: etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
: etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2017 Cumartesi

Enam s. 108 : Kutsal Değerlere Saygı Duymayı Öğreten Bir Ayet

İnsan , fıtri olarak kendisinden güçlü ona sığınabileceği , saygı duyabileceği , kutsal olarak görebileceği, kısacası Rab edinebileceği bir varlığa ihtiyaç duyar. Araf s. 172 ve 173. ayetlerini okuduğumuzda, bu ihtiyacın karşılanacağı yegane varlık olan Allah (c.c) adres olarak kendisini göstermektedir. Ancak çeşitli sebepler insana Allah (c.c) dışında başkalarını Rab olarak tanıma, ve onu kutsal bir varlık olarak görmek hatasına düşmesine sebep olmaktadır.

Her insan yaşamında kutsal olarak bildiği , saygı duyduğu , kendisince dokunulmazlık atfettiği, başkaları tarafından kötü söz söylenmesine dahi tahammül edemeyecek kadar sevdiği, kutsal olarak kabul ettiği bazı değerlere sahiptir. Yazımızın konusu , İnsanların sahip olduğu, bu kutsal değerlerin doğruluğunu  veya yanlışlığını irdelemek değil , Enam s. 108. ayetinde emredildiği üzere , o kutsallara saygı duymak gerektiği üzerinedir. 


[006.108] Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz. Sonra onlar da bilmeksizin Allah'a düşmanlıkla söverler. Öylece her ümmete amellerini tezyin etmişizdir. Sonra dönüşleri Rablerinedir. Artık onlara ne yapar olduklarını haber verecektir.

"Allah'tan başkasına dua etmek" şeklinde ortaya çıkan halin , İslam literatüründeki adı bilindiği üzere "Şirk" tir. Şirk ise bir kulun Allah (c.c) ye karşı işleyebileceği günahların en büyüğüdür. Rabbimiz bu ayette, kendisine bırakarak başkalarını Rab edinmiş olanlara karşı nasıl bir tutum sergilememiz gerektiğini bizlere öğretmektedir. 

Karşımızda "Müşrik" olarak vasfedilmiş bir kişi veya toplum var ve biz bunların kutsal olarak gördüğü değerlere karşı herhangi bir kötü söz ve muamelede bulunmaktan Allah (c.c) tarafından men edilmekteyiz. Müşrik olarak gördüğümüz insanlara karşı bu şekil bir muameleyi Allah (c.c) bizlere emretmektedir. Çağdaş dünyada her insanın ağzında gezen "İnsan Hakları" kavramının en önemli bir maddelerinden birisi olarak , insanların kutsallarına saygı gösterilmesi gerektiğini beyan eden bu ayeti göstermek mümkündür.

Dünya tarihine baktığımızda , binlerce yıldır dökülen kanların en başta gelen sebebi , kendileri tarafından kutsal olarak bilinen değerlerin , başkaları tarafından aynı şekilde kutsal olarak bilinmemesi , insanların birbirlerinden ayrı kutsalların olması , her insanın veya toplumun kendi kutsalını En doğru , iyi , güzel , mükemmel olarak görmesi , karşısındakinin kutsalını ise En yanlış, kötü,çirkin,eksik olarak görmesidir. İnsanlar ve toplumlar arasındaki kutsal değerleri tanıyıp tanımama yüzünden çıkan savaşlarda binlerce yıldır kan dökülmüş , hala dökülmektedir.

Bir toplumu birbiri ile savaştırmak sureti ile güçsüz düşürerek onları hegemonyası altına almak isteyenlerin ellerindeki en büyük silahları , insanlar arasındaki kutsal değerler farkıdır. İnsanlar ve toplumlar arasındaki değerler farkını istismar ederek , onları birbiri ile savaştırmak sureti ile insanlar arasında fitne sokmak , insan şeytanlarının en sevdiği ve kullandığı kadim yollardan birisidir.

İnsan haklarını , Din , Akıl , Nesil , Can ve Malın korunması olarak 5 ana ilke de özetlemek mümkündür. Bu 5 esas insanların ve devletlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde esas alındığında , dünya cennetten farksız olacaktır. Allah (c.c) bir insanın kanının hangi suçları işlediğinde helal olacağını beyan etmişken , insanlar birbirlerinin kanlarını helal görmeyi kendi tesbit ettikleri kurallara göre belirlemektedirler. 

Kendi dinine , mezhebine , meşrebine , partisine , ırkına , kavmine , devletine , tarikatına mensup olmayanları , potansiyel düşman olarak görmek sureti ile , onlara her türlü eza ve cefayı reva görmeyi meşru bir hak , hatta görev olarak gören insanların dünyayı nasıl fesada soktuklarını hepimiz görmekteyiz.


Ancak insanların kutsallarına karşı düzgün davranış sergilenmesi isteyen kitaba iman etme iddiasında olan biz Müslümanların , bu emre aykırı davranışlar sergileyen toplulukların başında geldiğimiz de herkesçe malumdur. 

Mensup olduğu meşrep , mezhep , tarikat , gurup , hizip , cemaatin gittiği yolu, en doğru yol olarak gören Müslümanların bir çoğu , kendilerine mensup olmayan diğer Müslümanlara maalesef iyi gözle bakmamaktadır. Bu kötü bakış, bazı fırkalarda öyle bir hale gelmiştir ki , kendilerine mensup olmayan diğer Müslümanların kanını , malını , canını ve ırzını helal görecek kadar gözü dönmüş bir hale gelinmiştir.

Müslümanlar arasındaki olan bu düşmanlıklar , bize düşman olan diğer toplulukların iştahını kabartarak , aramızdaki düşmanlıkları körüklemek sureti ile bizi güçten düşürmeyi , bizi birbirimize kırdırmak sureti ile yapmaktadırlar. 

[003.110] Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olmak üzere vücude geldiniz, ma'rufı emredersiniz, münkerden nehy eylersiniz ve Allaha inanır iman getirirsiniz, Ehli kitab da imana gelse idi elbette haklarında hayırlı olurdu, içlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fasıklardır

İnsanlar arasından çıkarılmış olan hayırlı bir topluluk  ve insanlara şahit (örnek) olması emredilen bizler (22.78) , maalesef insanlara önce insan olduğu için saygı duymaları gerektiğini unutarak , saygının ve sevginin ölçüsünü kendileri gibi düşünenler ile sınırlamak , diğerlerini ötekileştirmek sureti ile önce Kafir - Müşrik olarak yaftalayarak , bu yaftaları taktıkları insanların kanlarının , mallarının , ırzlarının kendilerine helal olduğunu Allah'ın emrettiğini öne sürerek , yaptıkları bu cinayetlerin adını Kur'an'i bir kavram olan Cihad olarak koymaktadırlar.

