Bir düşünceyi veya fikri yozlaştırmanın en kolay yolu , o düşünce veya fikri oluşturan anahtar kavramları ters çevirerek, anlamlarını kendi isteğimiz doğrultusunda yeniden düzenlemekten geçmektedir. Bu yozlaştırma olayını İslam ile ilişiklendirecek olursak , bu dinin kitabı olan Kur'anın , içindeki bazı anahtar kavramları yeniden dizayn ederek buharlaştırma ameliyesi, neredeyse Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında başlayan bir sürecin devamı olarak günümüzde de devam etmektedir.
Geçmişte yönetim kademesinde olanların yapmış olduğu icraatları temize çıkarmak gibi bir görev yüklenen bir takım "Saray Uleması" , bazı kavramları siparişe uygun bir biçimde yeniden dizayn ederek keselerini doldurmuşlardır. Onların yapmış olduğu bu ameliyeler sonucu çıkarmış oldukları kurallar , maalesef sanki dinin bir kuralı gibi gösterilerek bugüne kadar gelinmiştir.
"Fasık" kavramı, sözünü ettiğimiz bu ameliyeye kurban edilen kavramlardan bir tanesi olarak karşımızda durmakta ve , "Fasık Müslümanın durumu" veya "Fasık imam arkasında namaz kılınır mı ?" veya "Fasık olan ulul emr'e itaat gerekli mi değil mi?" gibi tartışma konuları, hala kitaplardaki yerlerini korumaktadır.
İtikadi fırkalardan olan , Harici , Mutezile ve Mürcie ve ehli sünnet'in bu konudaki yaklaşımlarının ortak yönünü, bu kavramın anlam alanını kaydıran yaklaşımlar olarak söylemek mümkündür.
Bu yazımızda , "Fasık" kavramının geçtiği ayetleri paylaşarak , bu kavramın anlam alanı hakkında, Kur'an içinde bir gezinti yapmaya çalışacağız.
"Fasık" kelimesi ; "Çıkmak" anlamındaki Fe-se-ka kelimesinden türemiştir. Bu kullanım, Arapların taze hurma kabuğundan çıktığında söyledikleri "Fesekarrutabu" sözünden gelmektedir. Kur'an bu kelimeye ıstılahi bir anlam yükleyerek, "Dinden çıkmak" şeklinde bir anlama döndürmüştür.
[018.050] Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: «Âdem'e secde edin!»
demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinden oldu,
Rabbinin emrinden dışarı çıktı (FEFESEKA). Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu
dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne
kötü bir değişmedir.
[010.033] İşte böylece Rabbinin yoldan çıkanlar (FESEKU)hakkındaki «Onlar
inanmazlar» sözü gerçekleşmiş oldu.
[017.016] Bir kasabayı da helak etmek istediğimiz zaman; varlıklılarına
emir veririz de, orada fasıklık yaparlar (FESEKU). Bunun üzerine artık oraya söz hak
olur. Ve Biz de onları yerle bir ederiz.
[032.020] Ama yoldan çıkanların (FESEKU), işte onların varacağı yer ateştir. Oradan
çıkmak isteyişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: «Yalanlayıp,
durduğunuz ateşin azabını tadın» denir.
[046.020] İnkar edenler, ateşe sunuldukları gün, onlara: «Dünyadaki
hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz;
ama bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın (TEFSUKUNE)karşılığında alçaltıcı bir azap göreceksiniz»
[002.059] Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle
değiştirdiler. Biz de, zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı (YEFSUKUNE) gökten azab
indirdik.
[006.049] Ayetlerimizi inkar edenlere yoldan çıkmalarından ötürü (YEFSUKUNE)azab
dokunacaktır.
[007.163] Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi
yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka
günler gelmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle (YEFSUKUNE)böylece
deniyorduk.
[007.165] Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları unutunca kötülükten
sakındıranları kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmaları (YEFSUKUNE) yüzünden ağır bir
azaba uğrattık.
[029.034] «Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına
karşılık (YEFSUKUNE) gökten (feci) bir azap indireceğiz.»
[005.003] Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan,
boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş,
boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip
kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve
fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır (FISKUN). Bugün
kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan
korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha
yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir).
Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
[006.121] Üzerlerine Allah'ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü onu
yemek yoldan çıkmaktır (FISKUN). Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için
telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, Allah'a ortak
koşanlardan olursunuz.
[049.006] Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri (FASIKUN) size bir haber getirirse,
onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra
ettiğinize pişman olursunuz.
[032.018] Öyle ya, mümin olan, yoldan çıkmış kimse (FASİKAN) gibi midir? Bunlar
elbette bir olamazlar.
[002.099] And olsun ki, sana apaçık ayetler indirdik. Onları sadece yoldan
çıkmışlar(ELFASİKUNE) inkar eder.
[003.081-82] Allah peygamberlerden ahid almıştı: «And olsun ki size Kitap,
hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka
inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul
ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, Ben de sizinle
beraber şahidlerdenim» demişti.Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların (ELFASİKUNE)ta
kendileridir.
[003.110] Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden,
fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli inanmış
olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde inananlar olmakla
beraber, çoğu yoldan çıkmıştır (ELFASİKUNE).
[005.047] İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim
Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır (ELFASİKUNE).
[005.049] Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına
uyma, Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmasınlar diye
onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları
nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu
fasıklardır (ELFASİKUNE).
[005.059] De ki, «Ey kitap ehli! Allah'a, bize indirilene ve daha önce
indirilene inanmamızdan ve çoğunuzun fasık olmasından(ELFASİKUNE) ötürü mü bizden
hoşlanmıyorsunuz?»
[005.081] Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilen Kuran'a inanmış
olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu fasıktır (ELFASİKUNE).
[009.008] Nasıl olabilir ki, size üstün gelselerdi ne bir yakınlık, ne de
bir ahd gözetirlerdi. Kalpleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye
uğraşırlar; çokları fasıktırlar (ELFASİKUNE).
[009.067] Münafıkların erkekleri de kadınları da birbirlerinin
tıpkısıdırlar; kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyarlar ve ellerini sıkı
tutarlar. Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu. Gerçekten münafıklar,
yoldan çıkmışların ta kendileridir(ELFASİKUNE).
[009.084] Onlardan ölen kimseye salat etme, mezarı başında da
durma! Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini inkar ettiler, fasık olarak öldüler (ELFASİKUNE).
[024.004] İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit
getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin.
İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir (ELFASİKUNE).
[024.055] Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan
öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için
beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair
söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar.
Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır (ELFASİKUNE).
[046.035] Artık sen sabret; peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri
gibi, onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı)
gördükleri gün, sanki kendileri gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışlar.
(Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık (ELFASİKUNE) olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır
mı?
[057.016] İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle
kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap
verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri
katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir (ELFASİKUNE).
[057.026] And olsun ki Nuh'u ve İbrahim'i Biz gönderdik; ikisinin soyundan
gelenlere peygamberlik ve kitap verdik; soylarından gelenlerin kimi doğru
yoldadır, birçoğu da yoldan çıkmıştır (ELFASİKUNE).
[057.027] Onların izleri üzerinden peygamberlerimizi ard arda gönderdik;
Meryem oğlu İsa'yı da ardlarından gönderdik ve ona İncil'i verdik; ona uyanların
gönüllerine şefkat ve merhamet duyguları koyduk; üzerlerine bizim gerekli
kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya
attıkları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler; içlerinde inanmış olan
kimselere ecirlerini verdik; ama çoğu yoldan çıkmışlardır (ELFASİKUNE).
[059.019] Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini
unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir (ELFASİKUNE).
[002.026] Şüphesiz Allah, bir sivrisineği olsun, ondan üstün olanını olsun
(herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz
bunun Rablerinden hak olduğunu bilirler; küfredenler ise, «Allah, bu örnekle
neyi amaçlamıştır?» derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu
da hidayete ulaştırır. O bununla ancak fasıkları (ELFASIKİNE) saptırır.
[005.025-26] Musa: «Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim
olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış (ELFASIKİNE) toplumun arasını ayır» dedi. Allah: «Orası onlara kırk yıl haram kılındı; yeryüzünde şaşkın
şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış (ELFASIKİNE)kavim için tasalanma» dedi.
[005.106-108] Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken
içinizden iki adil kimseyi; şayet yolculukta olup başınıza da ölüm musibeti
gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, şüpheleniyorsanız, «Akraba bile olsa
yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahidliğini gizlemeyeceğiz,
yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz» diye yemin eden sizden olmayan iki kişiyi
şahid tutun. Eğer bu şahidlerin günah işlemiş oldukları ortaya çıkarsa ölene daha yakın hak
sahibi diğer iki kişi bunların yerine geçer ve «Bizim şahidliğimiz
ikisininkinden de daha doğrudur, biz aşırı gitmedik, yoksa şüphesiz
zulmedenlerden oluruz» diye Allah'a yemin ederler. Bu, şahidliği gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin
kabul edilmemesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah'tan sakının, dinleyin.
Allah fasık (ELFASIKİNE)kimselere yol göstermez.
[007.101-102] İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki
onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü
inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler.Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk. (ELFASIKİNE)
[007.145] Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için
levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en
güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların (ELFASIKİNE) yurdunu
göstereceğim.
[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret,
hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda
savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah
fasık kimseleri (ELFASIKİNE) doğru yola eriştirmez.»
[009.053] De ki: «İstekli yahut isteksiz olarak verin, nasıl olsa kabul
edilmeyecektir. Siz şüphesiz fasık (ELFASIKİNE) bir topluluksunuz.»
[009.080] Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara
yetmiş defa bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, Allah'ı ve
Peygamberini inkar etmelerinden ötürüdür. Allah fasık (ELFASIKİNE) topluluğu doğru yola
eriştirmez.
[009.096] Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz
onlardan razı olsanız bile Allah fâsıklar (ELFASIKİNE) topluluğundan asla razı olmaz.
[021.074] Lut'a da. Ona hüküm ve ilim verdik, onu çirkin işler yapan o
memleketten kurtardık. Doğrusu onlar, yoldan çıkmış (elfasıkine) kötü bir kavim idiler.
[027.012] Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz ayet ile
Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış (elfasıkine) bir kavim
olmuşlardır.
