Esed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Esed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2018 Pazar

İslamoğlu ve Esed Tarafından Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. Ayetine Verilen Anlamın Ahzab s. 50. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Kur'an'ın bazı ayetlerinin, oluşturulmuş ön yargılar, veya bazı kimselerin Kur'an hakkında ortaya attıkları olumsuz iddiaları bertaraf etmeye çalışmak maksadı ile yapılan çevirileri, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü tarafından ret edilecek, yapılan hatalı ve yanlı çeviriler, tabiri caiz ise kabak gibi sırıtacaktır. Bu türden yapılan hatalı ve yanlı çeviri örneklerini önceki bazı yazılarımızda paylaşmış, bu yazımızda ise bir yenisini paylaşmaya çalışacağız.

Bu yazımızın konusu, Mü'minun s. 6. ayeti ile, Mearic s. 30. ayetlerinin Mustafa İslamoğlu ve Muhammed Esed tarafından çevirileri olacaktır.  

Mümi'nun s. 6. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri:

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar(meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanmazlar. 

Muhammed Esed: Eşleri - yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar(eşleriyle olan ilikişkiden dolayı) kınanmazlar.

Mearic s. 30. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri: 

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını vererek sahip oldukları kimseler müstesna: zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar. 


Muhammed Esed: Eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleyenler,) çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar.

Bu ayetler, mü'minlerin vasıflarını sıralayan bir bağlama sahiptir. Ayetlerin İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirilerine dikkat edildiğinde, Arapça metinde bulunan أَوْ edatına, bu ayet ile ilgili yapılan aşağı yukarı bütün meallerde verilen, ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlam olan "veya, yahut, ya da" şeklinde değil de, "yani" anlamının verildiği görülmektedir. Bu şekilde verilen bir anlam ise, maalesef bu iki ayetin anlamını ters yüz etmeye yetmektedir. 

Nasıl mı?
Çünkü ayetler içinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesi, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu, مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ kelimesi ise, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu işaret etmektedir. Nuzül dönemi mevcut Arap toplumunun sosyal yaşantısında kadınlar Hür ve Köle olarak iki farklı sosyal statüye sahip olup, Kur'an, Arap toplumunda mevcut olan bu statüyü dikkate almıştır. Yani kadınlar ile ilgili olan bu statüyü direk olarak ret etmemiştir.

İslamoğlu ve Esed, geçmişte bu konunun istismar edilmiş olmasına istinaden, kendilerine göre haklı gerekçeler ile maalesef, bu iki ayrı sosyal gurubu Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerine verdikleri anlam ile tek guruba indirmiş, bu suretle ilgili ayetlerin anlamının ters yüz olmasına sebebiyet vermişlerdir.

Kölelik ve cariyelik konusunun ne Müslümanlar tarafından istismar edilmiş olması, ne de İslam düşmanları tarafından bir koz olarak kullanılması, ilgili ayetlerin anlamının ters yüz edilmesine asla gerekçe teşkil edemez.

Yazımızın başında, Kur'an'ın kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğunu, bir ayetin yapılan hatalı çevirisinin Kur'an içinde karşımıza çıkan başka bir ayet ile, kabak gibi sırıtacağını söylemiştik. Şimdi Ahzab s. 50. ayetini ele alarak, bu çevirilerin nasıl hata barındırdığını görmeye çalışalım.

Mustafa İslamoğlu:
fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Önce bu ayete İslamoğlu ve Esed tarafından verilen anlamları aşağıya paylaşalım:

Mustafa İslamoğlu: 
Sen ey Peygamber! Biz sana mehir bedellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunan kimseleri; seninle birlikte göç etmiş bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını; ve kendilerini Peygamber`e (mehir bedeli istemeksizin) sunan ve peygamberin de kendilerini nikahlamayı kabul ettiği mü`min kadınları -ki bu yalnızca sana hastır, diğer mü`minler için değildir- helal kıldık. Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında bulunanlar konusundaki talimatlarımızı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçlanan, senin zor durumda kalmamandır: zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.

Muhammed Esed:
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana bahşettiği savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunanları sana helal kıldık. Ve seninle birlikte (Yesrib’e) göç etmiş olan amcalarının ve halalarının kızlarını, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını; ve kendilerini Peygamber’e özgür iradeleriyle teklif eden, Peygamber’in de almak istediği mümin kadınları (da sana helal kıldık): (bu sonuncusu) yalnız sana özgü bir imtiyazdır, öteki müminler için değil, (zaten) onlara eşleri ve sağ ellerinin altında bulunanlar konusunda yapmaları gerekeni bildirdik. (Ve) artık sen (gereksiz) bir endişeye kapılmamalısın, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

Ahzab s. 50. ayetine bakıldığında, bu ayet içinde iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Ayet içinde geçen أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  (mehirlerini verdiğin eşlerin) ifadesi ile, وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ(Allah'ın sana bahşettiği savaş esirleriifadesinin arası, وَ ile ayrılmaktadır. Çünkü bu ifadeler, hür ve köle olmak üzere, iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubunu işaret etmektedir. Ahzab s. 50. ayeti Kur'an içinde 15 yerde geçen مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesini anlamanın anahtar ayetidir. Kur'an içinde geçen bu ifadelerin hepsinin, nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut olan hür ve köle ayrımı dikkate alınmak sureti ile sureti ile çevrilmesi gerekmektedir. 

