anlatım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anlatım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2016 Çarşamba

Al-i İmran s. 81. ve Araf s. 172-173. Ayetlerinin Temsili Anlatım Üslubu Açısından Değerlendirilmesi

Kur'an muhataplarına vermek istediği mesajları, insanların bildikleri bir takım edebi anlatım üsluplarını kullanarak anlatmaktadır. Temsili anlatım üslubu , Kur'an'ın kullandığı bir anlatım biçimi olup , bu üslubun örneklerini Kur'an içinde sıkça bulmaktayız. Temsili anlatım üslubunun en önemli özelliği, gaybi alana dair konularda, kurgulanmış bir olay üzerinden anlatım yapmaktır. Bu anlatım üslubunda anlatılan olay değil , bu olay üzerinden anlatılmak istenen mesajın öne çıkarılması gerekmektedir. Olay üzerinde odaklanarak yapılan bir okuma, beraberinde bir çok gereksiz soruyu getirecek ,bu sorulara verilmeye çalışılan cevaplar ise , asıl mesajın ikinci plana düşmesine sebep olacaktır.

Bu yazımızda temsili anlatım üslubu dahilinde yapılan iki anlatım üzerinde durarak , bu anlatımlar üzerinden, temsili anlatım üslubunun özellikleri anlamaya çalışacağız.

[003.081]  Hani Allah, Nebilerden söz almış: And olsun ki; size, kitabı, hikmeti verdim. Yanınızda olanı doğrulayıcı bir resul geldiğinde mutlaka o'na inanacak ve yardım edeceksiniz. İkrar edip de ahdi kabul ettiniz mi? demişti. Onlar da: İkrar ettik, demişlerdi. Allah: Şahid olsun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim, demişti.

Al-i İmran s. 81. ayetinde ilk bakışta sanki Allah (c.c) bütün nebileri toplu olarak bir araya getirmiş, ve onlara ne yapacaklarına dair bir takım emirler veriyormuş gibi bir durum gözlenmektedir. Halbuki hepimiz biliriz ki, Nebiler tarihin farklı devirlerde dünyaya gelmişler, ve görev sürmüşlerdir. Bu ayette anlatılan olayı birebir yaşanmış gerçek bir olay görmek, bu olayın nasıl , ne zaman , ve nerede yaşandığı , nebilerin insan olması hasebiyle, insanların daha dünyaya gelmeden önce kaderlerinin çizilip çizilmediği gibi , daha bir çok sorunun kapısını açacaktır. 

Ayeti birebir yaşanmış bir olay olarak değil , temsili bir anlatım olması yönünden okuduğumuz zaman, bu gibi soruların sorulmasına gerek olmadığı ortaya çıkacaktır. Temsili anlatımda öne çıkan husus , anlatımın görsel bir hale sokulması ve bu anlatım üzerinden muhataba bir mesaj verilmeye çalışılmasıdır.  

Peki Al-i İmran s. 81. ayeti temsili bir anlatım üslubu üzerinden bizlere nasıl bir mesaj vermektedir?.

Al-i İmran suresini okuduğumuz zaman , bu surenin Medine'de inmiş olması nedeniyle , bu şehirde yaşayan ve "Kitap Ehli" olarak tanımlanan Yahudi ve Hristiyanlara hitap eden ayetlerin ağırlıkta olduğunu görebiliriz. Allah (c.c) , Kur'an ve Muhammed (a.s) dan bahsederken , İncil ve Tevratı tasdik edici , ve kendisinden önceki elçiler ile aynı göreve sahip olduğunu beyan etmektedir.

Kur'an'ın İncil ve Tevrat'ı tasdik ettiği , Muhammed (a.s) ın İsa ve Musa (a.s) lar gibi Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerden olduğu , dolayısı ile Hristiyan ve Yahudiler'in Kur'an ve Muhammed (a.s) a iman etmeleri gerektiğinin beyan edilmesine rağmen , Kitap Ehli bu emre itaat ederek iman etmeye yanaşmamaktadır

Al-i İmran s. 81. ayetini böyle bir tarihi arka plan dahilinde okuduğumuz zaman, ayet şöyle bir mesaj vermektedir;

Bütün nebiler Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olmaları nedeniyle aynı kaynaktan beslenmektedirler. Gelen elçilerin tamamı, kendisinden önceki elçileri doğrulayıcı ve onları tasdik edicidir. Hiç bir elçi kendisinden öncekini doğrulayıcı ve tasdik edici olma konusunda en küçük bir yanlış yapmaz . Elçileri bayrak yarışçıları gibi düşündüğümüzde , aynı bayrak ilk elçiden son elçiye kadar el değiştirerek, bir önceki elçiden  bir sonraki elçiye devredilmiştir.

Dolayısı ile elçilere tabi olduğunu iddia edenlerin de aynı şekilde o elçilerin yolunu takip etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Elçilere iman ettiğini iddia edenlerin, yanlarında olanı doğrulayıcı bir başka elçi geldiği zaman bu elçiye iman ve onlara yardım etmek mecburiyetleri bulunmaktadır. 

Muhammed (a.s) kendisinden önce gelen Musa ve İsa (a.s) ları ve onlara verilen kitapları doğrulayıcı olarak gelmiş bir elçi olarak Medine'deki Yahudi ve Hristiyanların kendisine iman ve yardım etmesini beklemekte , fakat bu beklentisi istenilen karşılığı bulmamaktadır. 

