Ayetinin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayetinin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Temmuz 2017 Cuma

Mehmet Okuyan'ın Yasin s. 6. Ayetinin Meali Hakkındaki İddiasının Kur'an Bütünlüğü Açısından Değerlendirilmesi

Sayın Mehmet Okuyan hoca Yasin s. ile ilgili yapmış olduğu derslerinden birisinde, bu surenin 6. ayetinin, meallerde yanlış olarak çevrildiğini iddia ederek, doğru olduğunu düşündüğü çevirinin nasıl olması gerektiği hakkında bilgi vermektedir.



Yukarıdaki videoda sayın Okuyan hoca, لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أُنْذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ  şeklindeki Yasin s. 6. ayetinin "Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir." şeklinde yapılan çevirilerinin yanlış olduğunu iddia etmektedir. İddiasının gerekçesi ise, ayet içindeki مَا  edatının meallerde olumsuz anlam verilerek çevrilmiş olmasıdır. Sayın Okuyan bu edatın olumsuzluk anlamı verilerek yapılan çevirilerinin yanlış, hatta CİNAYET olduğunu iddia ederek, bu edatın ismi mevsul anlamında çevrilmesi gerektiğini, dolayısı ile Yasin s. 6. ayetindeki Ataları uyarılmamış ibaresinin, Ataları da uyarıldığı gibi şeklinde çevrilmesi gerektiğini savunmaktadır.

İbrahim (a.s) ın Arapların İsmail (a.s) dan atası olduğu iddiasına katılmakla beraber, Yasin s. 6. ayetinin ifade ettiği anlam, Arap kavmine kendi dili ile ilk defa Muhammed (a.s) ın gönderilmiş olduğudur.

Biz sayın Okuyan'ın bu ayet ile ilgili öne sürdüğü düşünceye katılmadığımızı, Yasin s. 6. ayetinin Okuyan hocanın söylediği gibi çevrildiğinde, yapılan bu çevirinin Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında büyük bir sorun meydana geleceğini, hatta hocanın tabiri ile CİNAYET   olacağını düşünmekteyiz.

Kur'an içinde Yasin s. 6. ayetinin benzeri olan iki tane daha ayet vardır. Bunlardan birisi Kasas s. 46. ayeti, diğeri ise Secde s. 3. ayetidir. Öncelikle bu ayetlerdeki مَا  edatının da Okuyan hocanın iddia ettiği olumsuz anlam verilerek çevrilmesi yerine, ismi mevsul anlamı verilerek çevrilmesi gerektiğini hatırlatarak, bu edata ismi mevsul anlamı verildiğinde ortaya çıkabilecek çelişkiyi Kur'an bütünlüğünde göstermeye çalışacağız.


[Kasas s.46]  Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.


[Secde s.3] Yoksa onu  uydurdu mu diyorlar? Hayır, o senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir toplumu korkutman için, Rabbin tarafından gelen bir haktır. Gerek ki, hidayeti kabul ederler.

Dikkat edilirse her iki ayette de مَا edatı bulunmakta, ve bu edatların her ikisi de olumsuz anlam verilerek çevrilmekte, bu şekilde yapılan çevirilerin ise, Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu düşünmekteyiz. Yasin s. 6. ayetinde bulunan مَا edatı, eğer sayın Okuyan'ın iddia ettiği gibi ismi mevsul anlamı çevrilmesi gerekiyor ise, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerinde bulunan edatların da aynı şekilde ismi mevsul anlamı verilerek çevrilmesi gerekecektir. مَا edatının ismi mevsul anlamı verilerek yapılan Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetinin çevirilerinin ise şu şekilde olması gerekecektir.

[Kasas s.46]  Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı GELMİŞ olan bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.

[Secde s.3] Yoksa onu  uydurdu mu diyorlar? Hayır, o senden önce kendilerine bir uyarıcı GELMİŞ olan bir toplumu uyarman için, Rabbin tarafından gelen bir haktır. Gerek ki, hidayeti kabul ederler.
Yasin s. 6, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerinde geçen مَا edatını olumsuz anlam verilerek çevirmek yerine, ismi mevsul anlamı verilerek çevirdiğimiz zaman, Araplara Muhammed (a.s) dan önce bir uyarıcının gelmiş olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır. Sayın Okuyan hoca İbrahim (a.s) ile Muhammed (a.s) arasında Araplara herhangi bir uyarıcı gelmiş olduğunu iddia etmemekle birlikte, bu şekilde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğünde sağlamasını yaptığımızda, ortaya çelişkili bir durum çıkmaktadır.

[006.156-157] Demeyesiniz ki: Bizden önce kitab, yalnız iki topluluğa indi. Bizim ise onlarınkinden hiç haberimiz yok.Yahut: «Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk», demeyesiniz. İşte size de Rabbinizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.

[034.044]  Oysa Biz, onlara okuyacakları bir kitap vermemiş ve senden önce de onlara bir uyarıcı göndermemiştik.

[035.042]  Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.

[037.168-169] Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı;«Gerçekten bizler de, Allah'ın muhlis kullarından olurduk.»

[043.021]  Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?

Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri Araplara herhangi bir uyarıcı gelmediğine dair bilgi veren ayetlerdendir. Yasin s. 6, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerini, Araplara daha önce uyarıcı geldiği şeklinde bir anlam vererek çevirdiğimiz zaman, bu ayetler ile çelişkili bir durum arz edecektir.

[016.043]  Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.

[021.007]  Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.

Bu ayetlerde zikir ehline yani daha önce kitap gönderilenlere sorulması istenmesinin sebebi, Arap toplumuna daha önce herhangi bir elçinin gönderilmemiş olmasındandır.

Sayın Okuyan hoca da çok iyi bilmektedir ki, Kur'an çevirilerinde dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan birisi, ayetler arasındaki uyumdur. Kur'an bir yerde Ak dediğine, bir başka yerde Kara demeyeceğine göre, böyle bir durum varmış görüntüsü oluşturacak her türlü çeviri, okuyucular arasında kafa karışıklığına neden olacaktır. 

Sayın Okuyan hocanın tefsir çalışması içinde olduğunu bilmemiz, yazacağı tefsirde Yasin s. 6. ayetinin çevirisi ve tefsiri ile ilgili yapacağı hatalı çeviri ve yorumlar, haklı olarak itirazlara neden olacaktır. Sayın hocanın bu konuda yaptığı ders içinde kullandığı CİNAYET  kelimesi, yakışıksız ve iddialı bir kelime olup, bazı konularda ortaya koyduğu iddiaları mutlak görme açısından yanlış olduğunu burada kendisine hatırlatmak istiyoruz. 
Sonuç olarak; Yasin s. 6. ayetinde geçen مَا edatı, olumsuz anlam verilerek çevrildiğinde (aşağı yukarı bütün mealler bu yöndedir), doğru ve Kur'an bütünlüğü ile uyumlu bir anlam yakalanmış olacaktır. Sayın Okuyan hocanın CİNAYET  olarak ifade ettiği bu doğru anlamın tersine yapılacak olan  مَا  edatına ismi mevsul anlamı verilerek yapılan çeviriler ise, Kur'an bütünlüğü ile uyum sağlamayacağı gibi, Kur'an'da çelişki varmış gibi bir durum ortaya çıkaracaktır. Sayın hocanın bu durumu dikkate alması, yazacağı tefsirde itirazlara sebep olacak bir yanlışa düşmesine mani olacaktır. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

6 Haziran 2017 Salı

Taha s. 96. Ayetinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Musa (a.s) kıssası içinde gördüğümüz Samiri adındaki karakter, bilindiği gibi Musa (a.s) ın Tur dağına çıkmasının ardından kavmini saptırmış ve yaptığı buzağıyı onlara, İşte bu sizin ilahınız diyerek, Musa (a.s) geri dönene kadar kavminin onun buzağıya tapmasına sebep olmuştur. Onunla ilgili bilgiler Araf ve Taha surelerinde geçen Musa (a.s) kıssası içinde geçmektedir. 

Taha suresi içinde onunla ilgili ayetlerde geçen sorgulanma sahnesinde, buzağıyı yapma gerekçesini anlattığı 96. ayetin çevirilerini okuyanlar, bu çevirilerde içlerine sinmeyen bazı noktalar görecek, ve bu ayetin daha farklı bir çevirisi olması gerektiğini  düşüneceklerdir, Yazımızda bu ayetin üzerinde durmaya, ve bu ayetin yapılmış olan bazı çevirilerini ele almaya çalışacağız.

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي

Ayetin bazı çevirileri şu şekildedir;

Ali Fikri Yavuz :
Sâmirî şöyle dedi: “- Ben İsrail oğullarının görmedikleri Cibrîl’i gördüm de, O Rasûlün izinden bir avuç toprak aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Böylece bunu, bana, nefsim hoş gösterdi.”

Bekir Sadak :
Samiri: «Onlarin gormedikleri bir sey gordum ve o sana gelen elcinin bastigi yerden bir avuc avucladim. Bunu ziynet esyasinin eritildigi potaya attim. Nefsim boyle yaptirdi» dedi.