Allah (c.c) bırakın aynı dine mensup olanların birbirlerinin kanlarını dökmelerine izin vermeyi , kendisine  şirk koşanların söz ile dahi olsa incitilmelerini yasaklamıştır. Bunun sebebi ise , söz ile incitilenlerin bu sefer aynı şekilde incitme hakkını kendilerinde görmek sureti ile, karşı tarafı incitme yoluna gitmeleridir.

Dininin sahibi olan , kullarına hayat içinde gerekli olan kuralları vaz eden Allah (c.c) nin biz kulları ise, onun tarafından vaz edilmiş kuralları az görerek , onun emretmediklerini onun emri gibi göstermek sureti ile, onun adına yeni bir din inşa etmek yoluna gitmekteyiz.


Enam s. 108. ayetindeki emrin muhatabı dikkat edilirse iman edenlerdir. Bizlere "Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz" denilerek , bizim kutsallarımıza sövülmemesi bu şekilde sağlanmaktadır. Eğer biz karşı tarafı incitecek eylemlerde bulunduğumuz zaman , onların da bizi incitme yolunu açarak , hem onların günaha dalmalarına , hem de bu yolla insanlar arasında düşmanlıkların körüklenmesinin yolunu açmış olacağız. İnsanlar arasındaki düşmanlıkların körüklenmemasinin yollarından bir tanesi , kimsenin kutsal bildiği değerlerine karşı saygısızlık edilmemesinden geçtiği bize bu ayette öğretilmektedir.

"Biz onların kutsallarına küfretmediğimiz halde , onlar bizim kutsallarımıza küfrederse biz nasıl davranalım?" sorusunun cevabını, Fussilet s. 34. ve 35. ayetinde bulabiliriz.

[041.034]  İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.
[041.035]  Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz.

Fussilet s. 34. ve 35. ayetleri , konu etmeye çalıştığımız Enam s. 108. ayeti gibi , insana önce insan olduğu için saygı duyulması gerektiğini öğreten ayetlerdendir. Bir insan başka bir insana karşı bir takım hatalar yaparak onu kızdırabilir veya incitebilir. Allah (c.c) kişiye bazı durumlarda düştüğü duruma , benzer şekilde karşılık vermesine de müsaade etmiştir (Nisa s. 148) . Ancak kişinin yaptığı hataya karşı ona iyilik ile mukabelede bulunmak daha erdemli bir davranış olup , karşı tarafın saygısını kazanmaya vesile olacak bir davranıştır. Yapılan bir haksızlığa karşı misli ile mukabelede bulunmadan önce , iyilik ile karşılık vermek , insani duyguları körelmemiş olanlarda derin izler bırakacaktır.

Kur'an'ın insani değerleri öne çıkaran ayetlerinin bu kitaba iman ettiğini iddia edenler  tarafından uygulama alanına sokulmamış olması daha acı verici bir durumdur. Dünyanın insani değerlere en fazla önem veren topluluğu biz Müslümanlar olması , ve insan olmanın değerini başkalarının bizden öğrenmesi gerekmesine karşılık , bu öğretmenliği bırakın yapmak , kendi içimizde bile birbirimize karşı olan davranışlarımız, vahşet boyutlarına kadar varmaktadır.


Müslümanların kendi içlerinde birbirlerine karşı olan vahşet uygulamaları içinde bulunduğumuz cehalet batağının boyutlarını göstermektedir. Müslüman olmak demek bu dinin kitabına harfiyen uymak demek olması gerekirken , farklı düşünce sahiplerinin , aralarındaki farklılıkları daha ileriye gitmek için bir basamak olarak kullanmak varken , düşmanlık vesilesi olarak görerek , birbirlerinin kanını helal saymaları hiç bir şeyle izah edilemez.

Biz Müslümanlar eğer dünyaya yön vermek iddiasında isek ki öyle olmalıyız , önce kendimize yön vermekle işe başlamak zorundayız. Kendimize yön vermenin ilk basamağı ise , aramızdaki fikir ayrılıklarına tahammül etmek , insani ölçüler içinde tartışabilmeyi öğrenmek ve bunu hayata uygulamak olmalıdır.

En küçük bir ayrılıkta Tekfirnikof marka silahı çalıştırarak karşısındaki Müslümana son mermisine kadar sıkmaktan cihad bilinci içinde haz alan bir Müslüman tipolojisinin artık dünya yüzünde yeri olmaması gerekmektedir. Farklılıkları hazmedebilmek önce kişinin olgun bir karaktere sahip olması ile gerçekleşecektir. 

Kendi doğrularını tek ve nihai olarak gören , Kargadan başka kuş tanımam edasında Müslümancılık oynamaya çalışan insanların rağbet ettiği kitaplar ve konular arasında tekfiri konu alan kitaplar olduğu sürece , Müslümanların karanlıktan kurtularak , aydınlığa kavuşması ve insanlara olan şahitliklerini (örnekliğini) yerine getirmeleri asla mümkün olmayacaktır. Müslümanlar kendi aralarındaki fikir ayrılıklarını hazmederek , kendi doğrularını birbirleri ile aralarında Bedevi Dil  yerine Medeni Dil ile konuşmaya başladıkları zaman aydınlamanın önü büyük ölçüde açılmış sayılacaktır.

Bu başlangıcın bir cemaat önderinin , bir tarikat liderinin aldığı karar ile kitlesel bir eylem olarak gerçekleşemeyeceği de bilinmelidir. Ötekileştirici ve ayrıştırıcı dilin en başta gelen söylem sahiplerinin kendilerini herhangi bir gurup ve cemaate vakfetmiş kişiler olduğu malumdur. Bu kişilerin bir çoğu mensup olduğu cemaat ve tarikatın söylemini din edinerek , herkesin bu söylem etrafında toplanması gerektiğini iddia etmekte , kendi dışındakileri ise Kafir - Müşrik - Sapık olarak görmektedir. Allah'ın dini bu gibi din baronlarının ve yandaşlarının elinden kurtulmadıkça gerçek işlevine asla kavuşamayacaktır.

Müslümanlar bağlı bulunduğu kişilerin ve kitapların tahakkümünden kurtularak , iman ettiğini iddia ettikleri kitabın emirlerini hayata yansıtmak için gerekli olan diyalog ve eylem içine girmedikleri sürece , aramızdaki ihtilaflardan doğan düşmanlıklar neticesindeki zararları telafi etmek mümkün olmayacaktır.

[005.105] Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.

Maide s. 105. ayeti , bize dışarıdaki düşmanlarımızın  hangi şartlarda zarar veremeyeceğini beyan eden bir ayettir. Biz eğer Allah (c.c) nin beyanları doğrultusunda bir fikir , düşünce , amel ve eylem birliği içinde olduğumuz sürece , bizim kendi aramızdaki düşmanlıklarımızdan fayda görecek olanlar , bizim kendi aramızda artık medeni bir dil ile konuştuğumuzu görerek birbirimizi kırmaktan vazgeçtiğimizi gördüklerinde,  ancak avuçlarını yalamak zorunda kalacaklardır.

