Maide s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Maide s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2017 Pazartesi

Mustafa İslamoğlu'nun Maide s. 33. Ayeti Hakkında Söylediği Sözler Üzerine Bir Mütalaa

23-12-2016 tarihinde Hilal tv ekranlarında yayınlanan "Vahiy ve Hayat" programında, sayın Mustafa İslamoğlu hocanın, terör ve şiddet konusunda yaptığı konuşma içinde geçen ,Maide s. 33. ayeti hakkında söylediklerini, kendi ifadesi ile, yıllarını bu yola harcayan bir kimsenin ağzından dökülmemesi gereken sözler olarak düşündüğümüzden dolayı , onun ağzından çıkan bu sözler ile ilgili olarak bazı eleştirilerimiz olacaktır. 





Sayın hocanın konu ile alakalı olarak söylediği sözler, izlemek isteyenler için programın 2 saat 3. dakikasından itibaren başlamaktadır. 

Sayın hocanın Maide s. 33. ayetine verdiği meal hakkında daha önceden bir değerlendirme yapmaya çalıştığımız için , bu değerlendirmeyi burada tekrar etmeye gerek duymuyoruz.Sayın hocanın bu ayete yaptığı çeviri hakkındaki düşüncelerimiz, okumak isteyenler için aşağıdaki verdiğimiz linkte mevcuttur.

https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/01/maide-s-33-ayetine-esedislamoglu-ve.html

Sayın hoca Maide s. 33. ayeti ile ilgili sözlerine başlamadan önce , şiddetin sınırının meşru müdafaa olduğunu söyleyerek, sözü Muhammed (a.s) ın işkence emri vererek insan öldürttüğü iddiasının dayanağı olduğu söylenen Maide s. 33. ayetine getirmektedir. Muhammed (a.s) ın işkence emri verdiğini "İftira" olarak niteleyen sayın hocanın bu tesbitine katılmamak mümkün değildir. Ancak "İftira" olarak yaptığı tesbitin Maide s. 33. ayeti ile ilgili kısmına katılmak ta mümkün değildir.

Maide s. 33. ayeti ile ilgili kendisinin yapmış olduğu ve bizim yanlış olduğunu düşündüğümüz şekilde anlamını okuduktan sonra sayın hoca , ayetin inşa cümlesi değil haber cümlesi olduğunu , Kur'an'ın el ve ayakların çaprazlama kesilmesini emretmediğini , Peygamberimizin bu cezayı uygulamamış olmasından yola çıkarak iddia etmektedir. 

Dahası bu cezanın , Taha s. 71 , Şuara s. 49 ve Araf s. 124. ayetlerinde Firavun tarafından, iman eden sihirbazlara uygulanmış olduğundan yola çıkarak , Kur'an'ın bu cezayı Firavun cezası olarak gördüğünü söylemekte , Firavun tarafından uygulanan ceza sisteminin, Allah (c.c) tarafından peygambere emredilemeyeceğini ve bunun Allah'a atılmış bir iftira olduğunu söylemektedir.

Sayın hoca şayet , Maide s. 33. ayeti hakkında söylediklerini "Ben bu ayetin anlamının böyle düşünüyorum" şeklinde bir ifade kullanarak söylemiş olsaydı , yine bu görüşüne katılmamakla birlikte , en azından kendi düşüncesidir diyerek ses çıkarmayabilirdik. 

Ancak sayın hocanın , Maide s. 33. ayetinin bazı guruplar tarafından isitismar edilerek , Muhammed (a.s) ın işkence uygulamış olduğuna dair uydurma rivayetlerin delili olarak görmelerine , ve marjinal İslami gurupların bu ayete sarılarak insanlara işkence yapmalarının yanlış olduğuna dair düşünceyi, ayete yanlış anlam vermek sureti ile dile getirmesi yanlış bir tutumdur.

Dikkat edilirse sayın hoca konuşmasında sadece Maide s. 33. ayetini okumak sureti ile görüşlerini dillendirmiş , aynı konu ile alakalı olan 34. ayete hiç değinmemiştir. Şayet bu ayete de değinecek olsaydı , dile getirdiği görüşlerin ve ayete verdiği anlamın yanlış olduğu kolayca ortaya çıkacaktı.

[005.034] Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Biliniz ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Ayete dikkat edersek , bir önceki ayet ile bağlantılı olup , 33. ayete verilen anlamın 34. ayet ile uyuşması gerekmektedir. 

Şimdi bir an için , Maide s. 33. ayetinin anlamının sayın hocanın iddia ettiği gibi , Allah (c.c) nin emretmediği bir ceza olduğunu , bu cezanın Firavun tarafından uygulanan bir ceza olduğunun haber verildiğini düşünerek , 34. ayeti okumaya çalışalım. 

34. ayette , 33. ayette önerilen cezaların uygulanmasına engel olan istisnai bir durumdan bahsedilmiş olduğu noktasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Bu cezanın uygulanmasına istisna getiren durum, suç işleyenlerin artık tevbe ederek bir daha böyle bir suçu işlememek sureti ile normal bir hayata geçmiş olmalarıdır. Ancak bu istisna suçu işleyerek yakalandıklarında "Şimdi tevbe ettim" diyenler için geçerli değildir.

Ayet içindeki "Min gablu en takdire aleyhim" (Sizin onlara güç yetirmenizden önce) cümlesindeki "Takdire" kelimesinin muhatap zamiri olmasına dikkat edilmelidir. Ayet, karşıdaki muhataba yani ilk muhataplar bazında olaya baktığımızda Muhammed (a.s) a ve ashabına hitap etmektedir.

Eğer Maide s. 33. ayeti Firavun tarafından uygulanan bir cezayı haber vermiş olsaydı , 34. ayette neden Müslümanlara hitaben "SİZİN ONLARA GÜÇ YETİRMENİZDEN ÖNCE" şeklinde bir ceza uygulaması istisnası getirilsin? . Çünkü bu cümle 33. ayet içinde önerilen cezalar hakkında Muhammed (a.s) ve ashabına hitaben , onların cezayı uygulamayacağı durumu beyan etmektedir.

Bu sorunun cevabı sayın hoca tarafından acaba ne şekilde verilebilir ?. 

Sayın hoca , bu konuda sözler sarf ederken kendi düşüncesini mutlaklaştıran bir üslup ile konuşmakla en baştan hatalı bir davranışta bulunmuştur. Hele hele bu ayetin el ve ayakların çaprazlama kesilmesini emrettiğini düşünmenin "İftira" olduğunu iddia etmesi, yenilir yutulur bir hata değildir.

Yapmış olduğu ayet çevirisi , indi kabullerinin bir sonucu olup , bu kabulünü Allah'a mal etmekle , konuşmasında değindiği gibi Allah adına konuşmaya kalkmıştır ve böyle bir yetkiye hiç kimse sahip değildir. Allah'ın ayetleri bazı art niyetli kimselerin elinde istismar ediliyor diye "Aslında o ayet öyle değil böyle" diyerek , ayetleri bağlamından kopuk bir anlam vermeye kalkmak, ilim ehli olan kimselere yakışan bir davranış değildir.

Şuna inanıyoruz ki , sayın hoca eğer Maide s. 33. ayetini ön yargılarını bir kenara bırakarak , 34. ayet ile birlikte düşünecek ve ona göre bir anlam vermeye kalkacak olduğunda , Maide s. 33. ayetine verdiği anlamın yanlış olduğunu rahatlıkla görecektir. Müslümanların bazı kimselerin gözündeki kötü imajını silmek için kimsenin Allah'ın ayetleri üzerinde oynayarak onları güzel göstermeye hakkı yoktur. 

Cezalarda asıl olan unsurun , caydırıcılık olması gerektiği unutulmamalıdır. Bir suça verilecek olan ceza , o suçun işlenmesine teşvik etmeye değil , başkaları tarafından işlenmemesi için caydırıcılık teşkil etmesi gerekmektedir. Maide s. 38. ayetine baktığımızda , hırsızlık için öngörülen cezanın "Nekalen" (ibretlik) olması şeklinde bir ifade içermesi , işlenen suçlar hakkında verilen cezaların nasıl olmasını da bizlere öğretmektedir. 

Maide s. 33. ayetinde verilmesi istenen cezalara bu açıdan bakılmasının, daha sağlıklı bir netice doğrucağını düşünmekteyiz.

El ve ayakların çaprazlama kesilme cezasının Firavun tarafından uygulanmış olması , bu cezayı Allah (c.c) nin de öneremeyeceği veya önermemesi gerektiği anlamına gelmez. Firavun'un bu cezayı kendisinden önceki nesillerden beri süregelen bir ceza, ve bu cezanın Allah (c.c) tarafından, Firavun'dan önceki zamanlarda yaşamış olan elçilere de vahyetmediği , Firavun'un bu ceza sistemini bu yolla oradan öğrenmediği konusunda hangimizin bilgisi vardır?.

El ve ayakların çaprazlama kesilmesi cezasının , Firavun tarafından uygulanmış bir ceza olduğu dikkate alınarak Allah (c.c) tarafından böyle bir ceza önermesinin yapıldığını düşünmenin, Allah'a iftira olarak düşünülmesi , aynı iftiranın bu ceza hakkındaki düşüncelerinden dolayı sayın hoca tarafından yapılmış olabileceğini de beraberinde getirecektir. 

Sayın hocanın iftira olarak nitelediği Maide s. 33. ayetinin yanlış anlaşılmak sureti ile , el ve ayakların çaprazlama kesilmesini emretmiş olması , şayet bu ayet sayın hocanın iddia ettiğinin tersine  bir anlam taşıyor ise , aynı iftirayı "Allah böyle bir ceza emretmiyor" demek sureti ile kendisinin atmış olması söz konusudur. 

Sayın hocanın düşmanlarının eline verdiği bir koz olduğunu düşündüğümüz Maide s. 33. ayeti ile ilgili düşüncelerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Söylemediği veya öyle söylemek istemediği sözleri üzerinden kendisine atılan iftiralar konusunda rahatsız olduğunu her fırsatta dile getiren sayın hoca , düşmanlarının eline bu tür yanlış çeviriler yaparak , kimse tarafından savunulamayacak malzemeler vermemesi gerekmektedir.

Sayın hoca halka açık olarak yapmış olduğu konuşmalarda Kur'an'ı anlama yöntemi ile ilgili olarak kullandığı ifadelerinin, izleyicileri tarafından dinlenerek o ifadelerin dinleyiciler tarafından örnek alındığını unutmamalıdır. Bu nedenle Kur'an hakkında söylediklerinin kendi anladığı olduğunu ifade etmesi , onu dinleyenler tarafından da örnek alınacaktır. Yaptığı konuşmada kendisinin bile yanlış yapacağını ifade etmiş olmasının dikkatimizden kaçmadığını söylemekle birlikte , Maide s. 33. ayeti hakkında ettiği sözler , önceki sözleri ile çelişki arz etmektedir. 

Maide s. 33. ayeti ile ilgili ettiği sözler, şayet daha dikkatli seçilmiş olsaydı , kendisininde bu konuda yanlış yapma ihtimalinin olduğunu ifade eden sözlere yer veren cümlelerle , bazı kesimlerin ağzına sakız verilmemiş olacak ve bu konuşması üzerinden düşmanlık yürütülmesine vesile olmayacaktı.

Bu konuda bizlere düşen görev , araştırmacı olmak , hiç kimse için " O dediyse doğrudur" şeklinde bir ön kabule sahip olmamak , yanlış olduğunu düşündüğümüz sözleri için kimsenin hatırına susmamak olmalıdır. Böyle bir yapıya sahip olan toplulukların başındaki kişiler , söyledikleri konusunda daha dikkatli, ve kendi yanlışlarını düzeltme noktasında daha gayretli olacaklardır. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


10 Aralık 2016 Cumartesi

Maide s. 35. Ayeti : Şirke Alet Edilen Bir Ayet

Şirk, tüm zamanların en tehlikeli hastalığı olup , bu hastalığa Kur'an içindeki ayetler ile şifa bulunmuştur (10.57 / 17.82). Allah (c.c) nin bizim için seçip beğendiği ve razı olduğu tek hayat sistemi olan İslam'ın kokmasını ve bozulmasını önlemek için indirdiği en son kitap olan Kur'an, her konuda olduğu gibi bizlere doğru yolu gösteren ve "Tuz" mesabesinde olan bir kitaptır.  Ne yazıktır ki, bu kitap üzerinde yapılan bir takım mütalaalar , işi bu kitabın şirk düşüncelerine alet edilmesine kadar götürerek , İslam'ın kokmaması için tuz mesabesinde olan bu kitabın, kokutulmaya çalışılmasını beraberinde getirmiştir.  

[004.048]  Doğrusu Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını ise dilediğine bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa pek büyük bir cinayeti iftira etmiş olduğunda şüphe yoktur.

Bilindiği üzere tasavvuf , din adına insanları şirke davet eden bir düşünce olarak , Müslümanlar için büyük bir tehlike kaynağıdır. Bu düşüncenin merkezinde , Şeyh , Kutup , Gavs v.s gibi lakaplar yakıştırılan zatlar oturmakta, ve bu zatlara insanlar ile Allah (c.c) arasında aracılık yapma görevi verilmektedir. 

[002.186]  Kullarım, sana Beni sorarsa; şüphesiz ki Ben, çok yakınım. Bana dua edince Ben, o dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da Benim da'vetime icabet etsinler. Bana iman etsinler ki, doğru yola varmış olalar.

Kullarına yakın olduğunu haber veren Allah (c.c) nin beyanının aksine , onun insanlara uzak olduğunu iddia ederek , binlerce yıldır insanlar ile Allah (c.c) arasında bağlantı kurduğuna inanılan kişiler veya cansız putlar oluşturan insanoğlu , tarih boyunca bu kişi ve putları aracı olarak görerek , yakınlaştırıcılık görevini bunlara vermektedir. 

[010.018]  Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek, yararları da dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: «Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir» derler. De ki: «Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk katmakta olduklarınızdan uzak ve yücedir.»

[039.003]  İyi bil ki; halis din, Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler; onlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ihtilafa düştükleri şeylerde, aralarında hüküm verecektir. Muhakkak ki Allah; yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete eriştirmez.

[046.028]  O zamanlar, Allah'ı bırakıp da O'na yakınlık peyda etmek için edindikleri ilahlar kendilerine yardım etmeli değil miydi? Ama tanrıları onlardan uzaklaştılar. Bu, onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir.