Medine'de nazil olan bir çok ayet Yahudi ve Hristiyanları iman etmeye teşvik etmekte olup , Al-i İmran s. 81. de bu ayetlerden bir tanesidir. Bu ayet, diğer ayetlerden farklı bir anlatım üslubu kullanarak olayı görsel bir hale getirmekte , vermek istediği mesajı bu şekilde vermektedir.

Musa ve İsa (a.s) lar kendisinden sonra gelen ve onlara indirilen Tevrat ve İncil'i tasdik eden son nebi olan Muhammed (a.s) a eğer hayatta olmuş olsalar mutlaka iman edecekler ve ona yardım edeceklerdir. Onların hayatta olmamaları nedeniyle bu görev, Musa ve İsa (a.s) lara iman ederek onların yolunda oldukları iddia eden insanlara düşmekte , ve onların Muhammed (a.s) a iman ve yardım etmek zorunda oldukları bu ayet tarafından bildirilmektedir.

Temsili anlatım üslubuna örnek olarak konu edeceğimiz ikinci ayet Araf s. 172-173. ayetleridir.

[007.172]  Hani Rabbın; Ademoğullarının sulbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini nefislerine şahit tutmuş. Ben, sizin Rabbiniz değil miyim? demişti. Onlar da demişlerdi ki: Evet, biz buna şahidiz. Kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz.
[007.173] Veya daha önce sadece atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onların ardından gelen bir nesiliz, bizi batıl işleyenlerin yaptıkları yüzünden helak eder misin? demeyesiniz.

Bu ayette diğer Al-i İmran s. 81. ayeti gibi Allah (c.c) ile Ademoğulları arasında geçen karşılıklı bir konuşma üslubuna sahiptir. Bu ayeti okurken bu konuşmanın kendisine takıldığımız zaman , bazılarının "Allah benden söz aldığını söylüyor ama benim böyle bir söz verdiğimden haberim yok" şeklinde itirazlarını duymak mümkündür. Veya tefsirlerde Yunan düşüncesinden ithal edilmiş Ruh - Beden ayrımına dayalı düşünce etrafında, bu sözün ruhlar aleminde verilmiş olduğu gibi yorumlara rastlamaktayız.

Ayetleri birebir gerçekte yaşanmış bir olay olarak değil , temsili anlatım olması açısından okumaya çalıştığımız zaman , bu türden soru ve yorumların gereksiz olduğu da ortaya çıkacaktır.

Allah (c.c) bu ayetlerde yaratılmış ve yaratılacak olan bütün insanların fıtratına, kendisini rab olarak tanıma özelliği yerleştirdiğini beyan etmektedir. Her insan kendisine doğuştan verilmiş olan bir fıtri bilgi ile doğmakta , sonradan bu fıtri bilgi çevresel şartların etkisi ile farklı yerlere kanalize  olarak, başka rabler edinmek sureti ile değişime uğrayabilmektedir.

Dikkat edilirse ayetlerde kıyamet günü bütün insanların hesaba çekileceğinden bahsedilmektedir. Halbuki İslam düşüncesinde "Fetret Ehli" şeklinde bir deyim etrafında , kendisine kitap ve elçi gelmemiş kişi ve toplulukların durumlarının ne olacağı tartışmaları yapılmaktadır. Bu tartışmalarda farklı görüşler mevcut olup , ayetler bu tartışmalara son noktayı da koymaktadır.

Kıyamet gününde herkes kendisine verilen bilgiden sorumlu tutulacaktır. Kitap ve elçi bilgisi ile tanışmış olan kişi ve toplumlar, bu bilginin muhteviyatından hesaba çekileceği gibi , kitap ve elçi ile tanışmamış olan kişi ve toplumlar , fıtratlarında bulunan Allah'ı rab olarak tanıyıp tanımadıklarından sorguya çekileceklerdir. 

Sonuç olarak : Kur'an'da yapılan bir anlatımın temsili olduğunu iddia etmek bazı kimseler tarafından " Ne yani Allah yalan mı söylüyor?" şeklinde bir takım iddialara neden olmakta veya bir anlatımın temsili olduğunu düşünmenin, itikadi açıdan bir takım sıkıntılara yol açacağı düşünülmektedir. 

 Bir anlatımın temsili olduğunu düşünmek ve o doğrultuda yorum yapmak , o ayetleri kökten ret etmek anlamında değildir. Herkes için serbest ve gerekli olan Kur'an'ı anlama hürriyeti dahilinde yapılmış bir yorumdur. Elbette yapılan yorumların isabetli olmama ihtimali bulunmaktadır , fakat bu anlatım üslubunu kullanarak bazı ayetleri yorumlamanın kişileri kafir yapması söz konusu da değildir.  Aksine, eğer bir anlatım gaybe dair bilgiler ihtiva etmekte ise , bu bilgiler bize gerçek hayattan bilindik olan bazı şeylere benzetilerek anlatılmaktadır , ve bu anlatımda esas bakılması gereken nokta , verilmek istenen mesajdır. 

Kur'an'ın mecazi anlatım içeren bazı ayetlerinin literal anlamda okunması sonucunda varılan bazı sonuçlar , farklı yaklaşımları beraberinde getirerek , düşmanlıklara varan fırkalaşmaları beraberinde getirdiği herkesçe malumdur. 

