müteşabih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müteşabih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2017 Çarşamba

Al-i İmran s. 7. Ayeti: Kur'an'daki Ayetlerin Tamamı Muhkemdir Müteşabih Ayetler Kur'an'da Değildir

Al-i İmran s. 7. ayetinde geçen Muhkem ve Müteşabih terimleri, Kur'an'ın en fazla konuşulan konularından bir tanesidir. Bu ayet ile ilgili tefsirlere bakıldığında, Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih olmak üzere 2 kısma ayrıldığı şeklindeki görüşlerin ağırlıkta olduğu görülecektir. Müteşabih ayetlere getirilen tarifin ise, bu ayetlerin anlaşılmaz ve kapalı yönünde olduğu görüşleri yine bilinen bir konudur. 

Müteşabih ayet tarifinin problem arz etmesi bir tarafa, Muhkem ve Müteşabih olarak ikiye ayrılan Kur'an ayetlerinin, hangilerinin  Müteşabih Ayet gurubuna dahil olacağı konusunda fikir birliğinin olmaması da ayrı bir konudur. 1000 kişinin eline birer tane Kur'an verilse ve onlara, Bu kitap içindeki ayetlerin hangisinin muhkem, hangisinin müteşabih olduğu yönünde bir çalışma yapın denilse, 1000 kişinin hiç birinin yaptığı tasnif birbirini tutmayacak, kuvvetli bir ihtimalle hepsinin yaptığı muhkem ayet- müteşabih ayet ayrımı farklı olacaktır.

Bizim asıl üzerinde durmaya çalışacağımız konu, bu ayette geçen Müteşabih terimi ile kast edilen ayet gurubunun Kur'an içinde olmadığı noktasındadır. Kanaatimiz, Kur'an içindeki bütün ayetlerin Muhkem Ayetler kategorisine dahil olduğu, Müteşabih Ayetler olarak bildirilen ayet gurubunun ise Kur'an dışında olduğu, bu ayetlerin nerede olduğu konusunun ise, aynı ayet içindeki  EL KİTAP terimi ile neyin ifade edilmiş olabileceği dikkate alındığında anlaşılabileceği yönündedir.

Şimdi Al-i İmran s. 7. ayeti üzerinde adım adım giderek, konumuz olan ayeti ele almaya ve iddiamızı delillendirmeye çalışalım.

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ

[003.007]  Sana kitabı indiren O'dur. O'nda muhkem ayetler vardir ki bunlar; kitabın anasıdır. Diğeri de müteşabih(ayet)lerdir. Kalblerinde eğrilik bulunanlar; fitne çıkarmak ve te'vile yeltenmek için müteşabihe uyarlar. Halbuki onun te'vilini, ancak Allah bilir. İlimde rasih olanlar: Biz ona inandık, hepsi Rabbımızın katındadır, derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler.

Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih şeklinde ikiye ayrılmış olduğu düşüncesi, bu ayetin içindeki El Kitap kelimesinin Kur'an'ı kast ettiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. İlk düğmenin yanlış iliklenmesi misali yapılan bu yanlış, ayetin yanlış anlaşılmasına sebep olmuştur. Halbuki bu kelimenin en geniş anlamda, Kur'an'ı da içine alan ve bütün elçilere indirilmiş olan kitaplara şamil bir anlama da sahip olduğu hesaba katılmış olsa idi, Müteşabih Ayetler gurubunun Kur'an içinde olduğu gibi bir düşünce kimsede hakim olmaz, müteşabih olduğu iddia edilen ayetler üzerinde bazı kimseler tarafından spekülasyonlar yapılmasının önü açılmazdı.

-----SANA KİTABI İNDİREN O DUR

El Kitap kelimesi, Kur'an içinde en fazla geçen kelimelerden bir tanesi olup, biz konumuzun çerçevesinde kalarak bu kelimenin, elçilere indirilmiş olan kitap anlamındaki kullanılışını dikkate alacağımızı hatırlatmak isteriz.

Kur'an için yapılan Muhkem Ayet- Müteşabih Ayet ayrımının, Muhammed (a.s) a indirildiği bildirilen kitabın hangi anlamda anlaşılması gerektiği konusundan kaynaklandığını düşünmekteyiz. 

[002.053] Mûsâ’ya Kitap (El Kitabeve Furkan’ı verdik, ta ki doğru yolda yürüyebilesiniz.

[002.101] Yanlarındakini doğrulayan bir Resul, Allah katından onlara gelince Kitap verilenlerden (El Kitabebir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar.

[002.213] İnsanlar tek bir ümmet idi. Ayrılmaları üzerine Allah, nimetinin müjdecileri ve azabın habercileri olarak nebileri gönderdi ve onlarla birlikte insanlar arasındaki anlaşmazlıklarda hakem olması için hak ile kitap (El Kitabeindirdi. Bunda da yalnızca kendilerine kitap verilenler, kendilerine bunca apaçık ayetler geldikten sonra tutup aralarındaki ihtiras yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle inananları anlaşmazlığa düştükleri hakka doğrudan ulaştırdı. Allah dilediğini doğru yola çıkarır.

[004.054] Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap (El Kitabeve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.

[004.105] Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı (El Kitabesana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.

[005.110] Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı (El Kitabe), hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»

Yukarıda verdiğimiz ayet örnekleri EL KİTABE kelimesinin, bütün elçilere indirilmiş olan kitapların ortak ismi olduğunu göstermektedir. Bu kelime genel anlamda bütün elçilere inen kitapları ifade ederken, Tevrat-Zebur-İncil-Kur'an gibi isimler, özel anlamda elçilere inen kitapların ismini ifade etmektedir. Kur'an'da ismi geçen bu 4 kitabın, ve isimleri geçmeyen bütün kitapların ortak ismi EL KİTAPtır. Bu terim bütün elçilere inen kitapları içine alan şemsiye bir terimdir.

El Kitap kelimesi , geçtiği bazı yerde Tevrat, bazı yerde Kur'an anlamında kullanılmış olmasına karşın, Al-i İmran s. 7. ayetinde Kur'an anlamında değil, Kur'an , Tevrat ve İncili de içine alan en geniş anlamında kullanılmış olduğunu düşünmekteyiz. Bizi böyle bir düşünceye sevk eden neden ise, El Kitabın ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih şeklinde bir ayrım yapılmış olmasıdır.

Kur'an içindeki diğer ayetlere baktığımızda Kur'an ayetlerinin Muhkem olduğunun beyan edilmiş olduğunu görmekteyiz. Kur'an'ın ayetlerinin muhkem olduğunun beyanını dikkate aldığımızda, bir kısmının muhkem, bir kısmının müteşabih olması müşkülat arz edecektir. 

Bu düşüncemiz, Muhammed (a.s) a Kur'an ile birlikte Tevrat ve İncilin de indirildiğini iddia ediyor anlamına gelmemelidir. Muhammed (a.s) a indirildiği bildirilen El Kitap, bütün elçilere indirilmiş olan kitabın ortak ismini ifade etmiş olduğunu hatırlatmak isteriz.