Tasavvuf elbisesi giydirilmiş şirk düşüncesinin söylemi olan, kulun aracı olmadan Allah'a direk yaklaşamayacağı , ona yaklaşmak için araya Şeyh , Gavs , Kutup lakaplı bazı kulların sokulması gerektiği, açık ve net olarak bir şirk düşüncesi olmasına karşın , biz Müslümanlar için tuz mesabesinde olan bu kitabı kokutmaya çalışarak , şirk düşüncelerinin doğru olduğuna dair bu kitap içinden delil getirmeye çalışmaları "Yüzsüzlüğün bu kadarı olmaz artık" dedirtecek cinstendir.

Maide s. 35. ayeti , tasavvuf elbisesi giydirilmiş şirk düşüncesi tarafından , üzerinde bulundukları yolun doğru olduğuna dair delil olarak sunulan bir ayet olarak , bir çok kimsenin dilinde dolaşmakta, ihdas etmiş oldukları aracıları, bu ayet üzerinden meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.

[005.035] Ey iman edenler; Allah'tan sakının ve O'na yaklaşmak için vesile arayın. O'nun yolunda cihad edin ki, felaha eresiniz.

Tasavvuf merkezli din anlayışına sahip olan ve Allah ile arasında bir yakınlaştırıcı olması gerektiğini savunan kimse , gittiği bu yolun yanlış olduğunu söyleyenlere cevap olarak, Maide s. 35. ayeti delil olarak sunmakta  "Bak Allah, bana ulaşmak için vesile arayın demekte ve bizim için falan kimseler Allah'a ulaşmaya vesile olmaktadır" şeklindeki sözlerle, düşüncesinin meşru olduğunu savunmaktadır. 

İskender Evrenosoğlu denen bir zat tarafından yapıldığı iddia edilen Kur'an meali , bu şirk düşüncesini desteklemek üzere yapılmış bir meal olup , bir çok ayet Allah'a ulaşmak için insanların gerekli olduğu yönünde meallendirilmiş, Allah'a ulaştıran bu insanın da adı geçen kimse olduğu yönünde, insanlar aldatılarak cehenneme sürüklenmektedir.

Allah (c.c) kendisi ile arasında aracılar kılınmasını açık ve net olarak ŞİRK olarak beyan ederek , başka bir ayette kendisi ile arasında aracılar ihdas edilmesini isteyerek bizim şirke düşmemizi ister mi ?. 

Bu sorunun cevabına herkes "Elbette hayır Allah bizden böyle bir şey asla istemez" diyecektir. Öyleyse bu ayet nasıl anlaşılmalıdır ?. 

Vesile ; Bir şeye kendini ona yakın etmeye çalışmak , anlamındadır. Bu kelimenin eş anlamlısı ka-re-be fiilinden türeyen "Kurbet" kelimesidir.

Bu kelime Kur'an içinde 2 yerde geçmekte , diğer geçişi İsra s. 57. ayetindedir. 

017.056-57] De ki: O'nun aşağısından olan size kefil olduğunu zannetiklerinizi çağırın. Sizin bir sıkıntınızı gidermeye de, değiştirmeye de güçleri yetmez.O çağırdıkları da Rablerine hangisi daha yakın olsun diye vesile ararlar ve onun rahmetini umarlar ve onun azabından korkarlar. Şüphe yok ki, Rabbinin azabı sakınılmaya daha layıktır.

İsra s. 56. 57. ayetleri , müşriklerin Allah ile aralarında aracı kıldıkları putların böyle bir işlevi olmadığını edebi bir dille anlatmaktadır. Bu ayet vesilenin ne olmadığını bizlere öğretmesi açısından dikkat çekicidir. O zaman Allah'a yakın olmaya çalışmak, birilerini aracı kılmak şeklinde olmaması gerekmektedir.

Maide s. 35. ayetinin içinde ondan sakınmak ve yolunda cihad etmek olarak beyan edilen emirler, ona yakın olmanın vesileleridir. 

[034.037]  Ne mallarınız ve ne de evlâtlarınız size bizim katımızda yakınlık kazandırmaz. Yalnız iman edip iyi amel işleyenler var ya, onların yaptıkları iyilikler kat kat fazlası ile ödüllendirilir. Onlar cennetin yüksek köşklerinde güven içinde ağırlanırlar.

[096.019] Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.

[009.099]  Yine bedevilerden kimi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklara ve Peygamber'in dualarını almaya vesile sayar. Gerçekten de bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmeti içine koyacaktır. Şüphesiz ki, Allah bağışlayıcıdır ve rahmet edicidir.

[007.056] Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O'na, korkarak ve rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.

[011.061]  Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki, «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir tanrınız daha yoktur. Sizi topraktan O meydana getirdi. Sizi orada ömür sürmeye O memur etti. Bu sebepten O'nun mağfiretini isteyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır, dualarınızı kabul eder.»

[005.008]  Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerin ortak paydası , Allah'a yakın olmak için kişileri aracı kılmaya değil , iman edip salih amel işlemeye gerek olduğudur. 

[034.050]  De ki: «Eğer saparsam, kendi zararıma sapmış olurum. Doğru yolda olursam, bu Rabbim'in bana vahyetmesiyledir. Doğrusu O, işitendir, yakın olandır»

https://www.youtube.com/watch?v=bj2mN2x4lJI

Verdiğimiz video linki , Maide s. 35. ayeti üzerinden insanları şirk'e davet eden "Cüppeli Ahmet" lakaplı kişinin ağzından çıkan sözlerdir.

"El Garib" Allah (c.c) nin esmasına dahil olan isimlerden biri olarak , "kullarına yakın olan" demektir. "Ben kullarıma yakınım" buyuran Rabbimizin bu beyanının aksine, "Sen yakın değilsin sana direk bağlanırsak trafo patlar" veya "Direk Allah'a bağlanıyorum diyen Şeytan'a bağlanır" gibi sözlerle insanları şirk'e davet eden hoca lakaplı insan şeytanları, maalesef piyasada iyi prim yapmaktadırlar. 

İçinde bulundukları şirk bataklığını süslü göstermeye çalışan bu kimse , Allah ile arada aracı kıldıkları kişilerin yaratıcı olmadığını , yaratıcı olanın sadece Allah olduğunu söylemek sureti ile kendisini temize çıkardığını zannetmekte , fakat bu sözlerin aynısını Mekkeli müşriklerde söylemektedir.

[029.061] And olsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?» diye sorarsan, şüphesiz «Allah'tır» derler.Öyleyse niçin döndürülüyorlar?
[029.063] And olsun ki onlara: «Gökten su indirip onunla, ölümünden sonra yeri dirilten kimdir?» diye sorarsan, şüphesiz, «Allah'tır» derler. De ki: «Övülmek Allah içindir», fakat çoğu bunu akletmezler.
[031.025]  Andolsun ki onlara, «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan, mutlaka «Allah...» derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.
[039.038]  And olsun ki, onlara, «Gökleri ve yeri yaratan kimdir?» diye sorsan: «Allah'tır» derler. De ki: «Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?» De ki: «Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir.»
[043.009]  Andolsun ki onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan elbette: «Onları O çok güçlü ve herşeyi bilen yarattı.» derler.
[043.087]  And olsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan: «Allah» derler. Öyleyken nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar?

Yukarıda mealleri verilen ayetler Mekkeli müşriklerin , Allah (c.c) nin yaratıcılığı konusunda herhangi bir inanç problemine sahip olmadıklarını göstermektedir. Peki onların "Müşrik" olarak nitelenmesine sebep olan inançları ne idi ?. 


[010.018]  Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek, yararları da dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: «Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir» derler. De ki: «Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk katmakta olduklarınızdan uzak ve yücedir.»
[039.003]  İyi bil ki; halis din, Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler; onlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ihtilafa düştükleri şeylerde, aralarında hüküm verecektir. Muhakkak ki Allah; yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete eriştirmez.
[036.074]  Yardım görürler umuduyla, onlar Allah'tan başka ilahlar edindiler.

Mekkeli müşriklerin Allah (c.c) nin yaratıcı olduğuna dair imanlarında herhangi bir sorun olmamasına rağmen , Allah (c.c) ile aralarında Lat , Menat , Uzza , Hübel gibi isimler verdikleri putları Allah ile aralarında aracı olarak görerek MÜŞRİK konumuna düşmekte idiler. 

Dün Mekke'de bu isimlerle anılan taştan ve tahtadan yapılmış putların, yerini bugün türbelerde yatan ölüler olan , Abdülkadir Geylani , Şah-ı Nakşibendi gibi bir çok isimler almıştır. Dün Mekke'deki bir müşriğin Lat , Menat ve Uzzaya yüklediği misyonun aynısını , bugün bir tasavvuf ehli, Abdülkadir Geylani , Şah-ı Nakşibend v.s gibi isimlere yüklemektedir. 

Sonuç olarak : Allah (c.c) nin şirk hastalığına şifa olarak indirdiği kitap içindeki bazı ayetler , bu hastalığa tutulmuş olan bazı kimseler tarafından , şifa olarak okunarak şirk'ten kurtulmak yerine , şeytanca tevillerle , şirk'e alet edilmeye çalışılarak , Allah (c.c) nin insanlara şirk'i emrettiği bir durum sergilenmek istenmektedir.

Maide s. 35. ayetinde , Rabbimizin "Vesile arayın" şeklindeki emri , "Allah'a ulaşmak için bazı kimseleri aracı edinin" şeklinde tevil edilerek, şirk düşüncesinin Kur'an içindeki delili olarak sunulmaya çalışılmaktadır. 

Allah (c.c) kitabının bir yerinde kendisi ile arasına aracılar koyulmasını "Şirk" olarak niteleyerek , diğer bir yerinde kendisi ile arasına aracılar koyulmasını emredecek kadar çelişkili bir kitabı bize asla indirmemiştir.


Kitabın ayetlerini dilleri ile eğip bükerek , içinde bulundukları şirk bataklığını meşru göstermek için bu kitabın ayetlerini tahrif etmekten dahi çekinmeyenler , Allah'a attıkları iftiranın cezasının elbette hesap gününde ödeyeceklerdir. 

Şurası unutulmamalıdır ki , kul Allah'a kişileri aracı kılarak değil , salih amelleri ile yaklaşabilir , bunun dışında bir yaklaşma yöntemi önerenler , insanları sadece ateşe davet etmektedirler.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

28 Ekim 2016 Cuma

Hadid s. 27 ,Maide s. 63, Tevbe s. 31.34. Ayetleri Işığında Din Adamları Sınıfına Bir Bakış

Dinler , insanların birbirleri ile olan bağının güçlenmesine vesile olan bir çimento olarak binlece yıldır işlevini sürdürmektedir. Din denildiğinde ilk akla gelen şeylerden bir tanesi, halk içinde mevcut bulunan din konusunda bilgi sahibi , ve diğer insanlardan farkı bir yeri olduğuna inanılan "Din Adamları" sınıfı gelmektedir. Fakat bu sınıfın istisnaları olmakla birlikte , kendilerine verilmiş olan bu ayrıcalığı kötüye kullanarak , insanlar üzerinde maddi ve manevi baskı aracı olarak kullanmakta oldukları herkesin malumudur. 

İnsanlığın kadim bir sorunu diyebileceğimiz , bu sınıfın yaptığı yanlışlar Kur'an'da da yer bularak , Yahudi ve Hristiyanlar içindeki Ahbar ve Ruhban takımının yaptıkları eleştirilmiş , onlar tarafından yapılan bu yanlışların Müslümanlar tarafından tekrarlanmaması için gereken ikazlar yapılmış, fakat bu ikazların maalesef göz ardı edildiği, ve Müslümanlar arasında bu sınıfın bir çok olumsuzluğu ve yanlışları içinde barındırmak sureti ile işlevini sürdürdüğüne şahit olmaktayız. 

"Din Adamlığı" sınıfının oluşmasını Allah c.c mi emretmektedir ?.

Kur'an'ın Ahbar ve Ruhban gibi bir sınıfın oluşmasına onay verdiğini söylemenin yanlış bir kanaat olduğunu burada ifade etmek istiyoruz. Böyle bir sınıfın var olması ile, hayatiyetini devam ettirmesinin meşru olması, birbirine karıştırılmamalıdır. Kur'an'ın Yahudi ve Hristiyanlar içinde olan bu guruptan bahsetmesi , böyle bir sınıfın bu toplumlar içinde var olmasından dolayıdır. 

Allah c.c, kullarından bir kısmına "Din Adamlığı" şeklinde ayrı bir paye verilerek onların ayrı bir sınıf oluşturmasına dayanan bir sistem ihdas edilmesine, veya dinin sadece mistik bir hayat olarak insanlardan ve hayatın gerçeklerinden olarak bir yaşantı olarak görülmesi ve buna uygun bir yaşantı sürülmesine onay vermemiştir. Bu durumu Hadid s. 27. ayet, şu şekilde anlatmaktadır. 

[057.027]  Sonra onların izleri üzerinde, resullerimizi ard arda gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik. Ona İncil'i verdik ve ona uyanların kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Onların uydurdukları ruhbaniyyete gelince; onu kendilerine Biz, yazmadık. Fakat kendileri Allah'ın rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da hakkıyla riayet etmediler. Biz de onlardan iman etmiş olanlara ecirlerini verdik. İçlerinden çoğu ise fasıklardır.

Hadid s. 27. ayeti, kendilerine farz kılınmadığı halde , İsa a.s a tabi olduğunu iddia edenlerin, bid'at olarak türettikleri ruhbanlığı , türetme niyetlerine uygun bir şekilde yürütmediklerini beyan etmektedir. Ruhbanlık şeklinde hayat bulan yaşam sistemini , Allah c.c insanlara emretmemiş olmasına rağmen , Allah c.c nin rızasını kazanmak gibi iyi bir niyetle ihdas edilen bu kurumun , zaman içinde şekil değiştirerek ,yanlış amaçlara hizmet eden bir kuruma dönüşmüş olması , bu kurumun diğer toplumlardaki benzer oluşumları hakkında da bizlere bilgi verebilir.

İnsanların içinde bulundukları şartlar , bazı insanların birbirlerinden bazı yönlerden farklı olmasını beraberinde getirmiştir. Bilgi bakımından daha ileride olan bazı insanların, diğer insanlar üzerinde onun bilgisinden faydalanılması gereğini doğurmuştur. Bu üstünlüğü din alanında düşündüğümüzde, dini alanda bilgi sahibi olan insanlar , bu alanda yeterli bilgi sahibi olmayanlar ile bilgi paylaşımında bulunarak, bir şekilde bilgilerinin zekatlarını vermek durumundadırlar.  