Sonuç olarak ; İnsanları birbirine bağlayan en üst kimlik ve ortak payda önce Hucurat s. 13. ayetinin beyanı mucibince İNSAN olmaktır. İnsanlık ortak paydasının altında farklı din ve inanca sahip olmak bir alt kimlik olarak herkesin sahip olduğu bir kimliktir. 

İnsanların kendilerinin sahip oldukları din ve inançları öne çıkarmak sureti ile , kendilerinin dışındaki insanlara hayat hakkı tanınmaması gerektiğine dair olan düşünceleri dünyada fesadın yayılmasına sebep olan en büyük etkendir. 

Kur'an bu konuda bizlere nasıl bir yol izlememiz gerektiğini beyan eden ayetleri ihtiva etmektedir. İnsanın farklı bir inanca sahip olduğu gerekçesi ile ona sövmenin , hakaret etmenin , incitmenin yanlış olduğu beyan eden Enam s. 108. ayetini ve bu konudaki bazı ayetleri baz alarak yaşanan Müslüman hayatı , bütün insanlara örnek olacak ve dünyada fesadın değil ıslahın yayılmasına ön ayak olacaktır. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Felak ve Nas : Akidemizi Belirleyen İki Sure

Kur'anın temel çağrısı , sadece Allah (c.c) yi Rab , İlah ve Melik olarak kabul etmek üzerine kurulmuş bir çağrı olup , gönderilmiş bütün Elçilerin amacı, bu bilgilerin yeniden onlar aracılığı ile yeniden hatırlatılmasıdır.  Muhammmed (a.s) ve Kur'an bu çağrıyı tekrarlayan en son hatırlatıcılar olmasına rağmen , Kur'an hakkındaki yanlış okumalar bu iki sure ile ilgili tekrarlanmış olup, üfürükçülere karşı bir alternatif üfürükçülük suresi olarak tefsirlerimizde yapılan ağırlık yorumlarda bu merkezli bir okumaya tabi tutulmuştur. 

"Muavvizeteyn" yani iki sığınma suresi olarak adlandırılan bu iki sure maalesef bu isme uygun bir okuma yerine büyü ve sihirden korunmak için okunan ve anlamı üzerinde pek düşünülme gereği duyulmayan iki suredir. 

Tefsirlere baktığımızda , surelerin iniş mekanı olarak "Mekke" veya "Medine" olduğu yönünde görüşlere rastlamaktayız. Surelerin uslubunun Mekke de inen surelerin benzeri olması , Mekke de inmiş olması düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Medine de indiğini iddia eden düşüncenin, bu surelerin Muhammed (a.s) a sihir yapılması üzerine indiği yönündeki düşünceleri göz önüne alarak iddia etmiş olması düşüncesine katılmadığımızı söylemek isteriz. Muhammed (a.s) büyü yapıldığı iddiaları , karizmatik bir yapıya büründürülmüş olan "Müslim" in sahihi gibi hadis kitaplarında yer almasına rağmen , büyü ile ilgili rivayetler ilk dönem hadisçiler tarafından dahi red edilerek Müslim de yer alan bu rivayetin doğru olmadığı ifade edilmiştir.

Her iki sure "Qul euzu" (De ki sığınırım) diye başlamakta ve devam eden Ayetlerinde sığınmanın kime ve kimden olması gerektiği beyan edilmektedir. Burada ortaya çıkan önemli bir nokta , insanın sığınmaya muhtaç bir fıtrat üzerine yaratılmış olduğu vurgusu olup bu sığınma ihtiyacının yanlış adreslerde giderilme arzusu "Şirk" dediğimiz olguyu ortaya çıkarmıştır. Bir çok Ayette olduğu gibi , bu iki sure içindeki  Ayetler sığınılması gereken doğru adresi göstermektedir.

Mekke toplumunun düşünce ve inanç arka planına baktığımızda adına "Şirk" denilen ve Allah (c.c) nin dışında sığınılacak merciler arandığını görmekteyiz.Mekke toplumundaki bu yanlış adres , Cin s. 6. Ayetinde şu şekilde anlatılarak konumuz olan surelerin çağrısının muhatapları olanların düşünce arka planı göz önüne serilmektedir.

[072.006]  «Gerçekten, bir takım insanlar, cinlerin bir takımına sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı.» 

Surelerde, Kur'anın temel kavramları olan Rab , Melik , İlah  kelimelerinin anlam alanları üzerinde biraz düşündüğümüzde , bu kelimeler ile ifade edilen anlamların Allah (c.c) ye hasredilme sebebi anlaşılacaktır. 

"Rab" kelimesi ; "Bir nesneyi kemal ve olgunluk sınırına ulaşıncaya kadar , aşama aşama tedricen inşa etmek , besleyip büyütmek , yetiştirmek" anlamına gelir.

"Melik" kelimesi ; "İnsanlar arasında emrederek , buyurarak , ve nehyederek , yasaklayarak tasarrufta bulunmak" anlamında olup , özellikle akıl sahiplerinin yönetilmesi ile ilgili olarak kullanılır. 

"İlah" kelimesi ;"Kulluk edilen şey" anlamındadır.

"Alemlerin Rabbi" terkibi şeklinde kullanımın Kur'anın bir çok yerinde tekrar edilmiş olması, yarattığı her şeyin üzerinde besleyip , büyütmesi onların üzerinde belirlenmiş bir ecele kadar hüküm sahibi olması anlamına gelir.  

İnsanların Rabbi , Meliki , İlahı olması demek onlar ile ilgili olan herşeyi sadece onun vaaz yetkisinin olması ve yegane sığınılacak mercinin sadece o olması gerektiği anlamına gelmektedir. 


İnsanlar fıtri olarak , kendilerinden daha üstün bir güç karşısında boyun eğmek itiyadında yaratılmış olan varlıklardır. Allah (c.c) bu üstünlüğün sadece kendisinde olduğunu beyan ederek , kendisinden başkasına yapılan üstün görme şeklindeki tazim'in "Şirk" olduğunu ve cezasının ebedi Cehennem olduğun beyan etmiştir.


Allah (c.c) insanlar üzerinde hükmetmek yetkisine sahip olmak için , onları ve onların dışındaki her şeyi yaratmak gibi bir vasfa sahip olunması gerektiğini bir çok Ayette vurgulayarak , bu vasıflara sahip olanın sadece kendisi olduğu , dolayısı ile kulları üzerinde hüküm sahibi olmak yetksinin sadece kendisinde olması gerektiğini haber vermektedir.


