Bütünlüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bütünlüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Temmuz 2017 Cuma

Mehmet Okuyan'ın Yasin s. 6. Ayetinin Meali Hakkındaki İddiasının Kur'an Bütünlüğü Açısından Değerlendirilmesi

Sayın Mehmet Okuyan hoca Yasin s. ile ilgili yapmış olduğu derslerinden birisinde, bu surenin 6. ayetinin, meallerde yanlış olarak çevrildiğini iddia ederek, doğru olduğunu düşündüğü çevirinin nasıl olması gerektiği hakkında bilgi vermektedir.



Yukarıdaki videoda sayın Okuyan hoca, لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أُنْذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ  şeklindeki Yasin s. 6. ayetinin "Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir." şeklinde yapılan çevirilerinin yanlış olduğunu iddia etmektedir. İddiasının gerekçesi ise, ayet içindeki مَا  edatının meallerde olumsuz anlam verilerek çevrilmiş olmasıdır. Sayın Okuyan bu edatın olumsuzluk anlamı verilerek yapılan çevirilerinin yanlış, hatta CİNAYET olduğunu iddia ederek, bu edatın ismi mevsul anlamında çevrilmesi gerektiğini, dolayısı ile Yasin s. 6. ayetindeki Ataları uyarılmamış ibaresinin, Ataları da uyarıldığı gibi şeklinde çevrilmesi gerektiğini savunmaktadır.

İbrahim (a.s) ın Arapların İsmail (a.s) dan atası olduğu iddiasına katılmakla beraber, Yasin s. 6. ayetinin ifade ettiği anlam, Arap kavmine kendi dili ile ilk defa Muhammed (a.s) ın gönderilmiş olduğudur.

Biz sayın Okuyan'ın bu ayet ile ilgili öne sürdüğü düşünceye katılmadığımızı, Yasin s. 6. ayetinin Okuyan hocanın söylediği gibi çevrildiğinde, yapılan bu çevirinin Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında büyük bir sorun meydana geleceğini, hatta hocanın tabiri ile CİNAYET   olacağını düşünmekteyiz.

Kur'an içinde Yasin s. 6. ayetinin benzeri olan iki tane daha ayet vardır. Bunlardan birisi Kasas s. 46. ayeti, diğeri ise Secde s. 3. ayetidir. Öncelikle bu ayetlerdeki مَا  edatının da Okuyan hocanın iddia ettiği olumsuz anlam verilerek çevrilmesi yerine, ismi mevsul anlamı verilerek çevrilmesi gerektiğini hatırlatarak, bu edata ismi mevsul anlamı verildiğinde ortaya çıkabilecek çelişkiyi Kur'an bütünlüğünde göstermeye çalışacağız.


[Kasas s.46]  Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.


[Secde s.3] Yoksa onu  uydurdu mu diyorlar? Hayır, o senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir toplumu korkutman için, Rabbin tarafından gelen bir haktır. Gerek ki, hidayeti kabul ederler.

Dikkat edilirse her iki ayette de مَا edatı bulunmakta, ve bu edatların her ikisi de olumsuz anlam verilerek çevrilmekte, bu şekilde yapılan çevirilerin ise, Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu düşünmekteyiz. Yasin s. 6. ayetinde bulunan مَا edatı, eğer sayın Okuyan'ın iddia ettiği gibi ismi mevsul anlamı çevrilmesi gerekiyor ise, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerinde bulunan edatların da aynı şekilde ismi mevsul anlamı verilerek çevrilmesi gerekecektir. مَا edatının ismi mevsul anlamı verilerek yapılan Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetinin çevirilerinin ise şu şekilde olması gerekecektir.

[Kasas s.46]  Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı GELMİŞ olan bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.

[Secde s.3] Yoksa onu  uydurdu mu diyorlar? Hayır, o senden önce kendilerine bir uyarıcı GELMİŞ olan bir toplumu uyarman için, Rabbin tarafından gelen bir haktır. Gerek ki, hidayeti kabul ederler.
Yasin s. 6, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerinde geçen مَا edatını olumsuz anlam verilerek çevirmek yerine, ismi mevsul anlamı verilerek çevirdiğimiz zaman, Araplara Muhammed (a.s) dan önce bir uyarıcının gelmiş olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır. Sayın Okuyan hoca İbrahim (a.s) ile Muhammed (a.s) arasında Araplara herhangi bir uyarıcı gelmiş olduğunu iddia etmemekle birlikte, bu şekilde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğünde sağlamasını yaptığımızda, ortaya çelişkili bir durum çıkmaktadır.