Bilgi paylaşımı maalesef bu şekilde yapılmamakta , bilgi sahibi olanlar ile, bilgi sahibi olmayanlar arasında derin bir uçurum oluşturularak , bir sınıf ihdas edilmiş ve insanlar "Din Adamları" olarak bildiğimiz bu sınıfa mahkum bir hale getirilmiştir. Toplumun önünde olan olan insanların , o topluma iyilik ve fazilette örnek olması açısından bazı vazifeleri bulunmaktadır. Çünkü onun arkasındaki insanlar , o kişiye saygın ve güvenilir bir kişi gözü ile bakarak , onu kendilerine önder edinerek , ondan gelecek olan sözler doğrultusunda hareket etmeyi kendilerine şiar edinmişlerdir. 

"Kanaat Önderleri" veya "Din Adamları" olarak bildiğimiz sınıflara mensup olan insanların büyük çoğunluğu, halkın kendilerine verdiği önderlik vasfını fırsata çevirerek , insanları maddi ve manevi olarak sömürerek , etrafındaki bir avuç kişi ile büyük bir saadet zinciri oluşturmuşlardır.

Kur'an işte böyle bir arka plana sahip bir topluma nazil olmuş , ve Medine de nazil olan ayetler , özellikle Yahudi ve Hristiyan toplumundaki din adamlarının yaptığı yanlışlara dikkat çekmektedir. Toplumun önünde olan insanların o topluma müspet anlamda örnek olma zorunlulukları olmasına rağmen, bu görevlerini yapmamaktadırlar. Bu gerçeği şu ayetlerde görmekteyiz . 

[005.062] Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!
[005.063]  Rabb'a kul olanlar ve bilginler; onları günah söylemelerinden ve haram yemelerinden vazgeçirmeye çalışmalı değiller miydi? Yapmakta oldukları şey gerçekten ne kötü.

İnsanların yaptıkları yanlışları onlara ikaz etmek , onları kötülüklerden engellemeye çalışmak , bu yapılanların kötü olduğunu bilen insanların görevidir. Kötülükleri gördüğü halde bunlara engel olmaya çalışmamak bundan önceki zamanlarda toplumların helak olmasına sebep olmuş, bundan sonra da olacaktır. 

Din adamları sınıfının insanlar üzerinde baskı ve hegemonya kurmak için kullandıkları yollardan birisi , kendilerinin Allah adına konuştuklarını söyleyerek yalan ve iftiralarına Allah'ı alet etmeleridir. Bu durumu Tevbe s. 31. ayeti şöyle beyan etmektedir.

[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

Haham ve rahiplerin "Rab" olarak ittihaz edinilmesi , onların Allah c.c nin yetki alanına giren konularda, Allah'ı devre dışında bırakarak verdikleri hükümlere tabi olunması şeklinde gerçekleşmekte idi. İnsanları manevi yönden bu şekilde sömüren din adamları , sömürülerini maddi bakımdan da yaparak ceplerini doldurmakta idiler . Aynı surenin 34 ve 35. ayetleri , onların bu yaptıklarına dikkat çekerek  cezalarının ne olacağını haber vermektedir. 

[009.034] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.
[009.035] Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) «işte bu, kendileriniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın» (denilecek) .

Din adamları sınıfı , insanların kendilerine olan güvenlerini kötüye kullanarak , onların iyi niyetlerini istismar etmekte ve bu yolla maddi kazanç elde etme yoluna gitmektedirler. 

Yukarıdaki ayetler ışığında din adamları sınıfının yaptıkları yanlışları sıralayacak olursak ;

1- İnsanları yaptıkları kötülüklerden onları sakındırmamak . ( Maide s. 63)
2-İnsanları manevi yönden sömürerek , onlar üzerinde rablık oluşturmak. (Tevbe s. 31)
3-İnsanları maddi yönden sömürerek , onların güvenlerini servete dönüştürmek . (Tevbe s. 34)

Yaptıkları bu yanlışlar sadece Yahudi ve Hristiyanlara has bir durum değil , tüm zamanlarda yaşamış ve yaşayacak olan ve insanları din adına kendilerine bağlayarak , din'i sömürü aracı olarak kullanan din adamlarının karakteristik özellikleridir. 

Bu durumun aynısının İslam dünyasında da yaşandığı bir gerçektir. Kendisine Hoca , Alim , Şeyh , Gavs ,Kutup , Ayetullah v.s denilen insanların büyük çoğunluğunun ellerindeki imkanı maddi ve manevi yönden sömürü aracı olarak kullanarak , insanların dünya ve ahiretini berbat etme yolunda kullandıklarını görmekteyiz. 

Biz burada bu kimselerin yaptıklarını uzun uzun yazarak, malumu yeniden tekrarlamak yerine , bu adamlardan kurtulmanın yolu üzerinde durmaya çalışacağız.

Müslümanları maddi ve manevi olarak sömüren bu kimselerin en büyük kozları , anlattıkları din'in Kur'an merkezli olmayışıdır. Kur'an dışı kaynaklardan oluşan bu din'de Allah c.c nin kullarına sunduğu kolaylıklar asla mevcut olmayıp , zorluklarla ve gereksiz teferruatlarla donatılmış bir din bulunmaktadır. Böyle bir din , bu kimselerin elinin güçlenmesine ve insanların bu kimselerin tasallutundan kurtulamamalarına sebep olmaktadır. 

Ayakkabının ilk önce hangi ayağa giyileceği , tuvalete hangi ayakla girilmesi gerektiği , tırnak kesmenin , su içmenin , yemek yemenin , yatmanın ,oturmanın İslama göre nasıl olması gerektiğini soracak kadar cahil , ve bu gibi binlerce saçma sapan sorulara cevap yetiştirecek kadar kör cahil din adamlarının varlığını devam ettirmesinin sebebi , bu gibi soruların din ile alakası olduğunu , veya din denilince incir çekirdeğini doldurmayan meseleler aklına gelen cahil Müslümanlardır. 

Kafalarında binlerce saçma sapan soruların din ile alakasını olduğunu zannederek , din adamlarının kapılarını aşındıran bu Müslümanların yeniden yapılanarak, din'i Kur'andan okumaya başlamaları , bu gibi soruların adedinin büyük ölçüde azalarak , bu kimselerin ekmek kapılarının kapanmasına sebep olacaktır.

Özellikle tasavvuf kesiminde yaygın olan kurtarıcılık müessesesi , bu sınıfa daha fazla bel bağlanılmasını beraberinde getirmektedir. Kendilerine Şeyh , Mürşit , Gavs , Evliya v.s gibi adlar yakıştırılmış olan insanları maddi ve manevi olarak ayakta tutan en büyük unsur, müritlerini ahirette kurtaracaklarına dair olan inançtır.

Kur'an , din adamları tarafından din adına uydurulmuş olan her türlü yalan ve iftiranın açığa çıkarıcısı , ve doğru olanı göstericisi olarak ismi gündeme geldiğinde , bu kitaba düşman olanlardan çok , dost olduğunu iddia eden din adamları sınıfına mensup büyük bir kesimin gürültü kopardığı bir kitaptır. Bunun sebebi ise , halkın sorularına bu kitap doğrultusunda cevap arama isteğinde bulunmaya başladıkları takdirde , maddi ve manevi sömürü kapılarının kapanması korkusudur.

Kur'an'ın anlaşılmaz bir kitap olduğu , din'in öğrenilme kaynağının Kur'an değil , hurafe , menkıbe ve rivayetler ile dolu olan kitaplar olduğu , din denildiğinde uçan kaçan şeyhlerin masallarının akla gelmediği, vaaz kürsülerinde anlatılan yalanlara kimsenin inanmamaya başladığında , bu kimselerin saltanatları artık yıkılmaya başlanacaktır. 

Din dediğimiz şey , kuru bilgiler ve mistik inançlar manzumesi değildir. Var oluş amacına uygun olarak Allah c.c yi ilah ve rab olarak tanımak , ve bu doğrultuda bir hayat sürmek din'in ta kendisidir. Bu hayatı sürmek için , bu sınıfın öğretilerine kimse muhtaç değildir. Bu sınıf mükellef olmanın getirdiği sorumlulukları kendi hayatlarında uygulayarak , ancak insanlara örnek güzel olabilir.

Yüzlerce yıldır İslam dünyası içinde din olarak anlatılanlara, ve bunların halk arasında nasıl rağbet gördüğüne baktığımızda , din adamlarının saltanatı şu anda sallanmak şöyle dursun , daha sağlamlaşma yolunda ilerlemektedir. 

Bugün Müslümanların en büyük sorunu , din olarak bildikleri şeylerin büyük çoğunluğunun din ile alakası olmayan konular olmasıdır. Gereksiz ayrıntılara boğulması nedeni ile gerçek din'in üzeri kalın bir örtü ile kaplı bulunmaktadır. Bu örtü kaldırıldığında , gerçek din'in insanların mutluluk ve huzur kaynağı olduğunu görenler , fevc fevc bu din'e atım atarak , sadece Allah'a kul olmak için gerekenleri yerine getirmeye çalışacak ve önlerindeki engelleri yıkacaklardır.

Sonuç olarak : Din adamlığı sınıfı , binlerce yıldır insanları maddi ve manevi olarak sömürmek için oluşturulmuş , insanlığın kadim bir sorunudur. Bu kadim soruna Kur'an parmak basarak , bu sınıfın yanlışlarını ortaya koymuş , ve onlardan sakınılması gereğini hatırlatmasına rağmen , bu sınıf İslam dünyası içinde daha şedid bir biçimde ortaya çıkarak , insanların kanlarını emen vampirlere dönüşmüştür. 

Bu sınıfın tahakkümünden kurtulma yolu , insanların uyanması ile gerçekleşecektir. İnsanlar din adına bildikleri şeylerin ne kadar gereksiz , din adına cevaplarını aradıkları soruların ne kadar boş , din denilen şeyin mistik inançlar manzumesi olmadığını idrak etmeye başladıkları anda bu kurtuluş yolunun kapısı aralanmış olacaktır. 

Kur'an bu kurtuluşun yegane reçetesi olarak din adamları sınıfının baş düşmanıdır. Bu sınıfın baş düşmanı olduğu yegane şey ise yine bu kitaptır. Kur'an'ın gündeme gelmesi konusu açıldığında elektrik çarpmışcasına irkilen bu sınıfa mensup olanlar , kendileri için en büyük tehlikenin bu kitaptan geleceğini çok iyi bilmektedirler. 

İnsanlar Kur'an'ı hayatlarına aldıklarında , artık sorulacak soruların adedi azalacak , ve onların cevap yetiştirmek sureti ile elde ettikleri karizmatik yapı yerle bir olacaktır. Kur'an hayata girdiğinde bu din'in ne kadar kolay olduğu , bazı insanların elinde maddi ve manevi bir kazanç kapısı olmadığı , mistik ve hurafe bilgilerin bu din içinde yeri olmadığını göreceklerdir. 

DİN ADAMLARI SINIFININ OLMADIĞI BİR DÜNYA ANCAK HERKESİN DİNİ KENDİSİNİN ÖĞRENMESİ İLE MÜMKÜN OLACAKTIR.

20 Ekim 2016 Perşembe

Maide s. 117. Ayeti : Muhammed a.s Kabrinde Bizi Duyabilir mi ?

Yeryüzünde şirk'i ortadan kaldırarak , Tevhid'i hakim kılmak için gönderilmiş olan nebi resullerin sonuncusu olan Muhammed a.s , vefatı sonrasında değişen din algılarının yönlendirmesi ile Allah c.c ye ortak koşulan bir kişi haline getirilmiştir. Kendisinden önceki nebi resul olan İsa a.s ın Hristiyanlarca Allah c.c ye ortak koşulmasının yanlışlığını bildiren pek çok ayete rağmen , bu ayetlerden kendilerine çıkarılması gereken payın sanki "Hristiyanların yaptığının aynısını yapmakta serbestsiniz" denilmiş olduğu zannına kapılanlar , Hristiyanlara dahi parmak ısırtacak bir şekilde Muhammed a.s ı beşer olmaktan çıkararak, onu  ilah seviyesine yükseltmişlerdir. 

Onun bir çok ayette "Beşer" olduğunun vurgulanması , onun beşer üstü bir kişi olmaktan bir payının olmadığının bilinmesine matuf bilgiler olarak okunması gerektiğine dair iken , onun ümmeti olduğunu iddia eden büyük bir kesim , ona beşer demekten bile imtina ederek , onu Allah ile eşdeğer bir konuma oturtmuşlardır. 

Onu ilah olarak görmenin tezahürü , Allah c.c ye ait olan ve başka bir kimseye yakıştırılmaması gereken isimlerin ona yakıştırılmış olmasıdır. Muhammed a.s ile ilgili olan en yaygın görüşlerden bir tanesi , onun kendisine yapılan dua ve salavatları işittiği , kabrinde diri olduğu , hatta namaz dahi kıldığı , bazı cemaatlerin toplantı ve zikir halkalarına katıldığı gibi daha buraya almaya dahi haya ettiğimiz bir çok yalan ve iftiralar ile insanlar aldatılmaya devam etmektedir. 

Ona karşı yapılan yalan ve iftira örneğini "Sorularla İslamiyet" adlı bir sitede, bu konuda sorulan bir soruya verilen cevabı örnek göstererek sunmak istiyoruz. 

Soru =Peygamberimiz (s.a.v.) şu an bizi merak ediyor mu, bizden haberdar mı? Çünkü en son zamandayız, ahir zamandayız, bizi izlemeye falan geliyor mudur acaba?

Cevap = Değerli kardeşimiz,
Peygamberimiz (asv) bütün ümmeti ile tek tek alakadar ve haberdardır. Her birinin üzüntüsüne ve sevincine ortak olur.
1. Her salavat Peygamber Efendimize (asv) arz edilir. O da onun sahibini tanır ve salavatını, selamını alır.
2. Her namazda ve namaz dışında Peygamber Efendimize (asv) "Esselamü aleyke" "Allah'ın Selamı senin üzerine olsun" denilmektedir. Dikkat edilirse doğrudan "sana "diyerek selam verilmektedir. Bu da kendisine verilen selamları aldığına ve selam vereni tanıdığına işaret eder.
3. Peygamber Efendimiz (asv) Miraç'da Cennet ve Cehennem ehlinin kendisine gösterildiğini bildirir. Buna göre bütün insanları tanımış olmasına bir işaret olabilir.
4. Bazı Hadislerde ümmetinin başına gelecek olayların kendisine gösterildiği ve bu konuda uyarılarda bulunduğu anlatılmaktadır. Bu duruma göre ümmetini tanımış olduğu anlaşılabilir.

