7 Mayıs 2013 Salı

Kudsi Hadis- Nebevi Hadis ayrımı Üzerine Bir Değerlendirme

Bilindiği üzere geleneksel islam düşüncesinde muhammed as ın ağzından çıkan kur'an harici sözler , "hadisi nebevi" ve "hadisi kudsi" diye ikiye ayrılmaktadır. Bu yazımızda "hadisi kudsi" olarak ayrılan sözlerin kaynağı ile ilgili bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.

Hadisi kudsi ile ilgili olarak prof. dr. Talat koçyiğit şöyle bir tarifte bulunmaktadır.
"Hazreti Peygamber'in Allah Teâlâ'dan rivayetle ifade buyurduğu hadislere "Kudsi Hadis" denir. Hz. Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir. "Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler" Talat Koçyiğit, Hadis Istılahlarla Ankara 1980, s. 123-124)."  

 Hadisi kudsi'nin tarifi bu şekilde yapılmış olması ve bu kategorideki hadislerin aynı kur'an gibi vahiy sayılması, hadis konusu hakkındaki düşülen çelişkilerden birisidir. Bu tür hadisler muhammed as a aynı kur'anın vahyi gibi vahyedildiği iddiası muhammed as ın kendisine vahyedilen iki tür vahyi yani elimizdeki kur'andaki ayetlerin vahyi ile kudsi hadis olarak vahyedilen vahiylerin ayrımını nasıl yaptığı sorusunu akla getirmektedir.    

Cibril muhammed as a gelip "bunlar kur'ana konulacak , bunlar konulmayacak kudsi hadis olarak bunları tebliğ et" mi demiştir , yoksa tasnifi muhammed as kendisimi yapmıştır? bu cevabının verilmesi gereken bir sorudur. Cibril'in muhammed as ile arkadaş sohbeti mahiyetinde vahiy alışverişi olamayacağını düşünürsek kendisine kur'an gibi vahyedilen kudsi hadis kategorisindeki hadislerin kur'anın içine neden alınmadığı sorusunun cevabının verilmesi güçleşecektir.  

Bir başka çelişki nebevi hadis kategorisindeki hadisler için geçerlidir. Ehli hadis düşüncesi mensupları necm s. ilk ayetlerine dayanarak nebevi hadislerinde vahiy olduğunu iddia etmişlerdir. Şimdi 3 ayrı vahiy türünden bahsetmek durumunda kalmamız işin garabetini ve vehametini ortaya koymaktadır.  1. vahiy kur'an, 2.vahiy nebevi hadisler, 3. vahiy kudsi hadisler.  

Şöyle bir düşünelim, cibril muhammed as a gelerek 3 ayrı vahiy iletiyor ve bu ayrımı muhammed as tasnif ediyor. Vahiy katiplerine, "bunlar kur'an vahyinin ayetleri bunları yazın, bunlar benim sözlerim (nebevi hadis) bunları yazmayın, bunlarda manası Allah cc den ama sözleri benden (kudsi hadis) bunlarıda yazmayın"mı demiş?   

Bu soruya kimse "evet böyle olmuştur" diyemeyecektir, çünkü böyle 3 türlü vahiy türü olamaz. Alah cc elçisi muhammed as acibril vasıtası ile sadece kur'an ayetlerini vahyetmiş olup, "bunun haricinde başka şeyler vahyetmiştir" demek Allah cc ye iftiradan başka bir şey değildir.  

Sonuç olarak, nebevi hadis-kudsi hadis ayrımı tam bir garebet bir durum olup bu kategoriyi yapanların kendi içlerindeki çelişkilerinin bir göstergesidir. Kudsi hadis kategorisindeki hadisleri böyle bir kategoriye sokmadan muhammed as ın kur'an ayetlerini açıklayan sözleri olarak sadece nebevi hadis kategorisine koymak şeklindeki bir duruma itirazımız olamaz sadece o sözlerin diğer sözleri gibi kur'anla uyuşup uyuşmadığına bakıp sahih olup olmadığı kararı verilebilir. Bütün müslümanların elimizdeki kur'an hakkındaki düşünceleri Allah cc den indiği şekli gibi olduğunu düşünüp bazılarının kur'an harici ayrı 2 vahiy türü olduğunu iddia etmeleri kur'anın mevsukiyetine gölge düşürmekten başka bir işe yaramaz.    

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

73 Fırka Hadisi Üzerine Bir Değerlendirme

Bugün müslümanlar arasındaki en büyük sıkıntılardan birisi fırkalaşmanın sonucunda doğan anlaşmazlıklar olduğu muhakaktır.Bu fırkalaşma daha ilk günlerden beri en büyük sıkıntılarımızdan biri olup bundan sonra sonrada böyle gideceği benzer olması hepimizin üzüntü kaynağı olmasına rağmen fırkalaşmadan kurtulma reçetesi olarak kimse bulunduğu yerden bir adım atmadan herkesin kendi fırkası altında toplanmaya çağırmaktadır.     

Bu çağrısına dayanak olarak 73. fırka hadisi olarak bilinen hadisi göstererek kurtulan fırkanın sadece kendi fırkası olduğunu savunmaktadır, peki bu hadis nasıl bir hadisdir'ki! herkesi fırkacılığa teşvik ediyor ve herkesi birbirine düşürüyor.

 Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardanda yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Resûlüllah (s.a.v.), “Cemaat” diye cevap verdi.
S.İbn-i Mâce, Fiten 17  


“İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç, bunların tamamı ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.” S. Tirmizî, Îman 18  

Rivayetin farklı versiyonları olmasına rağmen aşağı yukarı bütün rivayetler aynı konu etrafındadır. Hadis usulu ile ilgili bilgileri hatırlayacak olursak "fiten ve melahim "türü denilen hadislerin bir çoğu uydurma hadisler olarak kategorize edilmiştir. Muhammed as ın bir çok ayette "ben gaybı bilmem" şeklinde sözleri sarfetmiş olmasına rağmen yine  ona atfen bir çok rivayet bulunmaktadır. Bu  yazımızda yukarda metnini verdiğimiz rivayet üzerinde durmak istiyoruz.    

Bilindiği gibi muhammed as ın vefatının hemen sonrasında başgösteren fitne  hareketleri ve bu hareketlerdeki sebeblerin itikad konusu haline getirilmesi sonucu her fırak kendi itikadını haklı göstermek için ayetleri te'vil etmiş ve bununla yetinmeyerek muhammed as a atfen bir çok söz uydurmuşlardır. Yukardaki hadis ile ilgili olduğunu düşündüğümüz bir rivayetide buraya naklederek düşüncelerimizi paylaşalım.    
"Ashabım gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz" 

Bu iki rivayette ortak nokta  "ashaba tabi olmak" üzerinde yoğunlaşmış olması  böyle bir hadisin neden söylenme ihtiyacı duyulduğunu araştırmanın lüzumu üzerinde durmayı gerektirmektedir. Bilindiği gibi muhammed as Allah cc nin elçisi olması hasebiyle kendisine vahyedilene uymak ve onu tebliğ ile memurdu, ve hayatı boyunca bu memurluğa asla aykırı söz ve davranışta bulunmamıştır. Ashabına kur'ana tabi olmaktan başka bir yol tavsiye etmeyen muhammed as neden sonrakilere "ashabına uymayı" tavsiye etmiştir ? diye bir soru akla gelmektedir.    

