Hayatın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hayatın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2016 Salı

Kur'anı ve Elçileri Yaşanan Zamanın ve Hayatın İçine Taşımak

Muhammed (a.s) ı farklı anlamaya yönelik temayüller , daha kendisi hayatta iken söylemiş olduğu sözlerin veya yapmış olduğu fiillerin, sahabe tarafından farklı anlaşılması ile başlamıştır. Bir kısım sahabe, sadece onu taklit etmeye yönelirken , diğer bir kısım sahabe ise, onun yapmış olduğu bir fiilin maksadını gözeterek, sadece taklide yönelmeyen bir algıya sahip olmuştur. Abdullah Bin Ömer ve Ebu Hüreyre gibi sahabelerin taklide , Ömer ve Aişe validelerimiz gibi sahabelerin maksada yönelik anlayışları, bu günkü farklı peygamber algılarının temelini oluşturmaktadır.

Onun vefatını müteakip , sahabe arasında baş gösteren bu farklı algılar devam ederek ,taklidi esas alan algı ,"Ehli Hadis" ekolü olarak bildiğimiz, vahyi değil elçinin söylediği iddia edilen sözleri merkeze alan anlayış olarak kendisini göstermiştir. Taklidi esas alan algının farklı bir versiyonu olan "Tasavvuf" ekolü altında  onun bedenini, saçını , sakalını , terliğini , hırkasını kutsamayı merkeze alan anlayış baskın hale gelmiş ve hala bu ekoller, ağırlıklı olarak İslam coğrafyası dahilindeki Müslümanlar arasında yaşatılmaktadır.

Muhammed (a.s) bir elçi olması nedeniyle onun Kur'an içinde önemli bir yeri olduğunu herkes gibi bizde kabul etmekteyiz. Ancak bahsettiğimiz ekollerin peygamber algıları ile , Kur'an içindeki peygamberin birbirleri ile alakası olmadığını iddia etmekteyiz. Bahsettiğimiz ekollerin düştüğünü düşündüğümüz en büyük yanılgı , Kur'ana bütüncül yaklaşılmaması neticesinde oluşmuş bir peygamber algısıdır. Bu algıda sadece Muhammed (a.s) öne çıkmakta olup , Kur'an içinde zikri geçen diğer elçiler sanki hiç yokmuşçasına bir algı oluşturulmuştur. 

Ayrıca, sadece Muhammed (a.s) ın elçi olarak görüldüğü bu anlayışta , bu elçi yaşadığı zaman içine hapsedilmiş bir hale getirilerek , onun yaşadığı zaman ve mekan dahilindeki yaşantısının ürünü olan sözler ve fiiller sanki evrensel bir mesaj olarak okunarak yaşanan zaman ile alakası olmayan bir peygamber ortaya çıkarılmıştır. 

Bu ekollerin peygamberi , bize bevl etmeyi öğreten , 3 taşla tahareti emreden , sağ eli ile yemeyene beddua eden , tedavi için deve sidiği öneren , öğle uykusunu  , ayakta su içmemeyi emreden , bize tuvalet adabını öğreten , yerde yemek yemeyi , elle yemeyi , yemekten sonra parmakları yalamayı ve yalatmayı sünnet sayan , günde bir kaç kez mucize gösteren , saçı, sakalı, hırkası,terliği v.s eşyası kutsal olan , konuştukları vahiy olan , Allah (c.c) ile ortak olarak haram helal koyabilen , yeri geldiği zaman kendisine vahyedilenin hükmüne aykırı hüküm verebilen bir kişidir.

Böyle bir peygamberin artık yaşadığımız dünyada yeri yoktur. Böyle bir peygamberin yaşadığımız dünyaya dair herhangi bir sözü de yoktur. Çünkü Muhammed (a.s) ın elçi olma görevinin haricinde yaptığı ve söyledikleri , yaşadığı zaman ve mekan şartları dahilinde söylenmiş ve yapılmıştır. Böyle bir peygamber algısını empoze etmeye çalışan ekollerin yaptığı bu dine düşmanlık yapmaktan öteye geçmemekte , insanlar İslam dininin bu kimselerin anlattığından ibaret ve dinin kendisi olduğunu  zannederek , bu dinden fevç fevç kaçmaktadırlar.