-----ONDA MUHKEM AYETLER VARDIR Kİ ONLAR KİTABIN ANASIDIR.

Bu noktada Kur'an'ı anlatan bazı ayetleri dikkate aldığımızda bu kitabın ayetlerinin muhkem olduğunun beyan edildiğini görmekteyiz. 

[011.001] Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra da herşeyden haberdar olan hikmet sahibi Allah tarafından âyetleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

[003.058] Bunları biz sana ayetlerden ve hakim zikr'den (Kur'an'dan) okuyoruz.

[010.001] Elif, Lâm, Râ. İşte onlar, hakîm olan kitabın âyetleridir.

[031.002] Bunlar Hakim kitabın ayetleridir.

[036.002-3] Kur'an-ı Hakim'e yemin ederim. Şüphe yok ki, sen, elbette gönderilmiş olanlardansın.

[043.004] O, katımızda bulunan ana kitabdadır. Şanı yücedir, ve hakimdir.

Yukarıda verilen ayet örneklerinde, Kur'an'ın tanıtılması ile ilgili Hakim kelimesinin kullanıldığını görmekteyiz. Muhkem kelimesinin bu kelime ile aynı kökten olduğunu düşündüğümüzde, Kur'an ayetlerinin tamamının muhkem olduğu sonucuna varabiliriz.

Muhkem ayetlerin, KİTABIN ANASI olması ne anlama gelmektedir?. 

Üm; Bir nesnenin mevcudiyetinde, terbiye edilmesinde, ıslahında, başlanmasında temel teşkil eden her şeye verilen bir isimdir. Muhkem ayetleri ihtiva eden Kur'an'ın Ümmü-l Kitap olarak beyan edilmesi, kendisinden önce indirilen Tevrat ve İncil ile yakından alakalıdır.

Muhkem ayetlerin bulunduğu kitabın yani Kur'an'ın Kitabın Anası olması, konumuz olan ayetin bulunduğu surenin Medine'de nazil olmasını, ve bu şehirde yaşayan insanların bir kısmının Kitap Ehli olarak tanımlanan Yahudi ve Hristiyanlardan oluştuğunu, ve bunların Tevrat ve İncile iman ettiklerini dikkate aldığımızda, El Kitap şemsiyesi altında bulunan Tevrat ve İncilin doğruluğunun Kur'an ile sağlamasının yapılarak anlaşılması, bu kitapların aynı kaynaktan geldiği ve Kur'an ayetlerinin verdiği habere göre, bu kitaplar üzerinde Kitap Ehli tarafından bir takım tahrifatlar yapıldığını dikkate aldığımızda, Kur'an bu kitaplar için kontrol edici ve düzeltici bir konuma sahiptir. 

Kur'an'ın Kitabın Anası olarak tavsif edilmiş olması, Yahudi ve Hristiyanların Tevrat ve İncile isnat ettikleri görüşlerinin, doğruluğunun ve yanlışlığının, bu kitap ile uyum arz edip etmemesi ile yakından alakalıdır. Allah (c.c) bütün elçilerini kendisinin tek ilah ve rab olduğunu tebliğ etmeleri için gönderdiğini, elçilere verilen kitapların bu bilgileri ihtiva ettiğini dikkate aldığımızda, bu bilgilerin aksi bilgiler taşıyan bir kitap, tahrif edilmiş anlamına gelecektir.

Yahudi ve Hristiyanların Muhammed (a.s) ve Kur'an'a iman etmeme gerekçelerini kendilerinin iman ettikleri Tevrat ve İncile dayandırmış olmaları, Ümmü-l Kitap olarak vasıflandırılan Kur'an ile karşılaştırıldığında mesnetsiz iddialar olarak kalacağı açıktır. Çünkü Tevrat, İncil ve Kur'an'ın birbiri ile uyumsuz olması ve birbirini tutmaması imkansızdır. Eğer böyle ortaya çıkacak olursa, Kur'an Kitabın Anası olarak hakem görevi görecek, diğer kitaplardaki tahrifleri ortaya çıkaracaktır.

-----DİĞERİ DE MÜTEŞABİH(AYET)LER DİR.

Muhkem ayetler Kur'an olduğuna göre, müteşabih ayetler, Kur'an dışındaki yani Tevrat ve İncil deki ayetler olmaktadır. Bu noktada, Tevrat ve İncil deki ayetlerin neden müteşabih ayetler olarak adlandırıldığı sorusu sorulacak ve cevabı istenecektir.

Müteşabih , Renk, tat, adalet,zulüm gibi nitelik yönünden benzerlik ile ilgili olan şe-be-he fiilinden türemiştir. Elmalılı Hamdi Yazır bu kelime için, "İki şeyin birbirine karşılıklı olarak ve eşit derecede benzemelerine teşâbüh, benzeyenlerden her birine müteşâbih denir ki, bunlar birbirinden seçilemezler ve insan zihni onları birbirinden ayırt etmekten âciz kalır. Teşbîh böyle değildir; teşbihte bir taraf /benzeyen ikinci derecededir ve eksiktir, diğer taraf ise hem asıldır hem de tam olur; teşâbühte ise, her iki taraf aynı kuvvette ve eşit benzerliktedir. Demek ki teşâbüh seçilmemeye sebep olan benzerliktir. Seçilememek bunun gerektirdiği bir manadır. (...) Bu şekilde söylemek var ile yok arasında eşit ihtimal bulunduğu durumlar için de geçerlidir." demektedir.

Bu konu ile alakalı olarak Zümer s. 23. ayeti de bize yol göstermektedir.

 "Allah kelâmın en güzelini indirdi, ikizli, ahenkli bir kitab, ondan rablarına saygısı olanların derileri örperir, sonra derileri de kalbleri de Allahın zikrine yumşar, o işte Allah rehberidir, Allah onunla dilediğini doğru yola çıkarır, her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur.
(Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Kur'an'ın "Kitaben müteşabihan mesaniye" olarak tavsif edilmesi, kendisinden önceki indirilmiş kitaplarla olan benzerliğini ifade etmektedir. Allah (c.c) indirdiği bütün kitapları birbiri ile uyumlu, ahenkli, bir kitap ile diğer kitap arasında çelişki olmayan birbiri ile benzer şekilde indirmiştir. 

Müteşabih Ayetler deyimine bu şekilde yaklaştığımız zaman, müteşabih ayetleri Kur'an içinde değil, Kur'an öncesi inmiş olan kitapların bir özelliği olarak anlamak gerekecektir. Bu deyim ile Tevrat,İncil ve Kur'an birbiri ile ahenkli, uyumlu, aralarında muhteva bakımından çelişki olmayan bir kitap olduğunun anlatılmak istenildiğini söyleyebiliriz.


-----KALPLERİNDE EĞRİLİK BULUNANLAR FİTNE ÇIKARMAK VE TEVİLE YELTENMEK İÇİN MÜTEŞABİHE UYARLAR.

