Bugün İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde yaşayan Müslümanların ekseriyetinde yerleşik bulunan elçi inancı, Kur'an'ın ortaya koyduğu elçi inancı ile taban tabana zıt bir durum arz etmektedir. İsa (a.s) ı ilah konumuna yükselten Hristiyanlara dahi parmak ısırttıracak şekilde aşırılık içeren elçi inancı maalesef Müslümanlarda itikadi sorunlar oluşturmaktadır. Bu yazımızda, yine Kur'an ile zıtlık arz eden bir inanç olan, Muhammed (a.s) ın ölmediği, kabrinde diri olduğuna dair olan inancı ele almaya çalışacağız.
Bugün din hakkındaki bilgilerini Kur'an'dan değil de, bazı kişilerin anlattıkları hurafelerden veya rivayet kitaplarından alan kişilere şayet, "Muhammed (a.s) ölü mü dür yoksa diri mi dir?" şeklinde bir soru sorulacak olsa, alınacak cevap onun ölü olmadığı diri olduğu yönünde olacaktır. Çünkü peygamber sevgisi adına, Muhammed (a.s) ın ölü olduğunu söylemeye dilleri varmamakta, onun ölü olduğunu söylemenin kişiyi sanki ona küfür ve hakaret etmek gibi bir duruma düşüreceği zannedilmektedir.
Herkesin malumu olduğu üzere ülkemizden umre ve hac ibadeti için gidenlere verilen siparişlerin başında, onun diri olduğuna inanan Müslümanlarca Muhammed (a.s) a selam söylenmesi gelmektedir. Gönderilen bu selam, maalesef onun ölü olmadığı inancının bir yansımasıdır. Özellikle "Ehli sünnet itikadi" adı altında anlatılan Muhammed (a.s) ın ölü olmadığına dair iddialar, bizim buraya alıntı yapmaya dahi haya edebileceğimiz derecede çirkinlik arz etmekte, fakat bu çirkinlikler özellikle tasavvuf kesiminde bir hayli alıcı bulmaktadır.
Biz, bu konuda Kur'an'ın söyledikleri üzerinde düşünmeye davet ederek, bazı kimselerin içinde bulundukları yanlışa dikkat çekmeye çalışacağız. Din konusunda bizlere yol göstermesi ve hakem olması gereken yegane kaynağın Kur'an olmalıdır. Şayet din konusunda gelen bir bilgi Kur'an tarafından onay almıyorsa, o bilginin hiçbir değeri olamaz.
[Al-i İmran s.144] Muhammed ancak bir resuldür. Ondan önce de resuller
geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a
hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.
[Enbiya s.034] Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de
onlar baki kalır mı?
[Ankebut s.057] Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.
[Zümer s.030] Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.
Konuyu, bu ayetler ışığında düşündüğümüzde, "Muhammed (a.s) da ölmemiştir kabrinde diridir" gibi sözler etmek, Kur'an tarafından artık onay almayacaktır. Ancak yine Kur'an tarafından onaylanmayan bir düşünce olan kabirlerdeki insanların ceza veya mükafat gördüğü inancını kabul edenler tarafından, bu ayetler maalesef kabul görmeyecek, "Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" şeklinde itirazlar yükselecektir.
Muhammed (a.s) ın diri olduğu iddiası, Bakara ve Al-i İmran surelerinde geçen, Allah yolunda öldürülmüş olanlar ile ilgili ayetler ile desteklenmek istenilmektedir.
[Bakara s.154] Allah yolunda öldürülenlere «Ölüler» demeyin, zira onlar
diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.
[Al-i İmran s.169] Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar
diridirler, Rab'leri katında rızıklanmaktadırlar.
"Mecaz, cahilin elinde hakikate dönüşür" sözüne bir kelime ilave ederek, "Mecaz, cahilin ve ön yargılı olanın elinde hakikate dönüşür" şeklinde söylediğimizde, bu ayetlere istinaden Muhammed (a.s) ın ölmediğini iddia etmek, ancak ön yargılı bir düşüncenin eseri olabilir. Çünkü Muhammed (a.s) ın vefatı bilindiği gibi yatağında ölmek şeklinde gerçekleşmiştir, yani Allah yolunda öldürülmek gibi bir durumu yoktur. Ancak bu duruma da bir kılıf bulunmuş, Hayber'de yediği yemekten dolayı zehirlenmiş olduğu ve bu durumun onun vefatına sebep olduğu iddiası, onun Allah yolunda öldürülmüş olduğuna kanıt olarak sunulmaktadır.
Allah yolunda öldürülmüş olanların ölü olmadığı, diri olduğu şeklindeki beyan, hakikat değil mecaz bir ifadedir. Bu beyan Allah yolundaki ölümün boşa gitmediği, ve bu şekildeki ölümün teşvik edildiği şeklinde anlaşılması daha makul bir yaklaşımdır. Şayet bu ifadenin hakiki olduğunu düşündüğümüzde, bu şekilde öldürülmüş olan bir kişi şayet evli ise, onun geride bıraktığı eşi halen onunla evli sayılacak, ve başka birisi ile asla evlenemeyecektir. Çünkü kocası ölü değil diridir ve kocası ölmemiş birisinin başka birisi ile evlenmesi onu boşamadığı sürece asla mümkün değildir.
Muhammed (a.s) ın ölmediği kabrinde diri olduğu iddiası bilindiği gibi tasavvuf ekolünde daha fazla rağbet görmektedir. Bunun sebebi ise, türbelerde bulunan ölülerden medet ummak gibi bir şirk içine düşmüş olanların türbelerde yatan bu kişilerin diri olmaları gerektiği düşüncesine binaen, önce Muhammed (a.s) ın diri olması gerektiğidir. Yani önce onun diri olması gerekmektedir ki, sonra türbelerde yatan kişilerin de ölü olmadığı inancı daha kolay alıcı bulabilsin.
"Esselamu aleyke ya resulullah" şeklinde yapılan hitap, ölmemiş olduğuna inanılan elçiye karşı yapılan bir hitap olarak, bir çok Müslümanın dilinde dolaşmaktadır. Namazlarda okunan tahiyyat duasında geçen bu hitabın yerine, "Esselamu alennebiyyü" veya "Esselamu alel enbiyai" sözlerini kullananın daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca minarelerden okunan selalardaki ölmemiş elçiye yapılan hitap tarzı, itikadi açıdan büyük sıkıntılar doğurmasına rağmen, sanki İslami bir şiar gibi muamele görmektedir.
Muhammed (a.s) ın bugün nasıl bir durumda olduğu şayet Kur'an kaynaklı bir bakış açısı ile değerlendirilmiş olsaydı, bugün onun ölü mü yoksa diri mi olduğu gibi tartışmalar asla olmayacak, bu türden ihtilaflar gündemde bile olmayacaktı. Ancak aşırı yüceltmeci peygamber anlayışının bir ürünü olan bu gibi düşünceler Müslümanlar arasında yer etmiş olduğu için, bu gibi düşünceler yaygın olarak kabul görebilmektedir.
Bu konuda da Müslümanlar iki yoldan birisini seçmek durumundadır.
Bazı kimseler Muhammed (a.s) ın ölü olmadığı şeklindeki Kur'an ile çelişen düşünce ile, Kur'an tarafından beyan edilen Muhammed (a.s) ın ölü olduğu beyanı arasında tercih yapmak durumundadır. Çünkü Muhammed (a.s) ın ölü olmadığı iddiası beraberinde akidevi sorunları da getirmektedir. Çünkü o atfedilen bazı özellikler onu Allah ile denk bir duruma getirmekte, bu denklik iddiası ise, iddia sahiplerini şirk batağına düşürmektedir.
Muhammed (a.s) a sevgi adına yapılan bu tür aşırılıklar, Allah'ı kulun seviyesine indirmek, veya kulu Allah'ın seviyesine indirmek anlamına gelmektedir. Onun beşer oluşu gerçeği hiç bir zaman gözden ırak tutulmamalı, onu beşer üstüne çıkarmanın akidevi sorunları da beraberinde getirdiği gerçeği asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki, Muhammed (a.s) bir beşerdir ve her beşer gibi ölümü tatmış, yine her beşer gibi kabrinde yeniden dirileceği günü beklemektedir. Bu süreç zarfında hiçbir şeyden haberi yoktur, ne kabrine gelenleri, ne de kendisine gönderilen selamları işitir. Hele hele Allah (c.c) ile bizim aramızda aracılık yapması gibi bir durumu da yoktur. Kim ki böyle bir inanç içindedir, bu inancın literatürdeki adı apaçık şirktir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
yapmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yapmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3 Ağustos 2018 Cuma
21 Temmuz 2018 Cumartesi
Ateşten Kurtardığına İnanılan Bir Elçi İle Zümer s. 19. Ayetindeki Elçi Arasında Seçim Yapmak
Bugün Müslümanların ekseriyetinin sahip olduğu elçi anlayışının Kur'an tarafından değil, riayet kitapları tarafından inşa edildiği bir gerçektir. Bu gerçek, rivayet kitaplarının oluşturduğu elçi anlayışına sahip olanlara anlatılmaya çalışıldığı zaman, büyük bir tepki çekmekte, Kur'an'ın anlattığı elçi portresi maalesef bir çok Müslüman tarafından kabul görmemektedir. Kabul görmediği gibi, Kur'an'ın tarif ettiği elçinin kabul görmesini isteyenler, "Elçi Düşmanı, Zındık" v.s gibi isimlerle yaftalanmaktadır.
