10 Ağustos 2015 Pazartesi

Kitapları Tek Bir Kitap'mı Yaptı , Yürüyün Buhari'yi , Müslim'i v.s yi Asla Terk etmeyin

İslami konularda medya üzerinden yapılan bazı etkinlikler nedeniyle , Müslümanlar arasındaki fikir ayrılıkları tekrar gündeme gelmekte ve bu etkinlikler, aradaki uçurumun dahada açılmasına sebeb olmaktadır. Geçen hafta içinde bir televizyon kanalında , Mustafa İslamoğlu , prof. Mehmet Okuyan , prof Caner Taslaman'ın katıldığı bir program ile ilgili olarak bu kişilerin savundukları düşüncelere karşı çıkanların, başta dr İhsan Şenocak olmak üzere, rahatsızlıkları yeniden ayyuka çıkmıştır. 

Sayın dr İhsan Şenocak, adı geçen kişileri "Sünnet ve Hadis inkarcısı" olarak niteleyerek tartışmaya davet etmektedir. İhsan Şenocak'ın daveti şayet karşılık bulursa bu kişiler ile neyi tartışacağı malum olup , meydan okuduğu kişilerin öncellediği kitaba karşı kendi öncellerini savunmaya çalışacaktır. 

Sayın İhsan Şenocak ve Ebubekir Sifil hocaların, Abdülaziz Bayındır hoca ile televizyon ve Ensar vakfı salonunda yapmış oldukları tartışmaları izleyenler (izleyenler içinde ben de vardım), bu tartışmaların herhangi bir sonuçtan ziyade futbol maçına dönüştüğü , izleyecilerin de holigan bir taraftar havası içinde, tuttukları hocaları desteklediği görülmüştür. Tartışma sonrası çıkışta neredeyse kavgaya dönüşecek karşılıklı sataşmaların olması, tartışma ahlakı noktasında daha yolun başında bile olmadığımız hatta km lerce geride olduğumuz noktasındaki düşüncelerimizin yanlış olmadığını maalesef göstermiştir.

 Sayın İhsan Şenocak'ın hocaları tartışmaya davet uslubu doğru yapılmış bir davet uslubu değildir , siz  tartışmaya davet ettiğiniz kişilere "Hadis ve Sünnet inkarcıları" deyip hakaret edeceksiniz, sonra onlar tartışma davetine cevap vermedikleri için "Korkak" olacaklar. Sayın hoca dan destek alan holigan taraftarlar ise karşılarındaki düşmana !!! veryansın ederek aradaki düşmanlıkların körüklenmesine destek olacaklardır. Tabi bu noktada İhsan Şenocak hocanın taraftarlarına karşı Kur'anı öncellediklerini iddia edenlerin kullandıkları uslup onlardan geri kalan bir uslup olmadığını söyleyelim.

Şuna inanıyorum ki ; Şayet taraflar tartışmayı kabul edecek olsalar netice olarak ortaya herhangi bir sonuç çıkmadan sadece var olan düşmanlıklar daha da körüklenecek ve saflar daha da açılarak düşmanlıklar törpülenecektir. 

Sayın dr İhsan Şenocak'ın bu kişilerle ne gibi bir sorunu var ?. 

Adı geçen kişileri öncelikle kutsamadığımızı ve onların din anlayışlarını sonuna kadar desteklemek gibi bir düşünce içinde olmadığımızı hatırlatarak onlarla ortak paydamız ; "Dinde belirleyeci olan kitap sadece Kur'an olmalıdır" düşüncelerine sonuna kadar katılmamızdır.

Olayı sayın dr İhsan Şenocak üzerinden yürütmüş olmamız onun şahsı ile alakalı bir durum olmayıp, savunduğu düşüncenin bayraktarlığını yapma gereği duyması ve kendisini sanki bir kurtarıcı olarak görüp "Ehli sünnet vel cemaat" akidesini, Kur'ancı sapkınların!! elinden kurtarmak gibi bir misyon içinde göstermeye çalıştığı içindir.

Dr İhsan Şenocak'ın savunduğu düşüncenin temeli nedir ?. 

Sayın hoca , düşünce tarihimizde "Hadis ehli" olarak tanımlanan bir düşünce ekolunun taraftarı olup, dini düşüncesini özellikle kutsal kabul edilen Buhari , Müslim gibi kitaplarda ki rivayetlerin asla eleştirilemez olduğu düşüncesi üzerine oturtmuştur. 

Kur'ancı sapık!! olarak nitelenenler ise öncelliğin bu kitaplarda değil, Kur'anda olması gerektiğini savunmaktadırlar. Sayın hoca, bu konuda bazı ifrat düşünceleri örnek vererek bu düşünceyi kendi lehine olarak mahkum etmeye kalkmış olması onun bu konuda objektif bir tutum sergilemediğinin kanıtıdır.  

Vermiş olduğu vaazlarında devamlı Kur'ancı sapıklar!! üzerinde durarak , kendisinin bunlara meydanı bırakmamak adına yola çıktığını vurgulamış olması onun bu konudaki düşmanca tutumunun bir göstergesidir. Kur'ancı sapık !! olduğunu iddia ettiği kişilerin genel olarak Kur'anın belirleyici olması üzerine konuşarak kendilerine düşman bir düşünce olarak karşıt düşünceyi hedef alarak konuşmadıklarını gördüğümüzü söylemek tarafgirlik değildir. Bu noktada İhsan Şenocak'ın çağrısının bu kişiler tarafından cevap bulmamış olması onların Şenocak'tan korktuğu değil , sayın Şenocak'ın ilmi usluba uygun olmayan meydan okumalarına karşı edepli bir tavır olarak cevap verme gereği bile duyulmayacak kadar önemsiz olarak görüldüğü içindir.

 Sayın dr İhsan Şenocak'ın şahsında ortaya çıkan "Ehli hadis" düşüncesi bizlere Kur'an içindeki bazı ayetlerin sadece müşriklere hitaben ve onlarla ilgili olmadığını hatırlatmıştır. 

Allah (c.c) göndermiş olduğu bütün Elçilerini sadece kendisinin İlah ve Rab olarak kabul edildiği bir sistemi tebliğ etmeleri için göndermiştir. Muhammed (a.s) aynı misyonu yüklenerek gelen son Elçidir. Onun Mekkeli muhatapları , daha önce ibadet etmiş oldukları putlarına karşı bir red  içinde olduğunu gördükleri zaman feryadı basmışlardır , Kur'an Mekkeli müşriklerin feryat örnekleri ile doludur. 

[038.004]  Aralarından bir uyarıcı gelmesine şaşırdılar. İnkârcılar; «bu yalancı bir sihirbazdır» dediler.
[038.005]  İlahları bir tek ilah mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak birşey, çok tuhaf! 
[038.006]  Onlardan bir gürûh, «Yürüyünüz ve ilâhlarınızın üzerine sabrediniz, şüphe yok ki, irâde edilmiş şey budur,» diye çıkıp gittiler. 
[038.007]  «Biz bunu başka bir dinde işitmedik, bu mutlaka bir uydurmadır.»

Bu tür ayetleri sadece indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayanlar ile ilgili olduğu zannı ile okuduğumuz için bize dair bir mesajı olup olmadığı düşünülmemektedir.Nuh (a.s) kıssasını okuduğumuz zaman, aynı feryadı onu kavminin de bastığını görmekteyiz.

[071.023]  «Ve dediler ki: -Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, ne Ye'ûk'u ve ne de Nesr'i.»

Nuh (a.s) ın kıssasında bahsedilen bu isimler evrensel bir değer taşımakta olup , her devirde insanları tek ilaha kulluk etmekten alıkoyan her çeşit kişi , kuruluş ,izm , sistem , fikir akımı v.s nin yerine bu isimleri koymak mümkündür. 

Peki bu isimleri, Müslümanların Kur'an dışı bilgi kaynaklarına vermiş olduğu aşırı değer için kullanamazmıyız ?.  

Dün , "Vedd'i , Suva'ı,Yeğus'u , Yeuk'u , Nesr'i asla bırakmayın" sözüne karşılık,
Bugün " Buhari'yi ,Müslim' ,Kafi'yi , Risalei nur'u , falan adamı , filan tarikatı asla bırakmayın" diyen tiplerin türemiş olduğu hepimizin malumudur. 

Asla bırakmamak için inat edilenlerin karşısında ise tek ilahın kitabı Kur'an vardır. 

[009.031] Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Tanrı'dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.
  
Bu ayetin günümüz Müslümanlarına dönük mesajı ise "Onlar Allahın kitabını bırakıp , Buhari , Müslim , Kafi , Risale , falan adam , filan tarikatın öğretilerini Kur'an karşısında öncellediler" şeklinde olacaktır. 

Bu örnekleri verme sebebimiz kimseyi müşrik olmakla suçlamak amacına dönük olmadığını hatırlatarak , amacımızın sadece savunulan mantığın nasıl çarpık bir yönü olduğuna dönüktür.

                                                   "Buhari çökerse İslam çöker" 

Bu söz , söyleyen kişinin din algısının boyutlarını ne kadar korkunç olduğunu göstermesi açısından ibretamiz bir sözdür. Dinin ayakta kalması bir beşer tarafından toplanan hadis rivayetlerine bağlı ise vay o dinin haline. Buhari , Müslim v.s gibi kitaplar , Muhammed (a.s) ın söylediği iddia edilen sözlerin toplandığı hadis külliyatı olup bunlara aşırı bir değer yüklemek kişinin din algısının ne kadar yanlış olduğunu gösterir.

Sayın dr İhsan Şenocak, adı geçen kişilere meydan okuyarak , Buhari , Müslim v.s gibi kitapların öğretisi üzerine kurmuş olduğu ve içinde Kur'anla uyuşmayan rivayetleri ihtiva eden hadis kitaplarını Kur'ana karşı savunmak için tartışmaya davet etmektedir.  

Bu kişiler ise, sayın hocanın örnek vereceği rivayetler şayet Kur'an ile çelişiyorsa o rivayetin Kur'anla çeliştiğini söyleyecekler . Bu hocaların adı, "Hadis ve sünnet inkarcısı" olacak , İhsan hocanın Kur'ana rağmen savunduğu rivayetler sayesinde adı ,"Ehli sünnet müdafii" olacak. 
 
Sonuç olarak; Yüzyıllardır Müslümanların arasında bitip tükenmeyen ihtilaflar bu günde aynı hızıyla devam etmektedir. Bu ihtilafların en büyük sebebi dinde belirleyici olan kaynağın hangisi olacağı noktasında olup farklı belirleyiciler edinenler kendi yanındakiler ile yetinmesi neticesinde bir çok konuda fikir ayrılıkları doğmaktadır. Kur'anın sadece adına iman edildiği bir toplumda onun söz sahibi olmaması kadar yanlış bir düşünce olamaz. Peygamber (a.s) adına söylendiği rivayet kitaplarının öne çıkarılarak , Kur'anın bu kitaplardaki bilgiler kanalıyla okunmaya çalışılması neticesinde Kur'an sadece rivayetleri onaylayan bir noter haline dönüştürülmüştür. 