Bu ayet içinde Ellezine fi gulubihim zeyğun (Kalplerinde eğrilik bulunanlar) olarak bahsedilenlerin kim olduğuna baktığımızda, Saf s. 5. ayetinde Musa (a.s) a kavmi tarafından eziyet ile ilgili olarak bu kelimenin kullanıldığını görmekteyiz.

"Bir zaman Musa, kavmine: «Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz?» demişti. Onlar eğrilince (zeğu), Allah da kalblerini eğriltti (ezağa). Allah fasıkları doğru yola iletmez."

Bu ayeti baz aldığımızda, Kalplerinde eğrilik bulunanlar olarak bahsedilen kişilerin Kitap Ehli olarak bildiğimiz insanlar olduğu anlaşılacaktır. Bu topluluğun müteşabihe uyması demek, Kur'an'a da uymaları gerektiği halde ona uymamaları anlamına gelmektedir. Bu durumu bazı ayetlerde şu şekilde görmekteyiz. 

[002.091]  Bir de onlara Allah'ın indirdiğine inanın, denilince; biz, bize indirilene inanırız derler. Ondan başkasını inkar ederler. Halbuki o beraberlerindekini tasdik eden bir kitabdır. De ki: İnanmış kimseler idiyseniz neden daha önce, Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?

[004.047]  Ey kitab verilenler; Biz bir takım yüzleri silip de enselerine çevirmezden veya onları Ashab-ı Sebit'i la'netlediğimiz gib la'netlemezden önce, gelin de elinizdekini doğrulayıcı olarak indirdiğimize iman edin. Allahın emri daima yapılagelmiştir.


Kur'an'ın Medine'de inen ayetlerinin bir çoğunda Kitap Ehli  olarak anılan topluluğun, sadece kendilerine indirilene iman ettikleri, kendilerinden sonra inen Kur'an'a iman etmedikleri ile ilgili ayetler bulunmaktadır. Halbuki Allah (c.c) onlardan bütün elçilere ve bütün kitaplara iman etmelerini istemektedir.

[002.136] «Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız» deyin.

[002.041] Yanınızdaki Tevrat'ı tasdik edici olarak indirdiğime iman edin. Onu inkar edenlerin ilki olmayın. Ayetlerimizi az bir paha ile satmayın. Ve yalnız Ben'den sakının.

Kalplerinde eğrilik bulunanların müteşabihe uymakta ki sebepleri olarak gösterilen fitne ve tevil aramaları, onların ellerinde bulunan kitabı istedikleri şekilde yorumlamak gibi bir istek içinde olduklarını göstermektedir. Halbuki Kur'an, bu kimselerin uyduklarını iddia ettikleri kitaplarını hevalarına göre tevil etmek sureti ile yaptıkları yanlışları onların yüzüne vurarak, nasıl bir hata içinde oldukları göstermekte ve onlara doğruya iletmektedir.

-----HALBUKİ ONUN TEVİLİNİ ANCAK ALLAH BİLİR.

[003.078] Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah katındandır» derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.

[002.079] Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!

Kitap Ehli olarak tavsif edilen topluluğun en bariz özelliği, sahip oldukları kitapların üzerinde yaptıkları yanlış tasarruflardır. Bu topluluklar ellerindeki kitapları olması gereken şekilde değil, hevalarına uygun biçimde yorumladıkları, ve yorumlarını Allah'a mal etmek sureti ile ona karşı yalan ve iftira uydurdukları, yine bir çok Kur'an ayetinde bildirilmektedir. 

Tevili sadece Allah (c.c) nin bilmesi demek, kulların bilmemesi anlamında değildir. Kendilerine inmiş olan kitabı okumak, anlamak konusunda tevil yapan insanlar, bu konuda sınırsız bir hakka sahip değildir. Kitabı okuyan bir kimsenin okuduğu ayetlerden yaptığı çıkarımı, insanlara Allah böyle söylüyor şeklinde sunması , Yahudilerden kalan bir mirastır. Kitabı okuyan kişi, okuduğu kitaptan anladıklarını Allah'a mal etmek hakkına asla sahip değildir. Kitabı okuyan kişinin kitap üzerinde söyledikleri, ancak onun anlayışı olabilir ve bu anlayışın eksik ve hata barındırma ihtimali her zaman mevcuttur. 


-----İLİMDE RASİH OLANLAR: BİZ ONA İNANDIK HEPSİ RABBIMIZIN KATINDANDIR, DERLER.

Rasihun olarak tavsif edilenlerin kimler oldukları konusunda düşündüğümüzde bu kelime bir başka ayette de karşımıza çıkmaktadır.

[004.162] Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara(errasihune), sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan müminlere, salatı ikame edenlere, zekat verenlere, Allah'a ve ahiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.

Kalplerinde hastalık olanların Allah (c.c) tarafından indirilmiş olan ve muhkem ayetleri içeren Kur'an'a iman etmeyerek, sadece kendilerine indirilmiş olana iman ettiklerini dikkate aldığımızda bu cümlenin anlaşılması kolaylaşacaktır. İlimde rasih olanların Ona inandık dedikleri , muhkem ayetleri içeren Kur'an olup, Hepsi Rabbımızın katındandır diyerek , Tevrat, İncil ve Kur'an'a iman ettiklerini görmekteyiz. 

Bu konuda yine ayetler mevcuttur. 

[003.113-4] Kitap ehlinin hepsi bir değildir: Onlardan geceleri secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okuyup duranlar vardır; bunlar Allah'a ve ahiret gününe inanır, kötülükten meneder, iyiliklere koşarlar. İşte onlar iyilerdendir.

[003.199] Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.

Errasihune olarak tavsif edilen insanlar, Allah (c.c) nin gönderdiği kitaplar ve elçiler arasında ayrım yapmamak sureti ile gerçek bir imana sahip olmuşlardır.

 -----ANCAK AKIL SAHİPLERİ DÜŞÜNEBİLİRLER.

Ulul Elbab olarak tavsif edilen insanların bir çok ayette övüldüğünü ve insanların akletmeye teşvik edildiklerini görmekteyiz. 

[003.008]  Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.

Bu ayette bizlere öğretilen "Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme" duası, 7. ayet ile yakından alakalıdır. Kalpleri eğrilmek sureti ile doğru yoldan sapanlar, artık gittikleri yolun doğru yol olduğunu zannederek, yola uymayı değil, yolu kendilerine uydurmayı ilke edinen bir hayat tarzı üzere yaşayacaklardır.

Dua etmek demek, Rabbimizden istediğimiz şeyin gerçekleşmesi için çalışıp gayret etmek anlamındadır. Kalplerimizin eğrilmemesini istemek demek, bu yolda yürümek eğrilmemek için gereken amellerin işlenmesi gerektiğini şuur altımıza yerleştirmek demektir.

Kur'an Yahudi ve Hristiyanlar üzerinden bu yanlışlara dikkat ederek, aynı yanlışları biz Müslümanların da tekrarlamamasını istemektedir. Ancak bu yanlışlar maalesef bir çok Müslüman tarafından dikkate alınmamış veya bu ayetlerin bizleri ilgilendirmediği zannedilerek, sadece okunup geçilen ayetler haline sokulmuştur.