Bayraktar Bayraklı
Sâmirî, “Onların görmedikleri bir şey gördüm ve o elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu ziynet eşyalarının eritildiği potaya attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi" dedi

Hayrat Neşriyat :
(Sâmirî:) '(Ben, onların) görmedikleri şeyi gördüm ve (sana gelen) o elçinin(Cebrâîl’in atının) izinden bir avuç (toprak) avuçlayıverdim de onu (eritilmiş ziynet eşyâlarının içine) attım; böylece bunu nefsim bana hoş gösterdi' dedi.


Suat Yıldırım :
"Ben," dedi, onların görmedikleri bir şeyi gördüm. O resul’ün izinden bir avuç toprak alıp onu potanın içine attım. İşte böylece nefsim böyle yapmayı bana hoş gösterdi."


Bu ayet ile ilgili olarak yapılmış tefsirlere bakıldığında, Samiri'nin Musa (a.s) a gelen Cebrail'in bastığı toprakta kalan ayak izinden bir avuç toprak aldığı, bu toprağı yapmış olduğu buzağı heykeline kattığı gibi yorumlara rastlamaktayız. Bu kıssayı Kur'an'dan okuduğumuz zaman, orada bu tür çevirileri destekleyecek herhangi bir karine bulunmamaktadır. Halbuki bu tür çevirileri yapanlar ayet içinde geçen Eser (iz) kelimesini kıssa içinde aramış ve bu izi takip ederek ayete anlam vermeye çalışmış olsalardı, bu ayetin daha değişik bir anlama sahip olabileceğini anlayabilirlerdi.

Taha s. 83. ayetinde Allah (c.c) tarafından "Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa!" sorusuna Musa (a.s) şekilde cevap vermektedir;

[020.084] Musa: «Onlar, benim izimin (ala eseri) üzerindeler ve ben, hoşnut olasın diye, sana gelmekte acele ettim ey Rabbim!» dedi.

96. ayette geçen eserirasuli (resulün izi) kelimesinin ne anlama gelebileceği, 84. ayette geçen eser kelimesi ile neyin ifade edilmiş olabileceği üzerinden düşünmekten geçtiğini söyleyebiliriz.

Musa (a.s) Tur'a çıkarken kardeşi Harun'a kavmine sahip olması için talimat vermiş (7.142), kavminin kardeşine itaat edeceği düşüncesi içinde Tur dağına çıkmıştır. Kavminin kendisinin izinin üzere olduğunu söylemesi, kardeşine verdiği talimatları kavminin yerine getireceğine, yani şirke düşmeyeceklerine dair olan inancından ötürüdür.

84. ayeti bu şekilde anladığımız zaman, 96. ayette geçen eserirresuli kelimesinin anlaşılması kolaylaşacaktır. Samiri neden böyle bir işe giriştiğine dair kendisine sorulan soruya şöyle cevap verir;

 basurtu bi mâ lem yabsurû bihî 

Samiri kendisinin kavminden daha basiretli olduğunu, Musa (a.s) ın öğretilerinin yanlış olduğunu anladığını iddia ederek "Onların göremediklerini ben gördüm" demektedir.

 fe kabadtu kabdaten min eserir resûli 

Kendisi de Musa'nın kavminden olması nedeniyle, onun tarafından öğretilen ve tebliğ edilenler Samiriye de  ulaşmıştır. Samirinin "elçinin izinden bir avuç aldım" demesi, Musa'nın kavmine öğrettiği tevhidi hakikatlerin kendisini de ulaştığı anlamına gelmektedir.

Burada Samirinin, neden senin izinden değil de, resulün izinden dediği sorusu sorulabilir. Böyle bir ifade kullanmış olmasına sebep olarak, resul kavramının anlam alanının dikkate alınması gerektiğini söyleyebiliriz. Resul adı ile bilinen insanlar, Allah (c.c) nin kendilerine vahyettiği bilgileri, insanlara iletmekle görevli kimseler olmasından dolayı, hangi resul olursa olsun onun tarafından insanlara öğretilen bilgiler insan hayatından atıldığında, ortaya çıkan boşluğu şirk dolduracaktır. Musa yerine resul kullanılması, meselenin boyutlarını bütün resuller ile alakasının kurulmasını sağlamasına yönelik olduğunu söyleyebiliriz.

fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî.

Bu ifadeler Musa (a.s) tarafından öğretilen tevhidi hakikatlerin Samiri tarafından kabul görmediğini ona da öğretilen gerçekleri attığını yani onlardan sıyrılarak şirk merkezli bir düşünceyi tercih ettiğini göstermektedir.

Ayeti toparlayacak olursak; Samiri buzağıyı yapma gerekçesi olarak kavminin basiret sahibi olmamasından dolayı Musa (a.s) ın ilahına tabi olmayı kabul ettiğini, fakat kendisinin kavminden daha basiretli olmasından dolayı, bu bilgileri ret ettiğini söylemektedir. 

Bu doğrultuda yapılan bazı çeviri örnekleri de şu şekildedir;Abdullah Parlıyan:
"Onların göremediği bir şeyi gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim, veya elçi olan Musa’nın öğretilerinden bir kısmını fırlatıp attım, böylelikle bana bu işi nefsim hoşa giden bir şey olarak gösterdi."
Abdullah Parlıyan:
"Onların göremediği bir şeyi gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim, veya elçi olan Musa’nın öğretilerinden bir kısmını fırlatıp attım, böylelikle bana bu işi nefsim hoşa giden bir şey olarak gösterdi."
Abdullah Parlıyan:
"Onların göremediği bir şeyi gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim, veya elçi olan Musa’nın öğretilerinden bir kısmını fırlatıp attım, böylelikle bana bu işi nefsim hoşa giden bir şey olarak gösterdi."

Abdullah Parlıyan
Sâmirî cevaben: “Onların göremediği bir şeyi gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim, veya elçi olan Musa'nın öğretilerinden bir kısmını fırlatıp attım, böylelikle bana bu işi nefsim hoşa giden bir şey olarak gösterdi.”


Edip Yüksel
Dedi ki, 'Onların görmediğini gördüm, elçinin öğretisinden bir kısmını alıp attım. Böyle uygun gördüm

Hasan Basri Çantay :
O da (şöyle) dedi: — «Ben onların görmediklerini gördüm. Binâen'aleyh o peygamberin izinden bir avuç (toprak) alıb onu (erimiş hulliyyâtın içine) atdım. Bunu bana nefsim hoş gösterdi böyle»

İlyas Yorulmaz
Samiri Musa'ya “Onların göremedikleri bir şeyi gördüm. Allah resulü olarak senin insanlara öğrettiklerinden bir kısmını alıp ve nefsimin bana hoş gösterdiği şeyi karıştırarak (tapmaları için kavmime bu buzağı heykelini) yaptım” dedi

Kadri Çelik
Dedi ki: “Ben (kendi aklımca halkın inançlarında) onların görmediklerini (bir takım eksiklikler) gördüm de böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim (belli bir yere kadar yolunu takip edip sonra terk ettim) ve bana nefsim böyle hoş gösterdi

Muhammed Esed
"Ben onların göremediği bir şeyi gördüm; ve bu yüzden, Elçi'nin öğretilerinden bir tutam aldım ve onu fırlatıp attım; içimde bir şey böyle (yapmaya) itti beni.


Mustafa İslamoğlu
O dedi ki: "Ben (bu) işe onların bakmadıkları bir gözle baktım; bu nedenle de Elçi'nin (İnanç sisteminden) etkili bir parçayı çekip aldım ve kaldırıp attım: zira güdülerim beni böyle yapmaya sevk etti.

Şaban Piriş :
O da: -Onların görmedikleri bir şey gördüm ve elçinin izinden bir avuç avuçladım ve onu attım. İşte nefsim bunu bana hoş gösterdi. dedi.

Süleyman Ateş
(Sâmiri): "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm. Elçinin eserinden bir avuç aldım da attım; nefsim bana böyle (yapmayı) hoş gösterdi.

Erhan Aktaş
Samiri: “Ben, onların anlamadıkları şeyi anladım1. Rasulün izinden bir avuç avuçladım ve sonra da onu attım.2 Bunu bana nefsim hoş gösterdi" dedi.

 1-Halkın göremediğini, yani Hazreti Musa’nın sihir yaptığını anladım. 2- Musa’nın izinden giderek onun gibi olağanüstü bir iş yaparak buzağının ilah olduğunu halka göstermek istedim

Yukarıda vermiş olduğumuz meal örnekleri, Taha s. 96. ayetinin daha doğru olduğunu düşündüğümüz çevirileridir. Çevirilerde dikkat edileceği üzere Eser kelimesi Cebrail'in ayak izi olarak değil, Musa (a.s) ın resul olmasından kaynaklanan görevi dahilinde kavmine yaptığı öğütleri ifade eden bir anlama sahiptir. Bu anlamı dikkate alarak yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu söyleyebiliriz. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

27 Mayıs 2017 Cumartesi

İsra s. 36. Ayetinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Allah (c.c) İsra s. 22. ayetinden başlayarak 39. ayetine kadar devam emirleri içinde, 36. ayette şöyle buyurmaktadır;

Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innes sem’a vel basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ(mes’ûlen).

Bu ayetin çevirileri ise genellikle şu şekilde yapılmaktadır;

Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.