Kur'anın belirleyici olmasını savunanlar her zaman olduğu gibi , rivayetlerin belirleyici olduğu din algısını savunanlar tarafından "Hadis ve sünnet inkarcısı" olarak yaftalanarak kendilerinin "Kur'an inkarcısı" olduklarını örtmeye çalışmaktadırlar. Her düşünce akımı içinde yanlış ve hatalı kişilerin bulunması doğal bir durum olup ,bu kişilerin yanlışlarını öne çıkarıp bazı düşünceleri mahkum etmeye çalışmanın günesi balçıkla sıvama çalışmalarına benzediğini ifade etmek isteriz. Sayın dr İhsan Şenocak'ın şahsında herkese Kur'anın belirleyici bir din algısının o kişiyi Dünya ve Ahirette mutluluğa götüreceğini bunu tersi durumun akıbetinin vahim olduğunu bir kez daha hatırlamak isteriz. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.                           

9 Ağustos 2015 Pazar

Ahmet Tekin : Kendisini Kaf Dağında Gören Bir Kur'an Çevirmeni

"Kur'anı Mümince Anlamak" düşüncesi ile çıktığımız yolda aynı adı verdiğimiz blogumuzda, herhangi bir hizbe , kişiye , cemaate , tarikata bağlı olmadan , Kur'anı doğru anlama yolunda yazılar paylaşmaktayız. Bu yazılarda, bazı kimselerin yapmış oldukları Kur'an çevirilerine katılmadığımızı beyan ederek, nerede yanlış yaptıklarını ve doğru olduğunu düşündüğümüz çevirinin nasıl olması gerektiği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalıştık ve paylaşmaya devam ediyoruz. 

Kişileri eleştirirken, edep ve ahlak dahilinde ve onları rencide etmeden saygı çerçevesinde yapmaya çalıştığımız ilgili yazıları okuyanlar tarafından da takdir edilen bir durumdur. Bu saygı ve edebimiz maalesef kendisini eleştirdiğimiz bir kişi tarafından aynı şekilde karşılık bulmamış ve bizim kendisini eleştirecek ilmi düzeyimiz olmadığı gerekçesi ile hakkında yazdığımız yazıyı kaldırmam aksi takdirde beni mahkemeye vermek ile tehdit etmiştir. 

Olayın başı " http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2012/11/kuran-meali-yapmak-icin-sadece-arapca.html başlıklı bir yazıda sayın kişinin , Kasas s. 46 , Secde s. 3 , Yasin s. 6. Ayetlerine yapmış olduğu çevirinin doğru bir çeviri olmadığını ,doğru olduğunu düşündüğümüz çevirinin nasıl olması gerektiğini Kur'an bütünlüğünü gözeterek ve ilgili ayetleri delil göstererek ifade etmeye çalıştığımız yazının kendisine ulaşması ile başlamıştır. 

Sayın kişi , kendi sitesinde bu konudaki görüşlerini kaleme aldığı bir yazıyı bana da göndererek doğru çevirinin kendisinin yaptığı şekli ile olmasını gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca bana telefon ile ulaşarak doğru çevirinin nasıl olması gerektiği yolundaki düşüncelerini iletmeye çalışmıştır. Bunları söylerken kendisinin Kur'an hakkında konuşmaya yetkili olduğu , benim bu konuda bir yetkim olamayacağı , demir hafız olduğu , küçük yaştan beri Kur'an ile hemhal olduğu gibi sözlerle beni ezmeye çalışarak kendisini kaf dağında zanneden bir Kur'an çevirmeni edasında konuşmuştur. 

Kendisi ayrıca bana mail yolu ile , ilgili ayetlerin başka tefsirciler tarafından yapılmış ve kendi görüşlerini destekleyen tefsirlerini göndererek kendi haklılığını ispat etmeye çalışmıştır. Kendisine bu tefsirlerin kişisel yorumlar olduğunu , yanlış olma ihtimalini göz ardı etmemesini ,sadece kendi görüşünü desteklediği için doğru olması gibi bir düşüncenin doğru olmadığını , ve benim kendi çevirilerinin yanlış olduğunu kişilerin görüşlerini baz alarak değil Kur'an ayetlerini baz alarak yaptığımı defalarca hatırlattığım halde maalesef kendisinin yanlış bir çeviri yaptığını kabul ettiremedim. 

 Ben kendisine edep dahilinde , yaptığı çevirilere katılmadığımı ifade etmeme ve çeviriyi düzeltmesi gereken kişinin ben değil kendisi olduğunu ikaz etmeme rağmen, kendisi bir kaç defa beni telefonla arayarak yazıyı geri çekmemi, aksi takdirde beni mahkemeye vermekle tehdit etmiştir. En son telefon görüşmemizde beni mahkeme ile tehdit edince, kendisine tağut önünde muhakeme edilmek isteyen bir müşrik olduğunu ve yapmış olduğu çeviride bir çok hatalı çeviri olduğunu kendisine hatırlatarak, sadece İsra s. 1. ayetine nasıl böyle bir anlam verdiğini sorduğumda bana cevap olarak Alimleri bu konuda baz aldığını ifade etmiştir. 

Kendi sitesinde bana karşı yazdığı en son yazı şu şekilde olup kendisini kaf dağında gören kibir sahibi birisi olduğunu kendi yazısı ile ifade etmektedir.   

 "http://www.ahmettekin.net/?hz.-muhammed-s.a.-in-atalari-uyarildigi-halde-gafletleri-devam-eden-kavimleri-uyarmasi,160" bu linkte sayın kişinin kendisine yaptığım eleştiriye karşı yazdığı ilk cevap bulunmaktadır. 

Bu yazı sayın kişinin , en son telefon görüşmemizden sonra kaleme alınmış bir cevap yazısıdır.

 “Kur’anı Mü’mince anlamak”  ana başlığı altında, İsmail  Hakkı Başdağ, Ahmet Tekin  ve ilgili ayetleri anlayış konusunda boyundan büyük yanlış laflar etmektedir. Kendisini  telefonla  ikaz ettim ve  36/6, 28/46, 32/3 ayetleriyle ilgi  Kur’anın nahvi tahlilini yapan Halebiden, ilmi tahlilinini yapan Kurtubi, Âlusi,  Ebussuud  merhumlardan ilgili sayfaların fotokopisini çekip maille kendisine gönderdim. Arapça bilmediği için gönderdiğim sayfaların muhtevalarını anlamadığını söyledi. Kur’an meallerine dayalı okuduklarıyla meal veye tefsir tenkidi yapılamayacağı gün gibi aşikarken  bu zat  durmadan tenkit kılıcı sallamaktadır. Ahmettekin.net de kendisine doğru manaların ne olduğunu yazarak cevap verdiğim halde yazdıklarımı da anlamamış. 34/44 ayetinde  Hz. Muhammed s.a. e iman edilmeyeceği ve putlara tapmadıkları takdirde cezalandırılacakları konusunda vahye dayalı bir bilgi olmadığı halde, siz nasıl oluyor da Hz. Muhammedi inkar ediyorsunuz, nasıl oluyor da putlara tapıyorsunuz fikri işleniyor. Bu türlü menfi görevlerle kitaplar, peygamberler gelmedi denilmek isteniyor. Peygamberler ve ilahi kitaplar  hiç gelmedi denilmiyor.

Facebookuma kayıtlı arkadaşlardan biri  yanlışlarla dolu bu tenkidi ortak sayfamıza koymuş. Yapılan iş doğru olsaydı eğer, tenkidi yapanın da, ortak sayfamıza koyanın da ellerinden öper, yanlışımı düzeltirdim. Yanlış anlayışlarını “Kur’anı mü’mince anlamak”  şeklinde takdim edenler, kasten bunu yapıyorlarsa hıyanetlerine, safiyetlerinden bunu yapıyorlarsa ahmaklıklarına, cehaletlerine hükmedilir.Hadlerini bilmeyenlere, Allah ıslah etsin demekten başka bir söz söylemeyeceğim.


İsmail Hakkı Başdağ olarak , blogumda kişiselerin Kur'an ayetlerine verdiği çeviriler ile ilgili  eleştiriler yazılarımı, kişisel haklara saygı ve hesap gününü düşünerek yazdığımı tekrar hatırlatmak isterim. Sayın kişinin yapmış olduğu "Anlam yorum" tarzı meallerin , Kur'an ayetlerinin çevirilerinde kişisel yorumların öne çıkmasını beraberinde getirdiği için doğru bir yöntem olmadığını kendisine de ilettim . 

Sayın yazarın yapmış olduğu Kur'an mealinin nasıl bir meal olduğunuve kendisinin ne kadar Kur'ana vakıf olduğunu !!!! sadece İsra s. 1. ve 60 ayetleriine yaptığı çeviriyi örnek vererek siz sayın okuyucuların takdirine bırakıyorum. 

 Ahmet Tekin :
Bir gece, kulu Muhammedin Mescidi Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya, en yüce makama vuslatını gerçekleştiren, huzurunda secdesini sağlayan Allah’ı tesbih, tenzih ve takdis ederiz. Kudretimizin açık delillerinden olan o evrensel peygamberi ins-ü cinne, bütün kainata tanıtalım; kainat ve ötesinin, geçmişte olanlar ve gelecekte olacakların bir kısmını ona müşahede ettirelim diye bu MİRACI gerçekleştirdik.Şüphesiz Rasulü Muhammedin, kainat ve ötesinin duyduklarını ve gördüklerini duyuran ve gösteren Odur.

Ahmet Tekin
Hani sana:
'Rabbin geçmiş ve gelecek bütün insanları, insanların hayatlarını, davranışlarını ilmiyle kudretiyle çepeçevre kuşatmıştır' demiştik. Mirac gecesi çıplak gözle sana gösterdiğimiz rüya gibi görüntüleri ve Kur’ân’da rahmetten uzak kılınan ağacı, kaktüsü yalnızca insanları imtihan ve deneme vesilesi olarak düzenleyip hazırladık. Biz insanlara korku veren uyarılarda bulunuyoruz, bu onlarda büyük azgınlıklardan, azgınlıklarını artırmaktan başka bir şey sağlamıyor.

 İki satırlık metne,  6 satır meal yapan ve Kur'anın onaylamadığı bir düşünce olan MİRAÇ düşüncesini, Kur'ana onaylatmaya çalışarak kitabı TAHRİF etmeye yeltenen ve , neden böyle bir çeviri yaptığı sorusuna sadece "Eski alimler" in görüşlerini baz aldığını ifade eden bir kişinin yaptığı Kur'an çevirisini ne kadar güvenilir olacağını yine siz okuyucuların takdirine bırakıyorum.

 Sayın Ahmet Tekin'e buradan açık ve net bir şekilde çağrı yapıyorum....