Kölelik ve cariyelik konusunun bazı kesimler tarafından eleştiri ve istismar konusu olmuş olması, maalesef bazılarımızı savunma psikolojisi içine sokmakta, bundan dolayı nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut bulunan bu sosyal sistem maalesef es geçilebilmektedir. 

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki: Kölelik ve cariyelik kurumu İslam tarafından ihdas edilmiş bir kurum değil, nuzül öncesi Arap toplumu içinde yerleşik bulunan bir kurumdur. Kur'an'ın doğru anlaşılması için nuzül öncesi Arap toplumunun sosyal şartlarının göz önünde bulundurulması, olmazsa olmazlardan olup, bu şartı göz ardı ederek yapılan çevirilerde maalesef çeviri sahiplerinin çelişkili anlamlara imza atması kaçınılmazdır.

Biz burada أَوْ edatının Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde "veya, yahut, ya da" şeklinde anlama sahip olduğunu, bu edatın "yani" anlamına da sahip olduğu iddiasının tahrife kadar varabilecek bir zorlama olduğunu bile konuşmadan, Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü ile, hatalı bir çeviriyi nasıl ret ettiğini göstermeye çalıştığımızı tekrar hatırlatmak istiyoruz. 

Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde, Ahzab s. 50. ayetinde gördüğümüz iki gurup kadından bahsedilmektedir. İslamoğlu ve Esed, bu iki gurubu tek guruba indirmek sureti ile, izahı zor bir hataya imza atmışlardır. İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan bu hatalı çeviriyi ise Ahzab s. 50. ayeti ortaya çıkarmaktadır. 

İslamoğlu ve Esed'in tutarlı ve çelişkisiz olmak açısından, Ahzab s. 50. ayetinde geçen وَ edatına, burada daأَوْ edatına verdikleri anlam gibi "yani" anlamında çevirerek, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetleri ile herhangi bir çelişkiye mahal bırakmamaları gerekirdi. Fakat Ahzab s. 50. ayetine böyle bir anlamın verilmesinin imkansız olduğunu çok iyi bildikleri için, böyle yapmamışlar, Esed bu ayetteki وَ edatına "Ve" anlamı verirken, İslamoğlu bu edatın anlamını, çeviriye dahi koymamak sureti ile, zannımızca düştüğü çelişkiyi örtmeye çalışmaktadır. Yaptığı Kur'an mealinde Muhammed Esed'den büyük ölçüde yararlanmış olan İslamoğlu'nun bu ayet içinde Esed'den yararlanmamış olması dikkat çekicidir.

Şeşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleimdi de  مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesinin, أَوْ edatı ile birlikte geçtiği Nisa s. 3. ayetine bakalım.

Nisa s. 3. ayeti:
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünk
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kına
eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frوَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا

Mustafa İslamoğlu: 
Ve eğer yetimlere, adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onlara da adil davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da meşru olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! Bu, altına girdiğiniz sorumluluğu ihlal etmemeniz açısından daha uygundur.

Muhammed Esed: 
Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin -(hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile); ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sadece) bir tane ile- yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
İslamoğlu ve Esed Nisa s. 3. ayetinde geçen أَوْ edatına, Mümi'nun s. 6 ve Mearic s. 30. ayetinde verdikleri "Yani" anlamı yerine, "ya da, yahut" anlamı vermişlerdir. Bu da demektir ki İslamoğlu ve Esed, Nisa s. 3. ayetinin iki farklı statüye sahip olan kadınlardan bahsettiğini kabul etmektedirler Ayetin mealinde geçen " o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle;" cümlesi, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesine tekabül etmektedir. İslamoğlu ve Esed'in Nisa s. 3. ayetinde gördükleri أَوْ edatı ile ayrılan iki farklı statüye sahip olan kadını, Mü'minun ve Mearic surelerinde gör(e)memiş olmaları düşündürücüdür. 

Sonuç olarak: İslamoğlu ve Esed, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetini nuzül döneminde mevcut olan sosyal statüyü dikkate almak yerine, Elalem ne der kaygısını dikkate alarak çevirmiş, bu suretle tahrif denilebilecek bir hataya imza atmışlardır. 

Yazımızın amacı sadece İslamoğlu ve Esed'in yaptığı hatalı bir çeviriye dikkat çekmek değildir. Asıl amacımız, ön yargılı çevirilerin Kur'an'ın kendi anlam örgüsü içinde nasıl ret edildiğinin İslamoğlu ve Esed çevirileri örneğinde görülmesidir. Kur'an üzerinde çeviri çalışmaları yapanların dikkat etmeleri gereken önemli hususlardan birisi, bu anlam örgüsünü hiçbir zaman gözden ırak tutmamaları gerektiğidir. Çünkü yaptıkları çevirilerde, anlam örgüsüne dikkat etmemeleri, çelişkili anlamlara imza atarak, sorumluluk altına girmelerine sebep olmaktadır.

