onlar için salât ikâme ettiğin zaman [eğitim-öğretim verdiğin zaman] içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler [eğitime katılsınlar]. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar boyun eğdiklerine [ikna olduklarında] arka tarafınıza geçsinler. Sonra salâta katılmamış [eğitim-öğretim almamış] diğer bir kısmı gelsin seninle beraber salât etsinler [eğitim-öğretim yapsınlar] ve tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Kâfirler, silâhlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da size ani bir baskın yapsınlar isterler. Eğer size yağmurdan bir eziyet erişir veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Tedbirinizi de alın. Şüphesiz Allah, kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır

 Parantez içi meal,kendi düşüncesini kur'ana kabul ettirmek isteyenlerin en büyük silahıdır  ayetin metnini açtıkları parantezlerle bozarak hevasına alet edenler büyük bir vebal kazandıklarının farkında olmalıdırlar. Sayın yazarda  parantez içi yorumu en çok kullananlardan birisidir. 101. 102 .ayette normal zamandakinden daha kısa eda edilmesi gereken bir ibadetin nasıl yapılacağı yolunda bilgiler verilmektedir. 102 ayette namazın rukünundan olan secde etmekten bahsedilir ancak bu kelimeye "boyun eğdiklerinde ikna olduklarında" şeklinde çevirmiştir, adama sormazlarmı, "yahu hocam ayette bahsedilen kişiler zaten boyun eğmiş ikna olmuş Allah için cihad eden insanlar bunların nesi ikna olacak boyun eğecek? ayette bahsedilen secdeli bir salattır sen secdeyi ne kadar yazmasanda o kelime ayetin içindedir o zaman şunun cevabını ver, secdeli salatın adı nedir?" 


"ALLAHIN PEYGAMBERE VE İNSANLARA SALAT'I "başlığı altında ahzab s. 56. ayetinin meali üzerinden , yozlaştırılan ve namaza indirgendiğini iddia ettiği salatın namaz demek olmadığı iddiasını bu ayetteki " yusallune" ( salat ederler) kelimesinin nasıl " allah ve meleklerinin resule ve mü'minlere namaz kıldığını çözememişlerdir" demektedir. Ahzab s. 56. ayetini şimdiye kadar  hangi meal yapıcısı o şekilde vermiştirki sayın yazar bunu çözememişlerdir" demektedir. Bu ayet ile ilgili yanlış mealler "yusallune" kelimesine "salavat getirirler" şeklinde yapılagelmiştir o şekilde bir mealin yanlış olduğu muhakkaktır ama " Allah ve melekleri resul ve mü'minlere namaz kılarlar" şeklinde hiç bir şekilde meal yapılmamıştır. Sayın yazara acizane tavsiyemiz, bu ayetin mealindeki "melaiketü" (melekler) kelimesine verdiği "doğadaki güçler indirdiği kur'an ayetleri" şeklindeki meali gözden geçirmesidir.   


"SALAT'IN (ZİHNİ VE MALİ DESTEĞİN) VAKİTLERİ" adlı açtığı başlıkta, salatın (namazın değil) sabah, akşam,yatsı olarak 3 vakit olarak belirlendiğini söyler . Salatın vakiterinin belirlendiğini ancak namazı salattan saymadığı için onun herhangi bir vakti olmadığını iddia eden sayın yazar , resulullah sav den gelen tevatürlü uygulamaları kabul etmesine rağmen namazı salattan saymaması ve salatı 3 vakit olarak anlaması ve o 3 vaktin içinde gündüz salat vaktinin olmayışı sayın yazarın bu konudaki taassubunun bir sonucudur. Savaşların daha ziyade gündüz yapılmasından hareketle nisa s. 102. ayetinde tarif edilen secdeli salatın gündüz olma ihtimalini hesaba katmış olsaydı gündüz vakti içinde olan bir salat vaktini bulabilirdi . Salatların neden geceye tahsis edildiği ile ilgili açtığı başlık altında, " gündüz iş güç borç harç gibi dünyevi meşakketlerin salata engel teşkil edeceği iddiasındandır. Mealini verdiği müzzemil s. 20 ayetini okumuş olsaydı gündüz vakti içinde sayılan Allah yolunda savaşmanın ve nisa s. 102 de tarif edilen salatın gündüz vaktinde olmasını anlayabilirdi.  

172. sahifede, "CÜNÜBLÜK VE CENABET" başlığı altında bu konuda bilinen bütün ilmihal bilgilerinin yanlış olduğu iddiasını dile getirir. Sayın yazarın bu konu ile ilgili olduğu halde kitabına almadığı nisa s.43 ve maide s.6 ayetlerinin mealini kendi eserinden naklediyoruz.  

-----4-43      Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, Cünüp iken de –yolcu olanlar müstesna– yıkandırılıncaya kadar, salâta yaklaşmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten] geldiyse veya kadınlarla dokunuştuysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
------5-6     Ey iman etmiş kişiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım çalışmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüp [kopuk/şehveti kabarık] iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi çukurdan [tuvaletten] gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız [cinsel ilişkiye girdiyseniz], sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da ondan [temiz topraktan] yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.


Maide s. 6. ayetine verdiği meali açtığı parantezleri kapatarak okuduğumuzda herhangi bir problem teşkil etmemektedir. Sayın yazarın iddia ettiği şekilde salat için cünüplükten yıkanılması gerekir ama namaz için böyle bir gereksinim yoktur ve cünüb halde namaz kılınabilir. Sayın yazarın ilmihal bilgileri doğrultusunda hareket eden birisi abdestsiz ve cünüb olarak namaz kılabilir.