[006.156-157] Demeyesiniz ki: Bizden önce kitab, yalnız iki topluluğa indi. Bizim ise onlarınkinden hiç haberimiz yok.Yahut: «Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk», demeyesiniz. İşte size de Rabbinizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.

[034.044]  Oysa Biz, onlara okuyacakları bir kitap vermemiş ve senden önce de onlara bir uyarıcı göndermemiştik.

[035.042]  Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.

[037.168-169] Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı;«Gerçekten bizler de, Allah'ın muhlis kullarından olurduk.»

[043.021]  Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?

Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri Araplara herhangi bir uyarıcı gelmediğine dair bilgi veren ayetlerdendir. Yasin s. 6, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerini, Araplara daha önce uyarıcı geldiği şeklinde bir anlam vererek çevirdiğimiz zaman, bu ayetler ile çelişkili bir durum arz edecektir.

[016.043]  Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.

[021.007]  Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.

Bu ayetlerde zikir ehline yani daha önce kitap gönderilenlere sorulması istenmesinin sebebi, Arap toplumuna daha önce herhangi bir elçinin gönderilmemiş olmasındandır.

Sayın Okuyan hoca da çok iyi bilmektedir ki, Kur'an çevirilerinde dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan birisi, ayetler arasındaki uyumdur. Kur'an bir yerde Ak dediğine, bir başka yerde Kara demeyeceğine göre, böyle bir durum varmış görüntüsü oluşturacak her türlü çeviri, okuyucular arasında kafa karışıklığına neden olacaktır. 

Sayın Okuyan hocanın tefsir çalışması içinde olduğunu bilmemiz, yazacağı tefsirde Yasin s. 6. ayetinin çevirisi ve tefsiri ile ilgili yapacağı hatalı çeviri ve yorumlar, haklı olarak itirazlara neden olacaktır. Sayın hocanın bu konuda yaptığı ders içinde kullandığı CİNAYET  kelimesi, yakışıksız ve iddialı bir kelime olup, bazı konularda ortaya koyduğu iddiaları mutlak görme açısından yanlış olduğunu burada kendisine hatırlatmak istiyoruz. 
Sonuç olarak; Yasin s. 6. ayetinde geçen مَا edatı, olumsuz anlam verilerek çevrildiğinde (aşağı yukarı bütün mealler bu yöndedir), doğru ve Kur'an bütünlüğü ile uyumlu bir anlam yakalanmış olacaktır. Sayın Okuyan hocanın CİNAYET  olarak ifade ettiği bu doğru anlamın tersine yapılacak olan  مَا  edatına ismi mevsul anlamı verilerek yapılan çeviriler ise, Kur'an bütünlüğü ile uyum sağlamayacağı gibi, Kur'an'da çelişki varmış gibi bir durum ortaya çıkaracaktır. Sayın hocanın bu durumu dikkate alması, yazacağı tefsirde itirazlara sebep olacak bir yanlışa düşmesine mani olacaktır. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

19 Mayıs 2017 Cuma

Hud s. Bağlamında Ayetlerin Sure İçi Bütünlüğü Üzerinde Bir Çalışma

Herhangi bir ayet ile ilgili yapılan Kur'an okumalarında ilgili ayetin, konu, sure ve Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmesi, yapılan anlama çalışmasını kolaylaştıracaktır. Bu yazımızda Hud suresi bağlamında bazı ayetlerin sure için ilişkileri üzerinde durarak, ayetlerin sure içinde birbiri ile olan bağına dikkat çekmeye çalışacağız.

Hud suresini okuduğumuzda bazı elçilerin kıssalarını, ve o elçilerin kavimlerinin helak edildiğini görmekteyiz. Aynı surenin 120. ayetinde, bu kıssaların anlatılma sebebi şöyle anlatılmaktadır;

[011.120] Elçilerin haberlerinden senin gönlünü yatıştıracak olanlardan sana anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.

Hud s. 120. ayeti, Kur'an kıssalarını anlamanın anahtar ayetlerinden bir tanesi, belki en önemlisidir. Ayete baktığımızda kıssa anlatımların iki amaca yönelik olduğunu görmekteyiz. 

1- Elçinin gönlünü yatıştırmak. 

