bakış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bakış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ekim 2016 Cuma

Hadid s. 27 ,Maide s. 63, Tevbe s. 31.34. Ayetleri Işığında Din Adamları Sınıfına Bir Bakış

Dinler , insanların birbirleri ile olan bağının güçlenmesine vesile olan bir çimento olarak binlece yıldır işlevini sürdürmektedir. Din denildiğinde ilk akla gelen şeylerden bir tanesi, halk içinde mevcut bulunan din konusunda bilgi sahibi , ve diğer insanlardan farkı bir yeri olduğuna inanılan "Din Adamları" sınıfı gelmektedir. Fakat bu sınıfın istisnaları olmakla birlikte , kendilerine verilmiş olan bu ayrıcalığı kötüye kullanarak , insanlar üzerinde maddi ve manevi baskı aracı olarak kullanmakta oldukları herkesin malumudur. 

İnsanlığın kadim bir sorunu diyebileceğimiz , bu sınıfın yaptığı yanlışlar Kur'an'da da yer bularak , Yahudi ve Hristiyanlar içindeki Ahbar ve Ruhban takımının yaptıkları eleştirilmiş , onlar tarafından yapılan bu yanlışların Müslümanlar tarafından tekrarlanmaması için gereken ikazlar yapılmış, fakat bu ikazların maalesef göz ardı edildiği, ve Müslümanlar arasında bu sınıfın bir çok olumsuzluğu ve yanlışları içinde barındırmak sureti ile işlevini sürdürdüğüne şahit olmaktayız. 

"Din Adamlığı" sınıfının oluşmasını Allah c.c mi emretmektedir ?.

Kur'an'ın Ahbar ve Ruhban gibi bir sınıfın oluşmasına onay verdiğini söylemenin yanlış bir kanaat olduğunu burada ifade etmek istiyoruz. Böyle bir sınıfın var olması ile, hayatiyetini devam ettirmesinin meşru olması, birbirine karıştırılmamalıdır. Kur'an'ın Yahudi ve Hristiyanlar içinde olan bu guruptan bahsetmesi , böyle bir sınıfın bu toplumlar içinde var olmasından dolayıdır. 

Allah c.c, kullarından bir kısmına "Din Adamlığı" şeklinde ayrı bir paye verilerek onların ayrı bir sınıf oluşturmasına dayanan bir sistem ihdas edilmesine, veya dinin sadece mistik bir hayat olarak insanlardan ve hayatın gerçeklerinden olarak bir yaşantı olarak görülmesi ve buna uygun bir yaşantı sürülmesine onay vermemiştir. Bu durumu Hadid s. 27. ayet, şu şekilde anlatmaktadır. 

[057.027]  Sonra onların izleri üzerinde, resullerimizi ard arda gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik. Ona İncil'i verdik ve ona uyanların kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Onların uydurdukları ruhbaniyyete gelince; onu kendilerine Biz, yazmadık. Fakat kendileri Allah'ın rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da hakkıyla riayet etmediler. Biz de onlardan iman etmiş olanlara ecirlerini verdik. İçlerinden çoğu ise fasıklardır.

Hadid s. 27. ayeti, kendilerine farz kılınmadığı halde , İsa a.s a tabi olduğunu iddia edenlerin, bid'at olarak türettikleri ruhbanlığı , türetme niyetlerine uygun bir şekilde yürütmediklerini beyan etmektedir. Ruhbanlık şeklinde hayat bulan yaşam sistemini , Allah c.c insanlara emretmemiş olmasına rağmen , Allah c.c nin rızasını kazanmak gibi iyi bir niyetle ihdas edilen bu kurumun , zaman içinde şekil değiştirerek ,yanlış amaçlara hizmet eden bir kuruma dönüşmüş olması , bu kurumun diğer toplumlardaki benzer oluşumları hakkında da bizlere bilgi verebilir.