Fitne dönemi olarak bildiğimiz cemel ve sıffin savaşları  sonucunda islam dünyasının bazı fırkalara ayrıldığı malumdur. Şia, haricilik ve sünnilik adı ile maruf olan bu fırkalardan şia ve haricilerin ortaya akidevi yönleri bazı sahabelere kafir olarak saymak üzerine kurulmuştur. Sünni fırkanın onlara göre ashaba daha mutedil yaklaşmalarına karşın bu mutedil yaklaşıma dayanak olması için bazı hadisler uydurmuş olmasıda bir gerçektir.   

Muhammed as ın bir söz söylerken karşısındaki muhatabın literatürdeki adı  "ashabı kiram" dır. Sözlerinin hepsini bunları muhatap alrak söyleyen muhammed as ın yukardaki rivayetlerde sanki başka bir ülkeye gitmiş  ve karşısında ashabın haricinde insanlar varmış gibi "ashabım" şeklindeki sözler bu tür rivayetlerin söylenmiş değil söylettirilmiş rivayetler olduğu tezini güçlendirmektedir.    

Bugün her fırkanın "biz cemaat üzereyiz" veya " biz ashabın izi üzerindeyiz" diyerek kendilerini kurtulan fırka olarak lanse etmeleri, " hangi ashabın?" sorusunu sormamızı gerektirir.   

Ehli hadis fırkasının sahabeyi adil sayarak onu "la yus'el" (sorgulanamaz) olarak kutsama düşüncesinin, günümüzdeki atatürk'ü koruma kanunundan bir farkı görünmemektedir. Sahabeyi haşa atatürk gibi müşrik olarak görmemekle birlikte onların sorgulanmasını itikad konusu haline getirip dokunulmazlık zırhına büründürmek onların zamanındaki olanları okumamızı güçleştirmiştir. Birbirlerine karşı kılıç çeken sahabeler birbirlerini adil saymazlarken sonraki nesil onları adil sayarak kutsamış ve kafir olarak gördükleri şianın masum imamları gibi onlarda sahabeye masumiyet atfetmişlerdir.    

Bu arkaplan dahilinde muhammed as ın insanlara kur'an ile kurtulacaklarını öğütleneyi bırakıp bir sahabeye uyarak kutulacaklarını ösylemesi mümkün görünen bir şey asla olamaz. Rivayetin fırkalaşmayı teşvik eden tarafınıda görmemezlikten gelemeyiz. Kur'an birleşmeyi emrederken böyle bir rivayetle herkes kendisine bir fırka bulup oraya yerleşerek kurtulacağı zannı verilmiştir.   

Sonuç olarak 73. fırka hadisi olarak kitaplarda yerini bulan hadis! muhammed as ın söylediği bir söz olmayıp ona SÖYLETTERİLEN bir söz olup uydurma hadisler kategorisinde yerini almaya mahkumdur.    

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR. 


3 Mayıs 2013 Cuma

Araf s 156. Ayeti ve Allah cc nin Yazması Konusu

 

"İnsanın kaderinin yazılması" konusu geçmişteki yapılan tartışmaların bir ürünü olup kur'an kaynaklı bir konu değildir. Allah cc yaratmış olduğu kullarının bütün yapacaklarını yazmış ve bu yazılanlar dışına çıkmasını imkanı yoktur şeklinde bir düşünce "cebriyye" fırkasının düşüncesi olup insan iradesini devreden çıkaran bir düşüncedir. Sayın Bayındır hocamız bu düşüncenin yanlış olduğunu haklı olarak dile getirirken bu düşünceyi çürütmek için bazı yanlış delillendirmelere başvurduğunu düşünmekteyiz. Peki yüzyıllardır insanların zihnini megul eden bu yazılma konusu kur'an açısından baktığımız zaman nasıl anlatılmaktadır?   

Bilindiği gibi Allah cc insanların dünya hayatının geçici bir yer olduğu asıl olan ebedi mekanın ahirette olduğu insanların ebedi olan ahiret yurtlarındaki yerlerini belirlenmesindeki kriterin dünyadadaki imtihan sonuçlarına göre belirlendiğini bizlere bildirmektedir. Cennet veya cehennem şeklinde belirlenen bu mekanı hak eden insanların adil bir muhakeme sonucu zerre kadar haksızlık yapılmayarak hakimlerin hakimi olan Allah cc tarafından belirlendiği bizlere yine kur'anda bildirilen gerçeklerdendir. 

İnsanların cennet veya cehenneme gitmelerinde herhangi bir haksızlık yapılmadığı bu  yerlere girmenin insanın işlemiş olduğu ameller neticesinde olduğu yine bizlere bildirilen gerçeklerdendir, o zaman insan bu işlemiş amellerde bir zorlama olmadan kendi iradesini kullanarak seçmek durumundadır'ki girdiği yere hak ederek girmiş olsun ve bunda herhangi bir zorlama olmasın. 

Şimdi kul tarafından görünen durum bu halde iken olayın birde Allah tarafından görünen yüzü vardır. Bu olay yine bizlere bilmemiz için yeterli olacak kadarı ile anlatılmıştır. Allah cc bütün eksiklerden münezzeh olması hasebiyle kulları hakkında her şeyi bilmektedir. Onlar yaratılmadan evvel onları yaratıldıktan sonrada yapacak olduğu bütün şeyleri bilmektedir. Kulunun hayatta iken yapacağı amelleri bilerek onun cennet veya cehenneme gideceğini bilmesi o kuluna iradesini kullanma yönünde herhangi bir baskı yapması anlamına gelmez. Karıştırılan nokta burasıdır, bazıları "madem Allah bizim nereye gideceğimizi biliyor neden imtihan ediyor?" şeklinde sözler sarfederek yaptığı amellerin suçunu Allah cc ye yüklemek istemektedirler. Bu yanlış düşünceyi izale için yüzyıllar evvel karşı yanlış düşüncelerde üretilmiştir.  

Cehm bin safvan (cehmiyyenin kurucusu) ve bağlılarının görüşlerine baktığımız zaman bayındır hocanın dile getirmiş olduğu düşüncelerin benzerini ondada görmekteyiz. "Allah cc bir şeyi yaratmadan önce bilemeyeceğini" savunan bu görüş insanların cennet veya gitmede Allah cc nin direk bir irade yönlendirmesi olmadığını ifade için böyle bir düşünce ortaya atmış olabilir ama bu görüşte yanlış olup "kaş yapayım derken göz çıkarma" deyimine uygun düşen bir görüştür.  

Allah cc nin yazması demek ,kullarının yapacak oldukları üzerinde bir baskısı olmaması demek olduğuna göre bu yazma konusunu Allah cc nin bilmesi ile ilişkilendirmek gerekmektedir. "Yazmak" fiilinin Allah cc için kullanıldığı yerlerde bu yazma eyleminin bizim yazmamız gibi olmadığını bilmemiz gerekmektedir. İnsanın herhangi bir şeyi yazmak ihtiyacı duyması onun unutkan olması ile irtibatlı olup,  "söz uçar yazı kalır" deyimi bunu ifade eden güzel bir deyimdir. Allah cc nin, haşa unutkanlığı sebebi ile bir şeyleri yazmak ihtiyacı duymayacağını hepimizin malumudur. Sayın Bayındır hocanın araf s.156. ayeti ile ilgili görüşlerine katılmadığımızı ve bu ayetin kaderin sonradan yazılması konusu ile uzaktan bile bir irtibatı olmadığını düşünüyoruz.  