Eğer bir anlatım temsili bir üsluba sahip ise , ve bu anlatım gerçek olarak anlaşılmaya çalışılacak olursa , bu anlama tarzı bir çok soruyu beraberinde getirmektedir. Konumuz olan ayetler birebir yaşanmış bir olay olarak anlaşıldığı takdirde ortaya bir çok soru çıkmakta , bu sorulara verilmeye çalışılan cevaplar ise asıl mesajı arkaya atmaktadır.

Yazımıza konu ettiğimiz ayetler dikkat edilirse gaybe dair bilgiler ihtiva etmektedir. Bu bilgiler bize Allah ile insanların karşılık konuşma üslubu içinde anlatılmaktadır. Bu konuşmada bakılması gereken taraf konuşmanın keyfiyeti değil , konuşma üzerinden verilmek istenen mesaj olmalıdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Mart 2014 Cumartesi

Nur s. 35-36. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu

Mesel kelimesi sözlükte , "bir başkasının benzeri üzerine resmedilmiş,biçimlendirilmiş,şekil verilmiş,hakkedilmiş olan" anlamına gelmekte olup,verilmek istenen mesajın başka bir şeye benzetilerek verilmesidir. Mesel yolu ile anlatım şekli kur'anda bir çok ayette örneğini bulabileceğimiz bir uslub olup bu yazımızda nur s. 35 ve 36. ayetleri arasındaki anlatımlardaki mesajı anlamaya çalışacağız. 

Merhum prof. dr. Zeki Duman'ın nur s. 35. ayeti ile ilgili yazdığı yazıdan bir alıntı yaparak hem onu rahmetle anmak hemde kur'anın semboller ile anlatımındaki amacını ondan öğrenelim . 

"Hiç şüphe yok ki, edebî ve kutsal metinlerde sembolik anlatımın asıl amacı, soyut anlatım ve idealleri, fikirleri ya da kelimelerle ifade edilmesi mümkün olmayan derin, ince ve soyut manaları, okuyucu tarafından tecrübe edilebilir bir teşbih, temsil ve sembol ile somut bir biçimde idraklere yaklaştırmak ve farklı anlayış düzeyine sahip insanların kendi anlayış derecelerine göre bir anlam çıkarabilmelerine imkân tanımaktır."

[024.035]  Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan,  zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
[024.036]  (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;

Bu iki ayet , 35. ayet içindeki " Allah, göklerin ve yerin nûrudur." cümlesinin temsili bir anlatımını içermektedir. "Nur" kelimesi , "karanlıkta görmeye yarayan ışık" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'anda 50. ye yakın yerde kullanılmış , bir kaç ayet haricinde bütün kullanımları mecaz anlamdadır. Kandilin ,karanlıktan kurtulmak için kullanıldığını hatırlayacak olursak , "zulumat" (karanlık) kelimesinin yine bir çok ayette mecaz anlam olarak, yani küfür karanlığından kurtulmak için Allah cc nin nuruna ihtiyaç olduğu vurgusu yapılmaktadır.  

36. ayette geçen "buyutin" (evler) kelimesinin anlamını biraz açmak gerekmektedir ;  " insanın gece sığındığı yer" anlamına gelen bu kelime gecenin, mecaz anlamında kullanılarak küfür karanlığından sığınmak için girilen evlerde aydınlanmak için Allah cc den başkasının nuru (vahyi) işe yaramaz mesajı verilmektedir. 

"Mişkat" kelimesi; "duvarda karşı tarafa geçişi olmayan delik veya oyuk" anlamında bir kelime olup elektriğin olmadığı zamanlarda gaz lambalarının konulduğu duvar oyuğu anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu kelime ile mecaz olarak insanın gögüs boşluğu olarak tanımlanabilir. 

"Misbah" kelimesi; sa-be-ha kelimesinden türemiş olup "sabahlanacak  yani aydınlanacak alet , lamba,kandil,çerağ" anlamında bir kelimedir. Mişkat kelimesini "insanın gögüs boşluğu" , misbah kelimesi'nide "insanın göğüs boşluğuna yerleştirilen aydınlatıcı" olarak tanımlarsak , Allah  cc nin bütün insanların göğüs boşluğuna yerleştirmiş olduğu fıtrat  olarak düşünebiliriz.

"Zücace" kelimesi ise ; "cam" anlamında olup ayette "ışığı sönmekten korumak için kullanılan" alet anlamında bu kelime , " insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçiler" anlamında kullanılmış olduğu düşünülebilir. Zücacenin "kevkebün düriyyun" (inci gibi yıldız) olarak tanımlanmasını elçilerin önemine dair getirilmiş bir deyim olarak anlayabiliriz.


"doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan,  zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur"

Şimdi sıra bu lambanın beslendiği kaynağın anlatıldığı cümlede.

Bu cümle , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruyan elçilerin o ateşin yanmasını sağlayan maddenin yani vahyin kaynağını anlatmaktadır. "Doğuya da batıya da nisbet edilmemesi" şeklindeki cümleden "doğu -batı" gibi yön terimlerinin dünyaya ait terimler olduğu hatırlanacak olursa Allah cc nin bizlere nur olan yani karanlıklarda kaybolmamamızı sağlayan vahyinin kaynağını açıklamaktadır.