İnsanların içinde bulundukları şartlar , bazı insanların birbirlerinden bazı yönlerden farklı olmasını beraberinde getirmiştir. Bilgi bakımından daha ileride olan bazı insanların, diğer insanlar üzerinde onun bilgisinden faydalanılması gereğini doğurmuştur. Bu üstünlüğü din alanında düşündüğümüzde, dini alanda bilgi sahibi olan insanlar , bu alanda yeterli bilgi sahibi olmayanlar ile bilgi paylaşımında bulunarak, bir şekilde bilgilerinin zekatlarını vermek durumundadırlar.  

Bilgi paylaşımı maalesef bu şekilde yapılmamakta , bilgi sahibi olanlar ile, bilgi sahibi olmayanlar arasında derin bir uçurum oluşturularak , bir sınıf ihdas edilmiş ve insanlar "Din Adamları" olarak bildiğimiz bu sınıfa mahkum bir hale getirilmiştir. Toplumun önünde olan olan insanların , o topluma iyilik ve fazilette örnek olması açısından bazı vazifeleri bulunmaktadır. Çünkü onun arkasındaki insanlar , o kişiye saygın ve güvenilir bir kişi gözü ile bakarak , onu kendilerine önder edinerek , ondan gelecek olan sözler doğrultusunda hareket etmeyi kendilerine şiar edinmişlerdir. 

"Kanaat Önderleri" veya "Din Adamları" olarak bildiğimiz sınıflara mensup olan insanların büyük çoğunluğu, halkın kendilerine verdiği önderlik vasfını fırsata çevirerek , insanları maddi ve manevi olarak sömürerek , etrafındaki bir avuç kişi ile büyük bir saadet zinciri oluşturmuşlardır.

Kur'an işte böyle bir arka plana sahip bir topluma nazil olmuş , ve Medine de nazil olan ayetler , özellikle Yahudi ve Hristiyan toplumundaki din adamlarının yaptığı yanlışlara dikkat çekmektedir. Toplumun önünde olan insanların o topluma müspet anlamda örnek olma zorunlulukları olmasına rağmen, bu görevlerini yapmamaktadırlar. Bu gerçeği şu ayetlerde görmekteyiz . 

[005.062] Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!
[005.063]  Rabb'a kul olanlar ve bilginler; onları günah söylemelerinden ve haram yemelerinden vazgeçirmeye çalışmalı değiller miydi? Yapmakta oldukları şey gerçekten ne kötü.

İnsanların yaptıkları yanlışları onlara ikaz etmek , onları kötülüklerden engellemeye çalışmak , bu yapılanların kötü olduğunu bilen insanların görevidir. Kötülükleri gördüğü halde bunlara engel olmaya çalışmamak bundan önceki zamanlarda toplumların helak olmasına sebep olmuş, bundan sonra da olacaktır. 

Din adamları sınıfının insanlar üzerinde baskı ve hegemonya kurmak için kullandıkları yollardan birisi , kendilerinin Allah adına konuştuklarını söyleyerek yalan ve iftiralarına Allah'ı alet etmeleridir. Bu durumu Tevbe s. 31. ayeti şöyle beyan etmektedir.

[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

Haham ve rahiplerin "Rab" olarak ittihaz edinilmesi , onların Allah c.c nin yetki alanına giren konularda, Allah'ı devre dışında bırakarak verdikleri hükümlere tabi olunması şeklinde gerçekleşmekte idi. İnsanları manevi yönden bu şekilde sömüren din adamları , sömürülerini maddi bakımdan da yaparak ceplerini doldurmakta idiler . Aynı surenin 34 ve 35. ayetleri , onların bu yaptıklarına dikkat çekerek  cezalarının ne olacağını haber vermektedir. 

[009.034] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.
[009.035] Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) «işte bu, kendileriniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın» (denilecek) .

Din adamları sınıfı , insanların kendilerine olan güvenlerini kötüye kullanarak , onların iyi niyetlerini istismar etmekte ve bu yolla maddi kazanç elde etme yoluna gitmektedirler. 