Bilindiği gibi Muhammed (a.s) kendisine verilen görevi yerine getirmek konusunda bir hayli sıkıntı çekmekte, kavmi tarafından ona ve beraberindekilere her türlü eza ve cefa reva görülmekteydi. Geçmiş elçilerin başlarından geçenlerin ona anlatılmasının sebebi, bu konuda yalnız olmadığı, ve aynı olayların geçmiş elçilerin başlarından da geçtiğini bilmesi, böylelikle rahatlaması içindir. 

2- Müminlere öğüt ve ibret.

Aynı sıkıntıları sadece elçiler değil, onlarla beraber olan müminlerde çektiği için, kıssa anlatımlarının onlar için de birer ibret olarak okunması gerekmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki, Kur'an kıssaları sadece geçmiştekilerin yaşantılarından kesitler olarak değil, onların yaşanmışlıklardan ibret alınması için bizlere anlatılmaktadır.


Hud suresi bütünlüğünde, bu ayetin daha geniş açılımını görmekte, bir nevi ayetin ayet ile açıklanma örneğini görmekteyiz. Kısacası, Hud s. 120. ayeti kendisini yine aynı sure içinde tefsir etmektedir. 

Ellâ ta’budû illallâh(illallâhe), innenî lekum minhu nezîrun ve beşîr(beşîrun).
[011.002]  Öyle ki, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Gerçekten ben, sizi onun tarafından uyarıp-korkutan ve müjdeleyenim;

Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadleh(fadlehu), ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr(kebîrin).
[011.003] Rabbınızdan mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her lütuf sahibine lütfunu versin. Eğer yüzçevirirseniz; o zaman ben, başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.

Hud s. 1. ayeti, bu kitabın kimin tarafından indirildiğini beyan etmekte, 2. ve 3. ayetlerinde neden indirildiği ve elçinin kavmine yaptığı uyarıları görmekteyiz. Bu uyarıların benzerlerinin surenin diğer ayetlerinde başka elçilerin de ağzında döküldüğünü görülecektir. İlerleyen ayetlerde, Mekke'lilerin inkarcı davranışları, ve onlara karşı söylemesi gerekenler bildirilmektedir. 

Hud suresinin temel mesajı, Allah'tan başkasına kulluk edilmemesi gerektiğine dair bilgileri ihtiva eden kitaba iman etmek, önceki elçilerin kavimlerinin, bu emre aykırı hareket etmek sureti ile başlarına gelenlerden ibret almaktır diyebiliriz.

E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu'minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev'ıduh(mev'ıduhu), fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu'minûn(yu'minûne).
[011.017]  Rabbından açık bir delil üzerinde bulunan, ardınca da Rabbı tarafından bir şahid gelen, ondan önce de Musa'nın imam ve rahmet olan kitabını tasdik eden kimse, başkaları gibi midir? İşte onlar; Kur'an'a inanırlar. Herhhangi bir güruh onu inkar ederse; onun varacağı yer ateştir. Bundan şüphen olmasın. Doğrusu o, Rabbın tarafından gelen bir gerçektir, ama insanların çoğu inanmazlar.

Surenin 17. ayeti, elçinin açık bir delil üzerinde olduğu, önceki elçilerden olan Musa'nın kitabını tasdik eden elçiler zincirinin bir halkası olduğu belirtilmekte, surenin 25. ayetinden itibaren ise Nuh (a.s) ın kıssası anlatılmaya başlanmaktadır. Kur'an'ın kendisinden önceki kitapları tasdik etmiş olmasının sıkça hatırlatılması, son elçi ve kitabın kaynağının aynı olduğunun bilinmesi içindir.

Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
En lâ ta’budû illallâh(illallâhe), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin elîm(elîmin).
[011.025]  Gerçekten Nuh'u da kavmine göndermiştik. Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
[011.026] «Allah'dan başkasına kulluk etmeyin, muhakkak ki, ben sizin üzerinize elîm bir günün azabından korkuyorum.»

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî rahmeten min indihî fe ummiyet aleykum, e nulzimukumûhâ ve entum lehâ kârihûn(kârihûne).
[011.028] (Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?.

Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
[011.029] Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.

Surenin 2. ve 3. ayetlerinde Muhammed (a.s) ın kavmine söylediği  sözlerin bir benzerinin Nuh (a.s) ın ağzından da döküldüğünü görmekteyiz. 28. ayette ise, surenin 17. ayetinde olduğu gibi, elçinin yetkiyi kimden aldığı bildirilmektedir. 29. ayette ise Nuh (a.s) ın tebliğine karşılık herhangi bir ücret istemediğini görmekteyiz. Bu durum bir sonraki Hud (a.s) kıssasında da karşımıza çıkacaktır. İlerleyen ayetlerde, Nuh (a.s) ın kavminin ona karşı olan inkarcı tavrı mücadelesinden kesitler sunularak, kavminin helak edilmesi, ile kıssa son bulmaktadır. 

Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi'budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), in entum illâ mufterûn(mufterûne).
[011.050]  Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz.

Yâ kavmi lâ es'elukum aleyhi ecrâ(ecren), in ecriye illâ alellezî fetaranî, e fe lâ ta'kılûn(ta'kılûne).
[011.051] Ey kavmim; ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu?

Ve yâ kavmistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yursilis semâe aleykum midrâran ve yezidkum kuvveten ilâ kuvvetikum ve lâ tetevellev mucrimîn(mucrimîne).
[011.052] «Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol bereket indirsin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Gelin günahkâr olarak dönüp gitmeyin.»

Surenin 2. ve 26. ayetlerine baktığımızda, Muhammed ve Nuh (a.s) ların kavimlerine yaptığı çağrının benzerinin, Hud (a.s) tarafından da kavmine yapıldığını görmekteyiz. Surenin 29. ayetinde, Nuh (a.s) ın kavmine yaptığı tebliğe karşılık herhangi bir karşılık istememesi, Hud (a.s) ın ağzından dökülmektedir. Surenin 3. ayeti ve 52. ayetini okuduğumuzda ise Allah (c.c) den mağfiret ve tevbe istenilmesini görmekteyiz. Ayrıca surenin 6. ayetinde gördüğümüz sözlerin bir benzerinin, 56. ayette Hud (a.s) tarafından da tekrarlandığını görmekteyiz.

Nuh (a.s) ı ret eden kavminin başına gelen helak, Hud (a.s) ı ret eden kavminin de başına gelerek, yeni bir elçi kıssasına geçilmektedir.

Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ(sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), huve enşeekum minel ardı vesta'merekum fîhâ festâgfirûhu summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî karîbun mucîb(mucîbun).
[011.061]  Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. O: « Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka bir ilahınız da yoktur. Sizi, yerden O meydana getirdi, yeryüzünde yerleşme ve imar etme gücünü size O verdi; O'nun bağışlamasını isteyin, sonra O'na tevbe edin! Şüphe yok ki, Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.» dedi.

Salih (a.s) ın kavmine karşı yaptığı tebliğin benzerinin, surenin 3-26-50. ayetlerinde de diğer elçiler tarafından kavimlerine yapıldığını görmekteyiz.

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî minhu rahmeten fe men yansurunî minallâhi in asaytuhu fe mâ tezîdûnenî gayre tahsîr(tahsîrin).
[011.063] Dedi ki: «Ey kavmim, görüşünüz nedir-söyler misiniz? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerindeysem ve bana tarafından bir rahmet vermişse, bu durumda da O'na isyan edecek olursam Allah'a karşı bana kim yardım edecektir? Şu halde kaybımı arttırmaktan başka bana (hiç bir yarar) sağlamayacaksınız.»

Surenin 17. ve 28. ayetlerinde gördüğümüz, elçilerin bir yetki belgesi ile kavimlerine geldikleri, elçiliklerinin kendilerinden menkul olmadığı, surenin 63. ayetinde, Salih (a.s) tarafından da tekrarlanmaktadır. Nuh ve Hud (a.s) lara kavimlere tarafından verilen ret cevabının aynısı, Salih (a.s) a da verilerek, aynı akıbete düçar olmuşlardır. 

Surenin ilerleyen ayetlerinde İbrahim'im misafirleri kıssası anlatılmaktadır. Aynı elçiler Lut kavmine de giderek o kavmin helak olmasını sağlamışlardır. Surenin devamında Şuayb (a.s) ın kıssası anlatılmaya başlanmaktadır.

Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît(muhîtin).
[011.084] Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı. Dedi ki: Ey kavmim; Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi, iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Ve sizi azabla kuşatacak bir günden korkuyorum.

Salih (a.s) ın kavmine karşı söylediklerini, daha önceki 3-26-50 ve 61. ayetlerde de görmekteyiz. Önceki elçilere yapılan itirazların aynısını, kavminin Şuayb (a.s) a yaptığını görmekteyiz.