[028.032] [FK] Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Korkudan
açılan kollarını kendine çek. İşte bunlar, Firavun'a ve onun adamlarına karşı
Rabb'inin verdiği iki delildir. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdirler» (elfasıkine) denildi.
[043.054] Bu şekilde (Firavun) kavmini küçümsedi, onlar da ona itaat
ettiler, çünkü yoldan çıkmış (ELFASIKİNE) bir kavim idiler.
[051.046] Daha önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan
çıkmış (ELFASIKİNE) bir toplum idiler.
[059.005] Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz veya kökleri
üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve O'nun, yoldan çıkanları (ELFASIKİNE) cezalandırması içindir.
[061.005-6] Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Benim, Allah'ın size
gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz? demişti.
Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, fâsıklar (ELFASIKİNE) topluluğunu doğru yola iletmez.Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir.
Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık (ELFASIKİNE) olan bir
kavme hidayet vermez.
[002.197] Hac, bilinen aylardır. Böylelikle kim onlarda haccı farz eder,
(yerine getirir) se, (bilsin ki) hacda kadına yaklaşmak, fısk (ELFÜSÜKU) yapmak ve kavgaya
girişmek yoktur. Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin,
kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden
korkup-sakının.
[002.282] Ey İnananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız
zaman onu yazınız. İçinizden bir katip doğru olarak yazsın; katip onu Allah'ın
kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın,
Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, aptal
veya aciz, ya da yazdıramıyacak durumda ise, velisi, doğru olarak yazdırsın.
Erkeklerinizden iki şahid tutun; eğer iki erkek bulunmazsa, şahidlerden razı
olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın
olabilir. Şahidler çağırıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun,
onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin; bu, Allah katında en doğru, şahidlik
için en sağlam ve şüphelenmenizden en uzak olandır. Ancak aranızdaki alışveriş
peşin olursa, onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur. Alışveriş
yaptığınızda şahid tutun. Katibe de şahide de zarar verilmesin; eğer zarar
verirseniz, o zaman yoldan çıkmış (ELFUSÜKÜ) olursunuz. Allah'tan sakının, Allah size
öğretiyor; Allah her şeyi bilir.
[049.007] Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok
işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve
onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı (ELFUSÜKU) ve isyanı da size çirkin
göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
[049.011] Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de
onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya
almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi
ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan
çıkmış olmak (ELFUSÜKU) ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir.
Sonuç olarak ; Kur'an içinde geçen "Fasık" kelimesi ve türevlerini alt alta koyup okuduğumuzda, kelimenin doğru yoldan çıkarak yanlış yola girmeyi ifade ettiğini görmekteyiz. "İman" ile Fısk" ın bir arada durması gibi bir durum asla mümkün olmayıp , birisinin olduğu yerde diğerinin olması imkansızdır. Kişi hem iman sahibi hem de fasık olamaz ,"Fasık Müslüman" veya "Fasık imam" deyimini kullanmak , "Kafir Müslüman" , "Münafık Müslüman" , "Müşrik Müslüman" terimlerini bir arada kullanmak ne kadar doğru ise , o deyimleri kullanmak ta o kadar doğrudur.
Bu tür hataların kaynağı , başta birilerini temize çıkarmak adına yapılması ile birlikte , yine klasik düşünce içinde bulunan , günahkar Müslümanların günahları kadar cehennemde ceza gördükten sonra , cennete girecekleri düşüncesi ile bağlantılıdır. Bu tür düşünceler, kaynağını Yahudi düşüncesinden almış bir düşünce olup , Yahudilerin bu iddiaları Kur'an tarafından ret edilmektedir (2.80 / 3.24).
Bu kavramın yanına getirilen "Müslüman" eki , birilerine yaranmak amacının yanı sıra , "Alim" kisvesine sahip olanların , yönetici tabakasına karşı olan tutumlarını göstermesi açısından ibret vericidir. Kelle korkusu , cehennem ateşine tercih eden alimler var oldukça , İslam ümmetinin ayağa kalkmasının mümkün olmayacağını bir kere daha hatırlatmak isteriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
kurban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kurban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
11 Ocak 2016 Pazartesi
28 Ekim 2012 Pazar
İhsan Hoca'nın Kurban Ayetleri Haritası
İhsan eliaçık hoca kurban bayramı münasebetiyle "adilmedya.com" adlı sitede "kur'anda kurban ayetleri haritası" başlığıyla bir yazı kaleme almış ve bazı ayetlerin yanlış meallendiriliğini , doğrusunun bu şekilde olması gerektiğini öne sürerek yanlış meali ve doğru meali ve tefsirini yaparak bir yazı kaleme almış ve şunları yazmış. Yazının başında , "Doğrular ve yanlışlar kendi araştırma ve bilgilerime göredir" diyerek bir giriş yapması takdire şayandır.
Yazısına kevser s. 2. ayetinin mealini vererek şunları yazmış.
"YANLIŞ: “O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser; 5)
DOĞRU: “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs ger/diren” (Kevser;5).
Tefsiri: Sana “Böyle giderse her şeyden mahrum kalacak. Kendi kendini mahvediyor. Kendine yazık ediyor. Putları tanımamakla, Kureyş geleneklerine ve kurulu düzenine karşı çıkmakla toplumda bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek.” diyorlar. Oysa yakında görecekler kimin sönüp gideceğini/ebter olacağını. Bunun için sen Allah’a yönel/destek iste (salât et) ve saldırılara göğsünü siper et/diren (nahr yap). O zaman göreceksin sönüp gitmek bir yana, destek ve nimet (kevser) asıl sana yağacak…
Görüldüğü gibi ayet namaz kılmak ve kurban kesmekle ilgili değil." demiş
İhsan hoca klasik meallerdeki "venhar" yani "kurban kes" emrinin yanlış olduğunu iddia ederek kendi araştırma ve bilgisine göre doğru olan meali ve tefsirini yapmış.Kur'anın arapça olarak indirildiği ve bu dilin kelimeleri üzerinden kur'anı anlamak durumunda olduğumuz hatırdan çıkarılmaması gerektiği bir gerçektir.Arap dilinde "venhar" denildiği zaman ne anlama geldiği konusunda "el müfredat" şunları yazar.
--ENNAHRU- göğüste gerdanlık yeri
--NAHRATUHU- onun gerdanlık yerine vurdum yada dokundum( devenin göğsünün yukarısında nefes borusunun göründüğü yer olan "nahru" yada "menhar" a bıçak sokmak anlamına gelen )NAHRULBAİRU kullanımı buradan gelir.
Abdullahın okuyuşunda bakara s. 71. ayeti "feneharuha vema kadu yef'alune" şeklinde söylenmiştir.
--İNTEHARU ALA KEZA-bir topluluk birbirileriyle savaştılar. Bu kullanımda , devenin nahr'ine bıçak sokulmasına benzetme yapılmıştır.
--NAHRUŞŞEHRİ-NAHİRUŞŞEHRİ- aybaşı (ayın ilk günü) şöyle denmiştir, ayın son günü anlamındadır. Bu kullanımda sanki onun öncesini boğazladığı söylenmek istenir.
--FESALLİ Lİ RABBİKE VENHAR- bu iki rüknün namazın ve kurban kesiminin gözetilmesine yönelik bir teşviktir.Zira bu her dinde vaciptir.
a) bir görüşe göre bu " elin göğsündeki gerdanlık yerine konmasına yönelik bir emirdir.
b) bir görüşe göre ise" şehveti,arzuyu zapt ederek nefsi öldürmeye yönelik bir teşviktir denmiştir.
--ENNAHRİRU- bir nesneyi bilen, ve onda usta veya mahir.
İhsan hoca ayetin namaz ve kurban kesmekle alakalı olmadığını iddia ederek kendi araştırma ve bildigini ortay koymuştur. Nuzül öncesi "salat" ve hayvanları kesmek suretiyle yapılan ibadetlerin mevcudiyeti bilinen bir gerçektir. Maun s. de " vay o salat edenlerin haline" denilerek , yine enfal s. 35 de " onların beyt yanındaki salatları ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir" denilerek yada "üzerlerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin" denilerek bu ibadetlerin olması gereken tevhidi boyutu göz ardı edilerek şirk inancı haline getirildiğini kur'an bizlere haber vermektedir. Bu arkaplan dairesinde okunan kevser s. 2. ayetini bu şirk karıştırılan (salat ve kurban) ibadetlerinin tevhidi boyuta taşınmalarının emredilmesini anlamanın yanlışlığı nerededir?.İhsan hoca yanlış demenin yerine "ben bunu anladım" deseydi daha şık olabilirdi.
****************************
Yazı saffat s. geçen ibrahim ve oğlu ismail arasındaki kıssa ile ilgili ayetlerle devam ediyor ve şunu diyor ihsan hoca.
"YANLIŞ: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat; 107)
DOĞRU: “Biz onu büyük bir kazaya uğramaktan kurtardık” (Saffat; 107).
Tefsiri: Hz. İbrahim bir rüyasında oğlunu boğazlıyor görmüştü. Durumu oğluna açınca o da 'sana söyleneni yap' dedi. Oğlunu kendi çağında çokça yapılanlar gibi ‘kurban’ etmek istedi fakat Allah ona seslenerek onu bu işten vazgeçirdi. Böylece kendisi büyük bir kaza yapmaktan, oğlu da büyük bir kazaya uğramaktan kurtarıldı. Veya ona büyük baş bir kurbanlık fidyesi verilerek kurtarıldı. Böylece insanlık tarihinde çok büyük bir adım atılmış oldu. İnsan kurbanları çağı kapandı.