Beni tehdit ettiğiniz mahkeme celbini hala bekliyorum. T.C mahkemelerinde belki beni mahkum ettirebilirsiniz. Ben bu mahkumiyetten para veya hapis cezası ile kurtulurum. Ama siz yaptığınız TAHRİFKAR çeviriyi düzeltmeden ve tevbe etmeden öldüğünüz takdirde ilahi mahkemenin vereceği cezadan ne para ile ne de belirli bir süre yanıp çıkacağınızı sanıyorsanız aldanıyorsunuz demektir. Arapçayı benden daha iyi bilmeniz veya demir hafız olmanız sizi hesap gününde kurtarmayacaktır. Hesap gününde sizi kurtaracak olan yanlışlarla dolu olan mealinizi ya toptan piyasadan çekmeniz ya da yanlışlarını düzeltmeye çalışmak olacaktır. Arapçayı iyi bilmenin Kur'an meali yapmak için yeterli olmadığını maalesef yapmış olduğunuz Kur'an çevirinizde bol örneklerini vermişsiniz , sizin falan alimin dediği , filan kitabın yazdığını delil göstermenize karşılık ben size Kur'andan örnekler getirdim . Bu durumda ben CAHİL bir münekkid siz ALİM bir Kur'an çevirmeni oluyorsanız vay yaptığınız Kur'an çevirisinin haline    Vesselam.


8 Ağustos 2015 Cumartesi

Nuh Tufanı Bölgesel mi Yoksa Küresel mi idi ?

Nuh (a.s)  Kur'an da zikri geçen Elçilerden olup  kavmi, onun uzun yıllar süren çağrısına olumsuz cevap vermesi üzerine helak edilmiştir. Tefsirler de  genellikle Nuh (a.s) ın kavmini helake götüren sebebler üzerinde değil , helak'ın kapsamı konusunda tartışmaların yapıldığını görmekteyiz. Yapılan tartışmalar ne kadar bir alanı kapsadığından çok, kimleri kapsadığı yönünde yapılsaydı farklı düşüncelerin ortaya çıkması mümkün olmazdı diye düşündüğümüzü ifade etmek istiyoruz. 

Nuh (a.s) ın yaşamış olduğu zaman dilimine baktığımız zaman , Kur'anda zikri geçen Elçiler içinde Adem (a.s) dan sonra ikinci olarak geldiği görülecektir. Mü'minun suresi içinde anlatılan kıssası içindeki 23-44. ayetler arasını okuduğumuzda bunu net bir şekilde görmekteyiz. 

Nuh suresi içindeki Ayetlere baktığımızda , 26. ve 27. ayette Nuh (a.s) ın "Ey Rabbim, yeryüzünde (yurt sahibi) hiç bir kimse bırakma!. Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar" şeklinde yaptığı duasını görmekteyiz. 


Enbiya suresi 76. ve 77. ayetlerinde ise , "Nuhu da, önceden nidâ etmişti, biz de duâsını kabul ettik de kendisini ve ehlini büyük bir sıkıntıdan kurtardık. Ve ayetlerimizi yalanlayan kavimden 'ona yardım edip-öcünü aldık.' Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi, biz de onların tümünü suya batırıp boğduk." buyurulmaktadır. 

Bu ayetler çerçevesinde düşündüğümüz zaman,  Nuh (a.s) Rabbine yeryüzünde bir tek kafir bırakmaması için dua ediyor ve Rabbi onun bu duasını kabul ederek yeryüzünde bir tek kafir bırakmadan hepsini suda boğuyor. 

Bu ayetlerden şunu anlamak mümkündür; Boğulan kafirler yeryüzünün hangi bölgesinde ikamet etmiş olursa olsun suda boğulmaktan kurtulamamıştır. 

 Bu noktada , "Nuh (a.s) ın yaşadığı devir içinde insanlar nerelerde hayat sürmekte idiler ?" sorusunun cevabının bulunması gerektiğini düşünmekteyiz.

Nuh (a.s) ın yaşadığı zaman diliminin Adem (a.s) sonrası olması nedeniyle nüfus sayısı bakımından fazla olmadığı ve insanlığın bu gün olduğu gibi 5 kıtaya yayılmış bir şekilde yaşamakta olmasının pek mümkün olmadığını söylemek doğru bir tesbit olacaktır. Çünkü insanlığın şimdiki gibi bir alana yayılmış olduğunu düşündüğümüz takdirde , Dünya coğrafyasında yaşayan insanlara ulaşmak için gemi kullanması gerekmektedir. Geminin yapılmaya başlanma aşaması artık kimsenin iman etmeyecek olması üzerine gerçekleşmeye başlamıştır . Nuh (a.s) ın Hud suresi içinde anlatılan kıssasının 36-38. ayetlerinde bu durumu anlamak mümkündür. 

[011.036]  Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.
[011.037] Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!
[011.038] Gemiyi yapmaya başladı. Kavminin ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla eğlenirlerdi. O da dedi ki: Bizimle alay ediyorsunuz ama, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.

Nuh (a.s) ın tebliğinin kendi zamanı içinde yaşayan bütün insanlara ulaştığını söylemek bu noktada yanlış olmayacaktır , çünkü yeryüzündeki bütün kafirlerin helak edilmesini istemesi bütün insanlara çağrısının ulaştığı ve bu çağrıya karşılık "Küfür" ile karşılık verdikleri anlaşılmaktadır.

İsra ve Meryem surelerinde hitap edilen ve zikri geçen insanlar için "Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın soyu" denilmesi, Nuh (a.s) ın insanlığın ikinci atası olarak bilinmesinin yanlış olmadığını göstermektedir.

[017.003]  Ey Nuh ile birlikte (gemiye) yüklediğimiz kimselerin soyundan olanlar! O doğrusu çok şükredici bir kuldu.

[019.058]  İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan kuşakların) dan, İbrahim ve İsrail (Yakup) in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah') ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanıverirler.

Sonuç olarak; Nuh (a.s) kıssası ile ilgili olarak tartışılan konulardan birisi olan , tufanın bölgesesl yoksa küresel mi olduğu konusundaki tartışmaların, yanlış sorulan bir sorunun cevabının aranması sonucunda yapıldığını söylemek mümkündür. Doğru sorunun Nuh tufanının hangi bölgeyi kapsamı içine aldığı değil "kimleri kapsamı içine aldığı" olması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Bu sorunun cevabı net bir biçimde Kur'an içinde bulunmakta olup , Nuh (a.s) ın uzun yıllar süren tebliğinin sonucunda onun bu tebliğine olumsuz cevap veren herkes suda boğulmak sureti ile helak edilmiştir. Helak edilen bu insanların nerede yaşadığının önemi yoktur , İsra ve Meryem surelerindeki ayetler insanlığın yeniden çoğalmasının Nuh (a.s) ile birlikte gemide taşınanlardan türemiş olduğunu görmekteyiz. 

Tefsirlerde tartışılması gereken asıl konu , Nuh (a.s) ın kavmini helaka götüren en baştaki sebebin yani "Şirk" in gündem edilerek bu helak olayından ibretler çıkarılması ve şirk'in toplumların Dünya hayatı içinde helak olmasına sebeb olan en büyük unsur olduğu yönünde kıssaların okunması gerektiği düşünmekteyiz. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

6 Ağustos 2015 Perşembe

Nisa s. 136. Ayeti : İman'ın Esasları

"İman" kelimesi ; "Emene" kökünden türeyen ve "Nefsin mutmain olması ve korkunun ortadan kalkması" anlamında olup , güvenmek anlamını da kapsamaktadır. Bu kelime , Kur'anın anahtar kavramlarından birisi olup hayatın temellendirilmesi gereken ana ilkeleri ihtiva etmektedir. Bu bağlamda Nisa s. 136 ve benzeri Ayetler, bizlere bu ilkeleri beyan etmektedir. 

Muhammed (a.s) ın vefatı sonrası ortaya çıkan siyasi ayrışmalar , beraberinde bu siyasi ayrışmaların dini bir temele oturtularak insanlar üzerinde bir baskı aracı olmasını getirmiştir. Atalarından gelen kabilevi düşmanlıklarını , Müslüman olduktan sonra da sürdürmek isteyenler, bu düşmanlıklarını itikadi alana taşıyarak farklı görüşler altında toplanmışlar ve bunları kendileri açısından "İman esasları" haline getirmişler veya Kur'anın belirlediği esasların arasına sokuşturma çabalarına girişmişlerdir. Bu bağlamda "Kader inancı" adı altında oluşturulan itikadi düşünceyi , Kur'anın belirlediği esaslar arasına ,"Cibril hadisi" adı altında ilave etme çabaları hepimizin malumudur. Bu konuyu "  http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/08/cibril-hadisi-uzerine-bir-degerlendirme.html " adlı bir yazıda değerlendirmeye çalışmıştık. 

Nisa s. 136. Ayetinin meali şöyledir; 

 [004.136]  Ey iman edenler, Allah'a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.

Ayete baktığımız zaman iman esasları olarak ;

1- Allah'a ,
2-Resulune,
3-Kitaba ve önceki Kitaplara,
4-Meleklere,
5-Ahiret gününe, iman şeklinde bir sıralama karşımıza çıkmaktadır. 

Klasik ilmihal kitaplarında , imanın tarifi "Kalb ile tasdik , dil ile ikrar" şeklinde yapılmaktadır. Ancak Kur'ana baktığımız zaman bize  böyle bir iman önermesi yapılMAmakta, aksine bu esasların içinin "Salih Amel" teriminin ifade ettiği anlam dahilinde doldurulması gerektiği bildirilmektedir. 

Bu ve benzeri ayetler , itikadımızı nelerin belirlemesi gerektiği noktasında bizleri aydınlatmaktadır. Maalesef bu ayetlere rağmen başka belirleyiciler ihdas edilerek , Kur'an harici iman esasları belirlenmiş ve bu belirlemeler neticesinde fırkalaşmaların önü alınamaz olmuştur. 

[029.002-3]  And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İMAN ETTİK» deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır.

5 iman esasına baktığımız zaman , hayatın bu esaslar üzerine kurulması gerektiği hatırlatılmakta olup bu kurulmanın keyfiyeti üzerinde biraz durmak gerektiğini düşünüyoruz. Bu esaslar yaşam içinde pratize edilmek sureti ile iman etmenin sadece dil ile ikrar kalp ile tasdikten ibaret olmadığını , bunlarla birlikte yaşam içinde amel şeklinde hayata aktarılması gerektiği Kur'anın pek çok ayetinin beyanıdır.

ALLAH'A İMAN; 

Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı ve tek hakimi olarak, kendisini bizlere "İlah" ve "Rab" olarak tanıtarak, bizler için en doğru olanı seçtiğini ve bunların bizler için tek ve nihai doğrular olduğunu bir çok ayette beyan ederek , başka doğrular aramanın "Sapkınlık" olduğunu bildirmektedir. Bu noktada güvenilmesi gerekenin sadece kendisi olduğunu defaatle hatırlatarak , başka güvenli merciler bulduklarını zannedenlerin , buldukları mercilerin Allah (c.c) karşısında ne kadar aciz ve güçsüz kaldıklarını örneklerle hatırlatarak , bizlerin Ahiret hayatımızı berbat etmememizi haber vermektedir.