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve rezekanî minhu rızkan hasenâ(hasenen), ve mâ urîdu en uhâlifekum ilâ mâ enhâkum anh(anhu), in urîdu illel ıslâha mesteta’tu, ve mâ tevfîkî illâ billâh(billâhi), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb(unîbu).
[011.088] Dedi ki: Ey kavmim; ben Rabbımdan apaçık bir delil üzere iken O, bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse; ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar islah etmekten başka bir isteğim yoktur. Başarım; ancak Allah'tadır. O'na tevekkül ettim ve O'na yöneliyorum.

17-28-63. ayetlerde gördüğümüz, elçilerin yetki belgesi üzerinde oldukları, 88. ayette de tekrarlanmaktadır. Bugün bazı kimselerin Ben de resulüm diyerek ortalıkta gezmeleri, ve ellerinden herhangi bir yetki belgesi olmaması, onların bu konuda yalan söylediklerini ortaya koyduğunu, yeri gelmişken hatırlatmak isteriz.

Şuayb (a.s) kavmine kendilerinden önce helak edilen Nuh, Hud, Salih ve Lut (a.s) ların kavimlerini hatırlatarak, bir benzerini 3-52 ve 61. ayetlerinde gördüğümüz sözleri 90. ayette tekrarladığını görmekteyiz. 

Vestagfirû rabbekum summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî rahîmun vedûd(vedûdun).
[011.090]  «Rabbinizden mağfiret dileyin; O'na tevbe edin; doğrusu Rabbim merhamet eder ve çok sever.»

Şuayb (a.s) ın çağrısına ret cevabı veren kavmi, diğer kavimler gibi aynı akıbete uğramıştır.

Ve yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve men huve kâzib(kâzibun), vertekibû innî meakum rakîb(rakîbun).
[011.093]  «Ey Milletim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu ben de yapacağım. Kime rezil edici bir azabın geleceğini, kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlüyorum.»

Ve kul lillezîne lâ yu’minûna’melû alâ mekânetikum, innâ âmilûn(âmilûne).
[011.121-2] İnanmayanlara: «Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu biz de yapıyoruz; bekleyin, biz de bekliyoruz» de.

93. ayette Şuayb (a.s) ın ağzından çıkan sözlerin benzerinin, 121. ayette de Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığını görmekteyiz.

Kur'an muhataplarına gereken mesajı verdikten sonra, bu mesajı ret edenlerin başlarına neler geleceğini de haber vermektedir. Bu haberi vermekte kullandığı anlatım üslubu, önceki kavimlerin başlarına gelenlerdir.Allah (c.c) bu haberleri anlatmakla, Yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir demekte, iman etmeyenleri açık bir şekilde tehdit etmektedir.

Sonuç olarak; Kur'an, muhataplarına vermek istediği mesajı basit ve yalın bir dille anlatmakta, bu anlatımı kullanırken, geçmiş yaşantıları örnek vermektedir. Bu ayetleri okuyan ve dinleyenlerin zihninde ilk canlanan şey, Allah (c.c) nin biz kullarına yapmış olduğu vaadin boş olmadığı, bu vaadin önceki yaşantılar bazında gerçekleştiği, bundan dolayı aynı yolu izleyenlerin de bu vaad ile karşı karşıya kalacağını bilmeleri olacaktır. 

Elçilerin kavimlerine karşı olan tebliğinin bütün elçiler için aynı olduğunu düşündüğümüz zaman, elçileri ret eden bir hayat sürmenin bedelinin de aynı olacağı, bu şekilde bizlere anlatılmış olmaktadır.

Bu çalışma yapma amacımız, bir surenin kendi içinde nasıl bir bütünlüğe ve anlam örgüsüne sahip olabileceği üzerinde tefekkürde bulunmaya çalışmak idi. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


3 Haziran 2016 Cuma

NAHL S. 71 : Önyargılı ve Kur'an Bütünlüğü Gözetilmeden Okunan Bir Ayet Örneği

Kur'anın okunması , anlaşılması , başka bir dile çevrilmesi ve yorumlanmasında ortaya çıkan bazı sorunların kaynağında , mezhebi ,meşrebi , itikadi düşüncelerin dikkate alındığı ön yargılar ve Kur'an bütünlüğünün gözetilmemesi olduğunu söyleyebiliriz. Yazımıza konu edeceğimiz Nahl s. 71. ayeti, böyle bir ön yargı ve bütünlük gözetilmeden , mülkiyet ve eşitlik konusu ile bağdaştırılmaya çalışılan bir ayet olarak okunmaya çalışılmaktadır.

وَاللّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الْرِّزْقِ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُواْ بِرَآدِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاء أَفَبِنِعْمَةِ اللّهِ يَجْحَدُونَ

Bu ayetin yapılmış olan çevirilerinin bir kaç örneği şu şekildedir ;

Ahmet Varol :
Allah rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar ellerinin altındakilere (köle ve cariyelerine) rızıklarını vermezler. Oysa onda (rızıkta) eşittirler. Öyleyken Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?

Ali Bulaç :
Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip verici değildirler. Şimdi Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?

Bekir Sadak :
Allah rizikda kiminizi digerlerine ustun tutmustur. stun kilinanlar, emirleri altinda bulunanlarin riziklarini vermezler. Oysa rizikta hepsi esittir. Allah'in nimetini bile bile inkar mi ediyorlar?

Diyanet İşleri :
Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

Edip Yüksel :
ALLAH rızık (varlık) açısından sizi birbirinize üstün kılmıştır. Nitekim, üstün kılınanlar, emirleri altındakilerle varlıklarını eşit paylaşmazlar. ALLAH'ın nimetini mi reddediyorlar?

Muhammed Esed :
Rızık konusunda, kiminize kiminizden fazla veren Allah'tır: hal böyleyken, kendisine fazla verilmiş olanlar, rızıklarını -bu bakımdan aralarında eşitlik olsun diye- sağ ellerinin malik olduğu kimselerle paylaşmakta isteksiz davranıyorlar. Peki, (böyle yapmakla) Allah'ın nimetini (bile bile) inkara mı kalkışıyorlar?

Suat Yıldırım :
Allah sizi, maişet ve rızık hususunda kiminizi kiminize üstün kıldı. Nasipleri bol olanlar kendi nasiplerini, kendileriyle eşit seviyeye gelecek derecede, yanlarında çalıştırdıkları köle ve hizmetçilere vermezler. O halde nasıl olur da Allah’ın nimetini, Allah’ın kendilerinin üzerindeki hakkını bile bile inkâr ederler?

Çeviri örneklerini aldığımız kişilere karşı herhangi bir art niyet taşımadığımızı öncelikle hatırlatarak , örneklerini verdiğimiz türden yapılan çevirilerde , Nahl s. 71. ayetinin anlamı , "Ellerinin altında köle bulunan kişilerin bu servetlerini onlarla paylaşarak eşit hale gelmeleri gerektiği , bunu yapmadıkları takdirde Allah'ın nimetini inkar etmiş olacakları" şeklinde anlaşılmaktadır.  

Bu ayetten bir kısım kimse ise , varlık sahibi olanların elindekilerden ihtiyacından fazlası olanı bir başkasına vererek , onunla eşit duruma gelmesi gerektiğine dair bir düşünce çıkararak , neredeyse mülkiyet düşmanlığına varacak düşüncelerine olan desteği bu ayetten çıkartmaktadırlar. Allah (c.c) varlık sahiplerine ellerinde olanlardan ihtiyaç sahiplerine vermesi gerektiğine dair kitabında bir çok yerde emirler vermektedir , fakat bu varlıklarını ihtiyaç sahipleri ile eşit duruma gelecek şekilde vermeleri gerektiği yönünde bir beyan bulunmamaktadır. 

Peki Nahl s. 71. ayetine verilen böyle bir anlam ne derece doğru ,ve Kur'an bütünlüğüne ne kadar uygundur?. 

[043.032] Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırmaktadırlar? Dünya hayatında onların maişetlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshîr etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükseltkik. Senin Rabbinin rahmeti, onların toplayıp-yığmakta olduklarından daha hayırlıdır.

Zuhruf s. 32. ayetindeki " onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshîr etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik." ifadesi, insanlar arasındaki ekonomik farklılık gerçeğine vurgu yapmaktadır.

Bir dünya ve hayat gerçeği olarak , insanlar arasında ekonomik farklılık mutlaka olacaktır. İnsanların bilgi ve yeteneklerinin aynı seviyede olmayışı, bu farkı doğuran sebeplerden birisidir. Allah (c.c) bu farklılığa dikkat çekmekte ve bu farklılık neticesinde "İşçi" ve "İşveren" adı altında bildiğimiz sosyal gurup, hayat içindeki yerini binlerce senedir sürdürmektedir. 

