30 Temmuz 2015 Perşembe

Nasr Suresi : Allah (c.c) nin Yardımı ve Fethi

Kısa bir sure olduğu için "Namaz suresi" olarak isimlendirilen ve alelacele okunarak ne demek istediğinin anlaşılma gereği bile duyulmadan okunan bu sure, içinde Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasaların işleyişi konusunda önemli mesajlar taşımaktadır.

[110.001] Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde,
[110.002] Ve insanların fevc fevc Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde;
[110.003] Rabbini överek tesbih et, O'ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeleri kabul edendir.

NASR Suresi; Mekke'nin fethinden sonra indirilmiş olan ve 3 ayeti kapsayan bir sure olup 
bu surenin anlaşılması için, Kur'an'ın nazil olmaya başladığı ilk ayetten başlayarak 23 yıllık bir sürece yayılan ve bu sürecin anlatıldığı ayetleri okumak gerekmektedir. Sure; Muhammed(a.s)'ın elçiliği ile başlayan bir mücadelenin sonucunu anlatmakta olup, bu sonuca varmak için gerekli olan mücadele metodu ve bu metodun Muhammed(a.s) ve ashabı tarafından uygulaması bütün Kur'an içine yayılmıştır.

Bu sonuca varmak için uygulanan yol ve yöntem bizler için de bir örneklik taşımakta olup, bizlerin de Allah(c.c)'nin yardımı ve fethine mazhar olmamız için bu yolu izlememiz gerekmektedir. Dün Mekke'de hakim olan şirk ve zulüm sistemi, bugün aynı şekilde yeryüzü üzerinde hakim olup, bu düzenin ortadan kalkması için bizden önceki elçi ve onlarla beraber olanların yollarının izlenme mecburiyeti vardır.

NASR Suresi'nin anlaşılması için; öncelikle nuzül öncesi Mekke toplumunun inanç ve yaşantısının bilinmesi gerekmektedir.

Sadece Allah(c.c)'yi Rab ve İlah olarak tanımak ile yükümlü bir hayat sürmek için yaratılmış olan insanlar (ZARİYAT 51:56), zaman içinde bu yükümlülüğü unutarak, başka ilah ve rablere yönelmiş ve adına "şirk" denilen ameli işlemek durumuna düşmüştür. Allah(c.c); Adem(a.s) ile Muhammed(a.s) arasında, sayısını kendisinin bildiği birçok elçi göndererek bu yükümlülüğü bizlere hatırlatmıştır. Elçiler vasıtası ile yapılan bu hatırlatmalar, şiddetli bir karşı çıkmayı da beraberinde getirmiş ve neticesinde kabul etmeyenlerin helak edilmesi gerçekleşmiştir.

Muhammed(a.s) öncesi elçilerin bu mücadeleleri Kur'an içinde "kıssa" şeklinde anlatılarak, Muhammed(a.s) ve ashabının nasıl bir yol izlemesi gerektiği yaşanmış örneklerle gösterilmiş ve bu örnekler onlara ve bizlere bir yol haritası olarak Kur'an içinde bulunmaktadır.

Muhammed(a.s)'ın elçi olarak gönderilmiş olduğu Mekke toplumu, adına "şirk" dediğimiz Allah(c.c) dışındakilerin belirlemiş olduğu bir hayat sistemi içinde yaşam sürmekteydiler. Allah(c.c)'nin elçisine indirmeye başladığı vahyinin temel çağrısı; sadece kendisinin İlah ve Rab olarak belirlendiği bir hayat sistemi içinde yaşanması gerektiğidir. Ancak bu çağrıya muhatap olan Mekke toplumunun ileri gelenleri, ellerinde bulundurdukları gücün gitmesi korkusu ile önceki müşrik atalarının yollarını izleyerek, Muhammed(a.s)'ın çağrısına var güçleri ile karşı çıkmışlardır.

Mekke'de ilk yıllarda nazil olan surelere baktığımızda; Mekkeli müşriklerin bu karşı çıkmaları net bir biçimde okunmaktadır. Allah(c.c); onların bu çıkışlarına karşı Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlara, kendilerinden önce gelen elçi ve mü'minlerin mücadelelerini anlatarak, nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini göstermiştir. Muhammed(a.s) öncesi elçilerin mücadelelerinde en önemli nokta; kafirler ile hiçbir şekilde uzlaşma ve tebliğden geri çekilme şeklinde bir yönteme başvurulmaması idi. Bu noktada Yunus(a.s)'ın sabırsızlığı ve Nuh(a.s)'ın sabrı örnek gösterilerek, iman edenlere gerekli yol haritası çizilmeye çalışılmıştır.

Bununla birlikte Kur'an'da Allah(c.c)'nin yardımının bir kurala bağlı olduğu ve bu kuralın mü'min-kafir ayrımı yapılmadan "hak ediş" kuralına bağlı olarak işleyeceği beyan edilmiştir. Bu konuda yine yaşanmış örnekler verilerek, kimsenin "armut piş ağzıma düş" tarzında bir hayat sürerek Allah(c.c)'nin yardımını beklememesi istenmektedir.

"Sünnetullah" dediğimiz; Allah(c.c)'nin toplumsal yasalarının işlemesi için Kur'an içinde vaaz etmiş olduğu hükümler, Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlar tarafından 23 yıllık bir mücadele süreci içinde yerine getirilerek Mekke şehri fethedilmiştir.

Mekke'nin fethedilmesi sadece o belde ile sınırlı bir olay değildir. Mekke'yi küfrün ve şirkin hakim olduğu prototip bir belde olarak düşündüğümüzde, bu beldenin fethedilmesi evrensel bir mesaj içermektedir. Küfr ve şirk düzenlerinin yıkılarak yerine tevhidî bir sistemin ikame edilmesi için bu fethe zemin hazırlayan olayları çok iyi tahlil etmek gerekmektedir. Bu tahlil Kur'an ayetlerinde ayan beyan ortada olup, zanna dayalı siyer ve hadis malzemelerini okuyarak olayı eskilerin masalları tadında okumak bizlere bir şey kazandırmayacaktır.

Yaşadığımız beldeleri dünün Mekkesi olarak gördüğümüzde, bu beldelerde tevhidî bir sistemin hakim olması için Mekke'nin fethedilmesine kadar süren süreci iyi anlamak ve hayat içinde pratize etmek gerekmektedir. Bu noktada, hicret sonrası Medine'de nazil olan ayetlerde birebir yaşanmış olaylardan örnekler verilerek, yaşanmışlıklardan ibretler çıkarılması amaçlanmaktadır.

ZARİYAT 56 ayeti ve benzeri ayetler, bizlerin kime kul olacağımızı beyan etmekte olup, bizden önceki elçi ve onlarla birlikte olanların yapmış oldukları, sadece Allah(c.c)'nin Rab ve İlah olarak tanındığı bir hayat sistemi mücadelesi bizlerden de istenmektedir. Bu mücadele elbette bizden öncekilerin başlarına gelenlerin bir benzeri, belki de daha şiddetlisi olacaktır. İşte bu merkezde Kur'an'ın bizden öncekilerin yürütmüş olduğu mücadele metodunu anlattığı ayetler yolumuzu aydınlatacaktır.

Bugün bizler bu mücadeleyi nasıl bir söylem üzerine bina ederek insanların "FEVC FEVC" bu dine rağbet etmesini sağlayabiliriz?

Bu sorunun cevabı yine Kur'an içinde mevcuttur.

Bugün insanlık, her çağda olduğu gibi müstekbirlerin baskı ve zulmü altında inlemektedir. Bu baskı ve zulme karşı çıkan ideolojilere baktığımızda, insanlar tarafından üretilmiş oldukları görülmektedir. Sonları "izm" ile biten düşünce sistemlerine baktığımızda, bu düşüncelerin baskı ve zulme karşı çıkmak gibi bir temele dayalı olduğunu görmekle birlikte, iş başına geçtikleri zaman kendi düşüncelerinin karşısında olanlara aynı baskı ve zulmü uyguladıkları görülmektedir.

Bizler, bugün yeryüzünde hakim olan sistemlerin karşısına Allah(c.c)'nin önermiş olduğu sistemi teklif ederek söylem geliştirmek zorundayız. Bugün kendisini "Müslüman" olarak tanımlayanların, bölük bölük olmuş ve farklı düşünceler içinde olması veya bu gün "İslam Devleti" adı altında yapılan bazı uygulamaların gerçek İslam olduğu zannına kapılanlara karşı bizler, doğru olanın "KUR'AN" içinde mevcut olduğunu anlatarak, yanlış uygulamalar nedeni oluşan korku ve nefreti en aza indirebiliriz.

Dünyadaki bağımsızlık ve özgürlük söylemlerinin en büyük yanlışı; bu söylemlerin beşer kaynaklı oluşudur. Bizler bu söylemlere karşı "Bizi bir beşer mi doğru yola iletecek?" şeklinde itiraz üretip, gerçek doğru yolun bütün beşeriyeti yaratan, yegane "Rab" ve "İlah" olan Allah(c.c)'nin çağlar boyunca bizler için göndermiş olduğu sistem olduğunu ve bu sistemi dünya üzerinde yaşayan bütün insanlara, bizden önceki elçilerin ve onlarla birlikte olanların izledikleri yolu takip ederek anlatmak zorundayız.