Halbuki peygamberler ve onların getirdikleri vahiyler yaşanan hayata dair sözü olan, yapılan yanlışlara "Dur" diyebilen yani yaşanan hayata dokunan sözlerdir. Onların yaşadıkları hayatların bizlere anlatılma gayesi, onların sözlerinin ve hayatlarının evrensel mesajlar içermesidir. Ancak biz bu mesajları geri plana atarak , sadece son elçiyi öne çıkarmaya çalışmakta , bu öne çıkarmamız da onun evrensel mesajını değil , saçı , sakalı , hırkası , terliği gibi bizi ilgilendirmeyen şeyleri ön plana çıkarmaya yöneliktir. 

Bu gün bir çok Müslümanın zihnindeki , Muhammed (a.s), sadece rivayet kitapları ve şemail kitapları içine sıkışıp kalmış bir kişidir. Muhammed (a.s) bu kitapların tasallutundan kurtarılıp , Kur'anın anlattığı bir elçi portresi dahilinde okunup anlaşılmadıkça , onun gerçek misyonu doğru olarak anlaşılmayacaktır. 

Ancak yaşadığımız coğrafyanın her tarafına yayılmış olan uçan kaçan peygamber algısı , insanları öyle bir etki altına almıştır ki , teklif ettiğimiz şeyin adı "Peygamber Düşmanlığı" olarak görülmektedir. Muhammed (a.s) ı asli görevinin Kur'an içinde beyan edildiğini ve onun rivayet ve şemail kitaplarından değil , Kur'andan okunmasını iddia edenler, kendilerinde böyle bir düşmanlık olmadığını anlatmak için savunma durumuna geçerek vakit kaybetmektedirler.

Bizler kendimizin sapık olmadığını savunma altında anlatmaya çalışmak yerine ,  sapıklığın bizlerde değil , esas sapıklığın Muhammed (a.s) ı rivayet ve şemail kitaplarına hapsederek onun uçan kaçan bir kişi ve zaman ile bağı olmayan tarihsel bir mitolojik şahsiyet durumuna düşürenlerde olduğunu dile getirmek zorundayız.

Artık bu mitolojik bir şahıs haline sokulmuş elçi algıların değişmesi , Kur'anın ve elçilerin yaşanan hayata dair sözleri olan bir duruma getirilmesi , ve bu algıların önce Müslümanların hayatında , sonra bütün insanların hayatında yer alması gerekmektedir. Bunlar yapılırken , Kur'anın ve elçilerin reformizme kurban edilmesi gibi bir teklifimiz ve düşüncemiz olmadığını hassaten belirtmek istiyoruz. Çünkü Kur'an ve elçiler, doğru bir okuma ve anlama yöntemi ile yeniden okunup anlaşılmayı ve yaşanan hayatlara dair sözleri olduğunun bilinmesini beklemektedir.

Kur'an ve elçiler nasıl bir okuma yöntemi ile yaşanan hayatın ve zamanın içine taşınabilir?. 

"Ben Müslümanım" diyenlerin tamamının artık, Kur'an ve elçilerin hayata taşınması gerektiğine dair bir kaygı sahibi olması ve bu kaygı etrafında gerçekleştirilen okuma ve anlayışları gündeme taşıyarak , sağ elle yemenin fazileti veya yatma şeklinin nasıl olması gerektiği gibi,  kıldan tüyden meselelerin artık bize bir getirisi olmadığını anlamaları gerekmektedir.

Kur'anın ve elçilerin yaşanan hayatın ve zamanın içine taşınabilmesinin yolu , önce biz Müslümanların yaşanan hayatı ve zamanı doğru biçimde okumasından geçmektedir. Yaşanan hayatın ve zamanın doğru okunması demek , bu yaşananlara Kur'an ve elçiler bağlamında köktenci çarelerin üretilmesi ve dünyaya sunulması demektir.

Bu gün dünya geneline baktığımızda her bir yanda , savaşlar , ekonomik ve sosyal krizler , ahlaki çöküntüler , çevre felaketleri , zulüm , zengin ve fakir arasında akıl almaz uçurumlar gibi insanlık sorunları herkesi kuşatmış vaziyettedir. 

"Tarih tekerrürden ibarettir" sözünün gerçek olduğu bir dünyada , bu tür yaşanmışlıklara kimlerin nasıl tepki verdiği ve bu sorunlara nasıl çareler önerildiği önem kazanmaktadır.
Yaşanan dünya üzerindeki sorunların okunarak , bu sorunlara çare üretilme kaygısı ile okunan bir Kur'an , çarenin ta kendisi olarak "Çaresiz değilsiniz çare burada" diyerek bizleri çağırmaktadır. 