"KIBLE" başlığı ile ilgili olarak açtığı başlıkta ise, bu kavramında salat kavramı gibi içinin boşaltıldığını ve yönelişte birliği sağlamak için namazda kabeye yönelme esasının  getirildiği iddiasındadır. "Kıble" kavramının içinin boşaltıldığı görüşü genel olarak doğrudur, ancak sayın yazarın iddia ettiği gibi kabeye yönelmek namaz gibi tevhidi bir eylem için gerekmeyecekte ne için gerekecek? . Namaz ve kabe ikisi birbirini tamamlayan ritüel ve sembollerdir. Bu konu ile ilgili olarak daha geniş bir bir yazımız olduğu için konuyu uzatmak istemiyoruz.

Sonuç olarak, sayın yazarın islam dininin temel direği olarak anladığı şeyler 1- salat namaz değildir, 2-namaz için kıbleye yönelme mecburiyeti yoktur,3- abdest salat için gereklidir namaz için abdest gerekli değildir,4-cünüplük salata mani bir haldir namaza mani değildir,5- salat için 3 vakit emir vardır,6- namaz için belirli bir vakit yoktur. Sayın yazarın düşüncesini oturtmuş olduğu ana fikir "namaz salat değildir" şeklindedir. Kur'anda namaz ibadetinin salattan ayrı bir ismi olmadığına göre arapların günlük dilde bizim namaz adını verdiğimiz ibadete verdikleri isim nedir? sayın yazar bunun cevabını düşünüp yazdıklarını yeniden gözden geçirmelidir aksi takdirde ankebut s. 13. ayetinde buyurulduğu üzere hem kendi yükünü hemde bilgisizce saptırdığı başkalarının günah yükünü yüklenecektir.  


                    EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

1 Mart 2012 Perşembe

Allah c.c nin "Resul İle Vahyetmesi" Bağlamında Kur'anın İnsanlara Ulaşma Şekli

Şura s. 51. ayetinde, Allah cc insan ile 3 konuşma şeklinden bahseder ve bu konuşma çeşitlerinden 3. şıkkı "resul göndererek dilediğini vahyetmesidir, yine  hacc s. 75. ayetinde " meleklerden ve insanlardan resuller şeçer" buyurur. "İnsanlardan resuller seçmesi" , şeçilen insanlara kitap verilmesi, "meleklerden resuller seçilmesi" ise o seçilen insanlarla olan iletişimin sağlanması şeklindedir. Kur'anın, muhammed sav e ulaşması ise şura 51. ayetindeki 3. şıktan olan " resul göndererek vahyetme" şeklinde olmuştur, bu durum kur'anın değişik ayetlerinde bizlere bildirilmiştir.


Son zamanlarda  kur'ana karşı olan ilginin artması onunla birlikte bazı anlama metodu sorunlarınıda beraberinde getirmiştir. Geleneksel anlayıştaki bazı yanlış düşüncelerin sorgulanması ve o yanlışların başka yanlışlarla doldurulması anlama metodunuda sorgulamanın gerekliliğinide ortaya çıkarmıştır. Müslüman olmak demek , Allahın kitabına tam bir teslimiyyet demektir. Özellikle gaybi konularda bize verilen bilgiyi yine kur'an çerçevesinden çıkmadan anlamak ve iman etmek durumundayız. "Gayba iman" ın  mü'minlerin özelliklerinden olmasının yanısıra bu konuda verilen bilgileri kur'an harici düşünceleri baz alarak anlamaya çalışmak vahyin bizlere ne şekilde ulaştığı konusunda bazı yanlış düşüncelere sevketmektedir. Öyleki bu düşünceler kur'anın Allah tarafından indirilip indirlmediği konusuna kadar varmıştır. Biz yanlış olduğunu düşündüğümüz konulardan ziyade kur'anın  kimin kitabı olduğu, kimin tarafından indirildiği,kimin vasıtası ile indirildiğini yine kur'andan anlamaya çalışacağız.   


-----2.099 And olsun ki, sana apaçık ayetler indirdik. Onları sadece yoldan çıkmışlar inkar eder.
-----6.092 Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.
-----6.155 İşte şu da indirdiğimiz kitabdır, mübarektir. Öyleyse ona uyun ve sakının ki merhamet olunasınız.
-----12.002 Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.
-----13.037 Bunun yanısıra biz onu Arapça bir hüküm sistemi olarak indirdik. Eğer sana gelen bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına uyacak olursan, seni Allah'ın elinden kurtaracak bir destekçi, bir koruyucu bulamazsın.
-----14.001 Elif, Lâm, Râ. Bu Kur'ân öyle büyük bir kitaptır ki, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.
-----17.105 Biz onu hak ile indirdik. O da hak olarak indi. Seni de ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
-----20.113 İşte böylece Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü şekillerde tekrarladık ki, belki korunur takva yolunu tutarlar ya da o onlarda bir düşünme, ibret alma meydana getirir.
-----21.050 İşte bu da Bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Yoksa siz onu inkar mı ediyorsunuz?
-----22.016 İşte böylece ona apaçık ayetler olarak indirdik. Muhakkak ki Allah; dilediğini hidayete eriştirendir.
-----38.029 Sana indirdiğimiz bu Kitap mübarektir; ayetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar.

Yukarda meallerini verdiğimiz , kur'anın Allah cc tarafından indirilmiş bir kitap olduğunun açık bir delilidir, bu konu ile ilgili kur'anda bir çok ayet mevcuttur.Kur'anın, Allah cc nin indirmiş olduğu bir kitap olmasının yanında onu ne şekilde indirdiği ile ilgili bilgilerde kur'anda mevcuttur. 


