tenkidi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tenkidi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2014 Perşembe

ERİKE HADİSİ:Allah ve Elçisine Atılmış Bir İftira

İslam kültüründe "Hadis" denilince akla, Muhammed a.s ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözler akla gelir. Hadislerin sahihliğinin hangi kritere göre yapılması gerektiği konusunda, Müslümanlar arasında tartışma konusu olduğu'da bir gerçektir. Muhammed as ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözlerin, nasıl bir temele oturtulacağı ayrı bir tartışma konusu olup bugün Müslümanlar arasındaki görüş farklılıklarının başında gelen bir konu olduğu herkesin malumudur.

"Uydurma hadis" terimi, hadis usulu içinde yer alan bir terim olup, Muhammed as a atfedilen fakat onun söylediği kabul edilmeyen sözler için kullanılan bir terimdir. Bir hadisin uydurma olup  olmadığı konusunda kriter belirleyen hadisçiler , bir hadisin uydurma olduğunun kuvvetli bir ihtimal olmasının şartlarının en başında sayılabilecek olarak hadisin gayb'tan haber vermesi şeklinde bir kriter belirlemişlerdir.  

Hadislerin sahih olup olmadığı konusunda kullanılan yöntemi 2 ana başlıkta incelemek mümkündür. 1- sened tenkidi 2- metin tenkidi , senet tenkidi metodu ile bir hadisin sahih olup olmadığını belirleyen yöntem, o hadisin senet zincirindeki ravilerin cerh ve ta'dil metodu ile araştırılması sonucu varılan karar sonucunda oluşmaktadır, metin tenkidi metodu ile bir hadisin sahihliğinin belirlenmesi daha sağlıklı bir yöntem olup bizimde tercih ettiğimiz bir metotdur.  

Yazımızın başlığında adını vermiş olduğumuz hadisi bu yönteme göre bir tenkid süzgecinden geçirmek istiyoruz, "erike hadisi" olarak bilinen hadis şöyledir.  

   “Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk (zenginliği) ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehlî merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.”[Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5]   

" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; TahaviŞerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"

 Rivayet kitaplarında bu hadisin farklı versiyonları olmasına rağmen rivayet özet olarak , gelecekte hadisi ve sünneti red edecek insanların bu reddiyelerini kur'ana dayandırmak sureti ile yapacaklarına işaret etmektedir.

Bu rivayetin senedine baktığımız zaman , 1- Ebu rafi 2- Mikdam bin ma'dikerib' adında iki sahabeyi görmekteyiz. Rivayetin hayber gününde söylenmiş olduğuna dair rivayetler olup bu iki sahabeden birincisinin, haybere iştirak etmediği yönünde tabakat kitablarında bilgiler vardır , 2. sahabenin ise Hayber fethinde küçük bir çocuk olması gerektiği yönünde rivayetlerin olması rivayetin senet tenkidi yönünden bile tartışmalı olduğu açıktır . ( bu konu ile ilgili olarak islamiyat dergisi 1998 yıl sayı 3 Mehmet Emin Özavşar'ın "polemik türü rivayetlerin gerçek mahiyeti" adlı makalesine bakılabilir). 

Gelelim rivayetin metin tenkidi ile okunmasına; 

Muhammed as ın vefatı sonrası gelişen fitne olayları ve siyasi düşüncelerin itikadlaşması , her fırkayı kendisinin haklılığının, Muhammed as tarafından haber verilmiş olduğu yada karşı fırkanın haksızlığının yine Muhammed as tarafından haber verilmiş olduğu yönünde destek arayışına götürmüş ,ve bunun sonucunda bir çok uydurma hadis ortaya çıkmıştır. Haricilerin büyük günah işleyeni kafir görmeleri mürcienin büyük günah işleyenin kafir olmadığı yolunda hadis uydurmasına sebeb olmuş ve " şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenin üzerinedir" gibi büyük günah işleyenin kafir olmadığına delil teşkil edebilecek hadis uydurulmasına sebeb olmuştur.   

"Ehli Hadis" ekolünun hadisleri vahiy sayıp ,onlara Kur'anın yanında hatta ondan daha fazla bir değer atfetmesi, bugün bile yerleşik din algılarında tezahürü görülen bir durumdur. Hadis ve Kur'an ehli çekişmesinin başlangıcı kökü eskilere giden bir çekişme olduğu " Erike hadisi" adı verilen rivayetten anlaşılmaktadır.   

                                       "Biliniz ki bana Kur'an ile bir misli daha verildi"  

Rivayetin bu cümlesi üzerinde biraz duralım; Muhammed a.s ın söylemiş olduğu rivayet edilen söze göre, kendisine Kur'anla birlikte onun bir benzeri verilmiştir. Bunun ne  olduğunu soracak olursak hemen "Hadis ve Sünnet" karşılığını alırız. Bu rivayeti kur'an içinden ayetle desteklemek için, hemen Necm s. ilk ayetlerinden olan " o hevasından konuşmaz onun konuştuğu vahiydir" veya " sana Kitap ve Hikmet'i indirdik" şeklindeki ayetler delil olarak sunulmaktadır. 