Sonuç olarak; Müteşabih ayetlerin Kur'an'da olmadığı yönündeki iddiamızın, bazı kimseler tarafından yadırganacağını bilmekteyiz. Ancak her konuda olduğu, gibi bu konuda da sahip olduğumuz bu düşüncenin tek ve mutlak doğru olduğu iddiasında değiliz. Ancak Al-i İmran s. 7. ayetindeki El Kitabı Kur'an olarak okuduğumuzda, bu ayette Kur'an ayetlerinin bir kısmının muhkem, bir kısmının müteşabih, Hud s. 1. ayetine baktığımızda Kur'an ayetlerinin muhkem, Zümer s. 23. ayetine baktığımız zaman ise müteşabih olduğunu okuyanların bir çoğu, bu müşkülatın altından kalkmakta zorlanmaktadır. 


Ayrıca müteşabih ayet tarifinin ve bu ayetlerin hangileri olduğu yönündeki tariflerin kişiye özel tarifler olması, bu konuda konsensus oluşturulamaması , bu konunun yeniden düşünülmesi gerektiğini ortaya çıkardığını söylemek istiyoruz.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


18 Mart 2012 Pazar

Hakka Suresinde Kıyamet Sahneleri ve Müteşabih Bir Anlatım

Hakka suresi mekke döneminde inen surelerden olup o dönemde inen surelerin özelliklerini taşımaktadır. Surenin konularını 3 ana bölüme ayırarak anlamak mümkündür, 1- yalanlayanların akıbeti, 2-kıyamet anı ve sonrası mahkeme ve sonrası hüküm, 3-kur'anın iniş kaynağı. Bu bölümler ile ilgili ayet meallerini vererek surenin mesajını anlamaya çalışalım.   


1 - (Gerçekleşecek) Kıyamet!
2 - Nedir, o Kıyamet?
3 - Gerçekleşenin (Kıaymetin) ne olduğunu sen nerden bileceksin?(veya sana bildiren nedir?)
4 - Semûd ve Âd, kapılarını çalacak olan o felaketi yalan saymışlardı.
5 - Semûd kavmi korkunç bir sesle yok edildi.
6 - Âd kavmi ise gürültülü ve azgın bir fırtına ile yok edildiler.
7 - Allah o fırtınayı üzerlerine yedi gece sekiz gündüz musallat etmişti. Öyle ki, o kavmi içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
8 - Bak şimdi görebilir misin onlardan bir kalıntı?
9 - Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler de hep o hatayı işleyegeldiler.
10 - Hep Rablerinin elçilerine karşı geldiler. O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.
11 - Kuşkusuz, sular kabarınca sizi gemide biz taşıdık.
12 - Onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye. 


Bu bölümdeki ayetlerde kur'anın en büyük haberi olan kıyametin haberini yalanlayan semud, ad ve firavun'un bu haberi yalanlamaları neticesinde başlarına gelenler hatırlatılarak muhataplar tehdit edilmektedir. Kıyamet haberi sıradan bir haber değil aksine kur'anın bütün ayetlerinin bu haber ve sonrası olacaklara odaklandığı en mühim bir haberdir. Kıyamet, insanların  edebi olan ahiret hayatına hazırlandıkları dünya hayatının sonu ve ebedi olan ahiret hayatının başlangıcıdır. 

Kur'an birçok ayette dünya hayatının geçici olduğu ahiret hayatının ebedi olduğu insanların bütün yaptıkları ve yapacaklarının bu hayatı rahat yaşamak için olması gerektiğini vurgular. Ancak gelen bütün resullerin haberlerine karşılık olarak insanların çoğu bunu yalanlamıştır. Allah cc göndermiş olduğu resulleri yalanlayan bu kavimleri helak ederek sonraki gelenler için bir ibret vesikası olması ve bu kıyamet haberinin gerçek olduğunun bilinmesini helak edilen kavimler örneğinde  murad etmiştir. Kavimlerin helak edilmesinin arka planında Allah cc nin kullarına rahmet ve merhametinin bir göstergesi yatmaktadır. 

Gaybi bir haber olan kıyamet, bu kavimlerin helak edilmesi neticesinde sonraki gelenler için hakikatın bir gösterisi şekline dönüşmüş ve takip eden nesillere gelen resuller kendilerinden önce helak edilen kavimleri örnek göstererek kıyamet haberinin o kavimlerin örneğinde dünya hayatındaki bir provası olduğu mesajını vermelerine rağmen yinede vahye muhatap olan bir çok insan bu haberi yalanlamakta ısrar etmektedirler.  


13 - Sûr'a bir tek üfleme üflendiği,
14 - Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman,
15 - İşte o gün olacak olur.
16 - O gün gök yarılmış, sarkmıştır.
17 - Melekler de onun etrafındadır, O gün Rabbinin Arşını bunların da üstünde sekiz melek yüklenir.
18 - O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz, öyle ki gizli bir haliniz kalmaz.
19 - Kitabı sağından verilen, "alın okuyun kitabımı.."
20 - "Çünkü ben hesabıma kavuşacağımı sezmiştim" der.
21 - Artık o hoşnut bir hayattadır.
22 - Yüksek bir cennettedir.
23 - Ki o cennetin meyveleri sarkmıştır.
24 - "Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için." (denir).
25 - Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke kitabım verilmeseydi de,
26 - Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim,
27 - Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı.
28 - Malım bana hiç fayda vermedi.
29 - Gücüm de benden yok olup gitti."
30 - (Zebanilere şöyle denir): "Onu yakalayın da bağlayın."
31 - "Sonra cehenneme atın onu."
32 - "Sonra da boyu yetmiş arşın zincir içerisinde onu oraya sokun."
33 - Çünkü o, büyük Allah'a inanmıyordu.
34 - Yoksula yedirmeye teşvik etmiyordu.
35 - Bu sebeple bugün burada onun candan bir dostu yoktur.
36 - Bir irinden başka yiyecek de yok.
37 - Onu günahkârlardan başkası yemez. 


Bu bölümdeki ayetlerde, mekke dönemi bir çok surede karşımıza çıkan kıyamet anındaki olacaklardan haberler verildikten sonra hesap günü olacaklar anlatılmaktadır. Hesap günü olacaklar bize düny hayatında şahid olduğumuz ve zihnimizin anlamaya müsait olduğu bir biçimde "benzeştirilerek" yani "müteşabih" bir anlatım ile sergilenmektedir. Yeri gelmişken bu kavramı kısaca hatırlamakta fayda var. 