İsra s. 36. ayetinin bu şekilde yapılan çevirilerinin, ayetin vermek istediği asıl mesajı tam olarak yansıtamadığını düşünmekteyiz şöyle ki; 

Ayetin bu şekildeki çevirisini okuyan bir kimse, bilmediği bir şey hakkında herhangi bir araştırma ve sorgulama yapmaması gerektiğini ayetten çıkarabilecek ve kafasında bazı sorular oluşacaktır.

Ayetin çevirisi yapılırken dikkate alınması gereken noktanın ayet içindeki ma leyse leke bihi ilmun ibaresi olduğunu düşünmekteyiz. Bu ibarenin geçtiği ayetler Kur'an'ın bel kemiğini oluşturan tevhit ve şirk ile ilgili konular olup, bu ayeti de bu nokta dikkate alarak çevirmek yorumlamak gerektiğini söyleyebiliriz. Bu ibarenin geçtiği diğer ayetlerin mesajı dikkate alınarak yapılan bir çeviri çalışmasının daha isabetli olacağını düşünmekteyiz.

Ilmun; Bir şeyin hakikatinin idrak edilmesi anlamına gelmektedir. Bu idrakın Allah (c.c) den gelen bir bilgi ve belge ile olacağını düşündüğümüz zaman bu ibarenin anlamı Yapılan bir işin veya söylenen bir sözün meşru olduğuna dair Allah'tan gelen bir bilgi olarak anlaşılması gerekecektir. 

[011.046] Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ehlinden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme( ma leyse leke bihi ılmün)! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.

Hud s. 46. ayetindeki bu söz, 45. ayette Nuh (a.s) tarafından oğlunun kendi ehlinden olduğunu söylemesi üzerine söylenmektedir. Allah (c.c) elçisine, söylediği söz hakkında doğruluğuna dair ona kendisinden gelmiş bir bilgi olmadığını buyurarak, elçisini bundan sakındırmaktadır.

[022.071] Onlar Allah'ı bırakıp da O'nun, haklarında hiçbir delil indirmediği (ve ma leyse lehum bihi ılmün), kendilerinde de bir bilgi olmayan şeylere taparlar. Zulmedenlerin yardımcısı olmaz.

Hac s. 71. ayeti, Allah'ın dışında kulluk edilenlerin meşruluğuna dair Allah'tan gelen bir bilgi ve belge olmadığını ifade etmektedir.

[029.008]  Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (ma leyse leke bihi ılmün) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.

[031.015] Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (ma leyse li bihi ılmun) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

Ankebut s. 8. ve Lukman s. 15. ayetleri bizlere, ana babaya yapılacak itaatın sınırlarını çizmektedir. Eğer ana baba, çocuğuna Allah'ın doğruluğuna dair bir bilgi ve belge indirmediği konularda zorlama yaptıkları takdirde, bu konuda onlara itaat edilmemesi gerektiği bildirilmektedir.

[040.042]  «Siz beni Allah'a (karşı) küfre sapmaya ve hakkında bilgim olmayan şeyleri(ma leyse li bihi ılmün) O'na şirk koşmaya çağırmaktasınız. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah') a çağırıyorum.»

Mü'min s. 42. ayetinde, Firavun'a karşı mü'min kişi tarafından söylenen bu söz de, Firavun ve taraftarlarının çağırdığı şey hakkında, Allah tarafından doğrulayıcı bir belge olmadığı söylenmektedir.

Kur'an'ın değişik yerlerinde geçen bu ibareleri dikkate alarak İsra s. 36. ayeti bizlere, Allah tarafından hakkında doğrulayıcı bilgi ve belge bulunmayan şeylerin peşine takılmamamız yani şirke düşmememiz gerektiği, aksi halde bunun bir bedeli olacağı haber verilmektedir.

Bunları dikkate alarak İsra s. 36. ayetine şu şekilde verilebilecek anlamların, ayetin mesajının daha net anlaşılabileceğini düşünmekteyiz. Bu mesajın anlaşılması için ayetin başına parantez açılarak konulacak bir kelime, ayetin mesajının daha net olarak anlaşılmasına yardımcı olacaktır. 

İsra s. 36--- (Meşruluğu- doğruluğu) Hakkında sana bilgi gelmemiş olan şeyin ardına düşme- peşine takılma- o yolu takip etme. Çünkü kulak, göz ve gönül bu yapılanlardan sorumludur. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Zariyat s. 59. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Bazı ayet mealleri ile ilgili olarak yazmaya çalıştığımız yazılarda tekrarladığımız, bir ayetin çeviri ve yorumunda dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesinin, o ayetin bağlı olduğu ayet gurubu ile olan anlam bağına (siyak- Sibak) dikkat edilerek çevrilmesi olduğunu yine tekrarlayarak, bu yazımızda Zariyat s. 59. ayetinin mealini, karşılaştırmalı olarak okuyan kimselerin karşılaştığı farklı anlamlardan hangisinin daha uygun olduğu konusu üzerinde düşünmeye çalışacağız.

Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni.

Bu ayetin mealleri iki farklı şekilde yapılan çevirileri şu şekildedir; 

[051.059] Zulmedenlerin, geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır; cezalarını Benden acele istemesinler.

[051.059] Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmiş arkadaşlarının payı gibi bir azab payı vardır. Acele etmesinler.

Türkçe Kur'an çevirilerinde Zariyat s. 59. ayetine verilen anlamlar genel olarak yukarıda verdiğimiz iki farklı anlam şeklindedir. Dikkat edilirse bu meallerdeki farklılık, "geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır" ve "geçmiş arkadaşlarının payı gibi bir azab payı vardır" şeklindedir. Bu çevirilerdeki farklılık, ayet içindeki Zenuben misle zenubi   ibaresine verilen anlamlardan kaynaklanmaktadır.

Zenb; Kuyruk anlamına gelen bir kelimedir. Kişinin işlediği hatalar onun peşine takılıp, tevbe etmediği sürece ondan ayrılmadığı için, kişinin hesap gününde sorumlu olduğu hataları bu kelime ile ifade edilmektedir.

Bu kelime ayrıca Pay, Hisse, Akıbet, kötü sonuç anlamına da gelmektedir. 

Konuyu kelimelerin çok anlamlılığı çerçevesinde düşündüğümüzde, Kur'an içindeki bazı kelimelerin, eğer birden fazla anlama sahip olabilme ihtimali var ise, bu anlamlardan hangisinin daha uygun olabileceği, ayet ve sure bütünlüğü göz önüne alınarak bulunabilir.

Zenb kelimesi, Kur'an içinde geçtiği diğer ayetlerde Suç, Hata, Günah gibi anlamlara sahip olduğu için, Zariyat s. 59. ayetinin bazı çevirilerinde bu kelimeye, Suç anlamının verildiğini görmekteyiz. Fakat Zenb kelimesinin sahip olduğu Suç anlamının Zariyat s. 59. ayetinde geçen kelimeye verilmesinin uygun olmadığını düşünmekteyiz. Bu kelimeye suç anlamı verenlerin, kelimeyi çoğul olarak Suçlar, Günahlar olarak  çevirmesine karşın, kelime tekil anlamda olup, çoğul eki bulunmamaktadır.

Zariyat suresini okuduğumuzda, Lut, Firavun, Ad, Semud ve Nuh kavimlerinin helak edildiklerini haber veren ayetleri görmekteyiz. Bu haberlerden sonra surenin 52. 53. ayetlerinde, Mekke müşriklerine dönülerek helak edilen kavimlerin elçilerine karşı yaptıkları ile Mekke müşriklerinin elçilerine karşı yaptıkları yanlışın aynı olduğu vurgulanmaktadır. 

Bu ayetleri dikkate aldığımızda, Zariyat s. 59. ayetinin, helak edilen kavimlerle aynı akıbete uğrayacaklarını haber verdiğini anlayabiliriz. Bu ayetin çevirisinde Zenb kelimesine suç anlamının değil Pay, Hisse anlamının verildiği çevirilerin daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

Zenb kelimesinin aynı zamanda Akıbet anlamına da sahip olduğunu düşünerek, ayetin çevirisini bu kelimeyi kullanarak, "Onun için muhakkak o zulmedenlere (aynı yolda giden geçmişteki) arkadaşlarının akıbeti gibi,  bir akıbet vardır, şimdi onu acele istemesinler!" şeklinde yapmanın da mümkün olduğunu söyleyebiliriz. 


Muhammed Esed Meali

Gerçek şu ki, zulüm işleyenler, [geçmişteki] arkadaşları gibi [kötülükten] paylarını alacaklardır: öyleyse [akibetlerini] çabuklaştırmayı benden istemesinler!


                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


6 Nisan 2017 Perşembe

Nisa s. 135. Ayetinin Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Nisa s. 135. ayetinde, Rabbimiz bizlere şöyle buyurmaktadır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيًّا أَوْ فَقَيرًا فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا

Bu ayetin Türkçe Kur'an meallerinde yapılan çevirileri genellikle şu şekildedir.

Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.

Ayetin yukarıda verdiğimiz mealinde altı çizilen olan cümlenin, metnin anlamının meale yansıtılmasında problem arz ettiğini düşünmekteyiz. Arapça metindeki Evla kelimesinin Daha yakın anlamı verilerek çevrilmesinin, çevirilerdeki problemi oluşturduğunu düşünmekteyiz.