AHİRETE İMAN ; 

Kur'anın en önemli çağrısı , İnsanların ölüm ile yeniden , esas olan bir hayata başlangıç yapacak olmaları , ölüme kadar yaşadığımız ve adına "Dünya Hayatı" denilen yaşamın, geçici olduğu ve "Ahiret Hayatı" olarak bildirilen hayatın ölümsüz bir hayat olduğu bir çok ayette bildirilmektedir. Dünya hayatı içinde yapılan amellerin , hiç eksiltilmeden , haksızlık yapılmadan ve  unutulmadan karşılığının verileceği yine Kur'an ve önceki Kitaplar içinde yer alan en önemli mesajlardır. 

Ahirete iman esasını , içselleştirerek Dünya hayatı içindeki yaşantısını bu eksen içinde devam ettiren bir insanın , kendisini Ahiret hayatında zora sokacak herhangi bir ameli yapması kolay kolay mümkün değildir. Bu insan Allah (c.c) nin nehyettiği bir şeyin kendisine Ahirette "Ateş azabı" olarak geri döneceği bilinci içinde yaşar. Ahirete iman ile bilgiler bize Allah (c.c) nin seçmiş olduğu beşer cinsinden olan insanlar ile ulaşmaktadır. 

Herkesin başına bir polis dikmek mümkün değildir , ancak "Vicdan" dediğimiz olguyu harekete geçirerek , yapılan amellerin bu süzgeçten geçirilerek yapılmasını sağlamak ve kişilere asla kaçamayacağı bir hesap yeri ve zamanı olduğunu bilerek bir hayat sürmesini sağlamak, herkesin kendi polisi olmasını sağlamaktadır.

RESULLERE İMAN; 

Allah (c.c)  yaratmış olduğu biz kullarına, yaşadığımız Dünya hayatı içindeki emir ve  nehiylerini , biz gibi insanlardan seçmiş olduğu bir takım insanlar aracılığı ile bildirmiştir. Bu insanlara "Resul Nebi" adı vererek , yaşadığımız hayat içindeki tabi olmamız gereken kuralları onlara "Vahiy" yolu ile bildirmiştir. Bu Elçiler Allah (c.c) den aldığı vahyi eksiltmeden , ilave etmeden muhataplarına aktarmıştır. Bu aktarma sırasında çok büyük tepkilerin geldiği yine Kur'an içinde ayetlerde bizlere anlatılmaktadır. Aynı tepki Muhammed (a.s) a da gösterilmiş olup onun yalancı , mecnun , kahin , sihirbaz v.s olduğu iftiraları atılarak mesajının rağbet görmemesi yoluna gidilmeye çalışılmıştır. Allah (c.c) müşriklerin bu iftiralarına karşı , Elçisine indirmiş olduğu vahye halel getirecek mecnunluk gibi arızaların Elçisine asla yaklaşamayacağını bir çok ayette bildirmiştir. 

Resuller , Allah (c.c) nin kulları ile konuşmasının bir aracısı olması bakımından önemli bir mevkiye sahiptirler. Şura s. 51. de beyan edildiği üzere , Elçi göndermek sureti ile kulları ile konuşmaktadır. Resuller aldıkları vahyi muhataplarına aktarma ve yaşama bakımından önemli bir göreve sahip oldukları için , onların aldıkları vahyi pratize etme şekilleri bizler için önemli örnekliklerdir. Bu bağlamda Kur'an sadece Muhammed (a.s) ın değil zikri geçen Elçilerin hayatlarından kesitler sunarak onlarında bizlere nasıl örnek olabilecekelerini göstermiştir.

Vahyin Resuller ile olan bağı etle tırnağın bağı gibidir ki, birbirinden ayrılması mümkün değildir. İslam düşüncesinde yüzyıllardır yapılan en önemli hatalardan birisi , Hıristiyanlara öykünerek , zımnen de olsa "Sizin İsa nız varsa bizimde Muhammed'imiz var" denilerek aşırı yüceltmeci bir Elçi anlayışı oturtulmasıdır. 

Bu durumun Kur'an ile sağlaması yapıldığında, kesinlikle red edilmiş olması bazı çevrelerde ifrata karşı tefrit düşüncesini doğrurarak , Elçi anlayışını tamamen red etme yolunun seçilmesine sebeb olmuştur. Başkalarının yanlışını red etmek üzerine kurulmuş düşüncelerin  ve yanlışın başka bir yanlışla kapatılmasının sağlıklı bi düşünce doğurmayacağı bu düşünceyi savunanlara baktığımızda maalesef acı örnekleri ile görülmektedir.  

Bu noktada "Resullere iman" şartının ne olduğu ve nasıl olması gerektiği yine Kur'an içinde bulunmaktadır. Resullere iman demek, onların gönderiliş amacı olan sadece Allah (c.c) nin İlah ve Rab olarak kabul edilmesi üzerine bina edilmiş bir hayat sisteminin tebliğini yapmış olmalarının idraki içinde olarak , onların aynı mücadele yolunu izlemek demektir. Bunun aksi bir iman anlayışı olarak , sakalına , terliğine , hırkasına v.s eşyalarına karşı yapılan hürmet gösterilerinin  Resullere iman ile alakası yoktur. 

KİTAPLARA İMAN ; 

Allah (c.c) beşer içinden seçmiş olduğu Elçilerini "Kitap" ile birlikte gönderdiğini buyurmaktadır. Son Elçi ile ile birlikte gönderilen Kitabın , kendisinden öncekileri tasdik etmesi bütün Elçilerin aynı kaynaktan beslendiğini göstermektedir. Farklı kaynaklardan beslenmiş olsalar herkes kendi kaynağını sahiplenir diğer kaynağı red etmek durumunda olurdu , ancak böyle bir durum asla sözkonusu değildir. 

Bütün Kitapların temel çağrısı Allah (c.c) nin birliği ve tek İlah olması üzerine kuruludur. Allah (c.c), gerçek bir imana sahip olmak için göndermiş olduğu Elçi ve Kitaplar arasında ayrım yapılmadan hepsine iman edilme şartını koymuştur. Kur'anın bir çok Ayeti Elçiler arasında ayrım yapmanın küfür olduğunu buyurarak böyle bir ayrımın yapılmamasını istemektedir. 

Elçilerin beşer olması onların ebedi olmamasını beraberinde getirdiği için , kalıcı olması nedeniyle gelen bilgilerin Kitap haline getirilmiş olması önemli bir faktördür. 

"Kitaplara iman" şartı sadece iki kapak arasındaki ve adına "Mushaf" denilen sayfalara iman etmek anlamına gelmez. Allah (c.c) nin yaratmış olduğu her şeye "Ayet" adını vermiş olması , "Kainat" dediğimiz şeyin aynı zamanda "Kitap" olması anlamına gelmektedir. Müslümanlar olarak en büyük eksiğimiz , Kitap denilince sadece Kur'anı hatırımıza getirip, buna iman ettiğimiz takdirde Cenneti garantilediğimiz inancıdır. Olması gereken her iki Kitabı yani hem Mushafı , hem de Kainat Kitabını birlikte okuyarak doğru bir imana sahip olunmasıdır.

"Kainat Kitabı" denilen , Allah (c.c) nin Mushaf haricindeki Ayetlerini , Elçiler aracılığı ile gönderilmiş Kitaba iman etmeyenler okuduğu bir Dünyada yaşadığımız bir gerçektir. Kur'an adı verilen Elçi ile gönderilmiş olan Kitap , Kainat Ayetlerini nasıl okumak gerektiği yönündeki bilgileri de ihtiva etmekte olup, bu iki Kitap asla birbirinden ayrı okunamaz. 

Bu iki Kitabın Mushaf olanının Müslümanlar tarafından , Kainat kitabı olanının Müslüman olmayanlar tarafından okunumş olması Dünyayı maalesef kan ve gözyaşına boğmuştur. Kainat kitabının bir nevi kullanma klavuzu olan Kur'an bu Ayetleri nasıl kullanmamızı gerektiğini öğretmektedir. Bu öğretileri göz ardı ederek Kainat kitabını okuyanlar ellerine geçirdikleri güç ve kuvvet ile Ahiret bilincinden yoksun bir hayat sürerek Dünyayı zulme boğmaktadırlar. 

Allah (c.c) nin Resuller aracılığı ile gönderdiği bilgiler , o Resullere "Melek Elçi" vasıtası ile gönderilmektedir. 

MELEKLERE İMAN ; 

"Melek" kavramı , bizim göz ile şahid olmadığımız bir alana ait bir olgudur . Allah (c.c) bu varlıklar aracılığı ile İnsanlara vahyini ilettiğini (Hacc s. 75 / Nahl s.2) , İnsanların canlarını bu Melekler aracılığı ile aldığını (Nisa s. 97/En am s. 61/ Enfal s. 50 ) , İnsanların işlediklerini bu melekler ile kayıt aldığını (Yunus s. 21 / Rad s. 11 /Zuhruf s. 80 ) ,  Cehennemde insanlara azab ile görevlendirildikleri (Tahrim s. 6) gibi bilgiler bulunmaktadır.

"Meleklere iman" şartı ,  Allah'a , Elçilerine ve Kitaplarına iman şartı ile birlikte düşünüldüğünde, birini birinden ayırdığımızda, iman halkasından telafisi imkansız bir kopma meydana gelmektedir. Allah (c.c) nin bizler için sıralamış olduğu iman şartları , 1- kendisine, 2- kendisinin bizlere dair emir ve nehiylerini kapsayan bilgileri gönderdiği Elçilere, 3- Elçiler ile gönderdiği Kitaplara, 4- O Kitapları getiren Melek Elçilere, 5- Melek Elçi aracılığı ile beşer Elçiye gönderilen ve içinde Ahiret ile ilgili bilgileri kapsamış olması kombine bir durum arz etmektedir. 

 Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin bizlere "İman şartı" olarak belirlemiş olduğu şartlar, sadece dil ile ikrar kalp ile tasdik etmekle sınırlı değildir. Geçici bir platform olan Dünya da , ebedi bir hayat süreceğimiz olan AHİRETteki mutlu bir yaşantının nasıl olacağını bizlere MELEK aracılığı ile beşer RESULLERE indirmiş olduğu KİTAPLARDA beyan eden ALLAH (c.c) bu iman şartını kombine bir halde birbirine bağlı bir şekilde vaaz etmiştir. Bu sıralamadan herhangi bir kopukluk meydana getirmek iman noktasında bizi sıkıntıya sokacak durumlar meydana getirecektir. 

Bu bağlamda, Allah (c.c) nin vaaz etmiş olduğu bu listeye herhangi bir ilavede bulunmak kimsenin haddine değildir. Siyasi kavgalar sonucu oluşturulmuş olan itikadi fırkaların , kendi haklılıklarını iddia etmek amacı ile Kur'ana yapamadıkları ilaveler , rivayetlerin Kur'an ile aynı derecede olduğu şeklinde üretilmiş düşüncelerle rivayetler sayesinde düşünce dünyamıza ilave edilmiş ve birleşilebilmesi neredeyse imkansız fırkalaşmaları doğurmuştur. Bu fırkalaşmanın en aza indirilebilmesi, sadece Kur'anın akide konusunda baz alınması ve ondaki bilgilerin akide konusu olarak kabul edilmesi ile mümkün olacaktır. 