Al-i imran suresi 7. ayetinde indirilen kitabın ayetlerinin bir kısmının "müteşabih" olduğunu bildiren rabbimiz  bu ayetlerin anlaşılmaz olduğu şeklinde bir mesaj vermemiştir. "Müteşabih" olması demek gaybi konular hakkındaki bilgilerin bizlere dünya hayatında şahid olduğumuz bilgiler ile benzeştirmek sureti ile anlatılma usuludur. Benzeştirme metodu ile anlatılan hesap günü bizlere dünyadaki bir mahkeme salonu şeklinde anlatılmak suretiyle anlamamız dahada kolaylaştırılmıştır. 17. ayette, "melekler onun çevresindedir" şeklindeki bir anlatım mahkem salonuna alınmış olan tutukluların kaçacak bir yerlerinin olmadığı haberini vermektedir. 

17. ayetin devamında, " ogün rabbinin arşını bunların üstünde sekiz melek taşır" cümlesi müteşabih anlatımın çok açık bir örneğidir. Melekler tarafından etafı kimsenin çıkmayacağı şekilde çevrilen mahkeme salonuna , herkesin yaptığının karşılığını tam olarak verecek olan, kimseye zulmetmeyen, hakimlerin hakimi ve en hayırlısı olan Allah cc nin gelmesi ve onun azameti bize o cümle ile anlatılmaktadır. Allah cc kitabında kendisini bizlere  azametini göstermek sureti ile anlatır. 

Bu azameti yine "müteşabih" bir anlatım uslubu ile hükümdar betimlemesi içinde anlatmaktadır. Allah cc kendisini bir hükümdar ve bizleride o hükümdara boyun eğmekten başka bir ylu olmayan kulları şeklinde anlatmaktadır. Dikkat edersek Allahın orduları ile kafirleri helak etmesi veya mü'minlere yardım etmesi, elçiler göndermesi, hazineleri olması ve bir hükümdarın azametinin en büyük göstergesi olan ARŞ'I (tahtı)  müteşabih anlatım uslubunun bir göstergesidir. 


Birçok ayette müteşabih bir anlatım tarzında "errahmanu alel arşısteva" ( rahman taht üzerine kuruldu) mealindeki ayetler bize, hükümdar betimlemesini anlatmaktadır. Tabiki burada mücessime anlayışı içinde bir düşünce içinde olmanın yanlışlığını belirtmek isteriz. "Arş" üzerinde oturmak bir hükümdarın hükümdarlığının birgöstergesi olduğu için Allah cc bizlere bu şekilde kendini tanıtmaktadır. Bu surede anlatılan sekiz meleğin taşıdığı bir arş ile mahkeme salonuna gelişi tasvirini nasıl anlamamız gerekmektedir ? sorusunu şu şekilde cevaplamak mümkündür. 

Tarihi filmlerde bir hükümdar veya soylu kişilerin,"tahtırevan" adı verilen 4 kişi tarafından taşınan bir araç üzerinde gezdirildiği hepimizin malumudur. Bu tahtırevan ile taşınmak  okişinin üstünlüğünün bir işaretidir. Allah ccnin bu şekilde bir teşbihi anlatım üzerinden sekiz melek tarafından tarafından taşınan bir arş ile mahkeme salonuna gelmesi onun azametinin bir işareti olarak anlamak mümkündür.  


Hiç kimsenin dünyada büyük veya küçük olarak yaptıklarının unutulmayıp yazıldığı kitaplar öne koyulup hakimlerin hakimi olan Allah cc tarafından hükümler verildikten sonra , "kitabı sağdan verilenler" tabiri ile tasvir edilen kişi cenneti kazanmanın verdiği bir mutlulukla karnesi pekiyi olan çocukların sevinci içinde herkese göstermekte ve bu sonuca ulaşmanın nedeninide ilk ayetlerde örneği verilen ve ahirete inanmamaları sebebi ile helak edilensemud,ad ve firavun kavimlerinin aksine onun ahiret hesabına inanmış olduğu kendi dilinden aktarılır. Ayetlerin devamında ona verilen cennetten tasvirler vardır. 

"Kitabı soldan verilenler" tabiri ile ifade edilen cehennem ehli ise karnesi zayıf dolu olan çocuklar gibi "keşke hiç verilmeseydi" diye sızlanmakta ve onun ahireti inkarına sebeb olan malı , gücü ve kudretinin ahirette kendisine bir yarar sağlamadığını anlamıştır ama iş işten geçmiş ve ona vaad edilen cehenneme gönderilmiş ve oradaki yiyecekleri hakkındaki bilgiler insanın dünyada iken cehennemden kaçışını sağlamak için tiksindirici bir tasvir içinde bizlere anlatılmaktadır. Allah cc kullarına olan rahmeti gereği kıyamet sonrası olacakları tasvir edip kullarını cennete girmek için dünyada çalışmaya cehennemden kaçmaya çağırmaktadır.  


38 - Andolsun gördüklerinize,
39 - Ve görmediklerinize..
40 - Kuşkusuz Kur'ân, şerefli bir peygamberin (Allah'tan) getirdiği sözdür.
41 - O bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz.
42 - Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz!
43 - O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.
44 - O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,
45 - Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık.
46 - Sonra da onun şah damarını keser atardık.
47 - O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.
48 - O hiç kuşkusuz, takva sahipleri için unutulmayacak bir öğüttür .
49 - Bununla beraber biz biliyoruz ki sizden inanmayanlar var.
50 - Kuşkusuz bu Kur'ân kafirler için bir pişmanlık vesilesidir.
51 - Gerçekten o, şüphe götürmez bir bilgidir.
52 - O halde, haydi tesbih et Rabbinin yüce ismiye .  


3. ve son bölümde , kıyamet ve sonrası verilen haberlerden sonra bu haberin verildiği kitab , kaynağı ve elçisi hakkında bilgiler verilmektedir. 40. ayette, " innehu lekavlun resulin kerim" ( o kerim bir elçinin sözüdür) şeklindeki ibarenin aynısı tekvir suresi 19. ayetindede geçmektedir. Tekvir s. 19. ayetindeki "kerim elçi" vahyi muhammed sav e getirmekle görevli olan elçidir. 

Hakka s. 40. ayetindeki " kerim elçi" muhammed sav dir. İki suredede " kerim elçilerin sözü" olarak vasfedilen kitap bildiğimiz gibi Allah cc nin sözüdür. Buradaki , " kerim elçilerin sözü" olması vahiy meleğinin Allah cc den aldığı vahyi resul sıfatıyla muhammed sav e getirmesi, muhammed sav inde yine elçi olması hasebi ile o vahyi kullara tebliğ etmesidir. İlerleyen ayetlerde (44-48) elçi vasfını taşıyan birinin getirdiği mesaja kendisinden herhngi bir katmada bulunmasının mümkün olamayacağı ve bunu yaptığı takdirde yine o mesajın sahibi tarafından başına neler gelebileceği anlatılmaktadır. 

Elçi olmak demek mesajını taşıdığı kişinin yazdıklarını sadece karşı tarafa iletmekle sınırı olduğu için , "kerim elçi sözü" şeklinde ifade edilen kitabı iletmekle görevli olanlarında mesajın sahibine yakışan bir elçi olduğunun anlatılmasıdır. " Kerim" kelimesi nuzul öncesi arap toplumunda çok önemli bir yer tutması ve bu vasfı alan kişilerin toplum nazarında itibar görmelerinden hareketle vahyi getiren elçiler bu kelime ile vasıflandırılarak Allah cc nin nazarında onların itibarlı oldukları vurgulanmıştır.