Kur'an içindeki çarenin okunması için önce hastalığın teşhis edilmesinin gerektiğini düşünmekteyiz. Çağlar boyunca insanlığın karşılaştığı sorunların başında "ŞİRK" hastalığına tutulmuş insanların yaydığı "Fitne ve Fesat" mikrobu bulunmaktadır. Bu mikrobun ortadan kalkması için , önce bu hastalığın kökünün kazınması gerekmektedir. Bu hastalık ortadan kalkmadıkça bu mikroplar dünyaya yayılmaya devam edecektir. 

Kur'anın "Kıssa" yollu anlatımları bize bu hastalık ve yaydığı mikropla nasıl mücadele edileceğini öğreten önemli bir reçetedir. Bütün elçilerin mensup oldukları kavimlere, yaşadıkları hayat içinde yapmış oldukları yanlışlara karşı sundukları reçete , "Tevhid" reçetesi yani Allah (c.c) yi tek ilah olarak bilen bir hayatın ikame edilmesi olmuştur.

Lut , Salih , Şuayb (a.s) lar gibi elçilerin kavimlerine karşı  söyledikleri sözlere baktığımızda, onlara yaşadıkları hayat içinde yapmış oldukları hataları hatırlatarak engel olmaya çalışmışlardır. Hiç bir elçi kıl tüy meselelerine girmemiş , kendilerinin MELEK değil BEŞER oldukları , bu yaptıklarına karşılık onlardan hiç bir ÜCRET istemediklerini dile getirmişlerdir. 

Bu elçiler  o kavimlere, sağ elle yemek yemenin, tuvalete sağ ayakla girmenin , sarık sarmanın , sakal bırakmanın faziletlerini değil , yaşadıkları dünyayı fitne ve fesada boğma sebebi olan şirk amellerini terk etmeleri için onlar ile sonuna kadar  yılmadan bıkmadan mücadele etmişlerdir. 
Son elçi olan Muhammed (a.s), kendisine vahyedilen bu kıssalardaki mücadele örneklerini okuyarak önce kendi hayatına pratize ederek , kavminin şirk amelleri ile nasıl mücadele edilmesi gerektiğini bizlere de öğretmiştir. 

Muhammed (a.s) ve diğer elçilerin ortak özelliklerinin , yaşadıkları zaman ve mekanın sorunlarına karşı vahy yolu ile çözüm üreten ve bu çözümleri tebliğ eden ve hayatlarına tatbik eden insanlar olduklarını görürüz. Bu insanlar "Resul" olma görevini yüklendikleri için , yaşanan hayata dair sorunlara çözüm yolunun vahye uymaktan geçtiğini söyleyerek , bu sorunların çaresinin adresini de göstermişlerdir.

Bu güne geldiğimizde , Kur'anı ve elçiyi takip ettiğini iddia eden bizler, okuduğumuz kitabın yaşanan hayatın sorunlarına karşı herhangi bir çözüm önerisi olup olmadığından haberimiz bile olmayan bir hayat sürmekteyiz. Yaşadığımız dünyadaki zulüm , ve ekonomik ve sosyal dengesizlikler , ahlaki çöküşlere karşı bizlerin söyleyecek sözü ve yapması gereken bir çok görevi var iken , bahsettiğimiz her türlü sapmanın en fazla biz Müslümanlara dokunmuş olması, ne kadar zavallı ve aciz bir durumda olduğumuzun kanıtıdır.

Bizler önce kendi üzerimizdeki ölü toprağını kaldırarak bu dinin evrensel çağrısını öğrenip , kendi hayatımıza bu dinin prensipleri ile yön verip , sonra dünyanın bu gidişatına "Dur" demek zorundayız. Kulu olduğumuz Allah (c.c) nin bizlere yüklemiş olduğu görev bu olup , ümmeti olduğunu iddia ettiğimiz Muhammed (a.s) ın 23 yıllık risaleti boyunca görevi , kendisinin bir kul ve elçi olarak yüklenmiş olduğu bu görevi yerine getirmek olmuştur. 