İlgili ayetlerde geçen  أَوْ edatına, aşağıdaki gibi verilen bütün meallerin doğru olarak çevrilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

 "Ancak eşleri VE YA sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar, kınanmış değillerdir."

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

6 Mart 2017 Pazartesi

Kehf s. 25. Ayetinin Esed, İslamoğlu ve Öztürk Tarafından Yapılmış Olan Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Arap dilini bilmeyen insanlar tarafından anlaşılabilmesi için farklı dillere çevrilmesi, veya Tefsir dediğimiz yöntem ile bazı ayetlerinin yorumlanması , İslam dünyasında yapılan yaygın çalışmalardandır. Bu tefsir ve mealleri yapanların sahip oldukları bilgi birikimini bu çalışmalarına yansıtmış olmaları ise bir realitedir.

Tefsirlere bakıldığında bazı ayetlerin yorumlarının birbirlerinden farklı , hatta taban tabana zıt bir şekilde yapılmış olduğu , bir çok tefsir okuyucusunun gözünden kaçmamaktadır. Tefsirlerde yapılan bu yorumların doğru veya yanlış olma ihtimali elbette mevcuttur. Bir tefsircinin yapmış olduğu ayet yorumu , sahip olduğu bilgi birikiminin bir sonucu olup , hiç bir tefsirci yapmış olduğu yorumu nihai doğrular olarak göstermek , kendi görüşlerinin doğrultusunda yapılmayan yorumları mahkum etmek hakkına asla sahip değildir.

Tefsir çalışmaları , Kur'an ayetlerinin yorumlanmasında kişilere daha geniş bir alan sağlarken, meal çalışmaları , tefsir kadar geniş alanda ayetleri yorumlama imkanı sağlamaz. Meal yapıcıları farklı yorumlanmaya müsait olan ayetlerde o ayetin aslına sadık kalmak sureti ile çevirmek zorundadırlar. Meal yapıcısı farklı yoruma müsait olan ayetlerde , doğru olduğunu düşündüğü yorumu , ayet çevirisi üzerinde parantez açmak, veya metin üzerinde oynama yapmak sureti ile kabul ettiği yorumu ayete onaylatmak hak ve yetkisine sahip değildir.

Söylemek istediklerimiz , bu konuda somut örnek göstermeye çalıştığımızda , daha net olarak anlaşılacaktır.

وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا

Yukarıdaki ayet Kehf s. 25. ayeti olup , Ashabı Kehf'in mağarada kalış süreleri ile ilgili olarak bir rakam vermektedir. Ayetin aslına uygun olarak yapılmış çevirisi şu şekildedir;

 Ve onlar mağaralarında üçyüz sene durdular. Dokuz (sene) de arttırdılar. (Ö. Nasuhi Bilmen)

Bu ayet tefsirlerde iki farkı şekilde yorumlanmaktadır. Birinci yoruma göre Allah (c.c) Ashabı Kehf'in mağarada kaç yıl kaldıklarını haber vermektedir. İkinci yoruma göre ise , Ashabı Kehf'in mağarada kaç yıl kaldıkları konusunda insanların ortaya koyduğu iddia olup bir sonraki 26. ayette "De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.» Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez." buyurulması ile , insanlar tarafından ortaya atılan bu kalış süresi ret edilmektedir.

Kehf s. 25. ayeti ile ilgili olarak yapılan iki farklı yorumun birisinin doğru , birisinin yanlış olma ihtimali mevcuttur. Her iki yorumun da doğru olması mümkün değildir. Ancak doğru olarak kabul ettiğimiz yorumun doğruluğunu , veya yanlış olarak kabul ettiğimiz yorumun yanlış olduğunu bize haber verecek tek merci Allah (c.c) olup , hiç kimsenin artık ondan böyle bir haberi alması da mümkün değildir. 

Yani bir ayetin yorumu hakkında doğru veya yanlış şeklinde öne süreceğimiz iddia , ortaya koyduğumuz deliller neticesindedir , ve bu delillerin doğruluğunu veya yanlışlığını onaylayacak ilahi bir merci yoktur.

Ortada böyle bir durum mevcut iken , bu ayet ile ilgili olarak yapılan yorumların herhangi birisinin kesin doğru , diğerinin ise kesin yanlış olarak nitelendirilmesi  , yanlış bir tutum olacaktır. Bu ayet ile ilgili olarak yapılacak tek şey , kişinin doğru olarak kabul ettiği yorumu tercih etmesi , kabul etmediği yorumu ise yanlış olarak mahkum etmemesi olacaktır. 

Ancak hiç kimsenin iki farklı yoruma açık olan bir ayetin çevirisi üzerinden kendi tercih ettiği yorumu ayete onaylatmak hakkı ve yetkisi de yoktur.

Kehf s. 25. ayetinin Muhammed Esed, Mustafa İslamoğlu ve Mustafa Öztürk tarafından yapılmış olan çevirilerine baktığımızda , farklı yorumlardan birisini tercih ettiklerini ve bu tercihlerini yapmış oldukları ayet çevirilerine yansıttıklarını görmekteyiz. 