"Mübarek zeytin ağacı"deyimi ile neyin anlatılmak istendiğini daha kolay anlamak için mü'minun s. 20. ayeti bizlere yol göstermektedir. "Bir de Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç ki, hem yağ hem de yiyenlere bir katık ile biter." Ağacın tur dağında yetişmesi ile tur dağının israiloğulları ve Musa as ile bağını hatırlayacak olursak , bu vahyin Muhammed as dan önceki elçilerden olan Musa as ın beslendiği kaynak ile bağlantısı kurularak, israioğullarına Musa as ile vahyeden Allah cc nin aynı vahyi şimdi Muhammed as ile " mübarek zeytin ağacı" teşbihi ile anlatarak ve surenin medinede inmiş olduğunuda hatırlayarak medinedeki muhataplardan olan israiloğullarına Allah cc tarafından , " sizin iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Musa'ya nasıl mübarek bir vahiy indirdimse aynı vahyi şimdide Muhammed'e indirdim" şeklinde bir mesaj verilmektedir.

Musa as ın ,ailesi ile birlikte medyen'den ayrıldıktan sonra bir ışık görüp oradan bir haber getirmek için o ışığa yöneldikten sonraki olayı anlatan ayetler konuyu anlamamızı daha kolaylaştıracaktır. 

 [028.030]  Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.

Tin suresinde üzerine yemin edilenlere baktığımız zaman bu bağı görmek o suredede mümkündür. 
 [095.001-3]  İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki,
incir,zeytin ve sina dağı emin belde olarak tanımlanan mekke'de inen vahy ile daha önce orada inen vahyin kaynağının Allah cc olduğunun hatırlatılmasıdır. 

"nûr üstüne nûr" olması ise daha önceki elçilerden olan Musa as a verilen kitap nasıl "nur" ise Muhammed as a verilen kitap'ta aynı şekilde "nur" yani Musa as a verilen nur'un üstüne nur'dur yani her iki vahiy'de karanlıkta kalan insanların yolunu bulmaları için Allah cc tarafından gönderilmiştir.  

 [005.044]  Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik.  Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046]  Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
 [014.005]  Andolsun ki, Musa'yı ayetlerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır.

Ayetlerin içinde geçen "nur" kelimesine dikkat edecek olursak Musa as ile Muhammed as arasındaki ortak bağın her ikisinede Allah cc den kullarının yollarını bulmaları için "NUR" indirilen elçiler olmasıdır.

"Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir".Bu cümledeki "Allah'ın dilemesi" deyimini kur'an bütünlüğünde anlamak gerekir ,  Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi davranması şeklinde değil, kendisinin kulları üzerinde yegane hükümdar olduğunun hatırlatılması olarak anlamak  gerekir .Bu konuyu  merhum Zeki Duman hocanın bu ayet ile ilgili yazmış olduğu makaleden alıntıladığımız paragraf'tan okuyalım. 

"İşte bu gerekçelerle biz, hidayet ve dalâlet, iman ve küfür konularında Allah’ın dilemesinin, insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine ve kendi hür eylemlerine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Kul bilgi ve bilinç ile hidayeti ister, iradesini o yöne teksif eder ve kararlılıkla hidayetin gereklerini yaparsa, Allah o kul için: “Ben seni hidayete erdirmem!” demez! Çünkü kendi adalet ilkesi ve insanın yaratılış amacı bunu gerektirir. Dalâlete yönelenler için de durum böyledir… Kanaatimizce, Allah’ın dilemesinin insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine bağlı olması Allah’a ne eksiklik getirir ne de acziyet… Çünkü herkesin kendi eliyle ahiretteki yerini kazanması ilkesini koyan da Allah’tır,  O’nun adaleti de vaadi de kendisinin vazgeçilmez ilkesidir… Öyleyse Allah’ın adalet vasfı ve koyduğu ilkesi sebebiyle kulun eylemini gerçekleştirmesi, ancak O’nun yüceliğine delalet eder!"     


[024.036]  (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder.

36. ayetin mesajı ise, 35. ayette mişkat-misbah-zücace -mübarek zeytin ağacı sembolleri üzerinden verilen mesajın içeriğinin "beyt" kelimesinin ifade ettiği mana ile pekiştirilerek verilmesidir. Beyt kelimesinin "karanlıktan sığınılan yer" anlamından hareketle , küfür karanlığından sığınmak için girilen evin içinde aydınlanılması gereken ışığın başkalarının lambasından çıkan beşeri ışıklar ile değil  ,Allah cc tarafından indirilen zikir'in ve o zikri bizlere ulaştıran elçilerin örnekliğindeki nur ile  olması gerektiği vurgulanmaktadır.


Sonuç olarak; "Allah göklerin ve yerin nurudur" diye başlayan ve Allah cc nin yaratmış olduğu herşeye yol gösteren olduğu ifade edildikten sonra bu nur olmaklığın insan üzerinde nasıl tezahür ettiği nur s. 35.36. ayetlerinde mesel yolu ile anlatılmakta olup , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçilerin birbiri ile bağları olduğu hatırlatılmakta olup temsili anlatımın kur'an içindeki örneklerinin belkide en güzeli olan bir ayettir. Bu ayeti okurken kur'andaki kelimelerin birbiri ile nasıl bir iç içelik serdettiğinide görmüş olduk. Meselli anlatım dediğimiz " muhataplara aşina oldukları objeler üzerinden mesajlar aktarmanın örneği  zeytin ağacı, lamba , zeytin yağı gibi semboller üzerinden verilerek muhatapların anlaması kolaylaştırılmıştır.   