Bu ve buna benzer durumlar dikkate alınırsa, Allah'ın izniyle, Peygamber Efendimiz (a.s.m) ümmetini tanıyor ve her birisinden haberdardır, denilebilir.
Bu konuda Said Nursi şu tespitlerde bulunmuştur:"Eğer desen: Madem o Habîbullahtır. Bu kadar salâvat ve duaya ne ihtiyacı var?"

"Elcevap: O zat (a.s.m.) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte, kendi hakkında merâtib-i saadet ve kemâlât hadsiz olmakla beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz envâ-ı şekavetlerinden müteessir olan bir zat, elbette hadsiz salâvat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır."
 (bk. Said Nursi, Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, s.488)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet 


Verilen bu cevap , bir cemaate ait olan tv kanalının yapımını üstlendiği bazı tv dizilerinde peygamberi kamyona bindirmek , yaptıkları bazı organizasyonlara onun katıldığını iddia etmek gibi yalan , iftira ve hezeyanları ortaya atmanın dini kılıfıdır. 

Verilen cevaba dikkat edilecek olursa , cevabın içinde bu düşünceleri desteklemek için kullanılan bir tek ayet dahi bulunmamakta , sadece indi görüşler, cahil Müslümanlara din olarak yutturularak cevap verilmeye çalışılmaktadır. Kur'an bize bu konuda nasıl bir düşünce içinde olmamız gerektiğini, ve doğru bilgileri öğreten bir kitap olarak , hurafe , yalan ve iftira üreten site ve bu sitelerin cahil hocalarına değil, kendisine müracaat edilmesini bekleyen bir kitaptır.

Maide suresinde İsa a.s ın sorgulanma sahnesi ile ilgili ayetler içinde geçen sözler , bizlere elçilerin durumu hakkında doğru bilgiyi veren ayetlerdendir. 

[005.116] Allah buyurmuştu ki: Ey meryem oğlu İsa; sen mi insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilah edinin, dedin? Demişti ki: Tenzih ederim Seni, hak olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer ben, onu söylemişsem; Sen, onu elbette bilirsin. Sen, benim içimde olanı bilirsin, ama ben Senin zatında olanı bilmem. Doğrusu görülmeyeni en iyi bilen Sensin, Sen.
[005.117]  «Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' ONLARIN İÇİNDE KALDIĞIM SÜRECE BEN ONLARIN ÜZERİNDE BİR ŞAHİT İDİM. BENİ VEFAT ETTİRDİĞİNDE ÜZERLERİNDE GÖZETLEYİCİ (ERRAKİB) SEN OLDUN. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.»

Maide s. 117. ayetinde altını çizdiğimiz cümleler , İsa a.s ın ağzından bir elçinin yaşamı içinde ve yaşamı sonrası olan durumunu özetlemektedir. Birileri eğer kalkıp , "Bu durum İsa a.s için geçerli olabilir , Muhammed a.s için böyle bir durum yoktur" diyecek olursa , Allah c.c nin elçileri arasında ayrım yapanların durumuna düşmesi söz konusu olduğu için böyle bir şeyi asla düşünmemesini tavsiye ederiz.

Bir elçinin şahitliği, sadece yaşadığı zaman zarfı içinde geçerlidir. Öldükten sonra artık onun hayat ile bağı kesilmiş , diğer insanlar gibi yeniden dirilmeyi bekleyen bir kişi haline gelmiştir. Bu durum Muhammed a.s içinde geçerlidir. Bunun aksini iddia etmek kişinin itikadında derin yaraların açılmasına sebep olacaktır şöyle ki : 

İsa a.s ın söylediği , "BENİ VEFAT ETTİRDİĞİNDE ÜZERLERİNDE GÖZETLEYİCİ (ERRAKİB) SEN OLDUN" cümlesinde geçen "Errakib" , Esma-ül Hüsna ya dahil olan isimlerden olup "Bütün varlıkları görüp gözeten , kendisinden hiç bir şey gizli kalmayan" demektir. İsa a.s yaşadığı zaman içindeki insanlara karşı "şahit" iken , bu şahitliği , ölümü ile son bulmuştur. 

Errakib olan Allah c.c, kullarının her zaman gözetleyen , yaptıklarını gören , bilen , işiten olarak her zaman "Hayy" ve "Kayyum" olarak mevcut olacaktır. Onun yarattığı insanlar ise , bu insan onun elçisi olsa dahi , ona verdiği ömrü tamamladığında ölecek ve diğer insanlar gibi kabrinde hiç bir şeyden habersiz olarak , yeniden dirileceği zamana kadar bekleyecektir.

Eğer bizler yukarıda sorulan soruya verilen cevapta olduğu gibi , Muhammed a.s ın ölmediğini , kabrinde diri olduğunu , bizleri görüp işittiğini ,bazı cemaatlerin toplantılarında hazır bulunduğunu , kendisine söyleneni işittiği gibi, birçok yalan ve iftirayı ona isnat ettiğimiz takdirde , sadece Allah c.c ye ait olan ERRAKİB - ELHAYY - ELKAYYUM -ELBASİR - ESSEMİ - ELHABİR gibi bir çok ismi Muhammed a.s a da layık görmüş olacak, ve neticede ŞİRK tehlikesi içine girmiş olacağız. 

Allah c.c kendisine ortak olarak hiç kimseyi kabul etmeyeceğini , Muhammed a.s a indirdiği vahyinde bildirmesine , hiç bir elçinin "Allah'ı bırakıp bana kul olun" demeyeceğine (3.79) göre Allah c.c ye ait olan ve başka kimseye verilmesinin şirk olduğu ilahlığına ait olan özellikleri elçisi ve kulu olduğunu ifade ettiğimiz Muhammed a.s a vermiş olması düşünülebilir mi ?.

Cevabını aradığımız bir soruya verilen cevabın , delilinin Kur'an ile desteklenmesi çok önemlidir. Kur'an ile desteklenmeyen bir delil , yalan , iftira , hezeyan olmaya açık olmaya mahkumdur. Bu sorulara cevap veren kişiler , insanlar arasında tanınmış ve saygı gören kimseler olsa da , eğer verdikleri cevapları hevalarına göre veriyor iseler , ahiretteki hesapları çetin olacaktır. 


Muhammed a.s ile ilgili bu düşüncelerimizin , kafası rivayet kültürü ile şekillenmiş peygamber anlayışına sahip olanlar tarafından , peygamber düşmanlığı olarak görülebileceğini bilmekteyiz. Ancak peygambere dost olmak ve onu sevmek adına İsa a.s ı ilah konumuna getirenlerin "Kafir" ve ebedi cehennem ehli olarak haber verilmesi bizler için uyarıcı nitelikteki ayetler olmalıdır. 

Muhammed a.s ı sevmek demek , ona Allah c.c nin yanında bir yer bulmak değil , onu bir kul ve elçi olarak görmek , ve ona verilen görev ve konumun dışına çıkarmamak olmalıdır. Böyle bir sevginin kaynağı, şemail , hasais ve uydurma dolu hurafe kitapları değil, sadece Kur'andır. Kur'anın öğrettiği bir peygamber bizleri şirk'e, değil gerçek hak yoluna ileten bir kimse olacaktır.

Sonuç olarak : Muhammed a.s ölümlü bir beşer olarak , Allah c.c nin kendisine verdiği ömrü tamamlamış , kabrinde her şeyden habersiz bir vaziyette yeniden dirileceği günü beklemektedir. Herkes gibi o da sorguya çekilecek (Araf s. 6) ve  İsa a.s gibi sadece yaşadığı zaman ile ilgili olarak şahitliğini yapacaktır.

Onun şahitliğinin bütün ümmetine karşı olacağı gibi bir düşünce , onun kıyamete kadar hayatta olması ve Allah c.c nin isimlerinden bazılarını kuşanması anlamına gelir ki bu anlayış apaçık bir ŞİRKtir. 

Muhammed a.s ile açılan böyle bir şirk kapısından , kerameti müritlerinden menkul din baronlarını da sokarak çok ilahlı bir din ihdas etmek cüretinde bulunanların ahiretteki hesapları çok çetin olacaktır. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Ekim 2016 Salı

Maide s. 78-81. Ayetleri : İsrailoğullarının Davud ve İsa a.s Dili İle Lanetlenmeleri

Kur'anda İsrailoğulları ile ilgili bazı ayetlerde, onların lanetlendiğinden bahsedilmektedir. İsrailoğullarının başına gelen lanetlenmenin, sadece onlara has bir durum olarak okunmaması gerektiğine dair düşüncelerimizi, bu konudaki bazı ayetler ile ilgili çalışmalarımızda hatırlatmaya çalıştığımız, yazılarımızı takip edenlerin malumudur. 

Lanete uğramanın belirli kıstasları olduğunu , bu kıstaslara uyan her kişi ve topluluğun, hangi zaman diliminde yaşasın , adı ne olursa olsun lanete uğrayacağını , yani lanete uğramanın, sadece belirli bir kavme has olmadığını, evrensel yasaların bir gereği olduğunu, onların uğradığı lanetin, lanetlenmeye sebep olacak fiilleri yerine getirmiş olmaları nedeniyle başlarına geldiğini hatırlatarak  , ayetlerde sıralanan bu kıstasları hayat içinde yerine getiren kişi ve toplumların adı ne olursa olsun, aynı akıbete düçar olacakları yönünde fikir beyan etmeye çalışmıştık. 

Yazımıza konu edeceğimiz Maide s. 78. ve 81. ayetleri arasında , İsrailoğullarının lanete uğradıkları ve bu lanetin sebepleri sıralanmaktadır. Sıralanan bu sebeplerin , biz Müslümanların hayatlarında nasıl yer bulduğuna dikkat çekerek , ayetlerin bize dönük neler söylemiş olabileceği yönünde düşünce beyan etmeye çalışacağız.

[005.078] İsrailoğullarından kâfir olanlar, Dâvud'un da, Meryem'in oğlu İsâ'nın da lisanıyla lânet olunmuşlardır. Bu da onların isyan etmeleri ve haddi tecavüz etmeleri sebebiyledir.
[005.079]  Yapmakta oldukları münker (çirkin iş) lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!.
[005.080]  Görürsün ki; onlardan çoğu, küfredenleri veli edinmektedirler. Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü, ne kötüdür. Allah onlara gazab etmiştir ve azabta ebedi kalıcıdırlar.
[005.081] Eğer Allah'a, nebiye ve ona indirilene iman etselerdi, onları veliler edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasık olanlardır.

Bu ayetler, Davud ve İsa a.s ların yaşadıkları zaman içindeki İsrailoğullarının yaptıklarından bahsetmektedir. Davud ve İsa a.s lar elçi olmaları nedeniyle , kavimlerine Allah c.c nin mesajlarını iletmişler ve onlar bu mesajları hayatlarına geçirmedikleri için yanlış yapmışlar , yapmış oldukları bu yanlış ise , onların Allah c.c tarafından lanete uğramaları ile sonuçlanmıştır. 

Davud ve İsa a.s ların dili ile lanete uğramaları , onların elçi olmaları nedeniyle , kavimlerinin yapmış oldukları bu yanlışların Allah c.c katında lanete uğrama vesilesi olduğunu kavimlerine tebliğ etmiş olmaları anlamındadır. Neticede İsrailoğulları Allah c.c tarafından lanete uğramışlardır. 

İsrailoğullarının Allah c.c tarafından lanet olunmalarına sebep olan fiilleri ne idi ?. 
1- İsyan etmeleri.
2- Haddi aşmaları.
3- Münkerden sakındırmamaları. 
4- Kafirleri veli edinmeleri.

Ayetler lanete uğramanın kıstaslarını vererek , bu kıstaslara uyan İsrailoğullarının lanete uğradıklarını beyan etmekte , fakat bu kıstaslar bugün biz Müslümanların hayatlarında yer almaktadır. 

Sıralanan ilk 3 şıkkı , yine İsrailoğulları ile ilgili bir kıssa üzerinden okuyarak, bizim hayatımız ile ilgisini kurmak mümkündür.

Araf suresi içinde, deniz kıyısında yaşayan ve balıkçılıkla geçinen İsrailoğullarına mensup bir topluluktan bahsedilmektedir. İsrailoğullarına uygulanan cumartesi yasağı , bu topluluğa mensup olan bir kısım insan tarafından çiğnenerek Allah'a karşı isyan edilerek , onun koyduğu had aşılmaktaydı. 

Cumartesi yasağına karşı isyan edip haddi aşan topluluğun karşısında, iki ayrı gurup daha bulunmaktadır. 

1- yasağı çiğnemeyen , fakat yasağı çiğneyenlere karşı uyarıda bulunmayanlar. 
2- yasağı çiğnemeyen,  hem de yasağı çiğneyenlere karşı uyarıda bulunanlar. 

Yasağı çiğneyenlere karşı uyarıda bulunanlar helak olmaktan kurtularak , yasağı çiğneyenler ve , yasağı çiğnememiş fakat yasağı çiğneyenlere kayıtsız kalanlar ise helak olmuşlardır.

Kur'an , "İyiliği emretmek , kötülükten nehyetmek" şeklindeki yaşam tarzını, iman edenlerin vasıfları arasında zikretmektedir. Hayata geçirilmediği takdirde bir topluluğun helakına sebep olan bu vasıf , maalesef bizim hayatımızda doğru bir şekilde yerine bulmamaktadır. Her fırkanın kendisine çağırma işini" iyiliği emretmek" , başka fırkaların kötülüğünü anlatmayı ise "kötülükten nehyetmek" olarak anladığı bu vasıf , kişisel kriterlere göre şekillenebilecek bir vasıf değildir. 

Cumartesi yasağını güncel bir hale getirerek , "Allah c.c nin Kur'an içinde yasaklamış olduğu her şey" olarak tarifini yaptığımızda , hem o yasakları çiğnememek , hem de yasakları çiğneyenlere karşı kayıtsız kalmamak gibi bir zorunluluğumuz bulunmaktadır.