Evla; sözlükte daha uygun, münasip, ehil, layık anlamındadır.

Evla kelimesinin geçtiği diğer ayetlere baktığımızda bu kelimeye Daha layık - Daha uygun- Daha münasip-öncelikli şeklinde mealler verildiğini görmekteyiz. 

[008.075]  Bundan sonra iman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte onlar da sizdendir. Akrabalar (mirasta) Allah'ın Kitabına göre, birbirlerine (mirasta) önceliklidir(evla). Doğrusu Allah her şeyi bilendir.

[019.070] Sonra biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun (evla) olduğunu daha iyi bilmekteyiz.

[033.006]  Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir(evla). O'nun hanımları da onların analarıdır. Akraba da Allah'ın kitabında birbirlerine, diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir maruf (uygun bir vasiyet) yapmanız müstesnâdır. Bu, kitapta yazılıdır.

Evla kelimesine verilen Daha yakın şeklinde bir anlam, ayetin mesajını yansıtma noktasında eksiklik arz ettiğinden dolayı, bu kelimeye Öncelikli şeklinde bir anlamın verilmesi, hem kelimenin sahip olduğu anlamın meale yansıtılması, hem de ayetin daha kolay anlaşılması için uygun olacaktır.

Ayetin mesajını kısaca özetleyecek olursak; Rabbimiz bu ayette bizlere şahitliği doğru yapmak noktasında emirler vermektedir. Hakkında şahitlik yaptığımız kimseler bizim anne ve babamız, yakınlarımız, zengin veya fakir olsa dahi, yani zenginlere karşı duyulan bazı çekincelerin, veya fakire karşı duyulan merhametin bile, bizi hakkı söylemekten geri bırakmaması, Allah'ın bu konudaki emirlerinin dikkate alınarak hareket edilmesi gerektiği emredilmektedir.

Fallahu evla bihima cümlesine verilmesi gereken anlam, ayet içinde anne baba, akraba, zengin, fakir olarak sayılan guruplara değil Allah'a öncelik tanınması, Allah'ın emrinin yerine getirilmesinin daha uygun olması, Allah'ın bu konudaki emrinin dikkate alınarak önceliğin bu emre verilmesi şeklinde olması gerektiğini düşünmekteyiz.

Tetkik etme imkanı bulduğumuz Türkçe Kur'an mealleri içinde Elmalılı Hamdi Yazır'ın bu ayete daha uygun ve anlaşılır bir meal verdiğini görmekteyiz. 

Elmalılı Hamdi Yazır :
Ey o bütün iyman edenler! Hakkaniyyetle durub adaleti yerine getirmeğe uğraşır hâkimler, Allah için şahidler olunuz, gerekse nefislerinizin, veya ebeveyninizin veya en yakınlarınızın aleyhine olsun, gerek zengin ve gerek fakır bulunsun, çünkü Allah ikisinden de akdemdir, onun için haktan udul edib de nefsin arzusuna tabi' olmayın ve eğer dilinizi eğer veya çekinirseniz şüphe yok ki Allah her ne yaparsanız habîr bulunur

Elmalılı ayet içindeki Evla kelimesine Akdem şeklinde bir anlam vermek sureti ile daha uygun bir anlam vermiştir. Akdem kelimesi , Daha önce, daha mühim, daha öncelikli anlamlarına gelmektedir. 

Onun mealinin internet ortamında bulunan sadeleştirilmişlerinin bir tanesi, onun verdiği anlamı sadeleştirmeye yansıtırken, bir diğeri ise maalesef yansıtamamıştır.

Elmalılı (sadeleştirilmiş) :
Ey iman edenler, hak ölçülerle hareket edip adaleti yerine getirmeye uğraşan hakimler, Allah için şahitlik yapan kişiler olunuz. Gerek kendileriniz veya ana-babanız yahut en yakınlarınız aleyhine olsun; gerek zengin, gerek fakir olsun. Çünkü Allah, ikisinden de önceliklidir. Bundan dolayı adaletten uzaklaşıp da nefsinize uymayın. Şahitlik yaparken dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana - babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Sonuç olarak; Türkçe Kur'an meallerinde sıkça rastladığımız bir durum olan, bazı meal yapıcılarının ayet bütünlüğünü meale tam yansıtamama durumu, Nisa s. 135. ayetinde geçen, Evla kelimesinde de göze çarpmaktadır. Bu kelimeye çoğunluk meallerde verilen Daha yakın anlamı yerine, hem kelimenin anlamına hem de ayetin mesajına daha uygun olan Öncelikli veya bu anlamı çağrıştıran anlamlar verilerek meal yapıldığında, bu ayet meal okuyucuları tarafından daha kolay anlaşılacaktır.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

6 Mart 2017 Pazartesi

Kehf s. 25. Ayetinin Esed, İslamoğlu ve Öztürk Tarafından Yapılmış Olan Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Arap dilini bilmeyen insanlar tarafından anlaşılabilmesi için farklı dillere çevrilmesi, veya Tefsir dediğimiz yöntem ile bazı ayetlerinin yorumlanması , İslam dünyasında yapılan yaygın çalışmalardandır. Bu tefsir ve mealleri yapanların sahip oldukları bilgi birikimini bu çalışmalarına yansıtmış olmaları ise bir realitedir.

Tefsirlere bakıldığında bazı ayetlerin yorumlarının birbirlerinden farklı , hatta taban tabana zıt bir şekilde yapılmış olduğu , bir çok tefsir okuyucusunun gözünden kaçmamaktadır. Tefsirlerde yapılan bu yorumların doğru veya yanlış olma ihtimali elbette mevcuttur. Bir tefsircinin yapmış olduğu ayet yorumu , sahip olduğu bilgi birikiminin bir sonucu olup , hiç bir tefsirci yapmış olduğu yorumu nihai doğrular olarak göstermek , kendi görüşlerinin doğrultusunda yapılmayan yorumları mahkum etmek hakkına asla sahip değildir.

Tefsir çalışmaları , Kur'an ayetlerinin yorumlanmasında kişilere daha geniş bir alan sağlarken, meal çalışmaları , tefsir kadar geniş alanda ayetleri yorumlama imkanı sağlamaz. Meal yapıcıları farklı yorumlanmaya müsait olan ayetlerde o ayetin aslına sadık kalmak sureti ile çevirmek zorundadırlar. Meal yapıcısı farklı yoruma müsait olan ayetlerde , doğru olduğunu düşündüğü yorumu , ayet çevirisi üzerinde parantez açmak, veya metin üzerinde oynama yapmak sureti ile kabul ettiği yorumu ayete onaylatmak hak ve yetkisine sahip değildir.

Söylemek istediklerimiz , bu konuda somut örnek göstermeye çalıştığımızda , daha net olarak anlaşılacaktır.

وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا

Yukarıdaki ayet Kehf s. 25. ayeti olup , Ashabı Kehf'in mağarada kalış süreleri ile ilgili olarak bir rakam vermektedir. Ayetin aslına uygun olarak yapılmış çevirisi şu şekildedir;

 Ve onlar mağaralarında üçyüz sene durdular. Dokuz (sene) de arttırdılar. (Ö. Nasuhi Bilmen)

Bu ayet tefsirlerde iki farkı şekilde yorumlanmaktadır. Birinci yoruma göre Allah (c.c) Ashabı Kehf'in mağarada kaç yıl kaldıklarını haber vermektedir. İkinci yoruma göre ise , Ashabı Kehf'in mağarada kaç yıl kaldıkları konusunda insanların ortaya koyduğu iddia olup bir sonraki 26. ayette "De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.» Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez." buyurulması ile , insanlar tarafından ortaya atılan bu kalış süresi ret edilmektedir.

Kehf s. 25. ayeti ile ilgili olarak yapılan iki farklı yorumun birisinin doğru , birisinin yanlış olma ihtimali mevcuttur. Her iki yorumun da doğru olması mümkün değildir. Ancak doğru olarak kabul ettiğimiz yorumun doğruluğunu , veya yanlış olarak kabul ettiğimiz yorumun yanlış olduğunu bize haber verecek tek merci Allah (c.c) olup , hiç kimsenin artık ondan böyle bir haberi alması da mümkün değildir. 

Yani bir ayetin yorumu hakkında doğru veya yanlış şeklinde öne süreceğimiz iddia , ortaya koyduğumuz deliller neticesindedir , ve bu delillerin doğruluğunu veya yanlışlığını onaylayacak ilahi bir merci yoktur.

Ortada böyle bir durum mevcut iken , bu ayet ile ilgili olarak yapılan yorumların herhangi birisinin kesin doğru , diğerinin ise kesin yanlış olarak nitelendirilmesi  , yanlış bir tutum olacaktır. Bu ayet ile ilgili olarak yapılacak tek şey , kişinin doğru olarak kabul ettiği yorumu tercih etmesi , kabul etmediği yorumu ise yanlış olarak mahkum etmemesi olacaktır. 

Ancak hiç kimsenin iki farklı yoruma açık olan bir ayetin çevirisi üzerinden kendi tercih ettiği yorumu ayete onaylatmak hakkı ve yetkisi de yoktur.

