hakkındaki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hakkındaki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mart 2018 Çarşamba

Süleymaniye Vakfı'nın Kur'an'ı Açıklama İlmi ve Bu İlmin Darabe Kelimesi Hakkındaki Görüşleri Çerçevesinde Değerlendirilmesi

Süleymaniye Vakfı'nın kendi ifadelerine göre 40 yıldır yaptıkları sayısız toplantılar sonucu ulaştıklarını iddia ettikleri Kur'an'ı anlama ilmine göre:

1- Kur'an ayetlerini Allah'tan başka kimse açıklayamaz.
2- Allah'tan başkasının açıklamalarına uymak ona kul olmaktır.
3- Bu ilmi bildiği halde kendisini ayetleri açıklamaya yetkili gören kimse yoldan çıkmıştır. (Kafir olmuştur demeye sanırım dilleri varmadığı için yoldan çıkmıştır demişler)
4- Allah'ın açıklamalarını uzman bir ekip ortaya çıkarabilir.
5- Fussilet s. 3. ayetine göre Kur'an "Bilenler topluluğu" için açıklanmıştır. Bu topluluk ise "Kur'an'ı Açıklama İlmi" ni bilen ve ona göre davrananlardır. (Şıklarda olan iddialar kendi sitelerinden alınmıştır)

 Direk olarak söylememiş olsalar da, örtülü olarak bu işte tek yetkili olduklarını söyledikleri için, Kur'an "Süleymaniye Vakfı" İçin açıklanmıştır. 

Vakıf tarafından iddia edilen bu yönteme göre çalışmayanların nasıl yerden yere vurulduğu, başta Mehmet Okuyan hoca örneğinde malumdur.

Kur'an'ı anlama yöntemi hakkında böyle bir iddia içinde olan topluluğun, Kur'an hakkında konuştukları da doğal olarak kendi indi açıklamaları değil, Allah'ın açıklamaları olacaktır. Yani Süleymaniye Vakfı, sadece Allah'ın Kur'an hakkında bizlere ne dediğini iletmektedir. Allah'ın bilgisine sınır koyan bir düşünceye sahip olan vakfın, bu düşüncesinin ortaya çıkmasına sebep olan telefon konuşmasında Abdülaziz Bayındır hocanın bu düşünceleri için "Ben demiyorum Allah diyor" şeklindeki sözleri, bu durumu net olarak yansıtmaktadır. 

Yaklaşık olarak 1500 sene önce indirilmiş bir kitap olan Kur'an'da, Allah (c.c) nin bizlere ne demiş olduğu artık tamamlanmış bitmiştir. Allah'ın kelimelerinde artık bundan sonra herhangi bir değişiklik olmayacağına göre, Allah (c.c) nin indirdiği kitap hakkında konuşan ve bu kitap hakkında yukarıdaki şıklarda sıralanan iddiaların sahiplerinin, Kur'an ayetleri ve kelimeleri hakkında görüş değişiklikleri yapmaları da artık mümkün değildir.

Bu gibi iddiaların sahiplerinin zaman içinde Kur'an kelime ve ayetleri hakkında yaptıkları bazı görüş değişiklikleri de, aynı zamanda Allah'ın görüş değiştirmesi olacaktır. Çünkü Allah adına konuştuğunu iddia etmek böyle bir anlam taşımaktadır.

Sayın Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır tarafından yazılmış olan, ilk baskısı 2006 yılında yapılan "Doğru Bildiğimiz Yanlışlar" adlı kitabın, 2014 yılında yapılan 5. baskısının "Kadının Dövülmesi" bölümünde şu görüşlere yer verilmektedir:

"Allah Teâlâ, belli şartlar oluştuğu taktirde, kocanın karısını dövmesine müsaade etmiştir. Bu şartlar, âyetlerle ve Nebîmizin sözleriyle açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Erkekler kadınların başlarında olurlar. Bu, Allah’ın birine diğerinden fazlasını vermesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyledir. İyi kadınlar, boyun eğenler ve Allah’ın korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır. Nüşûzundan havf ettiğiniz kadınlara gelince; onlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın. Allah yücedir, büyüktür.” (Nisa 4/34)

“hafif şekilde dövme” darp izi olmayacak şekilde dövme olur. Bu, kadının, dışa karşı zor duruma düşmesini önler.