Yine bilinmektedir ki, Kur'an'ın şefaat konulu ayetleri ile, rivayetler tarafından oluşturulmuş şefaat inancı, birbiri ile taban tabana zıttır. Kur'an, şefaat inancını müşriklerin sahip olduğu bir inanç olarak değerlendirirken, rivayetler ise şefaati bir İslam inancı olarak görmektedir. Yine rivayetler tarafından öğretilen şefaat inancında Muhammed (a.s) baş rolü oynamakta ve birçok Müslüman onun hesap gününde ümmetine şefaat ederek kendilerini ateşten kurtaracağına inanmaktadır.
Aşağıda yaptığımız örnek alıntılar, bu yanlış inancın bir tezahürü olarak kitaplarda ve birçok internet sitesinde yer almaktadır.
"Allah Resûlü (asm), ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!"diye yakarışa geçecek, o esnada cenneti, hurilerin perdedarlığını ve kim bilir daha nice güzellikleri unutacak ve gözyaşlarını ceyhun ede ede hep ağlayacak O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!"deninceye kadar başını yerden kaldırmayacak ve hep "Ümmetî! Ümmetî!"diye inleyecektir."
"Evet, günah-ı kebaîr işlemiş, düşmüş kalkmış, yer yer sürüm sürüm olmuş ve kirlenmiş, fakat ümidini yitirmemiş, ümitle ve zayıf da olsa imanla Huzur-u Risaletpenâhî’ye varabilmiş, Rasulü Ekrem’in şefaat atmosferi içine girmiş ne kadar mücrim varsa herkese bir bişarettir bu. Allah (celle celâluhû) O’na “Şefaat et! Şefaatin kabul görecektir” buyurmuşsa, O da bu teveccühü değerlendirecektir evet, Cenab-ı Hak, Habibi başını yere koyup, “Ümmetim, Ümmetim!” diye yalvardığında O’nun içine su serpecek ve rahmet esintili şu sözleri söyleyecektir: “Ya Muhammed! İrfa’ ra’seke, işfa’ tüşeffa’ / Ya Muhammed! Başını kaldır. Şefaat et! Şefaatin makbuldür bugün.”"
Yukarıda bulunan iki paragrafta yazılanlar, Muhammed (a.s) ın hesap gününde şefaatçi olacağına dair genel geçer algının bir yansıması olup, ateşten kurtarma yetkisine sahip olduğuna inanılan bir elçi inancını yansıtmaktadır.
Rivayetler tarafından örülen ATEŞTEN KURTARAN ELÇİ inancının ne derece doğru olabileceği konusunda Zümer s. 19. ayeti bize yol gösterecektir.
أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ أَفَأَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِ
[039.019] Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimseyi, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?
Zümer s. 19. ayetinde Muhammed (a.s) a hitaben söylenilen bu sözler, bize onun hesap günündeki konumunu da anlatmaktadır. Bu ayete bakıldığında Muhammed (a.s) ın kimseyi ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı görülmektedir.
Burada, "Muhammed (a.s) ın ateşten kurtaramayacağı insanlar kafir olan kimselerdir. Onun ateşten kurtarma yetkisi Müslümanlar için olacaktır" şeklinde bir itirazın gelmesi de muhtemeldir.
Bu itiraza karşı şunları söyleyebiliriz:
Bu ayet içinde dikkat edilmesi gereken cümle, "Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimse" cümlesidir. Allah (c.c) nin hakkında azap hükmü verdiği bir kişi Müslüman da olsa (ki bu düşünce yine problemlidir) elçisi olan bir kulu için bu sözünü değiştireceği düşüncesi, itikadi açıdan sakıncalar doğurmaktadır. Allah'ın sözünün üzerine söz söyleyebileceğine inanılan bir kişinin Allah'a denk sayıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Allah'a denk görülen her şeyin ona ortak koşmak anlamına gelmektedir.
Hasılı kelam, Muhammed (a.s) ın hakkında azap hükmü kesinleşmiş olan Müslümanları ateşten kurtaracağı iddiası, yine bu ayet ile ret edilmektedir.
Şimdi burada Müslümanlar, rivayetler aracılığı ile anlatılan bir insanı ateşten kurtaracağına inanılan elçi portresi ile, Kur'an tarafından anlatılan kimseyi ateşten kurtarma yetkisi olmayan elçi arasında seçim yapmak durumundadır.
AYET VAR DİYORSUN AMA HADİS VAR KARDEŞİM
Bu söz, rivayetler tarafından gelen ve Kur'an ile çelişki arz eden bilgiye karşı getirilen bir karşı itiraz olarak, bir çok Müslümandan maalesef duyulmaktadır. Yine bu söz Kur'an'ın bazı Müslümanlar nezdindeki yerini göstermesi açısından acı bir örnektir. Çünkü bu gibi sözleri sarf edebilen kişiler, Kur'an ile rivayet arasında tercih yapılması gerektiğinde, Kur'an'ın değil rivayetlerin tercih edilmesi gereğine inanan, hatta bunu imanın bir gereği olarak görmektedirler.
"Hadis İnkarcısı" deyimini dillerine dolayan bazı kimselerin, bu deyim ile kast ettikleri insanlar, dinde rivayetlerin değil Kur'an'ın belirleyici olması gerektiğini savunanlardır. Muhammed (a.s) ın Kur'an'a aykırı en ufak bir söz dahi söylemeyeceği üzerinde, bütün Müslümanların ittifak etmiş olmasına rağmen, bu ittifak pratiğe çıkmamakta, Kur'an ile çakışan bir rivayetin Muhammed (a.s) tarafından asla söylenemeyeceği maalesef dile getirilmekten korkulmaktadır. Bu korkunun en büyük sebebi ise, bu gibi Kur'an ile çelişen rivayetlerin bulunduğu kitaplara dokunulmazlık zırhının giydirilmiş olmasıdır.
Bugün bir rivayet şayet Buhari, Müslim v.s gibi rivayet kitaplarında varsa, veya makbul olarak görülen bir kişinin ağzından çıkmış ise, bazı Müslümanlar tarafından Kur'an ayetinden daha sağlam olarak görülmekte, bu rivayetin güvenilir olup olmadığı konusunda en küçük bir şüphe dahi duyulmamaktadır.
Halbuki olması gereken, Kur'an'ın dinde belirleyici olması, üzerine dokunulmazlık zırhı giydirilmiş kitaplarda geçse dahi Kur'an ile çelişip çelişmediğine bakılması, kim söylemişse söylesin doğruluğu kişilere göre değil, Kur'an'a göre değerlendirilmesidir. Maalesef bu yapılmamakta, yapılmadığı gibi de bu yöntemi savunanlar en ağır ithamlara layık görülmektedir. Halbuki bu kimseler, Kur'an ile çelişen rivayetleri ret etmeyerek Hadis İnkarcısı olarak görülmemek için, KUR'AN İNKARCISI olmayı göze alabilmektedir.
Sonuç olarak: Muhammed (a.s) hesap gününde diğer insanlar gibi hesaba çekilecek (Araf s. 6), bu hesabın sonunda karşılığını alacaktır. Onun hesap gününde başkalarını ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı gibi, ona böyle bir yetkinin verildiğine inanmak itikadi açıdan sakıncalar içermektedir.
Genel geçer İslam düşüncesindeki elçi inancı Kur'an tarafından belirlenmediği için bu gibi sorunlar ortaya çıkmakta, Müslümanlar arasında fikir ayrılıklarının başını Muhammed (a.s) ın sahip olması gereken konum oluşturmaktadır. Şayet her konuda olması gerektiği gibi bu konuda da Kur'an belirleyici bir kitap olarak görülmüş olsaydı, bugün Müslümanlar arasındaki ayrılıklar büyük ölçüde giderilmiş olabilirdi.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Yine bilinmektedir ki, Kur'an'ın şefaat konulu ayetleri ile, rivayetler tarafından oluşturulmuş şefaat inancı, birbiri ile taban tabana zıttır. Kur'an, şefaat inancını müşriklerin sahip olduğu bir inanç olarak değerlendirirken, rivayetler ise şefaati bir İslam inancı olarak görmektedir. Yine rivayetler tarafından öğretilen şefaat inancında Muhammed (a.s) baş rolü oynamakta ve birçok Müslüman onun hesap gününde ümmetine şefaat ederek kendilerini ateşten kurtaracağına inanmaktadır.
Aşağıda yaptığımız örnek alıntılar, bu yanlış inancın bir tezahürü olarak kitaplarda ve birçok internet sitesinde yer almaktadır.
"Allah Resûlü (asm), ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!"diye yakarışa geçecek, o esnada cenneti, hurilerin perdedarlığını ve kim bilir daha nice güzellikleri unutacak ve gözyaşlarını ceyhun ede ede hep ağlayacak O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!"deninceye kadar başını yerden kaldırmayacak ve hep "Ümmetî! Ümmetî!"diye inleyecektir."
"Evet, günah-ı kebaîr işlemiş, düşmüş kalkmış, yer yer sürüm sürüm olmuş ve kirlenmiş, fakat ümidini yitirmemiş, ümitle ve zayıf da olsa imanla Huzur-u Risaletpenâhî’ye varabilmiş, Rasulü Ekrem’in şefaat atmosferi içine girmiş ne kadar mücrim varsa herkese bir bişarettir bu. Allah (celle celâluhû) O’na “Şefaat et! Şefaatin kabul görecektir” buyurmuşsa, O da bu teveccühü değerlendirecektir evet, Cenab-ı Hak, Habibi başını yere koyup, “Ümmetim, Ümmetim!” diye yalvardığında O’nun içine su serpecek ve rahmet esintili şu sözleri söyleyecektir: “Ya Muhammed! İrfa’ ra’seke, işfa’ tüşeffa’ / Ya Muhammed! Başını kaldır. Şefaat et! Şefaatin makbuldür bugün.”"
Yukarıda bulunan iki paragrafta yazılanlar, Muhammed (a.s) ın hesap gününde şefaatçi olacağına dair genel geçer algının bir yansıması olup, ateşten kurtarma yetkisine sahip olduğuna inanılan bir elçi inancını yansıtmaktadır.