Muhammed Esed :
Ve (bazıları,) onlar(ın) mağaralarında üçyüz yıl kaldı(ğını ileri sürüyor) ve kimileri de (bu sayıya) dokuz yıl daha ekliyorlar.

Mustafa İslamoğlu :
İmdi (kimileri) Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar (diye iddia ederlerken), bir (başkaları) da bu sayıya dokuz yıl daha ekledi.

Mustafa Öztürk :
Bazıları o gençlerin mağaralarında üç yüz yıl uyuyup kaldıklarını söylüyor. Bazıları ise buna dokuz yıl daha ekleyip üç yüz dokuz yıl kaldıklarından söz ediyor

Dikkat edilirse Kehf s. 25. ayetinin yapılan çevirileri , ayetin 2 farklı yorumundan birisinin tercih edilmiş halinin Allah'ın ayetine onaylatılmış bir halidir. 

Herkesin Kur'an ayetleri üzerinde yorum yapmak veya yapılmış olan yorumlardan uygun olduğunu düşündüğünü kabul etmek hakkı elbette vardır. İsimlerini verdiğimiz kişiler bu alanda söz sahibi olduğunu düşündüğümüz kişilerdir. Ancak bu ayetlerin çevirisinde hatalı bir yöntem sergileyerek doğru veya yanlış olma ihtimali olan kendi düşüncelerini doğru olarak kabul ederek , Kehf s. 25. ayetini bu doğrultuda çevirmişlerdir. 

İsimlerini verdiğimiz kişilerin Kehf s. 25. ayetinin , Ashabı Kehf'in mağarada kaldıkları süreyi değil , başkalarının böyle bir süre vermiş olduğunu , ve bu sürenin Allah (c.c) tarafından ret edildiği şeklinde yapılan yorumların doğru olduğunu kabul etmek hakları vardır. Ancak hiç kimsenin böyle bir yorumu , ayetin metni üzerinde oynamalar yapmak , veya parantez açmak sureti ile Allah (c.c) nin böyle söylediğini iddia etmek hakkı ve yetkisi yoktur.

Sayın İslamoğlu ve Öztürk , neden böyle bir çeviriyi tercih ettiklerini dip not olarak açıklamış olmalarına rağmen , onların kendi tercihlerini ayetin çevirisine yansıtmaya hakları olmadığını düşündüğümüzü söylemek istiyoruz. Esed ve İslamoğlu tarafından yapılan Kehf s. 25. ayetinin çevirisindeki şahsi yorumlar parantez içine alınmış olmasına rağmen , Öztürk tarafından yapılan çevirideki şahsi yorumlar , parantez içine dahi alınmadan sanki Allah (c.c) böyle diyormuş gibi gösterilerek daha bariz bir hataya imza atılmıştır.

Bu kimselerin yapmaları gereken , önce ayeti aslına sadık bir şekilde çevirmek , ayetin yorumu hakkındaki şahsi tercihlerini ise , dip not olarak belirtmek olması iken, kabul etmedikleri diğer yorumu görmezden gelerek , tek ve nihai doğru olarak kendi görüşlerini dikte ettirmeye çalışmış olmaları kabul edilir bir durum değildir. 

Anlam yorum tarzında Kur'an çevirisi yapan kimselerin bir çoğu , ayet çevirisi gibi yorum alanı dar bir alanda çalıştıklarını unutarak , yorum alanı daha geniş olan ayet tefsiri alanında çalıştıkları zannetmeleri , veya yaptıkları çeviri tarzının bunu gerektirdiğini düşünerek ayet üzerinde bu tür tasarrufları yapmayı , kendilerine verilmiş bir yetki olarak görmektedirler. 
Ancak bu tarz çevirilerin , okuyucular tarafından Allah'ın kesin olarak böyle dediği gibi bir zanna kapılmalarına ve farklı yorumlara açık olan ayetlerdeki yorum farklılıklarının önünü kapatmalarına sebep oldukları unutulmamalıdır.  

Amacımızın bu çevirileri yapanların kişiliklerini zedelemek olmadığını özellikle hatırlatmak isteriz. Amacımız , bu veya başka kişilerin yaptıkları Anlam Yorum tarzı çevirilerin , kişilerin indi görüşlerini ayete söyletmeye daha müsait bir çeviri tarzı olduğu , meal okuyucularını ise daha dikkatli olması yönünde hatırlatmalar yapmaya yöneliktir. 

Anlam Yorum tarzında yapılan Kur'an çevirilerini tamamen mahkum etmek gibi bir düşüncemiz olmamakla birlikte , konu etmeye çalıştığımız ayet örneğinde olduğu gibi , yoruma açık bazı ayet meallerinde Anlam yorum tarzı çevirilerin , kişisel tercihlerin öne çıktığı bir tarz olduğunu da hatırlatmak isteriz.