Bu esaslar bizlere Din konusunda belirleyici olarak Kur'anın baz alınmasını emretmekte olup bunun dışındaki belirleyicelerin bizleri yanlış yollara sürükleyeceği müteaddit defalar haber verilmektedir. Müslümanlar olarak aramızdaki farklı düşüncelerin en önemli sebebi , farklı kaynaklardan beslenerek o kaynaklara Din de belirleyici olarak yapışmaktan kaynaklanmaktadır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Talut Kıssasını Medine Müslüman'larının Gözü İle Okumak

Bundan önceki Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda , bu kıssaların muhataplarına mesaj amacı taşıyan ve kendilerinden önceki yaşantılardan ibret alarak , hayatlarına pratize etmeleri amacına dayalı olduğunu hatılatmaya çalışarak , ele aldığımız kıssanın bize dönük nasıl bir mesaj içermiş olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmıştık. 

Bu yazımızda da , Bakara s. Ayetleri içinde yer alan Talut kıssasının öncelikle Medine'deki ilk muhataplar açısından nasıl okunduğu ve nasıl hayata pratize edildiği konusunu, Bedir ve Uhud  savaşları örneğinde ele almaya sonrada bize dönük mesajını okumaya çalışacağız. Kur'anın ilk muhatapları olan "Örnek Nesil" dediğimiz Muhammed (a.s) ve ashabı, kendilerine inen Ayetlerin ihtiva ettiği konuların, hayata dair mesajlar olduğu bilincinden hiç bir zaman uzaklaşmayarak , Ayetlerin ihtiva ettiği mesajı hayatlarına pratize etmişler ve yaşamışlardır. 

 [002.243] Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.

Talut kıssasının başlangıcı olarak okuyabileceğimiz bu Ayet ,Medine de indiği zaman ilk muhataplar olan Ashap tarafından "Bize dönük nasıl bir mesaj veriyor?" sorusu sorularak cevabı aranmaya çalışılmıştır. Bu Ayeti anlamak için Medine Müslümanlarının durumunu kısaca hatırlamak gerekmektedir.

Medinede ki  Müslümanların, özellikle Mekke den hicret etmiş olanlarına baktığımız zaman çoluğunu çocuğunu , evini barkını , herşeyini terketmiş bir vaziyette Medineye hicret etmiş olduklarını görmekteyiz. Sahabe bu Ayet nazil olduğu zaman, çoğu tefsirlerde gördüğümüz yorumlar gibi onların gerçekten ölüp ölmediğini tartışmamışlardır. Bu Ayetten kendilerinin Mekke den hicret edilmek zorunda bırakıldıktan sonra Mekke ye dönmenin mümkün olduğunu, fakat bu mümkünlüğün ilerleyen Ayetlerde anlatılan Talut kıssası içindeki mesajda olduğunu anlamışlardır.

[002.244]  Allah yolunda savaşın; bilin ki Allah işitir ve bilir.
[002.245]  Allah'a, kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur? Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır; O'na döneceksiniz. 

Allah (c.c) ye "Karzen hasenen" (güzel bir ödünç) şeklinde verilen Allah yolunda savaşmanın karşılığı bir çok Ayette ebedi Cennet olarak beyan edilmiş ve herşeyi elinden alınarak , yerinden yurdundan sürülmüş , bir nevi ÖLÜ durumuna düşen mazlumların ,yeniden DİRİLMEK için güçlerini seferber etme gerektiği hatırlatılmaktadır.

[002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? nebilerine, «Bize bir hükümdar gönder Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya savaş size farz kılındığında gitmeyecek olursanız?» demişti. «Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmıyalım?» demişlerdi. Ama savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı müstesna yüz cevirdiler. Allah zalimleri bilir. 

Allah (c.c) Medine deki Müslümanlara , içlerinde bulundukları durumu çağrıştıran bir başka durumu Musa (a.s) sonrası bir olayı anlatarak örnek vermektedir. Evlerinden barklarından uzaklaştırılan İsrailoğulları , eski düzenlerini geri kazanmak için başlarına bir komutan isteyerek savaş isteklerini Nebilerine dile getirirler , fakat Nebileri onların bu istekleri kabul edildiğinde yan çizebileceklerini hatırlatmaktadır. Bu yan çizme durumu onların insan olmalarının bir sonucu olup aynı durum Muhammed s. 20. Ayetinde Müslümanlar arasında da başgöstererek , her toplumda böyle yan çizmeler olabileceği gürülmekle birlikte,  insiyatifin bu yan çizenlere bırakılmaması önemli bir noktadır.

[047.020]  İman edenler «bir Sûre indirilseydi» diyorlar, derken muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince kalblerinde bir maraz bulunanları görüyorsun sana öyle bir bakış bakıyorlar ki: tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı, o da onlara pek yakındır

[002.247]  Nebileri onlara «Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?» dediler, «Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir. 

Başlarına bir komutan isteyen İsrailoğulları , gönderilen bu komutanı beğenmemişlerdir. Burada verilmek istenen mesaj , Allah (c.c) tarafından kendilerine gönderilen kim olursa , muhatapların bunu red etmek , beğenmemek , başka birini istemek gibi bir seçenekleri olmayıp, gönderilen kim olursa olsun ona tabi olması gerektiğidir. Mekke'de nazil olan Ayetler de aynı itiraz Muhammed (a.s) içinde yapılarak başka Elçi , başka Kitap isteklerine karşı bu Elçi ve Kitaba iman dışında bir seçenek olmadığı hatırlatılmaktadır.

[002.248] Nebileri onlara dedi ki; 'Talut'un hükümdarlığının belirtisi, size meleklerin taşıdığı bir sandığın gelmesidir. Bu sandıkta Rabbinizden size yönelik bir huzur ile birlikte Musa ve Harun ailelerinin geride bıraktıkları bazı önemli eşyalar vardır. Eğer mümin kimseler iseniz, bu sizin için kesin bir belirtidir. 

İnsanların bir konu hakkında sağlam bir inanca sahip olmaları için, o inanca davet edenlerin bir takım delil sunma gerekleri vardır. Talut'un komutan olarak tayin edilmesinin bir delili olarak İsrailoğullarının güvendiği bir şeyin sunulması Talut'un komutanlığı konusundaki çekinceleri ortadan kaldırmıştır. Bu durum gelecek Ayet içinde belli olmakta ve artık Talut ordunun başına geçerek komutayı eline almıştır.

[002.249]  Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler. 

249. Ayet müstakil bir yazı başlığı değerlendirilerek üzerinde çok şey söylenebilecek bir Ayet olup, yazının hacmini büyültmemek amacı ile kısaca bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.

Bu Ayeti Nisa s. 59. Ayet ile birlikte tefekkür etmek yerinde olacaktır.

[004.059]  Ey iman edenler; Allah'a itaat edin. Rasule ve sizden olan EMİR SAHİPLERİNE itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve Rasulüne bırakın. Bu; hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir. 

Bir düşünce , inanç , fikir üzerinde buluşmuş olan toplulukta olmazsa olmazlardan birisi o topluluğu idare eden bir önder olmasıdır. Kur'an bu öndere itaatı Allah ve Elçisine itaat ile birlikte zikrederek bunun önemini vurgulamıştır.  Başlarındaki öndere itaat etmeyen bir topluluğun başına gelecek olanlar Enfal s. 46. Ayetinde şu şekilde beyan edilmiştir. Medinede ki Müslümanlar , kendilerine Allah (c.c) tarafından gönderilen Elçi ve aynı zamanda Komutan olan Muhammed (a.s) a bağlılığı bu gibi Ayetler ile öğrenmişlerdir.

[008.046] Allah'a ve Peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.  

Toplululuğun başında olan komutan , komutası altındakilerin kendisine ne denli itaatkar olduğu noktasında onları denemeye tabi tutabilir. Allah (c.c) nin birçok Ayetinde bizleri denemeye tabi tutmasını bu noktadan değerlendirmek gerektiğini düşünmekteyiz. Talut , birlikte savaşacağı askerlerinin kendisine ne kadar sadık olduğunu ölçmek ihtiyacı hissederek onları bir şekilde imtihan etmektedir. Bir ordunun başarısı başındaki komutana tabi olmakla mümkün olacaktır. Aksi takdirde her asker kendi başına komutan kesilmeye kalktığı takdirde bu başı bozukluk yenilgiye sebeb olacak en büyük faktördür, Uhud örneği bu durumun yaşanmış canlı bir örneğidir.

Talut tarafından sınanan ordunun büyük çoğunluğu sadakat sınavını geçememiş ancak küçük bir bölümü bu sınavı başarmıştır. Talut'un sınamasından geçemeyenler moral ve motivasyon bozukluğuna düşerek karşılarındaki ordunun gücü karşısında ümitsizliğe düşmüşler ve korkmaya başlamışlardır. Başlarındaki Komutana güvenemeyen bir ordu , karşısındaki düşmana karşı galip gelme konusunda elbette ümitsizliğe düşecektir. Ancak başlarındaki komutana güvenen bir ordu , karşısındaki düşman kuvveti ne kadar çok olursa olsun onlardan korkmazlar ve galip gelecekleri konusunda ümitlerini asla kaybetmezler. 

Niceliğin değil niteliğin önemli olduğu Enfal suresinde şöyle beyan edilmektedir.

[008.065-66] Ey Nebi! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. 

Talut kıssası ve özellikle Bakara s. 249. Ayetinin Medine Müslümanları tarafından nasıl içselleştirildiği Bedir ,  içselleştirilMEdiği ise Uhud savaşları örneğinde görülmektedir. Bedir savaşında kendilerinden fazla olan müşrik ordusuna karşı , komutanlarının emri doğrultusunda hareket eden Müslümanlar "«Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir»" 250. Ayette olduğu gibi " «Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden millete karşı bize yardım et»" Diyerek Bedir de müşrik ordusunu hezimete uğratmışlardır. 

Aynı Müslüman ordusu Uhud da , komutanları tarafından verilen nehirden tatmama veya bir avuçluk bir tatma emrine riayet etmeyerek ganimet peşine düşmüşler ve bu itaatsizlikleri onların bu sefer müşrik ordusu karşısında hezimete uğramalarına sebeb olmuştur. Bedir ve Uhud savaşları siyer kitaplarında genellikle kahramanlık destanı şeklinde kişisel kahramanlıklar bazında ele alınmış ve bu savaşlardaki "Sünnetullah" faktörü pek akla getirilmemiştir. 

Bedir'de savaşan Müslümanlar kendilerinden öncekilerinin başlarından geçen aynı durumu unutmadan emir komuta zincirine riayet ederek Allah dayanmışlar , Aynı Müslümanlar bu sefer Uhud'da şartlara riayet etmemdikleri için bozguna  uğramışlardır. Bu savaşlardaki sonuçlar "Sünnetullah" olgusunun bir sonucu olup aynı şartlar bu günde geçerlidir. Bedir örneğinde Müslümanların yolunu izlersek karşılık Bedir gibi galibiyetler , Uhud örneğindeki Müslümanların yolunu izlersek karşılık Uhud gibi mağlubiyetler olacaktır.