Ayette geçen “zibh” kelimesi Arapça’da kaze zede, kazaya uğramak (zebîha) anlamına da geliyor. Böyle bir tefsir de mümkündür. Bu durumda fidye kelimesi de kurtarmalık bedeli manasına geliyor. Burada fidye, İbrahim’in oğlunun canı oluyor." demiş
Yaptığı tefsirde "zibh" kelimesine "kazazede ve kazaya uğramak" anlamını hangi sözlükten çıkardığını bilememekle beraber "zebeha" kelimesinin hayvanı boğazlamak gibi bir temel anlamı olduğunu neden görmek istemediğini anlamakta zorlandığımızı söyleyebilirim. saffat s. 107. ayetinin daha doğrusu olduğunu düşündüğümüz "Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik" mealine göre ihsan hocanın yanlış dediği mealde kendisinin doğru dediği mealde yanlıştır.Tefsirini yanlış olduğunu düşündüğü meal üzerinden yapması onun bir çelişkisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
****************************************
YANLIŞ: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac: 28)
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)
Tefsiri: Eski çağlarda tapınak kamu alanı demekti. Tâ Sümerlerde bile vardır. İnsanlar ihtiyaç fazlası ne varsa (hayvan, buğday, un, elbise, altın, gümüş) tapınağa getirirdi. Hayvanların üzerine “Tanrı malı” diye isim yazılırdı. Mesela un torbası ise onun da üzerine bu isim yazılırdı ve o artık kamu malı olurdu. Hatta matematikteki rakamlar tapınağa getirilen ve kamu malı (tanrı malı) olduğu seçilsin diye hayvanların ve torbaların üzerine atılan çizik ve çeltiklerden doğmuştu.
İşte bunlar kamuya (Tanrı’ya) adanmış mallardı. Orada ihtiyaç sahiplerine dağıtmak için toplanmaktaydı. Oraya gelen ihtiyaç sahiplerine (yoksullar, garibanlar, kimsesizlere) eşit bir şekilde dağıtılırdı. Bu arada uzaktan gelenler olduğu için onlara ikram maksadıyla bazıları da kesilirdi. “Yiyin” denmesi de bundandır.
Görülüyor ki Kur’an eski çağlardan beri gelen ve tapınağı “kamu alanı” olarak gören anlayışı sürdürmekte ve Kabe civarını bir toplanma, kaynaşma, yakınlaşma ve paylaşma merkezi olarak değerlendirmektir.
Yukarıdaki ilk meallendirmede parantez içinde yazılan ‘kurbanlık’, ‘onları kurban ederken’ ifadeleri Kur’an’ın Arapça orijinalinde yok.demiş.
İhsan hocanın yanlış dediği meal ile doğru dediği meal arasında parantezler haricinde bir farkı yok. Orjinalinde olmadığı için parantez içine alınan kelimeler ayetin orjinaline uygun olarak yapılmış parantezlerdir.
******************************
YANLIŞ: “Bu böyle. Her kim de Allah’ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır. “ (Hac; 32)
DOĞRU: “Bu böyledir. Her kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse, kalbinde sakınma duygusu/Allah bilinci var demektir.” (Hac; 32).
Tefsiri: Burada da ilk meallendirmede geçen parantez içindeki ‘kurbanlıklarını’ ifadesi orijinal Arapça metinde yine yok. “Allah’ın şiarları” kavramı kurbanlıklar diye yorumlanarak metne dahil edilmiş. Oysa “şiar”ın ne olduğu tefsirde açıklanmalıydı. Biz açıklamışız: Şiar Sözlükte “fark etmek, hissetmek, duyumsamak” demektir. Fark etmek, hissetmek, duymak (şu’ûr), duyuru (iş’âr), bilinç altı (tahte’ş-şuûr), slogan, amblem, sembol, simge (şi’âr), şiarlar, semboller, simgeler (şeâir), mani, halk ezgisi (şi’run şa’biyyu), saç, kıl, tüy (ş’ar), duygu, şuur, bilinç, sansasyon (şuûr), duygu, his (meş’ar), şiir okumak (şi’ran) kelimeleri bu köktendir… Demek ki şiarlar, şuûrun (bilincin) yansımalarıdır. Bunlar bir yapıya, binaya, yeryüzüne dikilmiş bir anıta nispet edilince bir şuurun, bir bilincin, bir fark ediş, hissediş ve duyuşun sembollerine dönüşürler. Bu anlamda örneğin Kâbe, Allah’ın bir şiarı, sembolüdür. İman edenlerin kalbinde bu yapının çok farklı bir anlamı ve önemi vardır. Aynı şekilde Safa, Merve, Say, Tavaf, Meş’ari Haram, Mina, Müzdelife vs. bütün bunlar Allah’ın şiarlarıdır ve sembolik derin anlamları vardır. Her kim bunlara gereken saygıyı gösterir, bunların mana ve önemini kavrarsa kalbinde bir bilinç, bir şuur, bir duygu ve hissiyat taşıyor demektir. İşin şuurunda, bilincinde demektir. Başkaları için bunlar sıradan binalar, taşlar ve hareketler olarak görünebilir. Ama iman edenlerin kalplerinin derinliklerinde bir şuurun veya bilincin ifadesi olarak yaşarlar. Ayette kastedilen de budur.demiş
Buradada ihsan hoca "kurbanlıklar" şeklinde parantez içine alınan kelimenin orjinal metinde olmadığını ileri sürerek işine geldiğinde "metne sadakat" işine gelmedimi "metine yorum" şeklindeki bir çalışmanın örneğini vermekte. Burada şunu söylemek isterizki kur'an meallerinde yapılan hatalar bir gerçektir, yapılan hiçbir meal hatadan beri değildir ancak parantez içine alınan kelimeler affedilmez hatalar değildir.
************************************
"YANLIŞ: “Sizin için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)’dir.” (Hacc; 33)
DOĞRU: “Sizin için onlarda belli bir süreye kadar faydalar vardır. Dahası onlar yeryüzünün en eski anıtının anlamını açıklarlar.” (Hacc; 33).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu seferde ayette geçen “mahill” ifadesi “kurbanlık” olarak çevirilmiş. Parantez içinde kurbanlık kelimesini sokuşturmak yetmiyormuş gibi “şiar”, “mahill”, ileride gelecek “nüsuk”, “hedy”, “behimetu’l-en’am” hepsi de dümdüz edilerek “kurbanlık” olmuş (!).
Bu ayette geçen “mahill” sözlükte “çözmek, açmak, indirmek” kökünden gelir. Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir. Çözmek, açmak, analiz etmek, tahlil etmek (tahlîl), yer tutmak, bir yere indirme yapmak, bir yeri istila etmek, işgal etmek (ihtilâl), meşru saymak, kendisine helal etmesini istemek (istihlâl), çöküntü, çözülme, dejenerasyon (inhilâl), formül, çözüm, çare (hall), çözülmüş, serbest kılınmış, meşru (helâl) işgal edilmiş, işgal altında (muhtell), yer, mekan (muhill), semt, bölge (mahalle), bölgesel, yöresel (mahallî) kelimeleri bu köktendir… Yukarıdaki ayette şeâirillah (Allah’ın şiarları) denmesi haccın tüm imge, simge ve sembolleri manasında kullanıldığını göstermektedir. Nitekim bazı müfessirler bu manada yorumlamışlardır (Razi). Bu durumda ayette geçen mahill kelimesi “Kurban kesme yeri” değil, “Açıklama, açıklığa kavuşturma yeri” anlamına gelir. Bu durumda mana; “İman edenlerin kalplerinde apayrı bir anlam ve önemi olan Allah’ın şiarları yani Kabe, Tavaf, Arafat, Safa, Merve, Müzdelife vb. haccın sembolik eylem ve nüsukları (ritüelleri), yeryüzündeki en eski beytin (beyt-i atik) ne anlama geldiğini, mana ve önemini açıklar” şeklinde olur." demiş.
İhsan hoca, yanlış olduğunu iddia ettiği ayetin metnindeki "mahill" kelimesinin "kurbanlık" olarak çevrildiğini iddia etmekte,"kurbanlık olarak" kelimesi parantez içine alınması daha doğru olurdu, "mahill" kelimesinin "varacakları yer" olarak çevrilmiş olmasınıda ihsan hoca yanlış olarak görmekte ancak çeviri doğrudur.Tefsirinde 33. ayetin meali ile ilgili olarak
"Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir."demesine ve o yaptığı mealin daha doğru olmasına karşın "metne sadakat" prensibini es geçip " metine yorum" taktiğini işletmiştir. 33. ayet , belirli bir zamana kadar insanlara menfaatleri olan kurbanlık hayvanların,bu menfaatlerinin kurban yerine yani mahalline varıncaya kadar devam edeceği ve orada son bularak onların kesileceğini belirtir.
******************************************
"YANLIŞ: “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc: 34)
DOĞRU: “Biz her ümmet için imge/simge/ritüel belirledik (mensek). Ki rızık olarak verdiğimiz hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar. Hepinizin ilahı bir tek ilahtır. O’na teslimiyet gösterin. Kalbi temiz olanları müjdele” (Hacc: 34).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu ayette de “mensek” kelimesi ‘kurban kesmek’ olmuş. Halbuki mensek nusuk kökünden gelir ve menâsik olarak tüm hacc ritüel ve sembollerini ifade eder. Şu ayet daha açıklayıcıdır: “Biz her ümmet için sembolik hareketlerden oluşan ritüeller belirledik.” (menseken hum nâsikuhu). Buna diğer bazı mealler “ibadet tarzı”, “ibadet yolu” da demiş ki nispeten doğrudur. Bu durumda “Her ümmet için” diyerek genellendiği için sadece hacc menâsiki (tavaf, sa’y, arafatta vakfe, Safa, Merve, müzdelife) değil; dinin içindeki tüm tekrarlanan imgeleri/simgeleri/sembolik hareketleri kapsar: Kıyam, ruku, secde, oruç vb.
Rızık olarak verilen “hayvanların üzerine Allah’ın ismini anmak” ise yukarıda geçtiği gibidir. Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor.
Kabe’ye ihtiyacı olanların alması için getirilen hayvanlar üzerlerine Allah’ın ismi anılmakla (yazılmakla, mühür vurulmakla) “Allah’ın malı” (kamu/herkese ait) oluyorlar ve illa kesilmeleri de gerekmiyor. Canlı canlı da infak edilebiliyor. Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor. Tarım ve hayvancılık toplumu; bir yoksul bir deveye sahip olmakla, iki çift öküz almakla icabında yoksulluktan bile kurtulabiliyor." demiş
"Mensek" kelimesinin zamanlı ve mekanlı ibadetler anlamına uygun olmadan bir meal verilmiş olması konusunda ihsah hocaya katılmaktayız. Tefsiri olarak yaptığı açıklamadaki"
Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor."cümlesi yine kendi yapmış olduğu
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)şeklindeki meal ile çelişki arzetmektedir. Son cümlesindeki
"Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor."sözü ibadetleri sulandırma yarışında zekeriya beyaz ile bir yarış içine girme hazırlığı olarak değerlendirebilir.