                                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Vahy'in Kaynağı,İzlediği Yol ve Teşbihi Bir Anlatım

Allah cc alemlere rahmet ve hidayet olmak üzere indirmiş olduğu kitabının kaynağını ve muhammed as a ulaşmasına kadar olan yolu yine kitabında bizlere anlatmaktadır. Allah cc, ruh'ul emin,ruh'ul kuds ,cibril adını verdiği elçisi ile vahyini, beşer elçi muhammed as a ulaştırdığını bildirirken bu ulaşma şekli gaybi bir konu olması  ve gaybi konular ile ilgili bilgilerin teşbihi (benzetmeli) bir anlatım şeklinde bizlere anlatılması hasebiyle vahyin izlediği yol bizlerin anlayabileceği bir benzetme tarzı ile anlatılmaktadır.    

Allah cc kulu muhammed as a indirdiği kitabın kaynağının kendisi olduğunu indirmiş olduğu kitabının bir çok ayetinde bizlere bildirmektedir. 

-----017.105 Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
-----003.003 Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Ve Tevart'ı ve İncil'i indirdi.
-----004.136 Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününu inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.
-----007.196«Çünkü benim dostum, Kitap'ı indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir.»
-----025.001 Furkan'ı alemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir!
-----039.023 Allah kelâmın en güzelini indirdi, ikizli, ahenkli bir kitab, ondan rablarına saygısı olanların derileri örperir, sonra derileri de kalbleri de Allahın zikrine yumşar, o işte Allah rehberidir, Allah onunla dilediğini doğru yola çıkarır, her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur. 
-----002.023Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.
-----015.009Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.
-----016.089 Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.
-----076.023 Gerçekten Kur'an'ı Biz sana aşama aşama indirdik.
-----002.091 Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
-----006.092 Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.
-----027.006 Hiç şüphesiz, bu Kur'an, sana, hüküm ve hikmet sahibi olan, (ve her şeyi gerçeğiyle) bilen (Allah'ın) katından ilka edilmektedir.

Kur'anın bir çok ayeti, kitabın Allah cc den indirilmiş olduğuna dair ayetlerle doludur. Başka bir ayetler gurubuda kur'anın Allah cc den kimin elçiliği ile muhammed as a ulaştığını bizlere anlatmaktadır.  

----- 022.075 Allah; meleklerden elçiler seçer. İnsanlardan da. Doğrusu Allah; Semi' dir, Basir'dir.

Hacc s. 75. ayetinde meleklerden seçilmiş olan elçilerin vahyi ulaştırmadada rol oynadığını görmekteyiz.  

----- 002.097 De ki; «Kim Cibril'e düşman olursa - ki O Allah'ın izni ile Kur'an'ı, O'na inanmayanın elleri arasındaki Tevrat'ı onaylayıcı, müminlere yol gösterici ve müjde kaynağı olarak senin kalbine indirdi.
----- 016.002 Allah kullarından dilediğine buyruğunu bildirmek için meleklerini vahiyle indirerek şöyle der: «İnsanları uyarın ki, Benden başka tanrı yoktur. Benden sakının.»
----- 016.102  De ki: «Kuran'ı; Ruhul Kudüs  Rabbinin katından, inananların inançlarını pekiştirmek, Müslümanlara doğruluk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmiştir.»
-----026.193-5 Onu Rûhu’l-emin, uyaranlardan olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.

Allah cc nin insanlara indirdiği kitabını meleklerden seçmiş olduğu elçileri ile beşer elçilere ilka ettiğini ayetlerin delaleti ile gördük, birde bu vahyin insanlara ulaştırılma süreci içinde cin ve şeytanların o vahye herhangi bir müdahelesi olmadan ulaştığına dair ayetler mevcuttur. Vahy'in melek elçi ile beşer elçiye ulaştırılırken o vahye herhangi bir harici müdahelenin olmadığının anlatımı bizlere teşbihi bir anlatım uslubu içinde anlatılmaktadır.    

-----015.016-8Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
-----037.006-10  Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik.Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır.Ancak bir çalıp çarpan m üstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir.
-----072.008-9 «Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.»Oysa gerçekten biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.

Bu ayetlerde teşbihi olarak vahyin izlediği yolun güvenli bir yol olduğu bu yolda herhangi bir varlığın vahyin muhteviyatına harici bir etkide bulunmasının imkansız olduğu vurgusu yapılmaktadır.   

 -----056.077-80Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'dadır.  Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.
-----080.011-6 Hayır! Şüphesiz bunlar (âyetler), değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış,  mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür; dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır.

Vakıa ve abese surelerindeki ayetler'de Allah cc nin vahyine muhahhar meleklerden'den başkasının dokunamayacağı buyurularak cin veya şeytanlar tarafından bir etkinin olmasının mümkün olmadığı beyan edilmektedir.  Şuara s. 210-211-212. ayetlerde "Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır." yine vahye şeytanların bir müdahelesi olamayacağı bildirilmektedir.   