 Demek ki, eşinin fahişelik yaptığı açıkça belli olan koca onu yatağında yalnız bırakma ve dövme hakkına sahiptir. Âyette kocanın karısına öğüt vermesinden söz edilirken hadislerde bundan bahsedilmemesi, bilgiye dayalı korku ile zanna dayalı korku arasındaki farkı göstermektedir. Baş başa kalan her erkek ve kadın arasında cinsel davranışlar olmayabilir. Bu sebeple arada bir farkın bulunması gerekir. Her iki durumda da kadın davranışlarını düzeltirse koca, başka bir yola başvurmaz.

Zinanın tespiti halinde koca, olayı ister örter, isterse mahkemeye götürür. Mahkemede suçu ispatlarsa karısı bundan dolayı hem itibarını kaybeder, hem de 100 değnek yer. Olayı yalnız koca görmüş olur da dört şahitle ispatlayamazsa mahkemede liân yapılarak evliliğe son verilebilir. Liânda kadının kendini korumasına imkân verilir. Ama gerek liân ve gerekse suçun şahitle ispatı kadın için de aile için de yıpratıcı olur. Bu sebeple erkek davayı mahkemeye taşımayabilir. Kimi zaman eşini boşaması da uygun olmayabilir. Bu durumda kadının suçunu kimseye söyleyemez. Çünkü söyler de dört şahitle ispatlayamazsa ya iftira cezası giyer, ya da liân yapmak zorunda kalır. Hem suçun örtülmesi hem erkeğin rahatlaması hem de kadının cezasız kalmaması için kocanın karısını, bir süre yatakta yalnız bırakmasına ve eliyle onu hafifçe dövmesine izin verilmiştir.

Nisa Suresinin 34. âyetini, Allah ve Elçisi’nin açıklamalarına göre değil de kendimize göre anlamaya çalışırsak kocanın karısını, isteklerine boyun eğmedi diye dövebileceği şeklinde yanlış bir sonuca ulaşırız. Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur: “Kimse karısını, gündüzün köle gibi kırbaçlayıp akşam onunla yatağa girmesin.”"

Özetleyecek olursak: Sayın Abdülaziz Bayındır hoca Nisa s. 34. ayette geçen Darabe kelimesinin anlamının Dövmek olduğunu iddia ederek, bu yönde bir görüş sergilemektedir. Son paragrafı dikkatle okuyacak olursak o paragrafta Nisa s. 34. ayeti hakkındaki yaptıkları açıklamanın Allah'ın açıklaması olduğu iddiası vardır.

İlerleyen yıllarda Süleymaniye Vakfı'nın Nisa s. 34. ayeti hakkındaki görüşleri değişmiş, Darabe kelimesinin Dövmek anlamına gelmediği iddiası ortaya atılmıştır. Vakfın sitesinde 29 Eylül 2009 tarihinde yayınlanan "Kadının Dövülmesi" başlıklı bir yazıda, bu konu ile ilgili olarak şunlar söylenmektedir:


Nisa 34. âyette “Nüşuzundan korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin/güzel sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (oraya) darb edin” emirleri yer alır.
Nüşûz =نُشُوزً, gideceği zaman oturduğu yerden hafifçe kalkmaktır[1].
Darb =ضرب, bir şeyi bir şeyin üstüne vurmak veya sabitlemektir[2]. Hemen hemen her iş için kullanılan[3]darb kelimesinin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre değişir.
Türkçede, darb’a en yakın olan "vurmak" fiilinin de otuz civarında anlamı vardır. Damga vurma, ayağını yere vurma, silahla, yumrukla veya sopayla vurma, ışık vurması, karaya vurma gibi kullanımlar, “bir şeyi bir şeyin üzerine vurma” anlamındadır.
Duvara boya vurma, ata eğer vurma, başörtüyü boyuna vurma, binaya çatı vurma, kafayı vurup yatma, kapıya kilit vurma, soğuk vurması, dolu vurması ve birine vurulma gibi kullanımlar da “bir şeyi bir şeyin üstüne sabitleme” anlamındadır[4].
Gelenekte Nisa 34. âyetteki nüşûz’a baş kaldırma, darb’a da dövme anlamı verilmiştir. İlgili hadislere de bu anlam verilince İslâm’ın erkeğe, eşini dövme yetkisi verdiği kanaati oluşmuştur. Türkiye Diyanet Vakfı meâli şöyledir:
“Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”[5]
Bize göre, âyete verilen bu meâlin hemen hemen tamamı yanlıştır. Bu yazıda, sadece kadını dövme ile ilgili kısım üzerinde durulacak ve diğer kısımlara değinilmeyecektir. Doğru meâl şöyle olmalıdır:
“Erkekler kadınlarını, özenle korur ve kollarlar. Bu, Allah'ın her birine diğerinden üstün özellikler vermesi ve erkeklerin mallarından harcamaları sebebiyledir. İyi kadınlar, (Allah’a) itaat eden ve Allah'ın korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır. Nüşûzundan / ayrılmasından korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin / güzel sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (orada) tutun. Sizi gönülden kabul ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın. Allah yücedir, büyüktür.” (Nisa 4/34)
Verilen bu anlam, Nisa 34’ün iç bütünlüğüne de terstir. Çünkü “onları darb edin” sözünün devamında “فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ = size itaat ederlerse” ifadesi yer alır. Arapçada itaat, bir işi gönülden yapmaktır. Dayak sonucu yapmak itaat değil, kerhen yani zorla yapmak olur[8]. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Vakfın sitesinde olan bu yazı "Hemen her konuda yapılan bu gibi yanlışların ana sebebi, Kur’an’ı Açıklama İlminin unutulmuş olmasıdır."  cümlesi ile sona ermektedir.
Vakıf, iddiasına göre Darabe kelimesinin doğru anlamını Kur'an' Açıklama İlmi ile bulmuş, bu ilmi kullanmayanlar ise, bu kelimenin Dövmek anlamında olduğunu iddia etmektedirler.
Bayındır hoca tarafından yazılan kitaptan yaptığımız alıntıda görüldüğü üzere, ilgili kelimenin o gün doğru olarak bilinen ve savunulan Dövmek anlamı, bugün yanlış olduğu iddia edilmekte, kelimeye dövmek şeklindeki anlamın, gelenek tarafından savunulduğu iddia edilerek, doğru olduğu savunulan meal verilmektedir. 

Bu durumu Süleymaniye Vakfı tarafından ortaya atılan "Kur'an'ı Açıklama İlmi" çerçevesinde düşündüğümüzde şöyle bir tezat ortaya çıkmaktadır:

Dün, Allah (c.c) Nisa s. 34. ayetinde geçen Darabe kelimesinin anlamını Dövmek olarak açıklamıştır. 

Bugün ise Allah (c.c) Nisa s. 34. ayetinde geçen Darabe kelimesinin anlamını Onları tutun olarak açıklamıştır.

Örtülü olarak bile olsa, Allah adına konuştuğunu iddia edenlere burada haklı olarak şöyle bir soru sorulacaktır: 

Allah (c.c) bu kelimenin dün Dövmek, bugün Onları tutmak anlamına geldiğini kime haber verdi de önceki sahip olduğunuz görüşünüzü değiştirdiniz?.