Rivayetler tarafından örülen ATEŞTEN KURTARAN ELÇİ inancının ne derece doğru olabileceği konusunda Zümer s. 19. ayeti bize yol gösterecektir.
أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ أَفَأَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِ
[039.019] Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimseyi, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?
Zümer s. 19. ayetinde Muhammed (a.s) a hitaben söylenilen bu sözler, bize onun hesap günündeki konumunu da anlatmaktadır. Bu ayete bakıldığında Muhammed (a.s) ın kimseyi ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı görülmektedir.
Burada, "Muhammed (a.s) ın ateşten kurtaramayacağı insanlar kafir olan kimselerdir. Onun ateşten kurtarma yetkisi Müslümanlar için olacaktır" şeklinde bir itirazın gelmesi de muhtemeldir.
Bu itiraza karşı şunları söyleyebiliriz:
Bu ayet içinde dikkat edilmesi gereken cümle, "Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimse" cümlesidir. Allah (c.c) nin hakkında azap hükmü verdiği bir kişi Müslüman da olsa (ki bu düşünce yine problemlidir) elçisi olan bir kulu için bu sözünü değiştireceği düşüncesi, itikadi açıdan sakıncalar doğurmaktadır. Allah'ın sözünün üzerine söz söyleyebileceğine inanılan bir kişinin Allah'a denk sayıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Allah'a denk görülen her şeyin ona ortak koşmak anlamına gelmektedir.
Hasılı kelam, Muhammed (a.s) ın hakkında azap hükmü kesinleşmiş olan Müslümanları ateşten kurtaracağı iddiası, yine bu ayet ile ret edilmektedir.
Şimdi burada Müslümanlar, rivayetler aracılığı ile anlatılan bir insanı ateşten kurtaracağına inanılan elçi portresi ile, Kur'an tarafından anlatılan kimseyi ateşten kurtarma yetkisi olmayan elçi arasında seçim yapmak durumundadır.
AYET VAR DİYORSUN AMA HADİS VAR KARDEŞİM
Bu söz, rivayetler tarafından gelen ve Kur'an ile çelişki arz eden bilgiye karşı getirilen bir karşı itiraz olarak, bir çok Müslümandan maalesef duyulmaktadır. Yine bu söz Kur'an'ın bazı Müslümanlar nezdindeki yerini göstermesi açısından acı bir örnektir. Çünkü bu gibi sözleri sarf edebilen kişiler, Kur'an ile rivayet arasında tercih yapılması gerektiğinde, Kur'an'ın değil rivayetlerin tercih edilmesi gereğine inanan, hatta bunu imanın bir gereği olarak görmektedirler.
"Hadis İnkarcısı" deyimini dillerine dolayan bazı kimselerin, bu deyim ile kast ettikleri insanlar, dinde rivayetlerin değil Kur'an'ın belirleyici olması gerektiğini savunanlardır. Muhammed (a.s) ın Kur'an'a aykırı en ufak bir söz dahi söylemeyeceği üzerinde, bütün Müslümanların ittifak etmiş olmasına rağmen, bu ittifak pratiğe çıkmamakta, Kur'an ile çakışan bir rivayetin Muhammed (a.s) tarafından asla söylenemeyeceği maalesef dile getirilmekten korkulmaktadır. Bu korkunun en büyük sebebi ise, bu gibi Kur'an ile çelişen rivayetlerin bulunduğu kitaplara dokunulmazlık zırhının giydirilmiş olmasıdır.
Bugün bir rivayet şayet Buhari, Müslim v.s gibi rivayet kitaplarında varsa, veya makbul olarak görülen bir kişinin ağzından çıkmış ise, bazı Müslümanlar tarafından Kur'an ayetinden daha sağlam olarak görülmekte, bu rivayetin güvenilir olup olmadığı konusunda en küçük bir şüphe dahi duyulmamaktadır.
Halbuki olması gereken, Kur'an'ın dinde belirleyici olması, üzerine dokunulmazlık zırhı giydirilmiş kitaplarda geçse dahi Kur'an ile çelişip çelişmediğine bakılması, kim söylemişse söylesin doğruluğu kişilere göre değil, Kur'an'a göre değerlendirilmesidir. Maalesef bu yapılmamakta, yapılmadığı gibi de bu yöntemi savunanlar en ağır ithamlara layık görülmektedir. Halbuki bu kimseler, Kur'an ile çelişen rivayetleri ret etmeyerek Hadis İnkarcısı olarak görülmemek için, KUR'AN İNKARCISI olmayı göze alabilmektedir.
Sonuç olarak: Muhammed (a.s) hesap gününde diğer insanlar gibi hesaba çekilecek (Araf s. 6), bu hesabın sonunda karşılığını alacaktır. Onun hesap gününde başkalarını ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı gibi, ona böyle bir yetkinin verildiğine inanmak itikadi açıdan sakıncalar içermektedir.
Genel geçer İslam düşüncesindeki elçi inancı Kur'an tarafından belirlenmediği için bu gibi sorunlar ortaya çıkmakta, Müslümanlar arasında fikir ayrılıklarının başını Muhammed (a.s) ın sahip olması gereken konum oluşturmaktadır. Şayet her konuda olması gerektiği gibi bu konuda da Kur'an belirleyici bir kitap olarak görülmüş olsaydı, bugün Müslümanlar arasındaki ayrılıklar büyük ölçüde giderilmiş olabilirdi.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
29 Mayıs 2013 Çarşamba
Salat'ın (Namaz'ın) Vakitleri Üzerinden İlmihal Kur'ancılığı Yapmak
Salat kavramı kur'anda en fazla yer tutan kavramlardan biri olup, kullanılan dilde birden fazla anlama gelen kelimelerden olması nedeniyle bu kelimenin türevleride kur'anda farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bu yazımızın amacı bu kavramı genel olarak değil,dilimizde kullandığımız adı ile "namaz" dediğimiz secdeli (ritüel) salat'ın vakitleri ile ilgili olan kur'an ayetlerinin hangi vaktin namazı ile ilgili olduğu ile olacaktır.
Nisa s. 101-102. ayetlerinde korku durumu (savaş vs) gibi hallerde salat'tan kısaltma yapılabileceğini ve bu kısaltılmış salatın şeklini izah ettikten sonra 103. ayetinde şu şekilde buyurulur , "Namazı bitirdikten sonra ayaktayken, otururken ve yere uzanmışken Allah'ın adını anınız. Tehlikeyi savuşturup güvene kavuştuğunuzda namazı tam olarak kılınız. Zira namaz müminlere, vakitleri belirli bir farzdır." Bu şekilde yapılan salatın vakitleri belirli olarak yazılmış olduğunu bildiren rabbimizin bu vakitleri kur'anın diğer ayetlerine ne şekilde serpiştirdiğini görmek faydalı olacaktır. Bu ayet bize gösterirki secdeli salat her halukarda edası gerekli olup en zor zamanda bile terkdilmemesi gerekli olan bir ibadettir.
Öncelikle nur . 58. ayetini ele alarak burada bahsedilen vakitlerin hangi vakitler olduğunu görelim.
"Yâ eyyuhellezîne âmenû li yeste’zinkumullezîne meleket eymânukum vellezîne lem yeblugûl hulume minkum selâse merrât(merrâtin), min kabli salâtil fecri, ve hînetedaûne siyâbekum minez zahîrat(zahîrati), ve min ba’di salâtil ışâi, selâsu avrâtin lekum, leyse aleykum ve lâ aleyhim cunâhun ba’de hunn(hunne), tavvâfûne aleykum ba’dukum alâ ba’d(ba’dın), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun)".
-----[024.058] [E0] Ey o bütün iyman edenler! ellerinizdeki memlûkleriniz ve sizden henüz bülûğa irmiyenler üç vakıt size istiyzan etsinler: sabah namazından evvel ve öğle sıcağından elbisenizi çıkardığınız sırada, bir de yatsu namazından sonra ki sizin üç eksikli vaktınızdır, bunların maadasında ne size ne onlara günah yoktur, üzerinize dolaşırlar, birbirinize bakarsınız, işte böyle size Allah âyetleri beyan ediyor, ve Allah alîmdir, hakîmdir.
Ayette 3 tane gün içindeki vakitten söz edilerek bu vakitlerde izin istenmesi emredilmektedir. Bu vakitlerden iki tanesi "salatil fecr" ve "salatil işa" olarak namaz vakitleri olarak diğer vakit ,"ezzahireti" (öğle vakti) olarak geçmektedir. Bu ayete istinaden kur'anda namaz vakitlerinin sabah-öğle-akşam olarak 3 tane olduğunu iddia edenlere rastlamakla beraber iki yanlışın yapıldığına şahid olmaktayız. 1- öğle vakti olarak geçen kelimeye salat izafe edilmediği için öğle namazı bu ayetten çıkmaz, 2- "salatil işa"yı akşam namazı olarak anlayanlar bu kelimenin anlamının akşam namazını karşılayıp karşılamadığı konusunda herhangi bir araştırma yapmadan bu kelimenin başka ayetlerde geçen "akşam" şeklindeki karşılığını dikkate alarak meallerdeki anlama tabi olup işin içinden çıkmak istemektedirler. Ayette geçen "fecr" ve "işa" kelimelerinin hangi vakitleri içine aldığını görelim.
"Fecr" kelimesi, bir nesneyi geniş biçimde yarmak anlamından hareketle geceyi yarmasından dolayı gündüzün başlarına , yani ufkun güneişin ilk ışıklarıyla kızardığı tan vaktinin adı olup "sabah namazı" olarak bildiğimiz vakte tekabul ederki bu vakitte herhangi bir ihtilaf yoktur.