İşte böyle bir elçinin bize ve yaşanan hayata dair bir sözü olur , ve dünyadaki bütün ezilenlerin kurtarıcısı olarak görülebilir. Kur'an ve elçilerin eğer yaşanan dünyaya dair söyleyecek sözleri yoksa onlara tabi olmanın hiç bir anlamı ve gereği de olmayacaktır. Bizler Kur'an ve elçilerin bu çağrısını bırakın insanlara anlatabilmeyi kendimizin bile haberdar olmayışımızın neticesinde, irtidat hareketleri gözle görülür biçimde artış göstermiştir. 

İnandığı değerlerin yaşanan hayata dokunmasını haklı olarak isteyenler , bu değerlerin böyle bir işlevi olmadığını gördüklerinde çareyi , hayata dokunan başka değerlerde arama yolunu seçmektedirler. Ancak bu değerlerin hiç biri , insanların aradıklarını vermeye muktedir değildir. 

Çünkü bu değerler tevhidi değil şirk'i esas alan düşünce temelleri üzerine oturmuş sistemler olup , Allah'a kulluk esasını değil , kula kulluğu esas almaktadır. Bizler tek ilah'a kulluk etmenin gereğini doğru bir biçimde anlatabilirsek , dünyaya dair sözleri olan insanlar konumuna gelerek , dünyanın gidişatına "Dur" diyenlerden olabiliriz. Aksi takdirde sele kapılmış yonga misali, şirk seline kapılmış bir halde kıyamete kadar sürüklenmekten kurtulamayız. 

Görülmektedir ki, insanlara bu dini anlatma ve kurtuluşun burada olduğunu göstermenin yolu , bu dinin bir takım emirlerini reformize ederek yani yamultarak insanlara anlatmak değil , yaşanan zamanın her türlü sorunlarına çareler sunduğunu onlara anlatabilmektir.

Sonuç olarak ; Yaşadığımız dünya genelinde bitmek tükenmek bitmeyen huzursuzluklar bütün insanlığı tehdit ve rahatsız etmektedir. Bu durum çare arayışlarını her zaman gündeme getirmiş , ve önerilen çarelerin çaresizlik ürettiği görülmüştür. Allah (c.c) insanların Rabbi ve İlahı olarak onlara nasıl bir düzen içinde yaşamları gerektiğine dair emirleri elçiler vasıtası ile göndermiş olmasına rağmen , zaman içinde bu elçi ve kitaplara bağlı olduğunu iddia edenler , bu kitap ve elçilerin çağrılarını deformasyona uğratmışlardır. 

Elçi ve kitaplara karşı yapılan bu haksızlık , dünyanın gidişatına dair bu kitap ve elçilerin sözleri olduğunu unutturarak, insanları başka arayışlara yönlendirmiştir. Bu arayışlar fitne ve fesadın çoğalmasından başka bir işe yaramamış sonuçta yaşadığımız günlere gelinmiştir. Bizler üzerimizdeki ölü toprağını atarak yeniden silkinerek , dünyanın gidişatına "Dur" diyebilen söylemler üreterek , kul olma sorumluluğumuzu yeniden hatırlamak zorundayız.

Bu söylem ancak, din adına üretilmiş olan yanlışların yerine, doğruların ikame edilmesi ile üretilebilir. Kur'an ve elçi konusunda yapılan yanlışlar yeniden ele alınarak bunların yaşanan zamana ve hayata dair en doğru sözleri söylediği, ve bu sözlerin hayata geçirilmediği müddetçe insanlığın kurtuluşunun mümkün olamayacağı , önce biz Müslümanlar tarafından içselleştirilerek tüm dünyaya bu kitabın evrensel mesajı duyurulmalıdır.

RABBİMİZ BİZLERİ KİTABIN VE ELÇİLERİN, ZAMANA VE HAYATA DAİR SÖZLERİ OLDUĞUNU ÖNCE ÖĞRENEN , SONRA BU SÖZLERİ DÜNYAYA ANLATMAYA ÇALIŞANLARDAN KILSIN.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Seküler Bir Hayatın Kurtuluş Piyangosu: Kandil Geceleri

Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarına , Elçileri aracılığı ile göndermiş olduğu Kitaplar içinde , Dünya hayatının geçici bir yer olduğunu kalıcı olanın Ahiret hayatı olduğu ve Dünya hayatında yapılan amellerin, Ahiret hayatı için bir hazırlık olduğu şeklindeki bilgiler önemli bir yer tutmaktadır. 