Gerçek ve bağımsızlık ve özgürlük, kullara değil onları yaratana teslim olmaktır.

Müslüman kimliğine sahip olduğumuzu iddia eden bizler, bu kimliğin gereği olan sadece Allah(c.c)'ye kul olmak yerine O'nun dışındakilere kul olmayı yeğlediğimiz için, bırakın İslam'ın evrensel çağrısını bütün dünyaya anlatabilmeyi, böyle bir çağrıdan bile habersiz yaşamaktayız. Bu habersizlik başkalarını da haberdar edememeyi beraberinde getirerek, İslam hakkında yanlış bir imaj oluşmasına ve yaratanın değil, yaratılanların ilah ve rab konumunu yükseltilmesine sebebiyet vermiştir.

NASR 1 ayeti, uzun yıllar süren bir sürecin sonucunu anlatmakta olup 2. ve 3. ayetleri bu sürecin kazanılması neticesinde kimsenin gurur ve kibire kapılmadan bu başarıya ulaşılmasına Allah(c.c)'nin yardımının sebep olduğu bilincinden uzaklaşılmamasını öğütlemektedir. Allah(c.c)'nin yardımı ile sahip olunan iktidarın bir zulüm aracı olmaması gerektiği, başa geçince Allah(c.c)'den yüz çevirmek değil, yine O'na kul olmak gereğini idrak etmiş bir düşünce üzerine kurulu bir sistemin devam etmesi gerektiği vurgusu yapılmaktadır.

[028.004-6] Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları varis yapmak, memlekete yerleştirmek; Firavun, Haman ve her ikisinin askerlerine, çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk.

Kur'an; Firavun ve benzerlerinin örneğinde yeryüzünde iktidar sahibi olduktan sonra tuğyan edenlerin akıbetini bildirerek, dünya ve Ahiret ahvallerini bildirmiştir. NASR 2-3 ayetleri bu açıdan okunduğunda, ellerine iktidar geçiren Müslümanların firavunlaşmaMAlarını, bu iktidarı onlara veren Rablerini Davud(a.s), Süleyman(a.s), Yusuf(a.s), Zülkarneyn(a.s) örneklerini iyi okuyarak, onlar gibi her an zikretmelerini öğütlemektedir.

Müslümanlar olarak bugün dünyanın içinde bulunduğu kan, gözyaşı ve zulüm içinde olmasından zarar görenler en çok bizler olmamıza rağmen, bu durumdan mesul olanlar yine en çok bizleriz. Yüklenmiş olduğumuz emanet; bizleri kan, gözyaşı ve zulüm içinde boğulmayı değil, bunları yeryüzünden kaldırmayı emretmektedir.

[002.193] Fitne kalmayıp, din de Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vaz geçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.

[008.039] Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.

Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olan ashabı, yüklendikleri emanetin bilincinde bir hayat sürerek bu uğurda canlarını ve mallarını feda etmekten geri durmamışlar ve Allah(c.c)'nin birçok ayette beyan ettiği yardım vaadine hak kazanmışlardır.

[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.

BAKARA 214 ve benzeri ayetler, yaratılışımızın bir amacı olduğu ve bu amaç doğrultusunda mücedele verilmeden Cennet'in hak edilmeyeceğini, bu hak ediş için zorlu bir süreçten geçenlerin başlarına gelenlerin bizim de başımıza gelmesi gerektiği ve bu uğurda can ve mal ile sabretmek gerektiği, bunun sonucunda Sünnetullah gereği Allah(c.c)'nin yardımının ve fethinin geleceği beyan edilmektedir.

Sonuç olarak; kısa olduğu için namazlarda okunması gereken bir sure olarak zihinlerimizde yer etmiş olan NASR Suresi, Allah(c.c)'nin üzerine yazdığı "Elçilerim ve ben galip geleceğiz" (MÜCADELE 58:21) sözünün gerçekleştiğini beyan eden bir suredir. Bu sözün gerçekleşmesi 23 yıl süren ve bu süreç içinde Muhammed(a.s) ve ona tabi olanların, bu fethe ve yardıma nail olmak için nasıl çalıştıkları ve çabaladıkları Kur'anın bütününe yayılan ayetlerden okunabilir.

Bu sureden bizlere düşen hisse ise; bu yardıma nail olmak için verilen mücadelenin yaratılış amacımız olan sadece Allah(c.c)'ye kulluk görevinin bir gereği olduğu ve bu mücadelenin bizden öncekiler tarafından yapılma metodu ve bu izlenen yolun Sünnetullah gereği olarak başarı ile sonuçlanmış olmasını anlatması ve aynı yolu bizler tarafından izlendiği takdirde Allah(c.c)'nin fethi ve yardımının gerçekleşeceğidir.

"Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların asla değişmeyeceği bizlere Rabbimizin bir vaadidir. Küfür ve zulmün yeryüzünden kaldırılarak, Mekke'lerin yeniden fethedilebilmesi için Muhammed(a.s) ve ashabının izlemiş olduğu yol bizlere örnektir. Bu örnekliği takip ederek yapacağımız çalışmalar, Sünnetullah'ın yeniden işlemesine sebep olarak günümüzdeki Mekke'lerin yeniden fethedilmesine sebeb olacaktır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

28 Temmuz 2015 Salı

Cuma s. 5-8. Ayetleri: Tevrat ve Kur'an Yüklenmenin Sorumluluğu

Allah (c.c) yaratmış olduğu insanlara yine onların içinden seçmiş olduğu insanlar vasıtası ile , Dünya hayatlarındaki yaşamlarında nasıl bir yol  izlemeleri gerektiğini vaaz etmiştir. Bu Elçiler ile birlikte gönderilen Kitaplar içindeki muhteviyat zaman içinde terk edilmiş ve yaratılmış olanların vaaz etmiş olduğu kitaplar hayat nizamı olarak seçilmeye başlanmıştır. 

Muhammed (a.s) ile gönderilmiş olan son Kitap olan Kur'an bizlere, bizden öncekilerin başlarından geçenleri hatırlatarak, onlar gibi olunmasını veya olunmaMAsını öğütlemektedir. Bu bağlamda,  "İsrailoğulları" olarak zikri geçen ve Kur'anda önemli bir yer tutan bu kavim ile ilgili anlatımların sadece onlar ile sınırlı kalan bir okumaya değil , onların üzerinden ibret mesajları olarak okumaya tabi tutularak, bizlerin o mesajlardan ibret alması amaçlanmaktadır. Bu bakış açısı içinde , İsrailoğulları ile ilgili anlatımlardan bize dönük mesajların ne olabileceği konusunda , onlarla ilgili Ayetleri okumaya çalışarak bize düşen hisseyi anlamaya bundan önceki yazılarımızda da çalışmıştık. Bu yazımızda Cuma s. 5-8. Ayetlerini ele alarak bunlardan bize düşen hissenin ne olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

[062.005]  Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür. Allah zalim toplumu doğru yola iletmez.
[062.006]  De ki: «Ey Yahudi olanlar, eğer siz, (bütün) insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten Allah'ın velileri (dost ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz  .»
[062.007]  Oysa onlar, ellerinin öne takdim ettikleri dolayısıyla bunu hiç bir zaman temenni edemezler. Allah, zalimleri bilendir.
[062.008] De ki: «Hiç tartışmasız sizin kendisinden kaçmakta bulunduğunuz ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah) a döndürüleceksiniz; O da size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.»

Ayetleri kısaca özetleyecek olursak ; Kendilerine Tevrat yüklenmiş olan İsrailoğullarının kendilerini seçilmiş bir topluluk görmüş olmaları ve seçilmişliğin kendilerine Allah katında özel bir statü sağladığı zanları red edilmektedir. Bu konu ile ilgili bir kaç Ayeti paylaştığımızda ilgili Ayetler daha iyi anlaşılacaktır. 

 [005.018]  Yahudiler ve hıristiyanlar, «Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. «Öyleyse günahlarınızdan ötürü size niçin azabediyor? Bilakis siz O'nun yarattığı insanlarsınız» de, Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş O'nadır.

[002.080-82]  «Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir», derler; sor, «Allah katından siz söz mü aldınız?», eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır. «Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?»Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler.İman edip salih amellerde bulunanlar, onlar da cennet halkıdırlar, orada temelli kalıcıdırlar.

[002.094-96]  De ki, «Eğer ahiret yurdu Allah katında başkalarına değil de yalnız size mahsus ise ve eğer doğru sözlü iseniz, ölümü dilesenize!»Bunu, önceden işlediklerinden ötürü, asla dilemeyeceklerdir. Allah zalimleri bilir.And olsun ki, onların hayata diğer insanlardan ve hatta Allah'a eş koşanlardan da daha düşkün olduklarını görürsün. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa uzun ömürlü olması onu azabdan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını görür.