Kehf s. 25. ayetinin iki farklı yorumundan hangisini tercih ettiğimiz sorulacak olursa , ayetin Ashabı Kehf'in mağarada kaldıkları süreyi haber verdiği şeklindeki yorumun daha isabetli olduğunu ve o yorumu kabul ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu kabulümüzün gerekçesi olarak ta şunları söyleyebiliriz ;

Ashabı Kehf'in mağarada uzun yıllar uyutulduktan sonra uyandırılan bir topluluk olduğunu onların kıssasının anlatıldığı ayetlerden öğrenmekteyiz. Ashabı Kehf'in sayıları ile ilgili ortaya atılan iddiaların ret edildiği 22. ayete baktığımızda seyekulune (diyecekler) şeklinde başlaması , başkaları tarafından bu konuda söylenecek  ,olan iddiaların yanlış olduğunu beyan etmektedir. 

Eğer Ashabı Kehf'in 309 yıl uyumuş olduğu , başkaları tarafından ortaya atılan , veya atılacak bir iddia ise , 22. ayette bulunan seyekulune  kelimesinin 25. ayette de bulunması gerektiğini ve ayetin "Ve diyecekler ki onlar mağaralarında üçyüz sene durdular. Dokuz (sene) de arttırdılar" şeklinde gelerek , onların Ashabı Kehf'in 309 yıl uyuduğunu söylediklerini ve 26. ayette "De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.» Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir velisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez." buyurulmuş olması ile karşı tarafın verdiği bu rakamın yanlış olduğunun beyan edildiği bize gösterilebilirdi.

[018.025] Ve onlar mağaralarında üçyüz sene durdular. Dokuz (sene) de arttırdılar.

[018.026] Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir, de. Göklerin ve yerin bilinmezlikleri O'na aittir. O ne güzel görendir. O ne güzel işitendir. Bunların O'ndan başka velisi yoktur. O, hiç kimseyi hükmüne ortak yapmaz.

Kehf s. 25. ayetini üzerinde herhangi bir oynama yapmadan okuduğumuzda Ashabı Kehf'in mağarada 309 yıl uyutulmuş olduğu , 26. ayette ise bu süreyi en iyi Allah (c.c) nin bildiği anlaşılmaktadır. Bu konuda yapılan ikinci yorum ise yukarıda görüldüğü gibi ayet üzerinde oynama ve parantezler sonucu yapılmış bir yorum olarak görülmektedir. 

Bizim Ashabı Kehf'in mağarada 309 yıl kaldığını düşünmemiz bize , bu ayet hakkında yapılan diğer yorumu mahkum etmek hakkı vermez. bu ayet hakkındaki diğer yorumu kabul edenlere ise , kabul ettikleri yorumu ayete onaylatmak için ayet üzerinde oynama hakkını ise hiç vermez.  

Bu meyandaTelevizyon ekranlarında tefsir dersleri yapan bazı hocaların yöntemleri üzerinde bir kaç söz etmek istiyoruz ; 

Bazı hocalarımızın , yapmış oldukları tefsir derslerinde , tefsirciler tarafından farklı yorumlar yapılan bazı ayetlerin , sadece kendileri tarafından doğru olduğunu düşündükleri yorumlarına yer vermekte olduklarına , veya kendilerinin kabul ettiği yorumları kesin doğru  kendilerinin kabul etmedikleri yorumları ise kesin yanlış şeklinde mahkum eden konuşmalarına şahit olmaktayız.

Bu hocalarımıza tavsiyemiz şu olacaktır ; Tefsir ettikleri ayetlerde kabul etmeseler dahi o ayetin farklı yorumları olduğunu dinleyicilerine aktarmalı , kendilerinin farklı yorumlardan hangisini tercih ettiklerini söylemelidirler. Dinleyiciler bu sayede daha geniş bir bakış açısı kazanacak , dersi veren hocamız da kendi görüşünü mutlaklaştırmamış olacaktır.

Sonuç olarak ; Kehf s. 25. ayetinin Esed , İslamoğlu ve Öztürk tarafından yapılmış olan çevirileri örneğinde , Kur'an çevirilerinde hatalı bir yöntem olduğunu düşündüğümüz , bazı ayetlerin aslına sadık kalmamak sureti ile , istenilen doğrultuda anlam verilmesinin yanlışlığına dikkat çekmeye çalıştık.

Bahsettiğimiz hatalı yöntemi bu 3 kişinin yaptığı bir meal üzerinden örneklendirmiş olmamız , bu tür hataların sadece bu 3 kişi tarafından yapıldığı veya onları hedef almak gibi bir niyete matuf olmadığı bilinmelidir.

Kur'an çevirileri , Kur'an tefsirine göre daha dar bir alana sahip olup , tefsircilerin bir ayet hakkında sahip olduğu farklı görüşlerin birisinin kabul edilerek , ayetin o yönde çevrilmeye çalışılması kabul edilebilir bir yöntem değildir. Çevirmen ayet üzerinde tarafsız bir bakış açısına sahip olmalı , bir ayet hakkındaki sahip olduğu görüşü ayete onaylatmaya çalışmamalıdır. 