Ancak insanlar Allah (c.c) nin Rabliği ve İlahlığını red ederek , kendileri gibi yaratılmış olanları Rab ve İlah olarak  benimseme yoluna giderek sapmışlar ve bun sapkınlıkları düzeltmek için , bir çok Elçi göndererek gerçek İlah ve Rabbın kendisi olduğunu bizlere bildirmiştir. 

"Karanlığın şerrinden" sığınılması gerekenin kendisi olduğunu Felak suresi içinde beyan eden rabbimiz , "Karanlık" kelimesini Kur'anın bir çok yerinde mecaz anlamda kullanarak , bu karanlıktan kurtulmanın adresini "Nur" olarak ifade ettiği Kur'an olarak göstermiştir. Karanlığı doğru yolu bulamamak , yolda kaybolmak , doğru yoldan sapmak olarak tarif eden Rabbimiz , Aydınlığı yani Nur'u doğru yolu bulmanın bir aracı olarak beyan etmiştir.


Felak s. 4. Ayeti olan " Ve min şerrinneffesati fil ukadi" cümlesini , "Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden" şeklinde meallendirildiğini görmekteyiz. Bu şekil bir mealin anlamı tam olarak ifade edemediğini  söyleyebiliriz. Sureleri alternatif bir karşı üfürükçülük olarak okumanın bir yansıması olduğunu düşündüğümüz bu tür çeviriler, anlamı daraltarak verilmek istenen mesajın yansıtılamamasına sebeb olmaktadır. Ayet içinde geçen kelimeleri tahlil ettiğimiz zaman verilmek istenen mesajın daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz.

"El akdü" kelimesi ; "Bir şeyin uçlarını bir araya toplamak" anlamındadır. "Ukad" kelimesi , "Ukdetün" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime Bakara s. 235. ve 237. Ayetlerde "Ukdetünnikahi" (Nikah bağı sözleşmesi) şeklinde geçmektedir . Bu kelimeye "Sözleşme" anlamı vermenin yanlış  olmayacağını düşünüyoruz. "Akide" kelimesi dilimizde inanç kuralları olarak bilinen bir kelimedir.

"Neffasat" kelimesinin türediği "Ennefsü ( S harfi "sin" değil peltek s dir) ; "Tükürmek" anlamındadır , yılanın zehir atması bu kelime ile ifade edilmektedir. 

Bu anlamları toparlayacak olursak "Sözleşmelere tükürenlerin şerrinden" olarak anlamlandırabileceğimiz 4. Ayet'te , Allah (c.c) ile olan iman sözleşmemizi yani akidemizi bozarak bizi "Şirk" bataklığına sürükleyen her şeyin şerrinden , Rabbimiz olan Allah (c.c) ye sığınmak gerektiği hatırlatılmaktadır. 

Bu sığınma onun Muhammed (a.s) ile indirmiş olduğu Kitabın muhteviyatına tabi olmak ile gerçekleşeceği muhakkaktır. Bu sığınmanın, sureleri sağımıza solumuza üfleyerek gerçekleşeceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Rabbimiz bizlere "De ki" şeklinde bir emir buyurmuş olması bu demenin sadece lafzi bir tekrar ile değil bu lafızlardaki Ayetlerin hayat içinde pratize edilmesi ile anlamını bulur. 

Felak s. 1 - De ki yaran Rabbe sığınırım. 

Peki Rabbimiz neyi yarar ?

[026.063]  Bunun üzerine Musa'ya vahyettik ki: Asanı denize vur. O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.
[006.095] Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır; ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?
[006.096]  Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur. Geceyi dinlenmeniz, güneş ve ayı da vakitlerinizi hesaplamak için O yarattı. İşte bütün bunlar, azîz ve alîm (mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen) Allah’ın takdiridir. 

Denizi , taneyi , çekirdeği , karanlığı yarmak Allah (c.c) den başkasının asla güç yetiremeyeceği şeyler olupböyle bir kudrete ondan başkasının sahip olmayacağı vurgusu yapılarak sığınılması gereken tek merci nin Allah (c.c) olduğu beyan edilmektedir.

Yaran Rabbe nelerden ve kimlerden sığınacağız ? . 

2-  Yarattıklarının şerrinden.

3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. 

Burada "Şer" olarak ifade edilen şey gecenin kendisi değil gece yapılan işlerden ve "Gece" ve "Karanlık" olarak ifade edilen mecazi bir terim olarak insanların yollarını kaybederek küfür ve isyan karanlığına düşmesi olarak anlamak mümkündür. 

4- Sözleşmelere tükürenlerin şerrinden. 

Rabbimiz ile yaptığımız "İman" sözleşmesini bozmaya çalışarak onun yerine "Şirk" i ikame etmeye çalışanların şerrinden.Allah (c.c) ile yaptığımız iman sözleşmeşmesini bozmaya çalışanlar , bizler de  onun yaratmış olduklarına kul olmak ve onlara sığınmak şeklinde bir akide ve inanç yerleştirmeye çalışarak bizleri "Şirk" e davet edenlerdir. Bu davetin özellikle "İslam" kisvesi altındaki kişilerden gelmiş olması bizler için en büyük tehlike olup bu tür kişilerden gelecek olan şirk davetlerine karşı uyanık olmak gerekmektedir.

5- Hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden. 

"Hased" kelimesi ; "Bir nimeti onu hak eden kimsenin elinden gitmesini arzulamak , o nimeti kaldırmaya yönelik bir çaba içinde olmak" anlamındadır. 

Hasedçinin hased ettiği nimet nedir ?. 

[002.109]  Ehl-i kitaptan birçokları kendilerine hak tebeyyün ettikten sonra nefislerindeki hasetten dolayı sizi imânınızdan sonra kâfirler haline döndürmeyi temenni etmiştir. İmdi siz Allah'ın emri gelinceye kadar affediniz, serzenişte bulunmayınız. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şeye kemaliyle kâdirdir.  

İman nimetine nail olmamız nedeni ile bu imanımızı çekemeyerek bizleri kendileri gibi olmamız için ellerinden geleni yapmaya çalışanların bu amaçlarını boşa çıkarmak için iman var gücümüzle sarılmak hasedçinin şerrinden Rabbe sığınmak anlamına gelecektir.  

Nas suresi 1- De ki İnsanların Rabbine sığınırım.

2- İnsanların Melikine. 

3-İnsanların İlahına . 

Sığınılması istenen varlık öyle bir varlıktır ki , kendisi İnsanların Rabbi , Meliki , İlahı olup onun üzerinde hiç bir şekilde güç sahibi yoktur. Bunun dışında olan herhangi bir varlığa veya nesneye yapılacak sığınmanın adı "Şirk" olacaktır. 

4- Vesvese veren Hannas ın şerrinden. 

"Vesvese" kelimesi ; " Gizli ve alçak sesle fısıldayarak akla bozuk ve kötü fikirler getirmek" anlamındadır. 

"Hanese" kelimesi ; "gizlenen , saklanan" anlamındadır. 