Dünya hayatına bu kadar meyyal olan bu insanları , istedikleri 1000 yıllık ömür verilmiş olsa dahi bu ömrün sona ereceği, Cuma s. 8. Ayetinde görüldüğü gibi hesap için Allah (c.c) döndürülecekleri beyan edilmektedir.

[022.047]  Senden, başlarına acele azap getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

Hac s. 47. Ayetine baktığımızda , kendilerine ne kadar uzun ömür verilmiş olursa olsun bu uzun ömrün Allah katında, bize kısa gelen bir gün kadar olduğu hatırlatılarak eninde sonunda Allah (c.c) nin karşısına hesap için çıkılacağı hatırlatılmaktadır. 

Tevrat yükletilip onu taşımamanın ne anlama geldiği , Kur'anın İsrailoğulları ile ilgili Ayetlerinin geneline bakarak anlaşılabilir . Bakara , Nisa , Maide gibi surelere bakıldığında, İsrailoğullarının Elçilerine ve Kitaplarına karşı takındıkları olumsuz tavırlar eleştirilerek bu yanlışlara biz Müslümanların da düşmemesi öğütlenmektedir. 

Kitapta olmadığı halde "Bu Kitaptan dır" demeleri , dillerini kitaba eğip bükmeleri , elleri ile kitap yazmaları v.s gibi olumsuzluklar, İsrailoğullarının Kitaplarına karşı yapmış oldukları haksızlıklar olarak bizlere anlatılmaktadır. Bu olumsuz tavırlar Cuma s. 5. Ayetinde onların "Kitap taşıyan eşekler" olarak misallendirilmesine sebeb olmuştur. 

Onların böyle  bir mesel ile vasıflandırılma nedeni , Kitabı okuyup muhteviyatı ile amel etmemeleridir. Aynı durumu kendi açımızdan değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablo İsrailoğullarından farklı olmayıp, aksine onlardan daha çukur bir durumda olduğumuz malumdur. 

Müslümanlar olarak yaptığımız önemli yanlışlardan birisi , Kur'anda bizi ilgilendiren Ayetlerin sadece Cennet ve oradaki nimetler ile ilgili Ayetler olduğu , diğer Ayetlerin Müşrikleri , Kafirleri , Yahudileri , Hıristiyanları ilgilendiğidir. Ancak "Ey kitap ehli" diye başlayan ve sadece Yahudi ve Hıristiyanları ilgilendiğini düşündüğümüz Ayetlerin başına, bu gün yeni bir Elçi ile Kitap gelecek olsa değişen sadece hitap edilen topluluk olacak ve "Ey Müslümanlar" şeklinde aynı Ayetler yine inecektir. Dün Yahudi ve Hıristiyanların yapmış oldukları hataların aynısı , bu gün maalesef biz Müslümanlar tarafından icra edilmektedir.

Dün İsrailoğullarında olan "Seçilmiş kul" hastalığı , onlarla birlikte biz Müslümanlara da sirayet ederek Allah (c.c) nin has kulları olduğumuz inancı bizlerde de yerleşmiştir. Halbuki Allah (c.c) İsrailoğullarının bu düşüncelerini red ederek Maide s. 18 de " Bilakis siz O'nun yarattığı insanlarsınız" buyurarak böyle bir seçilmişliklerinin olmadığını beyan etmektedir. 

[002.111-112]  Bir de «yahudi ve hıristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek» dediler. Bu onların kendi kuruntularıdır. Sen de onlara de ki; «Eğer doğru iseniz, haydi bakalım getirin delilinizi.»Hayır... Kim muhsin olduğu halde yüzünü Allah için salim kılarsa işte onun için Rabbinin nezdinde mükâfaatı vardır. Ve onların üzerine bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

Cennetin kendilerinden başkasına haram olduğunu iddia eden Yahudi ve Hıristiyanların bu iddialarını Allah (c.c) red ederek , Cennete girmek için kimlik değil amel gerektiğini bir çok Ayette beyan etmesine rağmen , aynı hastalık biz Müslümanlara da sirayet ederek , Cennete sadece Müslüman olanların gideceği düşüncesi yer etmiştir. 

Bu gün bir Kitap gelmiş olsa Bakara s. 111. ve 112. Ayetlerinde "«yahudi ve hıristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek»"cümlesi yerine " müslümanlardan başkası asla cennete giremeyecek" iddiamızı red eden "«Eğer doğru iseniz, haydi bakalım getirin delilinizi.»Hayır... Kim muhsin olduğu halde yüzünü Allah için salim kılarsa işte onun için Rabbinin nezdinde mükâfaatı vardır. Ve onların üzerine bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardır." aynı Ayetler nazil olurdu. 

Kur'anın bir çok yerinde sadece "İman ettim" demenin fayda getirmeyeceği bu imanın göstergesi olan Allah yolunda mal ve can ile cihad etmek gerektiğinin beyan edilmiş olması bizlere laf ile peynir gemisinin yürümeyeceğini açık seçik göstermektedir. "Ehli sünnet akaidi" adı altında yapılan iman tarifinin "Dil ile ikrar kalp ile tasdik" ile sınırlı kalmış olması ve amele yansımaması bu hatanın akideleştiğini göstermektedir. "Ehli sünnet akaidi" adı altında Mü'min olmak için bu kadarlık bir şeyin yeterli olması bizleri büyük bir tembelliğe iterek bu günkü durumumuzu hazırlamıştır.

Müslümanlar olarak ahvalimize baktığımızda , geleneksel inancımızda Kur'an bir çoğumuz tarafından belirleyici olmaktan çıkarılmış rivayetleri onaylayan bir Kitap haline getirilmiştir. Bu yanlışa karşı çıkmak adına ortaya çıkan bir takım düşüncelerde Kur'an indiği zaman ve mekan bilgisi dahilinden koparılarak okunmaya çalışılmış ve bu çalışma sonunda bu gün inen bir Kitap muamelesine tabi tutularak nuzül öncesi bir takım bilgiler yok sayılmış ve kişiye özel çıkarımların yapılabildiği bir Kitap haline getirilmiştir. 

İşin daha vahim yönü , bir hayat rehberi olan Kur'anın bu özelliği artık unutulmuş ve entellektüel bir muhabbet malzemesi haline getirilmiştir. Sadece Allah (c.c) nin Rab ve İlahlığına dayalı bir sistemi öneren Kitap , başka rab ve İlahları onaylayan bir noter haline, "Şirk" e savaş açan bir Kitap , maalesef "Tevhid" e savaş açan bir Kitap haline getirilmiştir. 

Dün Tevrat'ı gereği gibi yüklenmeyerek "Kitap taşıyan eşek" mesabesine düşen İsrailoğullarına karşılık , bu gün Müslümanlar Kur'anı gereği gibi yüklenmeyerek "Kitap taşıyan eşek" mesabesine düşmüştür.

Sonuç olarak ; Konumuz olan Cuma s. 5. ve 8. Ayetleri arasının bize dönük mesajı nedir ? sorusunun cevabını şu şekilde vermek mümkündür. Allah (c.c) Elçileri ve Kitapları , yaratmış olduğu kullarının yaşadıkları hayat içinde sadece onu Rab ve ilah olarak tanıyan bir hayat sürmeleri amacı ile göndermiştir. Bu kitaplar zaman içinde işlevsizleştirilerek sadece adı var kendi yok mesabesine indirgenmiş ve sadece duvar süsü olarak evlerde yerini almıştır. Her gün milyonlarca kişi tarafından okunmasına , milyonlarca hafız olmasına rağmen Kur'an maalesef hayat içinde yerini bulan bir kitap olamamış , dolayısı ile onu yüklenenler bizler "Kitap taşıyan eşek" ler durumuna düşmüsüzdür. Bu durumdan kurtulmak , Kur'anın hayat için pratiği olan bir Kitap olduğunun önce bilincine varılması , sonra da bu bilincin pratize edilmesi için gerekli olan çabanın gösterilmesi ile mümkündür. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

26 Temmuz 2015 Pazar

Duhan s. 1-6. Ayetleri : Ön yargılı Bir Okuma Örneği

Düşünce tarihimize baktığımızda yapılan en önemli hatanın , Kur'anın oluşturulmuş ön yargılar ışığında okunması ve ön yargıları onaylayıcı bir Kitap haline getirilmesidir. Bu durumu bundan önceki bazı yazılarımızda örnekleri ile ele almaya çalışarak Kur'anın böyle bir ameliyeye alet edilmemesi gerektiğini hatırlatmaya çalışmıştık. 

Bu yazımızda Duhan s. 1-6. Ayetleri arasını ele alarak böyle bir ameliyeye kurban edilmiş olan 4. Ayetin üzerinde durmaya gayret ederek, doğru çevirisinin Kur'an bütünlüğünü göz önünde tutarak nasıl olabileceği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

 Hâ mîm.
[044.001]  Ha, Mim.

Vel kitâbil mubîn(mubîni).
[044.002]  Mübin olan Kitaba andolsun;

İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâreketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).
[044.003]  Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik, gerçekten biz uyarıp-korkutanlarız.