Müslüman olarak vazifemiz , Allah'a karşı isyan etmemek , ona karşı haddi aşmamak olduğu kadar , onun yasaklarını çiğneyenlere karşı kayıtsız kalarak "bana ne"ci bir tutum sergilememektir. "Bana ne" diyerek sırtını kötülüklere dönmenin cezası , sadece bu suçu işleyen İsrailoğullarına has değil , bu suçun işleneceği tüm zamanlar , ve bu suçu işleyen tüm toplumlar için helaka uğramak olarak karşılık bulacaktır. 

Ferdi olarak önce kendimiz yasaklanan fiillerden kaçarak , bu fiilleri işleyen başkalarına da, yaptıklarının yanlış olduğunu hatırlatmak zorundayız. Herkesin kendi kapısının önünü temizlediğinde bütün caddelerinin temiz olacağı bir belde misali , herkesin düzgün bir insan olduğunda cennet misali bir dünya oluşacaktır. 

Kötülükleri yapanlara karşı sadece kendi kapımızın önünü temiz tutmaya çalışmak bize pek bir yarar sağlamayacaktır. Başkalarının pislettiği kapı önleri zaman içinde bizim kapımızın önünü de " O temizlemiyorsa ben de temizlemiyorum" diyerek , caddeyi temiz tutmaya çalışmaktan vazgeçmemize sebep olacaktır.

Lanete uğramanın 4. sebebi olan "Kafirleri veli edinmek" Müslüman hayatında nasıl yer bulur?.

Veli kelimesinin "dost" olarak çevrilmesi , bu kelimenin karşılığını tam olarak yansıtmamaktadır. Bu kelimenin dost olarak çevrildiği mealleri okuyanlar , ehli kitap ile yemek yemeye izin veren yani onlarla arkadaşlık ve komşuluk gibi insani ilişkiler kurulabileceğine izin veren Maide s. 5. ayetini okuduğunda , bu ayet ile diğer ayetler arsında sanki bir çelişki varmış düşüncesine kapılabilmektedir. 

Halbuki "Veli" kelimesi , Allah c.c nin hüküm verdiği bir konuda , onun hükmünün terk edilerek , başkalarının hükümlerine tabi olmak anlamındadır. Bu noktada Allah c.c bizlere kafirleri veli edinmememizi emretmekle , onların Allah'a isyan ve haddi aşmak anlamına gelen düşünce ve fillerini kendi hayatlarımızda ikame etmememizi istemektedir. 

Allah c.c nin bizlerin kafirleri veli edinmememizi istemesinin sebebi , onlar tarafından ortaya atılan ferdi ve toplumsal hayat projelerinin Allah'a rakip olarak ortaya atılmış olması , onun bu konuda kul vasfına sahip olan bir kimsenin projelerine, kullarını muhtaç bırakmayarak , gerekli olan sistemi elçi ve kitapları aracılığı ile insanlara bildirmiş olmasıdır. Adı "Şirk ve Tağuti sistemler" olan bu sistemler , ortaya koydukları yaşam kuralları ile toplumların çöküşlerini hızlandırarak , toplumların dünya ve ahiretlerini berbat hal getirmektedirler.

Biz Müslümanlar yaşadığımız hayatın her safhasında , ihtiyacımız olan kuralları Allah c.c den aldığımız takdirde, onun lanetine uğramaktan kurtulmuş olmakla birlikte, onun vaz ettiği sistemin hayat içinde hakim kılınması nedeniyle , insanların daha mutlu bir yaşam sürmesine de sebep olacağız. 

 Şu anda İslam coğrafyasına baktığımızda, gördüğümüz acı tablo bu lanetin gerçekleşmiş halini göstermektedir. Müslüman olduğunu sadece camide hatırlayan , bir çoğu camide bile hatırlamayan , fakat cami dışındaki hayatında kafirler tarafından vaz edilmiş sistemleri hayata pratize etmemiz sonucunda kişi ve toplum olarak düştüğümüz hal ortadadır. 

Siyasal , sosyal , ekonomik , hukuki v.s ,yaşam için gerekli olan kuralların kafirler ile olan velayet ilişkisi sonucunda onlardan alınarak Müslüman yaşantısına uygulanması sonucunda , sadece kimliğinde Müslüman yazan bir topluluk halinde yaşıyor olmak, lanete uğramış olmaktan başka bir şey değildir. 

Müslüman olduğunu iddia ettiği halde , Allah'ın koymuş olduğu yasaklara isyan ederek haddi aşan insanların doldurduğu sokak ve caddelere baktığımızda , Batıda veya başka topraklarda Müslüman olmadığını söyleyen insanların doldurdukları sokaklardan hiç bir farkı görünmemektedir. Bu yaşantı şekli, belki bir çoğumuzun "Demokratik hak" olarak gördüğü bir durum olarak kimseye karışmamamız gerektiğini düşündürebilir. İşte bu hal, deniz kıyısındaki halkın , "Bana ne" ci gurubu ile aynı duruma düşmek anlamına gelecektir. 

Bizler mü'minler olarak , "İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak" görevi adına , insan ve toplum yaşantısında yanlış gördüğümüz şeyleri , Kur'an çerçevesi içinde uyarmak ile yükümlü olduğumuzu unutmamalıyız. Vazifemiz olan uyarı görevini yerine getirmiş olmak , bizim dünya ve ahiret hayatında kurtulmamıza vesile olacaktır. Aksi takdirde diğerleri ile birlikte dünya ve ahirette helaka uğrayanlardan olmaktan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.

Yaşadığımız dünyayı bir gemiye benzetecek olursak , bir kısım yolcunun geminin altını delmeye çalışarak su ihtiyacını gidermeyi düşünmesi karşısında , diğerlerinin elini kolunu bağlayıp oturması olacak iş değildir. Eğer gemi bir kaç kişinin yaptığı yanlış yüzünden batacak olursa o yanlışa katılmış ve katılmamış olan herkes denizin dibini boylayacaktır.

Sonuç olarak : Allah (c.c) arz üzerine koymuş olduğu evrensel yasaların nasıl işlediğini prototip bir kavim olarak İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarla bizlere öğretmektedir. Bu anlatımların sadece onlara has olduğunu düşünerek okumak sureti ile bize dönük mesajlar çıkarmamak, doğru bir okuma yöntemi değildir. 

Göndermiş olduğu elçi ve kitaplarla bizlere dünya hayatımızda hangi kurallara tabi olarak yaşayacağımız bildiren Allah c.c , bu kuralların çiğnenmesi halinde başımıza hangi sonuçlar geleceğini İsrailoğulları örneğinde göstermektedir. 

Dün İsrailoğullarını yapmış oldukları fiiller karşısında Allah c.c nin onlara ne cevap verdiğine bakılarak , bugün bizlerin yapmış olduğu aynı fiiller karşısında alacağımız cevap "Lanete uğramak" olarak bildirilmiştir.
                         EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

2 Ekim 2016 Pazar

Hucurat s. 6 ve Maide s. 8. Ayetleri Müslüman Hayatında Nasıl Yer Bulmalıdır?

Yalan bilgiler üreterek , bazı kimseleri yere batırmak veya bazı kimseleri göğe çıkarmak amaçlı haberler yaymak, insanlığın kadim bir sorunu olup , bu kadim sorun, son yıllarda kitle iletişim araçlarının daha çok yaygınlaşması neticesinde küresel bir sektör haline gelmiştir. Bu sektör içinde maalesef kendisini Müslüman olarak tanımlayan kişi ve kuruluşların olması, meselenin boyutlarının vehametini göstermektedir. 

Kendisine "Müslüman" sıfatını layık görenler , bu sıfatın getirdiği bir takım yükümlülükleri de sırtına yüklemiş sayılarak , bu yükümlülükleri yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüklerinden bir tanesi ise , insanlar arasında yalan haberler yaymak ve adaletsiz davranmak sureti ile toplumun ifsad olmasına sebep olmamak, olanlara ise engel olmaktır.

[049.006]  Ey iman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse onu iyice araştırın, sonra bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.

Hucurat suresinin 6. ayeti, indiği zamandan beri tazeliğini koruyan , kişilerin ve toplumun selameti için, bize gelen bir haberin iyice araştırılmasını emreden bir ayet olarak, sanki bugün inmişçesine bizlere hitap etmektedir. 

Kısaca , "İnsanları inandırma sanatı" olarak tarif edebileceğimiz "Toplum Mühendisliği" nin ustaca kullandığı bir silah olan kitle iletişim araçları, bir anda bir çok insanı, yalan bir haber yayarak istenilen yöne kanalize etmeyi sağlayan büyük bir silahtır. İnsanlık için asıl doğru olan , erdemli olmak , yalan söylememek , insanlar arasında fesadı yaymamak ,adil olmak , kendi menfaatleri için başkalarının menfaatlerini zedelememek v.s gibi, iyi ve doğru olan her şeyi bir tarafa atarak , sadece geçici dünya menfaatleri doğrultusunda bu silahı kullanmak, para , makam ve mevkiden başka bir değer gözetmeyen insanlar için, ateşli silahlardan daha etkili bir durumda işlevini sürdürmektedir. 

 Kendilerini bağlayan insani ve ahlaki değerlere sahip olmayanlar tarafından kullanılan bu silah , ne yazık ki biz Müslümanların bir kısmının da kullandığı bir silahtır. Halbuki "Ben Müslümanın" diyen bir kimsenin , kendisinin bazı ahlaki ve insani değerlere bağlı kalmasının isteğe bağlı değil, mecburiyet olduğunu bilerek hareket etmesi , kafir olarak bildiğimiz kişi ve toplumların kullandığı silahı, bizim kullanmamamız gerektiğini çok iyi bilmesi gerekmektedir.

Kitle iletişim araçlarının dünya  genelinde yaygınlaşmasına paralel olarak , Türkiye içinde de yaygın  bir şekilde kullanılması , her türlü fikir ve düşünce bağlısının propagandasını bu yol ile yapmasına imkan tanıyan bir ortam yaratmıştır. Bu ortamlarda karşıt görüşlere sahip olan kişi ve gurupların birbirlerinin görüşlerin mahkum etmek için kullanılan bazı yol ve yöntemlerin , gayri ahlaki bir durum arz ettiği ise herkesin malumudur. 

Müslüman olmamız, bizlerin bu araçları bizim dışımızda olanların kullandığı yöntem ile değil , bizim ahlaki değerlerimize uygun bir biçimde kullanmamızı mecbur kılmaktadır. Özellikle "Sosyal medya" olarak bildiğimiz alanın, her türlü kişi ve guruplar tarafında kullanılması , "Bilgi kirliliği" dediğimiz durumu meydana getirmektedir. 

Bir çok kişi ve gurup bu ortamı kendi düşüncesini yaymak amacı ile kullanırken , kullandığı yöntemlerden bir tanesi , karşıt görüşleri mahkum etmeye yönelik propaganda yapmasıdır. Kendi görüşünü yaymak için karşı görüşün yanlışları söylemek elbette herkesin hakkıdır , ancak bunu yaparken yalan , iftira , hakaret , dedikodu özellikle sosyal medyada çokça rastladığımız montaj türü haberler yapmaya kimsenin hakkı olmadığı gibi , Müslüman olduğunu iddia edenlerin iki defa hakkı yoktur. 

Sahte hesaplar açıp , kendisini o düşüncenin mensubu gibi göstererek , o düşünceyi gülünç bir duruma düşürmek amacına dayalı yapılan propaganda usulü , bazı Müslümanlar tarafından da kullanılmaktadır. Kendisini X gurubuna bağlı olarak gösteren , aslında o guruptan nefret eden bu kişiler , nefret söylemlerini o gurupların söylemesi imkansız olan bazı sözleri onlar söylemiş gibi , sahte profiller üzerinde yaparak , kişi ve gurupları töhmet altında bırakmakta , yalan , iftira , dedikodu olan bu söylemleri yaymaktan çekinmemektedirler. 

İşin daha garibi , bu sahte hesaplar üzerinden yapılan haber ve paylaşımların , bazı kimseler tarafından anında sahiplenilmesi ve sanal ortamda çığ gibi yayılmasına vesile olunmasıdır. Sadece kendi görüşlerine uygun olduğu için doğruluğu yanlışlığı araştırılmadan sahiplenilen bu gibi haberler "Fasığın haberi" olarak görülmesi ve araştırılması gerekir iken , "Benim fasığım iyidir" mantığı işletilerek sahiplenilmekte ve bazı kişilere be guruplara olan düşmanlıklar , böyle yalan ve iftira haberler üzerinde yürütülmektedir.

Montaj türü haberler , karşı olduğumuz veya sevmediğimiz kimse veya guruplara karşı yapılmakta , o kişi ve gurupların asla söylemediği sözleri , onlar söylemiş gibi yayarak , o kişi ve guruplar üzerinde infiale yol açmak sureti ile gündem oluşturulmaktadır. 

Üzülerek söyleyelim ki , bu gibi yöntemleri maalesef bazı Müslümanlar da yapmakta , yaptıkları işin sonucunu hiç düşünmeden yapmakta , yalan haberi yapan kişi ve gurupların yandaşları ise "Benim fasığım iyidir" mantığı içinde hareket ederek , o haberleri paylaşarak , "Bugün Allah için ne yaptın?) sorusuna "Bugün ....... ya hakaret ve küfür içeren yayınlar yaptım veya paylaştım" diyerek , o günün cihadını bitirerek vazifesini tamamlamış kumandanlar edasıyla mutlu ve mesut bir şekilde yataklarına uzanmaktadırlar.

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki sanal alemin de Rabbi vardır, o da Allah (c.c) dir. Yaptıklarımızı her an gözetleyen ve hesap gününde karşımıza çıkaracak olan Rabbimiz , yapılan bu yalan ve iftira haberlerin hesabını elbette soracaktır. Müslüman kişi , hayatının her anında yaptıklarından hesaba çekileceğini bilen insandır. Bu hesaba çekilmenin, sevmediklerimiz hakkında yaptığımız bazı yalan ve iftiralar içinde geçerli olduğu hiç bir zaman unutulmamalı , yaptıklarımız ve yazdıklarımız bu bilinç içinde yapılmalı ve yazılmalıdır. 

İnternet aleminde özellikle mizah amaçlı paylaşımlar yaparak sahte haber üreten bazı haber siteleri (Zaytung gibi) bulunmakta, ve bu sitelerin yayınladıkları haberler aslı astarı olmayan mizah amaçlı yalan haberler olup , bazı kimselerin bu haberleri doğru haber sanarak paylaştıkları görülmektedir. 