                                                           ARAF S. 156. AYETİ

Araf s. 156. ayeti Musa as kıssası ile ilgili ayetlerdendir, Musa as rabbi ile 40 gün sözleşip tur dağına çıktıktan sonra kavmi onun yokluğunu fırsat bilerek samirinin önderliğinde buzağıya tapmışlardır, Musa as döndükten sonra olanlar anlatılırken 156. ayette musa as ın duasını görmekteyiz. 

 وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ ۚ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ ۖ  وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ ۚ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
 Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım.

Bu ayetteki "Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz"şeklindeki duadan sayın Abdülaziz Bayındır hocamız son günlerde tartışma konusu olan konulardan birisi olan " insanın kaderi ne zaman yazılır?" sorusunun cevabı olarak bu ayeti delil göstererek, "ezelde yazılmış olsa idi böyle bir dua neden edilsin demekki insanın kaderi ezelde yazılmıyor" şeklinde bir çıkarımda bulunmaktadır.  

İnsanın başına gelecekler  ile ilgili yazılanlar dünya hayatındaki imtihanı ile alakalı ise ve bu ayette "bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz" derken ahiretten neden bahsedilmektedir?, çünkü ahiret hayatı bir imtihan alanı değildir aksine imtihan sonuçlarının karşılığının görüleceği bir yerdir. Ayrıca Allah cc nin yazması demesi kişinin iradesine baskı koymak anlamına geliyorsa, neden " bize yaz" şeklinde iradeye baskı kurulmasını isteyen bir istek bizden istensin? . Yazmanın ezelden veya sonradan olması demek kulun iradesini baskı altına alınması düşüncesi açısından herhangi bir farkı görünmemektedir.

-----002.200-201-202 Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. «Rabbimiz! Bize sadece dünyada ver» diyen insanlar vardır, öylesine, ahirette bir pay yoktur. «Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver, bizi ateşin azabından koru» diyenler vardır. İşte onlara, kazançlarından ötürü karşılık vardır. Allah hesabı çabuk görür.

Mealini verdiğimiz bakara suresi ayetlerinde kulun rabbinden isterken sadece dünyada değil ahirettede iyiyi istemesi emredilmektedir. Araf s. 156. ayetindede bu şekilde bir isteği görüyoruz, Allah cc nin bu isteğe cevap vermesinin "korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere" için geçerli olduğu beyan edilmektedir. Ayetin, sayın hocanın iddia ettiği şekilde başımıza gelenlerin sonradan yazılması konusu ile alakası bulunmamaktadır.   

Allah cc nin insanın başına gelecekleri bilmesi zamanının bizim tarafımızdan belirlenmesi diye bir durum sözkonusu olamaz.Allah cc yi bizim için geçerli olan zaman ve mekan tarifleri ile vasıflandırmak doğru değildir. Yaratmış olduğu kullarının ne yapacağını kestiremeyen bir Allah tasavvuru kur'an tarafından onay alan bir tasavvur değildir.  

Çoğu konuda yapmış olduğumuz bir yanlış vardır'ki bu konudada maalesef yapmaya devam ediyoruz. Kur'anın konusu olmayan fakat bazı insanların önkabulleri neticesinde oluşturdukları düşüncelerine kur'andan onay almak için ayetler üzerinde kendi düşüncelerine uygun te'villerde bulunulmasına karşın aynı yanlış metod ,o düşünceye karşı çıkanlar tarafından uygulamaya konulmaya çalışılmaktadır.  

Biz olaya sadece kendi açımızdan bakmak zorunda iken, kalkıp  bu konunun Allah cc tarafından nasıl görüldüğü üzerine fikirler üretmekteyiz. İnsanları yaratan Allah cc onlara seçme serbestiyeti vererek kararlarında herhangi bir dahli bulunmadığını bizlere bildirmektedir. Yaratmış olduğu kullarının öncesini sonrasını bildiğini beyan eden rabbimizin bu bilgisi konusunda ona herhangi bir noksanlık atfetmek yapılacak en büyük hatalardan  biri olsa gerektir. 

"Allah cc nin yazması" demenin müteşabih yani benzetmeli bir anlatım olduğunu düşünürsek insanın unutmamak için yaptığı eylemlerden birisinin yazıya dökmek olduğu ve bu yazıya dökülmesi neticesinde bilginin unutulmadığı düşünülecek olursa Allah cc ninde böyle bir unutkanlığının olmadığını kullarına beyan etmek için yazdığını buyurması onun elinde kalem önünde defter olup yazması anlamına gelmez. 

Allah (c.c) nin yazması demek , Cennete veya Cehenneme gitmenin  kurallarını oluşturarak bu kurallar dahilinde hareket edenleri Cennete veya Cehenneme koyması demek olup , Araf s. 156. Ayetinde Cennete koyma yazısının yani kuralının , "Korkup sakınanlar , Zekatı verenler , Ayetlere iman edenler" için işleyeceğini beyan etmektedir. 

Allah (c.c) nin kulları için Dünyada iyilik yazması , önce kullarının o iyilikleri işlemesini gerektirmekte olup , iyiliğin yazılması için nasıl bir amel işlenmesi gereği beyan edilmektedir. Aksi takdirde Allah (c.c) nin kullarına yapmadan önce bir şeyler yazması demek , onların iradeleri üzerinde baskı kurması anlamına gelecektir ki bu baskıyı kurmayacağını , kullarına iki yol gösterip hangisini seçerlerse ona göre karşılık alacaklarını müteaddit ayetlerde beyan etmiştir.

"Kader inancı" başlığı altında oluşturulmuş olan ve kur'anın konusu olmayan bir konu amentü esaslarından bir haline getirilip yüzyıllardır bazı zalimlerin cinayetlerini örtme aracı olarak insanlar üzerinde bir baskı aracı haline getirilmiş olması yanlışına karşı çıkmak başka bir yanlışla olmamalıdır. Allah cc nin kullarının yapacaklarını bilmesi zamanının onun zamana bakışının bize kur'anda anlatıldığı şekli ile bilmek durumunda olduğumuz hatırdan çıkarılmamalıdır. Ezelde bilmesinin yapacaklarımız üzerinde bir dahli olmadığını bildirdikten sonra ne gibi bir zararı olduğunu, ona eksiklik etmenin allah cc kulu olarak bize ne gibi veballer yükleyeceğini düşünüp bu konu etrafında eskileri tekrar etmenin bir yararı olmadığı bilinci ile "kur'an bu konuda ne diyor" sorusunun cevabı aranmalaıdır.  

Sonuç olarak; Araf s. 156. ayetinin oluşturulan önkabullere destek olması açısından değilde , ayetin nasıl bir mesajı olabilir? şeklinde bir sorunun cevabını almak için okunduğunda şöyle bir mesaj çıkabilir . Kul dünya hayatında yapmış olduğu salih amellere karşılık olarak ahirette bunun karşılığını alır.Kul eğer araf s. 156. ayetinde olduğu gibi Allah cc nin kendisine ahirette hasene vermesini istiyorsa bunu dünya hayatında yapması gerekenleri yaparak hak edecektir. Kul sadece ellerini açıp dua ederek herhangi bir salih amel yapmaksızın buöyle bir şey isterse Alah cc ona böyle bir karşılık vermeyecek bu karşılığın nasıl verileceğini aynı ayet içinde "onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım" şeklinde buyurarak, kulun ahirette iyilik istiyorsa dünya hayatında nasıl ameller yapması gerektiğini bizlere bildirmektedir. Ayetin Allah cc nin önceden yazmadığı gibi bir mesajı olmayıp, bu ayetteki  yazma konusu kader ile uzaktan yakından alakalı olmayıp , kul eğer dünya ve ahirette iyilik istiyorsa bu istemenin gereklerini yerine getirmek sureti ile bunun gerçekleştirileceği beyan edilmektedir. Kul eğer Allah cc den onun için iyi ameller yazmasını istiyorsa bu amelleri yaparak yazılmasını sağlayacak olup hiç bir kula yattığı yerden iyi amel yazılmaz , Allah cc nin kuralı budur.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Mayıs 2013 Perşembe

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (3) Resul-Hadis-Sünnet Anlayışı

Özeleştiri olarak başlamış olduğumuz yazı dizilerinin 3. yazısını resul-hadis ve sünnet anlayışımızdaki yanlışlıklar üzerinde durarak devam etmek istiyoruz. Geleneksel islam düşüncesindeki resul anlayışının nasıl olduğu hepimizin malumudur, kainatın onun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan, bütün resullerin en üstünü olan, sözleri vahiy olan, haram ve helal koyan bir elçi anlayışı üzerine kurulmuş bir din anlayışına karşı çıkan kur'an müslümanlığı tabiri altında toplanmış müslümanlar.   