Son ayetlerde kur'anın müttakiler için bir öğüt olduğu, yalanlayanların Allah cc den gizli kalmayacağı , bu yalanlamaların karşılıklarının daha önce anlatıldığı gibi hesap gününde kurulan mahkeme sonunda cehennem olduğu ve bu kitabın verdiği haberin " HAKKUL YAKİN" olduğu bilgisi ve 33. ayette görüldüğü üzere " el azim" olan Allaha iman etmeyip cehennemi hakedenlerden olmamamız için son ayet "el azim" olan rabbimizi tesbih etmemizi emrederek sure sona ermektedir.  
 
                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.





20 Kasım 2011 Pazar

Müteşabih Kavramı Çerçevesinde Süleyman a.s Kıssası Hakkında Bir Mülahaza

Kur'an kıssalarını birer hikaye şeklinde değilde, geçmişte yaşanmış bir olaydan mü'minler için bir ibret ve öğüt  alınması gereken ayetler olarak anlaşıldığı takdirde bizlere çok şeyler anlattığı görülecektir. Kur'an kıssaları hayatın içinden pratik olarak yaşanmış gerçekler olduğu için bizlere çok yönlü bir anlayış sergilemesi açısındanda çok değerli vesikalardır. Bu yazımızda süleyman as kıssasının, çok yönlü anlatımlarından bir örnek vererek kıssa yollu anlatımların kur'an içindeki yerinin ne kadar önemli ve akılda kalması açısından ne kadar kolay bir yol olduğunun bir mülahazasını yapmak istiyoruz.  


"Süleyman as kıssası" isimli yazımızda kıssanın, sebe,sad ve neml surelerinde geçen ayetleri çerçevesinde kıssanın mesajı hakkındaki düşüncelerimizi yazmaya çalışmış ve kıssanın ana mesajının varlık ile imtihan edilenlerin verilen bu varlığa karşı ne şekilde bir tavır takınması gerektiği, kendini veya başkalarını "büyük" zannedenlerin üzerinde en büyük olan Allah cc nin olduğunu unutmamalarının gerektiği konusunda yoğunlaştığını görmüştük. Kıssa yollu anlatımların çok geniş bir anlatım çerçevesinin olduğunu tekrar hatırlayacak olursak süleyman as ın kıssasındanda bizlere "müteşabih" (benzetme yollu) bir anlatım tarzı olarak Allah cc nin kendisini bizlere bu kıssanın baş aktörü olan süleyman as üzerinden anlattığında görebiliriz. 


"Müteşabih" kavramı , kur'anın anlaşılmaz ayetleri olduğu ve bu ayetlere " müteşabih ayetler" dendiği genel geçer düşüncenin aksine kelime anlamına uygun olarak anlaşılması gereken bir kavramdır.Bilindiği üzere Allah cc kitabında bizlere "gayb alemi" hakkında bilgiler vermektedir ve bu gayb alemi bizim gözümüzle gördüğümüz bir alan değildir ve bu alem hakkındaki bilgileri rabbimiz bizlere gözümüz ile görüp şahid olduğumuz alan dahilindeki bilgilerimize benzeterek anlatmasına " müteşabih" anlatım diyoruz. "Müteşabih" anlatımın sınırlarına rabbimizin kendisini bizlere anlatmasıda dahildir. Allah cc de bizler için bir gayb mesabesinde olduğu için kullarına kendisini dünya hayatı içindeki sahip olduğumuz bilgilerden olan "bir kişinin hükümdar olması" konusundaki bilgilerimiz etrafında bizlere kendisini tanıtmaktadır.  


"Rahman arşa istiva etmiştir" , "onun kürsisi gökleri ve yeri kaplamaktadır", "büyük arşın rabbidir", "esmaül hüsnasından olan el melik, el aziz, el cebbar gibi " , "arşını sekiz meleğin taşıması" ayetler bizlere "müteşabih " bir anlatım yolu ile rabbimizin bizlere kendisini bizlere bir hükümdara benzeterek anlatmasının örnekleridir. Tabiki bu müteşabih anlatımı anlamamız için şuras. 11. deki " onun bir benzeri yoktur" ayetini hiç bir zaman gözden kaçırmamamız gerekmektedir çünkü islam tarihindeki "mücessime" , "müşebbihe" "haşeviyye" gibi fırkalar bu mütşabih anlatımın sınırlarını geçerek Allah cc hakkında çok yanlış fikirler üretmişlerdir. Müteşabih ( benzetme yollu) anlatımın örneklerinden bir olduğunu düşündüğümüz süleyman as kıssasındaki bu anlatımın ne şekilde olduğunu görmekye çalışalım. Müteşahih yollu anlatımı süleyman as kıssası içinde neml suresinde anlatılan "sebe melikesi" ile bölümde geçen olaylar ile ilişkilendirerek görelim.  

Gerçek melik olan Allah cc (23.116) kulu süleyman as a yeryüzünde mülk vererek, süleyman as ın şahsında bir meliğin tebası üzerindeki tasarrufundan örnekleri bizlere canlı olarak sunmaktadır. 

Sebe ülkesinde de bir melike vardır ve bu melike, mülkünün sembolü olarak bir tahta sahiptir.Neml 23. ayetinden anladığımıza göre bu hükümdara bolca mülk verilmesine rağmen bu mülkü verene değil güneşe secde etmektedirler. Verilen mülke karşı yerine getirilmesi gereken vazifenin Allaha secde edilmesi konusunun vurgulandığını ve bu secdenin süleyman as tarafından yerine getirildiğini görmemize rağmen melikeyi secde etmekten alıkoyan şeyin 24. ayette şeytan olduğu bildirilmektedir. Melikeye verilen bu nimete karşılık onun Allah secde etmeyip güneşe secde etmesini sadece kıssa içinde geçen bir mesele olarak görmek bizi kıssayı eksik anlamaya götürecektir. 

Kıssada anlatılan melikeyi prototip bir şahsiyet olarak görüp , Allahın kendisine nimetler verdiği ancak verilen bu nimetin şükrünü ifa etmeyip Allahtan başkalarına secde edenlerin bir temsilcisi olarak görmek gerekmektedir ,yani süleyman kıssası içindeki sebe ülkesinin melikesi olan kişi dünyada Allahın kendisine nimet verdiği ancak bu nimete nankörlük eden herhangi bir kişinin sembol şahsiyetidir. Sembol şahsiyet olması kıssanın yaşanmamış bir kıssa olmadığı iddiası değildir. Kur'an kıssalarını doğru anlamanın yöntemi herhangi bir kıssada anlatılan şahsın kimliği üzerinde dönüp dolaşmak değil o şahıs üzerinden anlatılan meseleyi kavramaktır.   