Hicr, saffat ve cin surelerinde, dünya semasının korunması ile ilgili kullanılan "buruc" kelimesi anlam olarak kalelerdeki kuleler anlamında olup kur'anda muhkem anlamda kullanımıda mevcuttur. Nisa s. 78. ayettte "Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler(burucin) içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" buyurularak kişinin kendisini koruyabilecek bir yer anlamından hereketle teşbihi bir anlamda vahyin yolundaki kaleler olarak kullanılmıştır. Bu ayetlerdeki anlatımı teşbihi bir birçimde anlatacak olursak ayetlerin daha iyi anlaşılacağını ümid ediyoruz.   

Allah cc muhammed as a indirilen kitabın ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak ayırmıştır, müteşabih kısımdaki ayetleri nuhkemlerin delaleti ile anlamak mümkündür. Müteşabih kısmın ayetleri gaybi konular hakkında olup gözümüzle görme imaknı olmadığı için, gözümüzle gördüğümüz ve şahid olduğumuz alan verilerine benzetilerek anlatılmaktadır. Bilindiği gibi Allah cc kendini bize tanıtırken müteşabih yani benzeşmeli bir usulup ile anlatarak bildiğimiz alan verilerinden olan " HÜKÜMDAR" tasviri ile ilgili bilgiler dahilinde anlatmaktadır.   

Bilindiği üzere herhangi bir hükümdar emrini direk kendisi değil seçtiği bir elçi vasıtası ile halkına duyurur. Allah cc de aynı şekilde seçtiği bir elçi ile emrini kullarına duyurmaktadır. Hükümdarın mesajını iletmesi için gönderdiği elçinin yolu eğer güvenli olmaz ise elçinin yolu kesilerek hükümdarın mesajının muhataplarına ulaşması mümkün olmaz , bunun için elçinin yol güvenliği sağlanmalıdırki mesaj hükümdarın yazdığı şekli ile muhataplara ulaşsın.   

Aynı şekilde Allah cc nin elçisine verdiği mesaj beşer elçiye ulaştırılırken yok güvenliği emin olmalıdırki o mesaj muhammed as a herhangi bir eksik veya harici katılım olmadan ona ulaşsın. Hicr,saffat ve cin surelerindeki ilgili ayetler  yol güvenliğinin tam olarak sağlanarak vahyin hükümdarların hükümdarı olan Allah cc nin yazdığının aynı şekli ile muhammed as ulaştığı bilgisi verilmektedir.      

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Mart 2012 Pazar

Hakka Suresinde Kıyamet Sahneleri ve Müteşabih Bir Anlatım

Hakka suresi mekke döneminde inen surelerden olup o dönemde inen surelerin özelliklerini taşımaktadır. Surenin konularını 3 ana bölüme ayırarak anlamak mümkündür, 1- yalanlayanların akıbeti, 2-kıyamet anı ve sonrası mahkeme ve sonrası hüküm, 3-kur'anın iniş kaynağı. Bu bölümler ile ilgili ayet meallerini vererek surenin mesajını anlamaya çalışalım.   


1 - (Gerçekleşecek) Kıyamet!
2 - Nedir, o Kıyamet?
3 - Gerçekleşenin (Kıaymetin) ne olduğunu sen nerden bileceksin?(veya sana bildiren nedir?)
4 - Semûd ve Âd, kapılarını çalacak olan o felaketi yalan saymışlardı.
5 - Semûd kavmi korkunç bir sesle yok edildi.
6 - Âd kavmi ise gürültülü ve azgın bir fırtına ile yok edildiler.
7 - Allah o fırtınayı üzerlerine yedi gece sekiz gündüz musallat etmişti. Öyle ki, o kavmi içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
8 - Bak şimdi görebilir misin onlardan bir kalıntı?
9 - Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler de hep o hatayı işleyegeldiler.
10 - Hep Rablerinin elçilerine karşı geldiler. O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.
11 - Kuşkusuz, sular kabarınca sizi gemide biz taşıdık.
12 - Onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye. 


Bu bölümdeki ayetlerde kur'anın en büyük haberi olan kıyametin haberini yalanlayan semud, ad ve firavun'un bu haberi yalanlamaları neticesinde başlarına gelenler hatırlatılarak muhataplar tehdit edilmektedir. Kıyamet haberi sıradan bir haber değil aksine kur'anın bütün ayetlerinin bu haber ve sonrası olacaklara odaklandığı en mühim bir haberdir. Kıyamet, insanların  edebi olan ahiret hayatına hazırlandıkları dünya hayatının sonu ve ebedi olan ahiret hayatının başlangıcıdır. 

Kur'an birçok ayette dünya hayatının geçici olduğu ahiret hayatının ebedi olduğu insanların bütün yaptıkları ve yapacaklarının bu hayatı rahat yaşamak için olması gerektiğini vurgular. Ancak gelen bütün resullerin haberlerine karşılık olarak insanların çoğu bunu yalanlamıştır. Allah cc göndermiş olduğu resulleri yalanlayan bu kavimleri helak ederek sonraki gelenler için bir ibret vesikası olması ve bu kıyamet haberinin gerçek olduğunun bilinmesini helak edilen kavimler örneğinde  murad etmiştir. Kavimlerin helak edilmesinin arka planında Allah cc nin kullarına rahmet ve merhametinin bir göstergesi yatmaktadır. 