Geleneğin ifrat anlayışına karşı çıkmak için üretilen bazı tefriti anlayışların maalesef kur'anın tasvir ettiği resul anlayışı ile alakası olmadığı gibi yanlışlık açsından geleneğin içinde bulunduğu yanlıştan'da bir farkı yoktur. Geleneğin oluşturmuş olduğu resul anlayışı onu öldürmek üzerine kurulmuş bir anlayış anlayış olduğu gibi buna karşı çıkan düşüncenin oluşturmuş olduğu resul anlayışıda aynı şekilde resulu öldürmek üzerine kurulmuştur. "Resulleri öldürmek" tabiri sadec israiloğullarına has bir tabir olmayıp vahyin oluşturduğu anlayışın dışında oluşturulan her resul anlayışını anlatır.  

Allah cc, Adem as dan Muhammed as a kadar sayısını kendisinin bildiği elçiler göndererek dünyadaki hayatları için gerekli olan emir ve yasakları onlar vasıtası ile bildirmiştir. Gönderilmiş olan bu elçiler sadece vahyi ulaştırmakla kalmayıp kendilerine indirilen vahyi pratik olarak uygulamış ve örnek olmuşlardır.    

Muhammed as da bu resullerin son halkası olup önceki elçilerin nasıl bir görevi varsa oda aynı görevle  gönderilmiş olan bir elçiydi. Ancak daha hayatta iken onun yapıp ettiklerinin anlaşılması konusunda sahabe arasında bile farklı anlayışlar başgöstermiştir. Muhammed as ın her yaptığını taklit eden bir gurup sahabeye karşın onun yaptıklarının maksadını gözeten ayrı bir gurup sahabenin mevcudiyeti hepimizin malumudur. Bu iki farklı anlayış bugüne kadar süregelmiş olup baskın olan anlayış onun şahsiyetini kutsayan sözlerini kur'ana eşdeğer sayan
 bir anlayış olarak günümüzde devam etmektedir.   

Kur'anın sınırlarını çizdiği görevinin dışına çıkmayan muhammed as, vefatı sonrası olduğundan farklı bir duruma getirilerek sanki yardımcı ilah pozisyonuna getirilmiştir. Kur'an müslümanlığı düşüncesi etrafında buluşan müslümanlar bu yanlışları dile getirerek muhammed as ın kur'anın verdiği misyonun dışına çıkarılan anlayışlara karşı çıkmışlardır.   

Mutedil olan düşünceler bir tarafa , "hepsini al " düşüncesine karşı "hepsini at" düşüncesinin konuşulmaya başlanması ve bu düşünce etrafında bazı uygulamaların ortaya konulmasından anlaşıldıki "hepsini at" düşünceside öteki düşünce gibi yanlış bir düşüncedir." Hadisi şerif" deyimi muhammed as a ait olduğu iddia edilen sözlerin literatürdeki bir adıdır, elimizdeki hadis külliyatında ona atfedilen sözlerin olduğu ciltlerce kitaplar olmasına karşın maalesef içinde olan hadislerin büyük bir kısmı kur'anla uyuşmayan sözlerdir. Kur'an müslümanı olmak demek  o hadislerin topunu atmak değil o hadislerin kur'ana uygun olanı ile olmayanları birbirinden ayırarak seçmektir.

Hadis konusundan daha önemli konu "sünnet" tir, bu konuda yapılan yanlışlar mevcut olup daha vahim bir durum arzetmektedir. Kur'an hiç bir ayetinde, "resulun görevi ölene kadardır" şeklinde bir aksine haber vermemiş, aksine resullerin misyonunun kur'anın devamı ile eşdeğer bir zaman ile sınırlı olduğunu bildirmiştir. Bunun aksi bir durum resul ile ilgili ayetlerin hepsini nesh olmuş duruma getirir.   

Kur'an, yaşanan hayat içinde inmiş olan bir kitap olması nedeniyle onu yaşanmış olduğu hayat içinden ayırmak doğru olmaz. Kur'anın insan hayatını düzenleyen kaide ve kurallar kitabı olduğu açık iken, elçinin kendisine indirilen kitabı uygulayış şekli hakkındaki bilgilerin bir kenara atılması Allah ve elçisine hakarettir.

Kur'an daki bazı ayetlere baktığımız zaman o ayetler ile bilgilerin önceden mevcut olduğu yeni gelen ayetlerin o bilgi alt yapısı dahilinde olduğu görülür. Hacc,salat,kurban,oruç vs gibi konularle ilgili ayetler alt yapı bilgisi dahilinde nazil olmuştur. Hal böyle iken herhangi bir kişi bu kitab kendisine inmiş gibi bildiklerini bir kenara atıp kur'anı okumaya kalksa "bu kitab ne diyor?" diye başkasına sormak zorunda kalacağı açıktır.

Bilindiği üzere kur'an ritüeller konusu ile ilgili olarak yeni bir uygulama getirmemiştir, mevcut olan uygulamaları şirk karanlığından çıkarıp tevhidin aydınlığına çıkarmıştır. Muhammed as a inen ayetlerde "secde et" emri bu kelimenin ifade etmiş olduğu anlamın bilgisi dahilinde uygulanmıştır, çünkü kur'an nazil olmadan evvel insanlar secde etmekte olup kendilerine yaratan rablerine değil aracı kıldıkları putlara secde etmekteydi, salat kelimesi ile ifade ve içinde kıyam,ruku ve secdeyi barındıran ibadet yine bilinen bir ibadet olup şirk bulaşmış bir haldeydi.    

Bu güne baktığımız zaman eline kur'anı alan bazı kişilerin namaz,oruç,hacc gibi ibadetlerin şirk olduğunu iddia etmeleri trajikomik bir durum arzetmektedir. Bu tür düşüncelerin samimiyetten uzak olduğunu kur'anı doğru okuyan bir kişide bu tür düşüncelerin olamayacağını daha önceki bazı yazılarımızda belirtmeye çalışmıştık.  

Bu gün kılmış olduğumuz namaz uygulanarak gelmesi itibarı ile bizlerinde aynı şekilde ifa etmek durumunda olduğumuz ritüellerdendir. Kur'an müslümanlığı düşüncesi etrafında şekillenen bazı düşüncelere baktığımız zaman geleneğin ilmihal hastalığınını bir benzeri duruma düşüldüğü görülmektedir. Vakitleri ve rekatları ve nereye yönelmek gerektiği konusunda sanki herkes muhayyer ve istenildiği gibi hareket edilebilir gibi bir durumun olduğu zannedilmektedir.