Olay bu kadarı ile de kalmamaktadır. Vakfın hazırlamış olduğu mealde Nisa s. 34. ayetinde geçen Darabe kelimesi bir başka evrim daha geçirerek Onları tutun anlamı yerine, VE KENDİLERİNİ RAHAT BIRAKIN  şeklinde daha farklı bir anlama evrilmiştir.

Süleymaniye Vakfı'nın mantığı üzerinden konuşacak olursak Allah (c.c) değişik zamanlarda Darabe kelimesinin anlamını 1- DÖVMEK, 2- TUTMAK, 3- RAHAT BIRAKMAK olarak açıklamaktadır.

Şimdi vakıftaki Kur'an'ı açıklama ilmine sahip olan alimler topluluğuna sorarız: Allah (c.c) tarafından açıklandığını iddia ettiğiniz bir kitap içindeki kelime için yıllar içinde 3 farklı görüşe evrilmenizi nasıl açıklayacaksınız? Darabe kelimesinin anlamını şayet Allah (c.c) açıklıyor ise onun tarafından yapılan anlam değişikliklerinin haberini nasıl aldınız?.

Allah (c.c) den haber alma devri artık Muhammed (a.s) ile bir daha açılmamak üzere kapandığı için, bu soruya hiç kimse "Bana haber verdi" şeklinde bir cevabı asla vermez. Öyleyse vakıf bir yerlerde yanlış yapmaktadır.

Süleymaniye Vakfı nerede yanlış yapıyor?.

Vakıf, öncelikle kendileri tarafından üretilen ve adına Kur'an'ı Açıklama İlmi dedikleri anlama yöntemini Allah'a mal etmekle büyük bir hata yapmaktadır. Çünkü zaman içinde değişkenlik gösteren, bundan sonra da gösterebilecek olan görüşlerini Allah'a mal etmekle, Allah'ı haşa bir öyle bir böyle diyen birisi konumuna düşürmektedirler.

Halbuki Kur'an kelime ve ayetleri ile ilgili olarak vardıkları kanaati Allah'a mal etmek yerine, doğru ve yanlış olması muhtemel indi görüşleri olarak sunmuş olsalardı, ki herkes için aynı durum geçerlidir, böyle bir sıkıntılı duruma düşmemiş olacaklardı. 

Her insan zaman içinde bazı düşüncelerinden onun yanlış olduğu gerekçesi ile vazgeçebilir. Bu gayet doğal bir durumdur. Vakfın, dün dövmek anlamına geldiğini iddia ettiği kelimenin, bugün onları tutmak anlamına geldiğinden vazgeçmekle kınanacak bir duruma düştüğünü asla iddia etmiyoruz. Bizim iddiamız, vakfın savunduğu yöntemi Allah'a mal etmekle yanlışlarına Allah'ı da ortak eder bir duruma düşmüş olmasıdır.

Yukarıda sıralanan şıklar çerçevesinde düşündüğümüz zaman, Allah (c.c) bir kelimenin anlamını bir gün değişik, bir gün değişik açıklamak sureti ile kulları ile haşa oynamaktadır. Elbette Allah (c.c) kulları ile oynamaz, onun kitabında olan bir kelime veya ayet hakkında ortaya atılan görüş, kullarının indi görüşleri olup, doğru veya yanlış olma ihtimali her zaman mevcuttur.

Darabe kelimesi ile Allah (c.c) dün hangi anlamı kast ediyorsa bugün de aynı şeyi kast etmekte, yarın ve kıyamete kadar da aynı anlamı kast etmektedir. Hiç bir kul veya kurum Allah'ın kitabının içindeki kelime ve ayetler ile ilgili olarak, "Allah bu ayet ve kelime hakkında kesin olarak şunu kast etmiştir" şeklinde bir ifade asla kullanamaz. Allah'ın kitabındaki kelime ve ayetler ile ortaya atılan görüşler kişilerin bilgi ve düşünceleri doğrultusunda ortaya attığı görüşler olup, bu görüşlerde isabet kaydetme veya kaydememe ihtimali her zaman bulunmaktadır.