 [002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır. 

Neticede Talut ordusu, Calut ordusuna karşı galip gelmiş ve bu savaşta Davud adlı bir başka kişi sahneye çıkmış ilerleyen zamanlarda Allah (c.c) ona Mülk ve Hikmet vererek İsrailoğullarının başına geçmesini sağlamıştır. 

Talut ve Davud, İsrailoğullarının içinden çıkmış iki kişi olup , İsrailoğulları içinden böyle iki değerin sivrilmiş olması bize şunları hatırlatmaktadır; Toplumlar kendilerini , siyasi , iktisadi , askeri ve ekonomik bakımdan geliştirecek kişilere ihtiyaç duyarlar. Toplumlar kendilerinin yükselmesi için gerekli olan kadroyu oluşturamadığı müddetçe , bu kadroları oluşturmuş olanların tahakkümü altında kalmaktan kurtulamazlar. 

Müslüman coğrafyasına baktığımızda bu eksikliği ziyadesi ile görmüş olmanın ezikliğini yaşamaktayız. Kendi içlerinden yetiştiremediği kadroları dışardan ithal etmek veya kendi dışımızdaki insanların ürettiklerini almak zorunda kalarak bir bakıma onlara göbekten bağlı olmamız, bizim elimizi kolumuzu bağlamaktadır. Talut kıssası , toplumların içlerinden çıarmış oldukları önderlerin kendi toplumlarını başarıya götürmesini okumak açısından önemli bir yere sahiptir. 

251. Ayet içindeki " Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır" cümlesi ile Allah (c.c) bizlere, Arz üzerine koymuş olduğu bir yasalardan bir tanesini bizlere hatırlatmaktadır. Zulme uğrayanlar bu zulmü ortadan kaldırmak için zalimlere güç ile karşı koyamadığı müddetçe , zulmün tasallatundan asla kurtulamazlar. Allah (c.c) hiç bir zalimi gökten taş yağdırarak mağlup etmez. Bu mağlup edilmeyi , zulme uğrayanların o zalimlere karşı koyması şeklinde bir yasaya bağlamıştır. 

Bu gün Müslümanlar olarak çoğumuz bu yasadan habersiz olduğumuz için ellerimizi semaya açıp "Allahım bu kafirlere ebabil ile helak et" şeklinde dualar ettiğimiz halde bu duaların kabul olmadığını görmekteyiz. Allah (c.c) kullarına yardım etmesini bir yasaya bağlayarak bu yasanın işlemesi için önce kulların güçlerinin sonuna kadar çalışmasını şart koşmuştur. Kulun bittiği yerde Allah (c.c) yardıma koşacaktır Musa (a.s) kıssası örenğinde denizin yarılması örneğinde olduğu gibi.

[002.252]  İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz ki sen elçilerdensin. 

Bu Ayetleri sana okuyoruz ki senden öncekilerden örneklik çıkar ve onların hayatları sana örnek olsun. Sende Talut gibi örnek bir komutan ol , emrindekileri onun gibi yönet ve başarıya ulaş. 

Sonuç olarak ; İlk muhataplar olan Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan Ashabı , kendilerinden önce yaşayanlar üzerinden verilen örnekleri kendi yaşantılarında pratize ederek başarıya ulaşmışlardır. Bizler hem kıssa yolu ile verilen örnekleri , hem de kıssa yolu ile verilen örnekleri hayatlarına pratize ashabın bu örnekliğini Kur'an içinden okuyarak yolumuzu çzimek zorundayız. Allah (c.c) indirmiş olduğu Kitabının içindeki yaşanmışlıkların bizlerin hayatı için bir örnek olması gerektiği için bizlere anlatmaktadır. 

Dün Muhammed (a.s) ve ashabı, Talut kıssasını okuyarak evinden barkından çıkarılanların tekrar yurtlarına geri dönmelerinin yolunu, Talut kıssası içinde yaşanmışlık örneği olarak aktararak  Medineli Müslümanlara zımnen, Mekke ye geri dönüşün yolunu göstermiştir. Talut ve benzeri kıssaları hayatlarında pratize edilmesi gereken örneklikler olarak okuyan Müslümanlar , çıkarıldıkları Mekke'ye zafer kazanmış olarak geri dönmüşlerdir. Bu gün bizler Talut kıssası ve bu kıssa ve benzerlerini okuyarak zulme karşı koyanların örnekliklerini kendi yaşamımızda pratize etmek sureti ile , evinden barkında , yurdundan çıkarılmışların yurtlarına nasıl geri dönebileceğini okumaktayız. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Felak ve Nas : Akidemizi Belirleyen İki Sure

Kur'anın temel çağrısı , sadece Allah (c.c) yi Rab , İlah ve Melik olarak kabul etmek üzerine kurulmuş bir çağrı olup , gönderilmiş bütün Elçilerin amacı, bu bilgilerin yeniden onlar aracılığı ile yeniden hatırlatılmasıdır.  Muhammmed (a.s) ve Kur'an bu çağrıyı tekrarlayan en son hatırlatıcılar olmasına rağmen , Kur'an hakkındaki yanlış okumalar bu iki sure ile ilgili tekrarlanmış olup, üfürükçülere karşı bir alternatif üfürükçülük suresi olarak tefsirlerimizde yapılan ağırlık yorumlarda bu merkezli bir okumaya tabi tutulmuştur. 

"Muavvizeteyn" yani iki sığınma suresi olarak adlandırılan bu iki sure maalesef bu isme uygun bir okuma yerine büyü ve sihirden korunmak için okunan ve anlamı üzerinde pek düşünülme gereği duyulmayan iki suredir. 

Tefsirlere baktığımızda , surelerin iniş mekanı olarak "Mekke" veya "Medine" olduğu yönünde görüşlere rastlamaktayız. Surelerin uslubunun Mekke de inen surelerin benzeri olması , Mekke de inmiş olması düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Medine de indiğini iddia eden düşüncenin, bu surelerin Muhammed (a.s) a sihir yapılması üzerine indiği yönündeki düşünceleri göz önüne alarak iddia etmiş olması düşüncesine katılmadığımızı söylemek isteriz. Muhammed (a.s) büyü yapıldığı iddiaları , karizmatik bir yapıya büründürülmüş olan "Müslim" in sahihi gibi hadis kitaplarında yer almasına rağmen , büyü ile ilgili rivayetler ilk dönem hadisçiler tarafından dahi red edilerek Müslim de yer alan bu rivayetin doğru olmadığı ifade edilmiştir.

Her iki sure "Qul euzu" (De ki sığınırım) diye başlamakta ve devam eden Ayetlerinde sığınmanın kime ve kimden olması gerektiği beyan edilmektedir. Burada ortaya çıkan önemli bir nokta , insanın sığınmaya muhtaç bir fıtrat üzerine yaratılmış olduğu vurgusu olup bu sığınma ihtiyacının yanlış adreslerde giderilme arzusu "Şirk" dediğimiz olguyu ortaya çıkarmıştır. Bir çok Ayette olduğu gibi , bu iki sure içindeki  Ayetler sığınılması gereken doğru adresi göstermektedir.

Mekke toplumunun düşünce ve inanç arka planına baktığımızda adına "Şirk" denilen ve Allah (c.c) nin dışında sığınılacak merciler arandığını görmekteyiz.Mekke toplumundaki bu yanlış adres , Cin s. 6. Ayetinde şu şekilde anlatılarak konumuz olan surelerin çağrısının muhatapları olanların düşünce arka planı göz önüne serilmektedir.

[072.006]  «Gerçekten, bir takım insanlar, cinlerin bir takımına sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı.» 

Surelerde, Kur'anın temel kavramları olan Rab , Melik , İlah  kelimelerinin anlam alanları üzerinde biraz düşündüğümüzde , bu kelimeler ile ifade edilen anlamların Allah (c.c) ye hasredilme sebebi anlaşılacaktır. 

"Rab" kelimesi ; "Bir nesneyi kemal ve olgunluk sınırına ulaşıncaya kadar , aşama aşama tedricen inşa etmek , besleyip büyütmek , yetiştirmek" anlamına gelir.

"Melik" kelimesi ; "İnsanlar arasında emrederek , buyurarak , ve nehyederek , yasaklayarak tasarrufta bulunmak" anlamında olup , özellikle akıl sahiplerinin yönetilmesi ile ilgili olarak kullanılır. 

"İlah" kelimesi ;"Kulluk edilen şey" anlamındadır.

"Alemlerin Rabbi" terkibi şeklinde kullanımın Kur'anın bir çok yerinde tekrar edilmiş olması, yarattığı her şeyin üzerinde besleyip , büyütmesi onların üzerinde belirlenmiş bir ecele kadar hüküm sahibi olması anlamına gelir.  

İnsanların Rabbi , Meliki , İlahı olması demek onlar ile ilgili olan herşeyi sadece onun vaaz yetkisinin olması ve yegane sığınılacak mercinin sadece o olması gerektiği anlamına gelmektedir. 


İnsanlar fıtri olarak , kendilerinden daha üstün bir güç karşısında boyun eğmek itiyadında yaratılmış olan varlıklardır. Allah (c.c) bu üstünlüğün sadece kendisinde olduğunu beyan ederek , kendisinden başkasına yapılan üstün görme şeklindeki tazim'in "Şirk" olduğunu ve cezasının ebedi Cehennem olduğun beyan etmiştir.


Allah (c.c) insanlar üzerinde hükmetmek yetkisine sahip olmak için , onları ve onların dışındaki her şeyi yaratmak gibi bir vasfa sahip olunması gerektiğini bir çok Ayette vurgulayarak , bu vasıflara sahip olanın sadece kendisi olduğu , dolayısı ile kulları üzerinde hüküm sahibi olmak yetksinin sadece kendisinde olması gerektiğini haber vermektedir.


Ancak insanlar Allah (c.c) nin Rabliği ve İlahlığını red ederek , kendileri gibi yaratılmış olanları Rab ve İlah olarak  benimseme yoluna giderek sapmışlar ve bun sapkınlıkları düzeltmek için , bir çok Elçi göndererek gerçek İlah ve Rabbın kendisi olduğunu bizlere bildirmiştir. 

"Karanlığın şerrinden" sığınılması gerekenin kendisi olduğunu Felak suresi içinde beyan eden rabbimiz , "Karanlık" kelimesini Kur'anın bir çok yerinde mecaz anlamda kullanarak , bu karanlıktan kurtulmanın adresini "Nur" olarak ifade ettiği Kur'an olarak göstermiştir. Karanlığı doğru yolu bulamamak , yolda kaybolmak , doğru yoldan sapmak olarak tarif eden Rabbimiz , Aydınlığı yani Nur'u doğru yolu bulmanın bir aracı olarak beyan etmiştir.