"Trol" kelimesi son günlerde çokça duyulan ve sanal alemde insanları kışkırtmak için kullanılan bir yöntemdir. "Zarf atmak , yem atmak" anlamında olan bu kelime , balık avcılığında kullanılan bir terim olup insanları avlamak için kullanılan bir yöntem olarak sıklıkla sanal alemde kullanılmaktadır. 

Bazı parti ve gurupların insanları trollemek yani avlamak için özel kadrolar oluşturmuş olması ,trollemek sureti ile ortaya atılan haberlerin sanal alemde alıcısının ne kadar çok ve ne kadar rağbette olduğunu göstermektedir. Trollemek yani avlamak teriminin , balık avcılığı ile ilgili bir terim olması , insanları bir av malzemesi olarak görerek, onların etinden, sütünden, derisinden faydalanmak isteyen yani insanları sağmal hayvan yerine koyanların kullandığı bir yöntem olarak bir çok kişi ve kurum tarafından maalesef vahşice uygulanmakta ve bir çok insan bu trol ağına düşerek bunlara yem olmaktadır. 

Müslüman hayatında yer bulmakta zorlanan ayetlerden bir tanesi de Maide s. 8. ayetidir. 

[005.008]  Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.

Bu ayet, her zamanki tazeliğini koruyarak , yaşadığımız hayat içinde karşılaştığımız olaylar karşısında nasıl bir insiyatif kullanmamız gerektiğini öğretmektedir.

Ayetin özellikle " Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin" cümlesi, biz Müslümanların bir kısmı tarafından hayat içinde uygulama alanı bulmayan bir emir cümlesidir. Guruplaşmaların , hizipleşmelerin sanki Allah emriymişçesine ayyuka çıktığı Müslüman dünyasında , karşıt gurup ve kişiler ile ilgili yerine getirilmesi gereken "ADALET" kavramı biz Müslümanalrın bir kısmı tarafından maalesef yerine getirilmekte zorlanılmaktadır.

Kendi fırka ve hizbine mensup olmayanları düşman olarak gören bazı Müslümanlar , düşmana bile gösterilmesi gereken adalet ilkesini, birbirlerine karşı yerine getirmeyerek , adalet ilkesini sadece kendi içlerinde yerine getirilmesi gereken bir şey olarak görmektedirler.

[004.135] Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.

Fırkalaşma ve hizipleşmelerin hız kaybetmeden her geçen gün daha belirgin bir hale gelmesi , karşıt fırkalara mensup olanların birbirlerine karşı davranış sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Çeşitli fırkalara mensup olan Müslümanların kendi fırkalarını güzel , karşı fırkayı çirkin göstermek için kullandığı yollardan birisi olan medya, ve Facebook , Twitter gibi sosyal medya ortamları , adalet ilkesinin gözetilmesi gereken yerlerden birisidir. 

Kendi partisini veya fırkasını güzel , karşı parti veya fırkayı çirkin göstermeye yönelik bir haber olduğu zaman , bu haberde adaletsizlik olup olmadığına bakmadan hemen bu habere inanmaya hazır bir topluluğun olması , bu tür haberleri yapanları daha da gayrete getiren bir durumdur. 

Müslüman kişi adaletin sadece kendisine değil herkese lazım olduğunu bilendir. Karşısına gelen bir bilgi ve haberi tartar iken, sadece kendi menfaatlerine uygun olup olmadığına değil , adalet ilkelerine uygun olup olmadığına baktığı an , adalet ilkelerine uygun hareket etmeyenlerin yaptıkları haberler ve eylemler azalacak , adaletsizlik yaparken biraz daha fazla düşünmek zorunda kalacaklardır. 

Bugün güç ve iktidar ellerinde olduğu için adaletsizlik yapanlar , yarın iktidar ellerinden gittiklerinde , kendileri güçsüz duruma düşerek adalete ihtiyaçları olabilir. 

Türkiye'nin son aylarda bir cemaatin başını çektiği olayların sebep olduğu içinde bulunduğumuz durumu göz önüne aldığımızda , bu cemaat aleyhine yapılan bazı icraatların adalet ilkelerini çiğnediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Elde somut olarak suç sayılabilecek bir delil olmadan , suç unsurları üretilerek , bazı kimselerin suçlu sayılması "Kurunun yanında yaşında yanması" kabilinden durumlar meydana getirmiştir. 

                                "Keser döner sap döner , bir gün hesap döner"

Bu ve benzeri cemaatler sevilmese , yaptıklarının büyük bir hata olduğu bilinse dahi, onlar aleyhinde yapılacak her türlü işlem, adalet ilkelerine uygun olmalıdır. Bugün iktidar olanın ebedi olarak iktidar kalarak gücü elinde bulunduracağına dair hiç bir garantileri yoktur. Bugün muhalefet veya iktidar dışında kalanın , yarın iktidar olarak , bugün iktidarda olanların yaptıklarının hesabını sormayacaklarına dair de hiç bir garantileri yoktur. 

İnsanlar arasındaki ilişkilerin temeli kin ve nefrete dayalı değil , adalet ilkelerine dayalı olarak işlemelidir. Bu adil işleyiş, insanlar arasında fikir ve düşünce ayrılıkları olsa dahi , insanların birbirleri ile daha doğru ilişkiler kurmasını sağlayacaktır. Müslüman olmamız nedeniyle karşımızdaki düşmanımız olsa dahi, ona bile adaletli davranmayı emreden Rabbimizin bu emrine karşı , suçu sadece bizim gibi düşünmemek veya bizim fırkamızdan olmamak olan bazı insanlara karşı adaletsiz davranarak onları mahkum etmeye çalışmak insanlık suçudur. 

                               "Başarıya ulaşmak için her yol mübah değildir." 

Her insan hayatının her safhasında maddi ve manevi alanda başarılı olmak ister. Ancak bunun bir kuralı vardır ve olmalıdır. Her yolu mübah gören anlayışın teorisyenleri, bilindiği üzere Müslümanlar değil batılılardır. Evrensel ahlak ilkeleri , başarı için bazı etik yasalara uyulmasını ve bu yasaların dışına taşılmaması gerektiğini belirtir. Bu ilkelerin dışına taşarak alınan her başarı , kişileri belki dünya hayatı içinde memnun edebilir , fakat ahirette  bu ilkeleri çiğneyerek , insanların haklarını gasp edenlerin hesabı mutlaka sorulacaktır.

Sonuç olarak : Allah (c.c) kitabında bizlere , insanlar arasında fitne ve fesadın yaygınlaşmamasını sağlayacak olan bazı emirler vererek , onları hayata pratize etmemizi istemektedir. Bu emirlerin olan iki ayeti yazımıza konu etmeye çalışarak , bu ayetlerin Müslüman hayatından nasıl yer bulması gerektiğine dair düşüncelerimizi paylaşmaya çalıştık.


Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması , insanları haber yolu ile etkilemenin önünü açarak bu yolun kötüye kullanılmasını da beraberinde getirmiştir. Hucurat s. 6. ayeti bu yolun kötüye kullanılmasının önünü kapatan bir yol önermekte ve biz Müslümanların bu önermenin gereği yerine getirmesini beklemektedir.

Adalet ilkelerine uygun hareket etmek , yine Rabbimizin bizlerden istediği önemli bir husus olup , bu ilkenin ayrım gözetilmeden uygulanması konusunda  bizlere önemli uyarılar yapılmaktadır. Bu ilke güç sahibi olanların elinde kendilerinin istedikleri yönde kullanabilecekleri bir ilke değildir. Maalesef bu kitaba inandığını iddia eden bir kısım Müslüman bu kitabın ayetlerini hayata geçirilmesi gereken ayetler olarak değil , başkalarına karşı mızrak ucuna takılması gereken ayetler olarak gördüğü için , gerekeni yerine getirme konusunda duyarsız kalmaktadırlar. 

RABBİMİZ BİZLERİ , YALAN HABERLER YAYARAK ADALET İLKELERİNDEN AYRILAN KULLARINDAN DEĞİL , YALAN HABER KİMDEN GELİRSE GELSİN ADALETE UYGUN HAREKET EDEN KULLARINDAN KILSIN. 

24 Aralık 2015 Perşembe

Maide s. 78-81. Ayetleri : İsrailoğullarının Lanetlenme Sebebleri

Kur'anın İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarının , arz üzerinde cari olan ve adına "Sünnetullah" adı verilen yasaların nasıl işlediğinin bu kavim üzerinde gösterilerek , onların işlemiş olduğu bazı hataların, nelere mal olduğunun görülmesi ve bu hataların biz Müslümanlar tarafından tekrarlanarak aynı akıbete düşülmemesinin hatırlatılması olarak okunması gerektiğini, daha önceki onlara hitap eden ayetler ile yapmaya çalıştığımız okumalarda özellikle vurguladığımız bir konudur. 

Bu yazımızda da aynı okuma metodunu uygulamaya dönük olarak , Maide s. 78.ve 81.  ayetlerinden bize dönük nasıl bir mesaj çıkabileceği yönünde bir okuma yapmaya çalışacağız.

[005.078]  İsrailoğullarından küfredenler; Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle la'netlenmişlerdi. Bu; isyan etmeleri ve aşırı gitmelerindendi.
[005.079]  Birbirlerinin yaptıkları münkere engel olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi.
[005.080]  Onlardan çoğunun kâfirleri velî edindiklerini görürsün. Bu iş -ki onu bizzat kendileri yapmış ve üzerlerine Allah’ın hışmını çekmişlerdir- ne kötü bir davranıştır! Onlar cehennem azabında devamlı kalacaklardır.
[005.081]  Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene imanları olsaydı, kâfirleri velî edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasık kimselerdir.

"Lanet" ; "Cezalandırmayı gerektirecek kadar şiddetli bir cürüm işleyeni , öfke ile kovma uzaklaştırma" anlamında bir kelimedir.

Bu gün bir çoğumuzun dilinde gezen "Lanetli kavim" deyimi , sadece İsrailoğullarına has bir deyim olmayıp , Allah (c.c) nin arz üzerine koymuş olduğu yasalar gereğince kazanılan bir unvandır. İsrailoğullarının bu unvanı hak etmek için yapmış olduğu amellerin anlatılma sebebi , bu lanetlenmeye sebep olan amellerin biz Müslümanlar tarafından tekrar edilerek aynı unvanı hak etmememiz içindir, yani bu deyim bir kavme özel bir unvan değil aksine her zaman diliminde yaşayan insanların yapmış oldukları hatalar nedeniyle kazanabileceği bir unvandır. 

Adı geçen elçilerin dili ile lanetlenmeleri , bütün elçilerin Allah (c.c) adına konuşan kişiler olduğunu düşündüğümüz zaman , İsrailoğullarının Allah (c.c) tarafından lanete uğradıklarını göstermektedir.

78. ayette , İsrailoğullarından küfredenler" ibaresi , bu kavimden olup ta küfretmeyenler olduğunu göstermektedir. İsrailoğullarının Meryem oğlu İsa (a.s) ı öldürmek için kurdukları hilelerin işe yaramadığı Kur'an tarafından beyan edilmiş olmasına karşın , güç sahibi bir hükümdar olan Davud (a.s) tarafından dahi lanete uğradıklarını görmekteyiz. Davud (a.s) ın mülk ve güç sahibi bir elçi ve hükümdar olması bile onların lanetlenmek için olan gayretlerine gem vuramamış olması bu kavme mensup olan insanların lanetlenme konusunda ne kadar gayretli !! olduklarını göstermektedir.

İsrailoğullarının  lanetlenme sebeplerini şöyle sıralayabiliriz; 

1- İsyan etmeleri , 2- aşırı gitmeleri , 3- münkere engel olmamaları , 4- kafirleri veli edinmeleri .
İsyan ve aşırı gitmek şeklindeki ameller , Firavundan kurtularak denizin karşı tarafına geçtikleri zaman bile kendisini göstererek Musa (a.s) a karşı gelmişler ve bu karşı gelişleri onlara zillet ve meskenet damgası vurulmasın sebep olmuştur.

[002.061]  «Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin» demiştiniz de, «Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? mısıra inin, şüphesiz orada istediğiniz vardır» demişti. Onlara yoksulluk ve düşkünlük damgası vuruldu, Allah'ın gazabına uğradılar. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinden di; bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarından dı.

Musa (a.s) ile birlikte , Firavun zulmünden kurtularak denizin karşı kıyısında başlayan bu hatalar , İsa (a.s) ın onlara elçi olarak gelmesi ile devam etmiş , ona karşı yapmış oldukları isyan ve onu öldürme girişimleri Kur'anda anlatılarak , bu girişimlerinin hüsran ile sonuçlandığı bildirilmektedir.

Münkere engel olmamak , bir toplumun bozulmasında en önemli amil olup, bir toplumun yıkılışını hazırlayan unsurlardan birisi , toplum içinde yapılan kötülüğe engel olmayarak , o toplum içinde münkerin yaygınlaşmasıdır. 

Araf s. 163-168. ayetler arasında anlatılan , deniz kıyısında yaşayan ve İsrailoğullarına mensup olan bir topluluğun , cumartesi çalışmama yasağını delmeleri anlatılmaktadır. O toplulukta 3 ayrı gurup insan görmekteyiz. 1- yasağı delenler , 2- yasağı delmeyen fakat , yasağı delenleri engellemeye çalışmayanlar , 3- yasağı delenleri engellemeye çalışanlar. Bu 3 topluluktan 1. 2. gurupta olanlar helak olurken , 3. gurupta olanların kurtulmuş olması, kötülüğü işlemek ile işleyeni engellememenin veya desteklemenin aynı gurup içinde olmayı hak ettirdiğini bize göstermektedir. 

Kur'an marufu emir münkerden nehiy konusuna çok önem vererek bizleri bir çok ayette bu konuda uyarılarda bulunmaktadır.