Allah'ın kitabı ile ilgili konuşanların kendi görüşleri hakkında ortaya attığı "Bu söylediklerim kesin doğrulardır Allah bu kelime veya ayet ile ilgili olarak şunu kast etmiştir" şeklindeki bir ifade, iddia sahibinin problemli bir kafaya sahip olduğunu göstermektedir.

Darabe kelimesi hakkında değişen Allah (c.c) nin görüşleri değil, kulların bu kelimenin anlamı ile ilgili düşünceleridir. Çeşitli saikler sonucu dün dövmek anlamına geldiğini iddia ettikleri kelimenin anlamının bugün o anlama gelmediğini savunanlar, hala Kur'an konusunda Allah adına konuştuğunu iddia edebiliyorlar ise, ona karşı iftiranın en büyüğünü atmaktadırlar.

Vakıf biraz tevazu sahibi olarak, "Dün şöyle söylediğimiz bir konuda, bugün farklı düşünüyoruz" diyebilmiş olsaydı, değil böyle bir eleştirinin muhatabı olmak, gözümüzde saygınlığı halen devam eden bir kuruluş olarak kalırdı.

Hasılı kelam: Süleymaniye Vakfı, Kur'an'ı Açıklama İlmi adı vererek ürettiği teoriyi yeniden gözden geçirmek zorundadır. Allah'ın açıklaması olarak adlandırdıkları çıkarımların bazılarının yanlış olduğunu bir süre sonra anladıktan sonra, bu sefer farklı bir düşünce içine girmelerini izah etmeleri aksi takdirde güç olacaktır. 

Ayrıca Bayındır hocanın bu düşünceleri 2006 yılında dile getirmiş, ve vakıf artık bu görüşünden geri dönmüş olmasına rağmen, kitabın 2014 yılı baskısında halen bulunması, vakfın sitesinden bulunan makalenin ise yayınlanma tarihinin 2009 yılı olması, vakfın değişen görüşlerini pek takip etmediğini göstermektedir. 2014 yılı baskısı olan bir kitapta darabe kelimesinin, "dövmek" anlamına geldiğinin iddia edilmesi, 2009 yılında yazılan bir makalede ise bu kelimenin "onları tutmak" anlamına geldiğinin iddia edilmesi, okuyucu nezdinde kafa karışıklığına sebep olacaktır.Vakfa tavsiyemiz, Bayındır hocanın kitabında olan kısmın, darabe kelimesi ile ilgili yeni görüşleri doğrultusunda yeniden değiştirilmesidir. 


14 Temmuz 2017 Cuma

Mehmet Okuyan'ın Yasin s. 6. Ayetinin Meali Hakkındaki İddiasının Kur'an Bütünlüğü Açısından Değerlendirilmesi

Sayın Mehmet Okuyan hoca Yasin s. ile ilgili yapmış olduğu derslerinden birisinde, bu surenin 6. ayetinin, meallerde yanlış olarak çevrildiğini iddia ederek, doğru olduğunu düşündüğü çevirinin nasıl olması gerektiği hakkında bilgi vermektedir.



Yukarıdaki videoda sayın Okuyan hoca, لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أُنْذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ  şeklindeki Yasin s. 6. ayetinin "Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir." şeklinde yapılan çevirilerinin yanlış olduğunu iddia etmektedir. İddiasının gerekçesi ise, ayet içindeki مَا  edatının meallerde olumsuz anlam verilerek çevrilmiş olmasıdır. Sayın Okuyan bu edatın olumsuzluk anlamı verilerek yapılan çevirilerinin yanlış, hatta CİNAYET olduğunu iddia ederek, bu edatın ismi mevsul anlamında çevrilmesi gerektiğini, dolayısı ile Yasin s. 6. ayetindeki Ataları uyarılmamış ibaresinin, Ataları da uyarıldığı gibi şeklinde çevrilmesi gerektiğini savunmaktadır.