Kur'anın bir çok ayetinde " sana indirilen" şeklinde ibarenin tek bir şeyi anlatmış olması bu kişiler hiç bir şey ifade etmemekte olup, Hikmet'in Kur'andan ayrı olarak inen ayrı bir vahiy olduğu, bununda sünnet ve hadisler olduğu yerleştirilmeye çalışılmıştır. Kur'an eğer önkabulsuz ve bütüncül bir metodla okunacak olursa sünnet ve hadis'in vahiy olduğuna dair tek bir delil bile bulunamaz aksine bu tür iddiaların iftira olduğu açıkça görülecektir.   


                              "Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir"  

 Bu cümle üzerinde'de biraz durmak gerekmektedir.Muhammed a.s Allah c.c nin elçisi olması nedeniyle, onun kullarına olan emir ne yasaklarını bildirmek şeklinde bir görevinin olduğu malumdur. Helaller ve haramların anlatıldığı ayetler, kur'an içinde yer bulan ayetler topluluğundan olması nedeniyle elçinin de haram veya helal kıldıkları sayılır ama bu haram kılma , Allah c.c den asla bağımsız olmayıp sıkıntılar bu çerçevede düğümlenmektedir.   

Muhammed a.s ın konumunu farklı algılayan "Ehli Hadis" fırkası , ona Kur'anın vermediği bir görev olan kur'an harici helal ve haram koyma yetkisini tanıyarak, elçilik vazifesinin dışında ayrı bir görev yüklemeye çalışmıştır. Muhammed a.s ın elçiliği ile birlikte yürüttüğü yöneticilik yani devlet başkanlığı sıfatıyla, o gün bazı uygulamalar yapması doğal ve gerekli bir durumdur. 

Bu durumun bir yansımasını Hayber gününde'de görmekteyiz. Sahabe darda kaldığı için yük taşımada kullanılan eşekleri keserek yemeye başlaması üzerine  bu durumun ordu üzerinde stratejik açıdan ters bir durum doğurucağını bilen Muhammed a.s eşeklerin kesilmesini yasaklamıştır. Bu yasaklama bazıları tarafından yanlış algılanarak bu yasaklamanın kıyamete kadar geçerli olduğu ve eşek etlerinin haramlılığının domuz eti gibi dini bir hüküm olduğunu zannetmişlerdir. Halbuki "Haram" kelimesi yasaklama anlamında olup elçinin haram etmesi demek, onun yasaklaması anlamında ve kur'an gibi bir haram değeri taşımamaktadır.   

Muhammed as'ın helal ve haram koyma yetkisi meselesi araf s. 157. ayeti ve benzeri bir kaç ayetin baz alınarak delillendirilmeye çalışılsa da, ayetlerin bütünlük içinde okuması sonucunda böyle bir durumu anlatmadığı ortaya çıkacaktır.   

 "Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır."  

 Bu ibare işin vehametini ortaya çıkarması açısından ibret verici bir cümledir. Öncelikle birçok Kur'an ayetinin "Ben gaybı bilmem" şeklindeki cümlesi gözardı edilerek Muhammed a.s a gaybı bildirten rivayetlerin sahipleri acaba bunun hesabını nasıl vereceklerdir?.  

Bu cümle, rivayetin neye kılıf olarak hazırlandığının ipuçlarına içermesi açısından dikkat çekicidir. Yüzlerce yıl öncesinden dahi hadis ehlinin rivayetleri din edinme yoluna karşı Kur'anı din edinmeyi savunan Kur'an ehlinin olduğu bu rivayetin söylenme sebebinden açıkça ortaya çıkmaktadır. 

Kur'anı arkaya atarak hadisleri öne çıkaran ehli hadis fırkasının karşısına Kur'an ehli ne güya Muhammed a.s şöyle demektedir.  "Benden sonra Kur'anı öncelleyelim diyen bir cemaat gelecektir sakın bunlara inanmayın ve benim hadislerime ve sünnetime sarılın" bunu desteklemek için başka rivayetlerde hazırdır " ümmetimin fesada uğradığı zamanda kim benim sünnetime yapışırsa, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanır.” veya " size iki şey bıraktım " şeklindeki rivayetler olup, bir versiyonunda kur'an+sünnet , diğer versiyonunda Kur'an + Ehli Beyt şeklinde olması bizlere rivayetlerin yardımı ile oluşturulmak istenen din algısı hakkında bilgi vermektedir.

Hadis ve sünnet'in dindeki konumunu bundan önceki bazı yazılarımızda ele almaya çalışıp toptan ret etme gibi bir düşünce içinde olmadığımızı burada belirtmek isteriz.  

Burada yeri gelmişken şunu da belirtelim; "Hadis Ehli" ve "Kur'an Ehli" çatışmasının hadis uydurma boyutu kur'an ehlinin de uyguladığı bir yöntemdir. Kur'an Ehli bu yarışa Kur'an okumanın faziletleri ile ilgili bir çok hadis uydurarak katılmıştır. Hadis usulunde uydurma hadisler kategorisinin içine dahil olan konulardan  birisi de " Surelerin fazileti" olup bunları da Kur'an ehli olanlar , Hadis ehline karşı olarak uydurma yoluna gitmiştir.  

Erike hadisi olarak bilinen rivayetin Hayber günü ehli eşeklerin yenmesinin, onların stratejik önemi açısından ordu komutanı olan Muhammed a.s tarafından yasaklanması konusunun içine uydurma olarak idraç edilmiş rivayet , metin açısından incelendiğinde birçok sorunlar oluşturduğu görülmektedir.  

Sonuç olarak; Hadis ehlinin, Kur'an ehlinin karşısına hadis ve sünneti çıkarmak olarak tezahür eden din algısını desteklemek amacı ile böyle bir rivayeti uydurduğu ortadadır. Gaybı bilen ve kendi tebliğ ettiği "Kur'anı öne çıkarın" diyenlere karşı "sakın haa bunlara kanmayın" dedirtilen bir peygamber algısı, ancak Kur'anı arkaya atıp hadisi öne çıkarmak isteyen Hadis ehlinin harcıdır. Sened zinciri açısından bile tartışmalı olan böyle bir rivayet, metin tenkidi açısından bakıldığında neresinden tutsanız elinizde kalan bir rivayet olup bunun Muhammed as atfedilmesi düpedüz bir iftiradan başka değildir. 

Bugün rivayet kitablarında, "Hadis" adı altında bizlere gelen birçok bilginin arka planında Muhammed as ın vefatı sonrası oluşmuş olan fırkaların kendi düşüncelerinin doğru , karşı düşüncenin yanlış olduğunun delilini hadise dayamak şeklindeki bir tezahürü Ehli hadis fırksının gayet güzel kullandığı bir gerçektir. 

Hadis usulunde metin tenkidi metodu ile yapılacak bir elemeden, bugün aşırı bir kutsiyet atfedilmiş olan Buhari , Müslim vs gibi kitaplardaki hadislerin bir kısmının geçemeyecek olması, ehli hadisi metin tenkidine karşı aşırı bir tepki vermeye zorlamakta olup bu metoda olanca güçleri ile karşı çıkmaktadırlar. 

Ancak hadis adı altında gelen bir çok rivayetin uydurma olduğu Kur'an ile sağlaması yapıldığında ortaya çıkınca uydurmaları müdafaa etmek için karşı tarafa hakaret ve sapkınlık suçlamalarından başka bir delil getiremedikleri de herkesin malumudur. Kur'an ehli olduklarını iddia edenlerin, "Hadis adı altında gelen ne varsa atalım" şeklindeki düşünceleri, karşı tarafın "Ne varsa alalım" şeklindeki düşüncesinden farklı bir yanlış olmayıp, hadis adı gelen müktesebatı göz ardı edilemeyeceğini, elimizdeki kitaplardaki hadislerin sahih olup olmadığını Kur'an yardımıyla anlaşılabileceği gerçeğini de artık bilmeleri gerekmektedir.  

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

13 Mart 2013 Çarşamba

Hadisleri Metin Tenkidi İle Okumaktan Neden Korkulur?


Bilindiği üzere , "hadis" denildiği vakit ilk olarak muhammed sav in ağzından çıktığı iddia edilen sözler akla gelir, bizde bu yazımızda bu sözlerin nasıl bir yöntem ile doğrusunu yanlışından ayrılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşacağız.  

Allah cc, muhammed sav i kendisine elçi olarak seçmiş ve ona kitabı indirmiştir, bu süreç 23 yıllık bir zaman zarfında gerçekleşmiştir. 23 yıllık zaman içinde kur'anı muhataplarına tebliğ ederken ağzından kur'an harici sözlerde çıkmıştır, bu sözlerin bir kısmı o sözleri işitenler tarafından başkalarına aktarılmış belli bir zamandan sonra bu sözler yazıya geçirilerek bugün elimizde olan hadis kitapları meydana gelmiştir.   

Hadis olarak bildiğimiz sözlerin sahih olup olmadığı konusu yüzyıllardır müslümanlar arasında ihtilaf konusu olmuş ve olmayada devam edecektir. Zaman içinde hadis'e yüklenen misyon korkunç denilebilecek boyutlara ulaşarak kur'an ile eşdeğer tutulmaya kadar gitmiştir ve bu düşüncenin uzantıları günümüzde "selef akidesi" düşüncesi adı altında devam ettirlmeye çalışılmaktadır. Hadis'in sahih olup olmaması konusunda yapılan çalışmalar malumumuzdur bu çalışmaların dayandığı yöntemlerden biri olan "sened tenkidi" metodunun bir hadis'in doğru ve yanlış olduğuna dair vereceği kararın doğru bir karar olmaktan uzak olduğunu düşünmekteyiz.    

Hadislerin toplanma süreci bilindiği üzere muhammed sav in vefatının üzerinden uzun yıllar sonraya dayanmaktadır, bu sözleri toplayan hadisçi bu sözlerin doğru olup olmadığına kendisine gelen bu sözü rivayet edenlerin kim olduklarına bakıp o kişinin güvenilir olup olmaması üzerinden karar vermiştir, bu metoda "senet tenkidi" metodu adı verilmiştir. Bu yöntem sağlıklı bir yöntem değildir, söylenen söze değil onu rivayet eden kişinin şahsiyeti üzerinde yapılan bir değerlendirme haliyle göreceli olacaktır. Aynı hadis sened zincirindeki şahısları güvenilir gören bir hadisçi tarafından sahih olarak görülürken bir başka hadisçinin o zincirdeki bir veya birkaç raviyi güvenilmez olarak görmesi o hadisi sahih olarak görmemesine yol açmıştır.   

Bugün islam dünyasında büyük bir şöhret sahibi olan hadis kitaplarının içindeki tüm hadisler bu metod ile yapılan bir sağlamanın ürünüdür. Özellikle "buhari" veya "müslim" hadisi denildiği zaman akan suların durduğu bir islam dünyasında bu kitapların içinde bile sahih olmayan hadisler mevcuttur demek maalesef aforoz sebebi olmuştur. Hadis konusunda araştırma yapanlar, buhari ve müslim gibi hadisçilerin toplamış olduğu hadislerin ilk zamanlarda başka hadisçiler tarafından eleştirilmiş olduğunu göreceklerdir, ancak zaman içinde bu eserlere kazandırılmış olan karizmanın çizilme endişesi, " bu eserlerde tek bir tane dahi sahih olmayan hadis yoktur" sözünü herkese ezberletmiştir. Objektif bir hadis araştırması yapanlar buhari ve müslimdeki hadislerin bazılarının tenkid edildiğini veya ravilerinin bazı sapık mezhep mensubu olduğu gerekçesi ile onlardan hadis alınmayacağını söylemelerine rağmen  bugün bu düşüncelerin üzeri örtülmeye çalışılarak kur'andan sonraki kutsal kitaplar olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır.  

Hadisleri sahihlemede kullanılan bu yöntem bugün kur'andan onaya almayan fakat etrafı kalın sur duvarları ile çevrilmiş bir din anlayışını ortaya çıkarmıştır. Kur'andan onay almayan bu din anlayışının yerine kur'ani bir din anlayışının hakim olması için önce hadis anlayışlarının gözden geçirilerek üzerine din bina edilen hadislerin tenkid metodunun değiştirilmesi gerekmektedir. Teklif ettiğimiz metod yeni bir metod olmayıp sahabeden beri örnekleri verilen bir tenkid metodu olup adına " METİN TENKİDİ " denilmektedir, ancak bunu yaparken önümüze "ATALAR TENKİD YÖNTEMİ" metodu kapı gibi dikilmektedir.    

"Atalar tenkid metodu" ile hadisler üzernden kurulan din anlayışlarının elden gitme korkusu bazılarını fena halde korkutmakta olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz, bu metod bağlıları "kur'ana dayalı metin tenkidi " metodunun yanlış bir metod olduğunu iddia ederek bu metod yolu ile hadislerin anlaşılmasını isteyenlere çeşitli sapık isimlerle yaftalayarak bu metodu gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. "Atalar tenkid yöntemi" ile marka isim haline gelmiş olan hadis kitaplarındaki bir çok hadisin , metin tenkidine uğrayarak uydurma olduğunun ortaya çıkma korkusu bu metod bağlılarının  "haydi atalar metoduna bağlılıkta direnin" şeklinde seslerini yükseltmelerine sebeb olmaktadır.   

Metin tenkidi yöntemi ile hadislerin doğru olup olmadığının anlaşılması diğer metoda göre daha sağlıklı olduğu bir gerçektir. Güvenilirliliği hadisçiler tarafından belirlenen şahısların rivayet ettiği sözlerin doğru olmasını iddia etmek kadar yanlışbir yöntem olamaz. Kur'an müslüman olduğunu iddia eden herkes tarafından kabul edilebilir bir kitap olduğuna göre, elçi sav inde bu kitaba aykırı bir söz söylemesinin mümkün olmayacağına göre ondan gelen sözlerin sözlerin doğru olup olmadığını kur'anın karar vermesi gibi doru bir metod olamaz bunun aksini iddia etmek kişinin akidesinde derin yaralar açacak olan bir iddiadır.  

Sonuç olarak, bugün genel geçer olan hadis sahihleme anlayışının yerine kur'anı baz alan hadis sahihleme anlayışı en doğru metodtur. Bu metodu kötüleyerek kendilerinin "atalar tenkid metodunu" devam ettirmek isteyenleri Allah cc ye havale etmekten başka yapacak bir şeyimizde yoktur. 
                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

25 Şubat 2012 Cumartesi

Hakkı Yılmaz'ın "Kur'anda Meryem " Adlı Makalesi Üzerine Tenkidi Bir Yaklaşım

Bu yazımızda sayın Hakkı Yılmaz'ın "Kur'anda Meryem" adı altında yazmış olduğu makalesinin üzerinde durmak istiyoruz. Makaleye geçmeden yazının başlığı hakkındaki çekincelerimizi paylaşmadan geçemeyeceğiz. "Kur'anda .........." başlığı  ile yazılan kitap veya makalenin sahibi bu başlığı atmakla , "kur'an bu konu hakkında bunu söylüyor" şeklinde bir iddianın sahibidir, halbuki , "Kur'anda .........."başlayan  ve iki ayrı kişi tarafından yazılmış  kitap veya  makalede isim aynı olmasına rağmen birbirine 180 derece zıt düşünceler mevcut olabilmektedir.

Her iki kitap hem Kur'anda........diyecek hemde birbirine 180 derece ters düşünce bulunacak ve bu iki kitap veya makalenin ikisi de doğru olacak bunun imkansız olduğu olduğu ortadadır. Acizane tavsiyemiz odur ki, Kur'an hakkında herhangi bir düşünce beyan edecek olanların kendi düşüncelerini, "Kur'an böyle diyor" şeklinde ifade etmekten çok , "Benim bu konu hakkında Kur'andan anladığım bunlardır" şeklinde ifade etmeleridir. Bu tavsiye girişinden sonra, sayın yazarın konu hakkındaki makalesi ile ilgili düşüncelerimizi belirtmeye çalışalım. 


Sayın yazar yazısına " Meryem ve İsa peygamber insanların üzerinde en çok ihtilaf ettikleri, tartıştıkları şahsiyetlerin başında gelir."diyerek başlamakta bizimde katıldığımız ,konu ile ilgili tek sağlam bilginin kur'an olduğunu belirterek yazısına ,Meryem sözcüğünün anlamı ve ailesi ile ilgili bilgiler ile  devam etmektedir. "Meryem olgusunu kur'andan izleyelim" başlığı altında, al-i imran s. 32-37. ve 42-51. ayetlerinin mealini verir. Al-i imran s. 46. ayetine , "Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da." şeklindeki mealin yanlışlığını daha sonraki başlıklardada ele alınacağı için orada ele alacağız.  


Sayın yazar, "Meryemin cinsiyeti" adlı açtığı başlıkta meryemin çift cinsiyetli olduğunu yazarak şöyle devam etmektedir. " Ali Imran’daki bu pasajda Rabbimizin “Hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir” buyurması, aslında Meryem’in kız olmadığının da bildirilmesidir." diyen sayın yazar , Al-i İmran suresi 36. ayetinin başındaki " felemma vadaethe" (onu doğurduğunda) cümlesini diyen Allah c.c nin "he" dişil zamirini , neden kız olmayan biri için  kullanmasının izahını nasıl yapacaktır?

Meryemin , 37. ayette "Bunun üzerine Rabbi Meryem'i güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi.”"" ifadesinden Meryemin bir bitki gibi yetiştirildiğini bitkiye benzetilmediğini dolayı ile meryemin normal bir insan olmadığı çıkarımını yapmaktadır. Çıkarımına delil olarak sunduğu nuh s. 17. deki "Ve Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi" ifadesinden bütün insanlarında anamaddesinin toprak olduğu , ancak Al-i İmran s. 42. ayetindeki "Allahın onu seçip temizlemesi ve alemlerin kadınlarından üstün tutmasını" meryemin özel bir kadın olarak yetiştirildiğinin delili değil midir? . Nuh s. 17. ayetindeki, " Vallahu enbeteküm minel ardı nebaten"( Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi ) ayeti ile al-i imran s. 37. ayetindeki "enbeteha nebaten hasenen" (onu güzel bir bitki olarak bitirdi) ayetleri arasındaki "Hasenen" ( güzel) kelimesi Meryemin bütün insanların arasından seçilmişliğinin farkını anlatır , aksine sayın yazarın "Meryem'in daha sonra erkeksiz hamile kaldığı da göz önüne alınırsa, bitki özelliğinde olması onun tıpkı çiçekli bitkilerin çoğunda görüldüğü gibi " erselik" yapıda olduğu, yani vücudunda hem erkek hem dişi üreme organı bulunduğu ihtimalini ortaya çıkarır." iddiasını anlatmaz.  


43. ayetteki, " Verkaii mearrakiine" ( ruku edenlerle birlikte ruku et) cümlesindeki "errakıine" kelimesinin müzekker olmasından hareketle Meryemin çit cinsiyetli olmasından ötürü erkekler arasında erkeklerin görevini aldığı ve yaptığı anlatılmaktadır demektedir. Sayın yazar kur'anda bazı ayetlerde örneğini gördüğümüz gramer kurallarına uymayan bazı ayetler hakkında ne diyecektir , müzekker olması gereken yerde müennes , müennes olması gereken yerde müzekker zamiri kullanılan bazı ayetler kur'anda mevcuttur ve örnek olarak şu ayetleri sıralayabiliriz

---"Ellezine yerisunel firdevse hum fihe halidune" ( onlarki firdevse varis olacaklar ve orada ebedi kalacaklar) 23/11  ayetteki "firdevse" kelimesi müzekker olmasına rağmen bu kelime için "he" müennes zamiri kullanılmıştır.  

---"ve alallahi gasdüssebili ve minhe cairun ve lev şae lehedaküm ecmain" ( yolun doğrusu Allahındır .yolun eğriside vardır.Allah dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi) ayetindeki " sebil" kelimesine müzekker olduğu halde" he " müennes zamiri dönmektedir.
Yusuf s. 30. ayetinde ki ," ve gale nisvetün" ( kadınlar dediler ki) "gale " kelimesi müfred müzekker bir kelime iken " nisvetün" kelimesi cemi müennes mükessere bir kelimedir, "nisvetün" kelimesinin ikinci olarak geçtiği 50. ayette "ma balunnisveti ellati gatta'ne eydiyehünne" ( ellerini kesen kadınların maksadı neydi) cümlesinde herhani bir gramer uygunsuzluğu yoktur. Sayın yazar yusuf s. 30 ayetindeki "gale" ,arapça gamer açısından , bir gaib erkek dedi anlamına geldiği halde kendisinin yaptığı yusuf s. 30. ayetinin mealine bütün meallerde olduğu gibi kendiside " kadınlar dediler" anlamı vermiştir. 

Demek istediğimiz şudur, sayın yazarın kur'anda örneklerini gördüğümüz gibi günümüzde  kullanılan arapça dil kurallarına uymayan bazı kelimelerden yola çıkarak böyle bir çıkarımda bulunmasının doğru olmadığıdır. 


Meryem suresi 16. ayetindeki Meryemin doğu tarafına çekilmesi ile ilgili olarak meryemin sorunlu olduğu ve sorunları sebebiyle çevresinden uzaklaştığını  ve  meryemin evden kaçan bir kız olduğunu söyler!. 17. ayetteki ehli ile arasına perde çekmesi tabiki bildiğimiz perde çekmek ile alaksı yoktur. Sayın yazar burada ehli yani topluluğu ile ayrılmasını fiziksel problemleri yüzünden olduğu iddiasına karşı(ehil kelimesini aile şeklinde çevirmek dar bir anlam vermektir) ehli ile arasına perde çekmesini anlamak için şu ayetlerin yardımına başvurmak gerekmektedir. 

----- 41.005Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde (HİCABÜN) bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!.
-----[017.045] [E0] Bir de sen Kur'anı kıraet ettiğin vakıt biz seninle Âhırete inanmıyanların arasına görünmez bir hıcab(HİCABEN) çekeriz.

Örneğini verdiğimiz ayetlerdeki "perde çekmek" mü'minler ile müşrikler arasındaki ayrışmayı ifade etmektedir. Meryemin de perde çekmesi sayın yazarın iddia ettiği gibi çift cinsiyetli (hünsa) olduğu gerekçesi ile problem yaşamasından değil kendisini himaye edecek bir tevhid erinden ( Zekeriye ve Yahya) mahrum olmasıdır. Nasıl ki müşrikler kendilerini hicab ile mü'minlerden ayrıştırıyorsa Meryem'de müşriklerden hicab ile ayrılmaktadır. Meryem'in hamilelilk süreci başlamadan önce Zekeriya ve Yahya  as lar maalesef hayatta değildirler. 


Meryem s. 20.ayetindeki " bana bir beşer dokunmamıştır" cümlesi ile ilgili olarak şunlar söylemektedir. " Ayrıca Meryem'in Bana bir beşer dokunmamıştır şeklindeki ifadesi de, onun erselik yapıda olmasına uygun bir ifadedir. Çünkü Meryem " Bana bir erkek dokunmamıştır" dememiş, hem erkek hem kadın için söz konusu edilebilecek bir ifade kullanmıştır. Sayın yazarın, ayette " beşer" olarak geçmesinden yola çıkarak onun hünsalığına dair iddiasını yinelemektedir. Sayın yazarın bildiği üzere orada "beşer" olarak kullanılması o beşerin erkek olduğudur. Erkekten başka hangi varlık bir kadına dokunacakta o kadın hamile kalacak? onun cevabı sayın yazar tarafından maalesef muallakta bırakılmış olup, acaba kadının kadına dokunmasıyla hamile kalınabileceğini iddiamı ediyor diye kendimize sormaktan alıkoyamıyoruz. Yine kur'an ayetlerinin yol göstericiliğine müracaat ettiğimiz zaman " beşer " kelimesinin kur'anda nasıl kullanılmış olduğunun örneklerini görelim. 

----- 3.079 Allah'ın kendisine Kitap'ı, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: (LİBEŞERİN) «Allah'ı bırakıp bana kulluk edin» demek yaraşmaz, fakat: «Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul olun»
demek yaraşır.
-----6.091 «Allah hiçbir insana (LİBEŞERİN) bir şey indirmemiştir» demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar.
----- 14.010 Onların resulleri: «Gökleri ve yeri yaratan, günahlarınızı bağışlamaya çağıran ve bir süreye kadar sizi erteleyen Allah'tan mı şüphe ediyorsunuz?» dediler. Onlar da: «Siz de sadece bizim gibi birer insansınız(BEŞERÜN); bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirmelisiniz» dediler.

"Beşer kelimesinin "erkekler" için kullanıldığı örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özellikler kendilerine gönderilen resulleri karşı "sizde biz gibi beşerden başkası  değilsiniz" şeklinde itirazlar serdeden müşriklere acaba hiç bayanresul gönderilmişmi? enbiya s. 7. ve nahl s. 43. ayetlerinin " Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız zikirehline sorun." şeklindeki mealide bu sorunun cevabıdır.  


Sayın yazar,"Meryem'e  ruhun üflenmesi" adlı bir başlık açıp , enbiya s.91, tahrim s. 12, nisa s. 171. ayetlerinin meallerini verdikten sonra şunları söyler. "Yukarıdaki ilk iki ayette geçen ruh üfürme tabiri, Nisâ Suresi’nin 171. ayetinde القا  - ilka = bırakma, ulaştırma tabiri ile açıklanmaktadır. Ruh üfürme tabirinin " az bir bilgi ile bilgilendirmek" anlamına gelmektedir. Meryem'e üflendiği bildirilen ruh; onun hamile kalması için rahmine [dölyatağına] yapılan fizikî bir üfürük değil,  Zekeriya  peygamber aracılığı ile gönderilen ilahi mesajlardır. Bu mesajların içeriği ise Meryem ve Âl-i Imran ve Meryem surelerinde şöyle yer almaktadır: "Yazara göre meryeme üfürülen ruhtan kasıt meryeme ,ZEKERİYA as tarafından getirilen ilahi mesajlardır!. Yazısına, meryem s. 16-21. ayetleri ve al-i imran s. 42-51. ayetlerinin meallerini eren sayın yazarın meryem 17. ayetine, "Sonra ailesiyle/yakınlarıyla kendisi arasına bir perde edinmişti de "Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi."   şeklindeki meal daha sonra yine geleceği için o meali orada ele almaya gayret edeceğiz. 


"Meryemin isayı doğurması" adı altında bie başlıktada , mereyem s. 16- 34. ayetlerinin mealini verir."
"Meryem suresinde meryemi konu eden bu pasajdaki bazı noktalar üzerinde tahlil yapıyoruz:"  diyerek yukarda verdiği ayetlerin tahliline "MERYEM’E GÖNDERİLEN RUH" başlığı altında girer. 


Bu başlık altında tahliline şöyle başlar. "Meryem suresinin 17. ayetinde “Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi.” buyrulmaktadır." Sayın yazarın yanılgısını ayetteki " fetemessele" kelimesindeki üzerindeki tahlilinde ele alacağız ancak burada dikkatimizi çekmesi gereken meryeme gelen bir kişidir önemli olan o kişinin kimliğidir ve meryem gelen o kişiyi tanımamaktadır. Sayın yazarın iddia ettiği gibi gelen kişi şayet zekeriyya as olsaydı neden "«Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım" demiştir? Sayın yazarın , "tebyinül kur'an" adlı eserinde meryem suresinin ilgili ayetlerine yaptığı yorumlarda meryeme gelen kişinin "takiyy" adlı tacizci bir kişide olabileceği yolunda bir yorumada rastlamaktayız. Bu bölümde sayın yazarın  çelişkisi ortaya çıkmaktadır, "Meryemin cinsiyeti ile ilgili açtığı başlık altında ,"-  Ayrıca Meryem'in Bana bir beşer dokunmamıştır şeklindeki ifadesi de, onun erselik yapıda olmasına uygun bir ifadedir. Çünkü Meryem " Bana bir erkek dokunmamıştır" dememiş, hem erkek hem kadın için söz konusu edilebilecek bir ifade kullanmıştır."derken ,burada , "Zekeriya peygamber, bu bilgi sayesinde bir erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini Meryem’e anlatarak görevini yapmış, bu bilginin doğruluğuna kanıt olarak da bebek Yahya’yı göstermiştir. Âl-i Imran suresinin 42,43. ayetlerinde sözü edilen melekler de Zekeriya peygamber ile Meryem’e gönderilen ayetlerdir." şeklinde yazması sayın yazarın kafasının bu konuda karışıklığını gösterir. Meryemin hem çift cinsiyetli olduğunu hemde erkeksiz çocuk doğurabileceğini iddia edeceksiniz meryem madem çift cinsiyetli ise  ve kendisi ," bana bir beşer dokunmadı" demesinden erkeklik cinsiyetide olması muhtemel diyeceksiniz hemde ona gelen kişinin , erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini anlatacak sayın yazarın meryemin çift cinsiyetli olduğu iddiası yine kendisi tarafından yalanmaktadır.

"TEMESSÜL" başlığı altında tahlillerine decvam eden sayın yazar bu kelime ilgili olarak şunları der.   "Meryem suresinin on yedinci ayetinin orijinalinde “fetemessele leha beşeren seviyyen” ifadesi yer alır. Bu ifadeyi  gelenekçiler, genellikle, “Ona mükemmel bir beşer olarak kendini gösterdi; Cebrail mükemmel bir insan şeklinde Meryem’e gözüktü” diye çeviregeldiler. Biz bu ifadenin gerçek anlamını gerçek şekliyle takdim ediyoruz:" Sayın yazar "temessül" kelimesine örnek vermek anlamını verdikten sonra sözcüğün ikinci ve üçüncü anlamlarının insan şekline girmek anlamları olduğunu ve bu anlamların uzak bir anlam olduğunu dolayısı ile ilk anlam olan "örnek vermek" anlamının kullanılması gerektiğini iddia eder . "El müfredattaki" "temessele" kelimesinin anlamına baktığımız zaman şöle bir anlamı görmekteyiz. " bir şeyin biçimini, şeklini yada suretini almak suretine girmek". Meryeme "düzgün beşer" şeklinde temessül eden bir kişi eğer zekeriya as ise meryem ona  neden , "«Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım»" desin sayın yazar bu konuda hiçbir açıklama yapmamaktadır.

27-28Sonra Meryem, çocuğunu yüklenerek toplumuna getirdi. Toplumu dediler ki: " Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi, annen de yasa tanımaz/iffetsiz bir kadın değildi."
29Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriya´ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriya, Meryem´in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun mabette yetiştirilmesini istedi. Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler.

Sayın yazarın Meryem s. 27-28-29. ayetlerine verdiği meale özellikle 29. ayetin mealine baktığımız zaman tamamen metin harici ilaveler ile karşılaşmaktayız. Sayın yazara şunu soruyoruz, 29 ayetin neresinde " Zekeriya´ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriya, Meryem´in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun mabette yetiştirilmesini istedi."cümlesi mevcuttur?. İsa as ın doğumu sahnesinin hiçbir yerinde olmayan zekeriya as için sanki ayetin metninde varmışcasına böyle parantez dahi açmadan ayete ilaveler yapmak cesaretini nerden ve nasıl almaktadır?.  27. ayette gördüğümüz gibi meryemin kucağında gelen çocuk için kullanılan zamirler hangi arapça gramerine uygun olarak ortada olmayan ve hiçbir şekilde onunla ilgili bir karine dahi bulunmayan zekeriya as için kullanılabilir?. 

Sayın yazar 29. ayetteki ikinci cinayeti , " Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler." şeklinde bir meal çevirisi ile işlemektedir. " fe eşaret ileyhi galu keyfe nukellimu men kane fil mehdi sabiyyen"( ona işaret etti , dedilerki, biz beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz) şeklinde meal vermemek için bir satırlık meali 4 satır içinde tahrife varan ilavelerle dolduran sayın yazara , ayetin metnindeki " men kane" (olan kimse) kelimesinin geçtiği diğer ayetleri nasıl çevirmiş olduğuna bakmasını tavsiye ediyoruz. "men kane filmehdi sabiyyen" (o kişi beşikteki bir sabidir) anlamı olan bir cümleye , " Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler" anlamı veren bir kişinin arapça dil kurallarını hiçe sayarak metni tahrife varan bir şekilde anlam vermesinin sebebi arapça bilgisinin kifayetsizliği olamaz, olsa olsa kendi ön kabullerini Kur'ana tasdik ettirme amaçlı bir düşüncenin ürünü olabilir.  

Meryemin taşlanarak öldürülmesine Zekeriya as ın engel olduğunu iddia eden sayın yazar taşlanarak öldürme cezasını da kabul eder görülmektedir, kur'anda olmayan böyle bir cezanın daha önceki kitaplarda da olamayacağını düşündüğümüz için sayın yazarın recm cezası ile ilgili düşüncelerini gözden geçirmesini özellikle Nisa s. 25-26. ayetlerde bizlere verilen ipuçlarını değerlendirmesini rica ediyoruz.  

Sonuç olarak , "kur'anda Meryem" başlığı altında anlatılanların özeti Meryemin hünsa olması ve ona gelen ruhun Zekeriya olmasıdır ve bu çıkarımlar yapılırken kur'an metnini tahrife varan eklemeler yapılmıştır. Başlık hakkındaki çekincelerimizi yazımızın başında da belirttiğimiz gibi kimsenin kur'anda ......... başlıklı yazılar ile," kur'andaki  anlatılmak istenen budur" şeklinde bir iddiada bulunmaya hakkı yoktur, ancak herkesin okuduklarından anladığını paylaşma hakkı olduğunu da belirtmek isteriz. Ancak kendi ön kabullerini kur'ana tasdik ettirmek için kur'an metni üzerinde oynamalar yapma hakkı kimseye de verilmemiştir.  

                  EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.