----- 2.097 De ki: «Cibril'e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten o Kitabı, Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü'minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O'dur.
-----016.002Kullarından dilediğine, kendi emrini vahyile melekleri indiriyor ve: «Şu gerçeği bildirin ki, Benden başka ilah yoktur, o halde Benden korkun!» buyuruyor.
-----16.101-102 Bir ayetin yerini başka bir ayetle değiştirdiğimizde, ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir onlar, «Sen sadece uyduruyorsun» derler. Hayır, öyle değildir, ama onların çoğu bunu bilmezler. Söyle onlara: «Onu Rabbinden hak olarak Rühu'l-Kudüs , iman edenlere sebat vermek ve müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak için indirdi.»
-----26.192-195 Muhakkak ki o, elbette alemlerin Rabbının indirmesidir. Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Uyarıcılardan olasın diye senin kalbin üzerine;Apaçık arab diliyle.

Bakara s. 97, nahl s.102, şuara s. 193. ayetlerinde görüldüğü üzere kur'an, hacc s. 75. ayetinde gördüğümüz gibi meleklerden seçilen bir elçi ile muhammed sav in kalbine indirilmiştir. "Cibril", "ruhul emin", " ruhul kudus" olarak isimlendirilen bu varlık bizim mahiyetini bilmediğimiz sadece adını bildiğimiz bir varlık olup melek resullerden bir resuldur, ve bu resulun hakkındaki bilgileride yine kur'anda buluyoruz. 

 19 - Kuşkusuz o Kur'an, kerim bir elçinin sözüdür.
20 - O elçi güçlüdür, Arş'ın sahibinin yanında çok itibarlıdır.
21 - Orada ona itaat edilir, güvenilir.
22 - Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.
23 - Andolsun o, onu açık ufukta gördü.
24 - O, gayb hakkında cimri de değildir.
25 - O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir
Tekvir suresindeki bu ayetlerde sözü edilen  " kerim elçi" muhammed sav e vahyi getiren elçidir ve o elçinin vasıfları sayılmaktadır.  


1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki;
2. Arkadaşınız  sapmadı ve bâtıla inanmadı.
3. O,arzusuna göre de konuşmaz.
4. O  vahyedilenden başkası değildir.
5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri  öğretti.
6. Ve üstün yaratılışlı, doğruldu:
7. Kendisi en yüksek ufukta iken.
8. Sonra  yaklaştı,sarktı.
9. O kadar ki  iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.
10.Böylece oun kuluna vahyettiğini vahyetti.
11.  gördüğünü kalbi yalanlamadı.
12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
13. Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü,
14. Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında .
15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü. 
Necm suresindeki bu ayetlerdede mecnunlukla suçlanan resulun mecnun olmadığı ve konuştuklarının kendisine vahyedilen bir vahiy olduğu ve bu vahyi ona sadece kendisinin 2 defa gördüğü bir varlığın ilettiği bildirilmektedir.   


11 - Hayır hayır, sakın. Çünkü o  bir öğüttür.
12 - Artık dileyen onu düşünür.
13 - O, değerli sahifelerdedir.
14 - Yüksek tutulan tertemiz sahifelerde.
15 - Yazıcıların taşıyıcıların ellerindedir, 
16 - Değerli, iyi yazıcıların.

Abese suresindeki bu ayetlerde yine kur'anın muhammed sav e ulaşmadan önceki durumu ile ilgili bilgiler verilmektedir. Kur'anın muhammed sav e gelişi ile ilgili bilgiler yukardaki meallerini verdiğimiz ayetler üzerinden anlaşılabilir. Vahyin muhammed sav e verilişi ancak kendisinin şahid olabileceği bir durum olması hasebiyle bu konuda bizlerin bilmesi gereken nokta, vahyi  Allah cc den alıp ona getiren bir elçinin var olduğudur. Bu elçinin bize sadece ismi verilmektedir( cibril, ruhulemin, ruhul kudus) bizler için asıl gerekli olan gaybı taşlamak değil ona iman etmektir. Son zamanlarda bu konuda "kur'an merkezli söylem" adına yola çıkmış ancak söylemi kur'ani olmayan bazı düşünceler "cibril" konusunda bazı sapmalar içine girmiştir. Kur'an bir konuda nasıl bir beyanda bulunmuşsa ona teslim olmak durumunda olan biz müslümanlar özellikle gaybi konular hakkında aklı vahye teslim etmekten ziyade vahyi akla teslim ederek gaybı anlamaya çalışmakta ve neticede , "benim aklım bunu kabul etmiyor" neticesine ulaşmaktadırlar. Düşüncelere saygılı olmanın gerekliliği ve düşünceye pranga vurmak gibi bir durumun kimsenin hakkı olmadığı bilincini hatırdan çıkarmadan herkes fikirlerini delilleri dahilinde konuşmaya hakkı vardır. Konu kur'an olunca delilde haliyle kur'an olmalıdır.Ancak yukarda gördüğümüz ayet mealleri üzerinden karşı delil sunanların  ayetlerin metni üzerinde oynayarak delillerini serdettiğini görmekteyiz. Bizleri üzmekte olan nokta şudur, geleneksel taklitçiliğe karşı son derece sert bir tutum takınanlar aynı sert tutumu modernist taklitçiliğe karşı gösterememektedirler,özellikle sayın Hakkı Yılmaz'ın bu konu ile ilgili ayetlere vermiş olduğu mealleri kendi düşüncelerine dayanak ederek yanlış olup olmadığını hiç düşünmeden ona teslim olmaktadırlar.  


-----"De ki: "Kim Cibrîl'e düşmansa, bilsin ki şüphesiz Allah onu [Cibrîl'i], Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak senin kalbine indirmiştir."