[003.104]  Ve sizden hayra davet eden, ma'ruf ile, münkerden nehy eden bir cemaat bulunsun, işte felâh bulucular onlardır.
[003.110] Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslâm'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.
[007.157]  O kimseler ki, Resûle, Nebiyy-i Ümmî olana tâbi olurlar. O nebi ki, O'na yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılmış bulurlar. Onlara mâruf ile emreder ve onları münkerden nehy eyler ve onlara temiz olan şeyleri helâl kılar, onların üzerine habis şeyleri de haram kılar. Ve onlardan ağır yüklerini ve üzerlerinde bulunan bağları kaldırır, artık o kimseler ki O'na imân ederler ve O'na tazîmde ve yardımda bulunurlar ve onunla beraber indirilmiş olan Nûr'a tâbi oluverirler, işte felâh bulanlar onlar- dan ibarettir.
[009.071] Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar; birbirlerinin velileridirler. Ma'rufu emreder, münkerden nehyederler. salatı ikame ederler, zekat verirler, Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte Allah, bunlara rahmet edecektir. Muhakkak ki Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.
[009.112] Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rüku' edenler, secde edenler, ma'rufu emredenler, münkeri nehyedenler, Allah'ın hududunu koruyanlardır. Mü'minleri müjdele.
[022.041] Onlar ki, yer yüzünde kendilerini yerleştirir iktidar sahibi kılarsak, salatı ikame ederler, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir.
[031.017]  «Ey oğlum, dosdoğru salatı ikame et, ma'ruf olanı emret, münker olandan sakındır ve sana isabet eden (musibetler) e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.

İman edenlerin en önemli vasfı olarak karşımıza bu amelin tersi , münafıkların ameli olarak beyan edilmektedir.

[009.067]  Münafık erkeklerle, münafık kadınlar birbirlerindendirler. Münkeri emreder ve ma'rufu nehyederler. Ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Muhakkak ki münafıklar; fasıkların kendileridir.

Marufu emir , münkerden nehiy temeline oturmuş bir yaşam tarzı, bir toplumu dünya ve  ahirette mutululuğa kavuşmalarına sebep olmaktadır. Bir toplum içinde yaşanan yanlışlıklar eğer , bu toplum içindeki bir takım insanlar tarafından engellenmez ise , ilerleyen zaman bu münkerin, toplumun yaşam tarzı haline gelerek içselleştirilmesini ve fesadı beraberinde getirecektir. 

Yaşadığımız ülke içinden olayı misallendirecek olursak , yıllar önce yaşı biraz ileri olan herkesin bildiği, "Dallas" adı ile T.R.T kanalında gösterilen Amerikan dizisinde öne çıkan tema , aile içi çarpık ilişkiler olup, bu çarpık ilişkileri  bunlara karşı çıkan mutaassıp aileler bile izlemişlerdir. Öyle ki , insanlar işlerini güçlerini bu dizinin olduğu vakit terk ederek bu diziyi izlemek için vakitlerini özellikle ayırmışlardır

Geçen yıllar içinde çarpık ilişkileri konu alan T.V dizileri öyle bir yaygın hale gelmiştir ki , hemen hemen her T.V kanalında , nikahsız ilişkiler ve bu ilişkilerden doğan çocuklar dizinin ana teması haline gelmiş olaylar bunlar üzerinde gelişerek, izleyicinin önüne konulmaktadır. Bunları izleyenlerin büyük bir kısmı böyle ilişkileri artık içselleştirerek , kendi aile çevresinde bile olsa artık normal karşılar hale gelmiştir. 

Toplum artık öyle bir hale gelmiştir ki sevgilisi olmayan kız veya erkek bireyler sanki uzaylı yaratıklar gibi görülmeye başlanmış ve nikahsız beraberlikler özellikle sanatçı geçinenler tarafından topluma empoze edilmeye çalışılarak fuhşun ve zinanın adı "Seviyeli birliktelik" olarak hoş gösterilmeye çalışılmıştır. Bahsettiğimiz bu münker çeşidi toplumda mevcut olan bir çok münkerden sadece bir tanesi olup, bu gibi çeşitli münkerler toplum içinde maalesef fazla bir engel görmediği için yaygınlaşmaktadır.

Kafirleri veli edinmelerinin , İsrailoğullarının lanete uğrama sebebi olarak beyan edilmiş olması ve Kur'anın bir çok ayetinde biz iman edenlere hitaben , kafirlerin veli edinilmemesinin emredilmiş olması, bu konunun hayati bir önem taşıdığını göstermektedir.

"Veli" ; " Bir işi üzerine almak , idare etmek" anlamında bir kelimedir. 

[004.144]  Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri veliler edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
[005.051]  Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veliler olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin velileleridir. Sizden kim onları veli olarak benimserse o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
[007.003]  Rabbinizden size indirilen Kitap'a uyun, O'ndan başka veliler edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.
[008.073] Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar.
[005.055] Sizin dostunuz , ancak Allah, O'nun Resulü, rükû' ediciler olarak salatı ayakta tutan ve zekâtı veren mü'minlerdir.

İman edenleri bırakarak ,kafirleri veli edinmek şeklinde ortaya çıkan durumun tezahürü , ölçüsünü vahiy dışındaki kaynaklardan alarak, buna göre hayatını düzenlemek anlamında olup , bu tür bir yaşamın getirisi, arz üzerinde fesadın yaygınlaşmasından başka bir şey olamaz.

İsrailoğullarının, kafirleri veli edinmiş olmalarının , "Onlar da kafir olarak Kur'anda anılmıyor mu " şeklinde bir soru sorulabileceğini düşünerek bu soruya şöyle cevap verilebilir ; 

İsrailoğulları içinde kendilerine gelen elçi ve kitaba gerçekten iman eden insanlar olduğu gibi , etmeyenlerde vardı , elçi ve kitaba iman edenler zaman içinde , elçi ve kitaba iman etmeyenleri veliler edinmeye başlayarak yani kendilerini vahyin önermiş olduğu hayattan soyutlayarak , vahye iman etmeyenlerin önerdiği sisteme uyarak lanete uğramışlardır. 

Bizler İsrailoğulları ile ilgili ayetleri , çoğunlukla sadece onlara has hitaplar ve bilgiler olarak okuduğumuz için , onların lanete uğramalarını sadece onlara has kılarak ,bu lanetlenmenin "Sünnetullah" gereği olduğunu,  bu lanetlenmenin bir yasa gereği İsrailoğullarının üzerinde işlediğini , sadece onlara has olmadığını dikkate almadan okuduğumuz için , kendimizi "Sütten çıkmış ak kaşık" misali görerek , böyle bir lanete uğrama ihtimalini aklımıza dahi getirmeyen bir hayat sürmekteyiz. 

Allah (c.c) nin lanetine uğramak demek , ondan gelecek olan dünya ve ahiret yardımından mahrum olmak anlamına geldiğini düşünecek olursak , bu gün biz Müslümanların dünya hayatındaki zelil durumumuzun sebebi sanırım daha kolay anlaşılacaktır. 

"Lanetli kavim" deyimini, sadece belirli bir kavme has bir deyim olduğunu zannettiğimiz müddetçe bu zelil durumdan kurtulmak ta mümkün olmayacaktır. 

Kafirleri veli edinmenin Müslüman hayatında nasıl yön bulduğu anlaşılmadan bizler içinde geçerli olan bu lanetlenmeden kurtulmak mümkün olmayacaktır. 

Kur'an çevirilerinde genellikle "Dost" olarak çevrilen "Veli" kavramı , dost kelimesinin ifade ettiği anlamdan daha farklı bir anlama sahiptir. Dost kelimesi, içinde insani ilişkileri de kapsayan bir kelime olup kafirler ile insani ilişkiler , Maide s. 5. ayetinde ehli kitabın yemeğinin helal olduğunun beyan edilmesinden hareketle serbesttir. "Veli edinmek" ile "Dost edinmek" deyimleri birbirlerinden farklı deyimlerdir.

"Veli edinmek" demek , işini o kişiye havale ederek , kendisinin yerine o işi takip etmesi anlamında olduğuna göre , Müslümanlar kendi işleri ile ilgili meseleleri nereye ve kime havale edeceklerini , ve kimden işleri ile ilgili meselelerde yardım alacaklarını , iman ettiklerini iddia ettikleri kitap içindeki beyandan öğreneceklerdir. 

"Kafir" olarak bahsedilen insanların bu etiketi alma sebepleri , hayat içinde gerekli olan kuralları vahiyden değil hevalarından almış olmaları ve hevalarına göre bir "Din" üreterek kendilerini ve başkalarını bu "Din"lere tabi olmaları için çağrı yapmalarıdır.

Kurallarını vahiy dışından alan tüm sistemler, Kur'an ifadesi ile "Batıl" olup, bu kelime "Hak" kelimesinin zıddıdır. Batıl dinlere tabi olarak yaşanan bir hayatın getirisi, dünyayı fesada boğmak olduğunu, yaşadığımız dünyadaki olaylar bize acı biçimde göstermektedir. 

"Allah-Elçi-Müminler" olarak çerçevelenen veli edinilmesi gerekenler , Allah (c.c) nin kulları için belirlediği yaşam kurallarını haber veren Elçilere tabi olan Mü'minlerin bu imanlarının gereği olarak ,yaşam içinde tabi oldukları kuralları Allah (c.c) nin elçisi ile indirdiği kitap çerçevesinde belirleyerek, fesadı önleyecek olmalarından dolayı böyle bir velayet çerçevesi çizilmiştir. 

Gel gelelim bir çok Müslüman, tabi olduğunu iddia ettiği din ve kitabın böyle bir işlevi olduğundan habersiz bir hayat sürerek , velilik işlemlerini kafirlere deruhte ederek kitabı rafa kaldırmış bir hayat sürmektedirler. Hal böyle olunca meydan , Allah (c.c) nin "Kafir" olarak nitelediği insanlara kalmakta ve onların kuralları ile yönetilen bir dünya cehenneme dönmektedir.

Konumuz olan 81. ayette , kimlerin veli edinildiği takdirde kimlerin edinilemeyeceği , kimlerin veli edinilmediği takdirde kimin veli edinileceği görülmektedir.

"Allah -Elçi-Kitap" şeklindeki ifadenin içerdiklerine iman eden bir hayat sürenlerin , "Kafir" olarak bahsedilenlerin önerdikleri yaşam sistemlerine "La" diyerek karşılık verme gereği vardır. Hem Müslüman kalıp , hem de onların önerdikleri yaşam sistemlerini hayata geçirmek iddiası geçersiz bir iddiadır. "Müslüman" etiketi taşımak , "Kafir" etiketi taşıyanların önerilerini elinin tersi ile iterek imanlı bir hayat sürmekle gerçekleşir. Kafirlerin veli edinildiği, yani onların hevalarından ürettiklerine tabi olunan bir hayat sürenler, "Müslüman" etiketini takmayı maalesef  hak etmemektedirler. 

Sonuç olarak ; "Sünnetullah" adı bildiğimiz yasaların toplumlar üzerinde nasıl işlediğinin göstergesi olarak okunması gerektiğini düşündüğümüz İsrailoğulları ile ayetlerin, Maide s. 78-81. ayetlerinde, onların lanetlendiklerinden bahsedilmektedir. Bu lanetlenme ,maalesef sadece onlara has olduğu zannı ile okunarak , onların başına gelen bu durumun , onların işledikleri aynı amellerin işlendiği takdirde , kıyamete kadar yaşayacak olan toplumların başına gelebileceği hiç düşünülmemiştir. 

Elçileri olan Davud ve İsa (a.s) dili ile , Allah (c.c) nin lanetine uğramış olan İsrailoğullarının bu lanetlenme sebebi , sadece onlara has olduğu zannı ile okunduğunda verilmek istenen mesaj doğru anlaşılamamış olacaktır. Kötülükten sakındırmamak ve kafirleri veli edinmek şeklinde ortaya çıkan hayat tarzı kişileri ve o kişilerin oluşturduğu toplumların dünya hayatında fesada uğramasına sebep olarak ahiret hayatlarının da tehlikeye atacaktır. 

Çare olarak sunulan, Allah -Elçi-Kitap dahilinde yaşanan bir hayat kötülüklerin önlemesini ve kafir olanlarla velayet ilişkisi içinde olmayan bir yaşamı beraberinde getirmesi açısından , kişileri ve o kişilerin oluşturduğu toplumların, dünya hayatında "Salah" üzere bir yaşam sürmelerini beraberinde getirerek dünya ve ahiret hayatları cennete dönüşecektir. 

Müslüman toplumlar olarak yaşadığımız bir takım sorunların kaynağının münkere karşı olan duyarsızlığımız ve toplum içinde bu münkerin işlenmemesine yönelik olan amellerimizin eksikliği , ve kafirleri veli edinerek onların hevalarından uydurduklarına sarılan bir yaşam tarzı sürüyor olmamız olduğunu düşünürsek, İsrailoğullarının başına gelen lanetlenmenin bizim içinde geçerli olduğu ortaya çıkacaktır , bu lanetten kurtulmak için tek çaremiz ,Allah (c.c) tarafından önerilen yolu takip etmektir. 

İsrailoğullarına "Lanetli kavim" diyerek, kendimizi "Övülmüş kavim" gibi görmek , İsrailoğulları ile ilgili ayetlerin okunmasında yapılacak en büyük yanlıştır.

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Şubat 2015 Perşembe

Maide s. 12-14 Ayetleri Yahudi ve Hıristiyanlardan Alınan Misak

Kur'an okumalarında yaptığımız önemli yanlışlardan bir tanesi , İsrailoğulları veya Ehli Kitab a hitap eden Ayetler hakkında olup , bu Ayetlerden kendimize her hangi bir pay düşmediğini düşünmek , onlarla ilgili Ayetleri sadece onları lanetlemek için okumaktır. Halbuki o Ayetlerdeki "Ey İsrailoğulları" veya "Ey Kitap ehli" şeklindeki hitapları , "Ey Müslümanlar" şeklindeki hitaplar olduğunu düşünerek okuduğumuzda , dün İsrailoğulları veya Ehli Kitabın yaptıkları yanlışların aynısını biz Müslümanlarında yaptığını görürüz.

Kur'an , "İsrailoğulları" olarak hitap ettiği insanların , Allah (c.c) nin Elçilerine ve Kitaplarına karşı yaptıkları yanlışların, onları Dünyada nasıl bir sonuca sürüklediğini geçmişteki canlı örneklerini sunarak , Kur'anın nazil olduğu dönemdeki yahudileri aynı sona uğramamaları hususunda defaatle ikaz etmiş , onlar bu ikazları kulak arkası ederek , geçmişteki hainliklerine devam etmiş ve Muhammed (a.s) komutasında ordular tarafından yenilgiye uğratılarak Sünnetullahın tecellisi Müslümanların eli ile gerçekleşmiştir.