Yukarıdaki ayetler ışığında din adamları sınıfının yaptıkları yanlışları sıralayacak olursak ;

1- İnsanları yaptıkları kötülüklerden onları sakındırmamak . ( Maide s. 63)
2-İnsanları manevi yönden sömürerek , onlar üzerinde rablık oluşturmak. (Tevbe s. 31)
3-İnsanları maddi yönden sömürerek , onların güvenlerini servete dönüştürmek . (Tevbe s. 34)

Yaptıkları bu yanlışlar sadece Yahudi ve Hristiyanlara has bir durum değil , tüm zamanlarda yaşamış ve yaşayacak olan ve insanları din adına kendilerine bağlayarak , din'i sömürü aracı olarak kullanan din adamlarının karakteristik özellikleridir. 

Bu durumun aynısının İslam dünyasında da yaşandığı bir gerçektir. Kendisine Hoca , Alim , Şeyh , Gavs ,Kutup , Ayetullah v.s denilen insanların büyük çoğunluğunun ellerindeki imkanı maddi ve manevi yönden sömürü aracı olarak kullanarak , insanların dünya ve ahiretini berbat etme yolunda kullandıklarını görmekteyiz. 

Biz burada bu kimselerin yaptıklarını uzun uzun yazarak, malumu yeniden tekrarlamak yerine , bu adamlardan kurtulmanın yolu üzerinde durmaya çalışacağız.

Müslümanları maddi ve manevi olarak sömüren bu kimselerin en büyük kozları , anlattıkları din'in Kur'an merkezli olmayışıdır. Kur'an dışı kaynaklardan oluşan bu din'de Allah c.c nin kullarına sunduğu kolaylıklar asla mevcut olmayıp , zorluklarla ve gereksiz teferruatlarla donatılmış bir din bulunmaktadır. Böyle bir din , bu kimselerin elinin güçlenmesine ve insanların bu kimselerin tasallutundan kurtulamamalarına sebep olmaktadır. 

Ayakkabının ilk önce hangi ayağa giyileceği , tuvalete hangi ayakla girilmesi gerektiği , tırnak kesmenin , su içmenin , yemek yemenin , yatmanın ,oturmanın İslama göre nasıl olması gerektiğini soracak kadar cahil , ve bu gibi binlerce saçma sapan sorulara cevap yetiştirecek kadar kör cahil din adamlarının varlığını devam ettirmesinin sebebi , bu gibi soruların din ile alakası olduğunu , veya din denilince incir çekirdeğini doldurmayan meseleler aklına gelen cahil Müslümanlardır. 

Kafalarında binlerce saçma sapan soruların din ile alakasını olduğunu zannederek , din adamlarının kapılarını aşındıran bu Müslümanların yeniden yapılanarak, din'i Kur'andan okumaya başlamaları , bu gibi soruların adedinin büyük ölçüde azalarak , bu kimselerin ekmek kapılarının kapanmasına sebep olacaktır.

Özellikle tasavvuf kesiminde yaygın olan kurtarıcılık müessesesi , bu sınıfa daha fazla bel bağlanılmasını beraberinde getirmektedir. Kendilerine Şeyh , Mürşit , Gavs , Evliya v.s gibi adlar yakıştırılmış olan insanları maddi ve manevi olarak ayakta tutan en büyük unsur, müritlerini ahirette kurtaracaklarına dair olan inançtır.

Kur'an , din adamları tarafından din adına uydurulmuş olan her türlü yalan ve iftiranın açığa çıkarıcısı , ve doğru olanı göstericisi olarak ismi gündeme geldiğinde , bu kitaba düşman olanlardan çok , dost olduğunu iddia eden din adamları sınıfına mensup büyük bir kesimin gürültü kopardığı bir kitaptır. Bunun sebebi ise , halkın sorularına bu kitap doğrultusunda cevap arama isteğinde bulunmaya başladıkları takdirde , maddi ve manevi sömürü kapılarının kapanması korkusudur.