Fihâ yufreku kullu emrin hakîm(hakîmin).
[044.004] Ki onda (O gece inen kitap ta) her  iş hikmetli bir biçimde ayrılır,

Emren min indinâ innâ kunnâ mursilîn(mursilîne).
[044.005]  Katımızdan bir emir ile; doğrusu biz, (insanlara elçi) gönderenleriz,

Rahmeten min rabbik(rabbike), innehu huves semîul alîm(alîmu).
[044.006]  Bu Rabbinden bir rahmettir. Allah, işitendir, bilendir.

Ayetler Kur'anın indirilme zamanı ve sebebi ile ilgili bilgiler içermekte olup , iniş zamanı olarak "Mübarek bir gece" den bahsedilmektedir. Herkesin malumudur ki Kur'an 23 senelik bir zaman süreci içinde peyderpey indirilerek tamamlanmış bir Kitaptır.

Bakara s. 185. Ayetinde "Ramazan ayı" , Kadir suresinde "Kadir gecesi" , Duhan suresinde ise "Mübarek bir gece" olarak bahsedilen durum hakkında tefsirlerde , "Kur'anın Levhi Mahfuz'dan bir kerede Dünya semasına indirildiğinin beyan edilmesi" , şeklinde yorumlara rastlamaktayız.

İlgili Ayetlerin , Kur'anın inmeye başlaması ile ilgili bilgi içermiş olması şeklinde yapılan yorumların daha isabetli olduğunu düşünerek , 4. Ayet ile düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. 

Geleneksel düşüncemizde önemli bir yer tutan "Kandil geceleri" şeklinde ihdas edilmiş olan, yılın belli zamanları içinde ruhban bir yaşantı şekli, Hıristiyan düşüncesinden devşirilmiş olup bu konu Hadid s. 27. Ayetinde  şu şekilde beyan edilmektedir. 

[057.027] Onların izleri üzerinden peygamberlerimizi ard arda gönderdik; Meryem oğlu İsa'yı da ardlarından gönderdik ve ona İncil'i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet duyguları koyduk; üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler; içlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik; ama çoğu yoldan çıkmışlardır.

Allah (c.c) nin farz olarak yüklemediği bir yaşam biçimini kendilerine yükleyip , sonra ona gereği gibi riayet etmeme durumu aynı şekilde biz Müslümanlara da yansımıştır şöyle ki ; Bu gibi geceler haricinde sanki kulluk ile görevli değilmişiz gibi bir hayat sürenler tarafından diğer günlerdeki hataların , Kandil geceleri içinde yapılan bir takım ibadetler ile silineceği inancı "Hadis" adı altında gelen rivayetlerle öyle bir empoze edilmiştir ki, bir kısım Müslüman bu geceleri bir piyango olarak görüp kısa yoldan işi kurtarma hevesi içine girmiştir. Bu konuyu daha önce "http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/07/sekuler-bir-hayatn-kurtulus-piyangosu.html" başlık bir yazıda ele almaya çalışmıştık. 

Duhan s. 4. Ayetinin çeviri ve tefsirlerde, ağırlıklı olarak "Kandil geceleri" şeklinde oluşturulmuş kültürün etkisi altında kalınarak çevrildiğini ve yorumlandığını görmekteyiz. Tefsirlerde bu gecenin Kadir veya Berat gecesi mi olduğu şeklinde tartışmaların yapıldığı ilgili Ayetin tefsirlerine göz atıldığında görülecektir.

 "http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/07/kadir-s-uzerinde-bir-tefekkur-calsmas.html" yazımızda Kur'anın "Kadir" ve Mübarek" gece de indirilmiş olmasından bahsedilme sebebi o gecenin önceden olan bir kutsallığı değil , Kur'anın inmeye başlamış olması ile Kur'anın değerinin, o geceyi bereketlendirmiş olması üzerinden anlatılmasıdır. Kur'an öyle bir mübarek ve değerli bir Kitaptır ki inmeye başlamış olması o geceyi diğer gecelere nazaran ayrı bir değer kazandırmaktadır. 

Bu vurgu maalesef bir kenara atılarak , o gecede inen Kitap, unutulmuş ve sadece o gecede yapılan bir takım ibadetlere aşırı bir sevap verilmiş olduğu rivayetlere yüklenerek, ruhban bir yaşantının önü açılmıştır.  

4. Ayet ile ilgili olarak yapılan çevirilere baktığımızde "Ki onda (O gecede) her hikmetli iş ayrılır," şeklinde anlamlar birbirinin kopyası olarak karşımızda durmaktadır. Bu çevirilerin yanlış olan tarafı Kur'ana değil , geceye bir anlam yüklenmiş olmasıdır. Halbuki İNMEYE BAŞLAYAN Kur'an ile her iş hikmetle ayrılmaya başlamış olmasının beyan edilmekte olduğunu Muhammed Esed'in yapmış olduğu çeviride görmekteyiz.


 Muhammed Esed :
O (gece)de, bütün (iyi ve kötü) şeyler arasındaki farklılık, hikmetle ortaya konmuştur,

 Muhammed Esed böyle bir çeviri yapmakla Kur'anı öne çıkaran bir anlam ortaya koymuş ve birbirinin kopyası meallerden farklı bir çeviriye imzasını atmıştır.

Kur'an çevirilerinde parantez açılararak Ayetin anlaşılması konusunda bir takım çekincelemiz olmasına rağmen, bazı yerlerde parantez açılarak Ayetin anlamı daha doğru bir şekilde okuyucuya yansıtılabilir. Bu yansıtılma elbette Kur'an bütünlüğüne sadık kalınmak ve ön yargı neticesi açılmış bir parantez olmaMAsı gerekmektedir. 

4. Ayette "Emrin Hakim" terkibinin nasıl anlaşılması gerektiği  konusunda bu kelimelerin geçtiği Ayetler bize bilgi verecektir.

[017.085]  Bir de sana ruhtan soruyorlar. De ki: «Ruh Rabbimin EMRİNDENDİR. Size ise pek az bilgi verilmiştir.»

 [016.002]  Kendi EMRİNDEN ruh (vahiy) ile melekleri, kullarından dilediği peygamberlere indirip şu gerçeği insanlara bildirin, buyuruyor: Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Ancak benden korkun.

[003.058]  Bunu sana âyetlerden ve zikr-i HAKİMden tilâvet ediyoruz.
[010.001]  Elif, Lâm, Râ. İşte onlar, HAKİM olan kitabın âyetleridir.
[031.001-2] Elif Lam Mim , İşte bunlar, HAKİM olan kitabın âyetleridir.
[036.001-2] Ya Sin , Kur'an-ı HAKİM'e andolsun ki;
[043.004]  Ve gerçekten o Bizim nezdimizdeki Ana Kitapta. Çok yüksek, çok HAKİMdir.

Verdiğimiz Ayet meallaerinde "Emrin Hakim" terkibinin Kur'anla ilgili olduğu açık bir biçimde görülmektedir. Bakara s. 185. Ayeti ve diğer Ayetlerde Kur'anın "FURKAN" yani ayırıcı özelliği de buna ilave edildiğinde geceye mübareklik veren şeyin KUR'AN olduğu net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. 

 [002.185] Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.

[025.001] Furkan'ı alemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir!

Sonuç olarak ; Duhan s. 1-6. Ayetleri arasını okuduğumuzda şöyle bir mesaj çıkmaktadır . İşiten ve bilen Allah (c.c) kullarına rahmetinin olan Elçi gönderme sünneti Muhammed (a.s) ile gerçekleşmiş , ona verilen Kur'an mübarek bir gecede indirilmiştir. Bu Kur'an Allah (c.c) emrinden olan vahiy olup o vahiyle hak ile batıl birbirinden ayrılmaktadır. 

Hal böyle iken , oluşturulmuş ön yargılar neticesinde okunan bu Ayetler ile ilgili yapılan tartışmalar, Kur'ana değil indiği geceye odaklanılarak, o gecenin adının ne olduğu konusunda tartışmalar yapılmış ve bu gece içinde yapılan ibadetlerin diğer günlere nazaran daha faziletli olduğu şekildeki rivayetlerle ruhban bir hayatın Müslümanlardaki yansıması "Kandil geceleri" şeklinde yansıtılmaya çalışılmıştır. Bu gecelerde yapılan ibadetlere herhangi bir sözümüz olmamakla birlikte , kulluğun sadece böyle gecelerde hatırlanmasının doğru olmadığını hatırlatmak isteriz. 

Ayrıca Duhan s. 4. Ayetinin Muhammed Esed tarafından yapılmış olan çevirisinin internet ortamında mevcut olan mealler ile karşılaştırdığımızda bu Ayet ile ilgili olarak yapılmış mealler içinde en doğru bir çeviri olduğunu söyleyebiliriz.

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

23 Temmuz 2015 Perşembe

Kadir s. Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

 Kur'an okumalarında yapılan en büyük yanlışlık , mesajın içeriğine dair yapılması gereken bir okuma yerine , oluşturulmuş olan ön yargılar öne çıkarılarak yapılan okumadır. Bu doğrultuda okunmaya çalışılan bir çok Ayet , rivayetlerin belirleyici olmasına yönelik bir okuma sonucu Kur'andan onay almayan rivayetleri onaylayıcı bir anlayışa kurban edilmiştir.

Yazımızın konusu olan Kadir suresi ayetleri de  aynı ön yargı sonucu okunarak , dışarıdan devşirilmiş "Kandil geceleri" uydurmasına kurban edilmeye çalışılarak bütün yıl yapılan günahların bir gün içinde af edilmesini sağlayan bir gece haline getirilmiştir. Allah (c.c) nin kullarına olan rahmetinin ve bağışlayıcığının sonsuz olduğu hepimizin malumu olmakla birlikte , yılın 354 günü hatırlanmayan Allah (c.c) nin  yılın 1 günü içinde hatırlanmış olması kullara yakışmayan bir kulluk bilinçsizliğidir.  

Kadir s. anlatım üslubu itibarı ile farklılık taşıyan bir suredir şöyle ki ; Kur'anın inmeye başlamasını anlatan bir sure olan Kadir suresi , Kur'anın kıymet derecesini anlatmak için Kur'ana değil inmeye başladığı geceye vurgu yapmaktadır. Bu vurgu maalesef yanlış anlaşılarak o gecede yapılan ibadetlerin , 1000 ayın 83 yıla tekabül etmesi gibi bir düşünce içinde okunarak ömründe bir defa bu geceyi idrak edenin paçayı kurtardığı gibi bir düşünce oluşturulmaya çalışılmıştır. Kandil geceleri ile ilgili olarak düşüncelerimizi , " http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/07/sekuler-bir-hayatn-kurtulus-piyangosu.html " başlıklı bir yazıda ele almaya çalıştığımız için , konuyu ilgili sure üzerinde yoğunlaştırmak istiyoruz.

"Parmak ayı işaret ederken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan okumaya güzel bir örnek! olarak gösterebileceğimiz Kadir suresi , Kur'anın değerini anlatmak için kullanmış olduğu üslup dikkate alınmadan , her yıl tekrarlanan kutsal bir gece olduğu öne çıkarılarak , kandil gecelerinin arasına dahil edilmiştir. Bu dahil edilme ,verilmek istenen mesajı anlamamayı beraberinde getirmiş ve buraya almaya bile değmeyecek uydurma rivayetler ile esas verilmek istenen mesaj gölgelenmiş ve Kur'anın öne çıkarılma vurgusu geri planda bırakılmıştır. Biz rivayetlerin eleştirisinden ziyade, ilgili Ayetler üzerinde düşüncemizi paylaşmaya gayret ederek mesajı okumaya çalışacağız.

Surenin Ayetlerinin meali şöyledir ; 

[097.001]  Muhakkak ki Biz onu Kâdir gecesinde indirdik
[097.002] Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir? 
[097.003]  Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. 
[097.004]  Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.
[097.005]  Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.

 Bu bağlamda Duhan s ilk Ayetleri ve Bakara s. 185. Ayeti'ninde ele alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

 Duhan suresi konu ile alakalı Ayetlerinin meali şöyledir ; 

[044.001]  Ha, Mim.
[044.002]  Apaçık olan Kitaba andolsun;
[044.003] Gerçekten Biz; onu, mübarek bir gecede indirdik. Doğrusu Biz, uyarıcı idik. 
[044.004]  O (gece)de, bütün (iyi ve kötü) şeyler arasındaki farklılık, hikmetle ortaya konmuştur,
[044.005]  Tarafımızdan emir, çünkü biz Resul gönderiyorduk
[044.006]  Rabbinden bir rahmet olarak. Şüphesiz O, işitendir, bilendir.

 Bakara s. 185. Ayetinin meali ise şöyledir ;

 [002.185] Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.

Ayetleri toparlayacak olursak , Kur'anın Ramazan ayında , mübarek bir gecede ve kadir gecesinde indirilmiş olduğu beyan edilmektedir. Kadir suresinde indirilen şeyin ne olduğunun belirtilmemiş olması bizleri , o surede  indirildiğinden bahsedilen şeyin Kur'an harici bir şey olduğu düşüncesine kaptırmamalıdır. Kur'an pek çok Ayetinde Muhammed (a.s) a indirilen şeyin Kitab yani Kur'an olduğunu bildirmektedir. Zamirin merciinden bahsedilmemiş olması bizleri bu konuda başka düşüncelere sevk etmemelidir.

Kadir suresinde ,"Biz onu kadir gecesinde indirdik" şeklindeki beyandan kast edilenin , Kur'anın Levhi mahfuz'dan Dünya semasına bir kerede indirildiğinin beyan edilmiş olduğu, şeklinde görüşler herkesin malumudur. Bu düşüncenin "Cebriye" ekolünün söylemini çağrıştırması bakımından kabule değer bir görüş olmadığını düşündüğümüzü ifade etmek isteriz. "Enzelna" (İndirdik) kelimesinin geçtiği diğer Ayetlere baktığımızda, Kur'anın indirilmeye devam ettiği zaman süreci içinde bu kelimenin kullanılmakta olduğunu görmekteyiz. "Enzelna" (İndirdik) kelimesi şayet sadece Kadir s. içinde kullanılmış olsaydı, bu düşünce üzerinde bir değerlendirme de bulunabilirdik , lakin bir çok Ayette bu ifadenin kullanılmış olması inmeye devam eden bir süreç içindeki zaman ile ilgili olması daha muhtemeldir.

 "Kadir gecesinin bin aydan hayırlı olması" nın ne anlam ifade ettiğine gelince ; "Bin Ay" deyimi burada net bir sayı ifade etmekten ziyade , çokluk ifade etmek için kullanılmış olduğunu söylemek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Kur'anın inmeye başlamasının ifade edildiği Kadir gecesinin diğer gecelere göre kat kat hayırlı olduğu ifade edilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta değer verilen şeyin ne olduğudur. Değer verilen şey Kur'an olup, onun ne kadar değerli olduğu böyle bir kıyaslama ifadesi ile beyan edilmektedir.

 "Melek ve ruhun inmesi" nin nasıllığı konusunda , Nahl s. 2. Ayeti bizlere gerekli bilgiyi vermektedir. 

[016.002]  O, kullarından dilediğine kendi emrinden melekleri ruh ile indirir ki; Ben'den başka tanrı yoktur, Ben'den sakının, diye uyarsınlar.

Nahl s. 2. Ayetinde kullanılan "Ruh" kelimesinin , Elçi Melek ile inen vahiy olduğu açık ve net bir şekilde görülmektedir.  Melek, ruh ile yani vahiy ile inerek Elçi olan Muhammed (a.s) a onu iletmektedir.  

Duhan s. nin 1-6. Ayetleri, Kadir suresi ile birlikte ele alındığında mesele daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Bu surede de Kur'anın "Mübarek bir gece" de indirildiği beyan edilmektedir. Gecenin mübarek olma sebebi, Kadir suresinde olduğu gibi Kur'anın inmesi nedeni iledir. 

Bu Ayetin çevirilerine baktığımız zaman ağırlıklı olarak "Her hikmetli işin o gecede ayrılmış olması" şeklinde bir çevirinin yapıldığını görmekteyiz. Bu şekilde yapılan çeviriler kandil geceleri hastalığının bir yansıması olduğunu belirtmek isteriz. Bu çeviri üzerinde gidilerek ayrılma işinin nasıllığı ile ilgili olarak tefsirlerde bu gecenin Kadir  mi yoksa Berat gecesi mi olduğu yönünde tartışmaların yapılmış olması "Aya değil parmağa bakmak" misali bir okumanın yansımaları olduğunu söyleyebiliriz.


 4. Ayet içinde geçen "Yufrequ" (Ayrılır) kelimesinin türemiş olduğu "Furkan" sözcüğüne baktığımızda, bu ayrılmanın ne anlama geldiği görülecektir. Kur'anın isimlerinden birisinin "Furkan" yani hak ile batılı ayırıcı bir özelliğe sahip olmasıdır. Bakara s. 185. Ayetinde onun bu özelliğinden bahsedilmektedir. Esed böyle bir çeviri yapmakla ön kabulden arınmış bir çevirinin örneği vermiş olduğunu söyleyebiliriz.

[025.001] Furkan'ı alemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir!

Ayrılma , o gecede inmeye başlayan Kur'an ile gerçekleşmektedir. Kur'anın hak ile batılı birbirinden ayırma özelliği göz önünde bulundurularak okunan bu Ayet, sonradan uydurulmuş kandil gecelerinin hangisi olduğu şeklinde yapılan tartışmalara kapısını sonuna kadar kapatır.Kur'anın kendisini "Hakim" olarak tanıtmasının sebebi, bu kelimenin anlamı ele alındığında ortaya çıkacaktır. 

[003.058]  Bunu sana âyetlerden ve zikr-i hakîmden tilâvet ediyoruz.
[010.001]  Elif, Lâm, Râ. İşte onlar, hakîm olan kitabın âyetleridir.
[031.001-2] Elif Lam Mim , İşte bunlar, hakîm olan kitabın âyetleridir.
[036.001-2] Ya Sin , Kur'an-ı Hakim'e andolsun ki;
[043.004]  Ve gerçekten o Bizim nezdimizdeki Ana Kitapta. Çok yüksek, çok hakimdir.

"Hakeme" kelimesi sözlükte ; "Islah etmek , düzeltmek maksadı ile yapılan engelleme ve men etme" anlamındadır.

Kur'anın , "Hakim" olarak adlandırılma sebebi ise " İnsanları düzeltmek ve ıslah etmek amacı onları bazı şeylerden men etmesi yani onlara kötü olanı yasaklaması" dır. 

Duhan suresi Ayetlerinin mesajı  , o gecede inmeye başlayan "Hakim Kur'an" ile iyi ve kötü olanların arası ayrılmış olduğunun beyan edilmesidir. Kur'an içindeki Ayetler insanlara iyi ile kötüyü ayırmaları için lazım olan ölçüyü vaaz etmekte ve bu Kitap içindeki bilgiler ile olaylara , kişilere , düşüncelere v.s her şeye bakışımızı düzenlenmektedir.

Sonuç olarak; Bir anlatım üslubu olarak , bir şeyin değerini anlatmak için onunla ilgili başka bir şeye değer yüklemek şeklinde yapılan bir anlatım örneği olarak, Kadir suresinde Kur'anın indirildiği bir gecenin diğer gecelere nazaran ne kadar değerli olduğunun anlatılmış olması yerleşik ön yargılara kurban edilerek "Aya değil parmağa bakmak" misali her yıl kutlanması gereken bir gece haline dönüştürülmüştür. 

Vurgu Kur'anın değerine işaret etmesine rağmen inen gece kutsallaştırılmış ve hepimizin bildiği Kadir gecesi arama çalışmaları ortaya çıkmıştır. Sadece belirli gün ve zamanlarda Allah (c.c) ye kulluk gösterilerinde bulunmak Müslümanlara maalesef Hristiyan kültüründen geçmiş bir adettir. Allah (c.c) biz kullarına yaşadığımız hayatın bütün anında onun önermiş olduğu yolda yürümek gibi bir vazife yüklemiş bulunmaktadır. 

Belirli gün ve gecelerde yapılan br takım ibadetlerin kaza namazı , tesbih namazı , salavat çekmeler v.s gibi şeylerin İslam açısından ne kadar doğru olduğu ayrı bir konu olup bunların bir gün içinde yapılarak bütün yılda yapılan günahları arındırma düşüncesinin yanlışlığını Ahirette öğrendiğimiz zaman maalesef çok geç olacaktır. Duhan suresinin ilk 6 Ayetin Kadir suresi ile bağı kurularak okunduğunda Ayetlerin mesajı daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Seküler Bir Hayatın Kurtuluş Piyangosu: Kandil Geceleri

Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarına , Elçileri aracılığı ile göndermiş olduğu Kitaplar içinde , Dünya hayatının geçici bir yer olduğunu kalıcı olanın Ahiret hayatı olduğu ve Dünya hayatında yapılan amellerin, Ahiret hayatı için bir hazırlık olduğu şeklindeki bilgiler önemli bir yer tutmaktadır. 

[003.014]  İnsanlara, kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, cins atlar, davarlar, ekinler gibi zevklerin sevgisi, çekici hale getirildi. Fakat bunlar, dünya hayatının geçici nimetleridir. Oysa Allah, akibet güzelliği, O'nun yanındadır.

Dünya metaına karşı düşkün olarak yaratılmış olan bizlerden büyük çoğunluk sadece Dünya merkezli bir hayat sürerek , Ahireti unutan bir hayat tarzı sürmekte ve ebedi hayatımızı maalesef tehlikeye atmaktayız. Dünya merkezli hayat tarzı, "Dindar" diyebileceğimiz bir kısım insanları da öyle bir hale getirmiştir ki, Ahiret ile ilgili yaşantısını   Dünya hayatı içindeki yaşantısından ödün vermeden birlikte yürütmek istemektedirler.

Bu düşünce onları, dini yaşantıyı ve amelleri sadece belirli gün ve zamanlara ve belirli ritüellere hapsederek o günlerde yapılan amellerin ve ritüellerin bütün yıl yetecek şekilde idare etmesini sağlayacak özel günler ihdas edilmesi ihtiyacı doğurmuştur. Dünya hayatındaki yaşantısı ile Allah (c.c) nin emrettiği yaşantı tarzının birbirine uymaması şeklinde gerçekleşen durumun belirli gün ve gecelerde yapılan ibadetler ile affedilme düşüncesi, seküler yani Dünya merkezli bir hayat tarzı süren, fakat dini yaşantıyı da az olsa da elinde tutmak isteyenlerin , can simidi gibi sarıldıkları bir şey haline gelmiştir. 

Hıristiyan düşüncesinde öne çıkan bu düşünceyi ,Müslümanlar da sahiplenerek adına "Kandil geceleri" denilen özel günler ihdas etmişler , bir gün içinde bütün yıl içinde yapılan hataları temizleme şansının elde edildiği bir kurtuluş piyangosu olarak görerek diğer günler seküler bir yaşantı sürmeye devam etmenin yolunu açtıkları zannına kapılmışlardır. 

Allah (c.c) nin bağışlayıcılığı konusunda bizim  herhangi bir söz söylememizin haddi aşmak olduğunun bilinci içerisinde olduğumuzu baştan hatırlatarak ,"Kandil geceleri" şeklinde ihdas edilen günlerin ,bazı kişilerin kandil günleri haricinde sürmüş olduğu seküler yaşantının , meşru olduğu inancını empoze etmesi bakımından tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini düşünmekteyiz. 

"Kandil geceleri" ile ilgili olarak söylenilen sözleri dikkate aldığımızda ve o geceler içinde yapılan ibadetlerin diğer günlerde yapılan ibadetlere nazaran daha efdal olduğu gibi hiç bir sağlam kaynağa dayanmayan bilgilerin, piyangosever Müslümanların nazarında kurtuluş reçetesi olarak görülmesi büyük bir yanılgıdır. 

Hıristiyan kültürünün bir eseri olan bu tür gecelerin ihdas edilmesinin meydana getirdiği olumsuz durum şu dur ; Dini yaşantı dediğimiz şey ,  sadece belirli ibadetlerin ve ritüellerin yapıldığı bir şey olup, yaşanan hayat içinde onun bizlere önerdiği herhangi bir yaşantı biçimine uymak çağın gerektirdiği ortamın dışında kalarak gerilemeye sebeb olduğu için , 7 gün 24 saat böyle bir yaşantını gereği yoktur , bu günler içinde kazandığımız günahların seneden bir kaç gün olan kandillerde bağışlanmış olması, bütün hayatımızda Dini bir yaşantı sürme mecburiyetini ortadan kaldırmakta ve bize büyük bir kolaylık sağlamaktadır.

 Böyle bir düşünce içinde olmak öncelikle "Din" kavramının yanlış algılanmasından kaynaklanan bir düşüncenin yansımasıdır . "Din" nedir? diye soracak olursak kısaca , "Kişilerin hayatlarını düzenleyen değerler sistemi" şeklinde cevap verebiliriz.

"Din" kavramı kişinin hayatının her safhasında olan ve olması gereken bir olgu olup , sadece günün belli zamanlarına hapsedilmiş ritüelleri kapsayan bir yaşam biçimi asla değildir. Kişiler yaşadıkları hayat içinde benimsedikleri hayat biçimini, Allah (c.c) nin dışındakilerin belirleyiciliğine bırakıp , Allah (c.c) nin belirleyicilğini sadece namaz , abdest , oruç gibi belirli zamanlardaki ibadetlere hasr ederse bu yaşantının İslam literatüründeki adı "Şirk" yaşantısıdır. 

Bozulmuş Hıristiyanlık inancının, kişilerin günlük yaşantısı içinde herhangi bir önermede bulunmamış olması , onları mistik bir inanç sahibi getirmiştir. Allah (c.c) devirler boyunca gönderdiği Elçileri vasıtası ile kişilerin bütün hayatlarını kapsayan bir sistem önermiş ve bunlara uyulmasını zorunlu kılmıştır. İnsanların Dünyaya olan meyilleri ve Allahın önerdiği kuralların sadece Dünya değil , Dünya ve Ahiret merkezli olması neticesinde , Dünya hayatı içinde bazı kısıtlamaların olması bir kısım insanı maalesef rahatsız etmektedir. 

Kişilerin yaşadıkları hayat sistemi ile Allah (c.c) nin önerdiği hayat sistemi çakıştığı zaman çoğunluk Allahın önderdiği sistemin dışında bir yola gitmenin çareleri aranmaya başlanmış ve adına "Laiklik" veya "Sekülerlik" dediğimiz bir hayat biçimi ihdas edilmeye çalışılmıştır. Bu tür yaşam biçimi içinde "Din" denilen Allah (c.c) tarafından gelen bilgilerin yeri olmayıp , Allah tarafından yaratılmış olanların önermeleri geçerli olmaktadır. 

"Laik" ve "Seküler" bir yaşantının gereği olan dini gün ve geceler, kişileri bir nebze olsun  dini bir hayat içine sokarak onların vicdanlarını rahatlatmalarına! sebeb olmaktadır. Kandil gününü oruçlu , gecesini bilmem kaç rekat kaza namazı kılarak geçiren bir Müslüman kendisini yeniden resetleyerek gelecek kandile kadar idare edecek bir bonus kazanmış olmasının gurur ve sevinci içinde seküler yaşantısına geri dönmektedir. 

Allah (c.c) nin gönderdiği Elçi ve Kitaplara inanan bir hayat tarzı sürenler , bu tür piyango gecelerini kutlamak gibi bir ihtiyaç hissetmezler neden mi ? ; Çünkü bu inanç içinde olan Müslümanlar , yaşadıkları bütün hayatlarını sadece Allah (c.c) nin belirleyici olduğu bir inanca göre düzenleyerek sadece Dünya merkezli , Dünya ve Ahiret merkezli bir hayat sürerler , dolayısı ile her günü Kandil bilinci içinde geçirerek piyangocu bir mantık içinde hareket etmezler. 

"Kandil geceleri" adı altında ihdas edilen gecelerin yanlış olduğu inancına sahip olan Müslümanlarda maaleseftir ki ,"Kadir Gecesi" adı altında bilinen gecenin kandil gibi kutlanılmaya çalışılmış olması , bu konuda Kur'ani bir bilincin net olarak oluşmadığını göstermektedir. Bu konuyu müstakil bir başlık altında ele almaya çalışacağımız için şimdilik burada kısa bir hatırlatmayı yeterli görüyoruz.  

Sonuç olarak; İslami açıdan hiç bir şekilde meşru bir zemine dayanmayan "Kandil geceleri" adı altında ihdas edilmiş olan günlerin , Hıristiyan düşüncesinden devşirilmiş olduğu bilinmelidir. Bozulmuş Hıristiyanlığın yaşantıya dair bir önermesi olmaması onları mistik bir yaşantı içine iterek Dünya hayatında farklı bir inanç içine girmelerine sebeb olmuştur. Kur'anın Dünya ve Ahirete dair olan söylemi bırakılıp , Dünya ya dair başka söylemlerin peşine takılan Müslümanlar , bu yanlışlarını belirli gün ve zamanlara hapsettikleri dini yaşantı !! ile telafi edecekleri zannına kapılan büyük çoğunluk Müslüman yanılgı içinde oldukları şayet Ahiret hayatına geçtiklerinde anlarler ise vakit çok geç olacaktır.  

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Fil Suresi Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Fîl Suresi, Kur'an'ın Mekke'de nazil olan surelerinden olup, kıssa yollu anlatım üslubu içinde sadece sonucu anlatması bakımından ilginç bir suredir. Kur'an kıssalarında yapılan anlatımlara bakıldığında; helak edilen kavmi helaka götüren sebepler anlatılmakta ve neticede bu kavmin helak edildiği haber verilmektedir. Ancak "fil sahipleri"ni bu sona götüren sebepler anlatılmadan sadece sonucunu görmekteyiz.

"Fil sahipleri" olarak bizlere anlatılan topluluk, rivayetlere bakıldığında Mekke'yi istila etmek isteyen bir ordu olup, bu ordunun yok edildiği anlatılmaktadır. Tefsirlerde, bu surede yapılan anlatımlar etrafında çok teferruatlı bilgiler olmasına rağmen, biz bu bilgileri değil, Kur'an'ı kullanarak sure hakkında bize dönük bir mesajın olup olmadığı konusunda fikir yürütmeye gayret edeceğiz. Olayın hikaye boyutundan çok, onları böyle bir sona hazırlayan sebepleri okumaya çalıştığımız zaman "eskilerin masalları" olmaktan çıkarılmış bir Kitap'ın mesajlarını okumuş olacağımızı düşünmekteyiz.

[105.001] Görmedin mi Rabb'in fil sahiplerine ne yaptı?
[105.002] Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
[105.003] Ve onların üzerlerine bölük bölük kuşlar gönderdi.
[105.004] Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı.
[105.005] Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.

Ayetlerden anlaşıldığı üzere "fil sahipleri" olarak bahsedilen topluluğu böyle bir sona götüren sebeplerden bahsedilmeden, direk sonları anlatıldığını yine hatırlattıktan sonra, ayetlerin ilk muhatabı olan Mekkeliler'in böyle bir olaydan haberlerinin olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Yani Mekkeliler "fil sahipleri" olarak anlatılan olaydan ve onların sonlarından haberdardırlar.

Biz sureyi rivayetler ile doldurulmuş bilgiler kanalı ile değil, Kur'an'ın vermiş olduğu bilgiler ile okumaya çalışarak, bu olayın öncelikle Mekkeliler'e bir gözdağı olarak anlatılmış olduğunu düşünmekteyiz.

"E lem tere" (görmedin mi?) kalıbı ile gelen ayetlere baktığımız zaman; önce bu sorunun sorulup, sonra görülmesi gereken şeyin ne olduğu anlatılmakta, dolayısı ile gösterilen yani bilgi sahibi kılınan şeyin göz ile görülmüş gibi bir durum söz konusu olmaktadır.

FECR Suresi'nde helak edilen kavimler örneğinde bunu yine görmekteyiz.

[089.006-10] Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd halkına. Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud halkına Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun’a, Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?

FECR Suresi ayetlerinde gördüğümüz kavimlerin helak edilme sebebi; Allah(c.c)'yi Rab ve İlah olarak tanımayarak O'ndan başkalarına bu vasıfları yüklemiş olmaları olduğunu, onların kıssalarının anlatıldığı diğer surelerde okumaktayız. Bu kavimlerin ortak özelliklerinin; ellerindeki güç ve servet ile Allah(c.c)'ye kafa tutmaya kalkmış olmalarından hareketle "fil sahipleri"nin de böyle bir kafa tutma macerasına kalkışmış olmalarının cezasını ödemiş olmalarını anlamak mümkündür.

Peki bu olay Mekkeliler'e neden anlatılmaktadır? Olayın Mekkeliler'e anlatılma sebebini anladıktan sonra bize dönük mesajını okumak kolaylaşacaktır. Öncelikle bu olay Mekkeli muhataplar tarafından bilinen bir olaydır. Zamanı konusunda herhangi bir şey söylemenin doğru olmadığını söylesek de, bu olayın Muhammed(a.s)'ın doğumundan kısa bir zaman süresi içinde olduğu söylenmektedir.

[006.006] Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardlarından başka bir nesil yetiştirdik.

Mekkeli müşrikler, kendilerine gelen elçiyi red ederlerken kullandıkları argümanlara baktığımızda bunu daha kolay anlayabiliriz. Mekkeliler ellerindeki güç ve servete dayanarak öyle bir gurur ve kibir içindedirler ki kendilerine kimsenin güç yetiremeyeceği zannına kapılmışlardır. Onların bu şımarık tutumlarını, Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerde açık ve net bir biçimde görmekteyiz.

Allah(c.c)'nin ilk dönem inen surelerde Mekkeliler'e "Ad" ve "Semud" kavimlerinin helakından bahsetmiş olmasının sebebi; bu kavimlerin akıbetlerinin Mekkeliler tarafından biliniyor olması idi. Bu ve benzeri kavimlerin akıbetlerini haber vererek Allah(c.c)'ye başkaldırmanın nasıl bir son ile cezalandırılacağı yaşanmış ve canlı örneklerle muhataplarına gösterilmektedir.

"Fil sahipleri"ne uygulanan helak modelinin nasıllığı konusunda tefsirlerde farklı görüşler olduğu, konu ile alakalı yazılanları okuyanların malumudur. Biz yazımıza bu yazılanları alıntılayıp kritiğini yaparak hacmi büyütmek istemediğimiz için helakın nasıllığı konusunda üretilen düşüncelerin "parmak ayı gösterirken, aya değil parmağa bakmak" misali olduğunu söylemek istiyoruz.

Surede gördüğümüz helakın bir benzerinin Lut kavmine uygulanmış olduğunu görmekteyiz.

[011.082] Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.

[015.074] Derhal şehirlerinin üstünü altına getirdik ve balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık üzerlerine.

[051.033-34] Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.«Müsrifler için Rabbin nezdinde alâmetlendirilmiş olarak o taşlar atılacaktır.»

Tefsirlerde bu helakın nasıllığının tartışılarak bu helake götüren sebeplerin göz ardı edilmiş olması, bu tür anlatımların "mesaj" içerikli olması yönünün bir tarafa bırakılarak, "masal" içerikli olarak okunmaya çalışılmasının bir tezahürü olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Geleneksel tefsirlerdeki anlatımlar ile bu tefsirlerdeki anlatımlara karşı çıkan modernist tefsirlerin buluştukları nokta, her iki okuma şeklinin de sadece anlatıma odaklanarak verilmek istenen mesajı ıskalamış olmasıdır.

"Fil sahipleri" kıssasında yanlış bir bakış açısı olarak değerlendirdiğimiz nokta; onların Kabe'yi yıkmaya gelmiş olmaları ve bu amaçlarının başarıya ulaşamadan helak edilmiş olmalarıdır. Bu durum beraberinde şöyle bir soruyu akla getirmektedir; o gün Kabe'yi koruyan Allah(c.c), daha sonraki zamanlarda Kabe'nin, Müslümanların birbirleri ile yaptıkları savaşta yıkılma teşebbüslerine karşı neden onları helak etmedi?

Bu şekil bir soru, Kur'an kıssalarında helake sebep olan durumun tam anlaşılamamış olmasından kaynaklanan bir sorudur. Allah(c.c); Kabe'nin taşına herhangi bir kutsallık yükleyerek, orayı korumak gibi bir durum içine asla girmez. Şayet girmiş olsaydı Kabe'yi mancınıklarla yıkmaya çalışanları da aynı akıbete uğratırdı. Allah(c.c)'nin bir topluluğu helak ettiğini haber vermiş olması, kendilerini Allah(c.c)'den üstün görmek gibi bir kibir içine girenlerin ne kadar yanlış bir tutum içinde olduklarını, hem kendilerine hem de sonradan gelenlere göstererek ayaklarını denk almalarını ikaz etmeye yöneliktir.

Sonuç olarak; kendilerini yenilmez armada ve üstün güçlere sahip görenlerin, Allah(c.c)'nin gücü karşısında darmadağın olduğunu haber veren bir çok kıssadan birisi olan "fil sahipleri"nin kıssası; Kur'an'ın diğer kıssalarının aksine teferruatlı bir biçimde anlatılmadan, sadece yaptıklarının sonucunu göstermesi bakımından diğer kıssalardan ayrılmaktadır. Bu şekil ayrılma, kıssayı rivayetler aracılığı ile okumaya yöneltmiş ve bu yönelme kıssadan hasıl olması gereken ibreti okumayı maalesef ötelemiştir. "Fil sahipleri"nin kimliğinden çok, onların akıbetlerinin sebeplerini, bu şekil bir akıbete uğrayan diğer kavimlerin kıssası ile birlikte okumak, bizleri sureyi daha doğru bir anlamaya sevkedecektir. Kimsenin Allah(c.c)'nin gücü karşısında yenilmez bir güç olmadığının bilincinde olmasını, Kur'an'da anlatılan kıssalar aracılığı ile görerek, kendilerini yaratan yegane güç sahibinin önünde eğilmekten başka çareleri olmadığını bu kıssalardaki akıbetleri anlatılan kavimler örneğinde bilmek zorundadırlar.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Temmuz 2015 Perşembe

Kevser Suresi Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Kevser s. Kur'anın Mekke'de nazil olan en kısa surelerinden bir tanesidir. Bu yazımızda sure ile ilgili bir tefekkür'de bulunmaya çalışacağız. 

 İnnâ a’taynâkel kevser(kevsere).
 [108.001]  Muhakkak Biz, sana Kevseri'i verdik.

Fe salli li rabbike venhar.
[108.002] Öyleyse Rabb'in için salat et ve nahr et.

İnne şânieke huvel ebter(ebteru).
[108.003]  Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir.

1. Ayette , Muhammed (a.s) a "Kevser" verildiği beyan edilmektedir. "Çokluk" anlamına gelen "Kesera" kelimesinden türemiş olan bu kelimeye ,  tefsirlerde bir çok anlam verildiğini görmekteyiz , maaleseftir'ki bu kelime bir kısım kimsenin kendi düşüncesini ve fikrini Kur'an onaylatmak amacı ile kullandığı bir kelime olarak gözümüze çarpmaktadır. Şia'nın bu kelimeye "Biz sana Fatıma"yı verdik" şeklinde yorumlar getirmesine , karşın Ehli sünnet "Biz sana şefaat makamını verdik" şeklinde yorumlar getirmiştir. Konumuz farklı yorumların kritiği olmadığı için bu kadarı ile yetinmek istiyoruz. 

"Kevser" kelimesi ile kast edilenin ne olduğu konusunda şunları söyleyebiliriz ; 2. Ayette "Salat" ve "Nahr" ın Rab için olması gerektiği emri bize bilgi verebilir. Muhammed (a.s) kendisinden önceki Elçiler gibi yüklendiği  görev gereği, yaşadığı toplumun şirk içeren düşünce ve eylemlerini, Tevhidi bir çizgiye getirmekle sorumluydu. Kendisine verilen Elçilik  görevi ve Kitab'ın, onun ismini kıyamete kadar sürecek bir zaman içinde dillerde kalıcılık sağlaması, olarak okuduğumuzda sure bütünlüğüne uygun bir düşünce olduğu söylenilebilir. 

2. Ayette ,"Salat"ın Rab için olması gerektiği vurgusunu , Kur'anın nazil olduğu toplum içindeki salatın, yani Müşriklerin yapmış olduğu salatın Rab için değil de gösteriş için olduğunu beyan eden Maun suresi Ayetlerini okuduğumuzda daha iyi anlamaktayız. 

[107.004-7]  Vay haline o salat edenlerin ki,Ki onlar; kıldıkları salatlarından gafildirler.Onlar gösteriş yaparlar.En ufak bir yardımı esirgerler.

Mekke toplumunda yaşayan Müşriklerin "Salat" adı altında yaptıkları şeyin ,Allah (c.c) tarafından kabule şayan bir şey olmadığı , kabule şayan olmasının sadece Allah (c.c) için olması gerektiği Kevser s. 2. Ayeti içinde "Rabbin için salat et" emrinden anlaşılmaktadır. Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerde  Müşriklerin, muhtaç olanlara karşı takınmış oldukları cimrice tavırları eleştiren Ayetleri okuduğumuzda , anlatmak istediklerimiz daha net anlaşılacaktır.

 Aynı Ayet içinde , "Venhar" emri ile kast edilmek istenenin ne olduğu konusunda farklı yorumlara rastlamaktayız. Bir kısım müfessir bu emri , "Elini göğüs hizasına kadar kaldır" şeklinde okuyup ,namazlarda tekbir alırken ellerin göğüs hizasına kadar kaldırılması gerektiğini söylerken , "Zorluklara göğüs ger" şeklinde anlamlara rastlamaktayız. 

"Nahr" kelimesi ; "Gerdanlığın geçirildiği yer" anlamına gelmektedir.
 "Nahr'ulbairu" ; "Devenin boynuna bıçak sokmak". Dilimizde "İntihar" olarak bildiğimiz kelimenin aslı bu kökten türemiştir.

Bu anlamlardan yola çıkarak , meal ve tefsirlerde bu kelimeye "Kurban kes" emri anlamı verilmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz şöyle ki;
 
Salat konusunda olduğu gibi ,Kurban ibadeti konusunda Mekke dönemi inanç yapısına baktığımız zaman bu emrin ne anlama geldiği daha kolay anlaşılacaktır. 

[022.034]  Biz her ümmet için bir «Mensek» kıldık, O'nun kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver.
[022.036]  İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza verdik.
 [022.037]  Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.

Allah (c.c) nin kullarına olan emirlerinden bir tanesi de belirli zaman ve mekanda yapılan eti yenen hayvanları kurban etmek sureti ile olan bir ibadet tarzıdır. Bu ibadet tarzı Muhammed (a.s) öncesine kadar uygulanan fakat  uygulamada şirk içeren unsurları ihtiva etmekteydi. Allah'ın adının anılması şartını bırakan Müşrikler , Allah'ın dışındakilere bu ibadeti hasr ederek yapmaktaydılar. 
 
[006.121]  Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz.
 [006.136]  Kendi zanlarına göre, «Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır» diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi; ne kötü hüküm veriyorlardı!
 [006.138]  «Bu hayvanlar ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır; bir kısım hayvanların sırtlarına yük vurmak da haramdır» iddiasında bulunarak ve bir kısım hayvanları keserken de Allah'ın adını anmamak suretiyle O'na iftira ederler. Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları cezalandıracaktır.
 [006.145]  De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.

Yukarda verdiğimiz örnek Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere , Allah (c.c) nin sadece kendisi için yapılmasını emrettiği bir ibadet , şirk bulaştırılarak asıl yönünden çevrilmiş bir hale getirilmiştir. 

 Kevser suresindeki "Venhar" emrinin, "Kurbanı sadece Rabbin için kes" emri olarak okunmasının, Ayetler çerçevesinde gördüğümüz nuzül dönemi kurban ibadetinin şirk unsurlarından temizlenerek Tevhidi boyuta getirilme aşaması olarak okunmasının daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

3. Ayette ki "Ebter" kelimesi ;"Kendisini takip edecek kimsesi olmayan kişi" anlamında bir kelimedir. Ayet , asıl "Ebter" olanın Muhammed (a.s) değil ona kin ve nefret kusan kimsenin olduğunu beyan etmektedir.

Allah (c.c) , Muhammed (a.s) dahil bütün Elçilerinin isimlerini kıyamete kadar sürecek bi şekilde dilde kalıcı olmasını sağlayarak onların yollarını izleyen takipçilerinin dilinde kalıcı olmasını sağlamıştır.  

 [094.004] Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?
 [019.050]  Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onların her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık.
 [026.084] (İbrahim) Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
 [037.180-2]  İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin onların bütün batıl iddialarından münezzehtir, yücedir. Selam bütün peygamberleredir. Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah’adır.

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.