*****************************************
YANLIŞ: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hacc: 36)
DOĞRU: “Cüsseli hayvanları da sizin için Allah’ın şiarlarından kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf halinde yan yana dizildiklerinde üzerlerine Allah’ın adını anın. Nihayet onlardan yiyin, istemeyen yoksulu da istemek zorunda kalan yoksulu da doyurun. Böylece onları sizin hizmetinize verdik. Umulur ki şükredesiniz.” (Hacc: 36).
Tefsiri: Bu ayetler Kabe etrafında müşrikler tarafından kurulan, cüsseli (büyükbaş) hayvan, deve, koyun ve her tür ekin ürünlerinin “iç edilmesi” üzerine kurulu düzene karşı söyleniyor. Çünkü onlar Kabe’ye getirilen hediye (hedy) hayvanlarına ve ekin ürünlerine el koyuyor, yoksullara gitmesine engel oluyor ve ihtiyaç sahipleri arasında eşitçe dağıtılmasına yasaklar getiriyorlardı. Kur’an’daki tabirle “yerli yabancı herkesin eşit hakka sahip olduğu” Mescid-i haramdan insanları alıkoyuyorlardı. (Hacc: 25).
En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela bir yerde şöyle denir:
“Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan ona bir pay ayırdılar ve kendi akıllarınca “Bu Allah için, bu da ortaklarımız için” dediler. Ortakların payı Allah’ın payına geçmez, ama Allah payı ortaklarına geçer; ne berbat bir iş bu!” (En’am; 136)
Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor. Çünkü rivayete göre cahiliye Arapları ekin ve sığırlardan el koydukları ürünleri putlar ve Allah arasında bölüştürürlerdi. “Şu Allah’ın payı şu da tanrılarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıkları payı başkaları için harcarlar, putları için ayırdıkları payı zimmetlerine geçirirlerdi. Putların payından Allah’ın payına bir şey geçerse hemen geri alırlar, Allah’ın payından putlarının payına geçen bir şey olursa, sonuçta bu kendi ceplerine gireceğinden hiç ses etmezler “Allah zengindir putlar fakir, O’ndan bunlara bir şey geçmesinden bir şey olmaz” derlerdi (İbn Abbas). Demek ki cüsseli hayvanlar (el-budne) Kâbe etrafındaki ni’met (en’am) istismarına dayalı bu “hayvan döngüsünü” ifade ediyor.
En’am suresi 135-140 arasında bu döngünün nasıl işlediğini okuyabilirsiniz. Burada esas amaç kurban kesmek değildir. Kabe’ye getirilen hayvanların “çete” tarafından iç edilmesi ve aralarında üleşilmesine karşı onların kamunun/yoksulların hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Bu arada kesilenler varsa -ki bu örfen müstahaptı- onların da sadece etlerinden yenilebileceği (kendine ayırıp biriktirmek yok) gerisinin yine yoksullara dağıtılması gerektiğinin ısrarla vurgulanmasıdır.
Tabi bütün bunlar hacca gidenler için geçerli. Oradaki durum anlatılıyor. Hacca gitmeyenlerin kurban keseceğine dair Kur’an’da en küçük bir ima bile yok.
Kur’an’da sadece mazereti sebebiyle hacca gitmeye niyetlenip de gidemeyenlerin Kabe’ye bir hedy (adanmış hayvan) göndermesi istenir. (Bakara 196). Çünkü ihtiyaçtan fazla olanın oraya gönderilmesi ve orada ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşması istenmektedir. Gönderilecek hayvanın illa kurban olarak kesilmesi gerekmiyor. Hedy hediye kökünden gelir ve canlı bir hayvanın veya bedelinin yoksula bağışlanması manasına gelir. Kabe’ye getirilen “kurbanlık hayvan” demek, “adanmış hayvan” demektir; Allah’a, Kabe’ye, yani kamuya, ihtiyaç sahiplerine adanmış, onlara verilmek üzere getirilmiş canlı hayvan, ekin ürünü vs. demektir. Bu dahi “hacca niyetlenip de gidemeyenler” için geçerlidir.
Sonra yukarıdaki ayetin devamında şöyle denilir: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37)
“Asla” denilerek ulaşmayacağı söylenen et ve kan zaten Araplarca da kesilmekte olan kurbanlardı. Klasik zihin burada kurban kesen kişinin, kurbana bıçağı çalarken içinde taşıdığı takva duygusunun kastedildiği şeklinde anlıyor. Burada kurbana teşvik değil; sakındırma, yapmayın bunu artık, bir anlamı yok vurgusu var.
Ayetin sonundaki cümleden de anlaşılacağı gibi aslolan hayatın içinde güzel ahlak sahibi (muhsinin) olmaktır. Allah sizin kurbanlarına bakmaz, ete, kana, deriye, bağırsağa bakmaz. Bunlar için günahlarınızı affedecek de değildir. İçinizde Allah bilincinden kaynaklanan sakınma duygusu (takva) ile yaşayıp yaşamadığınıza ve ahlakınıza bakar. Açıkça diyor işte: “Asla ulaşmaz” Şu halde neden kesip duruyorsunuz, ulaşmayacak işte. Duymayacak o hayvanların sesini, kan kırmızısı boğazın görüntüsünü, duymayacak!
Ayetin metnindeki "fe iza vecebet cunubuha" kelimesinin meali yanlış olduğunu iddia ettiği mealde yer almasına karşılık kendisinin doğru olduğunu iddia ettiği mealde yer almamasını ihsan hocanın unutkanlığına veriyoruz.
Enam s. 136. ayeti ile ilgili vardığı sonuç ve o ayeti hacc ile ilişkilendirmesi ancak ayet hakkındaki yaptığı,
"Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor"şeklindeki yorum ile mümkün olabilir. Ayete dikkat edildiğinde "enam" kelimesinin bu anlama kullanılmadığı aksine "sığırların" "enam" kapsamında olduğuna dair bilgi içermekteyken "metini yorumlama" taktiğini kullanarak "ben yaptım oldu" mantığıyla hareket ederek hacc konusu ile ilgisi olmayan enam s. 135-140 ayetlerini hacc s. deki konu ile ilşkilendirmiştir.
İhsan hocanın,hacc s 37. ayeti ile ilgili söyledikleri , bir ayet ancak bu kadar tahrif edilebilir denilecek cinstendir şöyleki,Allaha ulaşan şeyin kesilen kurbanın eti kanı değil o ibadeti yaparken olması gereken durumdan yani kurban etme eyleminin yapılmasının rabbe karşı olan kulluk bilincinin bir yansıması olması gerektiği vurgulanmasına rağmen ihsan hoca bu ayetten" böyle bir eylemi sakın yapmayın" anlamını çıkartmıştır.Burada takdire şayan olan nokta şudurki ihsan hoca istanbulda kesilen kurbanlardan dolayı boğazın renginin kırmızı olmasından üzüntü duymaktadır hocanın çevreci duyarlılığından ötürü tebrik ederiz.
**********************************************
Üç yerde daha kurban ile ilgili ayet var. Onları da aktarıp bitiriyorum;
Bakara suresinde İsrailoğullarına “inek kesmeleri” istenir. Bundan maksat Mısır Firavun İmparatorluğu’nun sembolü İnek/Boğa (Bakara) dır. Onunla ilişkinizi tümüyle kesin denmek istenir. (Bakara 67).
Maide suresinde Adem’in iki oğlu kıssası (Kabil-Habil) anlatılır. Kabil haksız yere toprağa çit çevirip özel mülkiyetine geçirir. Onu başkasından saklar. Ondan gelen ürünü Allah kabul etmez. Ama Habil Allah’ın mülkü olarak olarak gördüğü ve kendi emeği ile ekip biçtiği topraktan ürün getirir. Onunki kabul edilir. Buradan Allah’ın mülkünü sahiplenmeyin, kendi emeğinizle geçinin, başkasının (kamunun) hakkını gasbetmeyin, kul hakkı yemekten sakının, Allah sakınanlarınkini (muttaki) kabul eder mesajı verilir. (Maide; 27)
Al-i İmran suresinde Yahudilerin, Hz. Peygamber’i “Kurbanı inkar etmekle” suçladıkları anlatılır. “Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamızı emretti” (Ali-İmran; 183) demektedirler. Onlara göre peygamber kendi bildikleri ve anladıkları tarzda ateşte yanarak kesilen bir kurban (yakmalık sunu) getirmelidir. Muhammed bunu getirmediğine göre kurbanı inkar ediyor demektir. Üstelik bunu onlara Allah böyle söylemiştir. Yakmalık sunu kurbanı apaçık Allah’ın emridir!
Kur’an onlara şöyle cevap verir: “De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?” (Ali-İmran; 183).
Cevap çok manidardır.
***
İşte Kur’an’da “kurban” ile ilgili geçen ayetler bunlardır.
Acaba Kur’an’ın ‘kurban haritası’ görünen uygulamalara uyuyor mu?
Ölçün biçin, düşünün.
Benden gözler önüne sermesi…
Yazısının son bölümünde ali imran s. 183. ayetindeki "ateşin yiyeceği bir kurban getirmediği için muhammed sav i kurbanı inkar ettiğini söyleyerek ayetlerini bağlamından kopararak kendi hevasına uygun hale getirmenin örneğini sergilemektedir.
Sonuç olarak, ihsan hocanın çizdiği harita, o haritayı takip ederek kendisine bir yol arayanları uçuruma sürüklemekten başka bir şeye yaramamaktadır, hacc suresi ayetlerini bağlamına uygun olarak yapılan bir okuma ve anlama çalışmasından ihsan hocanın anladıklarını çıkarmak için çok uğraşmak gerekmektedir. Yapılan mealllerdeki hata ve eksikler üzerinden yola çıkarak bir çalışma yapmasına rağmen kendiside aynı hataları tekrarlamaktan geri durmamaktadır. Yaptığı haritayı izleyerek bulduğunu zannettiği amerika serabında kendisine hayırlı yolculuklar diler kurban bayramını tebrik ederiz.
Yazısına kevser s. 2. ayetinin mealini vererek şunları yazmış.
"YANLIŞ: “O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser; 5)
DOĞRU: “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs ger/diren” (Kevser;5).