Bu , bakara s. 97. ayeti Hakkı Yılmaz'ın vermiş olduğu bir mealdir, verilen meale baktığımız zaman parantez açarak koyduğu (cibril'i) kelimesinin metne ve kur'an bütünlüğüne uygun olup olmadığına bakacağız. Sayın yazar, ayetin  metnindeki "nezzelehu" ( onu indirdi) kelimesindeki "hu" zamirini cibrile raci etmiştir sayın yazara göre "cibril" kelimesinin anlamı " kendisinin bilgisi gereği , iki eli arasındakileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak muhammed sav in kalbine inen şey"dir. Ayetin metnindeki " musaddikan lima beyne yedeyhi ve hüden ve büşra lilmü'miniin"(kendisinden öncekini tasdik eden hidayet ve müjde mü'minler için) cümlesini kur'anın diğer ayetlerinde cibril içinmi yoksa kur'an içinmi kullanıldığını görelim. 

-----3.003 Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Ve Tevart'ı ve İncil'i indirdi.
----5.046 Bu peygamberlerin ardından kendisinden önce gelen Tevrat'ı onaylayıcı olarak Meryemoğlu İsa'yı gönderdik; O'na doğru yol bilgisi ile ışık içeren, önündeki Tevrat'ı onaylayan, takvalılar için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.
-----5.048 Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
-----6.092 Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.
-----10.037 Bu Kuran, Allah'tandır, başkası tarafından uydurulmuş değildir. Ancak kendinden öncekini doğrular ve O Kitap'ı açıklar. Alemlerin Rabbinden geldiğinden şüphe yoktur.
-----12.111And olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kuran uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden önceki Kitapları tasdik eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir.
-----35.031 Bu, sana vahyettiğimiz, öncekileri doğrulayan gerçek Kitap'dır. Allah şüphesiz kullarından haberdardır, görendir.

-----"De ki: "İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü'l–Kudüs hakk ile inmiştir.
Nahl s. 102. ayetinin bu  şekildeki meali Hakkı Yılmaza ait bir mealdir. Ayetin metninde geçen "nezzelehu" ( onu indirdi) kelimesi bakara s. 97. ayetindede geçmektektedir, orada geçen kelimeye " indirmiştir" şeklinde meal veren sayın yazar nahl s. 102.ayetine gelince "inmiştir" şeklinde meal vermiştir, aynı konu ile alakalı olan iki ayetteki aynı kelimeye bir ayette doğru meal, diğer ayette yanlış meal vermesi herhalde hatadan kaynaklanıyor değildir. Sayın yazarın kendi düşüncesini kur'ana kabul ettirme amaçlı olarak metni üzerindeki bariz bir tahrifidir. 


------192.       Ve şüphesiz ki bu, [apaçık kitap] kesinlikle âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
-----193–195.   Onunla, [apaçık kitapla] uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh [Güvenilir Can, sağlam bilgi] indi.
196.       Ve şüphesiz o, [er-Ruhu'l-Emin;  sağlam bilgi] kesinlikle öncekilerin kitaplarında da vardı. 
Şuara s. 192-196. ayetlerinin mealleri yine sayın Hakkı Yılmaz' a aittir. 192. ayette kitabın Allah cc nin indirmesi olduğunu görmekteyiz devam eden ayetler o kitabı kimin indirdiğini bildirmektedir. 193. ayetteki "nezele" fiili yalnız kullanıldığı zaman "indi" anlamına gelmektedir , ancak "be" harfi cerri ile kullanıldığı zaman fiile geçişlilik anlamı  vererek " nezele bihi" ( onu indirdi) anlamına gelir. Kendisinin verdiği meal üzerinden ayetleri okusak bile  kur'an ile birlikte inen başka birşey olduğunu görmekteyiz kur'an ile inen o şey kur'anı muhammed sav in kalbine indirmekle görevli olan bir varlık olup "emin ruh" o varlığın ismidir. 196. ayet mealinde parantez içine aldığı ( er- Ruhu'l-Emin , sağlam bilgi) sayın yazarın tercihi olup ayetlerin sibakı ile uygunluğu yoktur. 196. ayette " öncekilerin kitablarında olan" şey yazarın parantez içine aldığı ( Ruhu'l-Emin) değil 195. ayetteki "apaçık arapça lisanı" üzere olan KUR'ANDIR. 

5.         Ona, onu müthiş kuvvetleri olan öğretti.
6.         O, üstün akıl sahibi. Ki istiva etmiştir O. 
7.         Ve O, en yüksek ufukta idi.
8.         Sonra yaklaştı ve hemen sarktı.
9.         İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu.
10.        Hemen de kuluna vahyettiğini vahyetti.
11.        Gönlü, gördüğünü yalanlamadı.
12.        Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz? [onun gördüğü şey hakkında onunla mücadele mi ediyorsunuz?]
13.        Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü.
14.        Son sidrenin yanında.
15.        Ki onun yanında oturulan bahçe vardır.
16.        O zaman sidreyi kaplayan kaplıyordu.
17.        Göz şaşmadı ve azmadı.
18.        Andolsun, Rabbinin Âyetlerinin en büyüğünü gördü
Necm suresindeki bu ayetler yine Hakkı Yılmaz'a aittir.  Bu ayetler ile ilgili olarak yazdığı yorumda "Peygamberimizi göğe, Allah'ın yanına çıkarmayı marifet bilen zihniyet bu Âyetleri de çarpıtmış ve Allah'a ait olan nitelikleri maalesef Cebrâîl'e yakıştırmıştır. Görüldüğü gibi, Sûrenin 5-6. Âyetlerinde Kur'ân'ı kimin öğrettiği herhangi bir isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. Ne var ki, rivayetçiler bu sıfatları Cebrâîl'e vermişler fakat böyle yapınca da 10. Âyette Muhammed (a.s)'ın Cebrâîl'e kul olması anlamı ortaya çıkmıştır. Bu kez de sırf bunu izale etmek için yığınlarca safsata uydurmuşlar, yorum yapacağız derken işin içinden çıkamayarak daha da batmışlardır." diyen sayın yazar vahyi getiren elçiyi devreden çıkarmak adına Allah cc yi muhammed as ile iki yay arası yaklaştırmış ve Allahı gördüğünü iddia etmiştir. 10. ayet ile ilgili olarak iddia ettiği gibi muhammed as ıb cebraile kul olması meselesi, sayın yazarın ayetler ile kurmuş olduğu anlam örgüsüne uygun olması için uydurduğu bir iddiadır. Ayetlerin siyakı ve sibakı ile okunduğu zaman bahsi geçen varlık orada Allahın dışında bir varlıktır. "feevha ile abdihi ma evha" ( vahyetti kuluna vahyettiğini) ayette bahsi geçen vahyedileni vahyeden kişi Allah cc den aldığı vahyi onun kulu olan muhammed sav e vahyeden varlıktır. Bunun böyle olmadığını kabul ettirmek için maalesef ayetleride kendi düşüncesine uydurma yoluna gitmiştir.   