"İşa" kelimesi ile ifade edilen kelimenin yatsı vakti olmadığı bu vaktin akşam vakti olduğunu iddia edildiğini gördüğümüz için " salatil işa"nın hangi namaz olduğu üzerinde durmak gerekmektedir.
"Aşiyyu" kelimesi , güneşin meridyen düzleminden batışa geçtiği zamandan sabaha kadar olan vakit anlamındadır. "Sabaha kadar olan" denilmesinden kasıt sabah namazının girdiği ana kadar olan vakittir. Bu kelimenin nasıl bir akşama delalet ettiğini bu kelime ile ifade edilen yan anlamlardan çıkarabiliriz ,çünkü bu kelimenin akşamı karşıladığı iddiasında bulunanlar yatsı namazının kuran'da olmadığı iddiasını dillendirmektedirler.
"el işae" göze arız olan karanlık- "aşevtünnare" gece ateşe doğru yöneldim- "el uşvetu"alevli odun parçası (karanlığı aydınlatması) - "el aşvau" önünde ne olduğunu görmeyen bundan dolayı her şeye çarpan dişi deve - şeklinde yan anlamları olan bu kelimenin ifade ettiği yan anlamlar nasıl bir akşam vaktini izah ettiğini anlatması bakımından dikkate değer kelimelerdir. Akşam'ın iyice karardığı vaktin adını karşılayan bu kelimenin ifade ettiği salat vakti yatsı adıyla maruf salat vaktini ifade ettiğini söylemek daha doğru olup bildiğimiz akşam namazı vaktini karşılamamaktadır.
Nur s. 58. ayetinden , sabah ve yatsı namazı olarak iki adet namazdan bahdesildiğini görmüş olduk. Kur'anın diğer ayetlerine dağılmış olan vakitlerin hangileri olduğunu ilgili ayetleri okuyarak anlamaya çalışalım.
"Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn(zâkirîne)."
-----[011.114] [E0] Hem namaz kıl gündüzün taraflarından ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatlerinde, çünkü hasenat, seyyiatı giderir, bu, idrâki olanlara bir öğüddür.
Hud s. 114. ayetinde belirtilen "gündüzün iki tarafı" ve " gecenin zülefi" hangi vakitlere tekabul edebilir? dersek ve bu ayet ile ilgili görüşlere baktığımızda farklı izahlar olduğunu görmekteyiz. "gündüzün iki tarafı" ile kastedilen salatın hangi salat olduğu ile ilgili izahlara baktığımızda , "sabah-ikindi" , "sabah-öğle-ikindi" ,"sabah-akşam" , "öğle-akşam", "öğle-ikindi" şeklinde farklı görüşlere rastlamaktayız.
"Gecenin zülefi" ile ilgili izahlara baktığımızda ise , "yatsı" , "akşam-yatsı" , "sabah-akşam-yatsı" namazları olduğu şeklinde farklı görüşlere buradada rastlamaktayız.
Ayetler üzerinde her ne kadar farklı görüşler mevcutsa'da "gündüzün iki tarafı" ile kastedilenden anlaşılabilecek olan gündüz vakti 2 , "gecenin zülefi" ile anlatılandan kastedilenin kelimenin çoğul olduğu düşünülecek olursa gece 3 olmak üzere günlük olarak 5 vakit olarak edası gerekli olan secdeli salat çıkarılması mümkündür.
"Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ(meşhûden)."
-----[017.078] [E0] Güneşin kaymasından gecenin kararmasına kadar namazı güzel kıl, bir de kıraetiyle mümtaz olan sabah namazını, zira sabah Kur'anı hakıkaten meşhuddur (şühuda mazhardır)
İsra s. 78. ayetindeki vaktin "şems'in duluku"ve " leyl'in ğasak'ı" şeklinde anlatılan vaktin hangi vakitler olduğuna bakacak olursak güneşin batıya doğru meyletmesinden başlayan vakitten , gecenin kararmasına kadar olan zamanı içine alır.
Bu ayetlerin dışında bazı vakitlerde "tesbih edilmesi" şeklinde ayetler mevut olup bunların secdeli salat ile ilgisinin bulunup bulunmadığı tartışma konusu olabilir.
Aslında anlaşılması gereken konu secdeli salat dediğimiz ve dilimizde "namaz" olarak bilinen ibadetin vakitleri konusunda daha önceki uygulamaların dikkate alınıp alınmaması ile olan bağı olup bazı iddia sahiplerine göre kur'anın 5 vakit değil 3 vakit namaz emrettiği yolundaki görüşleri kur'andan çıkardıklarını söyleyenlerin ne derece isabet ettiğidir.
Kur'anın " SALATI AYAKTA TUTUN" şeklindeki emrinin bir çok ayette tekrarlanması kulun salatının sadece belli vakitler içinde değil , belli vakitler içinde yapması gereken salatın hayatının diğer saatlerindeki Allah cc ye karşı olan kulluğunun dışa vurumudur.
Konumuz "salat" kavramını konuşmak olmadığı için bu kavram ile ifade edilen namaz kelimesinin ve bunun vakitleri ile ilgili olarak konuyu açmak istiyoruz.
Kur'anın " şu zamanlarda salatı ikame edin" veya " şu vakitlerde tesbih edin"şeklindeki ayetleri aslında günün 24 saatini kapsayan zamanlar olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kulun salatının ne veya nasıl olması gerektiğini anlamak için nur. 41. ayetini anlamak gerektiğini düşünmekteyiz.
E lem tera ennallâhe yusebbihu lehu men fîs semâvâti vel ardı vet tayru sâffât(sâffâtin), kullun kad alime salâtehu ve tesbîhah(tesbîhahu), vallâhu alîmun bimâ yef’alûn(yef’alûne).
Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.
Nur s. 41 . ayetinde Allah cc nin yaratmış olduğu varlıkların tümünün onu tesbih ettiği ve bu tesbih salatın nasıl yapılması gerektiğinin bilindiği anlatılmaktadır. Kuşların tesbihi ve salatı onların uçmaları olup hiç bir kuş " ben uçmak istemiyorum" şeklinde bir itirazda bulunup tesbihini ve salatını terkedemez, bu mealdeki başka ayetlerde kur'anda mevcut olup yerde ve gökte herkesin Allah cc yi tesbih ettikleri bildirilmektedir.
Allah cc nin yaratmış varlıklardan olan ins ve cin toplulukları mensuplarının büyük çoğunluğu Allah cc ye yapmaları gereken tesbih ve salatlarını ya inkar etme yada savsaklama durumunda olmaları bir gerçektir.
-----68.028 (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: «Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?»
-----029.045Kitap'tan sana vahyolunanı oku; salatı ikame et; muhakkak ki salat hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor; Allah'ı anmak en büyük şeydir! Allah Yaptıklarınızı bilir.
Kur'anın pek çok yerinde bulunan ankebut s. 45. ayetindeki "salatı ikame " emrinden kastedilen şeyin, ikame edilen salat ile kişinin "fahşa" ve "münker"den alıkonulacağıdır. Şuayb as ın hud suresinde anlatılan kıssasının 87. 2ayetinde "Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı meneden senin salatın mıdır? Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin» dediler." denilmesinden şuayb as, salat'ının gereği olarak kavmini fahşa ve münker'den alıkoymak istediğini görmekteyiz.
"Salat" kavramı ile ifade edilen şeyin , kulun bütün gün içinde rabbine karşı olan vazifelerini yerine getirmesi ile ilgili bir kavram olduğuna göre "şu vakitlerde salat edin" emrinin namaz ibadeti adı verilen bölümünün hangi vakitler içinde eda edilmesi konusuda önemli olup bu vakitlerin uygulamasının muhammed as tarafından nasıl olduğu konusu önemli bir konudur.İsra s. 78. ayeti veya hud s. 114. ayetindeki "şu vakitlerde salat edin" denilen ayetlerdeki vakitlerin net bir vakit olmadığı bu konudaki yapılan farklı görüşlerden anlaşılmakta olup bu ibadetin kendisine kitap indirilen ve bize bilmediklerimizi öğreten elçinin yapmış olduğu tatbikatının göz önüne alınmak mecburiyeti gereği ortaya çıkmaktadır.
Kur'an insana bilmediklerini öğretenin , Allah ve elçileri olduğunu beyan eder.İnsanlara dinleri konusunda bilmediklerini elçileri vasıtası ile öğretmiş olduğunu yine kur'an beyanı ile öğrenmekteyiz.
-----002.151] Nitekim Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul gönderdik.
-----62.2-3 O'dur, ümmiler içinde kendilerinden olup onlara ayetlerini okuyan, onları temize çıkarıp parlatan, onlara kitap ve hikmet öğreten bir peygamber gönderen. Oysa bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler. Henüz onlara katılmamış bulunan diğer insanlara da (o Peygamberi göndermiştir). O, çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Cuma s. 3. , "onlara katılmamış olan diğer insanlar" gurubuna girenlerin bizler olduğu ve onun çağrısının bizler için ne ifade etmesi gerektiğini beyan eden bir ayet olması bizim elçi ile olan bağımızın ölçüsünü bildirir.
-----019.059Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, salatı zayi ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir.
Zaman içinde zayi edilen salatın ikamesi için yeniden elçiler gönderen Allah cc muhammed as ı son elçi olarak göndererek zayi edilen salat'ın yeniden ikame ettirmiştir. Yeniden ikame edilen bu salatın içinde onun ritüel kısmı olan namaz'da vardır.
Muhammed as ın elçiliği önderliğinde örneklendirilen namazın hangi vakitler içinde ikame edildiği onunla beraber ikame edenlerin uygulamaları ile günümüze kadar gelmiştir. Ancak "sadece kur'an" söyleminin bir gereği zan edilerek bu uygulamalar göz ardı edilerek kur'an mealinden bu vakitlerin yeniden tesisi yoluna gidilmek istenmekte ve bugünkü uygulamadan farkı vakit adetleri olduğu iddiaları dillendirilmeye çalışılmaktadır.