Namaz ibadetinin ne demek olduğu kur'andan anlaşılacaksa, kur'anın ritüel ibadetlerin ne demek olduğunu bildiren ayetlerin iyi anlaşılması gerekmektedir. Herkes kafasına göre rekat,vakit, yön ve şekil uydurup bu ibadeti ifa etmeye kaktığı zamanki ortaya çıkacak olan kargaşadan kimlerin fayadalanacağı düşünülerek bu tür ibadetler üzerinde gereksiz olan ilmihal kavgaları bırakılarak bu ibadetlerin gerçek yönü ortaya çıkarılmalıdır.

Resulun örnekliği bu konuda bizlere en önemli bir kaynak olmalıdır. Yaşamış olduğu zamanla ilgili olarak yapmış olduğu bu tür ibadetler ile ilgili haberlerde herhangi bir namazı farklı sayıda rekatle kıldığı veya bir vakiti terk ettiği gibi haberler kesinlikle olmayıp aksine devamlılık ve kararlılık ve cemaat şeklinde birlikte ifa edildiğini bilmekteyiz.

Sonuç olarak, kur'an müslümanlığı tabirinden anlaşılması gereken resul sav i hayatın dışına atmak değil , hayatın içine alarak onun uygulamalarını örnek edinmek olmalıdır. Onu yok sayarak yapılacak kur'an okumaları doğru bir okuma olmayıp beraberinde yanlışları getiren okumalar olacaktır. Dışlama metodu ile yapılan okumalara baktığımız zaman kur'anı hayatın içine almak diye bir gayesi olmayan okumalar olup ibrahim as ın yolundan gittiğini ifade edip onun kırdığı putların önünde secde eden çakma haniflerden bir farkımız kalmaz.  

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

28 Nisan 2013 Pazar

Ateş Bize sayılı Günler Dokunacaktır Diyenler

Kur'an israiloğulları ile ilgili bilgiler verirken onların "ateş bize sayılı günler dokunacaktır" demelerinden bahseder ve bu dediklerinin yanlış olduğunu ifade eder. Bu iddialarından önce israiloğullarının günahı içselleştirdikleri görülmekte olup onların bu günahlarına kılıf olmak amacı ile işlemiş olduklarına karşı böyle bir düşünce geliştirip ateş sonrası cenneti garantilemiş gibi bir hava estirdikleri görülmektedir. Kur'an onların bu iddialarını reddetmiş olmasına rağmen aynı iddia müslüman olduklarını söyleyen insanlarda nerdeyse bir akide konusu haline getirilmiştir. Önce israiloğullarının bu iddiaları ilgili ayetleri görelim.  

------[002.080] «Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir», derler; sor, «Allah katından siz söz mü aldınız?», eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır. «Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
-----[003.024]  Bu, onların: «Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir» demelerindendir. Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır. 

Bakara ve al-i imran surelerinde geçen bu ayetlerin öncesine baktığımız zaman israiloğulların işledikleri cürümler anlatılmakta olup bu cürümlerinin cezasını ateşte belli bir zaman içinde kalarak ödedikten sonra cennete geçirilecekleri gibi bir zan içinde oldukları görülmekte olup sonraki ayetler bu iddialarını red etmektedir.  

----- [002.081]  Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler.
-----[003.025] [DI] Geleceğinden şüphe olmayan günde, onları topladığımız ve haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksiksiz verildiği zaman, nasıl olacak?

İsrailoğullarının yapmış oldukları cürümlerin anlatılma sebebi, sadece onların ne menem bir kavim olduklarının ifşası değil insan olmaları hasebiyle yasak delme ve bu konuda insanın dini kuralları nasıl alt üst edebileceğinin canlı bir örneğidir. Günahları işlemeden önce o günahın karşılığı için bir kılıf uyduran israiloğulları, nasıl olsa ateşten çıkacağız" mantığı ile günahları içselleştirmekte bir beis görmeden cürüm yolundaki taşları ayıklama yoluna gitmişlerdir.     

İsrailoğullarının iddiasının aynısı islam düşüncesi içindeki yerini alarak,günahları olan müslümanların günahlarınının cezasını çektikten sonra cennete gideceği kuralı konulmuştur. İslam düşüncesi içinde yerini bulan "sayılı gün ateş dokunması" iddiası meryem s. 71. ayeti üzerinden delillendirlmeye çalışılsada bağlamdan kopuk  ve ön kabullu bir okumanın ürünü olduğu açıktır, Bu konu ile ilgili olarak " meryem s 71. ayeti ile ilgili bir mülahaza" adlı yazımıza bakılabilir.    

Kur'an, kıyamet sonrası olacakları açık seçik olarak bir çok ayette anlatmış olmasına karşın kıyamet günü günahkar müslümanların önce ateşe sonra cennete gireceklerine dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Bu düşüncenin kabul görmesi, harici düşüncesindeki "büyük günah işleyen kafirdir" söylemine karşı üretilmiş karşı bir bir düşünce olduğu açıktır, her ne kadar haricilerin bu düşüncesine katılmasak'da büyük günah işleyen kişinin durumu hakkında Allah cc kıyamet günü en doğru kararı verecektir. Bu yazımızdaki amaç bu konuyu tartışmak değil israiloğullarının ortaya attığı bir düşüncenin kur'an tarafında red edilmiş olmasına karşın müslümanlar arasında kabul görmüş olmasıdır. Kul hayatta iken ölüm anı hariç işlemiş olduğu günahından tevbe edebilir ve Allah cc bu tevbeleri kabul edeceğini beyan etmiştir.

Kul yaşadığı zaman süreci içinde muhakkak günah işleyebilir ama onun işlemiş olduğu bu günah, kendisinin müslüman olması hasebiyle  cennete gideceğinin garantisi altında olduğu zannına kapılmasına vesile olmamalıdır.  
----- 031.033 Ey insanlar! Rabbinizden korkunuz ve bir günden de endişe ediniz ki, bir baba evladından bir şey ödeyemez, evlat da atasından bir şey ödeyecek değildir. Şüphe yok ki, Allah'ın vaadi haktır. Sizi dünya hayatı sakın aldatmasın ve sizi o çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında şaşırtmasın. 
------035.005 Ey insanlar; Allah'ın vaadi muhakkak haktır, dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve o mağrur da Allah ile sizi aldatmasın.
Şeytan'ın insana karşı olan iğvalar'dan biriside o kulun nasıl olsa affa uğrayacağı zannını vererek günah işlemeye yöneltmesidir. Allah cc günahları bağışlayıcı olduğunu bizlere bir çok ayette bildirmesine rağmen yukarda verilen ayet örnekleri bizim affedilme garantisi rehavetine kapılmamızı önlemeye yöneliktir.   

----- 004.017 Ancak Allah'ın kabul etmesini vaad buyurduğu tevbe, o kimseler içindir ki, bilmeyerek günah işleyip hemen tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder. Allah alîmdir hakîmdir. (Her şeyi bilendir, hikmet sahibidir).
-----004.018 Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; «şimdi tevbe ettim» diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.

Ğaffar olan Allah cc günahlar için yapılan tevbeyi kabul edeceğini beyan etmesine rağmen ölüm anında "şimdi tevbe ettim" diyerek kafir olarak ölenlerin tevbelerinin makbul olmayacağını bildiriyor. Eğer bir kul tevbe kapısı her zaman açık deyip günahları kendisine alışkanlık edecek olursa bu durum kul için bağışlanması imkansız bir durum meydana getirecektir.   