Allah cc nin hidayet ve rahmet olarak bize indirmiş olduğu kur'an, içindeki emir ve nehiylere uymak zorunda olan bir kısım müslümanlar için turistik seyahat mesabesinde görülen bir kitap haline getirilerek hayat nizamı olan bir kitap olmaktan çıkarılarak bize nasıl ulaştığı yolundaki ayetler etrafında tartışmalar açılarak gaybın taşlanmasına çalışılmaktadır. Kur'an Allah cc den , cibril ruhul emin ve ruhul kudus adları ile bize bildirilen bir varlık yolu ile muhammed sav e ulaştırılmıştır. Kur'an bize bu varlığın sadece ismini bildirip ontolojik varlığı hakkında herhangi bir bilgiye girmemiştir. Bize düşen bu konuda verilen bilgiye teslim olmak ve ayetleri kur'an bağlamından koparmadan okumaktır." Kur'anın bize  ulaşmasında Allah cc muhammed sav arasında bir elçi olamaz" şeklinde bir ön kabulle ilgili ayetleri okuma yoluna giden bazıları sayın  hakkı yılmaz örneğinde olduğu gibi ayetlerin metninde oynama yapmadan istedikleri sonuca ulaşamazlar. Müslüman o durki kendi önkabullerini kur'anı  tasdik amaçlı okumaktan ziyade indirilene tabi olur.

               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


11. Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür,
12. Dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır,
13. O, değerli sahifelerdir,
14. Tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde,
15. Kâtiplerin ellerindedir ,
16. Değerli ve güvenilir katiplerin.
 11. Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür,
12. Dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır,
1311. Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür,
12. Dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır,
13. O, değerli sahifelerdir,
14. Tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde,
15. Kâtiplerin ellerindedir ,
16. Değerli ve güvenilir katiplerin.
. O, değerli sahifelerdir,
14. Tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde,
15. Kâtiplerin ellerindedir ,
16. Değerli ve güvenilir katiplerin.
11. Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür,
12. Dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır,
13. O, değerli sahifelerdir,
14. Tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde,
15. Kâtiplerin ellerindedir ,
16. Değerli ve güvenilir katiplerin.


11. Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür,
12. Dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır,
13. O, değerli sahifelerdir,
14. Tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde,
15. Kâtiplerin ellerindedir ,
16. Değerli ve güvenilir katiplerin.

25 Şubat 2012 Cumartesi

Hakkı Yılmaz'ın "Kur'anda Meryem " Adlı Makalesi Üzerine Tenkidi Bir Yaklaşım

Bu yazımızda sayın Hakkı Yılmaz'ın "Kur'anda Meryem" adı altında yazmış olduğu makalesinin üzerinde durmak istiyoruz. Makaleye geçmeden yazının başlığı hakkındaki çekincelerimizi paylaşmadan geçemeyeceğiz. "Kur'anda .........." başlığı  ile yazılan kitap veya makalenin sahibi bu başlığı atmakla , "kur'an bu konu hakkında bunu söylüyor" şeklinde bir iddianın sahibidir, halbuki , "Kur'anda .........."başlayan  ve iki ayrı kişi tarafından yazılmış  kitap veya  makalede isim aynı olmasına rağmen birbirine 180 derece zıt düşünceler mevcut olabilmektedir.

Her iki kitap hem Kur'anda........diyecek hemde birbirine 180 derece ters düşünce bulunacak ve bu iki kitap veya makalenin ikisi de doğru olacak bunun imkansız olduğu olduğu ortadadır. Acizane tavsiyemiz odur ki, Kur'an hakkında herhangi bir düşünce beyan edecek olanların kendi düşüncelerini, "Kur'an böyle diyor" şeklinde ifade etmekten çok , "Benim bu konu hakkında Kur'andan anladığım bunlardır" şeklinde ifade etmeleridir. Bu tavsiye girişinden sonra, sayın yazarın konu hakkındaki makalesi ile ilgili düşüncelerimizi belirtmeye çalışalım. 


Sayın yazar yazısına " Meryem ve İsa peygamber insanların üzerinde en çok ihtilaf ettikleri, tartıştıkları şahsiyetlerin başında gelir."diyerek başlamakta bizimde katıldığımız ,konu ile ilgili tek sağlam bilginin kur'an olduğunu belirterek yazısına ,Meryem sözcüğünün anlamı ve ailesi ile ilgili bilgiler ile  devam etmektedir. "Meryem olgusunu kur'andan izleyelim" başlığı altında, al-i imran s. 32-37. ve 42-51. ayetlerinin mealini verir. Al-i imran s. 46. ayetine , "Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da." şeklindeki mealin yanlışlığını daha sonraki başlıklardada ele alınacağı için orada ele alacağız.  