5- O (hannas) ki İnsanların suduruna gizlice fısıldar . 

6-  (O hannas) Cin den ve İnsan dan olur. 

De ki , "Cin veya İnsan olup gizlice fısıldayarak , İnsanların aklına şirk ve tuğyan düşüncelerini sokarak onların ayağını Cennet ten kaydırıarak , Cehenneme girmelerini sağlayan şeytanların şerrinden İnsanların Rab , Melik , İlahı olan Allah (c.c) ye sığınırım".   

Sonuç olarak ; Kur'anın temel çağrısı olan "Tevhid" in Felak ve Nas surelerinde , bizlerin şirk bataklığından bu iki surenin muhteviyatını hayata pratize ederek nasıl kurtulabileceğimiz öğretilmektedir. "De ki" diye başlaması, Ayetlerin sadece dil ile tekrarlanması anlamında değil hayat içinde uygulama alanına geçirilmesi neticesinde doğru yolun bulunacağı bilinmesi gerekmektedir. 

Bu sureler maalesef akideyi belirleyen sureler olarak okunmaktan ziyade üfürükçülük gayesi ile okunarak hayata pratize edilmesi hatıra bile gelmeden okunan sureler veya kısa olduğu için alelacele namazlarda okunan sureler olarak hayatımızda pratize edilmiş olması düşündürücüdür. 

Allah (c.c) den başkasını Rab , Melik , İlah olarak tanımanın ve bu tanımayı hayata aktarmanın adının "Şirk" olduğu maalesef biz Müslümanlarda ki en büyük bilgi eksikliğidir. Müslüman kisvesi altında bizleri başka Rab ve İlahlara boyun eğmeyi empoze eden sahtekarlar maalesef içimizde dolaşmakta olup bunların sahtekarlıklarının ortaya çıkması sadece Kur'anın rehber olduğu bir belirleyici ile mümkün olacaktır.


                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


10 Mart 2015 Salı

Bakara s. 232. Ayeti : Bağlamsız ve Mezhebsel Bir Okuma Örneği

Müslümanlar arasındaki ihtilaflara baktığımızda, bu ihtilafların temelinde yatan en başta gelen sebeplerden bir tanesinin; okunan herhangi bir ayetin bağlamdan kopuk veya mensup olunan mezhebin düşüncesi doğrultusunda okunarak anlaşılmaya çalışılması ve bunun neticesinde oluşan farklı düşüncelerin ihtilaflara sebep olması olduğunu görüyoruz. Bu yazımızda bu metod ile okunan BAKARA 232 ayetinin iki farklı anlamı üzerinde durarak, doğru anlamın hangisi olabileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

BAKARA 232 ayetinin Arapça metni şu şekildedir;

Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf(ma’rûfi), zâlike yûazu bihî men kâne minkum yu’minu billâhi vel yevmil âhır(âhıri), zâlikum ezkâ lekum ve ather(atheru), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

BAKARA 232 ayetine verilen anlamlar şu şekildedir;

1- [002.232] [E0] Kadınları boşadınız da ıddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru surette rızalaştıkları takdirde kendilerini kocalarına nikâh edecekler diye tazyık da etmeyin, bu işte içinizden Allaha ve Ahıret gününe iman etmiş olanlara verilir bir öğüttür, bu sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir, siz bilmezken Allah bilir.

2- [002.232] [DV] Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

BAKARA 232 ayetinde; boşanan kadınların eski kocaları ile artık bağları tamamen koptuktan sonra, başka bir erkek ile evlenmek için anlaştıklarında, eski kocalarının onlara baskı yapmaması öğütlenmektedir.

İkinci sırada verdiğimiz mealde, boşanan kadınların eski kocaları ile tekrar anlaştıkları takdirde, onları eski kocaları ile tekrar evlenmeleri konusunda, onlara baskı yapılmaması öğütlenmektedir. 

Birinci sırada verdiğimiz ve doğru olduğunu düşündüğümüz meale göre, boşanan kadınların boşandıkları kocalarından başka erkeklerle anlaştıkları takdirde, eski kocalarının onlara baskı yapmaması öğütlenmekteyken, ikinci sırada verdiğimiz mealde boşanan kadınların boşandıkları kocaları ile tekrar evlenmek için anlaştıkları takdirde, o kadınların velileri tarafından engel çıkarılmaması istenmektedir.

İkinci sırada verdiğimiz mealde, sahneye kadının velisi çıkarılarak, nikah için velinin izninin şart olması düşüncesinden hareketle, veli tarafından bir engel çıkarılmaması gerektiği gibi bir anlamın çıkarılmış olması, ayete bağlamdan kopuk ve mezhebi bir düşünce doğrultusunda anlam verildiğini göstermektedir.

Fıkıhta nikah ile ilgili meselelere baktığımızda; evlenecek kızın velisi tarafından izin şartının arandığını görmekteyiz. Böyle bir şartın, Ebu Hanife tarafından gerekli olmadığı düşüncesine karşın, İmam Şafii, Malik ve Hanbel'in böyle bir şartın gerekli olduğu yönünde içtihadları olduğunu görmekteyiz. Ebu Hanife'nin bu görüşü daha doğru olup, hayatını etkileyecek bir karar verme noktasında evlilik adayı kızın söz sahibi olamaması kabul edilir bir durum değildir. Diğer imamların ve o imamların mezheplerine tabi olan başka fıkıhçıların evlilik konusundaki bazı görüşlerini okuduğumuzda "artık bu kadar olmaz" dedirtecek cinstendir.

Kur'an'a baktığımızda, evlenecek bir kimse için velisinin izin şartını NİSA 25 ayeti içinde görmekteyiz.

[004.025] [DI] Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder.

NİSA 25 ayetine baktığımızda, o günkü toplum kuralları gereği kadınların "hür" ve "cariye" olmak üzere iki sınıfa ayrılmış olduğu gerçeğinden hareketle, "cariye" statüsüne sahip olan bir kadının evlenebilmesi için o kadının maliki olan kişinin izninin alınma mecburiyeti getirilmektedir. Ayete dikkat edildiğinde "hür" statüsüne tabi olan kadının velisinden izin alınması gibi bir mecburiyet görülmemesine rağmen, ayet içindeki "onlarla" lafzının delaletinin her iki durumda olan kadınlara şamil olduğunu iddia eden İmam Şafii, bu iznin her iki durumda olan kadınlar için gerekli olduğuna dair görüş belirtmiştir.

Bu görüş bu konudaki uygun rivayetler ile desteklenerek mezhebi bir görüş haline gelmiş ve BAKARA 232 ayetine, bir kısım tefsirci veya meal yapıcısı tarafından bu görüş baz alınarak anlam verilmeye çalışılmıştır. Peki acaba ayet böyle bir görüşü destekleyecek bir anlama sahip mi?