Bu noktada Kur'an meali okuyucusuna da görevler düşmekte , tek bir meale bağlı kalmak o meali yapan kimsenin muhtemel bazı hatalarını görememek olacağı için , bir kaç meali birden karşılaştırmalı okumaya çalışmasıdır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

30 Ocak 2014 Perşembe

Maide s. 33. Ayetine Esed,İslamoğlu ve Bayraklı'nın Vermiş Olduğu Anlam Üzerine Bir Mülahaza

Bu yazımızın konusu, Maide s. 33. ayetinde geçen "Min hilafin" kelimesine, adı geçen kişilerin vermiş oldukları anlamlar üzerinedir .Bu kelime Firavun'un, sihirbazlarına uyguladığı ceza da , Araf s. 124 , Taha s. 71. Şuara s.49. ayetlerinde de geçmekte olup, o ayetlerin de meallerini çoğunluk olarak tercih edilen meallerden, ve adı geçen kişilerin yapmış olduğu mealleri  alıntalıyarak düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız.

Maide s. 33. ayetinin metni ve   çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)."

 "Allah'a ve Resûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azab vardır."

Araf s. 124. ayetinin metni ve  çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne)."
 "Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesecek sonra hepinizi asacağım."

Taha s. 71. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir. 
 "Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr(sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ."

"Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”"

Şuara s. 49. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne)."

"(Firavun) Dedi ki: "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp sallandıracağım."

Ayetlerin, inceleme fırsatı bulduğumuz meallerdeki çevirileri bu şekilde olmasına rağmen , Muhammed Esed ,Bayraktar Bayraklı ve Mustafa İslamoğlunun meallerinde " Min hilafin" kelimesine farklı bir anlam verilerek çevrildiği gördük, adı geçen kişilerin bu ayetlere vermiş oldukları mealler şu şekildedir. Önce Firavun'un sihirbazlarına uyguladığı cezanın anlatıldığı ayetlerin çevirisini vermek istiyoruz.  

Araf. s. 124. ayet meali

Muhammed Esed :
bu dönekliğiniz yüzünden, mutlaka, (içinizden) pek çoğunun ellerini ayaklarını budayacağım; ve yine mutlaka (içinizden) pek çoğunu topluca asacağım!"

Bayraktar Bayraklı :
“Dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.”

Mustafa islamoğlu
 Kesinlikle dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, 
sonra topunuzu asacağım! 

Esed ve İslamoğlu dipnot olarak koymuş oldukları gerekçelerde Tevbe s. 81. ayetinde geçen kelimenin kullanılışını örnek alarak bu şekilde bir çeviriyi tercih ettiklerini belirtmektedirler. 

Tevbe s. 81. ayetinin metni ve meali şu şekildedir. 

Ferihal muhallefûne bi mak’adihim hılâfe resûlillâhi ve kerihûen yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi ve kâlû lâ tenfirû fîl harr(harri), kul nâru cehennemeeşeddu harrâ(harren), lev kânû yefkahûn(yefkahûne).

Allah'ın resulunun hilafına geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallariyle ve canlariyle cihat hoşlarına gitmedi. «Sıcakta savaşa çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennem ateşi daha sıcaktır.» Keşke bilseydiler!

"Dönekliğinizden dolayı" şeklinde bir çeviri yapmalarına gerekçe olarak sunulan Tevbe s. 81. ayetindeki "Hilafe Resulillahi" kelimesinin anlamına dayanarak ,"Min hilafin" kelimesinin "Dönekliğiniz yüzünden" şeklinde çevrilmesi için, kelimenin "Min hilafin" olarak değil "min hilafiküm" şeklinde o kişileri işaret eden bir zamirle gelmesi gerektiğini herhalde sayın hocalarımız bizden daha iyi bilmektedirler, ama maalesef Muhammed  Esed'i taklit ederek onun yanlışını tekrarlamak yoluna gitmişlerdir.

Dikkat edilecek olursa bütün ayetlerde "Min hilafin" kelimesi " kesmek,el ve ayak" kelimeleri ile birlikte kullanılmış olup aynı cümle içinde düşünülmesi gerekmektedir. Yazımızın konusu daha çok maide s. 33. ayetine verilen meal olduğu için diğer 2. suredeki ayetlere adı geçen kişilerin vermiş oldukları anlamları da vererek kısa kesmek istiyoruz. 
  Taha s. 71. ayet meali 

Muhammed Esed :
(Firavun:) "Ben size izin vermeden mi o'na inandınız?" dedi, "Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız o olmalı! Ama bu ihanetinizden ötürü, hiç şüpheniz olmasın, çoğunuzun ellerini ayaklarını kesivereceğim; ve yine hiç şüpheniz olmasın ki, pek çoğunuzu da hurma kütüğüne asacağım ki, böylece hangimizin azapta daha zorlu ve daha sürekli olduğunu iyice anlayasınız!"

Bayraktar Bayraklı :
Firavun, “Ben size izin vermeden O’na nasıl inanırsınız? Şüphesiz O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Dönekliğinizden dolayı kesinlikle sizin ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu öğreneceksiniz” dedi.

Mustafa İslamoğlu
(Firavun) "Demek siz, benden izin almadan ona inandınız ha?" dedi; "Öyle anlaşılıyor ki size sihri öğreten baş ustanız bu olmalı. Fakat dönekliğinizden dolayı kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim; ve topunuzu götürüp hurma kütüklerine asacağım: böylece hangimizin cezasının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu iyice anlamış olacaksınız!"