[003.014]  İnsanlara, kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, cins atlar, davarlar, ekinler gibi zevklerin sevgisi, çekici hale getirildi. Fakat bunlar, dünya hayatının geçici nimetleridir. Oysa Allah, akibet güzelliği, O'nun yanındadır.

Dünya metaına karşı düşkün olarak yaratılmış olan bizlerden büyük çoğunluk sadece Dünya merkezli bir hayat sürerek , Ahireti unutan bir hayat tarzı sürmekte ve ebedi hayatımızı maalesef tehlikeye atmaktayız. Dünya merkezli hayat tarzı, "Dindar" diyebileceğimiz bir kısım insanları da öyle bir hale getirmiştir ki, Ahiret ile ilgili yaşantısını   Dünya hayatı içindeki yaşantısından ödün vermeden birlikte yürütmek istemektedirler.

Bu düşünce onları, dini yaşantıyı ve amelleri sadece belirli gün ve zamanlara ve belirli ritüellere hapsederek o günlerde yapılan amellerin ve ritüellerin bütün yıl yetecek şekilde idare etmesini sağlayacak özel günler ihdas edilmesi ihtiyacı doğurmuştur. Dünya hayatındaki yaşantısı ile Allah (c.c) nin emrettiği yaşantı tarzının birbirine uymaması şeklinde gerçekleşen durumun belirli gün ve gecelerde yapılan ibadetler ile affedilme düşüncesi, seküler yani Dünya merkezli bir hayat tarzı süren, fakat dini yaşantıyı da az olsa da elinde tutmak isteyenlerin , can simidi gibi sarıldıkları bir şey haline gelmiştir. 

Hıristiyan düşüncesinde öne çıkan bu düşünceyi ,Müslümanlar da sahiplenerek adına "Kandil geceleri" denilen özel günler ihdas etmişler , bir gün içinde bütün yıl içinde yapılan hataları temizleme şansının elde edildiği bir kurtuluş piyangosu olarak görerek diğer günler seküler bir yaşantı sürmeye devam etmenin yolunu açtıkları zannına kapılmışlardır. 

Allah (c.c) nin bağışlayıcılığı konusunda bizim  herhangi bir söz söylememizin haddi aşmak olduğunun bilinci içerisinde olduğumuzu baştan hatırlatarak ,"Kandil geceleri" şeklinde ihdas edilen günlerin ,bazı kişilerin kandil günleri haricinde sürmüş olduğu seküler yaşantının , meşru olduğu inancını empoze etmesi bakımından tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini düşünmekteyiz. 

"Kandil geceleri" ile ilgili olarak söylenilen sözleri dikkate aldığımızda ve o geceler içinde yapılan ibadetlerin diğer günlerde yapılan ibadetlere nazaran daha efdal olduğu gibi hiç bir sağlam kaynağa dayanmayan bilgilerin, piyangosever Müslümanların nazarında kurtuluş reçetesi olarak görülmesi büyük bir yanılgıdır. 

Hıristiyan kültürünün bir eseri olan bu tür gecelerin ihdas edilmesinin meydana getirdiği olumsuz durum şu dur ; Dini yaşantı dediğimiz şey ,  sadece belirli ibadetlerin ve ritüellerin yapıldığı bir şey olup, yaşanan hayat içinde onun bizlere önerdiği herhangi bir yaşantı biçimine uymak çağın gerektirdiği ortamın dışında kalarak gerilemeye sebeb olduğu için , 7 gün 24 saat böyle bir yaşantını gereği yoktur , bu günler içinde kazandığımız günahların seneden bir kaç gün olan kandillerde bağışlanmış olması, bütün hayatımızda Dini bir yaşantı sürme mecburiyetini ortadan kaldırmakta ve bize büyük bir kolaylık sağlamaktadır.

 Böyle bir düşünce içinde olmak öncelikle "Din" kavramının yanlış algılanmasından kaynaklanan bir düşüncenin yansımasıdır . "Din" nedir? diye soracak olursak kısaca , "Kişilerin hayatlarını düzenleyen değerler sistemi" şeklinde cevap verebiliriz.