Sayın yazar, "Meryemin cinsiyeti" adlı açtığı başlıkta meryemin çift cinsiyetli olduğunu yazarak şöyle devam etmektedir. " Ali Imran’daki bu pasajda Rabbimizin “Hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir” buyurması, aslında Meryem’in kız olmadığının da bildirilmesidir." diyen sayın yazar , Al-i İmran suresi 36. ayetinin başındaki " felemma vadaethe" (onu doğurduğunda) cümlesini diyen Allah c.c nin "he" dişil zamirini , neden kız olmayan biri için  kullanmasının izahını nasıl yapacaktır?

Meryemin , 37. ayette "Bunun üzerine Rabbi Meryem'i güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi.”"" ifadesinden Meryemin bir bitki gibi yetiştirildiğini bitkiye benzetilmediğini dolayı ile meryemin normal bir insan olmadığı çıkarımını yapmaktadır. Çıkarımına delil olarak sunduğu nuh s. 17. deki "Ve Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi" ifadesinden bütün insanlarında anamaddesinin toprak olduğu , ancak Al-i İmran s. 42. ayetindeki "Allahın onu seçip temizlemesi ve alemlerin kadınlarından üstün tutmasını" meryemin özel bir kadın olarak yetiştirildiğinin delili değil midir? . Nuh s. 17. ayetindeki, " Vallahu enbeteküm minel ardı nebaten"( Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi ) ayeti ile al-i imran s. 37. ayetindeki "enbeteha nebaten hasenen" (onu güzel bir bitki olarak bitirdi) ayetleri arasındaki "Hasenen" ( güzel) kelimesi Meryemin bütün insanların arasından seçilmişliğinin farkını anlatır , aksine sayın yazarın "Meryem'in daha sonra erkeksiz hamile kaldığı da göz önüne alınırsa, bitki özelliğinde olması onun tıpkı çiçekli bitkilerin çoğunda görüldüğü gibi " erselik" yapıda olduğu, yani vücudunda hem erkek hem dişi üreme organı bulunduğu ihtimalini ortaya çıkarır." iddiasını anlatmaz.  


43. ayetteki, " Verkaii mearrakiine" ( ruku edenlerle birlikte ruku et) cümlesindeki "errakıine" kelimesinin müzekker olmasından hareketle Meryemin çit cinsiyetli olmasından ötürü erkekler arasında erkeklerin görevini aldığı ve yaptığı anlatılmaktadır demektedir. Sayın yazar kur'anda bazı ayetlerde örneğini gördüğümüz gramer kurallarına uymayan bazı ayetler hakkında ne diyecektir , müzekker olması gereken yerde müennes , müennes olması gereken yerde müzekker zamiri kullanılan bazı ayetler kur'anda mevcuttur ve örnek olarak şu ayetleri sıralayabiliriz

---"Ellezine yerisunel firdevse hum fihe halidune" ( onlarki firdevse varis olacaklar ve orada ebedi kalacaklar) 23/11  ayetteki "firdevse" kelimesi müzekker olmasına rağmen bu kelime için "he" müennes zamiri kullanılmıştır.  

---"ve alallahi gasdüssebili ve minhe cairun ve lev şae lehedaküm ecmain" ( yolun doğrusu Allahındır .yolun eğriside vardır.Allah dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi) ayetindeki " sebil" kelimesine müzekker olduğu halde" he " müennes zamiri dönmektedir.
Yusuf s. 30. ayetinde ki ," ve gale nisvetün" ( kadınlar dediler ki) "gale " kelimesi müfred müzekker bir kelime iken " nisvetün" kelimesi cemi müennes mükessere bir kelimedir, "nisvetün" kelimesinin ikinci olarak geçtiği 50. ayette "ma balunnisveti ellati gatta'ne eydiyehünne" ( ellerini kesen kadınların maksadı neydi) cümlesinde herhani bir gramer uygunsuzluğu yoktur. Sayın yazar yusuf s. 30 ayetindeki "gale" ,arapça gamer açısından , bir gaib erkek dedi anlamına geldiği halde kendisinin yaptığı yusuf s. 30. ayetinin mealine bütün meallerde olduğu gibi kendiside " kadınlar dediler" anlamı vermiştir. 

Demek istediğimiz şudur, sayın yazarın kur'anda örneklerini gördüğümüz gibi günümüzde  kullanılan arapça dil kurallarına uymayan bazı kelimelerden yola çıkarak böyle bir çıkarımda bulunmasının doğru olmadığıdır. 


Meryem suresi 16. ayetindeki Meryemin doğu tarafına çekilmesi ile ilgili olarak meryemin sorunlu olduğu ve sorunları sebebiyle çevresinden uzaklaştığını  ve  meryemin evden kaçan bir kız olduğunu söyler!. 17. ayetteki ehli ile arasına perde çekmesi tabiki bildiğimiz perde çekmek ile alaksı yoktur. Sayın yazar burada ehli yani topluluğu ile ayrılmasını fiziksel problemleri yüzünden olduğu iddiasına karşı(ehil kelimesini aile şeklinde çevirmek dar bir anlam vermektir) ehli ile arasına perde çekmesini anlamak için şu ayetlerin yardımına başvurmak gerekmektedir. 

----- 41.005Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde (HİCABÜN) bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!.
-----[017.045] [E0] Bir de sen Kur'anı kıraet ettiğin vakıt biz seninle Âhırete inanmıyanların arasına görünmez bir hıcab(HİCABEN) çekeriz.

Örneğini verdiğimiz ayetlerdeki "perde çekmek" mü'minler ile müşrikler arasındaki ayrışmayı ifade etmektedir. Meryemin de perde çekmesi sayın yazarın iddia ettiği gibi çift cinsiyetli (hünsa) olduğu gerekçesi ile problem yaşamasından değil kendisini himaye edecek bir tevhid erinden ( Zekeriye ve Yahya) mahrum olmasıdır. Nasıl ki müşrikler kendilerini hicab ile mü'minlerden ayrıştırıyorsa Meryem'de müşriklerden hicab ile ayrılmaktadır. Meryem'in hamilelilk süreci başlamadan önce Zekeriya ve Yahya  as lar maalesef hayatta değildirler. 