Süleyman as elçisine bir mektup verir ve elçisine o mektubu oraya bırakmasını ve ne gibi bir tepki vereceklerine bakmasını ister (neml s.28). Bu olaydaki "elçi" olarak bahsettiğimiz kişi adı "hüd hüd" olan bir kuştur , ancak geleneksel ve çağdaş yorumlarda bu kuşun kimliği üzerinde durularak onun vazifesi konusunda bir düşünce serd edilmediğini maalesef görmekteyiz. Modernist yaklaşımların "hüdhüd" adlı kuşun getirdiği  mesaj ile ilgilenmeyip onun kimliği üzerinde takılmaları bizlere kur'anda , resullerin kavimleri ile olan tevhid mücadelelerindeki gelen resulun mesajını red  için önce o resulun kimliği üzerinde olan itirazlarını hatırlatmaktadır. 

Gelen elçinin bir beşer olduğu,neden melek gönderilmediği gibi itirazları hatırlayacak olursak, süleyman as ın kıssasındaki "hüdhüd" adlı kuşun resul olarak gönderilmesi ve o kuşun süleymanın mektubunu bıraktığı zaman o mektubun muhataplarının  o kuşun kimliği üzerinde hiç bir yorumda bulunmadıklarını görmekteyiz. Melike ve onun mele takımı "yahu bu mektup nerden geldi?" veya " bu mektubu nasıl olurda bir kuş getirir" veya " bu mektup bize nasıl ulaştı ?" gibi teferruatla ilgilenmemiş direk olarak gelen mektup üzerinde yoğunlaşmışlardır. 

"Hüdhüd" adlı kuşun vasıtası ile bir mektup gönderilmesinin bizler için ibret alınması gereken yönü ise gelen bir resulun kimliğinin öne çıkarılması değil gelen vahyin öne çıkarılmasıdır. Ancak bugün müslümanlar üzerinde hakim olan düşünce bunun tersi yönünde tezahür etmiş ve muhammed sav in getirdiği kitap maalesef ikinci plana atılmış insanüstü bir peygamber portresi çizilerek diğer peygamberlerle yarıştırma durumuna sokulmuştur.


Modernist yaklaşımlar kuşun nasıl olurda konuşabileceği konusu etrafında dönüp dolaşarak hüdhüd'ün işlevi ile resullerin işlevleri arasında bir müteşabihlik yani benzeterek anlatma olabileceği noktasını kaçırmışlardır. 28. ayetteki " şu yazımı veya mektubumu" götür mealindeki ayetin metni " izheb bi kitabii" şeklindedir. Süleyman as ın melikeye gönderdiği yazı (kitab) ile Allahın kullarına gönderdiği yazı ( kitab) içerik olarak birbirinin aynıdır. 

Allahın gönderdiği resullerin getirdikleri vahyin muhataplarına karşı herhangi bir zorlamada bulunmadıkları, o resullerin kimse üzerinde vekil olmadıkları,yalanlamalara karşı sabırlı olmaları,görevlerinin sadece gelen vahyi tebliğ ile sınırlı olduğu meselesi ile hüdhüdün, "kitabı"tebliğ ile resullerin, "kitabı" tebliğleri arasında bir benzerlik burada gözümüze çarpmaktadır. Süleyman as "kitabını" götüren elçiye karşı takınılacak tavra göre hareket edecektir. 

Kur'an bütünlüğünde düşündüğümüz zaman, Allah cc gönderdiği elçilerine karşı inkarcı tavır takınan kavimleri helak ettiğini biliyoruz,neml s.37. ayeti bize bu konuyu yine "müteşabih" yani benzeterek anlatım yolu ile anlatmaktadır ,yani rabbimiz süleyman as ın şahsında kendisine iman etmeyen kavimleri ne şekilde cezalandırdığını bizlere bildirmektedir.


Gönderilen elçinin getirdiği "kitabın" sebe hükümdarının "melesi" ( akıldaneleri) nezdindeki tepkileri dikkat çekicidir. Burada "mele "kavramı ve bu kavramın kur'an bütünlüğündeki işlevine kısaca bir göz atmamız gerekmektedir. "Mele" kavramı günümüzde sıkça kullanılan "kanaaat önderleri" tabiri ile aynı anlamdadır. Gönderilen resullere ilk karşı çıkanlar onlar olmuşlardır  (23.24),(7-60,66,75,88,109,127) firavunun dahi "mele"sinden akıl aldığını görmekteyiz ve bu "mele" takımına uyanların sonlarının helak olduğuda malumdur. 

Sebe melikesi de neml s. 32 . ayetinde gördüğümüz üzere "mele"sine danışmadan hiçbir karar vermediğini söyler ve mele takımının kur'andaki inkarcı vasıflarına sebe melikesinin meleside sahiptir (neml s.33). Kur'an bütünlüğünde gördüğümüz üzere "mele" takımının o resulü gönderen Allaha karşı açtıkları harb gibi melikenin "melesi" de melike istediği takdirde"kitabı" gönderen süleyman as  ile savaşabileceklerini ifade ederler. 

Burada mutad olanın aksi bir durum ortaya çıkmaktadır neml s. 34. ayetinde gördüğümüz üzere melike "hükümdarların girdikleri yerleri fesada verdikleri ve halkından şeref sahibi olanları zillet içinde bırakacakları" gerekçesi ile savaşı kabul etmez.Burada melikenin ağzından " Allaha ve elçisine savaş açanların " düşecekleri durum hatırlatılmaktadır ve bu şekilde Allaha ve elçisine savaş açan diğer kavimlerin akıbeti bizlere müşahhaslaştırılarak sonlarının ne olduğu hatırlatılmaktadır. 


35. ayette melike elçileri vasıtası ile süleyman as a bir takım hediyeler göndermek sureti ile onun bu hediyelere karşı olan tutumuna göre hareket etmek istemektedir. 35-36 ve 37 .ayetler bizler için ibret alınması gereken ayetlerdir, bilindiği gibi süleyman as elçisi vasıtası ile sebe melikesine bir "kitap" göndererek (neml .s31)" kendisine kayıtsız şartsız  teslim olmaları" şartı ile gelmelerini emretmektedir. 

Ancak melikenin gönderdiği bir takım hediyeler ile bu emri yumuşatma yolunda bir çabaya girdiğini görmekteyiz. Bu olay, bizlerinde Allahın emir ve yasaklarına karşı yumuşatma ve delme çalışmaları içinde olduğumuz bazı konular ile bağlantı kurularak anlaşılma durumundadır. Allah cc "kitabında " kendisine " kayıtsız şartsız teslim olmamızı" emretmesine rağmen herhangi bir emir ve yasak konusunda " acaba bundan bir çıkış yolu bulunabilir mi?" şeklindeki "hulleci" zihniyet her zaman bir kaçış planları yapma peşinde olmuştur. Ancak bu kaçış planlarının hiçbiri Allah cc nezdinde kabul görmez. 