"Sadece kur'an" söylemi demek onun elçisinin örnekliğini de içinde barındıran ayetlerin bir nevi red edilmesi anlamına gelmektedir. Geleneğin ilmihal bilgilerine mahkum ettiği namazı "sadece kur'an" söylemi içinde bir başka şekilde ilmihal bilgilerine indirgemek anlamına gelen vakit veya rekatları konusunda farklı düşüncelerin namaz ibadeti ile anlaşılması gereken mesajı dışlamak anlamına gelmektedir.
Bugün vakit adedi olarak 5 olan isimleri sabah-öğle-ikindi-akşam-yatsı olarak bilinen namazların hiçbiri muhammed as tarafından sadece kendi düşüncesi olarak ihdas edilmemiş olup kur'an ayetlerinin ona verdiği emir doğrultusunda yapmış olduğu uygulamalardır.
Geçmişte birinin ak dediğine diğerinin kara demeyi sanki görev edinmiş gibi farklı düşünceler içinde olan mezhepler ve fırkaların namaz vakitleri konusunda herhangi bir farklı düşünce olmamaları bu vakitlerin yazılı materyal şeklinde değil uygulamalı materyal şeklinde gelmiş olmanın daha doğru bir şekil olmasından değil midir?
Müslüman olmak iddiasında bulunan kimselerin özellikle "kur'an müslümanı" olduğunu iddia edenlerin , gelenekteki "aşırı yüceltmeci" peygamber anlayışına tepki için "yere batırıcı" peygamber anlayışını öne çıkarmış olmalarının en büyük tezahürü namaz vakitleri konusunda görülmektedir. Allah cc nin dini için her şeyini terk eden elçilerin son halkası olan muhammed as aynı sıkıntılara göğüs gererek elçiliğini ifa etmiş olması en azından ona göstermek zorunda olduğumuz bir saygıyı gerektirir. Kur'an adına onu haşa adam yerine dahi koymayan anlayışları gündeme getirmek gaflet ve dalalet eseri değilse hıyanet eserinden başka bir şey olamaz.
Bugün kur'andan habersiz bir insanın eline kur'an versek , "al sana bu Allah cc nin kitabı bundan sorumlusun" desek kitaptaki ruku ve secdeyi nasıl yapacağını nereden bilecek? . Bizler kafamızı pc misali formatlayarak yeniden kur'anı okumaya çalışsak önceki bilgilerimizi silmemiz nedeniyle o kitaptaki bir çok konuyu anlamamız mümkün olmayacaktır. Başka konulardaki bilgilerin bizlere yüzyıllardır aktarılarak gelmesine herhangi bir itirazımız mümkün olmadığı halde namaz ibadetinin bizlere aktarılarak gelmesi konusundaki itirazımızın sebebi haklı bir sebeb olamaz.
Hadis ve sünnet'in kaynağının muhammed as olması , sünnet adı altında gelen uygulamaların kaynak olarak daha sahih olmasından hareketle namaz vakitleri konusundaki uygulamaların bizler içinde geçerli olması gerektiği sakıldan çıkarılmamalıdır.
Üzüntümüz odur'ki başkalarını takit konusunda hassas olan insanların geleneksel taklitçiliğe savaş açmasına karşın bu konularda fikir beyan insanların düşüncelerine tabi olmaları savaş açtıkları taklitçiliğe boyun eğmeleri anlamına gelir. Namaz vakitleri ile olduğu düşünülen ayetlerin sadece mealleri üzerinde yürütülen düşünceler bizleri doğru bir karar vermemizi güçleştirir . Arap dilinde o kelimenin hangi anlamlara geldiğini bilmeden sadece meallerde ki anlama takılarak yapılan yorumlar bizleri gereksiz ayrılıklara düşürmekten başka işe yaramayacak olup bu ayrılıkların kimlerin ekmeğine yağ süreceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Aynı durum namaz rekatları konusunda da dile getirilerek kur'anın bu konudaki emrinin nisa s. deki kısaltılmış namazın 1 olduğundan hareketle normal zamandaki namazın 2 rekat olması gerektiği söylenmektedir. Kur'anın rekat konusunda net bir bilgi vermemesinin bu konudaki elçi as ın uygulamasının örnek olmasını gerektirir.
Sonuç olarak, namaz vakitleri konusunda bugün uygulanan 5 vaktin dışındaki farklı düşüncelerin" ilmihal kur'ancılığı" yapmaktan öte gidemeyeceği namaz ibadetinin kur'andaki asıl vurgulanan boyutunu öteleyici bir anlama gelmesi açısından yanlış bulduğumuzu, doğrusunun namaz ile vurgulanmak istenen Allah cc den başkasına kul olmadığımızı cümle aleme ilan ettiğimizin idrak edilmesi olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Nisa s. 101-102. ayetlerinde korku durumu (savaş vs) gibi hallerde salat'tan kısaltma yapılabileceğini ve bu kısaltılmış salatın şeklini izah ettikten sonra 103. ayetinde şu şekilde buyurulur , "Namazı bitirdikten sonra ayaktayken, otururken ve yere uzanmışken Allah'ın adını anınız. Tehlikeyi savuşturup güvene kavuştuğunuzda namazı tam olarak kılınız. Zira namaz müminlere, vakitleri belirli bir farzdır." Bu şekilde yapılan salatın vakitleri belirli olarak yazılmış olduğunu bildiren rabbimizin bu vakitleri kur'anın diğer ayetlerine ne şekilde serpiştirdiğini görmek faydalı olacaktır. Bu ayet bize gösterirki secdeli salat her halukarda edası gerekli olup en zor zamanda bile terkdilmemesi gerekli olan bir ibadettir.
Öncelikle nur . 58. ayetini ele alarak burada bahsedilen vakitlerin hangi vakitler olduğunu görelim.
"Yâ eyyuhellezîne âmenû li yeste’zinkumullezîne meleket eymânukum vellezîne lem yeblugûl hulume minkum selâse merrât(merrâtin), min kabli salâtil fecri, ve hînetedaûne siyâbekum minez zahîrat(zahîrati), ve min ba’di salâtil ışâi, selâsu avrâtin lekum, leyse aleykum ve lâ aleyhim cunâhun ba’de hunn(hunne), tavvâfûne aleykum ba’dukum alâ ba’d(ba’dın), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun)".
-----[024.058] [E0] Ey o bütün iyman edenler! ellerinizdeki memlûkleriniz ve sizden henüz bülûğa irmiyenler üç vakıt size istiyzan etsinler: sabah namazından evvel ve öğle sıcağından elbisenizi çıkardığınız sırada, bir de yatsu namazından sonra ki sizin üç eksikli vaktınızdır, bunların maadasında ne size ne onlara günah yoktur, üzerinize dolaşırlar, birbirinize bakarsınız, işte böyle size Allah âyetleri beyan ediyor, ve Allah alîmdir, hakîmdir.
Ayette 3 tane gün içindeki vakitten söz edilerek bu vakitlerde izin istenmesi emredilmektedir. Bu vakitlerden iki tanesi "salatil fecr" ve "salatil işa" olarak namaz vakitleri olarak diğer vakit ,"ezzahireti" (öğle vakti) olarak geçmektedir. Bu ayete istinaden kur'anda namaz vakitlerinin sabah-öğle-akşam olarak 3 tane olduğunu iddia edenlere rastlamakla beraber iki yanlışın yapıldığına şahid olmaktayız. 1- öğle vakti olarak geçen kelimeye salat izafe edilmediği için öğle namazı bu ayetten çıkmaz, 2- "salatil işa"yı akşam namazı olarak anlayanlar bu kelimenin anlamının akşam namazını karşılayıp karşılamadığı konusunda herhangi bir araştırma yapmadan bu kelimenin başka ayetlerde geçen "akşam" şeklindeki karşılığını dikkate alarak meallerdeki anlama tabi olup işin içinden çıkmak istemektedirler. Ayette geçen "fecr" ve "işa" kelimelerinin hangi vakitleri içine aldığını görelim.
"Fecr" kelimesi, bir nesneyi geniş biçimde yarmak anlamından hareketle geceyi yarmasından dolayı gündüzün başlarına , yani ufkun güneişin ilk ışıklarıyla kızardığı tan vaktinin adı olup "sabah namazı" olarak bildiğimiz vakte tekabul ederki bu vakitte herhangi bir ihtilaf yoktur.
"İşa" kelimesi ile ifade edilen kelimenin yatsı vakti olmadığı bu vaktin akşam vakti olduğunu iddia edildiğini gördüğümüz için " salatil işa"nın hangi namaz olduğu üzerinde durmak gerekmektedir.
"Aşiyyu" kelimesi , güneşin meridyen düzleminden batışa geçtiği zamandan sabaha kadar olan vakit anlamındadır. "Sabaha kadar olan" denilmesinden kasıt sabah namazının girdiği ana kadar olan vakittir. Bu kelimenin nasıl bir akşama delalet ettiğini bu kelime ile ifade edilen yan anlamlardan çıkarabiliriz ,çünkü bu kelimenin akşamı karşıladığı iddiasında bulunanlar yatsı namazının kuran'da olmadığı iddiasını dillendirmektedirler.
"el işae" göze arız olan karanlık- "aşevtünnare" gece ateşe doğru yöneldim- "el uşvetu"alevli odun parçası (karanlığı aydınlatması) - "el aşvau" önünde ne olduğunu görmeyen bundan dolayı her şeye çarpan dişi deve - şeklinde yan anlamları olan bu kelimenin ifade ettiği yan anlamlar nasıl bir akşam vaktini izah ettiğini anlatması bakımından dikkate değer kelimelerdir. Akşam'ın iyice karardığı vaktin adını karşılayan bu kelimenin ifade ettiği salat vakti yatsı adıyla maruf salat vaktini ifade ettiğini söylemek daha doğru olup bildiğimiz akşam namazı vaktini karşılamamaktadır.