Tefsiri: Sana “Böyle giderse her şeyden mahrum kalacak. Kendi kendini mahvediyor. Kendine yazık ediyor. Putları tanımamakla, Kureyş geleneklerine ve kurulu düzenine karşı çıkmakla toplumda bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek.” diyorlar. Oysa yakında görecekler kimin sönüp gideceğini/ebter olacağını. Bunun için sen Allah’a yönel/destek iste (salât et) ve saldırılara göğsünü siper et/diren (nahr yap). O zaman göreceksin sönüp gitmek bir yana, destek ve nimet (kevser) asıl sana yağacak…
Görüldüğü gibi ayet namaz kılmak ve kurban kesmekle ilgili değil." demiş
İhsan hoca klasik meallerdeki "venhar" yani "kurban kes" emrinin yanlış olduğunu iddia ederek kendi araştırma ve bilgisine göre doğru olan meali ve tefsirini yapmış.Kur'anın arapça olarak indirildiği ve bu dilin kelimeleri üzerinden kur'anı anlamak durumunda olduğumuz hatırdan çıkarılmaması gerektiği bir gerçektir.Arap dilinde "venhar" denildiği zaman ne anlama geldiği konusunda "el müfredat" şunları yazar.
--ENNAHRU- göğüste gerdanlık yeri
--NAHRATUHU- onun gerdanlık yerine vurdum yada dokundum( devenin göğsünün yukarısında nefes borusunun göründüğü yer olan "nahru" yada "menhar" a bıçak sokmak anlamına gelen )NAHRULBAİRU kullanımı buradan gelir.
Abdullahın okuyuşunda bakara s. 71. ayeti "feneharuha vema kadu yef'alune" şeklinde söylenmiştir.
--İNTEHARU ALA KEZA-bir topluluk birbirileriyle savaştılar. Bu kullanımda , devenin nahr'ine bıçak sokulmasına benzetme yapılmıştır.
--NAHRUŞŞEHRİ-NAHİRUŞŞEHRİ- aybaşı (ayın ilk günü) şöyle denmiştir, ayın son günü anlamındadır. Bu kullanımda sanki onun öncesini boğazladığı söylenmek istenir.
--FESALLİ Lİ RABBİKE VENHAR- bu iki rüknün namazın ve kurban kesiminin gözetilmesine yönelik bir teşviktir.Zira bu her dinde vaciptir.
a) bir görüşe göre bu " elin göğsündeki gerdanlık yerine konmasına yönelik bir emirdir.
b) bir görüşe göre ise" şehveti,arzuyu zapt ederek nefsi öldürmeye yönelik bir teşviktir denmiştir.
--ENNAHRİRU- bir nesneyi bilen, ve onda usta veya mahir.
İhsan hoca ayetin namaz ve kurban kesmekle alakalı olmadığını iddia ederek kendi araştırma ve bildigini ortay koymuştur. Nuzül öncesi "salat" ve hayvanları kesmek suretiyle yapılan ibadetlerin mevcudiyeti bilinen bir gerçektir. Maun s. de " vay o salat edenlerin haline" denilerek , yine enfal s. 35 de " onların beyt yanındaki salatları ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir" denilerek yada "üzerlerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin" denilerek bu ibadetlerin olması gereken tevhidi boyutu göz ardı edilerek şirk inancı haline getirildiğini kur'an bizlere haber vermektedir. Bu arkaplan dairesinde okunan kevser s. 2. ayetini bu şirk karıştırılan (salat ve kurban) ibadetlerinin tevhidi boyuta taşınmalarının emredilmesini anlamanın yanlışlığı nerededir?.İhsan hoca yanlış demenin yerine "ben bunu anladım" deseydi daha şık olabilirdi.
****************************
Yazı saffat s. geçen ibrahim ve oğlu ismail arasındaki kıssa ile ilgili ayetlerle devam ediyor ve şunu diyor ihsan hoca.
"YANLIŞ: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat; 107)
DOĞRU: “Biz onu büyük bir kazaya uğramaktan kurtardık” (Saffat; 107).
Tefsiri: Hz. İbrahim bir rüyasında oğlunu boğazlıyor görmüştü. Durumu oğluna açınca o da 'sana söyleneni yap' dedi. Oğlunu kendi çağında çokça yapılanlar gibi ‘kurban’ etmek istedi fakat Allah ona seslenerek onu bu işten vazgeçirdi. Böylece kendisi büyük bir kaza yapmaktan, oğlu da büyük bir kazaya uğramaktan kurtarıldı. Veya ona büyük baş bir kurbanlık fidyesi verilerek kurtarıldı. Böylece insanlık tarihinde çok büyük bir adım atılmış oldu. İnsan kurbanları çağı kapandı.
Ayette geçen “zibh” kelimesi Arapça’da kaze zede, kazaya uğramak (zebîha) anlamına da geliyor. Böyle bir tefsir de mümkündür. Bu durumda fidye kelimesi de kurtarmalık bedeli manasına geliyor. Burada fidye, İbrahim’in oğlunun canı oluyor." demiş
Yaptığı tefsirde "zibh" kelimesine "kazazede ve kazaya uğramak" anlamını hangi sözlükten çıkardığını bilememekle beraber "zebeha" kelimesinin hayvanı boğazlamak gibi bir temel anlamı olduğunu neden görmek istemediğini anlamakta zorlandığımızı söyleyebilirim. saffat s. 107. ayetinin daha doğrusu olduğunu düşündüğümüz "Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik" mealine göre ihsan hocanın yanlış dediği mealde kendisinin doğru dediği mealde yanlıştır.Tefsirini yanlış olduğunu düşündüğü meal üzerinden yapması onun bir çelişkisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
****************************************
YANLIŞ: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac: 28)
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)
Tefsiri: Eski çağlarda tapınak kamu alanı demekti. Tâ Sümerlerde bile vardır. İnsanlar ihtiyaç fazlası ne varsa (hayvan, buğday, un, elbise, altın, gümüş) tapınağa getirirdi. Hayvanların üzerine “Tanrı malı” diye isim yazılırdı. Mesela un torbası ise onun da üzerine bu isim yazılırdı ve o artık kamu malı olurdu. Hatta matematikteki rakamlar tapınağa getirilen ve kamu malı (tanrı malı) olduğu seçilsin diye hayvanların ve torbaların üzerine atılan çizik ve çeltiklerden doğmuştu.
İşte bunlar kamuya (Tanrı’ya) adanmış mallardı. Orada ihtiyaç sahiplerine dağıtmak için toplanmaktaydı. Oraya gelen ihtiyaç sahiplerine (yoksullar, garibanlar, kimsesizlere) eşit bir şekilde dağıtılırdı. Bu arada uzaktan gelenler olduğu için onlara ikram maksadıyla bazıları da kesilirdi. “Yiyin” denmesi de bundandır.
Görülüyor ki Kur’an eski çağlardan beri gelen ve tapınağı “kamu alanı” olarak gören anlayışı sürdürmekte ve Kabe civarını bir toplanma, kaynaşma, yakınlaşma ve paylaşma merkezi olarak değerlendirmektir.
Yukarıdaki ilk meallendirmede parantez içinde yazılan ‘kurbanlık’, ‘onları kurban ederken’ ifadeleri Kur’an’ın Arapça orijinalinde yok.demiş.
İhsan hocanın yanlış dediği meal ile doğru dediği meal arasında parantezler haricinde bir farkı yok. Orjinalinde olmadığı için parantez içine alınan kelimeler ayetin orjinaline uygun olarak yapılmış parantezlerdir.
******************************
YANLIŞ: “Bu böyle. Her kim de Allah’ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır. “ (Hac; 32)
DOĞRU: “Bu böyledir. Her kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse, kalbinde sakınma duygusu/Allah bilinci var demektir.” (Hac; 32).
Tefsiri: Burada da ilk meallendirmede geçen parantez içindeki ‘kurbanlıklarını’ ifadesi orijinal Arapça metinde yine yok. “Allah’ın şiarları” kavramı kurbanlıklar diye yorumlanarak metne dahil edilmiş. Oysa “şiar”ın ne olduğu tefsirde açıklanmalıydı. Biz açıklamışız: Şiar Sözlükte “fark etmek, hissetmek, duyumsamak” demektir. Fark etmek, hissetmek, duymak (şu’ûr), duyuru (iş’âr), bilinç altı (tahte’ş-şuûr), slogan, amblem, sembol, simge (şi’âr), şiarlar, semboller, simgeler (şeâir), mani, halk ezgisi (şi’run şa’biyyu), saç, kıl, tüy (ş’ar), duygu, şuur, bilinç, sansasyon (şuûr), duygu, his (meş’ar), şiir okumak (şi’ran) kelimeleri bu köktendir… Demek ki şiarlar, şuûrun (bilincin) yansımalarıdır. Bunlar bir yapıya, binaya, yeryüzüne dikilmiş bir anıta nispet edilince bir şuurun, bir bilincin, bir fark ediş, hissediş ve duyuşun sembollerine dönüşürler. Bu anlamda örneğin Kâbe, Allah’ın bir şiarı, sembolüdür. İman edenlerin kalbinde bu yapının çok farklı bir anlamı ve önemi vardır. Aynı şekilde Safa, Merve, Say, Tavaf, Meş’ari Haram, Mina, Müzdelife vs. bütün bunlar Allah’ın şiarlarıdır ve sembolik derin anlamları vardır. Her kim bunlara gereken saygıyı gösterir, bunların mana ve önemini kavrarsa kalbinde bir bilinç, bir şuur, bir duygu ve hissiyat taşıyor demektir. İşin şuurunda, bilincinde demektir. Başkaları için bunlar sıradan binalar, taşlar ve hareketler olarak görünebilir. Ama iman edenlerin kalplerinin derinliklerinde bir şuurun veya bilincin ifadesi olarak yaşarlar. Ayette kastedilen de budur.demiş
Buradada ihsan hoca "kurbanlıklar" şeklinde parantez içine alınan kelimenin orjinal metinde olmadığını ileri sürerek işine geldiğinde "metne sadakat" işine gelmedimi "metine yorum" şeklindeki bir çalışmanın örneğini vermekte. Burada şunu söylemek isterizki kur'an meallerinde yapılan hatalar bir gerçektir, yapılan hiçbir meal hatadan beri değildir ancak parantez içine alınan kelimeler affedilmez hatalar değildir.