Gaybi bir haber olan kıyamet, bu kavimlerin helak edilmesi neticesinde sonraki gelenler için hakikatın bir gösterisi şekline dönüşmüş ve takip eden nesillere gelen resuller kendilerinden önce helak edilen kavimleri örnek göstererek kıyamet haberinin o kavimlerin örneğinde dünya hayatındaki bir provası olduğu mesajını vermelerine rağmen yinede vahye muhatap olan bir çok insan bu haberi yalanlamakta ısrar etmektedirler.  


13 - Sûr'a bir tek üfleme üflendiği,
14 - Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman,
15 - İşte o gün olacak olur.
16 - O gün gök yarılmış, sarkmıştır.
17 - Melekler de onun etrafındadır, O gün Rabbinin Arşını bunların da üstünde sekiz melek yüklenir.
18 - O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz, öyle ki gizli bir haliniz kalmaz.
19 - Kitabı sağından verilen, "alın okuyun kitabımı.."
20 - "Çünkü ben hesabıma kavuşacağımı sezmiştim" der.
21 - Artık o hoşnut bir hayattadır.
22 - Yüksek bir cennettedir.
23 - Ki o cennetin meyveleri sarkmıştır.
24 - "Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için." (denir).
25 - Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke kitabım verilmeseydi de,
26 - Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim,
27 - Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı.
28 - Malım bana hiç fayda vermedi.
29 - Gücüm de benden yok olup gitti."
30 - (Zebanilere şöyle denir): "Onu yakalayın da bağlayın."
31 - "Sonra cehenneme atın onu."
32 - "Sonra da boyu yetmiş arşın zincir içerisinde onu oraya sokun."
33 - Çünkü o, büyük Allah'a inanmıyordu.
34 - Yoksula yedirmeye teşvik etmiyordu.
35 - Bu sebeple bugün burada onun candan bir dostu yoktur.
36 - Bir irinden başka yiyecek de yok.
37 - Onu günahkârlardan başkası yemez. 


Bu bölümdeki ayetlerde, mekke dönemi bir çok surede karşımıza çıkan kıyamet anındaki olacaklardan haberler verildikten sonra hesap günü olacaklar anlatılmaktadır. Hesap günü olacaklar bize düny hayatında şahid olduğumuz ve zihnimizin anlamaya müsait olduğu bir biçimde "benzeştirilerek" yani "müteşabih" bir anlatım ile sergilenmektedir. Yeri gelmişken bu kavramı kısaca hatırlamakta fayda var. 

Al-i imran suresi 7. ayetinde indirilen kitabın ayetlerinin bir kısmının "müteşabih" olduğunu bildiren rabbimiz  bu ayetlerin anlaşılmaz olduğu şeklinde bir mesaj vermemiştir. "Müteşabih" olması demek gaybi konular hakkındaki bilgilerin bizlere dünya hayatında şahid olduğumuz bilgiler ile benzeştirmek sureti ile anlatılma usuludur. Benzeştirme metodu ile anlatılan hesap günü bizlere dünyadaki bir mahkeme salonu şeklinde anlatılmak suretiyle anlamamız dahada kolaylaştırılmıştır. 17. ayette, "melekler onun çevresindedir" şeklindeki bir anlatım mahkem salonuna alınmış olan tutukluların kaçacak bir yerlerinin olmadığı haberini vermektedir. 

17. ayetin devamında, " ogün rabbinin arşını bunların üstünde sekiz melek taşır" cümlesi müteşabih anlatımın çok açık bir örneğidir. Melekler tarafından etafı kimsenin çıkmayacağı şekilde çevrilen mahkeme salonuna , herkesin yaptığının karşılığını tam olarak verecek olan, kimseye zulmetmeyen, hakimlerin hakimi ve en hayırlısı olan Allah cc nin gelmesi ve onun azameti bize o cümle ile anlatılmaktadır. Allah cc kitabında kendisini bizlere  azametini göstermek sureti ile anlatır. 

Bu azameti yine "müteşabih" bir anlatım uslubu ile hükümdar betimlemesi içinde anlatmaktadır. Allah cc kendisini bir hükümdar ve bizleride o hükümdara boyun eğmekten başka bir ylu olmayan kulları şeklinde anlatmaktadır. Dikkat edersek Allahın orduları ile kafirleri helak etmesi veya mü'minlere yardım etmesi, elçiler göndermesi, hazineleri olması ve bir hükümdarın azametinin en büyük göstergesi olan ARŞ'I (tahtı)  müteşabih anlatım uslubunun bir göstergesidir. 


Birçok ayette müteşabih bir anlatım tarzında "errahmanu alel arşısteva" ( rahman taht üzerine kuruldu) mealindeki ayetler bize, hükümdar betimlemesini anlatmaktadır. Tabiki burada mücessime anlayışı içinde bir düşünce içinde olmanın yanlışlığını belirtmek isteriz. "Arş" üzerinde oturmak bir hükümdarın hükümdarlığının birgöstergesi olduğu için Allah cc bizlere bu şekilde kendini tanıtmaktadır. Bu surede anlatılan sekiz meleğin taşıdığı bir arş ile mahkeme salonuna gelişi tasvirini nasıl anlamamız gerekmektedir ? sorusunu şu şekilde cevaplamak mümkündür. 