"Din" kavramı kişinin hayatının her safhasında olan ve olması gereken bir olgu olup , sadece günün belli zamanlarına hapsedilmiş ritüelleri kapsayan bir yaşam biçimi asla değildir. Kişiler yaşadıkları hayat içinde benimsedikleri hayat biçimini, Allah (c.c) nin dışındakilerin belirleyiciliğine bırakıp , Allah (c.c) nin belirleyicilğini sadece namaz , abdest , oruç gibi belirli zamanlardaki ibadetlere hasr ederse bu yaşantının İslam literatüründeki adı "Şirk" yaşantısıdır. 

Bozulmuş Hıristiyanlık inancının, kişilerin günlük yaşantısı içinde herhangi bir önermede bulunmamış olması , onları mistik bir inanç sahibi getirmiştir. Allah (c.c) devirler boyunca gönderdiği Elçileri vasıtası ile kişilerin bütün hayatlarını kapsayan bir sistem önermiş ve bunlara uyulmasını zorunlu kılmıştır. İnsanların Dünyaya olan meyilleri ve Allahın önerdiği kuralların sadece Dünya değil , Dünya ve Ahiret merkezli olması neticesinde , Dünya hayatı içinde bazı kısıtlamaların olması bir kısım insanı maalesef rahatsız etmektedir. 

Kişilerin yaşadıkları hayat sistemi ile Allah (c.c) nin önerdiği hayat sistemi çakıştığı zaman çoğunluk Allahın önderdiği sistemin dışında bir yola gitmenin çareleri aranmaya başlanmış ve adına "Laiklik" veya "Sekülerlik" dediğimiz bir hayat biçimi ihdas edilmeye çalışılmıştır. Bu tür yaşam biçimi içinde "Din" denilen Allah (c.c) tarafından gelen bilgilerin yeri olmayıp , Allah tarafından yaratılmış olanların önermeleri geçerli olmaktadır. 

"Laik" ve "Seküler" bir yaşantının gereği olan dini gün ve geceler, kişileri bir nebze olsun  dini bir hayat içine sokarak onların vicdanlarını rahatlatmalarına! sebeb olmaktadır. Kandil gününü oruçlu , gecesini bilmem kaç rekat kaza namazı kılarak geçiren bir Müslüman kendisini yeniden resetleyerek gelecek kandile kadar idare edecek bir bonus kazanmış olmasının gurur ve sevinci içinde seküler yaşantısına geri dönmektedir. 

Allah (c.c) nin gönderdiği Elçi ve Kitaplara inanan bir hayat tarzı sürenler , bu tür piyango gecelerini kutlamak gibi bir ihtiyaç hissetmezler neden mi ? ; Çünkü bu inanç içinde olan Müslümanlar , yaşadıkları bütün hayatlarını sadece Allah (c.c) nin belirleyici olduğu bir inanca göre düzenleyerek sadece Dünya merkezli , Dünya ve Ahiret merkezli bir hayat sürerler , dolayısı ile her günü Kandil bilinci içinde geçirerek piyangocu bir mantık içinde hareket etmezler. 

"Kandil geceleri" adı altında ihdas edilen gecelerin yanlış olduğu inancına sahip olan Müslümanlarda maaleseftir ki ,"Kadir Gecesi" adı altında bilinen gecenin kandil gibi kutlanılmaya çalışılmış olması , bu konuda Kur'ani bir bilincin net olarak oluşmadığını göstermektedir. Bu konuyu müstakil bir başlık altında ele almaya çalışacağımız için şimdilik burada kısa bir hatırlatmayı yeterli görüyoruz.  

Sonuç olarak; İslami açıdan hiç bir şekilde meşru bir zemine dayanmayan "Kandil geceleri" adı altında ihdas edilmiş olan günlerin , Hıristiyan düşüncesinden devşirilmiş olduğu bilinmelidir. Bozulmuş Hıristiyanlığın yaşantıya dair bir önermesi olmaması onları mistik bir yaşantı içine iterek Dünya hayatında farklı bir inanç içine girmelerine sebeb olmuştur. Kur'anın Dünya ve Ahirete dair olan söylemi bırakılıp , Dünya ya dair başka söylemlerin peşine takılan Müslümanlar , bu yanlışlarını belirli gün ve zamanlara hapsettikleri dini yaşantı !! ile telafi edecekleri zannına kapılan büyük çoğunluk Müslüman yanılgı içinde oldukları şayet Ahiret hayatına geçtiklerinde anlarler ise vakit çok geç olacaktır.  

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.