Binlerce yıldır emeği ile para kazanan "İşçi" , ve bu emeği ücret karşılığı satın alan "İşveren" sınıfı ,birbirlerinin haklarına riayet ettikleri müddetçe sorunsuz yaşamışlar , birbirlerinin haklarına göz diktikleri müddetçe sorunlar  baş göstermiştir. 

İşçi sınıfının işveren sınıfına olan hak ve vazifeleri kadar , işveren sınıfının da işçi sınıfına karşı aynı şekilde hak ve vazifeleri vardır. Asıl olan bu hakları dengeleri bozmadan gözetmek olmalı iken , dünya yüzünde ortaya çıkan ve işçi sınıfının hakkını gözettiğini iddia eden bazı ideolojik fikirler hak gözetmek değil , hak yemek üzerine kurulmuştur. 

Allah (c.c) dünya yüzündeki bu sınıfsal gerçeğin birbirinin haklarına riayet etmesi gerektiği esasına dayalı hükümler vaz ederek , infak , sadaka , zekat gibi ihtiyaç sahiplerine yapılması gereken yardımları , varlık sahiplerine şart koşmuş , bu vazifelerini yapmayanlara hesap gününde ağır cezalar vereceğini haber vermiştir. 

Ancak , varlık sahiplerinin ellerindeki olanları, ihtiyaç sahipleri ile paylaşarak onlarla eşit duruma gelmeleri gerektiğini asla beyan etmemiştir.  

Zuhruf s. 32. ayetinde böyle bir sosyal sınıf farkını dikkate alan Allah (c.c) , bir başka ayette sosyal sınıf farkını yok sayacak ve dengeleri yerinden oynatacak bir emir verebilir mi ?.

Kısacası , Nahl s. 71. ayetine verilen anlam ile , Zuhruf s. 32. ayetinde anlatılan hayat gerçeği , birbiri ile çelişmektedir. Kur'an çelişkisiz bir kitap (4.82) olduğuna göre , bu ayeti kitap içindeki bir başka ayet ile çelişki arz etmeyecek bir anlamı olmalı ve ona göre bir çevirisi yapılmalıdır.

Nahl s. 71. ayetinin çeviri ve yorumunda , Rum s. 28. ayetini dikkate alan bir çevirinin bizi isabetli bir çeviri ve yoruma götüreceğini söyleyebiliriz.

ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

[030.028] Sizin için kendi nefislerinizden misal irâd etti. Sizi merzûk ettiğimiz şeyde sizin için sağ ellerinizin maliki olduğu (köle ve cariye) gibi şeylerden ortak olanları var mıdır ki, onda siz müsavî olasınız? Kendi nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız? İşte böyle âyetleri âkilâne düşünürler olan bir kavim için mufassalan bildiririz.

Rum s. 28. ayetinde Allah (c.c) , gerçek hayat içinden bir örnekle , kendisinin ilahlık ve rablik alanına giren konularda, kimse ile yetki paylaşımına gitmeyeceğini , nuzül dönemindeki insanların birbirleri arasındaki "Köle- Efendi" statü farkına dikkat çekerek örneklemektedir.

Allah (c.c) müşriklere , "Sizler bile kendiniz gibi insan olan ve sizin altınızda olan birisi ile eşit duruma gelmeyi kabul etmez iken , ben sizlerle eşit bir duruma düşürülmeyi nasıl kabul edebilirim" demektedir. 

Nahl s. 71. ayeti de Rum s. 32. ayetinin bir benzeri olan anlama sahiptir. Şurası bir gerçektir ki , Nahl s. 71. ayeti çevirisi zor bir ayettir. Bu ayetin çevirisi motamot bir şekilde yapıldığında okuyucu için pek anlam ifade etmeyecektir. Bu ayetin çeviri ve yorumu için Kur'an bütünlüğünün gözetilmesine olan ihtiyaç başka ayetlerden daha fazladır.