Kehf s. 25. ayetinin Muhammed Esed, Mustafa İslamoğlu ve Mustafa Öztürk tarafından yapılmış olan çevirilerine baktığımızda , farklı yorumlardan birisini tercih ettiklerini ve bu tercihlerini yapmış oldukları ayet çevirilerine yansıttıklarını görmekteyiz. 

Muhammed Esed :
Ve (bazıları,) onlar(ın) mağaralarında üçyüz yıl kaldı(ğını ileri sürüyor) ve kimileri de (bu sayıya) dokuz yıl daha ekliyorlar.

Mustafa İslamoğlu :
İmdi (kimileri) Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar (diye iddia ederlerken), bir (başkaları) da bu sayıya dokuz yıl daha ekledi.

Mustafa Öztürk :
Bazıları o gençlerin mağaralarında üç yüz yıl uyuyup kaldıklarını söylüyor. Bazıları ise buna dokuz yıl daha ekleyip üç yüz dokuz yıl kaldıklarından söz ediyor

Dikkat edilirse Kehf s. 25. ayetinin yapılan çevirileri , ayetin 2 farklı yorumundan birisinin tercih edilmiş halinin Allah'ın ayetine onaylatılmış bir halidir. 

Herkesin Kur'an ayetleri üzerinde yorum yapmak veya yapılmış olan yorumlardan uygun olduğunu düşündüğünü kabul etmek hakkı elbette vardır. İsimlerini verdiğimiz kişiler bu alanda söz sahibi olduğunu düşündüğümüz kişilerdir. Ancak bu ayetlerin çevirisinde hatalı bir yöntem sergileyerek doğru veya yanlış olma ihtimali olan kendi düşüncelerini doğru olarak kabul ederek , Kehf s. 25. ayetini bu doğrultuda çevirmişlerdir. 

İsimlerini verdiğimiz kişilerin Kehf s. 25. ayetinin , Ashabı Kehf'in mağarada kaldıkları süreyi değil , başkalarının böyle bir süre vermiş olduğunu , ve bu sürenin Allah (c.c) tarafından ret edildiği şeklinde yapılan yorumların doğru olduğunu kabul etmek hakları vardır. Ancak hiç kimsenin böyle bir yorumu , ayetin metni üzerinde oynamalar yapmak , veya parantez açmak sureti ile Allah (c.c) nin böyle söylediğini iddia etmek hakkı ve yetkisi yoktur.

Sayın İslamoğlu ve Öztürk , neden böyle bir çeviriyi tercih ettiklerini dip not olarak açıklamış olmalarına rağmen , onların kendi tercihlerini ayetin çevirisine yansıtmaya hakları olmadığını düşündüğümüzü söylemek istiyoruz. Esed ve İslamoğlu tarafından yapılan Kehf s. 25. ayetinin çevirisindeki şahsi yorumlar parantez içine alınmış olmasına rağmen , Öztürk tarafından yapılan çevirideki şahsi yorumlar , parantez içine dahi alınmadan sanki Allah (c.c) böyle diyormuş gibi gösterilerek daha bariz bir hataya imza atılmıştır.

Bu kimselerin yapmaları gereken , önce ayeti aslına sadık bir şekilde çevirmek , ayetin yorumu hakkındaki şahsi tercihlerini ise , dip not olarak belirtmek olması iken, kabul etmedikleri diğer yorumu görmezden gelerek , tek ve nihai doğru olarak kendi görüşlerini dikte ettirmeye çalışmış olmaları kabul edilir bir durum değildir. 

Anlam yorum tarzında Kur'an çevirisi yapan kimselerin bir çoğu , ayet çevirisi gibi yorum alanı dar bir alanda çalıştıklarını unutarak , yorum alanı daha geniş olan ayet tefsiri alanında çalıştıkları zannetmeleri , veya yaptıkları çeviri tarzının bunu gerektirdiğini düşünerek ayet üzerinde bu tür tasarrufları yapmayı , kendilerine verilmiş bir yetki olarak görmektedirler. 
Ancak bu tarz çevirilerin , okuyucular tarafından Allah'ın kesin olarak böyle dediği gibi bir zanna kapılmalarına ve farklı yorumlara açık olan ayetlerdeki yorum farklılıklarının önünü kapatmalarına sebep oldukları unutulmamalıdır.  

Amacımızın bu çevirileri yapanların kişiliklerini zedelemek olmadığını özellikle hatırlatmak isteriz. Amacımız , bu veya başka kişilerin yaptıkları Anlam Yorum tarzı çevirilerin , kişilerin indi görüşlerini ayete söyletmeye daha müsait bir çeviri tarzı olduğu , meal okuyucularını ise daha dikkatli olması yönünde hatırlatmalar yapmaya yöneliktir. 

Anlam Yorum tarzında yapılan Kur'an çevirilerini tamamen mahkum etmek gibi bir düşüncemiz olmamakla birlikte , konu etmeye çalıştığımız ayet örneğinde olduğu gibi , yoruma açık bazı ayet meallerinde Anlam yorum tarzı çevirilerin , kişisel tercihlerin öne çıktığı bir tarz olduğunu da hatırlatmak isteriz.

Kehf s. 25. ayetinin iki farklı yorumundan hangisini tercih ettiğimiz sorulacak olursa , ayetin Ashabı Kehf'in mağarada kaldıkları süreyi haber verdiği şeklindeki yorumun daha isabetli olduğunu ve o yorumu kabul ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu kabulümüzün gerekçesi olarak ta şunları söyleyebiliriz ;

Ashabı Kehf'in mağarada uzun yıllar uyutulduktan sonra uyandırılan bir topluluk olduğunu onların kıssasının anlatıldığı ayetlerden öğrenmekteyiz. Ashabı Kehf'in sayıları ile ilgili ortaya atılan iddiaların ret edildiği 22. ayete baktığımızda seyekulune (diyecekler) şeklinde başlaması , başkaları tarafından bu konuda söylenecek  ,olan iddiaların yanlış olduğunu beyan etmektedir. 

Eğer Ashabı Kehf'in 309 yıl uyumuş olduğu , başkaları tarafından ortaya atılan , veya atılacak bir iddia ise , 22. ayette bulunan seyekulune  kelimesinin 25. ayette de bulunması gerektiğini ve ayetin "Ve diyecekler ki onlar mağaralarında üçyüz sene durdular. Dokuz (sene) de arttırdılar" şeklinde gelerek , onların Ashabı Kehf'in 309 yıl uyuduğunu söylediklerini ve 26. ayette "De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.» Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir velisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez." buyurulmuş olması ile karşı tarafın verdiği bu rakamın yanlış olduğunun beyan edildiği bize gösterilebilirdi.

[018.025] Ve onlar mağaralarında üçyüz sene durdular. Dokuz (sene) de arttırdılar.

[018.026] Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir, de. Göklerin ve yerin bilinmezlikleri O'na aittir. O ne güzel görendir. O ne güzel işitendir. Bunların O'ndan başka velisi yoktur. O, hiç kimseyi hükmüne ortak yapmaz.

Kehf s. 25. ayetini üzerinde herhangi bir oynama yapmadan okuduğumuzda Ashabı Kehf'in mağarada 309 yıl uyutulmuş olduğu , 26. ayette ise bu süreyi en iyi Allah (c.c) nin bildiği anlaşılmaktadır. Bu konuda yapılan ikinci yorum ise yukarıda görüldüğü gibi ayet üzerinde oynama ve parantezler sonucu yapılmış bir yorum olarak görülmektedir. 

Bizim Ashabı Kehf'in mağarada 309 yıl kaldığını düşünmemiz bize , bu ayet hakkında yapılan diğer yorumu mahkum etmek hakkı vermez. bu ayet hakkındaki diğer yorumu kabul edenlere ise , kabul ettikleri yorumu ayete onaylatmak için ayet üzerinde oynama hakkını ise hiç vermez.  

Bu meyandaTelevizyon ekranlarında tefsir dersleri yapan bazı hocaların yöntemleri üzerinde bir kaç söz etmek istiyoruz ; 

Bazı hocalarımızın , yapmış oldukları tefsir derslerinde , tefsirciler tarafından farklı yorumlar yapılan bazı ayetlerin , sadece kendileri tarafından doğru olduğunu düşündükleri yorumlarına yer vermekte olduklarına , veya kendilerinin kabul ettiği yorumları kesin doğru  kendilerinin kabul etmedikleri yorumları ise kesin yanlış şeklinde mahkum eden konuşmalarına şahit olmaktayız.

Bu hocalarımıza tavsiyemiz şu olacaktır ; Tefsir ettikleri ayetlerde kabul etmeseler dahi o ayetin farklı yorumları olduğunu dinleyicilerine aktarmalı , kendilerinin farklı yorumlardan hangisini tercih ettiklerini söylemelidirler. Dinleyiciler bu sayede daha geniş bir bakış açısı kazanacak , dersi veren hocamız da kendi görüşünü mutlaklaştırmamış olacaktır.

Sonuç olarak ; Kehf s. 25. ayetinin Esed , İslamoğlu ve Öztürk tarafından yapılmış olan çevirileri örneğinde , Kur'an çevirilerinde hatalı bir yöntem olduğunu düşündüğümüz , bazı ayetlerin aslına sadık kalmamak sureti ile , istenilen doğrultuda anlam verilmesinin yanlışlığına dikkat çekmeye çalıştık.