BAKARA 232 ayeti, boşanma ile ilgili hükümlerin vaz edildiği ayetler grubuna dahil olup, bir önceki 231. ayet boşanmış durumdaki kadınlar ile ilgili hüküm vaz eden ayettir.

Her iki ayetin gramatik yapısı karısını boşamış olan kocayı muhatap almaktadır. 231. ayette boşanmış olan kadının gidecek bir yeri olmaması durumunda, onların evde tutulması yani onların şayet herhangi bir güvenceleri yoksa, sosyal güvencelerinin boşandığı kocaları tarafından sağlanması gerektiği beyan edilmektedir.

BAKARA 228-230 ayetlerinde; karısını boşayan erkeğin aynı kadınla evlenebilmesi için gerekli hükümler zaten vaz edilmiştir. 232. ayet eski kocası ile artık herhangi bir bağı kalmamış olan kadının durumu ile ilgili hüküm vaz edilmektedir.

Farklı anlam verilmesine sebep olan kelime; 232. ayet içindeki "fela ta'duluhünne" (o kadınlara engel olmayın) kelimesinin kime hitap ettiği noktasında olup, mezhebi okuma burada devreye girmektedir.

BAKARA Suresi'ndeki boşanma ile ilgili hüküm vaz eden ayetlerin hiçbirinde velilere yer verilmemiş olup, muhatap karılarını boşayan erkeklerdir. 232. ayetin gramatik yapısına baktığımızda; "tallaktüm" kelimesi karısını boşayan erkeği muhatap almaktadır. Devam eden cümle içindeki "fela ta'duluhünne" kelimesi aynı şekilde karısını boşayan erkeği muhatap almasına rağmen, mezhebi görüş olan "kadının evlenirken velisinin izin şartı" düşüncesi bu ayete uygulanarak "Bizim mezhebimizin görüşünde velinin izin şartı vardır. Öyleyse bu ayetin anlamı; velisinin izni ile olma mecburiyeti vardır" denilerek ayet mezhebin görüşüne göre anlamlandırılmıştır.

Mezhebi görüşün öne çıkarılıp bağlamın göz ardı edilerek yapılan okumada BAKARA 232 ayetinin anlamı yukarıda verdiğimiz iki farklı anlamın ikinci sırasında şekle dönüşmüş ve boşanmış kadınların eski kocalarına dönmek istedikleri zaman onlara velileri tarafından engel çıkarılmaması gibi bir anlam verilerek büyük bir hataya düşülmüştür.

Ayetin yanlış anlaşılmasına "fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf(ma’rûfi)"  (aralarında meşru surette rızalaştıkları takdirde kendilerini kocalarına nikâh edecekler diye tazyık da etmeyin,) cümlesi içindeki "ezvacehünne" kelimesidir. Bu kelime boşanmış kadının eski kocası olarak anlaşılınca, bu sefer o kadınlara baskı yapmaması istenen kişilerin olması gereği ortaya çıktığı düşünülerek, baskı yapmaması gereken kişilerin o kadınların velileri olduğu düşünülmüştür.

Ayetin muhatap kişisi, karısını boşayan erkek olduğu şayet göz ardı edilmemiş olsaydı, "ezvacehünne" kelimesi ile kast edilen kişinin kadının eski kocası değil, onunla evlenmek isteyen başka bir koca adayı olması gerektiği gayet kolay anlaşılabilirdi. BAKARA 235 ayetine baktığımızda eski kocası ile artık bağları kesilmiş olan kadınlar ile evlenmek istenildiğinde takip edilmesi gereken yol anlatılmaktadır.

[002.235] Bu durumdaki (iddet beklemekte)kadınlara ima yolu ile evlenme teklif etmenizin ya da bu arzuyu içinizden geçirmenizin hiçbir sakıncası yoktur. Allah sizin onları hatırınızda tutacağınızı biliyor. Söyleyeceğiniz uygun sözler dışında sakın onlarla gizlice buluşmak üzere sözleşmeyin ve gerekli bekleme süresi dolmadıkça sakın nikâh kıymaya girişmeyin. Allah'ın içinizden geçen duyguları bildiğini bilin, O'ndan çekinin ve bilin ki, O, günahları bağışlar ve halimdir.

Aşağıya yanlış olarak anlamlandırma örneklerinden bir kaç tanesini vermek istiyoruz. 

Mustafa Öztürk: 
[Ey Veliler!] Bir veya iki talakla boşanan ve iddet sürelerini tamamlayan kadınlar, iyi geçinebileceklerine dair aralarında bir uzlaşma sağlarlarsa, onların ilk kocalarıyla yeniden evlenmelerine engel olmayın. Allah'a ve kıyamet-hesap gününe inanan siz müminlere verilen öğüt budur. Nezih, şaibeden uzak bir aile hayatı yaşamak için gerekli olan budur. [Unutmayın ki] Allah hayrınıza ve faydanıza olacak hükümleri bilir ve fakat siz bilemeyebilirsiniz.

Adem Uğur :
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Ali Fikri Yavuz :
Kadınları (Ric’î talâkla) boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşrû bir şekilde anlaştıkları takdirde, ey veliler, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın. Bu anlatılanlar, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş olanlara verilen bir öğüttür. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah sizin menfaatinizi bilir, siz bilemezsiniz.

Ahmet Tekin :
Hanımlarınızı boşadığınız zaman, iddetlerini, bekleme müddetlerini tamamladıklarında, birbirleriyle, Kur’ân’ın ve sünnetin hükümlerine göre, iyilikle meşrûiyet sınırları içinde, İslâmî kurallarla örtüşen örfe uygun bir şekilde anlaştıkları takdirde, onların eski kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla, içinizden Allah’a, Allah’a imanın gerektirdiği esaslara ve âhiret gününe iman edenlere öğüt verilmekte, sorumlulukları hatırlatılmaktadır. Bu sizin için daha çok günahlardan ve haramdan arındırıcı, daha hayırlı, kalplerdeki şüpheyi gideren kuraldır. Allah biliyor, siz bilemezsiniz.

Bayraktar Bayraklı :
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, eski kocalarıyla evlenmelerine engel olmayınız! İşte bununla, içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız, kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

Fizilal-il Kuran :
Kadınları boşayıp da bekleme sürelerini doldurdukları zaman eğer daha önceki kocaları ile meşru biçimde anlaşırlarsa evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizdeki Allah 'a ve Ahiret gününe inananlara yönelik bir öğüttür. Bu sizin hesabınıza en temiz ve en iffetli yoldur. Allah bilir, fakat siz bilemezsiniz.