Nur s. 58. ayetinden , sabah ve yatsı namazı olarak iki adet namazdan bahdesildiğini görmüş olduk. Kur'anın diğer ayetlerine dağılmış olan vakitlerin hangileri olduğunu ilgili ayetleri okuyarak anlamaya çalışalım.
"Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn(zâkirîne)."
-----[011.114] [E0] Hem namaz kıl gündüzün taraflarından ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatlerinde, çünkü hasenat, seyyiatı giderir, bu, idrâki olanlara bir öğüddür.
Hud s. 114. ayetinde belirtilen "gündüzün iki tarafı" ve " gecenin zülefi" hangi vakitlere tekabul edebilir? dersek ve bu ayet ile ilgili görüşlere baktığımızda farklı izahlar olduğunu görmekteyiz. "gündüzün iki tarafı" ile kastedilen salatın hangi salat olduğu ile ilgili izahlara baktığımızda , "sabah-ikindi" , "sabah-öğle-ikindi" ,"sabah-akşam" , "öğle-akşam", "öğle-ikindi" şeklinde farklı görüşlere rastlamaktayız.
"Gecenin zülefi" ile ilgili izahlara baktığımızda ise , "yatsı" , "akşam-yatsı" , "sabah-akşam-yatsı" namazları olduğu şeklinde farklı görüşlere buradada rastlamaktayız.
Ayetler üzerinde her ne kadar farklı görüşler mevcutsa'da "gündüzün iki tarafı" ile kastedilenden anlaşılabilecek olan gündüz vakti 2 , "gecenin zülefi" ile anlatılandan kastedilenin kelimenin çoğul olduğu düşünülecek olursa gece 3 olmak üzere günlük olarak 5 vakit olarak edası gerekli olan secdeli salat çıkarılması mümkündür.
"Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ(meşhûden)."
-----[017.078] [E0] Güneşin kaymasından gecenin kararmasına kadar namazı güzel kıl, bir de kıraetiyle mümtaz olan sabah namazını, zira sabah Kur'anı hakıkaten meşhuddur (şühuda mazhardır)
İsra s. 78. ayetindeki vaktin "şems'in duluku"ve " leyl'in ğasak'ı" şeklinde anlatılan vaktin hangi vakitler olduğuna bakacak olursak güneşin batıya doğru meyletmesinden başlayan vakitten , gecenin kararmasına kadar olan zamanı içine alır.
Bu ayetlerin dışında bazı vakitlerde "tesbih edilmesi" şeklinde ayetler mevut olup bunların secdeli salat ile ilgisinin bulunup bulunmadığı tartışma konusu olabilir.
Aslında anlaşılması gereken konu secdeli salat dediğimiz ve dilimizde "namaz" olarak bilinen ibadetin vakitleri konusunda daha önceki uygulamaların dikkate alınıp alınmaması ile olan bağı olup bazı iddia sahiplerine göre kur'anın 5 vakit değil 3 vakit namaz emrettiği yolundaki görüşleri kur'andan çıkardıklarını söyleyenlerin ne derece isabet ettiğidir.
Kur'anın " SALATI AYAKTA TUTUN" şeklindeki emrinin bir çok ayette tekrarlanması kulun salatının sadece belli vakitler içinde değil , belli vakitler içinde yapması gereken salatın hayatının diğer saatlerindeki Allah cc ye karşı olan kulluğunun dışa vurumudur.
Konumuz "salat" kavramını konuşmak olmadığı için bu kavram ile ifade edilen namaz kelimesinin ve bunun vakitleri ile ilgili olarak konuyu açmak istiyoruz.
Kur'anın " şu zamanlarda salatı ikame edin" veya " şu vakitlerde tesbih edin"şeklindeki ayetleri aslında günün 24 saatini kapsayan zamanlar olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kulun salatının ne veya nasıl olması gerektiğini anlamak için nur. 41. ayetini anlamak gerektiğini düşünmekteyiz.
E lem tera ennallâhe yusebbihu lehu men fîs semâvâti vel ardı vet tayru sâffât(sâffâtin), kullun kad alime salâtehu ve tesbîhah(tesbîhahu), vallâhu alîmun bimâ yef’alûn(yef’alûne).
Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.
Nur s. 41 . ayetinde Allah cc nin yaratmış olduğu varlıkların tümünün onu tesbih ettiği ve bu tesbih salatın nasıl yapılması gerektiğinin bilindiği anlatılmaktadır. Kuşların tesbihi ve salatı onların uçmaları olup hiç bir kuş " ben uçmak istemiyorum" şeklinde bir itirazda bulunup tesbihini ve salatını terkedemez, bu mealdeki başka ayetlerde kur'anda mevcut olup yerde ve gökte herkesin Allah cc yi tesbih ettikleri bildirilmektedir.
Allah cc nin yaratmış varlıklardan olan ins ve cin toplulukları mensuplarının büyük çoğunluğu Allah cc ye yapmaları gereken tesbih ve salatlarını ya inkar etme yada savsaklama durumunda olmaları bir gerçektir.
-----68.028 (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: «Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?»
-----029.045Kitap'tan sana vahyolunanı oku; salatı ikame et; muhakkak ki salat hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor; Allah'ı anmak en büyük şeydir! Allah Yaptıklarınızı bilir.
Kur'anın pek çok yerinde bulunan ankebut s. 45. ayetindeki "salatı ikame " emrinden kastedilen şeyin, ikame edilen salat ile kişinin "fahşa" ve "münker"den alıkonulacağıdır. Şuayb as ın hud suresinde anlatılan kıssasının 87. 2ayetinde "Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı meneden senin salatın mıdır? Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin» dediler." denilmesinden şuayb as, salat'ının gereği olarak kavmini fahşa ve münker'den alıkoymak istediğini görmekteyiz.
"Salat" kavramı ile ifade edilen şeyin , kulun bütün gün içinde rabbine karşı olan vazifelerini yerine getirmesi ile ilgili bir kavram olduğuna göre "şu vakitlerde salat edin" emrinin namaz ibadeti adı verilen bölümünün hangi vakitler içinde eda edilmesi konusuda önemli olup bu vakitlerin uygulamasının muhammed as tarafından nasıl olduğu konusu önemli bir konudur.İsra s. 78. ayeti veya hud s. 114. ayetindeki "şu vakitlerde salat edin" denilen ayetlerdeki vakitlerin net bir vakit olmadığı bu konudaki yapılan farklı görüşlerden anlaşılmakta olup bu ibadetin kendisine kitap indirilen ve bize bilmediklerimizi öğreten elçinin yapmış olduğu tatbikatının göz önüne alınmak mecburiyeti gereği ortaya çıkmaktadır.
Kur'an insana bilmediklerini öğretenin , Allah ve elçileri olduğunu beyan eder.İnsanlara dinleri konusunda bilmediklerini elçileri vasıtası ile öğretmiş olduğunu yine kur'an beyanı ile öğrenmekteyiz.
-----002.151] Nitekim Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul gönderdik.
-----62.2-3 O'dur, ümmiler içinde kendilerinden olup onlara ayetlerini okuyan, onları temize çıkarıp parlatan, onlara kitap ve hikmet öğreten bir peygamber gönderen. Oysa bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler. Henüz onlara katılmamış bulunan diğer insanlara da (o Peygamberi göndermiştir). O, çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Cuma s. 3. , "onlara katılmamış olan diğer insanlar" gurubuna girenlerin bizler olduğu ve onun çağrısının bizler için ne ifade etmesi gerektiğini beyan eden bir ayet olması bizim elçi ile olan bağımızın ölçüsünü bildirir.
-----019.059Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, salatı zayi ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir.
Zaman içinde zayi edilen salatın ikamesi için yeniden elçiler gönderen Allah cc muhammed as ı son elçi olarak göndererek zayi edilen salat'ın yeniden ikame ettirmiştir. Yeniden ikame edilen bu salatın içinde onun ritüel kısmı olan namaz'da vardır.
Muhammed as ın elçiliği önderliğinde örneklendirilen namazın hangi vakitler içinde ikame edildiği onunla beraber ikame edenlerin uygulamaları ile günümüze kadar gelmiştir. Ancak "sadece kur'an" söyleminin bir gereği zan edilerek bu uygulamalar göz ardı edilerek kur'an mealinden bu vakitlerin yeniden tesisi yoluna gidilmek istenmekte ve bugünkü uygulamadan farkı vakit adetleri olduğu iddiaları dillendirilmeye çalışılmaktadır.
"Sadece kur'an" söylemi demek onun elçisinin örnekliğini de içinde barındıran ayetlerin bir nevi red edilmesi anlamına gelmektedir. Geleneğin ilmihal bilgilerine mahkum ettiği namazı "sadece kur'an" söylemi içinde bir başka şekilde ilmihal bilgilerine indirgemek anlamına gelen vakit veya rekatları konusunda farklı düşüncelerin namaz ibadeti ile anlaşılması gereken mesajı dışlamak anlamına gelmektedir.
Bugün vakit adedi olarak 5 olan isimleri sabah-öğle-ikindi-akşam-yatsı olarak bilinen namazların hiçbiri muhammed as tarafından sadece kendi düşüncesi olarak ihdas edilmemiş olup kur'an ayetlerinin ona verdiği emir doğrultusunda yapmış olduğu uygulamalardır.