Bizler hucurat s.17. ayeti örneğinde gördüğümüz üzere iman etmemiz hasebi ile kimseyi" bize minnettar olsunlar" diye bir hava içine girmek durumunda olmamamız gerektiği, aksine iman nimetini bize bahşettiği için rabbimize şükür etme durumunda olmamız gerektiği hususunu hiç bir zaman göz ardı etmeden "müslüman " yani "kayıtsız şartsız teslim olanlardan" olmamız gerektiğini hatırdan hiç çıkarmamamız gerekmektedir.  


41. ayette melikenin "arşının " tanınmaz bir hale getirilerek "hidayete erenlerdenmi" yoksa " hidayete ermeyenlerdenmi" olup olmayacağı şeklinde bir kontrol yapılmaktadır.Bilindiği gibi melikenin arşı(tahtı) çok kısa bir zamanda süleyman as ın huzuruna getirilmiştir. Bir hükümdarın hakimiyetinin sembolu olan tahtını tanıyan melike , bu hakimiyetini kendisinden alma gücüne sahip olan bir başka hükümdarın gücüne "kayıtsız şartsız teslim olmuştur". Bu ayettede bizler için çıkarılması gereken bir ibret vesikası bulunmaktadır. 

Melikenin tahtının tanınmaz hale getirilip onun bir yanıltma içine sokulup " benim tahtımın benden önce buraya gelmesi imkansız böyle bir gücü hayal bile edemiyorum" şeklinde bir itiraza girmeyip tanınmaz hale getirilen tahtın kendi tahtı olabileceği ihtimalini göz ardı etmemiştir. Bu olayda bizlere gösteriyorki "hiç bir kul kendi gücünün üzerinde bir güç olan Allah cc nin gücünü hatırından çıkarmamalıdır". Melike bu imtihanı başarı ile geçip süleyman as ın köşküne girmeye hak kazanmıştır.   


43. ayetteki " Allahtan başka tapmakta oldukları şeyler onu alıkoymuştu" ifadesinden yine bizler için bir tebiğ metodu çıkarılması gerekir. Melikenin şahsında "Allahtan başka taptığı ilahları olanlara" mü'minlerin sadece Allaha davet ederek onları bu sahte ilahların tasallutundan kurtulmaları yolunda yapacak oldukları tebliğde süleyman as gibi tavizsiz olmaları küfür içindeki bir toplumda yetişen bir ferdin kuvvetli bir ihtimalle içinde bulunduğu toplumun dinine uyacağı ve hiç kimseye tebliğ ulaştırmadan onu küfürle suçlayamayacağımız konusu hatırdan çıkarılmamalıdır.


44. ayet ise ahiret hayatının canlı bir gösterisidir. Melike süleyman as ın elçisi ile göndermiş olduğu "kitaba" (mektuba) iman ederek süleyman as ın sarayına girmeye hak kazanmıştır, eğer süleymanın "kitabına"(mektubuna) iman etmeyecek olsaydı süleyman as ın orduları tarafından helak edilmek olacaktı. Aynı şekilde mü'minlerde Allah cc nin elçileri vasıtası ile gönderdiği " kitabına" iman eden mü'minleri cennet saraylarında ağırlayacaktır, eğer elçileri ile gönderilen kitaba iman etmeyen olursa onun sonuda helak olacaktır. Burada kalem s. 42 de mealen "O gün; baldırlar açılır ve secdeye çağrılırlar. Ama buna güç yetiremezler."ayetinin arapça metnindeki "yukşefu an saqin"deyimi ile neml s. 44. ayetindeki" ve keşefet an saqihe" (eteğini çekti) deyimlerinin üzerinde biraz durmak istiyoruz. 

Kalem s.42. ayetindeki deyimin geçtiği yer ile neml s. 44. ayetindeki deyimin geçtiği yeri müteşabih bir anlatım yani benzetmeli olarak anlayacak olursak bizlere kalem suresi 42. ayetindeki gerçek ahiret aleminde kişinin dünyada iken secdeye davet edildiği zaman bu davete icabet etmediği için ahirettede buna güç yetiremeyeceği ifade edilir. Melikenin şahsında tüm mü'minlere rabbimiz dünyada iken secdeye davet edilipte bu davete icabet eden mü'minlere vaad ettiği cennetlerin teşbihi (benzetmesi) melikenin süleyman as ın sarayına girerken yaşadığı olay ile özdeşleştirilerek anlatılmaktadır . 


Melike tabiri caizse gözlerine inanamaktadır rabbimizinde mü'minlere vaad ettiği cennetlerde bu şekildedir. Süleyman as ın sarayı için 44. ayette vasfedilen "qavarira" (şeffaf) kelimesi insan s. 15-16. ayetlerde cennette mü'minlere verilen ikramlardan bahsedilirkende geçer .Bilindiği üzere yiyecek ve içecek insaoğlu için vazgeçilmez unsurlardır cennet ve cehennnemdende bahsedilirken bu unsurlar yine ortaya çıkarılır. Cennet ehlinin yiyecek ve içecekleri aklın almadığı güzellikte olmasına karşın (yine süleyman as ın sarayı vasfedilirken"  su" olgusu yine karşımızdadır) cehennem ehlinin yiyecek ve içecekleride aklın almayacağı derecede çirkindir. 


Sonuç olarak,kıssa yollu anlatım tarzının birden fazla yönden anlaşılabilmesi mümkün olduğu için "süleyman as kıssası" içinde anlatılan "sebe" melikesi olan ilgili kısımda müteşabih (benzetme) yollu anlatımlardan yola çıkarak, rabbimizinde bizlere kendisini tanıtırken "hükümdar" teşbihi yaparak anlattığı, bu teşbihin bizlere süleyman as kıssası içindeki sebe melikesi ile ilgili olan kısımda biraz daha öne çıktığını ve süleyman as ın şahsında melikeye, elçisi vasıtası ile göndermiş olduğu "kitaba" (mektuba) iman eden melikenin şahsında o elçi ile gelen "kitaba" (mektuba) iman eden bir kimsenin akıbeti bizlere canlı olarak anlatılmaktadır. 

Kıssa yollu anlatım akılda kalması en kolay olan bir anlatım tarzı olduğu, ve cennet ve cehennem ahvali gaybi bir konu olup gözümüz ile gördüğümüz bir alan olmadığı ,sadece öldüğümüz zaman göreceğimiz yerler olması hasebi ile rabbimizin sonsuz rahmetinin bir tezahürü olarak görebileceğimiz cennetin ve cehennemin bizlere "kıssa içinde kıssa" diyebileceğimiz bir şekilde canlandırılarak anlatılması karşısında bizlere düşen SECDEYE DAVET EDİLECEĞİ GÜN GELİP ONA GÜÇ YETİREMEYENLERDEN OLMAMAMIZ İÇİN DÜNYADA İKEN ONUN GÖNDERDİĞİ KİTABA İMAN EDİP CENNET SARAYLARINDA AĞIRLANMAMIZI SAĞLAMAKTIR.


                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR .