25 Kasım 2012 Pazar

Kur'an Meali Yapmak İçin Sadece Arapça Bilgisi Yeterli midir?

Yabancı dildeki bir metnin başka bir dili konuşan insanlar tarafından anlaşılmasının yolu, o metni okuyan kişinin ,o dili bilmesi veya o dili bilen birisi tarafından, çevrilmesi ile mümkündür. Bu durum alemlerin rabbi olan Allah cc nin kulu muhammed as a indirmiş olduğu kitap içinde geçerlidir. Bu kitabı anlamak için kişi ya o dili bilecek veya o dili bilen birisi tarafından yapılmış olan çeviriyi okuyarak anlamaya çalışacaktır. Çoğunluğun bu dili bilmemesi haliyle o dili bilen birisi tarafından yapılmış kur'an çevirisini okumak durumunda bırakmıştır. Bu durum yadırganacak bir şey olmamakla beraber yadırganacak olan durum yapılan çevirilerde, sadece arapça bilgisinin yeterli olmadığı görülmektedir. Kur'an çevirisi yapan bir kişi arapçadan önce kur'ana hakim olması gerekmektedir. Daha önceki bir kaç yazımızda Elmalılı meali üzerinde yapılan hataları yazmaya gayret etmiştik. Bu yazımızda sayın Ahmet Tekin'in kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6. ayetleri ile ilgili yapmış olduğu meali ve bu mealin kur'an bütünlüğünde ne kadar doğru bir meal olduğunu göstermeye çalışacağız.Yaptığımız eleştirinin sayın Ahmet Tekin'in şahsı ile alakalı olmayıp onun 3 ayet ile ilgili yapmış olduğu mealin sadece arapça bilgisinin yeterli olmadığını göstermektir.  

Kasas s 46. ayetinin Ahmet Tekin tarafından meali şu şekildedir. 

Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).

Mûsâ’ya seslendiğimiz zaman da Tur’un (dağın) yamacında değildin. Fakat, Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılar, peygamberler gelen toplumları uyarman için, orada geçenleri sana bildirdik. Ola ki, düşünüp öğüt alırlar.

Secde s. 3. ayetinin ahmet Tekin tarafından yapılan meali şöyledir.

"Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), bel huvel hakku min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne)."

Yoksa onu:
'Muhammed uydurdu' mu, diyorlar. Hayır! O, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan birçok uyarıcılar gelmiş toplumları senin de uyarman için, Rabbin tarafından gönderilen gerekçeli, hikmete dayalı, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek hak bir kitaptır. Ola ki, onların doğru yolu tercih etmelerine vesile olur.
    
Yasin s. 6. ayetinin Ahmet Tekin tarafından yapılan şöyledir. 

"Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne)."

Ataları sorumluluk hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılan, kısa sürede imandan ve şer’i hükümlerden habersiz hale gelen milletleri uyarman için indirilmiştir.

Bu ayetlerde kur'an bütünlüğüne uymadan yapılmış olduğunu iddia ettiğimiz nokta,birçok mealde yapılmış olan " babaları uyarılmamış" şeklindeki mealin aksine olarak yapılmış olan "uyarılmış" şeklinde yapılan mealdir. Sayın Ahmet Tekin,bu şekilde bir meal yapma gerekçesini arapça gramer kaideleri üzerinden müdafaa edebilir "ma" edatını kullanma tercihine saygı duymakla beraber yaptığı bu mealin kur'anın diğer ayetlerine de mutabık olma şartını gözetmesi gerekirdi. şöyleki.... 

Sebe s. 44. ayetine verdiği meal ile diğer ayetlere verdiği mealin çakıştığını ve çelişki arzettiğini görmüş olsaydı kasas s. 46 ,secde s.3 ve yasin s. 6 ayetlerine verdiği bu mealleri terkedip herkesin yaptığı şekilde bir meal zorunda kalacağını görürdü. 

Sebe s. 44. ayetine Ahmet Tekin tarafından meal şöyledir. 

 "Ve mâ âteynâhum min kutubin yedrusûnehâ ve mâ erselnâ ileyhim kableke min nezîr(nezîrin)"

Halbuki biz onlara, okuduklarında, içinde Kur’ân’ın ve senin aleyhine deliller bulabilecekleri kitaplar vermediğimiz gibi, senden önce onlara özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan bir uyarıcı da göndermemiştik.

Kur'anı sayın Ahmet Tekin tarafından yapılmış olan bir meali okuyarak öğrenen bir kişi bu ayetlerdeki yapılan meali görünce ilk olarak verceği tepki kur'anda çelişkili ayetler olabileceği yolundadır, ancak pek az kişi belkide yapılan bu çelişkili meallerin meal yapıcısından kaynaklanan bir hata olduğunu düşünecektir. Çünkü , kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6 ayetlerinde "uyarıcı gönderilmiş" şeklinde bir meale karşı sebe . s 44. ayetinde "uyarıcı gönderilmemiş"şeklinde bir meali görmekteyiz. Bunu okuyan birisi haklı olarak "kur'anda bir ayette böyle diğer ayette böyle diyor" diyerek çelişkiyi görecektir.   


[035.042]  Onlar, Allah kendilerine uyarıcı gönderdiği taktirde herhangi bir milletten daha sıkı biçimde doğru yola bağlanacaklarına dair kesin bir dille Allah adına yemin etm1şlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bu olay nefretlerini arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
[006.156-157] «Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi, biz ise onların ders gördüklerinden habersizlerdik» dememeniz,Ya da: «Kitab bize de indirilseydi, şüphesiz onlardan daha çok doğru yolda olurduk» dememeniz (için) işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayandan ve (insanları) ondan alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu 'engelleme ve çevirmelerinden' dolayı pek çetin bir azabla karşılık vereceğiz.
[037.168-169] Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı;Biz de elbet Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları olurduk.
[062.002]  Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[003.164]  Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
[043.021] Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de ona mı bağlanıyorlar?

Yukarda vermiş olduğumuz ayet mealleri , mekkelilere daha önceden herhangi bir uyarıcı elçi ve kitab gelmediğine dair örnek olabilecek ayetlerdir.  

[021.007]  Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[016.043]  Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamlar gönderdik. Öyleyse bilmiyorsanız zikir ehline sorun.

Yukarıda mealleri verilen enbiya s. 7 ve nahl s. 43. ayetlerinde sorulması istenen "zikr ehli" kendilerine daha önce kitab ve elçi gönderilmiş olan israiloğullarıdır, eğer mekkelilere daha önce elçi ve kitab gönderilmiş olsaydı neden zikr ehline sorun denilsin ?

Kur'an çelişkisiz bir kitap olduğuna göre çelişki kur'an bütünlüğü gözetilmeyerek yapılan meallerdedir. "ma" edatında gramer kuralları ile ilgili olarak yapılan yanlış tercih bu şekilde bir çelişkili meal doğurmuştur. "ma" edatını ismi mevsul olarak değil olumsuzluk "ma" sı şeklinde bir tercihte bulunsaydı secde s. 3, yasin s. 6 ve sebe s. 44 . ayetlerinin birbiri ile bir bütünlük sağladığını görürdü. Şimdi bu ayetler ile yapılan ve birçok meal yapıcısınında tercih ettiği meali görelim.  

-----kasas s.46 -Musa'ya) seslendiğimiz zaman sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak, kendilerine senden önce bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarasın diye (gönderildin). Umulur ki düşünürler.
-----secde s. 3-Yoksa onlar: "Bunu uydurdu" mu diyorlar? Hayır; o, Rabbinden olan bir haktır; senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için (onu sana indirdik). Umulur ki hidayet bulurlar.
-----yasin s. 6-Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).
-----sebe s. 44-Oysa biz onlara ders alacakları kitaplar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı da göndermemiştik.

Dikkat edileceği üzere bu 4 ayet meali aynı doğrultuda ve birbirleri ile bir uyum arzetmektedir.

Sonuç olarak, kur'an meali hazırlamak için yola çıkan birisinin sadece arap dili bilgisinin yeterli olmadığı , hatta arap dili bilgisinden önce kur'an bilgisine hakim olması gerektiği açıktır. Bu bilgi eksikliği neticesinde yapılan herhangi bir meal aynı konu ilgili diğer kur'an ayetleri çelişki arzedebilir ve bu meali okuyarak kur'anı anlamak durumunda olan bir kişi için kafasında kur'an hakkında olumsuz düşünceler doğabilir. Burada kur'an mealini okumak durumunda olan kişilere bazı tavsiyelerimiz olacaktır. Öncelikle okuduğu mealin, kur'anın birisi tarafından yapılmış olan çevirisi olduğunu unutmamalı ve bazı yanlışlıklar olabileceğini hatırdan çıkarmamalı, tek bir meale bağlı kalarak kur'an okumamalı ve kendiside kur'an bütünlüğüne hakim olmalıdır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Eyyub as Kıssası ve Hile-i Şer'iyye

Eyyub as kıssası kur'anda, enbiya ve sad surelerinde kısa ayetlerle geçmesine rağmen, kıssaları israiliyyat ile süsleme sanatı bakımından çok güzel örneklerle dolu olan dikkat çekici bir kıssadır. Kur'an kıssalarını anlama metodu olarak başvurduğumuz metod olan,kıssaları "sadece kur'an" ile anlama yolu ile bu kıssanın bizlere nasıl bir mesaj içerdiğini anlamaya gayret edeceğiz. Öncelikle kur'an kıssalarını "sadece kur'an" ile neden anlaşılması gerektiğini yine kur'andan birkaç örnek ayetle verelim.  

-----011.049 İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.
----- 012.003 Biz sana bu Kuran'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Doğrusu, senin bundan önce hiç haberin yoktu.
-----012.102İşte bu gayb haberlerindendir ki sana onu vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin.
-----028.045 Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat o haberleri sana gönderen Biziz.

Bu ve benzer ayetler muhammed sav in kıssalar hakkındaki bilgisinin daha önce olmadığı yolundaki bilgileri içermesine rağmen bu ayetler görmezlikten gelinerek sayfalar dolusu kur'an harici bilgiler "hadis" adı altında muhammed sav e iftira edilerek uydurulmuştur. İFTİRA sözünü bilerek ve özellikle kullandığımızı belirtmek isterim şöyleki ,
-----029.048Sen daha önce bir kitabtan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi.
mealindeki ayet muhammed sav in bilgi sınırlarının kendisine indirilen kitap ile sınurlı olduğunu bir nevi red etmektir. Bu kısa girişten sonra eyyub as ın kıssasının anlatıldığı ayetleri görelim.   
----- 021.083Eyyüb'u da. Zira: «Bana bu hastalık mübtela oldu; Sen merhametlilerin en merhametlisisin.» diye Rabbine dua etti.
-----021.084Biz de duasını kabul ettik; hemen kendisindeki sıkıntıyı giderdik. Tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir uyarı olmak üzere ona ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha verdik!
                                         *********************
-----038.041 Kulumuz Eyyub'u da an; Rabbine: «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» diye seslenmişti.
-----038.042 «Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su» dedik.
-----038.043 Katımızdan bir rahmet, akıl sahipleri için de bir öğüt olmak üzere ona, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini lutfettik.
-----038.044 Bir de al bir demet elinle de vur onunla hânis olma, hakıkat biz onu sabırlı bulduk, ne güzel kul, hakıkaten o bir evvabdır.

Eyyub as ın kur'anda anlatılan kıssasının ayet mealleri bu kadar olmasına rağmen bu ayetlerle desteklenmeyen rivayetler özellikle sad suresindeki anlatılan kıssasında mevcuttur. Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin ortak vasıflarından birisinin "üsvei hasene" yani "en güzel örnek" olduğu düşünülecek olursa bu kıssayıda  bu açıdan anlamak gerekmektedir. Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere eyyub as başta hastalık olmak üzere sıkıntılara düçar olan bir elçidir. Eyyub as ın başına gelen bu musibetler potansiyel olarak her insanın başına gelebilecek olan bir durumdur, kıssaların ibret alınası anlatımlar olduğunu unutmadan bu kıssanında , herhangi bir insanın başına gelecek olan musibete karşı ümitsizliğe düşmeden rabbine sığınması , sadece sözle değil sebeblerede tevessül etmesi gerektiği vurgulanmaktadır.   

Kur'an bizlere insanın başına gelen sıkıntılara karşı olan davranışı hakkında şu şekilde bilgiler vermektedir.   

-----011.009-11 And olsun ki, insana nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz bir nanköre döner.Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak, «Musibetler başımdan gitti» der; doğrusu o, şımarıp böbürlenen biridir.Bunların dışında, sabredip iyi işler işleyen kimseler, işte onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.
-----030.033-34İnsanların başına bir sıkıntı gelince, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir gurup yine Rablerine ortak koşuyorlar.   Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefa sürün; ama yakında bileceksiniz!
-----039.008 İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. (Ey Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!
-----039.049 İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman: «Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir» der. Hayır; o bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.
-----041.049-50-51İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir. Başına gelen sıkıntıdan sonra, kendisine katımızdan bir rahmet tattırsak: «Bu benim hakkımdır; kıyametin kopacağını sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem, O'nun katında and olsun ki, benim için daha güzel şeyler vardır» der. İnkar edenlere, işlediklerini, and olsun ki bildireceğiz. Onlara and olsun ki çetin bir azap tattıracağız.İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirerek yan çizer; başına bir kötülük gelince uzun uzun yalvarır.

İnsanın başına gelen herhangi bir sıkıntıda rabbine yöneldiği ancak bu sıkıntıdan kurtulduğu an nankörlüğe devam ettiği yönündeki ayet mealleri bizlere insanın nankör yönünü hatırlatarak doğru olan davranışın bu olmadığı eyyub as ın kıssasında örneklendirilerek yaşanmış bir durum olarak bizlere anlatılmaktadır.     

Hal böyle iken eyyub as ın sad suresinde anlatılan kıssasına baktığımız zaman kıssa asıl mesajından saptırılarak "şer'i hile" kavramı geliştirilerek bazılarının yaptığı dalaverelere dayanak haline getirilmiştir. Sad suresinde anlatılan kıssa ile ile ilgili olarak tefsirlere baktığımız zaman ortak olarak şu açıklamalar gözümüze çarpmaktadır. Eyyub as karısını dövmek için yemin eder ve bu yeminini tutması için bitki demetinden oluşan bir şeyle ona vurması emredilmkete ve böylelikle yeminini yerine getirmiş olacağı bununda şer'i bir hile öğretimi olduğu kanısına varılmıştır.  

Ayete bakıldığı zaman eyyub as ın karısı ile ilgili herhangi bir bilgi mevcut olmamasına rağmen bu bilgi "parantez içi tahrif metodu" ile ayete konulmuştur. 44. ayetteki , "dığsen" kelimesinin anlamı, "yaş ile kurusu birbirine karışmış bir demet ot"anlamındadır. 42. ayette "ayağını yere vur yıkanacak ve içcek soğuk su" sözlerinden hastalıktan kuturlma yolu öğretilmektedir. Yani bir kul hastalık vs gibi sıkıntılara garkolduğu zaman yapması gerekn sadece elini açıp yalvarmak değil sebeblere tevessül ederek çare aramaktır. Kavli dua ile fiili duanın müşterek olarak yapılması mesajı ve sıkıntıdan kurtulduğu zamanda o şifayı verenin unutulmaması öğütlenmektedir.   

Sad suresindeki kıssada enbiya suresinde olmayan bir kısım vardırki oda şu kısımdır. "Şeytan bana yorgunluk ve azap verdi" mealindeki bu kısımda eyyub as ın hastalığında şeytanın rolu nedir? sorusu akla gelmektedir. Bunun cevabı ise şeytanın eyyub as a hastalığı bulaştırması olarak değil eyyub as ın hasta olması dolayısı ile ona ümitsizlik ve vesvese vermeye çalışmasıdır. Araf suresi 201. ayeti şeytanın onları mess etmesine(dokunmasına) karşı nasıl davrandıkları anlatılmakta olup eyyub as ın da bu şekilde davrandığı canlı bir örnek olarak bizlere sunulmaktadır. "Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler."

Şimdi gelelim kıssada istismar edilen yemin konusuna, öncelikle 44. ayetteki "la tahnes" kelimesinin ne anlama geldiğine bakalım. "hanise" kelimesi lügatta, yeminini yerine getirememek, yeminini bozmak,haktan batıla meyletmek anlamına gelmektedir(el mevarid) . "la tahnes" kelimesinin haktan batıla meyletmek anlamında alırsak ayetin anlamı "haktan batıla meyletme" şeklinde bir emir olur bu şekilde kullanım vakıa s 46. ayette mevcuttur ve aynı zamanda bu kelime kur'anda sadece sad 44 ve vakıa 46. ayetlerinde kullanılmaktadır vakıa suresinde " ve kanu yusirrune alel hınsilazim" (Büyük günahda ısrar ediyorlardı;) şeklinde olup sad 44 ayetindede bu anlama kullanmak mümkündür ve eyyub as a "haktan batıla meyletme veya büyük günahta ısrar etme" şekilde bir emir olması mümkündür. "Bir elçi büyük günah işlermiki böyle bir emir neden verilmiş olsun" şeklinde sorulması muhtemel bir soruya da kur'anın çeşitli ayetlerindeki "040.055 Sabret, Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Suçunun bağışlanmasını dile; Rabbini akşam, sabah, överek tesbih et." , "047.019 Bil ki, Allah'tan başka tanrı yoktur; kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile. Allah, gezip dolaştığınız ve duracağınız yerleri bilir." gibi ayetleri örnek verebiliriz, yani bir elçinin tevbe etmesi için illaki günah işlemesi gerekmez.   

"la tahnes" kelimesini eğer bütün meallerde olduğu gibi " yeminini bozma" şeklinde bir emir olarak ve bu emirin yerine getirilmesi için bir şer'i hile şeklinde bir ruhsat verilmiş olduğunu anlayacak olursak bazı problemler çıkmaktadır. Öncelikle kur'anda yemin konusu ile ilgili ayetlerin mealllerini verip  yemin konusunda ne gibi emirler olduğunu görelim.  

----- 002.225Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalblerinizin kasdettiği yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, Halim'dir.
-----066.002 Allah size yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır. Allah sizin sahibinizdir. O bilendir, hikmetle yönetendir.
-----005.089Allah size rasgele yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesap sorar. Yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allah size böylece ayetlerini açıklıyor.

Tahrim s. 2 . ayetine baktığımız zaman yeminlerin çözülmesinin meşru kılınması, maide 89. ayetine baktığımız zaman çözülen yeminler için ödenmesi gereken kefaret anlatılmaktadır. Dinden kendisine buyurulanların kendisinden öncekilerede buyurulduğunu bildiren rabbimizin ( şura s. 13) bu buyruğu çerçevesinde eyyub as  için meal ve tefsirlerde anlatılan şer'i hilenin neden öğretildiği sorusunun cevabını kur'an çerçevesinde vermek imkansızdır. Çünkü Allah cc yeminlerin bozulmasını belli şarta bağlamış ve kefaret ile bunun meşru olduğunu bildirmiştir, aynı durum eyyub as  için neden geçerli olmasın?    

Sonuç olarak, eyyub as ın kıssası tefsirlerde kur'an harici bilgi kirliliği olan israilayyat ile doldurulmuştur. Kıssadaki ana mesaj, sıkıntılar karşısında Allaha yönelen insanoğlunun bu sıkıntısının giderilmesi ile eski küfrüne dönmesine karşın eyyub as ın şahsında, hastalık ve sıkıntılar  ile imtihan olan bir insanın bu sıkıntılarını gidermesi için rabbine yönelmesi ve bu sıkıntısının giderilmesi sonucunda diğer insanların aksine bu sıkıntısının giderilmesinden sonra haktan sapmaması emredilmekte ve bu emrin gereğini yerine getiren eyyub as ın ne şekilde mükafatlandırıldığı anlatılmaktadır.   

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

28 Ekim 2012 Pazar

İhsan Hoca'nın Kurban Ayetleri Haritası

İhsan eliaçık hoca kurban bayramı münasebetiyle "adilmedya.com" adlı sitede "kur'anda kurban ayetleri haritası" başlığıyla bir yazı kaleme almış ve bazı ayetlerin yanlış meallendiriliğini , doğrusunun bu şekilde olması gerektiğini öne sürerek yanlış meali ve doğru meali ve tefsirini yaparak bir yazı kaleme almış ve şunları yazmış. Yazının başında , "Doğrular ve yanlışlar kendi araştırma ve bilgilerime göredir" diyerek bir giriş yapması takdire şayandır.  

Yazısına kevser s. 2. ayetinin mealini vererek şunları yazmış. 

"YANLIŞ: “O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser; 5)
DOĞRU: “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs ger/diren” (Kevser;5).
Tefsiri: Sana “Böyle giderse her şeyden mahrum kalacak. Kendi kendini mahvediyor. Kendine yazık ediyor. Putları tanımamakla, Kureyş geleneklerine ve kurulu düzenine karşı çıkmakla toplumda bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek.” diyorlar. Oysa yakında görecekler kimin sönüp gideceğini/ebter olacağını. Bunun için sen Allah’a yönel/destek iste (salât et) ve saldırılara göğsünü siper et/diren (nahr yap). O zaman göreceksin sönüp gitmek bir yana, destek ve nimet (kevser) asıl sana yağacak…
Görüldüğü gibi ayet namaz kılmak ve kurban kesmekle ilgili değil." demiş  

İhsan hoca klasik meallerdeki "venhar" yani "kurban kes" emrinin yanlış olduğunu iddia ederek kendi araştırma ve bilgisine göre doğru olan meali ve tefsirini yapmış.Kur'anın arapça olarak indirildiği ve bu dilin kelimeleri üzerinden kur'anı anlamak durumunda olduğumuz hatırdan çıkarılmaması gerektiği bir gerçektir.Arap dilinde "venhar" denildiği zaman ne anlama geldiği konusunda "el müfredat" şunları yazar.  
--ENNAHRU- göğüste gerdanlık yeri 
--NAHRATUHU- onun gerdanlık yerine vurdum yada dokundum( devenin göğsünün yukarısında nefes borusunun göründüğü yer olan "nahru" yada "menhar" a bıçak sokmak anlamına gelen )NAHRULBAİRU kullanımı buradan gelir. 
Abdullahın okuyuşunda bakara s. 71. ayeti "feneharuha vema kadu yef'alune" şeklinde söylenmiştir.  
--İNTEHARU ALA KEZA-bir topluluk birbirileriyle savaştılar. Bu kullanımda , devenin nahr'ine bıçak sokulmasına benzetme yapılmıştır.  
--NAHRUŞŞEHRİ-NAHİRUŞŞEHRİ- aybaşı (ayın ilk günü) şöyle denmiştir, ayın son günü anlamındadır. Bu kullanımda sanki onun öncesini boğazladığı söylenmek istenir. 
--FESALLİ Lİ RABBİKE VENHAR- bu iki rüknün namazın ve kurban kesiminin gözetilmesine yönelik bir teşviktir.Zira bu her dinde vaciptir. 
a) bir görüşe göre bu " elin göğsündeki gerdanlık yerine konmasına yönelik bir emirdir.
b) bir görüşe göre ise" şehveti,arzuyu zapt ederek nefsi öldürmeye yönelik bir teşviktir denmiştir.  
--ENNAHRİRU- bir nesneyi bilen, ve onda usta veya mahir.
                             
İhsan hoca ayetin namaz ve kurban kesmekle alakalı olmadığını iddia ederek kendi araştırma ve bildigini ortay koymuştur. Nuzül öncesi "salat" ve hayvanları kesmek suretiyle yapılan ibadetlerin mevcudiyeti bilinen bir gerçektir. Maun s. de " vay o salat edenlerin haline" denilerek , yine enfal s. 35 de "  onların beyt yanındaki salatları ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir" denilerek yada "üzerlerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin" denilerek bu ibadetlerin olması gereken tevhidi boyutu göz ardı edilerek şirk inancı haline getirildiğini kur'an bizlere haber vermektedir. Bu arkaplan dairesinde okunan kevser s. 2. ayetini bu şirk karıştırılan (salat ve kurban) ibadetlerinin tevhidi boyuta taşınmalarının emredilmesini anlamanın yanlışlığı nerededir?.İhsan hoca yanlış demenin yerine "ben bunu anladım" deseydi daha şık olabilirdi.   
 
                             ****************************

Yazı saffat s. geçen ibrahim ve oğlu ismail arasındaki kıssa ile ilgili ayetlerle devam ediyor ve şunu diyor ihsan hoca.


"YANLIŞ: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat; 107)
DOĞRU: “Biz onu büyük bir kazaya uğramaktan kurtardık” (Saffat; 107).
Tefsiri: Hz. İbrahim bir rüyasında oğlunu boğazlıyor görmüştü. Durumu oğluna açınca o da 'sana söyleneni yap' dedi. Oğlunu kendi çağında çokça yapılanlar gibi ‘kurban’ etmek istedi fakat Allah ona seslenerek onu bu işten vazgeçirdi. Böylece kendisi büyük bir kaza yapmaktan, oğlu da büyük bir kazaya uğramaktan kurtarıldı. Veya ona büyük baş bir kurbanlık fidyesi verilerek kurtarıldı. Böylece insanlık tarihinde çok büyük bir adım atılmış oldu. İnsan kurbanları çağı kapandı.
Ayette geçen “zibh” kelimesi Arapça’da kaze zede, kazaya uğramak (zebîha) anlamına da geliyor. Böyle bir tefsir de mümkündür. Bu durumda fidye kelimesi de kurtarmalık bedeli manasına geliyor. Burada fidye, İbrahim’in oğlunun canı oluyor." demiş  

Yaptığı tefsirde "zibh" kelimesine "kazazede ve kazaya uğramak" anlamını hangi sözlükten çıkardığını bilememekle beraber "zebeha" kelimesinin hayvanı boğazlamak gibi bir temel anlamı olduğunu neden görmek istemediğini anlamakta zorlandığımızı söyleyebilirim. saffat s. 107. ayetinin daha doğrusu olduğunu düşündüğümüz "Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik" mealine göre ihsan hocanın yanlış dediği mealde kendisinin doğru dediği mealde yanlıştır.Tefsirini yanlış olduğunu düşündüğü meal üzerinden yapması onun bir çelişkisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

                                 ****************************************


YANLIŞ: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allahın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac: 28)
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allahın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)
Tefsiri: Eski çağlarda tapınak kamu alanı demekti. Tâ Sümerlerde bile vardır. İnsanlar ihtiyaç fazlası ne varsa (hayvan, buğday, un, elbise, altın, gümüş) tapınağa getirirdi. Hayvanların üzerine “Tanrı malı” diye isim yazılırdı. Mesela un torbası ise onun da üzerine bu isim yazılırdı ve o artık kamu malı olurdu. Hatta matematikteki rakamlar tapınağa getirilen ve kamu malı (tanrı malı) olduğu seçilsin diye hayvanların ve torbaların üzerine atılan çizik ve çeltiklerden doğmuştu.
İşte bunlar kamuya (Tanrı’ya) adanmış mallardı. Orada ihtiyaç sahiplerine dağıtmak için toplanmaktaydı. Oraya gelen ihtiyaç sahiplerine (yoksullar, garibanlar, kimsesizlere) eşit bir şekilde dağıtılırdı. Bu arada uzaktan gelenler olduğu için onlara ikram maksadıyla bazıları da kesilirdi. “Yiyin” denmesi de bundandır.
Görülüyor ki Kur’an eski çağlardan beri gelen ve tapınağı “kamu alanı” olarak gören anlayışı sürdürmekte ve Kabe civarını bir toplanma, kaynaşma, yakınlaşma ve paylaşma merkezi olarak değerlendirmektir.
Yukarıdaki ilk meallendirmede parantez içinde yazılan ‘kurbanlık’, ‘onları kurban ederken’ ifadeleri Kur’an’ın Arapça orijinalinde yok.demiş.   

İhsan hocanın yanlış dediği meal ile doğru dediği meal arasında parantezler haricinde bir farkı yok. Orjinalinde olmadığı için parantez içine alınan kelimeler ayetin orjinaline uygun olarak yapılmış parantezlerdir.    
 
                                ******************************  

YANLIŞ: “Bu böyle. Her kim de Allahın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır. “ (Hac; 32)
DOĞRU: “Bu böyledir. Her kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse, kalbinde sakınma duygusu/Allah bilinci var demektir.” (Hac; 32).
Tefsiri: Burada da ilk meallendirmede geçen parantez içindeki ‘kurbanlıklarını’ ifadesi orijinal Arapça metinde yine yok. “Allah’ın şiarları” kavramı kurbanlıklar diye yorumlanarak metne dahil edilmiş. Oysa “şiar”ın ne olduğu tefsirde açıklanmalıydı. Biz açıklamışız: Şiar Sözlükte “fark etmek, hissetmek, duyumsamak” demektir.  Fark etmek, hissetmek, duymak (şu’ûr), duyuru (iş’âr), bilinç altı (tahte’ş-şuûr), slogan, amblem, sembol, simge (şi’âr), şiarlar, semboller, simgeler (şeâir), mani, halk ezgisi (şi’run şa’biyyu), saç, kıl, tüy (ş’ar), duygu, şuur, bilinç, sansasyon (şuûr), duygu, his (meş’ar), şiir okumak (şi’ran) kelimeleri bu köktendir… Demek ki şiarlar, şuûrun (bilincin) yansımalarıdır. Bunlar bir yapıya, binaya, yeryüzüne dikilmiş bir anıta nispet edilince bir şuurun, bir bilincin, bir fark ediş, hissediş ve duyuşun sembollerine dönüşürler. Bu anlamda örneğin Kâbe, Allah’ın bir şiarı, sembolüdür. İman edenlerin kalbinde bu yapının çok farklı bir anlamı ve önemi vardır. Aynı şekilde Safa, Merve, Say, Tavaf, Meş’ari Haram, Mina, Müzdelife vs. bütün bunlar Allah’ın şiarlarıdır ve sembolik derin anlamları vardır. Her kim bunlara gereken saygıyı gösterir, bunların mana ve önemini kavrarsa kalbinde bir bilinç, bir şuur, bir duygu ve hissiyat taşıyor demektir. İşin şuurunda, bilincinde demektir. Başkaları için bunlar sıradan binalar, taşlar ve hareketler olarak görünebilir. Ama iman edenlerin kalplerinin derinliklerinde bir şuurun veya bilincin ifadesi olarak yaşarlar. Ayette kastedilen de budur.demiş

Buradada ihsan hoca "kurbanlıklar" şeklinde parantez içine alınan kelimenin orjinal metinde olmadığını ileri sürerek işine geldiğinde "metne sadakat" işine gelmedimi "metine yorum" şeklindeki bir çalışmanın örneğini vermekte. Burada şunu söylemek isterizki kur'an meallerinde yapılan hatalar bir gerçektir, yapılan hiçbir meal hatadan beri değildir ancak parantez içine alınan kelimeler affedilmez hatalar değildir.   

                     ************************************  
 

"YANLIŞ: “Sizin için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)’dir.” (Hacc; 33)
DOĞRU: “Sizin için onlarda belli bir süreye kadar faydalar vardır. Dahası onlar yeryüzünün en eski anıtının anlamını açıklarlar.” (Hacc; 33).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu seferde ayette geçen “mahill” ifadesi “kurbanlık” olarak çevirilmiş. Parantez içinde kurbanlık kelimesini sokuşturmak yetmiyormuş gibi “şiar”, “mahill”, ileride gelecek “nüsuk”, “hedy”, “behimetu’l-en’am” hepsi de dümdüz edilerek “kurbanlık” olmuş (!).
Bu ayette geçen “mahill” sözlükte “çözmek, açmak, indirmek” kökünden gelir. Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir. Çözmek, açmak, analiz etmek, tahlil etmek (tahlîl), yer tutmak, bir yere indirme yapmak, bir yeri istila etmek, işgal etmek (ihtilâl), meşru saymak, kendisine helal etmesini istemek (istihlâl), çöküntü, çözülme, dejenerasyon (inhilâl),   formül, çözüm, çare (hall), çözülmüş, serbest kılınmış, meşru (helâl) işgal edilmiş, işgal altında (muhtell), yer, mekan (muhill), semt, bölge (mahalle), bölgesel, yöresel (mahallî) kelimeleri bu köktendir… Yukarıdaki ayette şeâirillah (Allah’ın şiarları) denmesi haccın tüm imge, simge ve sembolleri manasında kullanıldığını göstermektedir. Nitekim bazı müfessirler bu manada yorumlamışlardır (Razi). Bu durumda ayette geçen mahill kelimesi “Kurban kesme yeri” değil, “Açıklama, açıklığa kavuşturma yeri” anlamına gelir. Bu durumda mana; “İman edenlerin kalplerinde apayrı bir anlam ve önemi olan Allah’ın şiarları yani Kabe, Tavaf, Arafat, Safa, Merve, Müzdelife vb. haccın sembolik eylem ve nüsukları (ritüelleri), yeryüzündeki en eski beytin (beyt-i atik) ne anlama geldiğini, mana ve önemini açıklar” şeklinde olur." demiş.   

İhsan hoca, yanlış olduğunu iddia ettiği ayetin metnindeki "mahill" kelimesinin "kurbanlık" olarak çevrildiğini iddia etmekte,"kurbanlık olarak" kelimesi parantez içine alınması daha doğru olurdu, "mahill" kelimesinin "varacakları yer" olarak çevrilmiş olmasınıda ihsan hoca yanlış olarak görmekte ancak çeviri doğrudur.Tefsirinde 33. ayetin meali ile ilgili olarak
"Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir."demesine ve  o yaptığı mealin daha doğru olmasına karşın "metne sadakat" prensibini es geçip " metine yorum" taktiğini işletmiştir. 33. ayet , belirli bir zamana kadar insanlara menfaatleri olan kurbanlık hayvanların,bu menfaatlerinin kurban yerine yani mahalline varıncaya kadar devam edeceği ve orada son bularak onların kesileceğini belirtir.   

                        ******************************************  

"YANLIŞ: “Her ümmet için, Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc: 34)
DOĞRU: “Biz her ümmet için imge/simge/ritüel belirledik (mensek). Ki rızık olarak verdiğimiz hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar. Hepinizin ilahı bir tek ilahtır. O’na teslimiyet gösterin. Kalbi temiz olanları müjdele” (Hacc: 34).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu ayette de “mensek” kelimesi ‘kurban kesmek’ olmuş. Halbuki mensek nusuk kökünden gelir ve menâsik olarak tüm hacc ritüel ve sembollerini ifade eder. Şu ayet daha açıklayıcıdır: Biz her ümmet için sembolik hareketlerden oluşan ritüeller belirledik.” (menseken hum nâsikuhu). Buna diğer bazı mealler “ibadet tarzı”, “ibadet yolu” da demiş ki nispeten doğrudur. Bu durumda “Her ümmet için” diyerek genellendiği için sadece hacc menâsiki (tavaf, sa’y, arafatta vakfe, Safa, Merve, müzdelife) değil; dinin içindeki tüm tekrarlanan imgeleri/simgeleri/sembolik hareketleri kapsar: Kıyam, ruku, secde, oruç vb.
Rızık olarak verilen “hayvanların üzerine Allah’ın ismini anmak” ise yukarıda geçtiği gibidir. Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor.
Kabe’ye ihtiyacı olanların alması için getirilen hayvanlar üzerlerine Allah’ın ismi anılmakla (yazılmakla, mühür vurulmakla) “Allah’ın malı” (kamu/herkese ait) oluyorlar ve illa kesilmeleri de gerekmiyor. Canlı canlı da infak edilebiliyor. Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor. Tarım ve hayvancılık toplumu; bir yoksul bir deveye sahip olmakla, iki çift öküz almakla icabında yoksulluktan bile kurtulabiliyor." demiş   


"Mensek" kelimesinin zamanlı ve mekanlı ibadetler anlamına uygun olmadan bir meal verilmiş olması konusunda ihsah hocaya katılmaktayız. Tefsiri olarak yaptığı açıklamadaki"
Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor."cümlesi yine kendi yapmış olduğu
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allahın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)şeklindeki meal ile çelişki  arzetmektedir. Son cümlesindeki
"Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor."sözü ibadetleri sulandırma yarışında zekeriya beyaz ile bir yarış içine girme hazırlığı olarak değerlendirebilir.   

                           ***************************************** 

YANLIŞ: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allahın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allahın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hacc: 36)
DOĞRU: “Cüsseli hayvanları da sizin için Allahın şiarlarından kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf halinde yan yana dizildiklerinde üzerlerine Allahın adını anın. Nihayet onlardan yiyin, istemeyen yoksulu da istemek zorunda kalan yoksulu da doyurun. Böylece onları sizin hizmetinize verdik. Umulur ki şükredesiniz.” (Hacc: 36).
Tefsiri: Bu ayetler Kabe etrafında müşrikler tarafından kurulan, cüsseli (büyükbaş) hayvan, deve, koyun ve her tür ekin ürünlerinin “iç edilmesi” üzerine kurulu düzene karşı söyleniyor. Çünkü onlar Kabe’ye getirilen hediye (hedy) hayvanlarına ve ekin ürünlerine el koyuyor, yoksullara gitmesine engel oluyor ve ihtiyaç sahipleri arasında eşitçe dağıtılmasına yasaklar getiriyorlardı. Kur’an’daki tabirle “yerli yabancı herkesin eşit hakka sahip olduğu” Mescid-i haramdan insanları alıkoyuyorlardı. (Hacc: 25). 

En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela bir yerde şöyle denir:
“Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan  ona bir pay ayırdılar ve kendi akıllarınca “Bu Allah için, bu da ortaklarımız için” dediler. Ortakların payı Allah’ın payına geçmez, ama Allah payı ortaklarına geçer; ne berbat bir iş bu!” (En’am; 136)
Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor. Çünkü rivayete göre cahiliye Arapları ekin ve sığırlardan el koydukları ürünleri putlar ve Allah arasında bölüştürürlerdi. “Şu Allah’ın payı şu da tanrılarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıkları payı başkaları için harcarlar, putları için ayırdıkları payı zimmetlerine geçirirlerdi. Putların payından Allah’ın payına bir şey geçerse hemen geri alırlar, Allah’ın payından putlarının payına geçen bir şey olursa, sonuçta bu kendi ceplerine gireceğinden hiç ses etmezler “Allah zengindir putlar fakir, O’ndan bunlara bir şey geçmesinden bir şey olmaz” derlerdi (İbn Abbas). Demek ki cüsseli hayvanlar (el-budne) Kâbe etrafındaki ni’met (en’am) istismarına dayalı bu “hayvan döngüsünü” ifade ediyor.
En’am suresi 135-140 arasında bu döngünün nasıl işlediğini okuyabilirsiniz. Burada esas amaç kurban kesmek değildir. Kabe’ye getirilen hayvanların “çete” tarafından iç edilmesi ve aralarında üleşilmesine karşı onların kamunun/yoksulların hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Bu arada kesilenler varsa -ki bu örfen müstahaptı- onların da sadece etlerinden yenilebileceği (kendine ayırıp biriktirmek yok) gerisinin yine yoksullara dağıtılması gerektiğinin ısrarla vurgulanmasıdır.
Tabi bütün bunlar hacca gidenler için geçerli. Oradaki durum anlatılıyor. Hacca gitmeyenlerin kurban keseceğine dair Kur’an’da en küçük bir ima bile yok.
Kur’an’da sadece mazereti sebebiyle hacca gitmeye niyetlenip de gidemeyenlerin Kabe’ye bir hedy (adanmış hayvan) göndermesi istenir. (Bakara 196). Çünkü ihtiyaçtan fazla olanın oraya gönderilmesi ve orada ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşması istenmektedir. Gönderilecek hayvanın illa kurban olarak kesilmesi gerekmiyor. Hedy hediye kökünden gelir ve canlı bir hayvanın veya bedelinin yoksula bağışlanması manasına gelir. Kabe’ye getirilen “kurbanlık hayvan” demek, “adanmış hayvan” demektir; Allah’a, Kabe’ye, yani kamuya, ihtiyaç sahiplerine adanmış, onlara verilmek üzere getirilmiş canlı hayvan, ekin ürünü vs. demektir. Bu dahi “hacca niyetlenip de gidemeyenler” için geçerlidir.
Sonra yukarıdaki ayetin devamında şöyle denilir: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37)

“Asla” denilerek ulaşmayacağı söylenen et ve kan zaten Araplarca da kesilmekte olan kurbanlardı. Klasik zihin burada kurban kesen kişinin, kurbana bıçağı çalarken içinde taşıdığı takva duygusunun kastedildiği şeklinde anlıyor. Burada kurbana teşvik değil; sakındırma, yapmayın bunu artık, bir anlamı yok vurgusu var.

Ayetin sonundaki cümleden de anlaşılacağı gibi aslolan hayatın içinde güzel ahlak sahibi (muhsinin) olmaktır. Allah sizin kurbanlarına bakmaz, ete, kana, deriye, bağırsağa bakmaz. Bunlar için günahlarınızı affedecek de değildir. İçinizde Allah bilincinden kaynaklanan sakınma duygusu (takva) ile yaşayıp yaşamadığınıza ve ahlakınıza bakar. Açıkça diyor işte: “Asla ulaşmaz” Şu halde neden kesip duruyorsunuz, ulaşmayacak işte. Duymayacak o hayvanların sesini, kan kırmızısı boğazın görüntüsünü, duymayacak!

Ayetin metnindeki "fe iza vecebet cunubuha" kelimesinin meali yanlış olduğunu iddia ettiği mealde yer almasına karşılık kendisinin doğru olduğunu iddia ettiği mealde yer almamasını ihsan hocanın unutkanlığına veriyoruz.   
Enam s. 136. ayeti ile  ilgili vardığı sonuç ve o ayeti hacc ile ilişkilendirmesi ancak ayet hakkındaki yaptığı,
"Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor"şeklindeki yorum ile mümkün olabilir. Ayete dikkat edildiğinde "enam" kelimesinin bu anlama kullanılmadığı aksine "sığırların" "enam" kapsamında olduğuna dair bilgi içermekteyken "metini yorumlama" taktiğini kullanarak "ben yaptım oldu" mantığıyla hareket ederek hacc konusu ile ilgisi olmayan enam s. 135-140 ayetlerini hacc s. deki konu ile ilşkilendirmiştir.
İhsan hocanın,hacc s 37. ayeti ile ilgili söyledikleri , bir ayet ancak bu kadar tahrif edilebilir denilecek cinstendir şöyleki,Allaha ulaşan şeyin kesilen kurbanın eti kanı değil o ibadeti yaparken olması gereken durumdan yani kurban etme eyleminin yapılmasının rabbe karşı olan kulluk bilincinin bir yansıması olması gerektiği vurgulanmasına rağmen ihsan hoca bu ayetten" böyle bir eylemi sakın yapmayın" anlamını çıkartmıştır.Burada takdire şayan olan nokta şudurki ihsan hoca istanbulda kesilen kurbanlardan dolayı boğazın renginin kırmızı olmasından üzüntü duymaktadır hocanın çevreci duyarlılığından ötürü tebrik ederiz.  

                       **********************************************  

Üç yerde daha kurban ile ilgili ayet var. Onları da aktarıp bitiriyorum;
Bakara suresinde İsrailoğullarına “inek kesmeleri” istenir. Bundan maksat Mısır Firavun İmparatorluğu’nun sembolü İnek/Boğa (Bakara) dır. Onunla ilişkinizi tümüyle kesin denmek istenir. (Bakara 67).
Maide suresinde Adem’in iki oğlu kıssası (Kabil-Habil) anlatılır. Kabil haksız yere toprağa çit çevirip özel mülkiyetine geçirir. Onu başkasından saklar. Ondan gelen ürünü Allah kabul etmez. Ama Habil Allah’ın mülkü olarak olarak gördüğü ve kendi emeği ile ekip biçtiği topraktan ürün getirir. Onunki kabul edilir. Buradan Allah’ın mülkünü sahiplenmeyin, kendi emeğinizle geçinin, başkasının (kamunun) hakkını gasbetmeyin, kul hakkı yemekten sakının, Allah sakınanlarınkini (muttaki) kabul eder mesajı verilir. (Maide; 27)
Al-i İmran suresinde Yahudilerin, Hz. Peygamber’i “Kurbanı inkar etmekle” suçladıkları anlatılır. “Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamızı emretti” (Ali-İmran; 183) demektedirler. Onlara göre peygamber kendi bildikleri ve anladıkları tarzda ateşte yanarak kesilen bir kurban (yakmalık sunu) getirmelidir. Muhammed bunu getirmediğine göre kurbanı inkar ediyor demektir. Üstelik bunu onlara Allah böyle söylemiştir. Yakmalık sunu kurbanı apaçık Allah’ın emridir!
Kur’an onlara şöyle cevap verir: “De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?(Ali-İmran; 183).
Cevap çok manidardır.
***
İşte Kur’an’da “kurban” ile ilgili geçen ayetler bunlardır.
Acaba Kur’an’ın ‘kurban haritası’ görünen uygulamalara uyuyor mu?
Ölçün biçin, düşünün.
Benden gözler önüne sermesi…

Yazısının son bölümünde ali imran s. 183. ayetindeki "ateşin yiyeceği bir kurban getirmediği için muhammed sav i kurbanı inkar ettiğini söyleyerek ayetlerini bağlamından kopararak kendi hevasına uygun hale getirmenin örneğini sergilemektedir.   

Sonuç olarak, ihsan hocanın çizdiği harita, o haritayı takip ederek kendisine bir yol arayanları uçuruma sürüklemekten başka bir şeye yaramamaktadır, hacc suresi ayetlerini bağlamına uygun olarak yapılan bir okuma ve anlama çalışmasından ihsan hocanın anladıklarını çıkarmak için çok uğraşmak gerekmektedir. Yapılan mealllerdeki hata ve eksikler üzerinden yola çıkarak bir çalışma yapmasına rağmen kendiside aynı hataları tekrarlamaktan geri durmamaktadır. Yaptığı haritayı izleyerek bulduğunu zannettiği amerika serabında kendisine hayırlı yolculuklar diler kurban bayramını tebrik ederiz.


10 Ekim 2012 Çarşamba

"Allah'a ve Resulune İtaat Edin" Ayetlerini Nasıl Anlamalıyız?

Allah azze ve celle kulu ve elçisi muhammed sav e indirdiği alemler için rahmet ve hidayet olan kitabı, kur'anı kerim deki birçok ayette bizlere "Allah'a ve resulune itaat edin" şeklinde emirler vermektedir (3.132/4.59/5.92/8.46/24.56/47.33/58.13/64.12) . Bu  ayetler üzerinde düşünce üreten insanların bir kısmı bu ayetleri , " Allah'a itaat kitabına itaat, elçisine itaat hadislere itaattır" şeklinde anlayarak müslümanlar arasında telafisi güç fikir ayrılıkları meydana getirmiştir.

Müslümanların tamamı , "Allaha itaat kitabına itaattır" sözü üzerinde herhangi bir ihtilaf içinde olmamışlar , olmalarıda mümkün değildir. Ancak, "resulune itaat hadislere itaattır" düşüncesi üzerinde haklı olarak ihtilaf içindedirler. Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın tahrif ve değişime uğramadan elimizde olduğu muhakkaktır. Onun elçisi muhammed sav in bizlere "hadis" adı altında ulaşan sözlerinin sahih olup olmadığı üzerinde müslümanların tamamının aynı düşüncede olmaması hasebiyle kendilerine gelen bir hadisi bir kısım müslümanlar "sahih" olduğu  gerekçesiyle kabul ederken bir kısım müslümanlar aynı hadisi "sahih olmadığı" gerekçesi ile red etmişlerdir. İslam dünyasının hadisler üzerindeki geçerli olan durumunun özeti kısaca bu haldedir.

Durum böyle iken önlerine gelen herhangi bir  hadisi kendi oluşturdukları yöntemler ile  red edenlerin , "elçiye itaat hadislere itaattır" söylemine göre durumları nedir? sorusu akla gelmektedir. Allah cc bizlere "elçiye itaat edin" emrinden kastının "onun söylemiş olduğu sözlere itaat edin" şeklinde anlayanlara göre bazı hadisleri sahih olmadığı gerekçesi ile kabul etmeyenlerin durumu "elçiye itaat etmemesidir". Elçiye itaat edilmemesinin sonucu kur'ana göre küfür sayıldığı için bir kısım hadisleri sahih olmadığı gerekçesi ile red edenler ile aynı hadisi sahih olduğu gerekçesi ile kabul edenlere göre, o hadisi kabul etmeyenin kafir olduğuna hükmetmeleridir. İşte durum islam dünyasında telafisi güç olan bir yara açmış olup hala kapatılmamakta direnilmektedir.

Kur'anın bir çok ayetinde Allah cc bizlere birlik ve beraberliğin önemini ve gerekliliğini vurgulamasına rağmen, "elçiye itaat hadislere itaattır" iddiasının bir sonucu olarak birine göre sahih olan bir hadisi kabul etmeyen bir kişinin durumu onun kafir olmasını gerektirir . Bu iddianın savunucuları bile bugün "hadis"adı altında elimizde olan sözlerin tamamını sahih olarak görmemekte olup kendi söylemleri ile kendilerini kafir ilan etmektedirler. Bu yaman bir çelişki olup aşılması gereken bir durumdur. Bugün herhangi bir dayanağı olmadan oluşturulmuş olan "ehli sünnet" inancı adı altında yine hiçbir dayanak olmadan üretilmiş olan "4 hak mezhep!!" savunucularının dayandıkları farklı mezhebi görüşlerinin temelleri kendilerine gelen hadisleri kabul veya red ederek oluşturdukları düşüncelerdir. Misal vermek gerekirse şafii mezhebinde namazın ruünlerinden biri olan "ref'ul yedeyn" (ruku' a giderken ve kalkarken elleri kaldrımak) hanefi mezhebinde uygulanmamaktadır. Bu gibi misallere çoğaltmak mümkündür, o zaman şunu sormak gerekmektedir şafiinin mezhebinde resul sav in yaptığı bir sünnet ebu hanifenin mezhebinde uygulanmaması ebu hanifenin bu konuda elçiye itaat etmemesi demektir öyleyse ebu hanifenin durumu nedir? sorusunun cevabı nasıl verilecektir.

Ebu hanifenin hadisler konusundaki düşünceleri bilindiği gibi"hadis ehli" fırkası tarafından şiddetli bir biçimde tenkid edilmiş olup onların sahih olarak kabul ettikleri bazı hadisleri kabul etmemiş olması dolayısı ile kafir olduğu ve tevbeye davet edildiği bir gerçektir. Ebu hanifenin hadis anayışı hakkında kendisinden naklediliği söylenen şu sözler bizler içinde geçerli olmasının gerektiğini düşünmekteyiz.

"“Ebu Hanife: “Eğer bir kimse, ‘Peygamber (a.s.)in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi haksız (cevren) konuşmaz ve Kur’an’a muhalefet etmez’ derse, bu, onun, Peygamber’i tasdik ettiğini ve Peygamberi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Peygamber Kur’an’a muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah Teala, “Eğer Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık, hiç biriniz de onu koruyamazdınız” (Hakka 44-47), sözüne uygun olarak, onu kuvvetle yakalar ve şahdamarını koparırdı. Allah’ın Resûlü, Allah’ın kitabına muhalefet etmez. Allah’ın kitabına muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz… Nebi’den Kur’an’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi red, Peygamber’i red ve onu yalanlama değildir. Bu, ancak, Peygamber’den batıl rivayette bulunan kimseyi reddir. Töhmet bu kimseyedir, Peygamber’e değil. Onun için Peygamber’in söylediği her şey, işitelim, işitmeyelim, başımız gözümüz üstünedir. Buna iman eder, ve Allah’ın Resûlünün söylediğine, olduğu gibi şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki O, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmez. Allah’ın bağladığı bir şeyi koparmaz. Allah’ın nitelediği bir şeyi ona aykırı bir şekilde nitelemez. Şehadet ederiz ki O bütün işlerde Allah’la muvafıktır. Bidat olabilecek hiç bir şey yapmamış, Allah’ın söylediği söze hiç bir şey katmamış ve zorlayıcılardan olmamıştır. Onun için Allah Teala; “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80), buyurmuştur. ( el-Alim 26-27) s.84-85

Resule itaat meselesi müslümanlar arasında telafisi güç ayrılıklar meydana getirmiş olmasına rağmen bu ayrılıkların en aza indirilmesi imkansız değildir. Bu ayrılıkları en aza indirmek için bütün müslümanların üzerinde ihtilaf etmedikleri tek kaynağın yani kur'anın hakemliğine başvurulması gerekmektedir.

Öncelikle kur'anın, muhammed sav e nasıl bir konum verdiği üzerinde fikir birliği sağlanması gerekmektedir.Bir çok kendisine vahyedilen uyması ve kendisininde ben bana vahyedilene uyarım şeklindeki ayetlerden bizler için ölçü olması gerekli olan kıstasın ne olduğu ortaya çıkmaktadır (6.50/7.203/10.15/33.2/38.70/46.9/53.4) kendisine iletilen vahyin doğrultusunda konuşan bir elçinin vefatından yıllar sonra derlenen sözlerinin sahih olup olmadığı yolundaki ortaya konması gereken kıstas yine kur'andan başka bir şey olamaz.

Kur'anın hiçbir ayeti Allah ile elçisini ayırarak "Allah ayrı ,elçisi ayrı hüküm verebilir" dememiştir. Kur'an ayetlerinde "elçiye itaat edin" emri o elçiyi gönderen rabbe yani onun mesajına itaat edin şeklinde anlaşılmak durumundadır. Elçi olmak demek birisinin mesajını birisine ulaştırmak demek olduğuna göre muhammed sav elçi olarak Allah cc den aldığı mesajı kullarına iletmek o mesajları yaşamak zorundadır.   İsa as ın , al-i imran s. 50 . ayetindeki şu sözleri  elçinin görevini açıklaması bakımından önemlidir . "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim.. Artık Allah'tan korkup sakının ve bana itaat edin.» İsa as için geçerli olan bu durum muhammed sav içinde geçerlidir , bir resul Allah cc nin kulları için neyi helal ve haram kıldığını ancak getirdiği ayetle onun kullarına tebliğ eder.

------[004.100]  Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve resulune hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder.
------[048.010]  Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.

Nisa s. 100. ayetinde  Allah'a ve resulune hicret etmenin nasıl olacağı sorusuna Allah ve resulunun arasını ayırarak cevap verecek olursak Allah'a hicret etmenin nasıl olacağı cevabını ne şekilde verebiliriz? . Fetih s. 10. ayetinde resule biat edenlerin Allah'a biat etmiş olacağı,resul ile ahid yapanların Allah ile ahid yapmış sayıldığını görmekteyiz. yine nisa s. nin 80. ayeti Alah ve resule itaat ayetlerinin ne şekilde anlaşılması gerektiğini bizlere öğreten bir ayettir.
-----[004.080]  Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!
Bu ayet bizlere, Allah cc nin kendisine itaat edilmesi amacı ile elçi göndermiş olduğunu ona itaatın resule itaat edilmesi yani ona gönderdiği mesaja itaat edilmesinden geçtiğini bildirmektedir.

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

31 Mayıs 2012 Perşembe

Tevrat'ın Kur'an ile Sağlaması 11 (Mısırdan Çıkış)

Tevrat'ın kur'an ile sağlaması başlıklı yazılarımıza "mısır'dan çıkış" bölümü ile devam ediyoruz. Bundan önceki  "yaratılış" bölümünde , dünyanın yaratılışı, ademin yaratılışı ,nuh, ibrahim,lut ve yusuf as ların kıssalarını kur'andaki anlatılışları ile karşılaştırarak okumaya başlamıştık. Bu bölümde israiloğullarının mısırda zulüm görmesi ve devamında musa as önderliğinde mısırdan çıkışlarıkonu edilmektedir, yaratılış bölümünde olduğu gibi bu bölümdede tevrat ile kur'anda anlatılanları karşılaştırmaya çalışacağız.
1
 --------İsrailliler Mısır'da Baskı Görüyor.
 1 Yakup'la birlikte aileleriyle Mısır'a giden İsrailoğulları'nın adları şunlardır: 2 Ruben, Şimon, Levi, Yahuda, 3 İssakar, Zevulun, Benyamin, 4 Dan, Naftali, Gad, Aşer. 5 Yakup'un soyundan gelenler toplam yetmiş kişiydi. Yusuf zaten Mısır'daydı.
6 Zamanla Yusuf, kardeşleri ve o kuşağın hepsi öldü. 7 Ama soyları arttı; üreyip çoğaldılar, gittikçe büyüdüler, ülke onlarla dolup taştı.
8 Sonra Yusuf hakkında bilgisi olmayan yeni bir kral Mısır'da tahta çıktı. 9 Halkına, “Bakın, İsrailliler sayıca bizden daha çok” dedi, 10 “Gelin, onlara karşı aklımızı kullanalım, yoksa daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi terk ederler.”
11 Böylece Mısırlılar İsrailliler'in başına onları ağır işlere koşacak angaryacılar atadılar. İsrailliler firavun için Pitom ve Ramses adında ambarlı kentler yaptılar. 12 Ama Mısırlılar baskı yaptıkça İsrailliler daha da çoğalarak bölgeye yayıldılar. Mısırlılar korkuya kapılarak 13 İsrailliler'i amansızca çalıştırdılar. 14 Her türlü tarla işi, harç ve kerpiç yapımı gibi ağır işlerle yaşamı onlara zehir ettiler. Bütün işlerinde onları amansızca kullandılar.
15 Mısır Kralı, Şifra ve Pua adındaki İbrani ebelere şöyle dedi: 16 “İbrani kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın.” 17 Ama ebeler Tanrı'dan korkan kimselerdi, Mısır Kralı'nın buyruğuna uymayarak erkek çocukları sağ bıraktılar. 18 Bunun üzerine Mısır Kralı ebeleri çağırtıp, “Niçin yaptınız bunu?” diye sordu, “Neden erkek çocukları sağ bıraktınız?”
19 Ebeler, “İbrani kadınlar Mısırlı kadınlara benzemiyor” diye yanıtladılar, “Çok güçlüler. Daha ebe gelmeden doğuruyorlar.”
20 Tanrı ebelere iyilik etti. Halk çoğaldıkça çoğaldı. 21 Ebeler kendisinden korktukları için Tanrı onları ev bark sahibi yaptı.
22 Bunun üzerine firavun bütün halkına buyruk verdi: “Doğan her İbrani erkek çocuk Nil'e atılacak, kızlar sağ bırakılacak. 

Yusuf as ın ölümünden sonra mısır'da çoğalan israiloğullarından rahatsız olan firavun onların bu çoğalmalarından rahatsız olarak israiloğullarının doğan erkek çocuklarının öldürülmelerini emreder, tevrat'ın ifadesine göre , ebeler bu katliama ortak olmayarak erkek çocukları sağ bırakırlar ve firavun yeni bir emir vererek doğan çocukların nil nehrine atılmasını emreder . Kur'anda ebelerin yaptıkları ile herhangi bir haber yoktur, bu konu ile ilgili bilgi kasas s. 4-5-6. ayetlerinde mevcuttur.
----- 28-4-5-6 Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.Ve o yerde onları hakim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).  

                     **************************************************
2
 ---------Musa'nın Doğumu

1 Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi. 2 Kadın gebe kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi. 3 Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı. 4 Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu.
5 O sırada firavunun kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, firavunun kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi. 6 Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, “Bu bir İbrani çocuğu” dedi.
7 Çocuğun ablası firavunun kızına, “Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı?” diye sordu, “Senin için bebeği emzirsin.”
8 Firavunun kızı, “Olur” diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı. 9 Firavunun kızı kadına, “Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm” dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi. 10 Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavunun kızı çocuğu evlat edindi. “Onu sudan çıkardım” diyerek adını Musa[a] koydu.  

Bu bölümde musa as ın doğumu anlatılmakta olup musayı bulan kişinin firavunun kızı olduğu yazmaktadır,ancak kur'anda musayı bulan kişi firavun'un karısıdır. Bu bölüm kuranda şu mealdeki ayetlerle anlatılır.  

-----28. 8-13. Firavun'un adamları onu almışlardı. Firavun, Haman ve askerleri, suçlu olduklarından, o onlara düşman ve başlarına da dert olacaktı.Firavun'un karısı: «Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur yahut onu oğul ediniriz» dedi. Aslında işin farkında değillerdi.Musa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti, oğlundan başka bir şey düşünemiyordu. Allah'ın vaadine iyice inanması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı.Musa'nın ablasına: «Onu izle» dedi. O da, kimse farkına varmadan, Musa'yı uzaktan gözetledi.Önceden, süt annelerin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası: «Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?» dedi.Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler.  

                      **********************************************

---------Musa Midyan'a kaçıyor. 
11 Musa büyüdükten sonra bir gün soydaşlarının yanına gitti. Yaptıkları ağır işleri seyrederken bir Mısırlı'nın bir İbrani'yi dövdüğünü gördü. 12 Çevresine göz gezdirdi; kimse olmadığını anlayınca, Mısırlı'yı öldürüp kuma gizledi. 13 Ertesi gün gittiğinde, iki İbrani'nin kavga ettiğini gördü. Haksız olana, “Niçin kardeşini dövüyorsun?” diye sordu.
14 Adam, “Kim seni başımıza yönetici ve yargıç atadı?” diye yanıtladı, “Mısırlı'yı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?” O zaman Musa korkarak, “Bu iş ortaya çıkmış!” diye düşündü. 15 Firavun olayı duyunca Musa'yı öldürtmek istedi. Ancak Musa ondan kaçıp Midyan yöresine gitti. Bir kuyunun başında otururken 16 Midyanlı bir kâhinin yedi kızı su çekmeye geldi. Babalarının sürüsünü suvarmak için yalakları dolduruyorlardı. 17 Ama bazı çobanlar gelip onları kovmak istedi. Musa kızların yardımına koşup hayvanlarını suvardı.
18 Sonra kızlar babaları Reuel'in yanına döndüler. Reuel, “Nasıl oldu da bugün böyle tez geldiniz?” diye sordu.
19 Kızlar, “Mısırlı bir adam bizi çobanların elinden kurtardı” diye yanıtladılar, “Üstelik bizim için su çekip hayvanlara verdi.”
20 Babaları, “Nerede o?” diye sordu, “Niçin adamı dışarıda bıraktınız? Gidin onu yemeğe çağırın.”
21 Musa Reuel'in yanında kalmayı kabul etti. Reuel de kızı Sippora'yı onunla evlendirdi. 22 Sippora bir erkek çocuk doğurdu. Musa, “Garibim bu yabancı ülkede” diyerek çocuğa Gerşom[b] adını verdi.
23 Aradan yıllar geçti, bu arada Mısır Kralı öldü. İsrailliler hâlâ kölelik altında inliyor, feryat ediyorlardı. Sonunda yakarışları Tanrı'ya erişti. 24 Tanrı iniltilerini duydu; İbrahim, İshak ve Yakup'la yaptığı antlaşmayı anımsadı. 25 İsrailliler'e baktı ve onlara ilgi gösterdi .  

Bu kısımda musa as ın yetişkin bir yaşa geldikten sonraki hayatı anlatılmaktadır. Musa mısır'lı birisini öldürüp mısır'dan kaçıp midyan'a (medyen) gider ve orada hayvanlarını sulayan 7 kız görür , bu bölüm kur'anda 2 kız olarak anlatılır. Musa as ın mısır'dan kaçıp medyan'e  varması ,evlenmesi ve oradan ailesi ile birlikte yola çıkması kur'anda şu mealdeki ayetlerde anlatılır.  

-----28.14-28. Musa erginlik çağına gelip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle mükafatlandırırız.Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.Musa: «Rabbim! Doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla» dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir.Musa: «Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım» dedi.Şehirde, korku içinde etrafı gözetip dolaşarak sabahladı. Dün kendisinden yardım isteyen kimse bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona: «Doğrusu sen besbelli bir azgınsın» dedi.Musa, ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: «Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslah edenlerden olmak değil, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun» dedi.Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi: «Ey Musa! İleri gelenler, seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu ben sana öğüt veriyorum» dedi.Musa korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı. «Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar» dedi.Medyen'e doğru yöneldiğinde: «Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım» dedi.Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: «Derdiniz nedir?» dedi. «Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun için bu işi biz yapıyoruz» dediler.Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: «Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım» dedi. sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: «Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı. O: «Korkma, artık zalim milletten kurtuldun» dedi.İki kadından biri: «Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır» dedi.Kadınların babası: «Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın» dedi.Musa: «Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir» dedi. 

                            *******************************************

--------3-Tanrı Musa'yı Çağırıyor. 

Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı Dağı'na, Horev'e vardı. 2 RAB'bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde ona göründü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor. 3 “Çok garip” diye düşündü, “Gidip bir bakayım, çalı neden tükenmiyor!”
4 RAB Tanrı Musa'nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!” diye seslendi.
Musa, “Buyur!” diye yanıtladı.
5 Tanrı, “Fazla yaklaşma” dedi, “Çarıklarını çıkar. Çünkü bastığın yer kutsal topraktır. 6 Ben babanın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı'yım.” Musa yüzünü kapadı, çünkü Tanrı'ya bakmaya korkuyordu.
7 RAB, “Halkımın Mısır'da çektiği sıkıntıyı yakından gördüm” dedi, “Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum. 8 Bu yüzden onları Mısırlılar'ın elinden kurtarmak için geldim. O ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akan ülkeye, Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına götüreceğim. 9 İsrailliler'in feryadı bana erişti. Mısırlılar'ın onlara yapmakta olduğu baskıyı görüyorum. 10 Şimdi gel, halkım İsrail'i Mısır'dan çıkarmak için seni firavuna göndereyim.”
11 Musa, “Ben kimim ki firavuna gidip İsrailliler'i Mısır'dan çıkarayım?” diye karşılık verdi.
12 Tanrı, “Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım” dedi, “Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu olacak: Halkı Mısır'dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapınacaksınız.”
13 Musa şöyle karşılık verdi: “İsrailliler'e gidip, ‘Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi’ dersem, ‘Adı nedir?’ diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?”
14 Tanrı, “Ben Ben'im” dedi, “İsrailliler'e de ki, ‘Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.’
15 “İsrailliler'e de ki, ‘Beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı Yahve[a] gönderdi.’ Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım. 16 Git, İsrail ileri gelenlerini topla, onlara şöyle de: ‘Atalarınız İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı Yahve bana görünerek şunları söyledi: Sizinle ve Mısır'da size yapılanlarla yakından ilgileniyorum. 17 Söz verdim, sizi Mısır'da çektiğiniz sıkıntıdan kurtaracağım; Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına, süt ve bal akan ülkeye götüreceğim.’
18 “İsrail ileri gelenleri seni dinleyecekler. Sonra birlikte Mısır Kralı'na gidip, ‘İbraniler'in Tanrısı Yahve bizimle görüştü’ diyeceksiniz, ‘Şimdi izin ver, Tanrımız Yahve'ye kurban kesmek için çölde üç gün yol alalım.’ 19 Ama biliyorum, güçlü bir el zorlamadıkça Mısır Kralı gitmenize izin vermeyecek. 20 Elimi uzatacak ve aralarında şaşılası işler yaparak Mısır'ı cezalandıracağım. O zaman sizi salıverecek.
21 “Halkımın Mısırlılar'ın gözünde lütuf bulmasını sağlayacağım. Gittiğinizde eli boş gitmeyeceksiniz. 22 Her kadın Mısırlı komşusundan ya da konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz. Mısırlılar'ı soyacaksınız.”    