Kur'an'ın anlaşılmaz bir kitap olduğu , din'in öğrenilme kaynağının Kur'an değil , hurafe , menkıbe ve rivayetler ile dolu olan kitaplar olduğu , din denildiğinde uçan kaçan şeyhlerin masallarının akla gelmediği, vaaz kürsülerinde anlatılan yalanlara kimsenin inanmamaya başladığında , bu kimselerin saltanatları artık yıkılmaya başlanacaktır. 

Din dediğimiz şey , kuru bilgiler ve mistik inançlar manzumesi değildir. Var oluş amacına uygun olarak Allah c.c yi ilah ve rab olarak tanımak , ve bu doğrultuda bir hayat sürmek din'in ta kendisidir. Bu hayatı sürmek için , bu sınıfın öğretilerine kimse muhtaç değildir. Bu sınıf mükellef olmanın getirdiği sorumlulukları kendi hayatlarında uygulayarak , ancak insanlara örnek güzel olabilir.

Yüzlerce yıldır İslam dünyası içinde din olarak anlatılanlara, ve bunların halk arasında nasıl rağbet gördüğüne baktığımızda , din adamlarının saltanatı şu anda sallanmak şöyle dursun , daha sağlamlaşma yolunda ilerlemektedir. 

Bugün Müslümanların en büyük sorunu , din olarak bildikleri şeylerin büyük çoğunluğunun din ile alakası olmayan konular olmasıdır. Gereksiz ayrıntılara boğulması nedeni ile gerçek din'in üzeri kalın bir örtü ile kaplı bulunmaktadır. Bu örtü kaldırıldığında , gerçek din'in insanların mutluluk ve huzur kaynağı olduğunu görenler , fevc fevc bu din'e atım atarak , sadece Allah'a kul olmak için gerekenleri yerine getirmeye çalışacak ve önlerindeki engelleri yıkacaklardır.

Sonuç olarak : Din adamlığı sınıfı , binlerce yıldır insanları maddi ve manevi olarak sömürmek için oluşturulmuş , insanlığın kadim bir sorunudur. Bu kadim soruna Kur'an parmak basarak , bu sınıfın yanlışlarını ortaya koymuş , ve onlardan sakınılması gereğini hatırlatmasına rağmen , bu sınıf İslam dünyası içinde daha şedid bir biçimde ortaya çıkarak , insanların kanlarını emen vampirlere dönüşmüştür. 

Bu sınıfın tahakkümünden kurtulma yolu , insanların uyanması ile gerçekleşecektir. İnsanlar din adına bildikleri şeylerin ne kadar gereksiz , din adına cevaplarını aradıkları soruların ne kadar boş , din denilen şeyin mistik inançlar manzumesi olmadığını idrak etmeye başladıkları anda bu kurtuluş yolunun kapısı aralanmış olacaktır. 

Kur'an bu kurtuluşun yegane reçetesi olarak din adamları sınıfının baş düşmanıdır. Bu sınıfın baş düşmanı olduğu yegane şey ise yine bu kitaptır. Kur'an'ın gündeme gelmesi konusu açıldığında elektrik çarpmışcasına irkilen bu sınıfa mensup olanlar , kendileri için en büyük tehlikenin bu kitaptan geleceğini çok iyi bilmektedirler. 

İnsanlar Kur'an'ı hayatlarına aldıklarında , artık sorulacak soruların adedi azalacak , ve onların cevap yetiştirmek sureti ile elde ettikleri karizmatik yapı yerle bir olacaktır. Kur'an hayata girdiğinde bu din'in ne kadar kolay olduğu , bazı insanların elinde maddi ve manevi bir kazanç kapısı olmadığı , mistik ve hurafe bilgilerin bu din içinde yeri olmadığını göreceklerdir. 