************************************
"YANLIŞ: “Sizin için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)’dir.” (Hacc; 33)
DOĞRU: “Sizin için onlarda belli bir süreye kadar faydalar vardır. Dahası onlar yeryüzünün en eski anıtının anlamını açıklarlar.” (Hacc; 33).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu seferde ayette geçen “mahill” ifadesi “kurbanlık” olarak çevirilmiş. Parantez içinde kurbanlık kelimesini sokuşturmak yetmiyormuş gibi “şiar”, “mahill”, ileride gelecek “nüsuk”, “hedy”, “behimetu’l-en’am” hepsi de dümdüz edilerek “kurbanlık” olmuş (!).
Bu ayette geçen “mahill” sözlükte “çözmek, açmak, indirmek” kökünden gelir. Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir. Çözmek, açmak, analiz etmek, tahlil etmek (tahlîl), yer tutmak, bir yere indirme yapmak, bir yeri istila etmek, işgal etmek (ihtilâl), meşru saymak, kendisine helal etmesini istemek (istihlâl), çöküntü, çözülme, dejenerasyon (inhilâl), formül, çözüm, çare (hall), çözülmüş, serbest kılınmış, meşru (helâl) işgal edilmiş, işgal altında (muhtell), yer, mekan (muhill), semt, bölge (mahalle), bölgesel, yöresel (mahallî) kelimeleri bu köktendir… Yukarıdaki ayette şeâirillah (Allah’ın şiarları) denmesi haccın tüm imge, simge ve sembolleri manasında kullanıldığını göstermektedir. Nitekim bazı müfessirler bu manada yorumlamışlardır (Razi). Bu durumda ayette geçen mahill kelimesi “Kurban kesme yeri” değil, “Açıklama, açıklığa kavuşturma yeri” anlamına gelir. Bu durumda mana; “İman edenlerin kalplerinde apayrı bir anlam ve önemi olan Allah’ın şiarları yani Kabe, Tavaf, Arafat, Safa, Merve, Müzdelife vb. haccın sembolik eylem ve nüsukları (ritüelleri), yeryüzündeki en eski beytin (beyt-i atik) ne anlama geldiğini, mana ve önemini açıklar” şeklinde olur." demiş.
İhsan hoca, yanlış olduğunu iddia ettiği ayetin metnindeki "mahill" kelimesinin "kurbanlık" olarak çevrildiğini iddia etmekte,"kurbanlık olarak" kelimesi parantez içine alınması daha doğru olurdu, "mahill" kelimesinin "varacakları yer" olarak çevrilmiş olmasınıda ihsan hoca yanlış olarak görmekte ancak çeviri doğrudur.Tefsirinde 33. ayetin meali ile ilgili olarak
"Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir."demesine ve o yaptığı mealin daha doğru olmasına karşın "metne sadakat" prensibini es geçip " metine yorum" taktiğini işletmiştir. 33. ayet , belirli bir zamana kadar insanlara menfaatleri olan kurbanlık hayvanların,bu menfaatlerinin kurban yerine yani mahalline varıncaya kadar devam edeceği ve orada son bularak onların kesileceğini belirtir.
******************************************
"YANLIŞ: “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc: 34)
DOĞRU: “Biz her ümmet için imge/simge/ritüel belirledik (mensek). Ki rızık olarak verdiğimiz hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar. Hepinizin ilahı bir tek ilahtır. O’na teslimiyet gösterin. Kalbi temiz olanları müjdele” (Hacc: 34).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu ayette de “mensek” kelimesi ‘kurban kesmek’ olmuş. Halbuki mensek nusuk kökünden gelir ve menâsik olarak tüm hacc ritüel ve sembollerini ifade eder. Şu ayet daha açıklayıcıdır: “Biz her ümmet için sembolik hareketlerden oluşan ritüeller belirledik.” (menseken hum nâsikuhu). Buna diğer bazı mealler “ibadet tarzı”, “ibadet yolu” da demiş ki nispeten doğrudur. Bu durumda “Her ümmet için” diyerek genellendiği için sadece hacc menâsiki (tavaf, sa’y, arafatta vakfe, Safa, Merve, müzdelife) değil; dinin içindeki tüm tekrarlanan imgeleri/simgeleri/sembolik hareketleri kapsar: Kıyam, ruku, secde, oruç vb.
Rızık olarak verilen “hayvanların üzerine Allah’ın ismini anmak” ise yukarıda geçtiği gibidir. Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor.
Kabe’ye ihtiyacı olanların alması için getirilen hayvanlar üzerlerine Allah’ın ismi anılmakla (yazılmakla, mühür vurulmakla) “Allah’ın malı” (kamu/herkese ait) oluyorlar ve illa kesilmeleri de gerekmiyor. Canlı canlı da infak edilebiliyor. Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor. Tarım ve hayvancılık toplumu; bir yoksul bir deveye sahip olmakla, iki çift öküz almakla icabında yoksulluktan bile kurtulabiliyor." demiş
"Mensek" kelimesinin zamanlı ve mekanlı ibadetler anlamına uygun olmadan bir meal verilmiş olması konusunda ihsah hocaya katılmaktayız. Tefsiri olarak yaptığı açıklamadaki"
Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor."cümlesi yine kendi yapmış olduğu
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)şeklindeki meal ile çelişki arzetmektedir. Son cümlesindeki
"Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor."sözü ibadetleri sulandırma yarışında zekeriya beyaz ile bir yarış içine girme hazırlığı olarak değerlendirebilir.
*****************************************
YANLIŞ: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hacc: 36)
DOĞRU: “Cüsseli hayvanları da sizin için Allah’ın şiarlarından kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf halinde yan yana dizildiklerinde üzerlerine Allah’ın adını anın. Nihayet onlardan yiyin, istemeyen yoksulu da istemek zorunda kalan yoksulu da doyurun. Böylece onları sizin hizmetinize verdik. Umulur ki şükredesiniz.” (Hacc: 36).
Tefsiri: Bu ayetler Kabe etrafında müşrikler tarafından kurulan, cüsseli (büyükbaş) hayvan, deve, koyun ve her tür ekin ürünlerinin “iç edilmesi” üzerine kurulu düzene karşı söyleniyor. Çünkü onlar Kabe’ye getirilen hediye (hedy) hayvanlarına ve ekin ürünlerine el koyuyor, yoksullara gitmesine engel oluyor ve ihtiyaç sahipleri arasında eşitçe dağıtılmasına yasaklar getiriyorlardı. Kur’an’daki tabirle “yerli yabancı herkesin eşit hakka sahip olduğu” Mescid-i haramdan insanları alıkoyuyorlardı. (Hacc: 25).
En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela bir yerde şöyle denir:
“Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan ona bir pay ayırdılar ve kendi akıllarınca “Bu Allah için, bu da ortaklarımız için” dediler. Ortakların payı Allah’ın payına geçmez, ama Allah payı ortaklarına geçer; ne berbat bir iş bu!” (En’am; 136)
Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor. Çünkü rivayete göre cahiliye Arapları ekin ve sığırlardan el koydukları ürünleri putlar ve Allah arasında bölüştürürlerdi. “Şu Allah’ın payı şu da tanrılarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıkları payı başkaları için harcarlar, putları için ayırdıkları payı zimmetlerine geçirirlerdi. Putların payından Allah’ın payına bir şey geçerse hemen geri alırlar, Allah’ın payından putlarının payına geçen bir şey olursa, sonuçta bu kendi ceplerine gireceğinden hiç ses etmezler “Allah zengindir putlar fakir, O’ndan bunlara bir şey geçmesinden bir şey olmaz” derlerdi (İbn Abbas). Demek ki cüsseli hayvanlar (el-budne) Kâbe etrafındaki ni’met (en’am) istismarına dayalı bu “hayvan döngüsünü” ifade ediyor.
En’am suresi 135-140 arasında bu döngünün nasıl işlediğini okuyabilirsiniz. Burada esas amaç kurban kesmek değildir. Kabe’ye getirilen hayvanların “çete” tarafından iç edilmesi ve aralarında üleşilmesine karşı onların kamunun/yoksulların hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Bu arada kesilenler varsa -ki bu örfen müstahaptı- onların da sadece etlerinden yenilebileceği (kendine ayırıp biriktirmek yok) gerisinin yine yoksullara dağıtılması gerektiğinin ısrarla vurgulanmasıdır.
Tabi bütün bunlar hacca gidenler için geçerli. Oradaki durum anlatılıyor. Hacca gitmeyenlerin kurban keseceğine dair Kur’an’da en küçük bir ima bile yok.
Kur’an’da sadece mazereti sebebiyle hacca gitmeye niyetlenip de gidemeyenlerin Kabe’ye bir hedy (adanmış hayvan) göndermesi istenir. (Bakara 196). Çünkü ihtiyaçtan fazla olanın oraya gönderilmesi ve orada ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşması istenmektedir. Gönderilecek hayvanın illa kurban olarak kesilmesi gerekmiyor. Hedy hediye kökünden gelir ve canlı bir hayvanın veya bedelinin yoksula bağışlanması manasına gelir. Kabe’ye getirilen “kurbanlık hayvan” demek, “adanmış hayvan” demektir; Allah’a, Kabe’ye, yani kamuya, ihtiyaç sahiplerine adanmış, onlara verilmek üzere getirilmiş canlı hayvan, ekin ürünü vs. demektir. Bu dahi “hacca niyetlenip de gidemeyenler” için geçerlidir.
Sonra yukarıdaki ayetin devamında şöyle denilir: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37)
“Asla” denilerek ulaşmayacağı söylenen et ve kan zaten Araplarca da kesilmekte olan kurbanlardı. Klasik zihin burada kurban kesen kişinin, kurbana bıçağı çalarken içinde taşıdığı takva duygusunun kastedildiği şeklinde anlıyor. Burada kurbana teşvik değil; sakındırma, yapmayın bunu artık, bir anlamı yok vurgusu var.
Ayetin sonundaki cümleden de anlaşılacağı gibi aslolan hayatın içinde güzel ahlak sahibi (muhsinin) olmaktır. Allah sizin kurbanlarına bakmaz, ete, kana, deriye, bağırsağa bakmaz. Bunlar için günahlarınızı affedecek de değildir. İçinizde Allah bilincinden kaynaklanan sakınma duygusu (takva) ile yaşayıp yaşamadığınıza ve ahlakınıza bakar. Açıkça diyor işte: “Asla ulaşmaz” Şu halde neden kesip duruyorsunuz, ulaşmayacak işte. Duymayacak o hayvanların sesini, kan kırmızısı boğazın görüntüsünü, duymayacak!