İbrahim (a.s) ın Arapların İsmail (a.s) dan atası olduğu iddiasına katılmakla beraber, Yasin s. 6. ayetinin ifade ettiği anlam, Arap kavmine kendi dili ile ilk defa Muhammed (a.s) ın gönderilmiş olduğudur.

Biz sayın Okuyan'ın bu ayet ile ilgili öne sürdüğü düşünceye katılmadığımızı, Yasin s. 6. ayetinin Okuyan hocanın söylediği gibi çevrildiğinde, yapılan bu çevirinin Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında büyük bir sorun meydana geleceğini, hatta hocanın tabiri ile CİNAYET   olacağını düşünmekteyiz.

Kur'an içinde Yasin s. 6. ayetinin benzeri olan iki tane daha ayet vardır. Bunlardan birisi Kasas s. 46. ayeti, diğeri ise Secde s. 3. ayetidir. Öncelikle bu ayetlerdeki مَا  edatının da Okuyan hocanın iddia ettiği olumsuz anlam verilerek çevrilmesi yerine, ismi mevsul anlamı verilerek çevrilmesi gerektiğini hatırlatarak, bu edata ismi mevsul anlamı verildiğinde ortaya çıkabilecek çelişkiyi Kur'an bütünlüğünde göstermeye çalışacağız.


[Kasas s.46]  Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.


[Secde s.3] Yoksa onu  uydurdu mu diyorlar? Hayır, o senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir toplumu korkutman için, Rabbin tarafından gelen bir haktır. Gerek ki, hidayeti kabul ederler.

Dikkat edilirse her iki ayette de مَا edatı bulunmakta, ve bu edatların her ikisi de olumsuz anlam verilerek çevrilmekte, bu şekilde yapılan çevirilerin ise, Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu düşünmekteyiz. Yasin s. 6. ayetinde bulunan مَا edatı, eğer sayın Okuyan'ın iddia ettiği gibi ismi mevsul anlamı çevrilmesi gerekiyor ise, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerinde bulunan edatların da aynı şekilde ismi mevsul anlamı verilerek çevrilmesi gerekecektir. مَا edatının ismi mevsul anlamı verilerek yapılan Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetinin çevirilerinin ise şu şekilde olması gerekecektir.

[Kasas s.46]  Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı GELMİŞ olan bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.

[Secde s.3] Yoksa onu  uydurdu mu diyorlar? Hayır, o senden önce kendilerine bir uyarıcı GELMİŞ olan bir toplumu uyarman için, Rabbin tarafından gelen bir haktır. Gerek ki, hidayeti kabul ederler.
Yasin s. 6, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerinde geçen مَا edatını olumsuz anlam verilerek çevirmek yerine, ismi mevsul anlamı verilerek çevirdiğimiz zaman, Araplara Muhammed (a.s) dan önce bir uyarıcının gelmiş olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır. Sayın Okuyan hoca İbrahim (a.s) ile Muhammed (a.s) arasında Araplara herhangi bir uyarıcı gelmiş olduğunu iddia etmemekle birlikte, bu şekilde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğünde sağlamasını yaptığımızda, ortaya çelişkili bir durum çıkmaktadır.

[006.156-157] Demeyesiniz ki: Bizden önce kitab, yalnız iki topluluğa indi. Bizim ise onlarınkinden hiç haberimiz yok.Yahut: «Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk», demeyesiniz. İşte size de Rabbinizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.

[034.044]  Oysa Biz, onlara okuyacakları bir kitap vermemiş ve senden önce de onlara bir uyarıcı göndermemiştik.

[035.042]  Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.

[037.168-169] Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı;«Gerçekten bizler de, Allah'ın muhlis kullarından olurduk.»

[043.021]  Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?

Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri Araplara herhangi bir uyarıcı gelmediğine dair bilgi veren ayetlerdendir. Yasin s. 6, Kasas s. 46 ve Secde s. 3. ayetlerini, Araplara daha önce uyarıcı geldiği şeklinde bir anlam vererek çevirdiğimiz zaman, bu ayetler ile çelişkili bir durum arz edecektir.

[016.043]  Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.

[021.007]  Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.

Bu ayetlerde zikir ehline yani daha önce kitap gönderilenlere sorulması istenmesinin sebebi, Arap toplumuna daha önce herhangi bir elçinin gönderilmemiş olmasındandır.

Sayın Okuyan hoca da çok iyi bilmektedir ki, Kur'an çevirilerinde dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan birisi, ayetler arasındaki uyumdur. Kur'an bir yerde Ak dediğine, bir başka yerde Kara demeyeceğine göre, böyle bir durum varmış görüntüsü oluşturacak her türlü çeviri, okuyucular arasında kafa karışıklığına neden olacaktır. 

Sayın Okuyan hocanın tefsir çalışması içinde olduğunu bilmemiz, yazacağı tefsirde Yasin s. 6. ayetinin çevirisi ve tefsiri ile ilgili yapacağı hatalı çeviri ve yorumlar, haklı olarak itirazlara neden olacaktır. Sayın hocanın bu konuda yaptığı ders içinde kullandığı CİNAYET  kelimesi, yakışıksız ve iddialı bir kelime olup, bazı konularda ortaya koyduğu iddiaları mutlak görme açısından yanlış olduğunu burada kendisine hatırlatmak istiyoruz. 
Sonuç olarak; Yasin s. 6. ayetinde geçen مَا edatı, olumsuz anlam verilerek çevrildiğinde (aşağı yukarı bütün mealler bu yöndedir), doğru ve Kur'an bütünlüğü ile uyumlu bir anlam yakalanmış olacaktır. Sayın Okuyan hocanın CİNAYET  olarak ifade ettiği bu doğru anlamın tersine yapılacak olan  مَا  edatına ismi mevsul anlamı verilerek yapılan çeviriler ise, Kur'an bütünlüğü ile uyum sağlamayacağı gibi, Kur'an'da çelişki varmış gibi bir durum ortaya çıkaracaktır. Sayın hocanın bu durumu dikkate alması, yazacağı tefsirde itirazlara sebep olacak bir yanlışa düşmesine mani olacaktır. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

21 Ekim 2014 Salı

Ahzab s. 4-5 . Ayetleri ve Evlatlıklar Hakkındaki Düzenleme

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c), kulu ve elçisi Muhammed (a.s) a indirdiği Kitabında iniş zamanı muhataplarına yönelik bir takım düzenlemeler bildirmiştir. Bu düzenlemeler bizler içinde geçerli olup hayatımızın herhangi bir safhasında karşımıza çıkacak sorunlara ışık tutmaktadır. 

Ahzab s. 4-5. ayetleri içinde "Zihar" ve "evlatlık uygulaması" hakkındaki düzenlemeleri görmekteyiz. Zihar uygulaması cahiliye araplarının eşlerine , "sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek onları bir çeşit boşama şekli olup kadını ne evli nede boşanmış duruma sokan bir uygulama olup kadına bir çeşit zulmetme vasıtası idi. Ahzab s. 4. ayeti ve Mücadele s. 2-3-4. ayetlerde bu konu ile ilgili hükümler mevcuttur. 

Zihar uygulaması bugün işlevini yitirmiş olmasına rağmen evlatlık kurumu işlevini yitirmemiş olup devam etmektedir. Yazımızda bu kurum ile ilgili hükümlerin günümüzde nasıl hayata geçirilebileceği hakkındaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

[033.004] Allah bir adam için içinde iki kalb yapmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. O sizin ağzınızdaki lafınızdır. Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yolu gösteriyor.
[033.005]  Onları (evlatlıklarınızı) babalarına nisbet ederek çağırınız. Allah katında o daha doğrudur; eğer babalarını bilmiyorsanız dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettiğinde (günah) vardır. Allah günahları örten, çok merhamet edendir.

Bir çocuk herhangi bir sebebten ötürü , onun Dünyaya gelmesine sebeb olan Anne ve Babasından ayrı kalmak durumunda olabilir. Bir Karı Koca da herhangi bir sebebten ötürü çocuk sahibi olmayabilir veya bir başkasının çocuğuna ebeveynlik yapmak zorunda kalabilir. Bu durum İnsan hayatının bir olgusudur.

"Nesil emniyeti" İslamın önem verdiği konulardan birisi olup , kişinin onun Dünyaya gelmesine vesile olan ailesinin bilinmesi önemli bir noktadır. Kişilerin evlatlık kurumu vasıtası ile bir başka aile içinde büyümesi onu doğuran annesinin ve babasının unutmasını gerektirmez.

Günümüzde Ebeveyninden ayrılmak zorunda kalan çocuklar veya çocuk sahibi olamayan aileler bu durumu evlatlık kurumu vasıtası ile karşılıklı olarak hal yoluna gitmektedirler. Kişilerin kimlik bilgileri nufüs kaydı ile bir kütükte belirlenip onların nesillerinin emniyeti sağlanmaktadır. 

Evlatlık alan aile , o çocuğun kimlik bilgilerini değiştirerek , onun Dünyaya gelmesine vesile olan ailesinin yerine kendi isimleri o çocuğun nufüs bilgilerine geçirerek o çocuğun gerçek ailesiymiş gibi değiştiremez.

Öncelikle bu şekil bir düzenleme Devletin kanuni bir düzenleme yapmasını gerektirir . T.C devletinin evlatlık kurumu uygulamasında , evlatlık verilen bir çocuğun evlatlık alan aile tarafından nufüs bilgilerinin değiştirirlerek gerçek ebeveyninin yerine evletlık alan ailenin ismleri yazılabilmekte olup kanuni düzenlemeler buna izin vermektedir.

Ahzab s. 5. ayetinde "onları babalarına nisbetle çağırın" emrinin bugünkü karşılığı , kişinin nufüs bilgilerinin gerçek anne ve babasının üzerinde olmasını gerektirir. Bunun tersi bir uygulama olarak, kişiyi evlatlık alan ailenin nufüs bilgileri üzerine yapılan bir kimlik düzenlemesi, ayete aykırı olup neslin emniyeti bakımından sakıncalı durumlara gebe bir durumdur.

Cahiliyye arapları arasında yapılagelen bu uygulama ayet ile ortadan kaldırılmış olup , Muhammed (a.s) ın evlatlığı olarak bilenen Zeyd'in boşadığı eşi ile evlendirilerek bir tabu yıkılmış olmaktadır. Ahzab s.  36-40. ayetleri arası bu duruma işaret etmektedir.

Sonuç olarak ; hayatın bir gerçeği olan evlatlık kurumunun nasıl çalışması gerektiğini Rabbimiz , Ahzab s. 4-5. ayetlerinde beyan ederek bizlere bildirmiştir. Buna göre evlatlık edinen bir aile , evlat edindiği çocuğun kimlik bilgilerini esas anne babasının yerine kendi isimlerini geçirerek koyamaz. Kişilerin bir şekilde aileye muhtaç kalmış bir çocuğa aile olması büyük bir sevab kazandırabilir ancak bunun olması gereken bir şekli vardır. Hiç kimse Dünyaya gelmesine vesile olmadığı bir çocuğa gerçek anne babasıymış gibi kimlik bilgilerini o şekilde düzenlemeye hakkı yoktur. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.