Felak s. 4. Ayeti olan " Ve min şerrinneffesati fil ukadi" cümlesini , "Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden" şeklinde meallendirildiğini görmekteyiz. Bu şekil bir mealin anlamı tam olarak ifade edemediğini  söyleyebiliriz. Sureleri alternatif bir karşı üfürükçülük olarak okumanın bir yansıması olduğunu düşündüğümüz bu tür çeviriler, anlamı daraltarak verilmek istenen mesajın yansıtılamamasına sebeb olmaktadır. Ayet içinde geçen kelimeleri tahlil ettiğimiz zaman verilmek istenen mesajın daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz.

"El akdü" kelimesi ; "Bir şeyin uçlarını bir araya toplamak" anlamındadır. "Ukad" kelimesi , "Ukdetün" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime Bakara s. 235. ve 237. Ayetlerde "Ukdetünnikahi" (Nikah bağı sözleşmesi) şeklinde geçmektedir . Bu kelimeye "Sözleşme" anlamı vermenin yanlış  olmayacağını düşünüyoruz. "Akide" kelimesi dilimizde inanç kuralları olarak bilinen bir kelimedir.

"Neffasat" kelimesinin türediği "Ennefsü ( S harfi "sin" değil peltek s dir) ; "Tükürmek" anlamındadır , yılanın zehir atması bu kelime ile ifade edilmektedir. 

Bu anlamları toparlayacak olursak "Sözleşmelere tükürenlerin şerrinden" olarak anlamlandırabileceğimiz 4. Ayet'te , Allah (c.c) ile olan iman sözleşmemizi yani akidemizi bozarak bizi "Şirk" bataklığına sürükleyen her şeyin şerrinden , Rabbimiz olan Allah (c.c) ye sığınmak gerektiği hatırlatılmaktadır. 

Bu sığınma onun Muhammed (a.s) ile indirmiş olduğu Kitabın muhteviyatına tabi olmak ile gerçekleşeceği muhakkaktır. Bu sığınmanın, sureleri sağımıza solumuza üfleyerek gerçekleşeceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Rabbimiz bizlere "De ki" şeklinde bir emir buyurmuş olması bu demenin sadece lafzi bir tekrar ile değil bu lafızlardaki Ayetlerin hayat içinde pratize edilmesi ile anlamını bulur. 

Felak s. 1 - De ki yaran Rabbe sığınırım. 

Peki Rabbimiz neyi yarar ?

[026.063]  Bunun üzerine Musa'ya vahyettik ki: Asanı denize vur. O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.
[006.095] Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır; ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?
[006.096]  Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur. Geceyi dinlenmeniz, güneş ve ayı da vakitlerinizi hesaplamak için O yarattı. İşte bütün bunlar, azîz ve alîm (mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen) Allah’ın takdiridir. 

Denizi , taneyi , çekirdeği , karanlığı yarmak Allah (c.c) den başkasının asla güç yetiremeyeceği şeyler olupböyle bir kudrete ondan başkasının sahip olmayacağı vurgusu yapılarak sığınılması gereken tek merci nin Allah (c.c) olduğu beyan edilmektedir.

Yaran Rabbe nelerden ve kimlerden sığınacağız ? . 

2-  Yarattıklarının şerrinden.

3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. 

Burada "Şer" olarak ifade edilen şey gecenin kendisi değil gece yapılan işlerden ve "Gece" ve "Karanlık" olarak ifade edilen mecazi bir terim olarak insanların yollarını kaybederek küfür ve isyan karanlığına düşmesi olarak anlamak mümkündür. 

4- Sözleşmelere tükürenlerin şerrinden. 

Rabbimiz ile yaptığımız "İman" sözleşmesini bozmaya çalışarak onun yerine "Şirk" i ikame etmeye çalışanların şerrinden.Allah (c.c) ile yaptığımız iman sözleşmeşmesini bozmaya çalışanlar , bizler de  onun yaratmış olduklarına kul olmak ve onlara sığınmak şeklinde bir akide ve inanç yerleştirmeye çalışarak bizleri "Şirk" e davet edenlerdir. Bu davetin özellikle "İslam" kisvesi altındaki kişilerden gelmiş olması bizler için en büyük tehlike olup bu tür kişilerden gelecek olan şirk davetlerine karşı uyanık olmak gerekmektedir.

5- Hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden. 

"Hased" kelimesi ; "Bir nimeti onu hak eden kimsenin elinden gitmesini arzulamak , o nimeti kaldırmaya yönelik bir çaba içinde olmak" anlamındadır. 

Hasedçinin hased ettiği nimet nedir ?. 

[002.109]  Ehl-i kitaptan birçokları kendilerine hak tebeyyün ettikten sonra nefislerindeki hasetten dolayı sizi imânınızdan sonra kâfirler haline döndürmeyi temenni etmiştir. İmdi siz Allah'ın emri gelinceye kadar affediniz, serzenişte bulunmayınız. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şeye kemaliyle kâdirdir.  

İman nimetine nail olmamız nedeni ile bu imanımızı çekemeyerek bizleri kendileri gibi olmamız için ellerinden geleni yapmaya çalışanların bu amaçlarını boşa çıkarmak için iman var gücümüzle sarılmak hasedçinin şerrinden Rabbe sığınmak anlamına gelecektir.  

Nas suresi 1- De ki İnsanların Rabbine sığınırım.

2- İnsanların Melikine. 

3-İnsanların İlahına . 

Sığınılması istenen varlık öyle bir varlıktır ki , kendisi İnsanların Rabbi , Meliki , İlahı olup onun üzerinde hiç bir şekilde güç sahibi yoktur. Bunun dışında olan herhangi bir varlığa veya nesneye yapılacak sığınmanın adı "Şirk" olacaktır. 

4- Vesvese veren Hannas ın şerrinden. 

"Vesvese" kelimesi ; " Gizli ve alçak sesle fısıldayarak akla bozuk ve kötü fikirler getirmek" anlamındadır. 

"Hanese" kelimesi ; "gizlenen , saklanan" anlamındadır. 

5- O (hannas) ki İnsanların suduruna gizlice fısıldar . 

6-  (O hannas) Cin den ve İnsan dan olur. 

De ki , "Cin veya İnsan olup gizlice fısıldayarak , İnsanların aklına şirk ve tuğyan düşüncelerini sokarak onların ayağını Cennet ten kaydırıarak , Cehenneme girmelerini sağlayan şeytanların şerrinden İnsanların Rab , Melik , İlahı olan Allah (c.c) ye sığınırım".   

Sonuç olarak ; Kur'anın temel çağrısı olan "Tevhid" in Felak ve Nas surelerinde , bizlerin şirk bataklığından bu iki surenin muhteviyatını hayata pratize ederek nasıl kurtulabileceğimiz öğretilmektedir. "De ki" diye başlaması, Ayetlerin sadece dil ile tekrarlanması anlamında değil hayat içinde uygulama alanına geçirilmesi neticesinde doğru yolun bulunacağı bilinmesi gerekmektedir. 

Bu sureler maalesef akideyi belirleyen sureler olarak okunmaktan ziyade üfürükçülük gayesi ile okunarak hayata pratize edilmesi hatıra bile gelmeden okunan sureler veya kısa olduğu için alelacele namazlarda okunan sureler olarak hayatımızda pratize edilmiş olması düşündürücüdür. 

Allah (c.c) den başkasını Rab , Melik , İlah olarak tanımanın ve bu tanımayı hayata aktarmanın adının "Şirk" olduğu maalesef biz Müslümanlarda ki en büyük bilgi eksikliğidir. Müslüman kisvesi altında bizleri başka Rab ve İlahlara boyun eğmeyi empoze eden sahtekarlar maalesef içimizde dolaşmakta olup bunların sahtekarlıklarının ortaya çıkması sadece Kur'anın rehber olduğu bir belirleyici ile mümkün olacaktır.


                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


30 Temmuz 2015 Perşembe

Nasr Suresi : Allah (c.c) nin Yardımı ve Fethi

Kısa bir sure olduğu için "Namaz suresi" olarak isimlendirilen ve alelacele okunarak ne demek istediğinin anlaşılma gereği bile duyulmadan okunan bu sure, içinde Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasaların işleyişi konusunda önemli mesajlar taşımaktadır.

[110.001] Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde,
[110.002] Ve insanların fevc fevc Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde;
[110.003] Rabbini överek tesbih et, O'ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeleri kabul edendir.

NASR Suresi; Mekke'nin fethinden sonra indirilmiş olan ve 3 ayeti kapsayan bir sure olup 
bu surenin anlaşılması için, Kur'an'ın nazil olmaya başladığı ilk ayetten başlayarak 23 yıllık bir sürece yayılan ve bu sürecin anlatıldığı ayetleri okumak gerekmektedir. Sure; Muhammed(a.s)'ın elçiliği ile başlayan bir mücadelenin sonucunu anlatmakta olup, bu sonuca varmak için gerekli olan mücadele metodu ve bu metodun Muhammed(a.s) ve ashabı tarafından uygulaması bütün Kur'an içine yayılmıştır.

Bu sonuca varmak için uygulanan yol ve yöntem bizler için de bir örneklik taşımakta olup, bizlerin de Allah(c.c)'nin yardımı ve fethine mazhar olmamız için bu yolu izlememiz gerekmektedir. Dün Mekke'de hakim olan şirk ve zulüm sistemi, bugün aynı şekilde yeryüzü üzerinde hakim olup, bu düzenin ortadan kalkması için bizden önceki elçi ve onlarla beraber olanların yollarının izlenme mecburiyeti vardır.

NASR Suresi'nin anlaşılması için; öncelikle nuzül öncesi Mekke toplumunun inanç ve yaşantısının bilinmesi gerekmektedir.

Sadece Allah(c.c)'yi Rab ve İlah olarak tanımak ile yükümlü bir hayat sürmek için yaratılmış olan insanlar (ZARİYAT 51:56), zaman içinde bu yükümlülüğü unutarak, başka ilah ve rablere yönelmiş ve adına "şirk" denilen ameli işlemek durumuna düşmüştür. Allah(c.c); Adem(a.s) ile Muhammed(a.s) arasında, sayısını kendisinin bildiği birçok elçi göndererek bu yükümlülüğü bizlere hatırlatmıştır. Elçiler vasıtası ile yapılan bu hatırlatmalar, şiddetli bir karşı çıkmayı da beraberinde getirmiş ve neticesinde kabul etmeyenlerin helak edilmesi gerçekleşmiştir.

Muhammed(a.s) öncesi elçilerin bu mücadeleleri Kur'an içinde "kıssa" şeklinde anlatılarak, Muhammed(a.s) ve ashabının nasıl bir yol izlemesi gerektiği yaşanmış örneklerle gösterilmiş ve bu örnekler onlara ve bizlere bir yol haritası olarak Kur'an içinde bulunmaktadır.