Hayrat Neşriyat :
Hem kadınları (ric'î, dönüşü mümkün bir boşama ile) boşadığınızda, bekleme müddetlerini de bitirdiklerinde, artık aralarında meşrû' olarak anlaştıkları takdirde, bu durumda kocalarıyla (tekrar) evlenirler diye onlara mâni' olmayın! Bu, içinizden Allah’a ve âhiret gününe îmân etmekte olan kimselere, kendisiyle nasîhat olunan(bir e mir)dir. Bu, sizin için daha hayırlı ve da ha temizdir. Çünki (sizin için neyin daha hayırlı olduğunu, ancak) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

İbni Kesir :
Kadınları boşadığınız vakit, onlar iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında güzelce anlaştıkları takdirde; kocalarıyla tekrar evlenmelerine mani olmayın. İşte sizden Allah'a ve ahiret gününe inanmış olanlara, bununla öğüt veriliyor. Bu, sizin için daha iyi, daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Ömer Nasuhi Bilmen :
Ve kadınları boşadığınızda, onlar da iddetlerini sonuna erdirince onların kendi aralarında maruf veçhile karşılıklı rızayla kocaları ile tekrar evlenmelerine mani olmayınız. Sizden Allah'a ve Ahiret gününe inanmış olanlara işte bununla öğüt verilir. Bu husus sizin için daha faydalı ve daha temizdir ve Allah Teâlâ bilir, siz bilmezsiniz.

Süleyman Ateş :
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, (eski) kocalarıyle evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha iyi ve daha temizdir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.

Ümit Şimşek :
Kadınları boşadığınız zaman, iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru şekilde anlaşacak olurlarsa kocalarına dönmelerine engel olmayın. Sizden Allah'a ve âhiret gününe inanmış olanlara verilen öğüt işte budur. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temiz bir iştir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Yaşar Nuri Öztürk :
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini tamamladıklarında, kendi aralarında örfe uygun olarak anlaşmışlarsa eski kocalarıyla nikahlanmaları hususunda onlara engel çıkarmayın. Bu, sizin Allah'a ve âhıret gününe inanmış olanınıza verilen öğüttür. Bu sizin için daha isabetli ve daha temizdir, Allah bilir ama siz bilmezsiniz.

Sonuç olarak; BAKARA 232 ayeti boşanmış kadınların boşandığı kocalarının dışında başka bir erkekle evlenme arzusunda oldukları zaman, o kadınlara eski kocalarının herhangi bir engel çıkarmaması öğütlenmesine rağmen, bağlamsız ve mezhebsel okumanın bir örneği verilerek, ayetin muhatabı boşanmış kadınların velileri olduğu düşüncesinden hareketle o velilere hitaben, boşanmış kadınlar şayet eski kocalarına dönmek arzusunda oldukları zaman, o kadınlara velileri tarafından engel çıkarılmamasının öğütlendiği yolunda yanlış bir anlam verilmiştir. Bu ayetin doğru bir şekilde yapılan mealleri, karısını boşamış erkeği muhatap alarak ve boşanmış kadının eski kocasından başka bir erkekle evlenme arzusuna vurgu yapan ve o erkeklerle evlenmeleri hususunda eski kocaların engel olmamasına vurgu yapan meallerdir.

Aşağıda bu ayetin doğru anlamlarını yapan meal örneklerini vererek yazımızı bitirmek istiyoruz.

Muhammed Esed :
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz.

Hasan Basri Çantay :
Kadınları boşadınız da ıddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru' bir suretde anlaşdıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın, işte içinizden Allaha ve âhiret gününe îmân etmekde olan (lar) a bununla öğüd veriliyor. Bu sizin için daha fazıyletli ve daha temizdir. (Ondaki maslahatı) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Ahmet Varol :
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerini tamamlarlarsa, aralarında iyilik üzere anlaşmaları durumunda (kendileriyle evlenmeye niyetlendikleri) eşleriyle nikahlanmalarını engellemeye çalışmayın. Bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman edene öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha elverişli ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Şubat 2015 Çarşamba

Hadisin Kur'ana Arzı Sorunu: Keler Öldürme Hadisi Örneği

Hadis denildiği zaman akla ilk olarak , "Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözler" şeklindeki tarif gelir. Bu tarif üzerinden gittiğimiz zaman bu gün elimizdeki bir takım rivayet kitaplarında ona ait olduğu iddia edilen sözler bulunmaktadır. Bu kitaplardaki sözlerin ona aidiyeti , o rivayeti nakleden kişilerin yani  ravilerin  "Cerh ve Ta'dil" denilen yöntem dahilinde yapılan kişilik tahlili neticesinde belirlenmiştir. Bu yöntemin sağlıklı bir yöntem olmadığını ve daha sağlıklı olanın hadisin Kur'ana arz yöntemi olduğunu düşündüğümüzü bu konular ile ilgili yazılarımızda belirtmeye çalışmıştık. 

Hadisin Kur'ana arz yönteminin de belirli şartları olması gerektiği, son zamanlarda herkesin bu yöntemi uygulamaya kalkması neticesinde ortaya çıkan bazı yanlış neticelerden dolayı kaçınılmaz olmuştur. Hadisleri bir uçtaki insanların "Vahiy" görüp , diğer uçtaki insanların "HaBis" şeklinde görmeleri bunun orta bir yolu olması şartını kaçınılmaz kılmıştır. 

Hadisler, cüppeleri ve sakalları akıllarından daha uzun olan "Ehli Tarik" veya "Ehli Hadis" fırkalarının elinde kaldığı müddetçe diğer tarafın onu HaBis olarak görme yanlışı ortadan kalkmayacaktır. Bu yazımızda Kur'an ehli olduğunu iddia edenler tarafından uydurma olarak damgalanan bir Hadisi ele alarak önerdiğimiz yöntemi pratize etmeye çalışacağız.  

Ele alacağımız Hadis Keler öldürmenin sevabı üzerine rivayet edilen bir Hadistir. 

"Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır"
 Ebu Hureyre den rivayet edilen bu hadis , Müslim , Tırmizi , Ebu Davud da mevcuttur. 
 İlk bakışta, hayvanlara karşı şiddet uygulaması içermesi ve Muhammed (a.s) ın böyle bir uygulamayı tavsiye etmesinin imkansız olduğu düşüncesi ile hadisin Kur'ana uygun olmadığı gerekçesi ile "Uydurma" damgası anında vurulmuştur. 
 Baştan şunu belirtmek isteriz ki ; Yazımızın amacı bu hadisin sahih bir hadis olduğunu ispatlamaya çalışmak değildir. Amacımız, bir hadisi Kur'ana arz ederken öncelikle bu sözün tarihi bir arka planı olup olmadığının araştırılma gereğidir. Rivayetin dini anlamda her hangi bir hüküm içermemesi açısından bakıldığında , bu rivayetin "Sahih" veya "Uydurma" olarak kategorize edilmesi gibi bir mecburiyetin olmadığını ifade etmek istiyoruz. Amacımız bu tür tarihi arka planı olabilecek rivayetler konusunda takip edilecek yolun nasıl olması gerektiği üzerinedir.
 Hadis taraftarlarının yaptıkları en büyük yanlış ,rivayetlerin tümünün evrensel mesajlar içermiş olduğu iddiasıdır. Bu iddia kesinlikle kabul edilebilir değildir. Hadisleri toptan red edenlerin kalkan olarak kullandığı argümanlardan bir tanesi de, Hadis taraftarlarının yapmış oldukları bu yanlıştır. Bizler başkalarının yaptıkları yanlışları kalkan edinmek yerine ilmi usul ve eleştiri ahlakına sadık kalarak elimizdeki bir Hadis metni konusunda fikir yürütmek zorundayız. 
Hadis şeklinde gelen rivayetleri , öncelikle söylendiği zaman ve mekan şartları içinde değerlendirmek gerekmektedir , o Hadisin bu güne dair her hangi bir mesaj taşımaması durumunda "Uydurma" damgasını vurmak doğru bir düşünce olmayıp "5 N 1 K" olarak bildiğimiz , "Ne, Nerede, Niçin , Nasıl ,Nerede , Kime" sorularının sorularak cevabının bulunması neticesinde bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. 
 Rivayette bahsedilen "Keler" adlı hayvanın nasıl bir hayvan olduğunu bilmeden, bizim bu gün bildiğimiz hayvanlar cinsinden olduğunu düşünerek " Bunları öldürmenin ne gibi sevabı olabilir?" sorusu haklı olarak kafaları karıştıracaktır.  
Hadislerin mana olarak bizlere geldiğini ,ve bu rivayetin" Terhib ve Terğib" (Sakındırma ve Özendirme)  bir rivayet türü olduğunu unutmadan şunları söylemek mümkündür; Muhammed (a.s) ın yaşadığı dönem içinde "Keler" adı verilen hayvanın haddinden fazla çoğalması ve yaşayan insanları tehdit etmesi gibi sorun olması ihtimal dahilindedir. Bu hayvanın zehirli bir tür olması aynı şekilde ihtimal dahilinde olup tehlikesinin görüldüğü anda öldürülmesi gerektiği yönünde bir bilgi taşıması düşünülebilir. 
Keler adı verilen hayvanın yer yüzünde bir çok türünün olması realitesini unutmadan, bu hayvanın bizim ülkemizde olan kertenkele cinsinden daha büyük olması , etinin yenilip yenilmemesi gibi sorunların tartışılmasından anlaşılmaktadır. Bu gün herhangi bir ülkede vahşi bir hayvanın aşırı şekilde çoğalması sonucu insanları tehdit unsuru haline gelmesi onların çoğalmasının önüne geçilerek dengenin sağlanmasını gerektirir. 1500 yıl öncesi imkanlarının bu günkü gibi olmaması , kısırlaştırma gibi imkanlardan yoksun olunması, onları öldürerek çoğalmalarının önüne geçmek şeklinde bir çareye mecbur bırakabilir.
Bu rivayetin söyleniş sebebi bu tür tarihsel arka plan dahilinde olması muhtemel olup , bu arka planı düşünmeden böyle bir sevab kazanmak içi elinde taş dağ bayır Kertenkele öldürmeye koşanların yaptığı işin adı kısaca "Aptallık" tır. 

Hadis külliyatı içinde bu tür tarihsel arka planı olan ve sadece o günün şartları dahilinde söylenmiş ve bizim yaşadığımız güne herhangi bir mesajı olmayan hatta bu gün artık onların yapılmasına gerek olmayan bir çok rivayet mevcuttur. "Unutulan Sünnetler" adlı bahislerde o günkü yaşam şartları dahilinde yapılmış olan bazı fiilleri dinsel açıdan herhangi bir mecburiyeti olmayan şeyleri "Sünnet" adı altında dinleştirerek bizlere sunanların yaptıkları bu tür uygulamalar cehaletten başka bir şey değildir. 

Bizlere "Hadis" adı altında gelen müktesabatı, birilerinin aşırılığa kaçarak dinin olmazsa olmazı sayması bizi diğer bir uca götürmemelidir. Bırakın sahih olabilecek hadisleri , uydurma olduğu kesin olan rivayetler dahi o günkü düşünce arka planını öğrenme açısından bizlere arka plan bilgisi vermesi açısından önemlidir. Bunları söylerken uydurmaları alıp başımıza taç yapalım demek istemediğimizi hatırlatalım. 

"Kur'an Merkezli Düşünce" söylemi etrafında toplanan İnsanların bir kısmında arız olan düşünce sorunlarından bir tanesi, Kur'anın nazil olduğu zaman ve mekan şartlarını hesaba katmadan sadece bu gün inmiş bir Kitap olarak bakılmasıdır. Bu bakış sonucunda kendisine Kur'an inen Elçinin yaşadığı zaman içinde bazı sözler söylemiş olabileceği bile hesaba katılmamaktadır. 

Kur'anı bu gün inmiş gibi okuyanların , rivayetleri de bu gün söylenmiş gibi görmeleri neticesinde günümüz şartları dahilinde artık her hangi bir bilgi değeri olmayan rivayetlere karşı böyle toptancı bir tutum sergilemeleri normaldir. Halbuki bu tür rivayetleri o günün şartları dahilinde söylenmiş olabileceği ihtimalini göz ardı etmeyerek okusalardı , bize bir mesajı olmayan bu tür rivayetlerin uydurma olduğu gibi bir düşünce içinde olmazlardı.

Sonuç olarak; Keler öldürmenin sevabı olsun veya buna benzer konular ile ilgili olarak rivayet kitaplarında olan bilgilerin evrensel anlamda bir hüküm taşıdığını iddia edenlere karşı olarak bunlara direk uydurma etiketi takmadan önce ilim usulunun gerektirdiği çalışmaların yapılması zorunluluğu vardır. Keler öldürmenin her zaman sevab olacağı inancı aptalca bir düşünce olup ,bu aptallıklara karşı olarak bu sözlerin arka planı olabileceği düşüncesi taşımadan ortaya atılan karşı düşünceler de doğru bir yaklaşım değildir. Öldürülmesi gereken hayvanın zehirli , şehir halkını tehdit edecek kadar çoğalması gibi sorunlarm karşısında böyle bir çareye başvurulmuş olabileceği ihtimali göz önüne alınarak bu sözün söylenme sebebi anlaşılabilir. Rivayete bakacağımız taraf dini anlamda herhangi bir hüküm olarak değil o günün muhtemel bir sorununa karşı söylenmiş bir söz olmalıdır. Yazının amacı bu hadisin sahih olduğu veya sahih olmadığı gibi bir düşünce beyanından öte bu tür rivayetlere bakış açısının nasıl olması yönünde getirilmiş bir okuma teklifidir. 

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.