Bahsettiğimiz hatalı yöntemi bu 3 kişinin yaptığı bir meal üzerinden örneklendirmiş olmamız , bu tür hataların sadece bu 3 kişi tarafından yapıldığı veya onları hedef almak gibi bir niyete matuf olmadığı bilinmelidir.

Kur'an çevirileri , Kur'an tefsirine göre daha dar bir alana sahip olup , tefsircilerin bir ayet hakkında sahip olduğu farklı görüşlerin birisinin kabul edilerek , ayetin o yönde çevrilmeye çalışılması kabul edilebilir bir yöntem değildir. Çevirmen ayet üzerinde tarafsız bir bakış açısına sahip olmalı , bir ayet hakkındaki sahip olduğu görüşü ayete onaylatmaya çalışmamalıdır. 


Bu noktada Kur'an meali okuyucusuna da görevler düşmekte , tek bir meale bağlı kalmak o meali yapan kimsenin muhtemel bazı hatalarını görememek olacağı için , bir kaç meali birden karşılaştırmalı okumaya çalışmasıdır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

25 Eylül 2016 Pazar

Nahl s. 102. Ayetinin Tebyinül Kur'an Adlı Eserdeki Çeviri ve Yorumu Üzerine Bir Mülahaza

Kur'anı , oluşturulmuş olan ön yargıların tasdik ettirilmesine yönelik olan okuma yönteminin gerçekleşmesi için yapılması gereken işlemleri , ilgili ayetlerin gramer kaidelerinin hiçe sayılması , veya metin içindeki bazı ibarelerin yok edilmesi , veya metnin anlamının istenilen şekilde verilmesi şeklinde sıralamak mümkündür. Bu anlam saptırma işleminin adını ise tek kelime ile ifade edecek olursak TAHRİF tir. 

Bu tahrif işlemine örnek olarak daha önce vermeye çalıştığımız Bakara s. 97. ayeti ile (ilgili yazının adresidir https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2016/09/bakara-s-97-98-ayetleri-cibrile-dusman.html) konu ilişkisi bulunan Nahl s. 102  ayetindeki anlam saptırmasının nasıl yapıldığını bu yazımızda ele almaya çalışacağız. 

Bakara s. 97. , Nahl s. 102. ve Şuara s. 195. ayetleri , Kur'anın inişi ile ilgili bir bağlam dahilinde olup , Allah (c.c) nin Hac . 75 ve Nahl s. 2. ayetlerinde beyan ettiği üzere, keyfiyetini idrak edemediğimiz , ancak neden böyle bir yol izlenmiş olabileceğinin hikmetini kavrayabileceğimiz, Kur'anın melek aracılığı ile indirilmiş olmasını anlatmaktadır. 

Yazımızın başlığına konu olan eserin müellifi sayın Hakkı Yılmaz, böyle bir indirilme şeklinin olmadığını iddia ederek , ilgili ayetlerde bahsi geçen "Cibril" , "Ruhul Kudüs" ve "Ruhul Emin" terimlerine farklı anlamlar bindirmek sureti ile , iddiasını delillendirmek yoluna gitmektedir. Ancak kanaatimize göre izlediği yol , ilgili ayetleri ön yargılı bir biçimde okumasından kaynaklanan bir bakış açısı ile okumaya ve çevirmeye çalıştığı için yanlış olup , ayetlere karşı yaptığı işlemin adı TAHRİFÇİLİK tir. 

Sayın müellifin önce Nahl s. 102. ayetine verdiği anlam üzerinde durmaya çalışacağız. 

Müellifin Nahl s. 102. ayetine verdiği anlam şöyledir;

."De ki: “Allah, onu; indirdiğini, Rabbinden ruhulkudüs; Toplumu canlandıran Allah ilkesi olarak,  iman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, hak ile İNDİRMİŞTİR." 

Müellif eserindeki bazı yerleri arada yeniden tashih ederek değiştirdiği için, bundan 5 sene öncesinde yazmış olduğumuz yazımızda, onun sitesinden alıntı yaptığımız ve yanlış olduğunu hatırlattığımız, Nahl s. 102. ayeti ile ilgili çevirisi şu şekildedir. 

"De ki: "İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü'l–Kudüs hakk ile İNMİŞTİR.

Müellif , Nahl s. 102. ayetinde geçen "Nezzelehu" ibaresini, neden "İnmiştir" olarak çevirdiğinin gerekçelerini şu şekilde açıklamaktadır:

""Görüldüğü gibi, 101. Âyette açık ve net olarak Kur'ân'ın "Allah'ın indirmesi" olduğu bildirilmektedir. Oysa 102. Âyetle ilgili olarak Kur'ân'ı Cebrail adlı meleğin indirdiği yolundaki Kur'ân dışı kabul, 102. Âyet ile 101. Âyetlere verilen anlamlar arasındaki çelişkinin görmezden gelinmesine ve 102. Âyette bir dilbilgisi kuralının ihlâl edilmesine yol açmıştır. Şöyle ki:
102. Âyette geçen nezzele filinin aslı nezele 'dir ve anlamı "indi" demektir. Geçişsiz bir fiil olan "nezele" fiili, kural gereği burada Tef'il babından nezzele 'ye dönüştürülmüştür. Bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde, failde veya mef'ulde çokluğu ifade ederler. Bu kurala göre, Âyetteki nezzele fiili "çok çok indi" anlamına gelir. Geçişsiz bir fiil olan nezele sözcüğünün geçişli hâle dönüşmesi ve "indirdi" olarak anlamlandırılması ancak bir teaddi edatı kullanılmasıyla veya fiilin enzele kalıbına dönüştürülmesiyle sağlanır. Âyette geçen bi'lhakkıifadesindeki be harf-i cerri ise musahabe anlamında olduğundan teaddi edatı sayılamaz. Arapça dilbilgisinin bu kuralları gereği Âyetteki nezzelehü rûhu'l-kudüsü" ifadesinin anlamı, "Ona birçok rûhu'l-kudüs [vahy] inmiştir" demektir. "Rûhu'l-Kudüs" ü, yani "vahy"i kimin indirdiği ise 101. Âyette belirtilmiş ve indirenin Allah olduğu açıkça ifade edilmiştir."  

Yukarıdaki paragraf , sayın müellifin Nahl s. 102. ayetinde geçen, ve sitesinden 5 sene öncesi alıntılamış olduğumuz "Nezzelehu" ibaresini neden, "inmiştir" şeklinde çevirdiğine dair yazdığı gerekçedir. Bu gerekçede , "Nezzelehu" ibaresinin "indirmek" olarak çevrilmesinin YANLIŞ olduğunu iddia etmektedir. Aynı kişi ilerleyen zaman içinde bu kelime ile ilgili düşüncesini değiştirerek , dün yanlış dediğine bugün doğru demektedir.

 Herhangi bir Kur'an ayetinin yorumu ile ilgili olarak , olumlu veya olumsuz anlamda ,kişilerde zaman içinde değişik düşünceler hakim olabilir. Bu durum kişinin düşünsel tekamülü ile ilgili bir durum olarak normal olarak algılanabilir.  

Ancak "Nezzelehu" (onu indirdi) kelimesinin daha önce "İnmiştir" olarak çevrilmiş olması, bir taraftan bakıldığında bardağın dolu tarafını görmek misali , yapılan hatanın anlaşılması ve düzeltilmesi olarak görülebilir. Bardağın bir de boş tarafı vardır,  onu görerek olaya baktığımızda , 11 ciltlik bir tefsir kitabı yazan bir kimsenin, böyle basit bir gramer hatasına düşmesi mazur görülemeyecek bir hatadır. Acaba , "Nezzelehu" kelimesinin daha önce " inmiştir" olarak çevrilmesine sebep olan gramer kaidesi, bir kaç sene içinde değişiklik göstererek, "indirmiştir" olarak çevrilmesini mi gerektirmiştir?. 

Müellif , Nahl s. 102. ayetinde geçen "Ruhül Kudüs" terimi ile ilgili olarak yaptığı izahatı şu şekilde bitirmektedir . 

"Sonuç olarak, “kudüs” sözcüğünün geliş yerinin farklılıkları da hesaba katılarak yapılan tahliller, “Ruhü’l-Kudüs” ifadesinin “ALLAH'IN RUHU , ALLAH'IN VAHYİ  , ALLAH'TAN GELEN BİLGİ” anlamlarına geldiğini göstermektedir. “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının bu anlamı taşıdığı, tamlamanın geçtiği ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır."

Müellif , devamında diğer meallerde bu ayetteki Ruhul Kudüs terimine, Cebrail olarak anlam verilmesinin yanlış olduğunu söyleyerek, şöyle devam etmektedir.

Oysa bizim çevirimizde “Ruhü’l-Kudüs”ün indirmesi değil, inmesi söz konusudur. Ayetin “Kul [De ki]” ifadesiyle başlaması, bu ayetin birilerine cevap niteliğinde olduğunu göstermektedir. Bu sebeple ayet, paragrafı oluşturan diğer ayetlerle birlikte değerlendirilmelidir. Ayetin ait olduğu paragraf 101–103. ayetlerden oluşmuştur. Buna göre paragraf şöyledir:
101.Ve Biz bir âyet yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman –Allah ne indirdiğini daha iyi bilen olmasına rağmen– onlar, “Sen, ancak bir uydurucusun” dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
102.De ki: “Allah, onu; indirdiğini, Rabbinden ruhulkudüs; Toplumu canlandıran Allah ilkesi olarak,  iman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, hak ile indirmiştir.
103.Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar “Sadece, o’na bir beşer öğretiyor” diyorlar. Peygamber’e öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Kur’ân ise apaçık bir Arapça’dır.