Geçmişte birinin ak dediğine diğerinin kara demeyi sanki görev edinmiş gibi farklı düşünceler içinde olan mezhepler ve fırkaların namaz vakitleri konusunda herhangi bir farklı düşünce olmamaları bu vakitlerin yazılı materyal şeklinde değil uygulamalı materyal şeklinde gelmiş olmanın daha doğru bir şekil olmasından değil midir?
Müslüman olmak iddiasında bulunan kimselerin özellikle "kur'an müslümanı" olduğunu iddia edenlerin , gelenekteki "aşırı yüceltmeci" peygamber anlayışına tepki için "yere batırıcı" peygamber anlayışını öne çıkarmış olmalarının en büyük tezahürü namaz vakitleri konusunda görülmektedir. Allah cc nin dini için her şeyini terk eden elçilerin son halkası olan muhammed as aynı sıkıntılara göğüs gererek elçiliğini ifa etmiş olması en azından ona göstermek zorunda olduğumuz bir saygıyı gerektirir. Kur'an adına onu haşa adam yerine dahi koymayan anlayışları gündeme getirmek gaflet ve dalalet eseri değilse hıyanet eserinden başka bir şey olamaz.
Bugün kur'andan habersiz bir insanın eline kur'an versek , "al sana bu Allah cc nin kitabı bundan sorumlusun" desek kitaptaki ruku ve secdeyi nasıl yapacağını nereden bilecek? . Bizler kafamızı pc misali formatlayarak yeniden kur'anı okumaya çalışsak önceki bilgilerimizi silmemiz nedeniyle o kitaptaki bir çok konuyu anlamamız mümkün olmayacaktır. Başka konulardaki bilgilerin bizlere yüzyıllardır aktarılarak gelmesine herhangi bir itirazımız mümkün olmadığı halde namaz ibadetinin bizlere aktarılarak gelmesi konusundaki itirazımızın sebebi haklı bir sebeb olamaz.
Hadis ve sünnet'in kaynağının muhammed as olması , sünnet adı altında gelen uygulamaların kaynak olarak daha sahih olmasından hareketle namaz vakitleri konusundaki uygulamaların bizler içinde geçerli olması gerektiği sakıldan çıkarılmamalıdır.
Üzüntümüz odur'ki başkalarını takit konusunda hassas olan insanların geleneksel taklitçiliğe savaş açmasına karşın bu konularda fikir beyan insanların düşüncelerine tabi olmaları savaş açtıkları taklitçiliğe boyun eğmeleri anlamına gelir. Namaz vakitleri ile olduğu düşünülen ayetlerin sadece mealleri üzerinde yürütülen düşünceler bizleri doğru bir karar vermemizi güçleştirir . Arap dilinde o kelimenin hangi anlamlara geldiğini bilmeden sadece meallerde ki anlama takılarak yapılan yorumlar bizleri gereksiz ayrılıklara düşürmekten başka işe yaramayacak olup bu ayrılıkların kimlerin ekmeğine yağ süreceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Aynı durum namaz rekatları konusunda da dile getirilerek kur'anın bu konudaki emrinin nisa s. deki kısaltılmış namazın 1 olduğundan hareketle normal zamandaki namazın 2 rekat olması gerektiği söylenmektedir. Kur'anın rekat konusunda net bir bilgi vermemesinin bu konudaki elçi as ın uygulamasının örnek olmasını gerektirir.
Sonuç olarak, namaz vakitleri konusunda bugün uygulanan 5 vaktin dışındaki farklı düşüncelerin" ilmihal kur'ancılığı" yapmaktan öte gidemeyeceği namaz ibadetinin kur'andaki asıl vurgulanan boyutunu öteleyici bir anlama gelmesi açısından yanlış bulduğumuzu, doğrusunun namaz ile vurgulanmak istenen Allah cc den başkasına kul olmadığımızı cümle aleme ilan ettiğimizin idrak edilmesi olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
25 Kasım 2012 Pazar
Kur'an Meali Yapmak İçin Sadece Arapça Bilgisi Yeterli midir?
Yabancı dildeki bir metnin başka bir dili konuşan insanlar tarafından anlaşılmasının yolu, o metni okuyan kişinin ,o dili bilmesi veya o dili bilen birisi tarafından, çevrilmesi ile mümkündür. Bu durum alemlerin rabbi olan Allah cc nin kulu muhammed as a indirmiş olduğu kitap içinde geçerlidir. Bu kitabı anlamak için kişi ya o dili bilecek veya o dili bilen birisi tarafından yapılmış olan çeviriyi okuyarak anlamaya çalışacaktır. Çoğunluğun bu dili bilmemesi haliyle o dili bilen birisi tarafından yapılmış kur'an çevirisini okumak durumunda bırakmıştır. Bu durum yadırganacak bir şey olmamakla beraber yadırganacak olan durum yapılan çevirilerde, sadece arapça bilgisinin yeterli olmadığı görülmektedir. Kur'an çevirisi yapan bir kişi arapçadan önce kur'ana hakim olması gerekmektedir. Daha önceki bir kaç yazımızda Elmalılı meali üzerinde yapılan hataları yazmaya gayret etmiştik. Bu yazımızda sayın Ahmet Tekin'in kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6. ayetleri ile ilgili yapmış olduğu meali ve bu mealin kur'an bütünlüğünde ne kadar doğru bir meal olduğunu göstermeye çalışacağız.Yaptığımız eleştirinin sayın Ahmet Tekin'in şahsı ile alakalı olmayıp onun 3 ayet ile ilgili yapmış olduğu mealin sadece arapça bilgisinin yeterli olmadığını göstermektir.
Kasas s 46. ayetinin Ahmet Tekin tarafından meali şu şekildedir.
Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Mûsâ’ya seslendiğimiz zaman da Tur’un (dağın) yamacında değildin. Fakat, Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılar, peygamberler gelen toplumları uyarman için, orada geçenleri sana bildirdik. Ola ki, düşünüp öğüt alırlar.
Secde s. 3. ayetinin ahmet Tekin tarafından yapılan meali şöyledir.
"Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), bel huvel hakku min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne)."
Yoksa onu:
'Muhammed uydurdu' mu, diyorlar. Hayır! O, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan birçok uyarıcılar gelmiş toplumları senin de uyarman için, Rabbin tarafından gönderilen gerekçeli, hikmete dayalı, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek hak bir kitaptır. Ola ki, onların doğru yolu tercih etmelerine vesile olur.
Yasin s. 6. ayetinin Ahmet Tekin tarafından yapılan şöyledir.
"Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne)."
Ataları sorumluluk hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılan, kısa sürede imandan ve şer’i hükümlerden habersiz hale gelen milletleri uyarman için indirilmiştir.
Bu ayetlerde kur'an bütünlüğüne uymadan yapılmış olduğunu iddia ettiğimiz nokta,birçok mealde yapılmış olan " babaları uyarılmamış" şeklindeki mealin aksine olarak yapılmış olan "uyarılmış" şeklinde yapılan mealdir. Sayın Ahmet Tekin,bu şekilde bir meal yapma gerekçesini arapça gramer kaideleri üzerinden müdafaa edebilir "ma" edatını kullanma tercihine saygı duymakla beraber yaptığı bu mealin kur'anın diğer ayetlerine de mutabık olma şartını gözetmesi gerekirdi. şöyleki....
Sebe s. 44. ayetine verdiği meal ile diğer ayetlere verdiği mealin çakıştığını ve çelişki arzettiğini görmüş olsaydı kasas s. 46 ,secde s.3 ve yasin s. 6 ayetlerine verdiği bu mealleri terkedip herkesin yaptığı şekilde bir meal zorunda kalacağını görürdü.
Sebe s. 44. ayetine Ahmet Tekin tarafından meal şöyledir.
"Ve mâ âteynâhum min kutubin yedrusûnehâ ve mâ erselnâ ileyhim kableke min nezîr(nezîrin)"
Halbuki biz onlara, okuduklarında, içinde Kur’ân’ın ve senin aleyhine deliller bulabilecekleri kitaplar vermediğimiz gibi, senden önce onlara özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan bir uyarıcı da göndermemiştik.
Kur'anı sayın Ahmet Tekin tarafından yapılmış olan bir meali okuyarak öğrenen bir kişi bu ayetlerdeki yapılan meali görünce ilk olarak verceği tepki kur'anda çelişkili ayetler olabileceği yolundadır, ancak pek az kişi belkide yapılan bu çelişkili meallerin meal yapıcısından kaynaklanan bir hata olduğunu düşünecektir. Çünkü , kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6 ayetlerinde "uyarıcı gönderilmiş" şeklinde bir meale karşı sebe . s 44. ayetinde "uyarıcı gönderilmemiş"şeklinde bir meali görmekteyiz. Bunu okuyan birisi haklı olarak "kur'anda bir ayette böyle diğer ayette böyle diyor" diyerek çelişkiyi görecektir.
[035.042] Onlar, Allah kendilerine uyarıcı gönderdiği taktirde herhangi bir milletten daha sıkı biçimde doğru yola bağlanacaklarına dair kesin bir dille Allah adına yemin etm1şlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bu olay nefretlerini arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
[006.156-157] «Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi, biz ise onların ders gördüklerinden habersizlerdik» dememeniz,Ya da: «Kitab bize de indirilseydi, şüphesiz onlardan daha çok doğru yolda olurduk» dememeniz (için) işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayandan ve (insanları) ondan alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu 'engelleme ve çevirmelerinden' dolayı pek çetin bir azabla karşılık vereceğiz.
[037.168-169] Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı;Biz de elbet Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları olurduk.
[062.002] Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[003.164] Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
[043.021] Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de ona mı bağlanıyorlar?
Yukarda vermiş olduğumuz ayet mealleri , mekkelilere daha önceden herhangi bir uyarıcı elçi ve kitab gelmediğine dair örnek olabilecek ayetlerdir.