 İsrailoğulların yapmış oldukları cürümlere karşı geliştirmiş oldukları "sayılı günlerde ateşin dokunması" kalkanı kur'an tarafından reddedilmiş olup, bu red görmezlikten gelinerek islam düşüncesine sokulmuştur, bu düşünce etrafında yine kur'anın red ettiği şefaat düşünceside devreye sokularak muhammed sav e "şefaatım ümmetimden büyük günah işleyenedir" şeklinde bir söz söylettirilmiştir. 

-----004.031Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.
-----042.037 Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.
-----053.032 Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için 053.032] [DV] Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.
. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

Rabbimiz bizlere büyük günahlardan kaçınmayı emrederken muhammed as a söyletilen uydurma sanki onun kur'anın emrine ters olarak büyük günahları teşvik ettiği gibi bir durum meydana getirmiştir. Necm s 32 deki " kendinizi temize çıkarmayın." emri, cenneti garantilemiş gibi bir havaya girmeyin anlamındadır.

Sonuç olarak, israiloğullarının bir iftirası olduğu bildirilen "ateşin sayılı günler dokunması" konusu islam inancında yerini bulmuş ve müslümanlar arasında, "nasıl olsa cennet garanti" şeklinde bir hava oluşturularak israioğulları gibi günahların içselleştirilmesine dönüştürülmüş olup birde buna ilaveten şefaat konusu ilave edilerek " ateş bize hiç dokunmayacak" şeklinde bir düşünce üretilmeye çalışılmıştır. Kulun korku ile ümit arasında olması her zaman tetikte  bulunması esas olmasına rağmen "nasılsa affedileceğiz" mantığı ile iş ahiretteki şefaatçilere bırakılmıştır. Kıyamet günü bunun böyle olmadığı ortaya çıkınca dünya hayatını affedilme hayali ile boşa geçirenler tekrar dünyaya geri döndürülmesi mümkün olmayacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

23 Nisan 2013 Salı

Nisa s. 158-159. Ayetleri ve İsa a.s ın Ref'i ve Şahidliği

İsa as kur'anda zikri geçen elçilerden olup onun akıbeti meselesi müslümanların en fazla ihtilaf ettiği konulardan birisi olarak gündemdeki konularımız arasında baş sırayı almaktadır. Geleneksel islam düşüncesindeki yaygın anlayış isa as ın ölmediği onun göğe çekildiği kıyamete yakın bir zamanda yeryüzüne ineceği şeklindedir. Bu düşünceye uygun bazı ayetler, üzerinde gerekli olan te'viller yapılarak olayın kur'ana onaylattırılma boyutuda bir şekilde halledilmiştir! , bir ileri safha olarak bu konu akidevi bir hale getirilmiş olup bu şekilde inanmamak "küfr" olarak tescil edilmiştir!. Subutu ve delaleti zanni bile olamayacak kadar alakasız bir konuyu itikad konusu haline getirip oluşturdukları sahte itikada inanmayanları "kafir" olarak damgalayanların hükmünü Allah cc kıyamet günü verecektir.    

Bu yazımızda bu konu ile ilişkilendirilmeye çalışılan iki ayet üzerinde durarak bu ayetlerin mesajlarını anlamaya gayret edeceğiz. İsa as ile ilgili ayetlerin nuzulü ile ilgili olarak arka plan bilgisine sahip olursak bu ayetlerin mesajı daha kolay anlaşılabilecek iken ön kabullu okumalar neticesi zorlama te'villerle alakasız yorumlarda bulunulması kur'anın herkesin kendi düşüncesine uygun ayet arama kitabı olmasına sebeb olmuştur.   

İsa as ilgili ayetlere baktığımız zaman bütün ayetlerin hıristiyan düşüncesindeki "Allah'ın oğlu" olduğunu iddiasını red sadedinde olup onun herkes gibi bir kul olduğu vurgulanmaktadır. Bir çok elçinin başına geldiği gibi kavmi onuda öldürmeye yeltenmiş ama bunda muvaffak olamamıştır.    

Nisa . s 158. ayetinde onun "ref" edilmesi göğe çekilmesi şeklinde yorumlanmış, 159. ayetinde ise onun geri geleceği iddiasına destek olan bir ayet zannedilerek oluşturulmuş iddialara mesned olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Şimdi bu ayet ile ilgili mesajı anlamaya çalışalım.    

                                                             NİSA S.158.AYETİ

              doğrusu Allah onu kendine doğru ref'eyledi, Allah bir azîz, hakîm bulunuyor.
Bu ayet 156-157. ayetlerde anlatılan israiloğulları'nın onu öldürme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması ile ilgili olarak devam eden bir ayet olup kavminin onu öldüremediğini anlatmaktadır. Ayet'te geçen " kendine ref etti" sözünden isa as ın göğe çekildiği iddia edilmesi bu düşüncenin, çelişkileri barındırması açısından yanlışları mevcuttur.    

Ehli sünnet itikadı'na mensup olduğunu iddia edip, Allah cc nin mekan'dan münezzeh olduğuna inanıp (ki doğru bir düşüncedir) isa as ın göğe çekildiğine inanmak bu düşünceyi taşıyanlar açsından çelişkili olup arka planında, "Allah semadadır" söylemini savunan müşebbihe düşüncesini tasdik anlamına gelmektedir. Hem ehli sünnet inancı denilip hemde isa asın göğe çekildiğine inanmak içinde çelişkiyi barındıran bir düşüncedir. bu düşünceyi "Allah semadadır" diyen müşebbihe savunmuş olsa bir şekilde çelişki ortadan kalkar ancak müşebbihenin, "Allah semadadır" düşünceside yanlış bir düşüncedir.  

"Ref" kelimesi kur'anda hem hakiki hemde mecazi anlamda kullanılan bir kelimedir, bu kelimeyi hakiki anlamda kullanmak çelişki doğuran bir düşünce olduğu için bu kelimenin mecaz olarak kullanıldığı araf s.175-176. ayetleri üzerinden anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır.
 "Onlara, kendisine âyetlerimiz hakkında ilim nasib ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o âyetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı. Eğer dileseydik, onu o âyetler sayesinde yüksek bir mevkiye çıkarırdık, lâkin o yere saplandı ve hevasının esiri oldu. Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur! İşte bu, tıpkı âyetlerimizi yalan sayan kimselerin misalidir. Sen olayı onlara anlat, olur ki düşünüp kendilerine çekidüzen verirler."
Bu ayetler, Allah cc nin kendisine ayetlerini verip bu ayetlerden sıyrılan kişinin durumunu anlatmakta olup bu ayetlere sarılmış olsaydı , Allah cc nin (le refe'nahu) ref edeceği anlatılmaktadır. Buradaki ref edilmeye hiç kimse tarafından,onun göğe çekilmesi anlamında olduğu iddia edilmemiştir.İsa as ın ref edilmesi yukardaki ayetler'in "ref " kelimesine  yüklediği anlam  çerçevesinde anlaşılarak isa as ın Allah cc nin ayetlerine karşı bir nankörlük yapmadan elçiliğini hakkı ile ifa ettiğini anlatmkta olup bedenen göğe çekilmesi şeklinde bir anlam taşımamaktadır. 