Bu kısımda musa as ın medyen'deki hayatı anlatılırken tanrı ile konuşmasının medyen'de iken gerçekleştiği anlatılır bu kısım tevrat'ın aksine olarak kur'anda ailesi ile medyenden ayrıldıktan sonra geçekleştiği anlatılır. Medyen'den ayrılıp firavun'a gönderilmesi ile ilgili ayetler kur'anda bir kaç surede anlatılmaktadır. 

-----28. 29-30  Musa süreyi doldurunca, ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine: «Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınabilirsiniz» dedi.Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: «Ey Musa! Şüphesiz Ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'ım» diye seslenildi.
-----19.51-52 (Resûlüm!) Kitap'ta Musa'yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.Ona Tur'un sağ yanından seslenmiş ve konuşmak için onu yaklaştırmıştık.

-----20.9-16 Musa'nın başından geçen olay sana geldi mi?O, bir ateş görmüştü de, ailesine: «Durun, ben bir ateş gördüm, ya ondan size bir kor getirir, ya da ateşin yanında bir yol gösteren bulurum» demişti.Musa ateşin yanına gelince: «Ey Musa!» diye seslenildi:Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva'dasın.»«Ben seni seçtim; artık vahyolunanları dinle.»«Şüphesiz Ben Allah'ım, Benden başka tanrı yoktur; Bana kulluk et; Beni anmak için namaz kıl.»Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kıyamet mutlaka gelecektir.Buna inanmayan ve hevesine uyan kimse seni ondan alıkoymasın, yoksa helak olursun.» 

-----27.7-9  Musa, ailesine: «Ben bir ateş gördüm; size oradan ya bir haber getireceğim, yahut ısınasınız diye tutuşmuş bir odun getireceğim» demişti.Oraya geldiğinde, kendisine şöyle nida olunmuştu: «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir«Ey Musa! Gerçek şu ki, Ben, güçlü ve hakim olan Allah'ım» 

Musa as ın doğumu,gençliği ve evlenip medyen'den çıkışına kadar olan olaylar tevrat ve kur'anda bu şekilde anlatılmaktadır. Bu bölümlerde tevrat ile kur'an arasında çok büyük farklılıklar görülmemektedir. 

                *****************************************

--------4 Rab Musa'ya Belirtiler Gösteriyor. 

1 Musa, “Ya bana inanmazlarsa?” dedi, “Sözümü dinlemez, ‘RAB sana görünmedi’ derlerse, ne olacak?”
2 RAB, “Elinde ne var?” diye sordu.
Musa, “Değnek” diye yanıtladı.
3 RAB, “Onu yere at” dedi. Musa değneğini yere atınca, değnek yılan oldu. Musa yılandan kaçtı.
4 RAB, “Elini uzat, kuyruğundan tut” dedi. Musa elini uzatıp kuyruğunu tutunca yılan yine değnek oldu. 5 RAB, “Bunu yap ki, ataları İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı RAB'bin sana göründüğüne inansınlar” dedi.
6 Sonra, “Elini koynuna koy” dedi. Musa elini koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli bir deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz olmuştu.
7 RAB, “Elini yine koynuna koy” dedi. Musa elini yine koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli eski haline dönmüştü.
8 RAB, “Eğer sana inanmaz, ilk belirtiyi önemsemezlerse, ikinci belirtiye inanabilirler” dedi, 9 “Bu iki belirtiye de inanmaz, sözünü dinlemezlerse, Nil'den biraz su alıp kuru toprağa dök. Irmaktan aldığın su toprakta kana dönecek.”
10 Musa RAB'be, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim.”
11 RAB, “Kim ağız verdi insana?” dedi, “İnsanı sağır, dilsiz, görür ya da görmez yapan kim? Ben değil miyim? 12 Şimdi git! Ben konuşmana yardımcı olacağım. Ne söylemen gerektiğini sana öğreteceğim.”
13 Musa, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ne olur, benim yerime başkasını gönder.”
14 RAB Musa'ya öfkelendi ve, “Ağabeyin Levili Harun var ya!” dedi, “Bilirim, o iyi konuşur. Hem şu anda seni karşılamaya geliyor. Seni görünce sevinecek. 15 Onunla konuş, ne söylemesi gerektiğini anlat. İkinizin konuşmasına da yardımcı olacak, ne yapacağınızı size öğreteceğim. 16 O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın. 17 Bu değneği eline al, çünkü belirtileri onunla gerçekleştireceksin.”  

Bu bölümde Allah cc nin musa ile konuşması anlatılmakta ve elindeki asa'nın yılan olması, elinin beyazlaşması anlatılmaktadır. Kur'anda olmayan "nil'den biraz su alıp kuru toprağa dök toprak kan olacak" şeklindeki ibare kur'anda yoktur. Bu kısım ile ilgili kur'an ayetlerinin mealleri şu şekildedir.  

-----28. 31-35  «Değneğini at.» Musa, değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. «Ey Musa! Dön gel; korkma; şüphesiz güvende olanlardansın» denildi.«Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkanına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir» denildi.Musa dedi ki: Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum.Allah: «Seni kardeşinle destekleyeceğiz; ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir» dedi. 

-----20.17-48 «Ey Musa! Sağ elindeki nedir?»O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.Bırakınca, değnek hemen, koşan bir yılan oluverdi.Allah: «Onu al, korkma; biz onu yine eski durumuna çevireceğiz. Daha büyük mucizelerimizi sana göstermemiz için elini koltuğunun altına koy da, diğer bir mucize olarak, kusursuz, bembeyaz çıksın» dedi.«Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.»Musa: «Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin» dedi.Allah: «Ey Musa! İstediğin sana verildi» dedi, «Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım.»Kızkardeşin Firavun'un sarayına giderek: «Ona bakacak birini size göstereyim mi?» diyordu. Böylece, annen üzülmesin, sevinsin diye, seni ona iade etmiştik. Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni birçok musibetlerle denemiştik. Bunun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra, ey Musa, peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa gelince dönüp geldin.«Seni kendim için seçtim.»«Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davranmayın.»İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.»«Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-kokar.»Dediler ki: «Rabbimiz, biz gerçekten, onun bize karşı 'taşkın bir tutum takınmasından' ya da 'azgın-davranmasından' korkmaktayız.»Allah: Korkmayın, dedi; Ben sizinle beraberim; görür ve işitirim. Ona gidin şöyle söyleyin: «Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, onlara azabetme; Rabbinden sana bir mucize getirdik; selam, doğru yolda gidene olsun! Doğrusu bize, yalanlayıp sırt çevirene azap edileceği vahyolundu.»

-----27.10-14 Asânı at! Musa (asâyı atıp) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine dedik ki): Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince: «Bu apaçık bir sihirdir» dediler.Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!

-----26.10-17 Bir vakit de Rabbin Mûsâ’ya: «Haydi! o zulme batmış olan topluma, yani Firavun’un halkına git. Onlar küfür ve isyandan hâla mı sakınmayacaklar?» diye nida etti.Musa: «Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum» demişti.Allah: «Hayır; ikiniz mucizelerimizle gidiniz. Doğrusu Biz sizinle beraber dinlemekteyiz. Firavun'a varınız: «Biz şüphesiz alemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, deyiniz» demişti.

-----79.15-18 Sana Mûsa'nın kıssası geldi mi? O vakit ki, O'na Rabbi, mukaddes Tuvâ vadisinde nidâ etmişti.
«Firavuna git, zira o iyice azdı Ona de ki: kendini arındırmaya gönlün var mı?

                 *********************************************
---------Musa Mısır'a Dönüyor.

8 Musa kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, “İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına döneyim” dedi, “Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?”
Yitro, “Esenlikle git” diye karşılık verdi.
19 RAB Midyan'da Musa'ya, “Mısır'a dön, çünkü canını almak isteyenlerin hepsi öldü” demişti. 20 Böylece Musa karısını, oğullarını eşeğe bindirdi; Tanrı'nın buyurduğu değneği de eline alıp Mısır'a doğru yola çıktı.
21 RAB Musa'ya, “Mısır'a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek. 22 Sonra firavuna de ki, ‘RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur. 23 Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.’ ”
24 RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa'yla[a] karşılaştı, onu öldürmek istedi. 25 O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa'nın[b] ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi. 26 Böylece RAB Musa'yı esirgedi. Sippora Musa'ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.
27 RAB Harun'a, “Çöle, Musa'yı karşılamaya git” dedi. Harun gitti, onu Tanrı Dağı'nda karşılayıp öptü. 28 Musa duyurması için RAB'bin kendisine söylediği bütün sözleri ve gerçekleştirmesini buyurduğu bütün belirtileri Harun'a anlattı.
29 Musa'yla Harun varıp İsrail'in bütün ileri gelenlerini topladılar. 30 Harun RAB'bin Musa'ya söylemiş olduğu her şeyi onlara anlattı. Musa da halkın önünde belirtileri gerçekleştirdi. 31 Halk inandı; RAB'bin kendileriyle ilgilendiğini, çektikleri sıkıntıyı görmüş olduğunu duyunca, eğilip tapındılar. 
a 4:24 “Musa'yla”: İbranice “Onunla”.
b 4:25 “Musa'nın”: İbranice “Onun”. 

Bu bölümde anlatılanlar kur'anla hiçbir şekilde uyum sağlamamaktadır. Kur'anda, musa asın medyenden'den ayrıldıktan sonra oraya tekrar döndüğüne dair bir bilgi yoktur, musa'nın tanrı ile konuşmasının tevrat'ta kayınpederinin hayvanlarını otlatması sırasında vuku bulduğunu anlatmasına rağmen kur'anda bu olay medyen'den ayrıldıktan sonra olmuştur.



24 Mayıs 2012 Perşembe

Kur'anın Anlaşılmasında Arap Dilinin Yeri ve Önemi

Alemlere rahmet ve hidayet rehberi olan kur'an bilindiği gibi arap bir elçiye, arapça konuşan bir topluluğa indirilmiştir. Bu dil üzerinden indirilen kitabı anlamak için bu dilin biliniyor olmasıda bir gerçektir. Kur'anın indiği dile vakıf olan muhatapları tarafından bu kitabın lisani olarak anlaşılması bir problem teşkil etmemesine rağmen bu dili konuşmayan başka insanlarında bu kitabı anlamaları gerekmektedir. 


-----049.013Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.
----- 030.022Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, O'nun varlığının belgelerindendir. Doğrusu bunlarda, bilenler için dersler vardır.