DİN ADAMLARI SINIFININ OLMADIĞI BİR DÜNYA ANCAK HERKESİN DİNİ KENDİSİNİN ÖĞRENMESİ İLE MÜMKÜN OLACAKTIR.

21 Nisan 2013 Pazar

Beyt ve Beytullah Kelimelerine Sosyolojik Bir Bakış Denemesi

Bu yazımızda, "Beyt" kelimesi üzerinden Kabe'nin sosyolojik anlamda nasıl bir yer işgal ettiği hususundaki düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. 

"Beyt" kelimesi lügatta , "insanın gece sığındığı yer " anlamına gelmektedir. Bu anlam üzerinden , Kabe adı verilen beyt'in insanlar için ne ifade ettiğini Kur'an üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.    

Al-i imran s. 96. ayetinde, " Doğrusu insanlar için vaz'olunan ilk beyt, elbette Bekkedeki o çok mübarek ve bütün âlemîne hidayet olan Beyttir" mealinde buyurulmuş olması , insaoğlunun yaratılışı icabı barınma ve sığınma ihtiyacının bir gerçeği olarak tesis edildiğinin bir gerçeği olup bu beyt herhangi bir beyt olmayıp Allah cc nin emri ile tesis ettirilmiştir. 97. ayetin devamı bu durumun bir anlatımıdır. "Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.". Hacc s.29.30 da "elbeytil atik" (eski ev) deyimi ile ifade edilmesi bu evin ibrahim as dan daha eski bir geçmişi olduğu yolundaki düşünceleri desteklemektedir.İbrahim as ile oğlu ismail as ın beyt ile ilgili yaptıklarının, bakara s. 127. ayetinde " Ve o zaman ki, İbrahim Beyt'in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: «Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!" şeklinde anlatılması beyt'in onlar tarafından ilk defa değil olan bir mekanı yeniden inşa anlamında anlaşılması daha doğru olacağını düşünmekteyiz.    

Kişilerin birlikte yaşama olgusunun bir gereği olan belirli kurallar dahilinde yaşama durumu taa ilk insandan beridir süregelmiştir. Mesela Maide s. 27-31. ayetler'de anlatılan Adem'in iki oğlunun kıssası konulmuş kurala karşı çıkmanın bir örneğidir. Konulmuş kurallar olmadan birlikte yaşamanın imkansız olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu insanları yaratan Allah cc kural koyma hakkını kendisinde görerek yarattığı insana kurallarını elçileri vasıtası ile  bildirmiştir. İnsanlar kural koyma hakkını Allah cc den alarak kendilerinde görmeleri onların "tağutlaşması" anlamına gelir'ki bu şekil bir hakkı kendisinde gören veya kendisinde göreni destekleyenlerin dahi sonlarının neresi olduğu kur'anda açıkça bildirilmiştir.

"Ev" kelimesi bizlerin günlük hayatının ayrılmaz bir parçası olarak hayatımızda yer eden bir kelimedir. "Hükümet konağı", "vali konağı" , "cumhurbaşkanlığı konutu" ," adliye sarayı" gibi deyimler yine aynı şekilde günlük hayatımızda kullanılan deyimler olup bu deyimlerin ifade etmiş olduğu anlamlar malumdur. "Hükümet konağı" tabiri hepimizin bir şekilde işinin düştüğü resmi işlerimizin orada halledildiği bir mekan olması itibarı ile "ev" kelimesi ile irtibatlıdır.

Kişiler, bu deyimler ile ifade edilen evlerin yönetimi altında günlük hayatlarını idame ettirmek zorunda olup bu evlerin ortaya koyduğu kanunlara muhalefet etmek kişinin ceza görmesini gerektirir. Bu evlerin içinde yönetim amiri durumunda olanların tabi oldukları belirli bir kurallar zinciri vardır.Bu evlerin tabi olmak zorunda olduğu Allah cc nin hükümlerinin yerine kulların yapmış oldukları kanunların bu evlerin kuralları olması bu evlerin tağut kavramı ile birlikte anılmasını gerektirir.

Mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği veya gelmesi gerektiği konusu "Beyt" kelimesinin insanın sosyal hayatında ifade ettiği anlam ile eşdeğer olarak hayat bulur. Allah cc yaratmış olduğu insanlara "abd" yani kul vasfını layık görmesi kendisini'de "ilah ve rab" olarak bizlere tanıtması, kul durumunda olan insanın, ilah ve rab durumunda olan varlığa karşı her an "ruku ve secde" halinde olmasını gerektirir . Ruku ve secde halinde olması bilinen şekilsel anlamın dışında daha geniş bir anlama sahip olmasını kastetmekteyiz. Allah cc ye ruku ve secde etmeyi red eden insan ya kendi tağutlaşmış yada kendi cinsinden bir tağutu rab edinmiş olur. 

"Beyt" kelimesinin. "geceleri sığınılan yer" olma anlamından hareketle mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği konusunu kur'anın "gece" kelimesine yüklediği mecazi anlamdan hareket ederek izah edebiliriz. 

-----002.257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
-----005.016Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.

Karanlıkta olan insanı elçileri vasıtası ile gönderdiği vahiy ile aydınlığa çıkaran Allah cc, gönderdiği vahiy ile emin bir duruma geçileceğini mekke'de sembolik olarak elçileri ile yaptırmış olduğu beytinde kullarına göstermek istemektedir. Mekke'nin emin bir belde olarak değer bulması içinde olduğu "Beytullah" yani Kabe'den ötürüdür.   

-----002.126 İbrahim: «Rabbim! Burasını emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır» demişti. Allah da: «İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakırım, ne kötü sonuç» buyurmuştu.
----- 003.097 Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Beyt'i haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.
-----014.035  İbrahim şöyle demişti: «Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.»
-----029.067 Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâla bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

 "Beytullah" ın "Kabe" adı ile anılmasına sebeb yapılmış olan binanın köşeli olması nedeniyledir. Beytullah yani Allah'ın evi bir deyim olup içinde Allah cc nin olduğu ev anlamında olmayıp kendisine iman edenlerin emin olduğunu oraya girenlerin her türlü tehlikeden uzak olduğunu sembolik bir göstergesidir. Beytullah deyiminin kur'anda bu şekilde geçmemesi bazı kişilerin kafasında soru işareti olduğuna şahid olduğumuz için, bakara 125. ve hacc 26. ayetlerinde "beyti" (evimi) denilmesi o evin Allah cc tarafından sahiplenildiğini gösterir , dolayısı ile oraya "BEYTULLAH" demek kadar doğru bir şey olamaz.      

Hacc ibadeti yılda bir kez beytullah'a gelerek orada tavaf etmek ve diğer ritüelleri gerçekleştirmek ile eda edilir, bunu yapmaktaki kasıt kulun bu tavafı ile Allah cc nin emirleri dairesi içinde dönüp durduğunu yani hiç dışarı çıkmadığını sembolik olan evini ziyaret ederek ona yine sembolik olarak göstermesi ile olur.   

Kulun ruku , kıyam ve secde etmesi , Allah cc ye olan itaatinin  yine sembolik ve ritüel olarak göstermesi şeklinde adına günlük dilimizde namaz denilen ibadetin rükünlerindendir. Ruku,  kıyam ve secde kavramları bir itaat göstergesi olarak kişinin itaatının dışa vurumudur. Kişi eğer itaatını Allah cc ye yapıyor ise bunu namaz dediğimiz vakitli ibadeti eda ederek rabbine gösterir. Kişinin günlük hayatında şekilsel olarak yaptığı bu hareketlerin sembolik olarak gösterilmesi hayatın tamamını kapsaması gerekir. Kişi hayatının her safhasında Allah cc ye kul olduğunu günün belli vakitlerinde diğer insanlarla birlikte eda ettiklerinde namazında gösterir. Eğer kişi sadece namaz vakitlerinde bu şekilleri yapıp diğer vakitlerinde tağuta kulluğunu sergileyecek eylemlerde bulunuyorsa bu namaz sadece kuru bir ibadet olarak karşısına çıkacaktır.   