Tarihi filmlerde bir hükümdar veya soylu kişilerin,"tahtırevan" adı verilen 4 kişi tarafından taşınan bir araç üzerinde gezdirildiği hepimizin malumudur. Bu tahtırevan ile taşınmak  okişinin üstünlüğünün bir işaretidir. Allah ccnin bu şekilde bir teşbihi anlatım üzerinden sekiz melek tarafından tarafından taşınan bir arş ile mahkeme salonuna gelmesi onun azametinin bir işareti olarak anlamak mümkündür.  


Hiç kimsenin dünyada büyük veya küçük olarak yaptıklarının unutulmayıp yazıldığı kitaplar öne koyulup hakimlerin hakimi olan Allah cc tarafından hükümler verildikten sonra , "kitabı sağdan verilenler" tabiri ile tasvir edilen kişi cenneti kazanmanın verdiği bir mutlulukla karnesi pekiyi olan çocukların sevinci içinde herkese göstermekte ve bu sonuca ulaşmanın nedeninide ilk ayetlerde örneği verilen ve ahirete inanmamaları sebebi ile helak edilensemud,ad ve firavun kavimlerinin aksine onun ahiret hesabına inanmış olduğu kendi dilinden aktarılır. Ayetlerin devamında ona verilen cennetten tasvirler vardır. 

"Kitabı soldan verilenler" tabiri ile ifade edilen cehennem ehli ise karnesi zayıf dolu olan çocuklar gibi "keşke hiç verilmeseydi" diye sızlanmakta ve onun ahireti inkarına sebeb olan malı , gücü ve kudretinin ahirette kendisine bir yarar sağlamadığını anlamıştır ama iş işten geçmiş ve ona vaad edilen cehenneme gönderilmiş ve oradaki yiyecekleri hakkındaki bilgiler insanın dünyada iken cehennemden kaçışını sağlamak için tiksindirici bir tasvir içinde bizlere anlatılmaktadır. Allah cc kullarına olan rahmeti gereği kıyamet sonrası olacakları tasvir edip kullarını cennete girmek için dünyada çalışmaya cehennemden kaçmaya çağırmaktadır.  


38 - Andolsun gördüklerinize,
39 - Ve görmediklerinize..
40 - Kuşkusuz Kur'ân, şerefli bir peygamberin (Allah'tan) getirdiği sözdür.
41 - O bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz.
42 - Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz!
43 - O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.
44 - O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,
45 - Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık.
46 - Sonra da onun şah damarını keser atardık.
47 - O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.
48 - O hiç kuşkusuz, takva sahipleri için unutulmayacak bir öğüttür .
49 - Bununla beraber biz biliyoruz ki sizden inanmayanlar var.
50 - Kuşkusuz bu Kur'ân kafirler için bir pişmanlık vesilesidir.
51 - Gerçekten o, şüphe götürmez bir bilgidir.
52 - O halde, haydi tesbih et Rabbinin yüce ismiye .  


3. ve son bölümde , kıyamet ve sonrası verilen haberlerden sonra bu haberin verildiği kitab , kaynağı ve elçisi hakkında bilgiler verilmektedir. 40. ayette, " innehu lekavlun resulin kerim" ( o kerim bir elçinin sözüdür) şeklindeki ibarenin aynısı tekvir suresi 19. ayetindede geçmektedir. Tekvir s. 19. ayetindeki "kerim elçi" vahyi muhammed sav e getirmekle görevli olan elçidir. 

Hakka s. 40. ayetindeki " kerim elçi" muhammed sav dir. İki suredede " kerim elçilerin sözü" olarak vasfedilen kitap bildiğimiz gibi Allah cc nin sözüdür. Buradaki , " kerim elçilerin sözü" olması vahiy meleğinin Allah cc den aldığı vahyi resul sıfatıyla muhammed sav e getirmesi, muhammed sav inde yine elçi olması hasebi ile o vahyi kullara tebliğ etmesidir. İlerleyen ayetlerde (44-48) elçi vasfını taşıyan birinin getirdiği mesaja kendisinden herhngi bir katmada bulunmasının mümkün olamayacağı ve bunu yaptığı takdirde yine o mesajın sahibi tarafından başına neler gelebileceği anlatılmaktadır. 

Elçi olmak demek mesajını taşıdığı kişinin yazdıklarını sadece karşı tarafa iletmekle sınırı olduğu için , "kerim elçi sözü" şeklinde ifade edilen kitabı iletmekle görevli olanlarında mesajın sahibine yakışan bir elçi olduğunun anlatılmasıdır. " Kerim" kelimesi nuzul öncesi arap toplumunda çok önemli bir yer tutması ve bu vasfı alan kişilerin toplum nazarında itibar görmelerinden hareketle vahyi getiren elçiler bu kelime ile vasıflandırılarak Allah cc nin nazarında onların itibarlı oldukları vurgulanmıştır.

Son ayetlerde kur'anın müttakiler için bir öğüt olduğu, yalanlayanların Allah cc den gizli kalmayacağı , bu yalanlamaların karşılıklarının daha önce anlatıldığı gibi hesap gününde kurulan mahkeme sonunda cehennem olduğu ve bu kitabın verdiği haberin " HAKKUL YAKİN" olduğu bilgisi ve 33. ayette görüldüğü üzere " el azim" olan Allaha iman etmeyip cehennemi hakedenlerden olmamamız için son ayet "el azim" olan rabbimizi tesbih etmemizi emrederek sure sona ermektedir.  
 
                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.