Müellif devamla "Görüldüğü gibi, 101. ayette açık ve net olarak Kur’an’ın “Allah’ın indirmesi” olduğu bildirilmektedir. Oysa 102. ayetle ilgili olarak Kur’an’ı Cebrail adlı meleğin indirdiği yolundaki Kur’an dışı kabul, 102. ayet ile 101. ayetlere verilen anlamlar arasındaki çelişkinin görmezden gelinmesine yol açmıştır.diyerek Kur'anın Cibril aracılığı ile inmediğine dair olan düşüncesini ortaya koymaktadır. Kur'anın elbette Allah (c.c) indirmiştir. Onun Kur'anı Cibril veya Ruhul Kudüs aracılığı ile indirmiş olduğunu beyan etmesi , onu kendisinin indirmemiş olduğunu göstermez . Bir hükümdarın fermanını , başka bir hükümdara iletmekle görevli olan elçinin ilettiği söz nasıl elçinin kendi sözü olmuyorsa , beşer elçiye melek elçi aracılığı ile iletilen söz de elçinin kendi sözü değil, hükümdarın sözüdür. 

Müellif, ön yargısını kabul ettirmek amacı ile,  resmi mushafta çelişki olduğunu iddia dahi ederek bu çelişkiyi düzeltme !!! yoluna şöyle gitmektedir :

"Resmi mushaftaki bu ÇELİŞKİ iki yolla çözülür. Şöyle ki:

101. ayetteki “والله اعلم بما ينزل” ifadesi dikkate alındığında 102. ayetteki “ نزلnezzele” fiilinin failinin “ اللهAllah” olması gerekmektedir. Bu takdirde “ هHu” zamirinin mercii de “101. Ayetteki “ ماma” ismi mevsulü olacaktır. Bu gerçekler karşısında da ayet metnindeki  ref halinde  okunan  “ روح القدسruhulkudüs”  olarak okunan ifade de “ruhalkudüs” şeklinde  “hal” olarak okunmalıdır.
Ortaya çıkan sonuç özet olarak şudur: Kur’an’da geçen “Ruhü’l-Kudüs” ifadeleri, “Vahy, Allah’tan gelen temiz, sağlam bilgiler” demek olup kesinlikle “Cebrail adı verilen vahiy meleği” demek değildir.
Eleştirmiş olduğu meallerde Ruhul Kudüs'ün Cebrail olduğunun peşinen kabul edildiğini söyleyen müellifin , kendisi de aynı peşinciliği yaparak, Ruhul Kudüs'ün Cebrail olmadığı üzerine anlam örgüsünü kurmaya çalışmaktadır. Şimdi biz de , önce Nahl s. 102. ayetindeki ibareleri kelime kelime ele alarak bu ayete bir anlam vermeye , sonra da müellifin verdiği anlam ile karşılaştırmaya çalışalım.
qul=  de ki / nezzelehu=  onu indirdi/ ruhul qudüsü=  ruhul qudüs/min rabbike= senin Rabbinden / bilhaqqi=hak ile/ li yusebbite= sağlamlaştırmak için/ellezine = o kimseler ki /amenu= iman ettiler /ve hüden= hidayet edici , yol gösterici olarak/ ve büşra= müjdeci olarak/ lilmüslimine=teslim olanlar , Müslümanlar için

"De ki, Ruhul kudüs onu , mü'minlerin imanını sağlamlaştırmak , Müslümanlara yol gösterici ve müjdeci olmak üzere senin Rabbinden hak ile indirmiştir." 

Şimdi bir daha Nahl s. 102. ayetine Hakkı Yılmaz'ın verdiği anlamı vererek ikisini mukayese edelim .

"De ki: “Allah, onu; indirdiğini, Rabbinden ruhulkudüs; Toplumu canlandıran Allah ilkesi olarak,  iman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, hak ile indirmiştir"


Sayın Hakkı Yılmaz'ın Nahl s. 102. ayetindeki "Ruhul Kudüs" terimine kendi yüklediği anlamı yükleyerek verdiğimiz zaman şu şekilde bir anlam oluşmaktadır . 

"De ki onu Rabbinden Ruhul Kudüs (Temiz ilahi bilgi Allahtan gelen sağlam bilgiler) toplumu canlandıran Allah ilkesi olarak , iman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara müjde ve klavuz olmak üzere hak ile indirmiştir."

Ruhul kudüse sayın müellif'in vermiş olduğu "vahiy" anlamını yüklediğimizde ortaya çıkan durum VAHYİN KENDİSİNİ İNDİRMİŞ OLMASIDIR YANİ VAHYİ , VAHİY İNDİRMEKTEDİR.

Müellifin Nahl s. 102. ayetine vermeye çalıştığı anlam zorlama ve anlaşılmaz bir şekilde okuyucunun defalarca okumasını gerektirecek derecede karışık bir anlamdır. Verilen anlamı anlayan bir kişi bu seferde , Ruhul Kudüs terimine yüklediği vahiy anlamının kendi kendisini nasıl indirebileceğini düşünerek, kafasının büsbütün allak bullak olmasına sebep olacaktır. 

Okuyucu , müellifin ön yargılarını tasdik amaçlı bir anlam yükleme çalışması yaptığını anladığında ise, yapılan yanlışın vehametini görerek , müellifin bu konudaki düşüncelerinin ne kadar saçma olduğuna şahit olacaktır.

Sonuç olarak; Bundan yaklaşık 5 yıl öncesinde Nahl s. 102. ayetine verdiği anlam üzerinde eleştirilerimizi yönelttiğimiz sayın Hakkı Yılmaz , eserinde yapmış olduğu tashihler sebebi ile Nahl s. 102. ayeti ile ilgili düşüncelerini tashih etmek ihtiyacı duymuş , 5 yıl önce Nahl s. 102. ayeti ile ilgili yaptığı gramer çözümlemesinde "Yanlış" olarak iddia ettiğini, bugün "Doğru" olarak iddia etmektedir. Fikir ve düşüncelerde zaman içinde elbette farklılık olabilir , ama değişkenlik arz etmeyen gramer konusunda dün ayrı , bugün ayrı şey söylenildiği zaman bu hatayı yapan kişiye "Daha önce aklın neredeydi?" diye sorulur. 

Kur'anı ön yargılarının esiri olmuş biçimde okuyanlar , yaptıkları hatalar sonucu iyice dibe batarak kendilerini gülünç duruma dahi düşürebilmektedirler. Ruhül Kudüs terimine "Vahiy" anlamını yükleyen sayın Hakkı Yılmaz , Nahl s. 102. ayetine verdiği anlam ile Kur'anın Ruhul Kudüs'ün indirdiğini söylemektedir. Bu indirmeyi Kur'an bu şekilde söylemektedir , ancak müellif bu terime "Vahiy" anlamı yükleyerek , Kur'anı Ruhül Kudüs'in yani vahyin indirdiğini iddia ederek kendisini komik duruma sokmaktadır. 

Hangi eser olursa olsun , veya kimin eseri olursa olsun , bu eser eğer bir tercüme faaliyetine tabi tutulacak ise , bu eserden anlaşılmak istenen değil , bu eserin anlatmak istediğini yansıtmak , mütercimin görevidir. Metinde herhangi bir ibareyi beğenmemek veya o ibare onun inançları ile aykırılık göstermiş olsa dahi , ahlaki kurallar mütercimin o eserde herhangi bir artırma , eksiltme veya tahrif yapmasını asla mazur göstermez.

Sayın müellifin zaman içinde eserinde değişiklikler yapması bir bakıma olumlu bir yönü olup , bu olumlu yönünü , bazı ayetlerde yaptığı ön yargılı okumalar sonucunda düştüğü hatalarda da göstererek , doğruya yönelmesini hem kendisi hem de eserini okuyanlar kişiler açısından sevindirici olacaktır. 
                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Haziran 2016 Cuma

Neml s. 66. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Düşünce

Kur'an meali okuyucusunun karşılaştığı sorunlardan bir tanesi , aynı ayetin farklı meal yapıcıları tarafından yapılmış, birbiri ile zıtlık arz eden mealleridir. Bu durumun farklı sebepleri olup ,bir kaç tanesini sıralayacak olursak ; Meal yapıcısının bakış açısından kaynaklanan ayet yorumu , bir ayetin gramatik yapısının farklı çevirilere müsait oluşu , kıraat farklılıkları, bağlam , siyak sibak gözetilmeden çevrilmesi gibi sebepleri sıralayabiliriz. 

Neml s. 66. ayetini okuyan bir meal okuyucusu , bir kaç mealden karşılaştırmalı olarak okuduğunda, bu ayetin farklı çevirilerine şahit olabilecek ve bu çevirilerin hangisinin daha doğru olabileceğini düşünecektir.

بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا بَلْ هُم مِّنْهَا عَمِونَ

Bu ayetin , ulaşma imkanı bulduğumuz meallerdeki çevirilerini 2 gurupta toplayabiliriz.