Beytullah etrafında, hacc,tavaf ve namaz gibi ritüeller kulun Allah cc ye olan kulluk bilincinin dışa vurumu olup kuru bir ibadet kasdı ile yapılamaz. Kişi hayatının diğer vakitlerinde Allah cc nin dışındakilere tabi oluyorsa onların etrafında tavaf edip onlara ruku,kıyam ve secde ediyor demektir. Bugün kendisine "müslümanım" diyenlerin bir çoğu bu şuurdan yoksun olarak bu ritüelleri eda etmekte olup bunun yanlışlığını gören diğer bir kısım kendine "kur'an müslüman!!" diyen kişiler bu ibadetlerin "şirk" olduğunu iddia etmeleri onların bu sözleri, bilgisizliklerinin eseri değilse hiyanet ve dalaletlerinin bir eserinden başak bir şey değildir. Onca ilgili ayete rağmen kur'anı okuduğunu iddia edip bu ritüellerin ne anlama gelmesi gerektiğinin bilincinden yoksun olunması bizleri derin düşünceye sevketmekte olup kur'an ile bağ kurmuş olanların başkalarının yanlışını kalkan edinerek yanlış olanın yerine doğruyu ikame ettirme çabası yerine "hepsini kaldır at" mantığı ile hareket etmelerinin kimlerin ekmeğine yağ sürdürüğünü çok iyi düşünmeleri gerekir.    

"Beyt" kelimesi , sığınılan yer anlamının bir karşılığı olarak , kulun kendisini yaratan Allah cc den başkasına sığınmasının şirk olduğu, o beyt etrafında oluşturulan din hükümlerinin kabul edildiğinin göstergesi olarak namazlarında her nerede olursa olsun yüzünü oraya dönmesi mecburiyetindedir. Yine üzülerek müşahede ettiğimiz ve "kur'an müslümanı !!" olma iddiasında olan bazı kişilerin namaz kıldıkları halde namazda beytullah'a yönelmek gibi bir mecburiyet olmadığı düşünceleri "beyt" kelimesinin kur'ani karşılığını anlamadıklarının bir göstergesidir. İman iddiasında bulunan bir kişinin dünyanın neresinde bulunursa bulunsun o beyt'in ifade ettiği anlama uygun olarak kitaba uygun bir yaşam sürmesi onun beyt'i tavaf etmesi anlamında olup bunun aksi bir durum yani tavaf veya yüzünü beyt'e dönmeyi red etmesi Allah cc ye kulluğu red anlamına gelir.    

Bugün uygulamadaki yanlışlıklar Allah cc nin bize emrettiği bu ritüelleri red etmek şeklinde bir tefrite varmamalıdır. Beytullah,hacc, tavaf, salat kavramlarının kur'ani karşılığının önce bizler tarafından içi doldurulup dinin Allah cc ye has  kılınması sonra bu doğru dinin başkalarına tebliğ edilmesi şeklinde olmalıdır. Kabe'ye put namaza şirk diyen bazı sözde çakma kur'an müslümanlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumlar önünde ruku secde ve kıyam etmeleri onların ilahlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumların olduğu dolayısı ile kendi dinlerinin dışındaki dinlerin ibadetlerinin ve mekanlarının şirk veya put olarak yaftalamaları normal bir durumdur. Eğer tevhid isteniyorsa bu tevhid Allah cc nin dini ve o dinin sembolleri etrafında olması ve diğer dinin sembol ve ritüellerinin şirk olduğu ATAMIZ İBRAHİM AS misali haykırılmalıdır ."Kur'an Müslümanıyım " deyip kur'anın şirk dediği şekillere secde etmek bu iddiada bulunanların samimi olmadıklarının göstergesidir.    

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.