Şuara s. 49. ayeti 

Muhammed Esed :
(Firavun:) "Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?" diye çıkıştı, "Size büyüyü öğreten ustanız bu olmalı mutlaka! Fakat yakında (benim intikamımı) göreceksiniz: içinizden çoğunun ellerini ayaklarını kestireceğim, hepinizi astıracağım!"

(Dikkat edileceği üzere bu ayetin çevirisinde "Min hilafin" kelimesinin anlamı dahil edilmemiştir ,elimizdeki meal çevirinin çevirisi olduğu için belki de Türkçeye çevirenlerin sehvi olabilir yada Esed çevirmemiş olabilir)

Bayraktar Bayraklı :
Firavun, “Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?” diye çıkıştı. “Doğrusu o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Andolsun, yakında bileceksiniz, bana karşı gelip döneklik yapmanız yüzünden ellerinizi ve ayaklarınızı doğrayacağım, hepinizi asacağım” dedi.

Mustafa İslamoğlu 
 (Firavun) dedi ki: "Demek siz ben izinvermeden ona inandınız, öyle mi? Anla- şıldı ki o size büyüyü öğreten üstadınızdır,fakat pek yakında gününüzü görecek- siniz: dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka keseceğim ve topunuzu asacağım!"

Görüldüğü gibi bu üç ayet içinde geçen "Min hilafin" kelimesine bir çok mealde verilen anlam dışında farklı bir anlam verilmiştir. Verilen anlamın, çoğunluğa uymadığı için yanlış olduğunu iddia etmemekteyiz ,ancak yazının esas konusunu teşkil eden maide s. 33 ayetinde yapılan yanlışlığın nasıl yanlış çıkarımlara götürebileceğini birlikte göreceğiz.  

            MAİDE S. 33. AYET ÇEVİRİLERİ (ESED- İSLAMOĞLU-BAYRAKLI) 

 İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun).

 Muhammed Esed :
Allaha ve Elçisine karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi yahut yeryüzünden (tamamiyle) sürülmeleri, yalnızca bir karşılıktan ibarettir: İşte bu, onların bu dünyada uğradıkları zillettir. Öteki dünyada ise (daha) korkunç bir azap bekler onları,

Mustafa İslamoğlu
 Allah'a ve Rasulü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğu yaymaya 
 çalışanların öldürülmeleri ya da asılmaları veya muhalefetlerinden dolayı 
ellerinin ve ayaklarının kesilmesi, yahut bulundukları yerden sürülmeleri, sadece 
(âdil)bir karşılıktan ibarettir.Bu, onların dünyada uğradıkları zillettir; âhirette 
ise onları korkunç bir azap beklemektedir.
 
 Bayraktar Bayraklı :
Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymak için gayret gösterenlerin cezası, ancak ya öldürülmeleri ya asılmalarıveya dönekliklerinden dolayı el ve ayaklarının kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için âhirette de büyük azap vardır.

 Maide s. 33 ayetine verilen meallere baktığımız zaman, Esed'in mealinde "Yeryüzünden tamamıyla sürülmeleri" şeklinde yapmış olduğu mealin sanırız sürüldükleri yeryüzünün dışında nereye gönderilebilecekleri düşünülmeden yapılmış bir meal olup "Arz" kelimesinin bütün kullanımların tek anlam değil belli bir toprak parçası şeklinde kullanıldığının unutularak yapılmış bir meal olduğunu, ya da çevirinin çevirisi olduğu için İngilizceden çevirenlerin sehvi olduğunu düşünmekteyiz. İslamoğlu ve Bayraklı meallerinde, "arz" kelimesinin doğru olarak çevrilmiş olduğunu görmekteyiz.    

Esed ve İslamoğlu meallerindeki , "yalnızca bir karşılıktan ibarettir" şeklindeki çeviriye esas olan orjinal metin "innema cezau" kelimesidir. Bu şekilde bir çevirinin kur'andaki "innema " edatı ile başlayan diğer ayetlerdeki çevirilerle nasıl bir uyumsuzluk gösterdiğini bir kaç ayet örneği ile göstermek istiyoruz. 

Nahl s.40. ayeti
 İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).

 Muhammed Esed :
Biz, ne zaman bir şeyin olmasını istesek, ona sadece "Ol!" deriz ve o (şey hemen) oluverir.

Yasin s. 82. ayeti 
İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu). 

 Muhammed Esed :
O, Tek'tir, Biricik'tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol!" der; ve o (şey hemen) oluverir.

Muhammed Esed eğer Maide s. 33 ayetindeki çeviri mantığıyla bu ayeti çevirmiş olsaydı vermesi gereken anlam şu şekilde olmalıydı " ol demesi onun gibi bir durumu/emrinden ibarettir" ama bu ayetleri gramer kaidelerine uygun bir şekilde çevirmiştir.

Nur s. 51. ayeti 
 İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn.

 Muhammed Esed :
Aralarında (ilahi kitap) hüküm versin diye Allah'a ve O'nun Elçisi'ne çağırıldıkları zaman müminlerin söyleyeceği tek söz: "İşittik ve itaat ettik!" sözü olmalıdır; kurtuluşa, esenliğe ulaşan kimseler de işte böyleleridir.