Bu ayet ile ilgili olarak müfessir Kurtubi nin tefsirinde yazdıkları şöyledir ; 


"Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı." Yani, kimi­nizi zengin, kiminizi fakir, kiminizi hür, kiminizi köle kıldı. Rızık hususunda "üstün kılınanlar... rızıklarmı ellerinin altındakilere geri vermezler." Yani, efendi, mal bakımından köle ile sahibi eşit olsun di­ye kendisine rızık olarak verilen herhangi bir şeyi, kölesine vermek isteme­mektedir. Bu, yüce Allah'ın, puta tapanlara verdiği bir misaldir Yani sîzin köleleri­niz, sizinle eşit olmadığına göre, nasıl benim kullarımı bana eşit kılıyorsunuz? Sahip oldukları kölelerinin kendi mallarında ortaklıkları söz konusu olmadı­ğına göre, onların da Allah'a ibadette O'nun dışındaki putları, heykelleri ve onların dışında kendilerine tapınılan melekler ve peygamberleri halbuki hep­si de Allah'ın kullan ve yaratıklarıdır ortak koşmaları da caiz olamaz. Bu an­lamdaki açıklamayı Taberî naklettiği gibi, İbn Abbas, Mücahid, Katade ve baş­kaları da bu şekilde açıklamışlardır.
Yine İbn Abbas'tan nakledildiğine göre, bu ayei-i kerime Necranlı hristiyanları hakkında inmiştir. Onlar, İsa Allah'ın oğludur deyince, yüce Allah onlara; "Üstün kılınanlar... nzıklarını ellerinin altındakilere geri vermezler"

buyruğunu indirdi. Yani efendi, sahip olduğu kölesine» efendi ile köle mal­da eşit olsun diye rızkını, malını geri vermediğine güre, siz nasıl olur da ken­diniz için razı olmadığınız bir hususa Benim için rıza gösteriyor ve böylelik­le kullarım arasından oğlumun olduğunu iddia ediyor?"

Ulaşma imkanı bulduğumuz meallerde Nahl s. 71. ayetinin doğru olarak çevrildiğini söyleyebileceğimiz şekli şöyledir ; 

Mustafa Öztürk    
Maddi zenginlik yönünden kimimizi kiminizden üstün kılan da Allah'tır. Hal böyleyken maddi imkânları geniş olanlar, sahip oldukları zenginliği kendi köleleriyle eşit olarak paylaşmaya, böylece onlarla denk olmaya hiç yanaşmazlar. [Kölelerini bu denk görmeyen o müşrikler nasıl oluyor da [putları Allah'a denk tutuyorlar?!} yine onlar nasıl oluyor da [kendilerine hiçbir nimet verme imkânı bulunmayan o putlara tanrılık yakıştırmak suretiyle] Allah'ın onca nimetini bile bile inkâra kalkışıyorlar?

Mustafa İslamoğlu 
ALLAH rızkı kiminize diğerinden daha fazla vermiştir. Peki ,kendisine daha fazla verilenler emirleri altında çalışan kesimleri servetlerine ortak etseler de , onlar da bu konuda (kendileriyle) eşit hale gelseler ya. Buna (dahi razı olmayacaklarına) göre hala (ortak koşmakla), Allah'ın nimetlerini bile bile inkara yeltenmiş olmuyorlar mı?

Hayrat Neşriyat :
Hem Allah, rızık husûsunda bazınızı bazınızdan üstün kıldı. Böylece üstün kılınanlar ise, rızıklarını (kendileriyle eşit dereceye gelecek şekilde) ellerinin altındaki kölelerine verici değiller ki, artık onda (o rızıkta) kendileri müsâvî olsunlar. (Onlar kendi köleleriyle eşitliği kabûl etmezken, nasıl oluyor da Allah’a eş tutup ortak koşuyorlar?)Şimdi Allah’ın ni'metini bilerek inkâr mı ediyorlar?

Ali Fikri Yavuz :
Allah rızık hakkında bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldı. Kendilerine fazla rızık verilenler de, rızıklarını elleri altında bulunanlara vermiyorlar ki, onda müsavi olsunlar. (İşte böyle köle ve hizmetçilerini mallarına ortak etmiyenler, Allah’a nasıl, kudreti altındaki şeyleri ortak ediyorlar?) Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

Erhan Aktaş
Allah, rızık konusunda kiminizi kiminize üstün kıldı. Üstün kı- lınanlar; rızıklarını, yeminlerinin mülkü olan kimselere aktarıyorlar da, onlar, onda eşit oluyorlar mı? O halde, Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?2

Sonuç olarak ; Nahl s. 71. ayeti bir çok mealde Kur'an bütünlüğü dikkate alınmadan çevrilmiş ve bu yanlış çevirilerin başka ayetler ile çelişki arz edebileceği akla getirilmemiştir. Rum s. 28. ayetini merkeze alarak yapılan çeviri ve yorumlar , çelişkiyi ortadan kaldırıcı ve Kur'an bütünlüğüne daha uygun olarak yapılmış çeviriler olduğunu söyleyebiliriz. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.