Muhammed(a.s)'ın elçi olarak gönderilmiş olduğu Mekke toplumu, adına "şirk" dediğimiz Allah(c.c) dışındakilerin belirlemiş olduğu bir hayat sistemi içinde yaşam sürmekteydiler. Allah(c.c)'nin elçisine indirmeye başladığı vahyinin temel çağrısı; sadece kendisinin İlah ve Rab olarak belirlendiği bir hayat sistemi içinde yaşanması gerektiğidir. Ancak bu çağrıya muhatap olan Mekke toplumunun ileri gelenleri, ellerinde bulundurdukları gücün gitmesi korkusu ile önceki müşrik atalarının yollarını izleyerek, Muhammed(a.s)'ın çağrısına var güçleri ile karşı çıkmışlardır.

Mekke'de ilk yıllarda nazil olan surelere baktığımızda; Mekkeli müşriklerin bu karşı çıkmaları net bir biçimde okunmaktadır. Allah(c.c); onların bu çıkışlarına karşı Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlara, kendilerinden önce gelen elçi ve mü'minlerin mücadelelerini anlatarak, nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini göstermiştir. Muhammed(a.s) öncesi elçilerin mücadelelerinde en önemli nokta; kafirler ile hiçbir şekilde uzlaşma ve tebliğden geri çekilme şeklinde bir yönteme başvurulmaması idi. Bu noktada Yunus(a.s)'ın sabırsızlığı ve Nuh(a.s)'ın sabrı örnek gösterilerek, iman edenlere gerekli yol haritası çizilmeye çalışılmıştır.

Bununla birlikte Kur'an'da Allah(c.c)'nin yardımının bir kurala bağlı olduğu ve bu kuralın mü'min-kafir ayrımı yapılmadan "hak ediş" kuralına bağlı olarak işleyeceği beyan edilmiştir. Bu konuda yine yaşanmış örnekler verilerek, kimsenin "armut piş ağzıma düş" tarzında bir hayat sürerek Allah(c.c)'nin yardımını beklememesi istenmektedir.

"Sünnetullah" dediğimiz; Allah(c.c)'nin toplumsal yasalarının işlemesi için Kur'an içinde vaaz etmiş olduğu hükümler, Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlar tarafından 23 yıllık bir mücadele süreci içinde yerine getirilerek Mekke şehri fethedilmiştir.

Mekke'nin fethedilmesi sadece o belde ile sınırlı bir olay değildir. Mekke'yi küfrün ve şirkin hakim olduğu prototip bir belde olarak düşündüğümüzde, bu beldenin fethedilmesi evrensel bir mesaj içermektedir. Küfr ve şirk düzenlerinin yıkılarak yerine tevhidî bir sistemin ikame edilmesi için bu fethe zemin hazırlayan olayları çok iyi tahlil etmek gerekmektedir. Bu tahlil Kur'an ayetlerinde ayan beyan ortada olup, zanna dayalı siyer ve hadis malzemelerini okuyarak olayı eskilerin masalları tadında okumak bizlere bir şey kazandırmayacaktır.

Yaşadığımız beldeleri dünün Mekkesi olarak gördüğümüzde, bu beldelerde tevhidî bir sistemin hakim olması için Mekke'nin fethedilmesine kadar süren süreci iyi anlamak ve hayat içinde pratize etmek gerekmektedir. Bu noktada, hicret sonrası Medine'de nazil olan ayetlerde birebir yaşanmış olaylardan örnekler verilerek, yaşanmışlıklardan ibretler çıkarılması amaçlanmaktadır.

ZARİYAT 56 ayeti ve benzeri ayetler, bizlerin kime kul olacağımızı beyan etmekte olup, bizden önceki elçi ve onlarla birlikte olanların yapmış oldukları, sadece Allah(c.c)'nin Rab ve İlah olarak tanındığı bir hayat sistemi mücadelesi bizlerden de istenmektedir. Bu mücadele elbette bizden öncekilerin başlarına gelenlerin bir benzeri, belki de daha şiddetlisi olacaktır. İşte bu merkezde Kur'an'ın bizden öncekilerin yürütmüş olduğu mücadele metodunu anlattığı ayetler yolumuzu aydınlatacaktır.

Bugün bizler bu mücadeleyi nasıl bir söylem üzerine bina ederek insanların "FEVC FEVC" bu dine rağbet etmesini sağlayabiliriz?

Bu sorunun cevabı yine Kur'an içinde mevcuttur.

Bugün insanlık, her çağda olduğu gibi müstekbirlerin baskı ve zulmü altında inlemektedir. Bu baskı ve zulme karşı çıkan ideolojilere baktığımızda, insanlar tarafından üretilmiş oldukları görülmektedir. Sonları "izm" ile biten düşünce sistemlerine baktığımızda, bu düşüncelerin baskı ve zulme karşı çıkmak gibi bir temele dayalı olduğunu görmekle birlikte, iş başına geçtikleri zaman kendi düşüncelerinin karşısında olanlara aynı baskı ve zulmü uyguladıkları görülmektedir.

Bizler, bugün yeryüzünde hakim olan sistemlerin karşısına Allah(c.c)'nin önermiş olduğu sistemi teklif ederek söylem geliştirmek zorundayız. Bugün kendisini "Müslüman" olarak tanımlayanların, bölük bölük olmuş ve farklı düşünceler içinde olması veya bu gün "İslam Devleti" adı altında yapılan bazı uygulamaların gerçek İslam olduğu zannına kapılanlara karşı bizler, doğru olanın "KUR'AN" içinde mevcut olduğunu anlatarak, yanlış uygulamalar nedeni oluşan korku ve nefreti en aza indirebiliriz.

Dünyadaki bağımsızlık ve özgürlük söylemlerinin en büyük yanlışı; bu söylemlerin beşer kaynaklı oluşudur. Bizler bu söylemlere karşı "Bizi bir beşer mi doğru yola iletecek?" şeklinde itiraz üretip, gerçek doğru yolun bütün beşeriyeti yaratan, yegane "Rab" ve "İlah" olan Allah(c.c)'nin çağlar boyunca bizler için göndermiş olduğu sistem olduğunu ve bu sistemi dünya üzerinde yaşayan bütün insanlara, bizden önceki elçilerin ve onlarla birlikte olanların izledikleri yolu takip ederek anlatmak zorundayız.

Gerçek ve bağımsızlık ve özgürlük, kullara değil onları yaratana teslim olmaktır.

Müslüman kimliğine sahip olduğumuzu iddia eden bizler, bu kimliğin gereği olan sadece Allah(c.c)'ye kul olmak yerine O'nun dışındakilere kul olmayı yeğlediğimiz için, bırakın İslam'ın evrensel çağrısını bütün dünyaya anlatabilmeyi, böyle bir çağrıdan bile habersiz yaşamaktayız. Bu habersizlik başkalarını da haberdar edememeyi beraberinde getirerek, İslam hakkında yanlış bir imaj oluşmasına ve yaratanın değil, yaratılanların ilah ve rab konumunu yükseltilmesine sebebiyet vermiştir.

NASR 1 ayeti, uzun yıllar süren bir sürecin sonucunu anlatmakta olup 2. ve 3. ayetleri bu sürecin kazanılması neticesinde kimsenin gurur ve kibire kapılmadan bu başarıya ulaşılmasına Allah(c.c)'nin yardımının sebep olduğu bilincinden uzaklaşılmamasını öğütlemektedir. Allah(c.c)'nin yardımı ile sahip olunan iktidarın bir zulüm aracı olmaması gerektiği, başa geçince Allah(c.c)'den yüz çevirmek değil, yine O'na kul olmak gereğini idrak etmiş bir düşünce üzerine kurulu bir sistemin devam etmesi gerektiği vurgusu yapılmaktadır.

[028.004-6] Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları varis yapmak, memlekete yerleştirmek; Firavun, Haman ve her ikisinin askerlerine, çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk.

Kur'an; Firavun ve benzerlerinin örneğinde yeryüzünde iktidar sahibi olduktan sonra tuğyan edenlerin akıbetini bildirerek, dünya ve Ahiret ahvallerini bildirmiştir. NASR 2-3 ayetleri bu açıdan okunduğunda, ellerine iktidar geçiren Müslümanların firavunlaşmaMAlarını, bu iktidarı onlara veren Rablerini Davud(a.s), Süleyman(a.s), Yusuf(a.s), Zülkarneyn(a.s) örneklerini iyi okuyarak, onlar gibi her an zikretmelerini öğütlemektedir.

Müslümanlar olarak bugün dünyanın içinde bulunduğu kan, gözyaşı ve zulüm içinde olmasından zarar görenler en çok bizler olmamıza rağmen, bu durumdan mesul olanlar yine en çok bizleriz. Yüklenmiş olduğumuz emanet; bizleri kan, gözyaşı ve zulüm içinde boğulmayı değil, bunları yeryüzünden kaldırmayı emretmektedir.

[002.193] Fitne kalmayıp, din de Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vaz geçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.

[008.039] Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.

Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olan ashabı, yüklendikleri emanetin bilincinde bir hayat sürerek bu uğurda canlarını ve mallarını feda etmekten geri durmamışlar ve Allah(c.c)'nin birçok ayette beyan ettiği yardım vaadine hak kazanmışlardır.

[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.

BAKARA 214 ve benzeri ayetler, yaratılışımızın bir amacı olduğu ve bu amaç doğrultusunda mücedele verilmeden Cennet'in hak edilmeyeceğini, bu hak ediş için zorlu bir süreçten geçenlerin başlarına gelenlerin bizim de başımıza gelmesi gerektiği ve bu uğurda can ve mal ile sabretmek gerektiği, bunun sonucunda Sünnetullah gereği Allah(c.c)'nin yardımının ve fethinin geleceği beyan edilmektedir.

Sonuç olarak; kısa olduğu için namazlarda okunması gereken bir sure olarak zihinlerimizde yer etmiş olan NASR Suresi, Allah(c.c)'nin üzerine yazdığı "Elçilerim ve ben galip geleceğiz" (MÜCADELE 58:21) sözünün gerçekleştiğini beyan eden bir suredir. Bu sözün gerçekleşmesi 23 yıl süren ve bu süreç içinde Muhammed(a.s) ve ona tabi olanların, bu fethe ve yardıma nail olmak için nasıl çalıştıkları ve çabaladıkları Kur'anın bütününe yayılan ayetlerden okunabilir.

Bu sureden bizlere düşen hisse ise; bu yardıma nail olmak için verilen mücadelenin yaratılış amacımız olan sadece Allah(c.c)'ye kulluk görevinin bir gereği olduğu ve bu mücadelenin bizden öncekiler tarafından yapılma metodu ve bu izlenen yolun Sünnetullah gereği olarak başarı ile sonuçlanmış olmasını anlatması ve aynı yolu bizler tarafından izlendiği takdirde Allah(c.c)'nin fethi ve yardımının gerçekleşeceğidir.

"Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların asla değişmeyeceği bizlere Rabbimizin bir vaadidir. Küfür ve zulmün yeryüzünden kaldırılarak, Mekke'lerin yeniden fethedilebilmesi için Muhammed(a.s) ve ashabının izlemiş olduğu yol bizlere örnektir. Bu örnekliği takip ederek yapacağımız çalışmalar, Sünnetullah'ın yeniden işlemesine sebep olarak günümüzdeki Mekke'lerin yeniden fethedilmesine sebeb olacaktır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.