İnsanları bir erkek ve bir dişiden yaratarak yeryüzüne yayan rabbimiz onların dillerininde farklı olmasının nedenini birbirleri ile tanışma ve ilişkilerinin devamı için bir vesile kılmıştır. 


----- 012.002 Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik.
-----013.037 Böylece Biz Kuran'ı Arapça bir hüküm ve hikmet olarak indirdik. Sana ilim geldikten sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun ki, Allah katında sana bir dost ve seni koruyan çıkmaz.
-----016.103 Muhakkak biliyoruz ki onlar: «Mutlaka onu bir insan öğretiyor!» da diyorlar. Haktan saparak isnatta bulunmak istedikleri kimsenin dili yabancıdır; bu Kur'an ise gayet açık bir Arapça'dır.
-----020.113 İşte böylece Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü şekillerde tekrarladık ki, belki korunur takva yolunu tutarlar ya da o onlarda bir düşünme, ibret alma meydana getirir.
-----039.028 O, eğriliği olmayan, Arapça bir Kuran'dır. Belki sakınırlar.
-----041.003 (Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır.
-----042.007 Böylece şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir Kitap vahyettik. İnsanların bir takımı cennete, bir takımı da çılgın alevli cehenneme girer.
-----043.003 Doğrusu, Biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur'an yaptık ki akıl erdiresiniz.
-----046.012 Kuran'dan önce, Musa'nın kitabı (Tevrat), bir rahmet ve rehberdi. Bu Kuran da, zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitap'dır.
-----026.194-195Uyarıcı-korkutuculardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir) .Apaçık arab diliyle.

Arapça olarak indirilen kur'anın arap olmayan muhatapları tarafından anlaşılması nasıl olmalıdır ? sorusu arap olmayan müslüman muhataplar tarafından sorulmuş ve bu sorunun cevabıda muhatap kitlenin kendi diline çevrilmesi ile sorun çözülmeye çalışılmıştır, ancak sorunun tamamen çözüldüğü söylenemez. Kur'anın sadece arap dilinin verileri ile anlaşılamayacağı yadsınamaz bir gerçek olmasına rağmen kelimelerin arap dilindeki karşılığı bilinmedende anlamanın ilk basamağı gerçeklemez.  Kur'anın indirilme gayesi reel hayatta yaşanması için gerekli olan emir yasaklar manzumesi olduğu bilinen bir gerçektir. Bu kitabın yaşanmasını ilk basamağı önce anlaşılmasından geçmektedir, anlaşılması içinde arap olmayan muhataplarının bu dili anlaması gerekmektedir.  


Kur'anın arap olmayan muhatapları tarafından anlaşılmasının ilk basamağı kur'anın muhatapların diline çevrilmesidir. Çeviri yapılması ile herşey bitip "kur'an hemen anlaşılır "diye bir şey demek te doğru olmaz. Herkesin bu dili öğrenerek kur'anı anlamak zorunluluğu yoktur, bilenlerin yapmış olduğu çeviriler üzerinden kur'anı anlamak mümkündür. Burada en önemli nokta meal yapan kişinin arap diline olan hakimiyetinin yanısıra kur'ana olan hakimiyetidir. Arapçayı iyi bilen fakat kur'andan habersiz kişilerin yaptığı mealler ortada olup bugün kur'an hakkında söz söylemek üzere ayağa kalkan bazı kimselerin bu meal yanlışlıklarını kalkan edinip bu mealler üzerinden din söyleminde bulunmaları sorun oluşmasına neden olmaktadır. 


"Kur'anın ne dediği önemli değil, ne demek istediği önemlidir" sloganı,kendilerinin anlamak istediği bir şekildeki anlamı kur'andan çıkarmak isteyenlerin en önemli sloganıdır. Bu slogana göre metnin verdiği anlam önemli değil okuyan kişinin anlamak istediği önemlidir. Bu anlama yöntemine göre her kişi kendi kafasındaki kur'anı okuyarak " işte kitab'tan çıkan anlam budur" şeklinde kendi anlayışını kur'an diye lanse etmektedir. Geçmişteki itikadi fırkalar böyle bir okuma ile kendi ön kabullerini kur'ana söyleterek düşüncelerine kur'andan kaynak bulma yöntemini kullanmışlardır. 


Yine geçmişte, " kur'anın bir zahiri birde batıni anlamı vardır" sloganı ile özellikle tasavvuf düşüncesi altında birleşen topluluklar kendi müridlerinin üzerinde tasallutunu sağlamlaştırmak amacı ile bu yöntemi kullanarak " kur'anı sen anlamazsın ben anlarım ve ben sana anlatırım" söylemi ile kur'anın " öğüt almak için kolaylaştırlmış bir kitab" olmasını gözardı ederek zorlaştırdıkça zorlaştırmışlar ve müridlerini kendilerine mecbur etmişlerdir. Bunları yaparken kullandıkları metodlardan biriside bazı sure başlarındaki "elif,lam,mim", "elif lam, ra" gibi kesik harflerin kur'anın anlaşılmasında rol oynayan şifre harfler olduğu ve bu harflerin herbirinin kur'an ayetlerini anlamak için gerekli olan yazılımları içerdiği söylenmektedir. Mesela "elif,lam mim" yazılımına uygun olan bir ayetteki zahiri anlam tamamına yakın atılarak ayrı bir anlam verilmesi gerekmektedir. Hurufu mukatta, daki gizli olduğu iddia edilen anlama yöntemleri "anlaşılması için kolaylaştırılmış" kitabın neresinden çıkarılmıştır ? ,elçi sav böyle bir yöntemi kullanmışmıdır?, yoksa "batınilik" adı altında birleşen şeyhlerin kendi düşüncelerini kabul ettirmek için kullandıkları metodmudur? 


Yüzyıllardır kur'anı başkalarından anlamak durumunda kalarak başkalarının düşüncelerini din olarak kabul eden müslümanlar, bugün kur'anı anlamak için ayağa kalktıklarında "MODERN BATINİ ŞEYHLER" diyebileceğiz bazı insanlar tarafından "anlayacaksan bu şekilde anla" denilerek bu tür batıni metodlar önerildiğini görmekteyiz.Bu metoda göre bir çok kur'an ayetinin okunduğu gibi anlaşılması mümkün değildir. O zaman birisi kalkıp , " hani bu kur'anı herkes anlardı?" veya "dün isyan ettiğimiz şeyhler ve ağabeyler sisteminin yeni bir versiyonunumu getiriyorsunuz?" diye sormazmı ?  


                         KUR'ANI ANLAMADA KELİMELERİN YERİ VE ÖNEMİ   


Kur'anı doğru anlamak için öncelikle, metnin ne anlama geldiğini sonrada bu metinden nasıl bir mesaj çıkabileceğinin sorusudur. Metni bir kenara bırakarak yapılacak bir anlama çalışması o kişinin düşüncesini kur'ana kabul amaçlı olacağından yukarda bahsetmiştik.

Arap lisanı üzerinden indirilen kur'anın anlaşılmasında, bu kitabı oluşturan kelimelerin yeri önemlidir. Al-i imran s. 7. ayetinde "muhkem" ve " müteşabih" olarak tanımlanan ayetleri oluşturan kelimelerin ilk önce arap dilindeki karşılığı ortaya konulmadan yapılacak bir anlama çalışması eksikve yanlıştır. 

Bir ayeti oluşturan kelimelerin arap dilindeki karşılığı bilindikten sonra o ayetin ne gibi bir mesaj verdiğini anlamak kolaylaşacaktır. O kelimenin sözlük karşılığı bilindikten sonra ayet içinde kullanılışına bakılması gerekmektedir. Her dilin edebiyatında var olan hakikat veya mecazi anlatım arap dilindede fazlası ile mevcuttur, kelimenin hakiki veya mecaz kullanılışını ayet bütünlüğünden anlamak mümkündür. Arapça metnin dilde karşılığı bulunduktan sonra ayetin anlaşılması kolaylaşacaktır, bu yolla kur'anın hem dediği hemde ne demek istediği anlaşılacaktır. 

Bir sözü yerine getirmek için önce o söz ile ne ifade edildiğini anlamak gerekirki sonra o sözün gereği yerine getirilsin. Söz söyleyen birisine "sen bu sözden bunu demek istemedin bunu demek istedin" şeklinde bir karşılığını ne kadar abes olduğu bir gerçektir, hele bu sözü söyleyen Allah cc olunca onun sözünü anlamak, o sözü indirdiği dilin karşılığını bilmeden veya göz ardı ederek "Allah cc nin ne dediği önemli değil " demek bir kulun yaratısına söyleyebileceği karşılık değildir. 


Kur'anı anlamada parçacı değil bütüncül bir okuma yöntemi bize doğru bir anlama yolu gösterir, bir kelimenin geçtiği bütün ayetler okunmadan veya o kelime ile ilgili konu ile ilgili ayetler okunmadan çıkarılacak bir anlam eksik kalacaktır. Kur'anın nazil olduğu  zamandaki kullanılan dil üzerinden inen bir kitabı anlamak öncelikle ilk devir muhataplarının bir kelimeye ne anlam verdiklerinin bilinmesi ile olur. Muhataplarının anlamadığı bir kelime onlar için anlama sorunu oluşturması kaçınılmazdır, inen ayetlerden muhatap kitle için böyle bir sorunun olmaması için kitab'ın ,günlük konuşulan dilin esas ve kuralları üzerinden indirildiği beyan edilmiştir. 

Kur'anda bazı ayetlerde gördüğümüz arap gramerine aykırı olan bazı ayetler bile yine  o gün arapların kullandıkları bu aykırı gramer kaidelerine uygundur , yani nuzül dönemi arapçasında kullanılmakta olan genel geçer dil kurallarına aykırı ifadeler kur'andada yerini bulmuştur, ancak bu durum bazı kendisini uyanık sana ateistler tarafından istismar konusu olmuştur, tabiki ateistlerden bunu anlamalarını bekleyemeyiz ama bu durum kur'anı anlamak için kelimelerin o günkü yerine konulmuşluklarının gözardı edilemeyeceğinin bir göstergesidir. 


Kur'anda israiloğulları için kullanılan "kelimeleri yerinden oynatırlar" tabiri kitabı oluşturan kelimelerin ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Kelimenin anlamından geri durarak yapılan bir anlam çalışması kişinin kur'andan anlamak istediğini çıkartmak için kullandığı bir yöntem olması hasebiyle doğru sonuçlar vermez. Şurası bir gerçektir'ki, bazı meal yapıcılarının sadece arap dilini bilme becerilerini ortaya koyarak, kur'andan habersiz olarak yaptıkları mealler bir çok yanlışlar barındırmaktadır. Bir kelimenin o  ayette nasıl kullanıldığını bilmek kur'ana hakim olmanın bir gereğidir, kur'ana hakim olmadan çeviri yapan bir kişi o kelimeyi nasıl kullanacağınıda bilemez. Bazı yazılarımızda dile getirmeye çalıştığımız elmalılı hamdi yazır'ın türkçe olarak yazdığı bir tefsiri yine türkçeye yanlış aktaran bir çalışma yapanların olduğu bir memleket olan türkiyede arapçadan türkçeye yapılan çevirilerde görülen hatalarıda belki çok görmemek gerekmektedir. 


                        EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.