Meryem s. 20.ayetindeki " bana bir beşer dokunmamıştır" cümlesi ile ilgili olarak şunlar söylemektedir. " Ayrıca Meryem'in Bana bir beşer dokunmamıştır şeklindeki ifadesi de, onun erselik yapıda olmasına uygun bir ifadedir. Çünkü Meryem " Bana bir erkek dokunmamıştır" dememiş, hem erkek hem kadın için söz konusu edilebilecek bir ifade kullanmıştır. Sayın yazarın, ayette " beşer" olarak geçmesinden yola çıkarak onun hünsalığına dair iddiasını yinelemektedir. Sayın yazarın bildiği üzere orada "beşer" olarak kullanılması o beşerin erkek olduğudur. Erkekten başka hangi varlık bir kadına dokunacakta o kadın hamile kalacak? onun cevabı sayın yazar tarafından maalesef muallakta bırakılmış olup, acaba kadının kadına dokunmasıyla hamile kalınabileceğini iddiamı ediyor diye kendimize sormaktan alıkoyamıyoruz. Yine kur'an ayetlerinin yol göstericiliğine müracaat ettiğimiz zaman " beşer " kelimesinin kur'anda nasıl kullanılmış olduğunun örneklerini görelim. 

----- 3.079 Allah'ın kendisine Kitap'ı, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: (LİBEŞERİN) «Allah'ı bırakıp bana kulluk edin» demek yaraşmaz, fakat: «Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul olun»
demek yaraşır.
-----6.091 «Allah hiçbir insana (LİBEŞERİN) bir şey indirmemiştir» demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar.
----- 14.010 Onların resulleri: «Gökleri ve yeri yaratan, günahlarınızı bağışlamaya çağıran ve bir süreye kadar sizi erteleyen Allah'tan mı şüphe ediyorsunuz?» dediler. Onlar da: «Siz de sadece bizim gibi birer insansınız(BEŞERÜN); bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirmelisiniz» dediler.

"Beşer kelimesinin "erkekler" için kullanıldığı örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özellikler kendilerine gönderilen resulleri karşı "sizde biz gibi beşerden başkası  değilsiniz" şeklinde itirazlar serdeden müşriklere acaba hiç bayanresul gönderilmişmi? enbiya s. 7. ve nahl s. 43. ayetlerinin " Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız zikirehline sorun." şeklindeki mealide bu sorunun cevabıdır.  


Sayın yazar,"Meryem'e  ruhun üflenmesi" adlı bir başlık açıp , enbiya s.91, tahrim s. 12, nisa s. 171. ayetlerinin meallerini verdikten sonra şunları söyler. "Yukarıdaki ilk iki ayette geçen ruh üfürme tabiri, Nisâ Suresi’nin 171. ayetinde القا  - ilka = bırakma, ulaştırma tabiri ile açıklanmaktadır. Ruh üfürme tabirinin " az bir bilgi ile bilgilendirmek" anlamına gelmektedir. Meryem'e üflendiği bildirilen ruh; onun hamile kalması için rahmine [dölyatağına] yapılan fizikî bir üfürük değil,  Zekeriya  peygamber aracılığı ile gönderilen ilahi mesajlardır. Bu mesajların içeriği ise Meryem ve Âl-i Imran ve Meryem surelerinde şöyle yer almaktadır: "Yazara göre meryeme üfürülen ruhtan kasıt meryeme ,ZEKERİYA as tarafından getirilen ilahi mesajlardır!. Yazısına, meryem s. 16-21. ayetleri ve al-i imran s. 42-51. ayetlerinin meallerini eren sayın yazarın meryem 17. ayetine, "Sonra ailesiyle/yakınlarıyla kendisi arasına bir perde edinmişti de "Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi."   şeklindeki meal daha sonra yine geleceği için o meali orada ele almaya gayret edeceğiz. 


"Meryemin isayı doğurması" adı altında bie başlıktada , mereyem s. 16- 34. ayetlerinin mealini verir."
"Meryem suresinde meryemi konu eden bu pasajdaki bazı noktalar üzerinde tahlil yapıyoruz:"  diyerek yukarda verdiği ayetlerin tahliline "MERYEM’E GÖNDERİLEN RUH" başlığı altında girer. 


Bu başlık altında tahliline şöyle başlar. "Meryem suresinin 17. ayetinde “Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi.” buyrulmaktadır." Sayın yazarın yanılgısını ayetteki " fetemessele" kelimesindeki üzerindeki tahlilinde ele alacağız ancak burada dikkatimizi çekmesi gereken meryeme gelen bir kişidir önemli olan o kişinin kimliğidir ve meryem gelen o kişiyi tanımamaktadır. Sayın yazarın iddia ettiği gibi gelen kişi şayet zekeriyya as olsaydı neden "«Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım" demiştir? Sayın yazarın , "tebyinül kur'an" adlı eserinde meryem suresinin ilgili ayetlerine yaptığı yorumlarda meryeme gelen kişinin "takiyy" adlı tacizci bir kişide olabileceği yolunda bir yorumada rastlamaktayız. Bu bölümde sayın yazarın  çelişkisi ortaya çıkmaktadır, "Meryemin cinsiyeti ile ilgili açtığı başlık altında ,"-  Ayrıca Meryem'in Bana bir beşer dokunmamıştır şeklindeki ifadesi de, onun erselik yapıda olmasına uygun bir ifadedir. Çünkü Meryem " Bana bir erkek dokunmamıştır" dememiş, hem erkek hem kadın için söz konusu edilebilecek bir ifade kullanmıştır."derken ,burada , "Zekeriya peygamber, bu bilgi sayesinde bir erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini Meryem’e anlatarak görevini yapmış, bu bilginin doğruluğuna kanıt olarak da bebek Yahya’yı göstermiştir. Âl-i Imran suresinin 42,43. ayetlerinde sözü edilen melekler de Zekeriya peygamber ile Meryem’e gönderilen ayetlerdir." şeklinde yazması sayın yazarın kafasının bu konuda karışıklığını gösterir. Meryemin hem çift cinsiyetli olduğunu hemde erkeksiz çocuk doğurabileceğini iddia edeceksiniz meryem madem çift cinsiyetli ise  ve kendisi ," bana bir beşer dokunmadı" demesinden erkeklik cinsiyetide olması muhtemel diyeceksiniz hemde ona gelen kişinin , erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini anlatacak sayın yazarın meryemin çift cinsiyetli olduğu iddiası yine kendisi tarafından yalanmaktadır.