Esed eğer Maide s.33 ayetindeki mantığı ile Nur s.51. ayetini çevirmiş olsaydı , "mü'minlerin işittik ve itaat ettik demeleri onların bir sözünden başka bir şey değildir" şeklinde olması gerekirdi, ancak Esed bu ayeti de gramer kurallarına uygun olarak çevirmesine rağmen, Maide s. 33 ayetindeki "innema cezau" kelimesini kurallara aykırı bir şekilde çevirmiştir. 

(Yukarda verdiğimiz 3 örnek ayet için faydalanmış olduğumuz Hüseyin Esen'e teşekkür ederiz)

Maide s. 33. ayetinde geçen "Min hilafin" kelimesininde, diğer ayetlerde olduğu gibi Esed mealinde "döneklikleri yüzünden" şeklinde , İslamoğlu mealinde ise "muhalefetleri yüzünden" şeklinde çevrildiğini görmekteyiz.  

"Hilaf" kelimesinin "muhalefet" anlamını geldiğini kabul etmekle birlikte onların verdikleri anlamın uygun olması için " min hilafin" değil  "min hilafihim" şeklinde , o kişilere işaret eden bir zamirle gelmesi gerekirdi'ki buda olmadığına göre çevirinin yanlış olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

"Min hilafin" kelimesinin yanlış şekilde çevirisi ile ayetin metninde olmayan bir anlamın yanlış çeviri yolu ile meal üzerinden anlaşılması gibi daha vahim bir hataya gidilmektedir şöyle ki:  

Firavun'un , iman eden sihirbazlarına karşı verdiği ceza ile ilgili geçen 3 ayette kullanılan "min hilafin" kelimesine verilen "dönekliğiniz yüzünden" anlamı o sihirbazların firavunun dininden döndüğü için şeklinde bir anlama gelmesi uzakta olsa muhtemeldir çünkü ortada gerçekten bir döneklik vardır , ama yinede bu kelimenin daha doğru anlamı çoğunluk meallerde verilen şekli iledir.  

Maide s 33. ayetine gelince, esed , bayraklı ve islamoğlu meallerinde geçen "Allaha ve Elçisine karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi" şeklindeki cümleyi okuyan dikkatli bir meal okuyucusu, şöyle bir düşünceye sahip olabilir;  Bilindiği gibi geleneksel İslam hukukunda mürted'in hükmü, Kur'anda böyle bir hüküm bulunmamasına rağmen öldürülmesidir.

 Ne Esed ne Bayraklı ne de İslamoğlu böyle bir cezayı kesinlikle savunmadıklarını bilmekteyiz(Esed hayatta olmamakla birlikte onunda bu cezayı savunmayacağı  açıktır). Bu kişilerin yine ölüm dışında herhangi bir had cezasının olduğunu iddia edeceklerini sanmıyoruz , ancak yapmış olukları mealde "Döneklikleri yüzünden" şeklinde bir anlam vermeleri sebebi ile dinden dönenlerin ellerinin ve ayaklarının kesilebileceğine dair bir hükmü ayetin metninde olmamasına rağmen yanlış meal vermeleri sebebi ile sanki böyle bir hüküm varmış gibi gösterdiklerinin herhalde farkında değillerdir.   

Ayrıca , "Min hilafin" ibaresi şayet verilen cezanın sebebini kast eden bir anlama sahip olsaydı ayet arz üzerinden sürülme cezasını da içine alarak "İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum  ev yunfev minel ard(ardı) MİN HİLAFİHİM, zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)." şeklinde olması gerekirdi. 

Halbuki ayet arz üzerinden sürülmeyi içine almayan bir şekilde "İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum MİN HİLAFİN ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)." gelmiştir. 

Ayetin bu şekil gelmesi , adını verdiğimiz meal yapıcılarının bu ayet içindeki "Min hilafin" kelimesine "Döneklikleri yüzünden" şeklinde verdikleri anlamın pek te doğru olmadığını göstermektedir. 

Ayet sadece 33. ayet ile sona ermemekte , devamı olan 34. ayet konu ile alakalı olup , bu cezanın uygulaması ile ilgili bir istisnadan bahsetmektedir. 

[005.034]  Ancak, onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah, bağışlar ve merhamet eder.

Şayet bu ceza uygulanması tavsiye edilmeseydi, böyle bir istisna getirilmesine gerek olmazdı.


Sonuç olarak; Maide s. 33. ayetini Muhammed Esed'in yapmış olduğu şekli ile tastikleyerek onun gibi  meal veren Bayraklı ve İslamoğlu hocalar farkında olmadan, kendilerinin bile kabul etmedikleri mürted hakkında uygulanabilecek bir had cezasına ayetin metninde olmamasına rağmen, gramer kaidelerin ve kur'an bütünlüğünü gözetmeden sadece taklit yolu ile aldıkları meali aktararak yol açmışlardır. Ayetin doğru olduğunu düşündüğümüz mealini aktararak yazımıza son veriyoruz.

"Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır."

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.