                                                NİSA S. 159. AYETİ 
Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.
Bu ayet, isa as ın ölmediği yönündeki düşüncelere dayanak olduğu iddia edilen bir ayettir, ilk sıkıntı zamirin mercii konusundadır. "mevtihi" kelimesindeki "hi" zamirinin ehli kitab içinmi yoksa isa as içinmi olduğu tartışması hala devam etmektedir. Bu ayeti zamirin mercii yönünden değil şahidlik konusu ile ilgili ayetler çerçevesi ile bağlanatılı olarak anlamaya çalışırsak bu ayetin mesajı'da daha kolay anlaşılacaktır. Bilindiği gibi kur'andaki isa as ile ilgili ayetlerin  onun bir beşer olduğunu vurgulaması açısından okunması gerekmektedir. Kıyamet sonrası ile ilgili ayetleri hatırlayacak olursak ,mahkeme tasviri içinde bir sorgulama olacağı bizlere bildirilmektedir(hakka s.). Bu mahkemede hakimlerin hakimi Allah cc ve sorgulanacak kimseler ve şahidler olacaktır. İsa as ın şahidler içinde olacağının anlatılması onun herhangi bir ilahlık durumunun olmadığının beyanı olup maide s.116-118. ayetleri bunu anlatmaktadır.  

----- 005.116Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.
-----005.117 Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
-----005.118 «Onlara azabedersen, doğrusu onlar Senin kullarındır; onları bağışlarsan, Güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak Sensin.»

Bu ayetlerde kıyamet sonrası olacak olaylardan bir tasvir verilmekte olup bu tasvir isa as ve ona iman ettiğini iddia edenlerin ona olan imanlarında onun tebliğ ettiği şekli ile değil tahrif etikleri şekil ile iman ettikleri ve bu imanın kimseye bir yarar sağlamadığı beyanı vardır. Bu tasvir'de isa as ın durumuna baktığımız zaman hakim yani ilah pozisyonunda değil hakim olan Allah cc tarafından sorgulanan bir kul olduğuda anlaşılmakta olup bu kulun Allah cc nin verdiği karar üzerinde herhangi bir etkisi yoktur ve sadece Allah cc nin hükmüne diğer kullar gibi boyun eğmekten başka bir şey yapamayacaktır.   

Aynı durum muhammed as içinde geçerli olup onunla ilgili olarak'ta nisa s 41. ayetini görmekteyiz. "Her ümmete bir şahid getirdiğimiz ve seni de bunlara şahid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?". Bu ayette'de muhammed as da aynı isa as gibi kıyamet sonrası mahkemede hakim veya hakim yardımcısı pozisyonunda değil şahid possizyonunda olup karar ile ilgili herhangi bir dahli olmayan kul durumundadır.  

Aynı şahidliği muhammed as da yapıp ona iman iddiasında bulunan bir kısım müslümanın, Allah cc nin ona yüklemediği bir görevi ona  iman iddiasında bulunanların yüklemiş olduğu, fakat bu yüklenen görevin onun tebliği ile taban taban zıt olması isa as gibi onun tekrarladığı sözlerin benzerini tekrarlamasına sebeb olacaktır. Hıristiyanların isa asın durumu ile ilgili sapkınlıklarının bir benzeri muhammed as için müslümanlar tarafından yapılmakta olup kıyamet günü bu sapkınlıklarıda muhammed as red edecektir.

İsa as ile ilgili bu iki ayet'in mesajı bu şekilde iken kur'an harici bilgiler ile donatılan kitaplar bu konuyu akide haline getirip, kur'an doğrultusunda düşünen müslümanların tekfir edilmesine kadar giden korkunçluklara sebeb vermektedir.Eğer tekfir edilmesi gereken birileri varsa isa as hakkında kur'an harici bilgilerle donatılan düşüncelerin ve onları müdafaa edenlerin tekfir edilmesi gerekir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Nisan 2013 Pazar

Beyt ve Beytullah Kelimelerine Sosyolojik Bir Bakış Denemesi

Bu yazımızda, "Beyt" kelimesi üzerinden Kabe'nin sosyolojik anlamda nasıl bir yer işgal ettiği hususundaki düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. 

"Beyt" kelimesi lügatta , "insanın gece sığındığı yer " anlamına gelmektedir. Bu anlam üzerinden , Kabe adı verilen beyt'in insanlar için ne ifade ettiğini Kur'an üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.    

Al-i imran s. 96. ayetinde, " Doğrusu insanlar için vaz'olunan ilk beyt, elbette Bekkedeki o çok mübarek ve bütün âlemîne hidayet olan Beyttir" mealinde buyurulmuş olması , insaoğlunun yaratılışı icabı barınma ve sığınma ihtiyacının bir gerçeği olarak tesis edildiğinin bir gerçeği olup bu beyt herhangi bir beyt olmayıp Allah cc nin emri ile tesis ettirilmiştir. 97. ayetin devamı bu durumun bir anlatımıdır. "Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.". Hacc s.29.30 da "elbeytil atik" (eski ev) deyimi ile ifade edilmesi bu evin ibrahim as dan daha eski bir geçmişi olduğu yolundaki düşünceleri desteklemektedir.İbrahim as ile oğlu ismail as ın beyt ile ilgili yaptıklarının, bakara s. 127. ayetinde " Ve o zaman ki, İbrahim Beyt'in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: «Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!" şeklinde anlatılması beyt'in onlar tarafından ilk defa değil olan bir mekanı yeniden inşa anlamında anlaşılması daha doğru olacağını düşünmekteyiz.    

Kişilerin birlikte yaşama olgusunun bir gereği olan belirli kurallar dahilinde yaşama durumu taa ilk insandan beridir süregelmiştir. Mesela Maide s. 27-31. ayetler'de anlatılan Adem'in iki oğlunun kıssası konulmuş kurala karşı çıkmanın bir örneğidir. Konulmuş kurallar olmadan birlikte yaşamanın imkansız olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu insanları yaratan Allah cc kural koyma hakkını kendisinde görerek yarattığı insana kurallarını elçileri vasıtası ile  bildirmiştir. İnsanlar kural koyma hakkını Allah cc den alarak kendilerinde görmeleri onların "tağutlaşması" anlamına gelir'ki bu şekil bir hakkı kendisinde gören veya kendisinde göreni destekleyenlerin dahi sonlarının neresi olduğu kur'anda açıkça bildirilmiştir.

"Ev" kelimesi bizlerin günlük hayatının ayrılmaz bir parçası olarak hayatımızda yer eden bir kelimedir. "Hükümet konağı", "vali konağı" , "cumhurbaşkanlığı konutu" ," adliye sarayı" gibi deyimler yine aynı şekilde günlük hayatımızda kullanılan deyimler olup bu deyimlerin ifade etmiş olduğu anlamlar malumdur. "Hükümet konağı" tabiri hepimizin bir şekilde işinin düştüğü resmi işlerimizin orada halledildiği bir mekan olması itibarı ile "ev" kelimesi ile irtibatlıdır.

Kişiler, bu deyimler ile ifade edilen evlerin yönetimi altında günlük hayatlarını idame ettirmek zorunda olup bu evlerin ortaya koyduğu kanunlara muhalefet etmek kişinin ceza görmesini gerektirir. Bu evlerin içinde yönetim amiri durumunda olanların tabi oldukları belirli bir kurallar zinciri vardır.Bu evlerin tabi olmak zorunda olduğu Allah cc nin hükümlerinin yerine kulların yapmış oldukları kanunların bu evlerin kuralları olması bu evlerin tağut kavramı ile birlikte anılmasını gerektirir.

Mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği veya gelmesi gerektiği konusu "Beyt" kelimesinin insanın sosyal hayatında ifade ettiği anlam ile eşdeğer olarak hayat bulur. Allah cc yaratmış olduğu insanlara "abd" yani kul vasfını layık görmesi kendisini'de "ilah ve rab" olarak bizlere tanıtması, kul durumunda olan insanın, ilah ve rab durumunda olan varlığa karşı her an "ruku ve secde" halinde olmasını gerektirir . Ruku ve secde halinde olması bilinen şekilsel anlamın dışında daha geniş bir anlama sahip olmasını kastetmekteyiz. Allah cc ye ruku ve secde etmeyi red eden insan ya kendi tağutlaşmış yada kendi cinsinden bir tağutu rab edinmiş olur. 

"Beyt" kelimesinin. "geceleri sığınılan yer" olma anlamından hareketle mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği konusunu kur'anın "gece" kelimesine yüklediği mecazi anlamdan hareket ederek izah edebiliriz. 

-----002.257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
-----005.016Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.

Karanlıkta olan insanı elçileri vasıtası ile gönderdiği vahiy ile aydınlığa çıkaran Allah cc, gönderdiği vahiy ile emin bir duruma geçileceğini mekke'de sembolik olarak elçileri ile yaptırmış olduğu beytinde kullarına göstermek istemektedir. Mekke'nin emin bir belde olarak değer bulması içinde olduğu "Beytullah" yani Kabe'den ötürüdür.   

-----002.126 İbrahim: «Rabbim! Burasını emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır» demişti. Allah da: «İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakırım, ne kötü sonuç» buyurmuştu.
----- 003.097 Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Beyt'i haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.
-----014.035  İbrahim şöyle demişti: «Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.»
-----029.067 Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâla bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

 "Beytullah" ın "Kabe" adı ile anılmasına sebeb yapılmış olan binanın köşeli olması nedeniyledir. Beytullah yani Allah'ın evi bir deyim olup içinde Allah cc nin olduğu ev anlamında olmayıp kendisine iman edenlerin emin olduğunu oraya girenlerin her türlü tehlikeden uzak olduğunu sembolik bir göstergesidir. Beytullah deyiminin kur'anda bu şekilde geçmemesi bazı kişilerin kafasında soru işareti olduğuna şahid olduğumuz için, bakara 125. ve hacc 26. ayetlerinde "beyti" (evimi) denilmesi o evin Allah cc tarafından sahiplenildiğini gösterir , dolayısı ile oraya "BEYTULLAH" demek kadar doğru bir şey olamaz.      

Hacc ibadeti yılda bir kez beytullah'a gelerek orada tavaf etmek ve diğer ritüelleri gerçekleştirmek ile eda edilir, bunu yapmaktaki kasıt kulun bu tavafı ile Allah cc nin emirleri dairesi içinde dönüp durduğunu yani hiç dışarı çıkmadığını sembolik olan evini ziyaret ederek ona yine sembolik olarak göstermesi ile olur.   

Kulun ruku , kıyam ve secde etmesi , Allah cc ye olan itaatinin  yine sembolik ve ritüel olarak göstermesi şeklinde adına günlük dilimizde namaz denilen ibadetin rükünlerindendir. Ruku,  kıyam ve secde kavramları bir itaat göstergesi olarak kişinin itaatının dışa vurumudur. Kişi eğer itaatını Allah cc ye yapıyor ise bunu namaz dediğimiz vakitli ibadeti eda ederek rabbine gösterir. Kişinin günlük hayatında şekilsel olarak yaptığı bu hareketlerin sembolik olarak gösterilmesi hayatın tamamını kapsaması gerekir. Kişi hayatının her safhasında Allah cc ye kul olduğunu günün belli vakitlerinde diğer insanlarla birlikte eda ettiklerinde namazında gösterir. Eğer kişi sadece namaz vakitlerinde bu şekilleri yapıp diğer vakitlerinde tağuta kulluğunu sergileyecek eylemlerde bulunuyorsa bu namaz sadece kuru bir ibadet olarak karşısına çıkacaktır.   

Beytullah etrafında, hacc,tavaf ve namaz gibi ritüeller kulun Allah cc ye olan kulluk bilincinin dışa vurumu olup kuru bir ibadet kasdı ile yapılamaz. Kişi hayatının diğer vakitlerinde Allah cc nin dışındakilere tabi oluyorsa onların etrafında tavaf edip onlara ruku,kıyam ve secde ediyor demektir. Bugün kendisine "müslümanım" diyenlerin bir çoğu bu şuurdan yoksun olarak bu ritüelleri eda etmekte olup bunun yanlışlığını gören diğer bir kısım kendine "kur'an müslüman!!" diyen kişiler bu ibadetlerin "şirk" olduğunu iddia etmeleri onların bu sözleri, bilgisizliklerinin eseri değilse hiyanet ve dalaletlerinin bir eserinden başak bir şey değildir. Onca ilgili ayete rağmen kur'anı okuduğunu iddia edip bu ritüellerin ne anlama gelmesi gerektiğinin bilincinden yoksun olunması bizleri derin düşünceye sevketmekte olup kur'an ile bağ kurmuş olanların başkalarının yanlışını kalkan edinerek yanlış olanın yerine doğruyu ikame ettirme çabası yerine "hepsini kaldır at" mantığı ile hareket etmelerinin kimlerin ekmeğine yağ sürdürüğünü çok iyi düşünmeleri gerekir.    

"Beyt" kelimesi , sığınılan yer anlamının bir karşılığı olarak , kulun kendisini yaratan Allah cc den başkasına sığınmasının şirk olduğu, o beyt etrafında oluşturulan din hükümlerinin kabul edildiğinin göstergesi olarak namazlarında her nerede olursa olsun yüzünü oraya dönmesi mecburiyetindedir. Yine üzülerek müşahede ettiğimiz ve "kur'an müslümanı !!" olma iddiasında olan bazı kişilerin namaz kıldıkları halde namazda beytullah'a yönelmek gibi bir mecburiyet olmadığı düşünceleri "beyt" kelimesinin kur'ani karşılığını anlamadıklarının bir göstergesidir. İman iddiasında bulunan bir kişinin dünyanın neresinde bulunursa bulunsun o beyt'in ifade ettiği anlama uygun olarak kitaba uygun bir yaşam sürmesi onun beyt'i tavaf etmesi anlamında olup bunun aksi bir durum yani tavaf veya yüzünü beyt'e dönmeyi red etmesi Allah cc ye kulluğu red anlamına gelir.    

Bugün uygulamadaki yanlışlıklar Allah cc nin bize emrettiği bu ritüelleri red etmek şeklinde bir tefrite varmamalıdır. Beytullah,hacc, tavaf, salat kavramlarının kur'ani karşılığının önce bizler tarafından içi doldurulup dinin Allah cc ye has  kılınması sonra bu doğru dinin başkalarına tebliğ edilmesi şeklinde olmalıdır. Kabe'ye put namaza şirk diyen bazı sözde çakma kur'an müslümanlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumlar önünde ruku secde ve kıyam etmeleri onların ilahlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumların olduğu dolayısı ile kendi dinlerinin dışındaki dinlerin ibadetlerinin ve mekanlarının şirk veya put olarak yaftalamaları normal bir durumdur. Eğer tevhid isteniyorsa bu tevhid Allah cc nin dini ve o dinin sembolleri etrafında olması ve diğer dinin sembol ve ritüellerinin şirk olduğu ATAMIZ İBRAHİM AS misali haykırılmalıdır ."Kur'an Müslümanıyım " deyip kur'anın şirk dediği şekillere secde etmek bu iddiada bulunanların samimi olmadıklarının göstergesidir.    

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.