"TEMESSÜL" başlığı altında tahlillerine decvam eden sayın yazar bu kelime ilgili olarak şunları der.   "Meryem suresinin on yedinci ayetinin orijinalinde “fetemessele leha beşeren seviyyen” ifadesi yer alır. Bu ifadeyi  gelenekçiler, genellikle, “Ona mükemmel bir beşer olarak kendini gösterdi; Cebrail mükemmel bir insan şeklinde Meryem’e gözüktü” diye çeviregeldiler. Biz bu ifadenin gerçek anlamını gerçek şekliyle takdim ediyoruz:" Sayın yazar "temessül" kelimesine örnek vermek anlamını verdikten sonra sözcüğün ikinci ve üçüncü anlamlarının insan şekline girmek anlamları olduğunu ve bu anlamların uzak bir anlam olduğunu dolayısı ile ilk anlam olan "örnek vermek" anlamının kullanılması gerektiğini iddia eder . "El müfredattaki" "temessele" kelimesinin anlamına baktığımız zaman şöle bir anlamı görmekteyiz. " bir şeyin biçimini, şeklini yada suretini almak suretine girmek". Meryeme "düzgün beşer" şeklinde temessül eden bir kişi eğer zekeriya as ise meryem ona  neden , "«Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım»" desin sayın yazar bu konuda hiçbir açıklama yapmamaktadır.

27-28Sonra Meryem, çocuğunu yüklenerek toplumuna getirdi. Toplumu dediler ki: " Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi, annen de yasa tanımaz/iffetsiz bir kadın değildi."
29Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriya´ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriya, Meryem´in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun mabette yetiştirilmesini istedi. Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler.

Sayın yazarın Meryem s. 27-28-29. ayetlerine verdiği meale özellikle 29. ayetin mealine baktığımız zaman tamamen metin harici ilaveler ile karşılaşmaktayız. Sayın yazara şunu soruyoruz, 29 ayetin neresinde " Zekeriya´ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriya, Meryem´in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun mabette yetiştirilmesini istedi."cümlesi mevcuttur?. İsa as ın doğumu sahnesinin hiçbir yerinde olmayan zekeriya as için sanki ayetin metninde varmışcasına böyle parantez dahi açmadan ayete ilaveler yapmak cesaretini nerden ve nasıl almaktadır?.  27. ayette gördüğümüz gibi meryemin kucağında gelen çocuk için kullanılan zamirler hangi arapça gramerine uygun olarak ortada olmayan ve hiçbir şekilde onunla ilgili bir karine dahi bulunmayan zekeriya as için kullanılabilir?. 

Sayın yazar 29. ayetteki ikinci cinayeti , " Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler." şeklinde bir meal çevirisi ile işlemektedir. " fe eşaret ileyhi galu keyfe nukellimu men kane fil mehdi sabiyyen"( ona işaret etti , dedilerki, biz beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz) şeklinde meal vermemek için bir satırlık meali 4 satır içinde tahrife varan ilavelerle dolduran sayın yazara , ayetin metnindeki " men kane" (olan kimse) kelimesinin geçtiği diğer ayetleri nasıl çevirmiş olduğuna bakmasını tavsiye ediyoruz. "men kane filmehdi sabiyyen" (o kişi beşikteki bir sabidir) anlamı olan bir cümleye , " Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler" anlamı veren bir kişinin arapça dil kurallarını hiçe sayarak metni tahrife varan bir şekilde anlam vermesinin sebebi arapça bilgisinin kifayetsizliği olamaz, olsa olsa kendi ön kabullerini Kur'ana tasdik ettirme amaçlı bir düşüncenin ürünü olabilir.  

Meryemin taşlanarak öldürülmesine Zekeriya as ın engel olduğunu iddia eden sayın yazar taşlanarak öldürme cezasını da kabul eder görülmektedir, kur'anda olmayan böyle bir cezanın daha önceki kitaplarda da olamayacağını düşündüğümüz için sayın yazarın recm cezası ile ilgili düşüncelerini gözden geçirmesini özellikle Nisa s. 25-26. ayetlerde bizlere verilen ipuçlarını değerlendirmesini rica ediyoruz.  

Sonuç olarak , "kur'anda Meryem" başlığı altında anlatılanların özeti Meryemin hünsa olması ve ona gelen ruhun Zekeriya olmasıdır ve bu çıkarımlar yapılırken kur'an metnini tahrife varan eklemeler yapılmıştır. Başlık hakkındaki çekincelerimizi yazımızın başında da belirttiğimiz gibi kimsenin kur'anda ......... başlıklı yazılar ile," kur'andaki  anlatılmak istenen budur" şeklinde bir iddiada bulunmaya hakkı yoktur, ancak herkesin okuduklarından anladığını paylaşma hakkı olduğunu da belirtmek isteriz. Ancak kendi ön kabullerini kur'ana tasdik ettirmek için kur'an metni üzerinde oynamalar yapma hakkı kimseye de verilmemiştir.  

                  EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.