Ayetin metnindeki "fe iza vecebet cunubuha" kelimesinin meali yanlış olduğunu iddia ettiği mealde yer almasına karşılık kendisinin doğru olduğunu iddia ettiği mealde yer almamasını ihsan hocanın unutkanlığına veriyoruz.
Enam s. 136. ayeti ile ilgili vardığı sonuç ve o ayeti hacc ile ilişkilendirmesi ancak ayet hakkındaki yaptığı,
"Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor"şeklindeki yorum ile mümkün olabilir. Ayete dikkat edildiğinde "enam" kelimesinin bu anlama kullanılmadığı aksine "sığırların" "enam" kapsamında olduğuna dair bilgi içermekteyken "metini yorumlama" taktiğini kullanarak "ben yaptım oldu" mantığıyla hareket ederek hacc konusu ile ilgisi olmayan enam s. 135-140 ayetlerini hacc s. deki konu ile ilşkilendirmiştir.
İhsan hocanın,hacc s 37. ayeti ile ilgili söyledikleri , bir ayet ancak bu kadar tahrif edilebilir denilecek cinstendir şöyleki,Allaha ulaşan şeyin kesilen kurbanın eti kanı değil o ibadeti yaparken olması gereken durumdan yani kurban etme eyleminin yapılmasının rabbe karşı olan kulluk bilincinin bir yansıması olması gerektiği vurgulanmasına rağmen ihsan hoca bu ayetten" böyle bir eylemi sakın yapmayın" anlamını çıkartmıştır.Burada takdire şayan olan nokta şudurki ihsan hoca istanbulda kesilen kurbanlardan dolayı boğazın renginin kırmızı olmasından üzüntü duymaktadır hocanın çevreci duyarlılığından ötürü tebrik ederiz.
**********************************************
Üç yerde daha kurban ile ilgili ayet var. Onları da aktarıp bitiriyorum;
Bakara suresinde İsrailoğullarına “inek kesmeleri” istenir. Bundan maksat Mısır Firavun İmparatorluğu’nun sembolü İnek/Boğa (Bakara) dır. Onunla ilişkinizi tümüyle kesin denmek istenir. (Bakara 67).
Maide suresinde Adem’in iki oğlu kıssası (Kabil-Habil) anlatılır. Kabil haksız yere toprağa çit çevirip özel mülkiyetine geçirir. Onu başkasından saklar. Ondan gelen ürünü Allah kabul etmez. Ama Habil Allah’ın mülkü olarak olarak gördüğü ve kendi emeği ile ekip biçtiği topraktan ürün getirir. Onunki kabul edilir. Buradan Allah’ın mülkünü sahiplenmeyin, kendi emeğinizle geçinin, başkasının (kamunun) hakkını gasbetmeyin, kul hakkı yemekten sakının, Allah sakınanlarınkini (muttaki) kabul eder mesajı verilir. (Maide; 27)
Al-i İmran suresinde Yahudilerin, Hz. Peygamber’i “Kurbanı inkar etmekle” suçladıkları anlatılır. “Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamızı emretti” (Ali-İmran; 183) demektedirler. Onlara göre peygamber kendi bildikleri ve anladıkları tarzda ateşte yanarak kesilen bir kurban (yakmalık sunu) getirmelidir. Muhammed bunu getirmediğine göre kurbanı inkar ediyor demektir. Üstelik bunu onlara Allah böyle söylemiştir. Yakmalık sunu kurbanı apaçık Allah’ın emridir!
Kur’an onlara şöyle cevap verir: “De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?” (Ali-İmran; 183).
Cevap çok manidardır.
***
İşte Kur’an’da “kurban” ile ilgili geçen ayetler bunlardır.
Acaba Kur’an’ın ‘kurban haritası’ görünen uygulamalara uyuyor mu?
Ölçün biçin, düşünün.
Benden gözler önüne sermesi…
Yazısının son bölümünde ali imran s. 183. ayetindeki "ateşin yiyeceği bir kurban getirmediği için muhammed sav i kurbanı inkar ettiğini söyleyerek ayetlerini bağlamından kopararak kendi hevasına uygun hale getirmenin örneğini sergilemektedir.
Sonuç olarak, ihsan hocanın çizdiği harita, o haritayı takip ederek kendisine bir yol arayanları uçuruma sürüklemekten başka bir şeye yaramamaktadır, hacc suresi ayetlerini bağlamına uygun olarak yapılan bir okuma ve anlama çalışmasından ihsan hocanın anladıklarını çıkarmak için çok uğraşmak gerekmektedir. Yapılan mealllerdeki hata ve eksikler üzerinden yola çıkarak bir çalışma yapmasına rağmen kendiside aynı hataları tekrarlamaktan geri durmamaktadır. Yaptığı haritayı izleyerek bulduğunu zannettiği amerika serabında kendisine hayırlı yolculuklar diler kurban bayramını tebrik ederiz.
7 Eylül 2011 Çarşamba
KURBAN EDİLMEK İSTENEN İSMAİL AS MI , İSHAK AS MI ?
Kur'anda İbrahim as ın oğlunu kurban etmek ile imtihana tutulması konusunun içinde tartışılan konulardan birisi bu oğlunun kim olduğu meselesidir.Kur'anda bu konuda net bir isim zikredilmemesi geçmişteve günümüzde tartışlına konulardan birisidir. Bildiğimiz üzere İbrahim as ın ismail ve ishak adında iki oğlu vardır ve kurban edilmek istenen oğlunun ishak olduğu geçmişte bazı tefsirciler tarafından ileri sürülmüştür. Şunu önce belirtmek isterizki kıssaların bize anlatılmasındaki ana fikrin o kıssadan bir hisse almak amaçlı olduğu ve önemli olanın o kıssada bizim için ne gibi bir mesaj olduğudur. Bu konunun tartışılması (kurban edilmek istenenin kim olduğu konusu) o kıssadaki Allaha en sevdiğini onun yolunda kurban edebilme teslimiyetinin arka plana atılarak kıssa içinde dönüp dolaşarak kıssaları geçmişte yaşanmış bir hikaye demeti olarak görmek anlamına gelir. Birde üstüne, kurban edilmek istenen oğlunun ishak olduğu gibi bir düşünce kur'an bütünlüğünü hesaba katmadan anlaşılmaya çalışılan bir konunun ne gibi yanlışlara götürdüğünün bir örneğidir.
Günümüzde "kur'anı tevrattan anlama" düşüncesininde bir uzantısı olarak gördüğümüz bu gibi düşünceler kuran kıssalarını tevrata doğrulatmak gibi yanlışlığın eseri olarak karşımıza çıkmaktadır. Halbuki esas olan kur'anı tevrattan değil tevratı kur'andan anlamaya çalışmaktır. Nasılki hadislerin doğruluğunu kur'anla sağlamasını yaptıktan sonra kabul veya red ediyorsak tevrattaki bir haberin doğruluğunuda kur'anla sağlamasını yapıp kabul veya red etmemiz gerekir.
Kurban edilmek istenen oğlunun ishak olduğu tevratta yazdığı için bu düşünceye kapılanların kendi düşüncelirinin kaynağının geçmişteki tefsirlere sızan israiliyat haberler olduğunu bilmeleri gerekir. Bunun traji komik diyebileceğimiz tarafıda modernist kur'an anlayışlarına sahip olan bir kısım zevatında bunu kabul etmeleridir. Bu konu "sadece kur'an " diyenlerinde sadece kur'an ile imtihanı olup net bir isim verilmeden ancak kur'an bütünlüğünde o ismin hangisi olduğu konusu tartışalımayacak kadar açık olan bir konuda, kur'an + rivayet + tevrat gibi yan kaynaklara teslim olmalarının göstergesidir.
Bu konu ile ilgili ayetlerin meallerini görerek devam edelim. İbrahim as ın ateşten kurtulmasının ardından lut as ın kavmine gönderilen meleklerin önce ibrahim as a uğraması ile ilgili ayetlerin mealleri ile şu şekildedir.
Hud suresi 69-75. ayetlerinin meali
69- Andolsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman; "Selam" dediler. O da: "Selam" dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.
70- Ellerinin ona uzanmadığını görünce (İbrahim durumdan) hoşlanmadı ve içine bir tür korku düştü. Dediler ki: "Korkma. Biz Lut kavmine gönderildik."
71- Karısı ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik.
72- "Vay bana" dedi (kadın). "Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!.."
73- Dediler ki: "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecid'tir."
Hicr suresi 51-56. ayetlerinin meali
51- Onlara İbrahim'in konuklarından haber ver.
52- Yanına girdiklerinde "Selam" demişlerdi. O da: "Biz sizden korkmaktayız" demişti.
53- Dediler ki: "Korkma biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz."
54- Dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelip-çökmüşken mi müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesiniz?"
55- Dediler ki: "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma."
56- Dedi ki: "Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?"
Meryem suresi 47-50. ayetlerinin meali
47- (İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi.
48- "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım."
49- Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakup'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.
50- Onlara rahmetimizden armağan(lar) bağışladık ve onlar için yüce bir doğruluk dili verdik.
Enbiya suresi 69-73. ayetlerinin meali
69- Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol."
70- Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
71- Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, alemler (insanlık) için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık.
72- Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık.
73- Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi.
Saffat suresi 99-113. ayetlerinin meali
99- (İbrahim) Dedi ki: “Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir.”
100- “Rabbim, bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et.”
101- Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik.
102- Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah, beni sabredenlerden bulacaksın.”
103- Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup onu alnı üzerine yatırdı.
104- Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik.
105- “Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.”
106- Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.
107- Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.
108- Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
109- İbrahim’e selam olsun.
110- Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
111- Şüphesiz o, Bizim mü’min olan kullarımızdandır.
112- Biz ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak’ı da müjdeledik.
113- Ona ve İshak’a bereketler verdik. İkisinin soyundan, ihsanda bulunan (muhsin olan) da var, açıkça kendi nefsine zulmeden de.
Zariyat suresi 24-30. ayetleri
24- Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi?
25- Hani, yanına girdiklerinde: "Selam" demişlerdi. O da: "Selam" demişti. "(Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk."
26- Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi.
27- Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); "Yemez misiniz?" dedi.