1. guruptaki çeviriler

Abdulbaki Gölpınarlı :
Hayır, onların bilgileri, bu dünyâdayken, âhirete ulaşamaz; hayır, onlar, âhiret hakkında şüphe içindedir; hayır, onlar âhiret husûsunda kördür.

Bayraktar Bayraklı :
Açıkçası, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar âhiretten yana cahildirler.


Bekir Sadak :
Ahirete dair bilgileri yeterli midir? hayir; ondan suphe etmemektedirler. Hayir; ona karsi kordurler. *

Celal Yıldırım :
De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez ve onlar da ne zaman diriltilip kaldırılacaklarının bilincinde değillerdir. Hayır, onların Âhiret hakkındaki bilgisi kıt ve yetersizdir. Hayır, Âhiret hakkında (devamlı) şüphe içindedirler. Hayır, onlar Âhiret'ten yana (o hususta) kördürler.

Diyanet Vakfi :
Hayır; onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler.

Edip Yüksel :
Doğrusu, onların ahiret hakkındaki bilgileri derme-çatmadır. Aslında ondan kuşku içindedirler. Daha doğrusu, onlar ondan yana tümüyle kördürler.

Fizilal-il Kuran :
Onların bilgileri ahirete erememiş, o alemin berisinde kalmıştır. Aslında onlar ahiret konusunda kuşku içindedirler. Hatta ondan yana kördürler.

Hasan Basri Çantay :
Hayır, onların bilgileri âhiret hakkında (ki bilgiye kadar uzanıb) erişememişdir. Hayır, onlar bundan şek (ve şübhe) içindedirler. Hayır, onlar bundan kördürler.

İbni Kesir :
Hayır, ahiret ile ilgili bilgileri de yetersizdir. Hayır, ondan şüphe etmektedirler. Hayır, ona karşı kördürler.

Muhammed Esed :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri gerçeğin berisinde kalmaktadır; zaten (çoğu zaman) onun gerçekliğinden yana şüphe içindedirler; hayır, ondan yana kördürler.

Ömer Öngüt :
Hayır! Onların ahiret hakkındaki bilgileri de yetersiz kalmıştır (bu hususta bilgi edinilecek seviyeye erişmemiştir). Hayır! Ondan şüphe etmektedirler. Hayır! Onlar ahiretten yana kördürler.

Yaşar Nuri Öztürk :
Hayır, onların bilgileri âhiret konusunda yetersiz kalmıştı. Daha doğrusu onlar ondan kuşku duymaktadırlar. Hayır, hayır! Onlar, onu göremeyecek kadar kördürler.

2. guruptaki çeviriler;

Ahmet Tekin :
Doğrusu âhiret ile, ebedî yurt ile ilgili bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Buna rağmen onlar, bu konuda hâlâ şüphe içindedirler. Aslında onlar, âhiretten yana kör kesilerek baktıkları için anlamıyorlar.

Ahmet Varol :
Hayır, onların ahiretle ilgili bilgileri ardarda gelip toplandı. Hayır onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır onlar buna karşı kördürler.

Ali Bulaç :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.

Ali Fikri Yavuz :
Fakat âhiretin olacağına dair kendilerine (peygamberler vasıtasıyla) arka arkaya ilim ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içerisindedirler, daha doğrusu onlar, âhiretten yana kördürler (delillerini anlıyamazlar).

Diyanet İşleri :
Ahiret (gününün gerçekleşeceği) hakkında bilgi (peygamberler aracılığı ile) onlara peş peşe gelmiştir. Fakat onlar bu konuda şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar ahiretten yana kördürler.

Elmalılı Hamdi Yazır :
Fakat Âhıret hakkında ılimleri tevalî etmekte fakat onlar ondan bir şekk içindedirler, daha doğrusu onlar ondan kördürler

Gültekin Onan :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi', hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.

Ömer Nasuhi Bilmen :
Onların bilgileri, ahiret hakkında, yetişip nihâyet buldu! Fakat onlar ondan şekk içindedirler. Hayır, onlar, ondan kördürler.

Şaban Piriş :
Oysa onlara ahiret hakkında bilgi verilmiştir. Ama onlar, şüphe içindedirler ve belki de ona karşı kördürler.

Suat Yıldırım :
Fakat âhiretin varlığına dair bilgiler, kendilerine resulleri vasıtasıyla ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır, hayır onlar âhiretten yana kördürler.

Süleyman Ateş :
Doğrusu onların âhiret hakkındaki bilgileri, ardarda gelip bir araya toplandı. Fakat onlar (hâlâ) ondan bir kuşku içindedirler. Daha doğrusu, onlar ondan yana kördürler.

Ümit Şimşek :
Aslında âhirete dair bilgiler, peş peşe kendilerine ulaşmıştır. Fakat onlar bundan şüphe içindedirler. Hattâ bu konuda kördürler.

Erhan Aktaş
Aslında onlar ahiret hakkında yeterince bilgilendirildiler. Fakat hala şüphe içindeler. Doğrusu bundan yana kördürler

2 guruba ayırdığımız meallerin , 1. guruba dahil olanında , müşriklerin ahiret hakkındaki bilgilerinin YETERSİZ , 2. guruba dahil olan meallerin ise, YETERLİ olduğu şeklinde bir anlam çerçevesinde olduğunu görmekteyiz. Bu farklılıkları gören bir meal okuyucusu haklı olarak, "Bu çevirilerin hangisi doğru ?" sorusunun cevabını arayacaktır. 

Bu sorunun cevabından önce , neden böyle farklı bir çeviri yapıldığının üzerinde durmak istiyoruz. Farklı çeviriye sebep ,  ayet içindeki "İddereke" sözcüğüne farklı anlamlar yüklenmesidir

Edreke ; "Bir nesnenin en son noktasına varması" anlamındadır. 

Bugün bizim dilimizde de kullanılan ve " birbirine veya en sondakinin en öndekine yetişmesi , ulaşması , ard arda olması , ihtiyacın giderilmesi anlamındaki "Tedarik" kelimesi bu kökten türemiştir.

Kurtubi , Razi , Taberi gibi tefsirciler , bu ayetin 2 farklı şekilde yorumlanmasına sebep olarak kıraat farklılıkları olduğunu söylemektedirler. 

Ayetin iki farklı şekilde çeviri ve yorum yapılmasına sebebin , kıraat farkı ve gramatik okumadan kaynaklanmasına karşın , bu tür ikilimlerde ayetin siyak ve sibakına bakıldığında hangi çevirinin doğru olabileceği konusunda bilgi sahibi olmak kolaylaşacaktır.


Ayrıca "İddereke" kelimesinin başka ayet içindeki geçişi bizi bu konuda aydınlatabilir. 

[007.038] Buyurdu ki: Sizden önce geçmiş cinn ve insan topluluklarıyla girin ateşe. Her ümmet girdikçe; yoldaşına la'net eder. Nihayet hepsi birbiri ardından orada toplanınca (eddereku); sonrakiler öncekiler için derler ki: Rabbımız; işte bizi bunlar saptırdı. Onun için bunlara katmerli azab ver. Buyurur ki: Hepiniz Evet, dediler. Bunun üzerine aralarında bir münadi: Allah'ın la'neti; zalimlerin üzerinedir, diye seslendi.

İlgili ayetin bağlamı şu şekildedir. 

[027.059] De ki: «Hamdolsun Allah'a ve selam olsun O'nun seçtiği kullarına!' Allah mı daha hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı?
[027.060] (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.
[027.061] (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.
[027.062]  (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!
[027.063] (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.
[027.064] (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!
[027.065] De ki: «Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler.
[027.066] Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.
[027.067]  Kâfirler dediler ki; «Bizler ve atalarımız, toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz?»
[027.068]  Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.
[027.069]  De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»

59. ayette Allah (c.c), kendisinin mi yoksa müşriklerin ortak koştuklarının mı daha hayırlı olduğunu sorduktan sonra sonra , 60-61-62-63-64. ayetlerde kendisinin hayırlı olduğunu deliller ile açıklamaktadır. 65. ayette ise gayb konusunda sadece Allah'ın bilgi sahibi olduğu , kulların ise bu konuda  özellikle yeniden dirilmenin zamanı konusunda bilgi sahibi olmadıkları , ancak yeniden diriliş haberlerinin elçiler aracılığı ile bildirilmiş olmasına rağmen (66) , müşriklerin bu konuda kuşku ve körlük içinde oldukları haber verilmektedir. 67 ve 68. ayetlerde ise, onların dilinden bu şüpheler bildirilerek , bu şüphelerin yanlışlığı , geçmiş kavimlerin sonları hatırlatılarak , ibret olması istenmektedir.

Sonuç olarak ; Neml s. 66. ayetinin elimizdeki meallerde iki farklı çevirisi yapılmakta olup , bu farklı çeviriden hangisinin daha doğru olabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalıştığımız yazımızda , 2. gurupta toplanan ve müşriklere ahiret hakkında bilgilerin yeterli derecede verilmiş olduğu yönünde yapılan çevirilerin , bağlam gözetilerek okunduğunda daha doğru çeviri ve yorumlar olduğunu söyleyebiliriz. 

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.