[021.007] Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[016.043] Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamlar gönderdik. Öyleyse bilmiyorsanız zikir ehline sorun.
Yukarıda mealleri verilen enbiya s. 7 ve nahl s. 43. ayetlerinde sorulması istenen "zikr ehli" kendilerine daha önce kitab ve elçi gönderilmiş olan israiloğullarıdır, eğer mekkelilere daha önce elçi ve kitab gönderilmiş olsaydı neden zikr ehline sorun denilsin ?
Kur'an çelişkisiz bir kitap olduğuna göre çelişki kur'an bütünlüğü gözetilmeyerek yapılan meallerdedir. "ma" edatında gramer kuralları ile ilgili olarak yapılan yanlış tercih bu şekilde bir çelişkili meal doğurmuştur. "ma" edatını ismi mevsul olarak değil olumsuzluk "ma" sı şeklinde bir tercihte bulunsaydı secde s. 3, yasin s. 6 ve sebe s. 44 . ayetlerinin birbiri ile bir bütünlük sağladığını görürdü. Şimdi bu ayetler ile yapılan ve birçok meal yapıcısınında tercih ettiği meali görelim.
-----kasas s.46 -Musa'ya) seslendiğimiz zaman sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak, kendilerine senden önce bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarasın diye (gönderildin). Umulur ki düşünürler.
-----secde s. 3-Yoksa onlar: "Bunu uydurdu" mu diyorlar? Hayır; o, Rabbinden olan bir haktır; senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için (onu sana indirdik). Umulur ki hidayet bulurlar.
-----yasin s. 6-Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).
-----sebe s. 44-Oysa biz onlara ders alacakları kitaplar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı da göndermemiştik.
Dikkat edileceği üzere bu 4 ayet meali aynı doğrultuda ve birbirleri ile bir uyum arzetmektedir.
Sonuç olarak, kur'an meali hazırlamak için yola çıkan birisinin sadece arap dili bilgisinin yeterli olmadığı , hatta arap dili bilgisinden önce kur'an bilgisine hakim olması gerektiği açıktır. Bu bilgi eksikliği neticesinde yapılan herhangi bir meal aynı konu ilgili diğer kur'an ayetleri çelişki arzedebilir ve bu meali okuyarak kur'anı anlamak durumunda olan bir kişi için kafasında kur'an hakkında olumsuz düşünceler doğabilir. Burada kur'an mealini okumak durumunda olan kişilere bazı tavsiyelerimiz olacaktır. Öncelikle okuduğu mealin, kur'anın birisi tarafından yapılmış olan çevirisi olduğunu unutmamalı ve bazı yanlışlıklar olabileceğini hatırdan çıkarmamalı, tek bir meale bağlı kalarak kur'an okumamalı ve kendiside kur'an bütünlüğüne hakim olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kasas s 46. ayetinin Ahmet Tekin tarafından meali şu şekildedir.
Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Mûsâ’ya seslendiğimiz zaman da Tur’un (dağın) yamacında değildin. Fakat, Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılar, peygamberler gelen toplumları uyarman için, orada geçenleri sana bildirdik. Ola ki, düşünüp öğüt alırlar.
Secde s. 3. ayetinin ahmet Tekin tarafından yapılan meali şöyledir.
"Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), bel huvel hakku min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne)."
Yoksa onu:
'Muhammed uydurdu' mu, diyorlar. Hayır! O, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan birçok uyarıcılar gelmiş toplumları senin de uyarman için, Rabbin tarafından gönderilen gerekçeli, hikmete dayalı, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek hak bir kitaptır. Ola ki, onların doğru yolu tercih etmelerine vesile olur.
Yasin s. 6. ayetinin Ahmet Tekin tarafından yapılan şöyledir.
"Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne)."
Ataları sorumluluk hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılan, kısa sürede imandan ve şer’i hükümlerden habersiz hale gelen milletleri uyarman için indirilmiştir.
Bu ayetlerde kur'an bütünlüğüne uymadan yapılmış olduğunu iddia ettiğimiz nokta,birçok mealde yapılmış olan " babaları uyarılmamış" şeklindeki mealin aksine olarak yapılmış olan "uyarılmış" şeklinde yapılan mealdir. Sayın Ahmet Tekin,bu şekilde bir meal yapma gerekçesini arapça gramer kaideleri üzerinden müdafaa edebilir "ma" edatını kullanma tercihine saygı duymakla beraber yaptığı bu mealin kur'anın diğer ayetlerine de mutabık olma şartını gözetmesi gerekirdi. şöyleki....
Sebe s. 44. ayetine verdiği meal ile diğer ayetlere verdiği mealin çakıştığını ve çelişki arzettiğini görmüş olsaydı kasas s. 46 ,secde s.3 ve yasin s. 6 ayetlerine verdiği bu mealleri terkedip herkesin yaptığı şekilde bir meal zorunda kalacağını görürdü.
Sebe s. 44. ayetine Ahmet Tekin tarafından meal şöyledir.
"Ve mâ âteynâhum min kutubin yedrusûnehâ ve mâ erselnâ ileyhim kableke min nezîr(nezîrin)"
Halbuki biz onlara, okuduklarında, içinde Kur’ân’ın ve senin aleyhine deliller bulabilecekleri kitaplar vermediğimiz gibi, senden önce onlara özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan bir uyarıcı da göndermemiştik.
Kur'anı sayın Ahmet Tekin tarafından yapılmış olan bir meali okuyarak öğrenen bir kişi bu ayetlerdeki yapılan meali görünce ilk olarak verceği tepki kur'anda çelişkili ayetler olabileceği yolundadır, ancak pek az kişi belkide yapılan bu çelişkili meallerin meal yapıcısından kaynaklanan bir hata olduğunu düşünecektir. Çünkü , kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6 ayetlerinde "uyarıcı gönderilmiş" şeklinde bir meale karşı sebe . s 44. ayetinde "uyarıcı gönderilmemiş"şeklinde bir meali görmekteyiz. Bunu okuyan birisi haklı olarak "kur'anda bir ayette böyle diğer ayette böyle diyor" diyerek çelişkiyi görecektir.
[035.042] Onlar, Allah kendilerine uyarıcı gönderdiği taktirde herhangi bir milletten daha sıkı biçimde doğru yola bağlanacaklarına dair kesin bir dille Allah adına yemin etm1şlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bu olay nefretlerini arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
[006.156-157] «Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi, biz ise onların ders gördüklerinden habersizlerdik» dememeniz,Ya da: «Kitab bize de indirilseydi, şüphesiz onlardan daha çok doğru yolda olurduk» dememeniz (için) işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayandan ve (insanları) ondan alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu 'engelleme ve çevirmelerinden' dolayı pek çetin bir azabla karşılık vereceğiz.
[037.168-169] Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı;Biz de elbet Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları olurduk.
[062.002] Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[003.164] Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
[043.021] Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de ona mı bağlanıyorlar?
Yukarda vermiş olduğumuz ayet mealleri , mekkelilere daha önceden herhangi bir uyarıcı elçi ve kitab gelmediğine dair örnek olabilecek ayetlerdir.
[021.007] Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[016.043] Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamlar gönderdik. Öyleyse bilmiyorsanız zikir ehline sorun.
Yukarıda mealleri verilen enbiya s. 7 ve nahl s. 43. ayetlerinde sorulması istenen "zikr ehli" kendilerine daha önce kitab ve elçi gönderilmiş olan israiloğullarıdır, eğer mekkelilere daha önce elçi ve kitab gönderilmiş olsaydı neden zikr ehline sorun denilsin ?
Kur'an çelişkisiz bir kitap olduğuna göre çelişki kur'an bütünlüğü gözetilmeyerek yapılan meallerdedir. "ma" edatında gramer kuralları ile ilgili olarak yapılan yanlış tercih bu şekilde bir çelişkili meal doğurmuştur. "ma" edatını ismi mevsul olarak değil olumsuzluk "ma" sı şeklinde bir tercihte bulunsaydı secde s. 3, yasin s. 6 ve sebe s. 44 . ayetlerinin birbiri ile bir bütünlük sağladığını görürdü. Şimdi bu ayetler ile yapılan ve birçok meal yapıcısınında tercih ettiği meali görelim.
-----kasas s.46 -Musa'ya) seslendiğimiz zaman sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak, kendilerine senden önce bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarasın diye (gönderildin). Umulur ki düşünürler.
-----secde s. 3-Yoksa onlar: "Bunu uydurdu" mu diyorlar? Hayır; o, Rabbinden olan bir haktır; senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için (onu sana indirdik). Umulur ki hidayet bulurlar.
-----yasin s. 6-Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).
-----sebe s. 44-Oysa biz onlara ders alacakları kitaplar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı da göndermemiştik.
Dikkat edileceği üzere bu 4 ayet meali aynı doğrultuda ve birbirleri ile bir uyum arzetmektedir.
Sonuç olarak, kur'an meali hazırlamak için yola çıkan birisinin sadece arap dili bilgisinin yeterli olmadığı , hatta arap dili bilgisinden önce kur'an bilgisine hakim olması gerektiği açıktır. Bu bilgi eksikliği neticesinde yapılan herhangi bir meal aynı konu ilgili diğer kur'an ayetleri çelişki arzedebilir ve bu meali okuyarak kur'anı anlamak durumunda olan bir kişi için kafasında kur'an hakkında olumsuz düşünceler doğabilir. Burada kur'an mealini okumak durumunda olan kişilere bazı tavsiyelerimiz olacaktır. Öncelikle okuduğu mealin, kur'anın birisi tarafından yapılmış olan çevirisi olduğunu unutmamalı ve bazı yanlışlıklar olabileceğini hatırdan çıkarmamalı, tek bir meale bağlı kalarak kur'an okumamalı ve kendiside kur'an bütünlüğüne hakim olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)