28- (Onlar yemeyince) Bunun üzerine içine bir tür korku düştü. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir erkek çocuk müjdesini verdiler.
29- Böylece karısı çığlıklar kopararak geldi ve yüzüne vurarak: "Kısır, yaşlı bir kadın (mı doğum yapacakmış)? dedi.
30- Dediler ki: "Öyle. (Bunu) Senin Rabbin buyurdu. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir."
Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere hud suresideki bölümde "ishakın ve yakubun" müjdelenmesinden, hicr suresindeki bölümde "bilgin bir çocuk" müjdelenmesinden, meryem suresindeki bölümde "ishakın armağan edilmesinden", enbiya suresinde "ishakın" armağan edilmesinden, zariyat suresindeki bölümde "bilgin bir çocuk"müjdelenmesinden , en teferruatlı olarak anlatıldığı saffat suresindeki bölümde ise 112. ayette ishakın müjdelenmesinin önce İbrahim as ın bir oğlu daha olduğu anlaşılmaktadır ve İshak as ikinci bir oğul olarak zikredilmektedir. Öyleyse kıssada kurban edilmek istenen oğul ishak as değil öteki oğlu ismail as dır.
İbrahim as ın iki oğlunun ismi ibrahim suresi 39. ayetinde şu mealde geçmektedir.14. 39- «Kocamışken, bana İsmail ve İshak'ı veren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir.» Kur'anda İbrahim as ın iki oğlundan bahseden ayetlerdeki isim sıralamasına baktığımız zamanda ismail as ın ismi önce geçer buda bize ismail as ın ilk oğlu olduğu hakkında bir bilgi vermektedir.
-2.136 «Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız» deyin.
-2.140 Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? Peki, siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir? de. Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
-3.84«Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Rableri tarafından Musa, İsa ve peygamberlere verilene inandık, onları birbirinden ayırt etmeyiz, biz O'na teslim olanlarız» de.
-004.163] [DI] Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi şüphesiz sana da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik.
Kur'anı bir bütünlük içinde anlamaya örnek olarak gösterebileceğimz bir ayette, enbiya suresi 85. ayetidir bu ayette mealen " İsmail, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an; onların her biri sabredenlerdendi." buyurulması ve ayette sabrın vurgulanması ile ismail as arasında bir bağ kurmak gerekirse saffat suresi 102. ayetinde "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah, beni sabredenlerden bulacaksın." ayetindeki sabrın vurgulanması ismail as ile bağlantılıdır.
Bu kadar kolay anlaşılan bir konu hakkında böyle bir ihtilaf neden? diye bir sorunun cevabını yine klasik kur'an anlayışlarının hakim olduğu "kur'anı rivayetlerden öğrenme" mantığı yatmaktadır.Klasik tefsirlerde bile kurban edilmek istenen oğulun ishak as olduğu yolundaki haberlerin zayıf ve uydurma olduğu yolundaki söylemlere rağmen günümüzdede bu düşüncenin "sadece kur'an" diyenlerin bir kısmı tarafından dile getirilmeye çalışılmasının arka planında kur'an + ........ şeklinde ilaveler yatmaktadır. Halbuki" kur'anı kur'andan anlamak" şeklindeki bir yöntem ile okunan kur'anda böyle bir ters anlama ulaşmak mümkün değildir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Günümüzde "kur'anı tevrattan anlama" düşüncesininde bir uzantısı olarak gördüğümüz bu gibi düşünceler kuran kıssalarını tevrata doğrulatmak gibi yanlışlığın eseri olarak karşımıza çıkmaktadır. Halbuki esas olan kur'anı tevrattan değil tevratı kur'andan anlamaya çalışmaktır. Nasılki hadislerin doğruluğunu kur'anla sağlamasını yaptıktan sonra kabul veya red ediyorsak tevrattaki bir haberin doğruluğunuda kur'anla sağlamasını yapıp kabul veya red etmemiz gerekir.
Kurban edilmek istenen oğlunun ishak olduğu tevratta yazdığı için bu düşünceye kapılanların kendi düşüncelirinin kaynağının geçmişteki tefsirlere sızan israiliyat haberler olduğunu bilmeleri gerekir. Bunun traji komik diyebileceğimiz tarafıda modernist kur'an anlayışlarına sahip olan bir kısım zevatında bunu kabul etmeleridir. Bu konu "sadece kur'an " diyenlerinde sadece kur'an ile imtihanı olup net bir isim verilmeden ancak kur'an bütünlüğünde o ismin hangisi olduğu konusu tartışalımayacak kadar açık olan bir konuda, kur'an + rivayet + tevrat gibi yan kaynaklara teslim olmalarının göstergesidir.
Bu konu ile ilgili ayetlerin meallerini görerek devam edelim. İbrahim as ın ateşten kurtulmasının ardından lut as ın kavmine gönderilen meleklerin önce ibrahim as a uğraması ile ilgili ayetlerin mealleri ile şu şekildedir.
Hud suresi 69-75. ayetlerinin meali
69- Andolsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman; "Selam" dediler. O da: "Selam" dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.
70- Ellerinin ona uzanmadığını görünce (İbrahim durumdan) hoşlanmadı ve içine bir tür korku düştü. Dediler ki: "Korkma. Biz Lut kavmine gönderildik."
71- Karısı ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik.
72- "Vay bana" dedi (kadın). "Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!.."
73- Dediler ki: "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecid'tir."
Hicr suresi 51-56. ayetlerinin meali
51- Onlara İbrahim'in konuklarından haber ver.
52- Yanına girdiklerinde "Selam" demişlerdi. O da: "Biz sizden korkmaktayız" demişti.
53- Dediler ki: "Korkma biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz."
54- Dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelip-çökmüşken mi müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesiniz?"
55- Dediler ki: "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma."
56- Dedi ki: "Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?"
Meryem suresi 47-50. ayetlerinin meali
47- (İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi.
48- "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım."
49- Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakup'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.
50- Onlara rahmetimizden armağan(lar) bağışladık ve onlar için yüce bir doğruluk dili verdik.
Enbiya suresi 69-73. ayetlerinin meali
69- Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol."
70- Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
71- Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, alemler (insanlık) için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık.
72- Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık.
73- Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi.
Saffat suresi 99-113. ayetlerinin meali
99- (İbrahim) Dedi ki: “Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir.”
100- “Rabbim, bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et.”
101- Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik.
102- Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah, beni sabredenlerden bulacaksın.”
103- Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup onu alnı üzerine yatırdı.
104- Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik.
105- “Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.”
106- Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.
107- Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.
108- Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
109- İbrahim’e selam olsun.
110- Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
111- Şüphesiz o, Bizim mü’min olan kullarımızdandır.
112- Biz ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak’ı da müjdeledik.
113- Ona ve İshak’a bereketler verdik. İkisinin soyundan, ihsanda bulunan (muhsin olan) da var, açıkça kendi nefsine zulmeden de.
Zariyat suresi 24-30. ayetleri
24- Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi?
25- Hani, yanına girdiklerinde: "Selam" demişlerdi. O da: "Selam" demişti. "(Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk."
26- Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi.
27- Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); "Yemez misiniz?" dedi.
28- (Onlar yemeyince) Bunun üzerine içine bir tür korku düştü. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir erkek çocuk müjdesini verdiler.
29- Böylece karısı çığlıklar kopararak geldi ve yüzüne vurarak: "Kısır, yaşlı bir kadın (mı doğum yapacakmış)? dedi.
30- Dediler ki: "Öyle. (Bunu) Senin Rabbin buyurdu. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir."
Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere hud suresideki bölümde "ishakın ve yakubun" müjdelenmesinden, hicr suresindeki bölümde "bilgin bir çocuk" müjdelenmesinden, meryem suresindeki bölümde "ishakın armağan edilmesinden", enbiya suresinde "ishakın" armağan edilmesinden, zariyat suresindeki bölümde "bilgin bir çocuk"müjdelenmesinden , en teferruatlı olarak anlatıldığı saffat suresindeki bölümde ise 112. ayette ishakın müjdelenmesinin önce İbrahim as ın bir oğlu daha olduğu anlaşılmaktadır ve İshak as ikinci bir oğul olarak zikredilmektedir. Öyleyse kıssada kurban edilmek istenen oğul ishak as değil öteki oğlu ismail as dır.
İbrahim as ın iki oğlunun ismi ibrahim suresi 39. ayetinde şu mealde geçmektedir.14. 39- «Kocamışken, bana İsmail ve İshak'ı veren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir.» Kur'anda İbrahim as ın iki oğlundan bahseden ayetlerdeki isim sıralamasına baktığımız zamanda ismail as ın ismi önce geçer buda bize ismail as ın ilk oğlu olduğu hakkında bir bilgi vermektedir.
-2.136 «Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız» deyin.
-2.140 Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? Peki, siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir? de. Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
-3.84«Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Rableri tarafından Musa, İsa ve peygamberlere verilene inandık, onları birbirinden ayırt etmeyiz, biz O'na teslim olanlarız» de.
-004.163] [DI] Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi şüphesiz sana da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik.
Kur'anı bir bütünlük içinde anlamaya örnek olarak gösterebileceğimz bir ayette, enbiya suresi 85. ayetidir bu ayette mealen " İsmail, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an; onların her biri sabredenlerdendi." buyurulması ve ayette sabrın vurgulanması ile ismail as arasında bir bağ kurmak gerekirse saffat suresi 102. ayetinde "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah, beni sabredenlerden bulacaksın." ayetindeki sabrın vurgulanması ismail as ile bağlantılıdır.
Bu kadar kolay anlaşılan bir konu hakkında böyle bir ihtilaf neden? diye bir sorunun cevabını yine klasik kur'an anlayışlarının hakim olduğu "kur'anı rivayetlerden öğrenme" mantığı yatmaktadır.Klasik tefsirlerde bile kurban edilmek istenen oğulun ishak as olduğu yolundaki haberlerin zayıf ve uydurma olduğu yolundaki söylemlere rağmen günümüzdede bu düşüncenin "sadece kur'an" diyenlerin bir kısmı tarafından dile getirilmeye çalışılmasının arka planında kur'an + ........ şeklinde ilaveler yatmaktadır. Halbuki" kur'anı kur'andan anlamak" şeklindeki bir yöntem ile okunan kur'anda böyle bir ters anlama ulaşmak mümkün değildir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)