Yazımıza konu edeceğimiz Ayetler, Yahudi ve Hıristiyanların geçmişteki yaptıkları hataların Sünnetullah ın onlar üzerinde nasıl işlediği hatırlatılarak , bizlere hitaben " Aynı yolu izlediğimiz takdirde aynı sünnetin işleyeceğini" hatırlatmaktadır.

[005.012]  And olsun ki, Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Onlardan oniki reis seçtik. Allah: «Ben şüphesiz sizinleyim, salatı ayakta tutarsanız, zekat verirseniz, peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimede bulunursanız, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur» dedi.

[005.013]  Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.

[005.014]  «Biz hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık; onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular, bu yüzden aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.

Ayetleri sathi bir okuma yapacak olursak , Allah (c.c) İsrailoğullarından söz almış ve reislerine elçileri vasıtası ile bildirdiği emirleri yerine getirdikleri takdirde onlara bir takım vaadlerde bulunmuş , ancak onlar bu emirleri yerine getirmeyerek lanetlenmişler , aynı söz Hıristiyanlardan da alınmış , aynı hatayı onlar da yaparak laneti hak etmişlerdir. 

Ayetleri sadece Yahudi ve Hıristiyanlar bağlamında düşündüğümüz zaman, bize dönük mesaj taşıması gibi bir düşünce içinde olmamız mümkün değildir. Ancak Ayetlerdeki emirleri düşünecek olursak, aynı emirler ile bizler de muhatabız ve aynı yanlışı yaptığımız takdirde Sünnetullah bizim içinde işleyecektir. "Ayetlerin bize dönük nasıl bir mesajı olabilir ?" sorusunun cevabını şu şekilde vermek mümkündür.

Allah (c.c) yarattığı bütün insanlardan, Araf s. 172 -173. Ayetlerde görüldüğü üzere onlardan söz aldığını beyan etmektedir. Yarattığı insanların bu sözü unutmamaları ve hatırlarında tutmaları için, hatırlatıcı Elçi ve Kitaplar göndermiştir. İsrailoğulları Elçi ve Kitap ile muhatap olan bir kavim olması nedeni ile onların Kitap ve Elçilere yaptıkları muamelere örnekler verilerek aynı yolu izeleyenlerin akıbetleri hatırlatılmaktadır. 

Ayetlerdeki alınan sözü sıralayacak olursak aynı sözleri Müslümanlar olarak bizlerin de vermiş olduğu görülecektir.

1- Salatı ayakta tutmak.
2-Zekatı vermek.
3-Resullere inanmak ve onları desteklemek.
4-Allah güzel bir borç vermek.

Kur'an geneline baktığımızda bu 4 emir Allah (c.c) nin bütün Elçileri ile göndermiş olduğu emirler dahilinde olup , Allah (c.c) nin bizimle birlikte olması için gerekli olan şartlardandır. 

4. şıktaki Allah borç vermek, teşbihi bir anlatım olup, "Verdiğini belirli bir süre sonra geri almak" demektir. Bu borcun "Güzel" olarak ifade edilenin karşılığı ebedi Cennet , "Çirkin" olarak verilenin karşılığı ise ebedi Cehennem olarak ödenecektir. 

"Güzel borç" demek geniş bir anlama sahip olup bunun anlam alanı içinde , ihtiyacı olan kardeşinin ihtiyacını gidermek vardır. Nisa s. 160. Ayetinde İsrailoğullarının sözlerini bozmalarına örnek olarak faiz almaları gösterilmektedir. 

Faizli işlemleri yasaklayan Allah (c.c) nin bu emrine aykırı bir hareket en küçük birim olan insandan başlayarak , en büyük birim olan insanların oluşturudukları devletlerin batmasına sebeb olmaktadır. Zengini daha daha zengin yapan bu şekil bir işlemin uygulanamasına sebeb olmak , Dünya hayatında ekonomik helaklara sebeb olacak , Ahiret hayatında ise ebedi azaba sebeb olacaktır. 

Bu emirleri yerine getirdiğimiz takdirde , vereceği karşılığı bildiren Rabbimizin bu emirlerini çiğneyen Yahudi ve Hıristiyanlara Dünya hayatlarında verdiği cezadan bahsedilmektedir. Yaptığımız okuma yanlışı da buradadır. Biz onlara verilen bu cezaların sadece onlara has olduğu zannına kapılarak Ayetleri okuduğumuz için, bizlerinde aynı yanlışı yaparak onlardan bir farkımız kalmadığını maalesef unutmaktayız. 

Allah (c.c) nin bizler için vaz ettiği kurallar bütünü sadece Ahiret endeksli olmakla kalmayıp, öncelikle Dünya hayatımızın selameti için konulmuş kurallardır. "Salatı ikame etmek" şeklindeki emri sadece 5 vakit namaz olarak görüp , bunu eda ettiğimiz zaman bu emri yerine getirdiğimiz düşüncesi yapılacak en büyük hatadır. 

"Salat" kelimesinin anlam alanı sadece Namaz ile sınırlı olmayıp , Namaz bu kelimenin sadece bir cüzüdür. Bizlere emredilen "Salatın ikamesi" hayatın her anında geçerli olup sadece Cami içinde sınırlı değildir. Sadece Cami içinde olduğu zannedilen Salatın ikamesi , hayatın diğer kesimlerinde ayakta tutulmayarak terkedildiği için toplumsal sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. 

"Zekat" kelimesinin özellikle mal temizleme boyutu sosyal yardımlaşmanın en büyük tezahürüdür. Temizlenen mal  ihtiyaç sahipleri arasında paylaştırılarak ihtiayçlar giderilir , mal sadece zenginler rasında gezen bir meta haline gelmemiş olur. Bunun tersi bir uygulama toplum içinde zengin ile fakir arasında büyük uçurumlar meydana getirip , düşmanlıklara vesile olacaktır.

Allah (c.c) nin bizler için vaz ettiği kuralların terkedilmesi toplumsal olarak çöküşlere yol açabileceği ve Dünyayı cehenneme çevireceğini bu gün canlı örnekleri ile görmekteyiz. Kevni Ayetleri okuyarak güç ve servet sahibi olanların , Elçileri vasıtası ile gönderilen ve bir nevi kevni Ayetleri okuma klavuzu olan Kitapların arkaya atılması neticesinde, Dünya müstekbirlerin elinde cehennem haline gelmiştir. Şayet yukarda belirtilen 4 emir hayat safhasına konulmuş olsaydı , insanların birbirlerine olan düşmanlıklarının sebeb olduğu kaos ortamı olmayacak ve Dünya cennet haline gelecektir.  

 Diğer Ayetlerde bu emirlerin yerine getirilmemesi sonucu onların başlarına gelenler hatırlatılmaktadır.

1- Sözlerini bozmaları.
2-Kalplerin katılaşması.
3-Kelimeleri yerlerinden oynatmaları.
4-Hatırlatılan şeyden pay almayı unutmaları.
5-İhanet.

Bu fiileri işlemeleri sonucunda onların lanetlendiği bildirilmektedir. Rabbimiz bunları Kitabında bildirmekle, sadece bir kavmin yaptıklarını bizlerin bilmesini istemekten ziyade , lanetini hak edenlerin nasıl bir cürüm işlemeleri sonucu buna hak kazanacaklarını hatırlatarak bizlerin de aynı yanlışa düşmememizi istemektedir. 

Bu Ayetler çerçevesinde Müslümanlar olarak kendimizi biraz düşünelim , şu an da yukardaki bildirilen 5 şık içindeki amellerin hangisi bizde yok ?. 

Örnek nesil dediğimiz Ashab , Allah (c.c) nin kendilerine emrettiklerini yerine getirmeleri ile ilgili olan ve bizlerin örnek alması gereken 9 ve 10. Ayetleri bu emirleri hayatlarında nasıl pratize ettiklerini şöyle anlatmaktadır.

[059.009]  Onlardan önce o diyarı yurt edinmiş ve göğüslerine imanı yerleştirmiş olanlar; kendilerine hicret edip gelenleri severler. Ve onlara verilenlerden ötürü içlerinde bir çekememezlik duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları, kendilerine tercih ederler. Her kim nefsinin tamahkarlığından korunabilmişse; işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.

[059.010]  Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin» derler.

Bu Ayetler , konumuzun başlığı olan Ayetlerde beyan edilen alınan sözün , Ensar ve Muhacir üzerindeki yansımasını anlatmaktadır. Her şeyini terk ederek sadece Allah rızası için hicret edenlere Medine deki Ensar kucak açmış ve her şeyini onlarla paylaşmıştır. Allah (c.c) ye vermiş oldukları sözden caymayan , Salatı ve Zekatı ikame eden , Resulu destekleyen , Allaha güzel bir borç veren Mü'minleri Allah (c.c) Sünneti gereği başarıya ulaştırmıştır.  

[048.029] Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir.

Fetih s. 29. Ayeti , Allaha verdikleri söze sadık kalanların Muhammed (a.s) ı nasıl destekledikleri anlatılmaktadır. Ancak ilerleyen zamanda verilen sözlerin unutulması sonucu bu durum ters dönmüş ve birbirlerine karşı merhametli olanların torunları , birbirlerine karşı şedid olmaya başlayarak kardeş kanı dökmekten geri durmamışlardır.

Ne zamanki "Yahudileşme Temayülü" diyebileceğimiz yamulmalar ortaya çıkmış ve ondan sonra kalplar katılaşmış ve Ensar ve Muhacirin birbirine olan kardeşliğinin tersi şiddetinde düşmanlıklar ortaya çıkmış , hala devam etmektedir.

14. Ayette , Hıristiyanların verdikleri sözü unuttukları ve bu sözleri hayatlarına pratize etmedikleri bildirilerek onların aralarına kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık salındığı bildirilmektedir. Bu Ayeti okuyan birisi haklı olarak , "Peki Allah böyle diyor ama bu gün Müslümanlar Hıristiyanlardan daha şiddetli olarak birbirlerine düşman olmasını nasıl izah edersiniz" dediğinde çoğumuz bunun cevabını bulamayız , oysa cevabı basittir.

Bu durum sadece Yahudi ve Hıristiyanlar çerçevesinde değil , Arz üzerinde geçerli olan yasalar yani Sünnetullah çerçevesinde değerlendirilerek cevabı bulunabilir. 

Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarına, yaşadıkları hayat içinde uyulması gereken bir takım vecibeler yüklemiştir. Bu vecibeler yarattığını en iyi bilmesi bakımından insan için en doğru olan hükümleri ihtiva etmektedir. İnsanlar bu hükümler çerçevesinde bir hayat sürdükleri zaman hem Dünyada mutlu ve mesut bir hayatın , hemde Ahirette ebedi saadetin yolu açılmış olur. 

Ancak İnsanların bir çoğu bu yasaları çiğneyerek başka yasalara tabi olmak sureti ile hem Dünyalarını hemde Ahiretlerini berbat etmektedirler. Allah (c.c) nin hükümlerine tabi olarak yaşanan bir hayatın kesitini Haşr s. 9 -10, Fetih s. 29. Ayetlerinini meallerini paylaşarak nasıl pratize edildiğini görmüştük. 

Ancak Yukarda sıraladığımız hükümleri hiçe sayarak yaşanan bir hayatın karşılığı insanların arasına kin ve düşmanlık başgöstermesi ve kan dökülmesidir. Bu durum Hıristiyanlar bazında pratize edilerek "Aralarına kıyamete kadar kin ve düşmanlık salındığı" nın beyan edilmesi bu düşmanlığın onların kendi yaptıklarına karşılık Sünnetullahın tecelli etmesi olarak okunmalıdır. Bu şekil bir hayatı süren kim olursa olsun aynı yasalar onlar içinde geçerli olacaktır. 

ŞİMDİ SORUYORUZ ; BU GÜN MÜSLÜMANLAR OLARAK YAHUDİ VE HIRİSTİYANLARIN YAPMIŞ OLDUKLARI YANLIŞLARIN AYNISINI BİZLER FAZLASI İLE YAPMIYORMUYUZ? 

 El cevab ; evet yapıyoruz. 

Bu demektir ki Allah (c.c) nin arz üzerinde cari olan Sünneti bizler içinde işlemiş ve bizim aramıza da kıyamete kadar kin ve düşmanlık salınmıştır . Bu salınmayı bizler kendi ellerimizin işledikleri sonucu kazanmış olup suçun sorumluluğu tamamen bizlere aittir.

Soru =Peki bu durumdan kurtulmanın yolu varmıdır ?.
El cevap = Tabiki vardır.

Bu durumdan kurtulmanın yolu yukarda sayılan 4 şıkkın hayat içinde pratize edilmesidir. Salatı ve Zekatı yeniden doğru olarak ayağa kaldırmak , Resullere inanmak ve onları desteklemek. Resulun olmadığı bir zaman içinde bunun uygulaması onların örnekliğini hayata pratize etmek şeklinde şeklinde olacaktır. 

Kur'an Ayetleri Allah (c.c) ye kul olmuş Mü'minlerin tarih boyunca Elçilerin önderliğindeki tevhid mücadelesinin örnekleri ile doludur. Bizler bu Ayetleri masal olaak değil hayata pratize örnekleri olarak okuyarak aynı yoldan gitmek zorundayız. Bu yol bizi yeniden birbirimize karşı merhametli , kafire karşı şiddetli , Ensar Muhacir kardeşliğinin Kur'an Ayetlerine yansıyan şeklini yeniden yaşatacaktır. 

İsrailoğulları ile ilgili anlatımları sadece onlara mahsus bir okuma ile değil , Sünnetullahın tecellisinin canlı örnekleri olarak okuduğumuzda bu gün yaşayan bizlerin , muhatap olduğu Ayetlerin sadece Cennet ve nimetleri ile ilgili Ayetler olmadığını görürüz. Bir kısım Ayetler kafirlere , bir kısım Ayetler münafıklara , bir kısım Ayetler müşriklere , bir kısım Ayetler ehli kitaba inmiş gibi okuyup , Cehennem Ayetlerini onlara, Cennet Ayetlerini bizlere inmiş gibi okuduğumuzda , Yahudilerin kendilerini seçilmiş kul zannına kapılması misali bizde kendimizi seçilmiş kullar olarak görmeye başlarız. Halbuki Allah (c.c) nezdinde böyle bir kul zümresi asla yoktur, hangi kul , veya hangi kavme mensup olursak olalım onun koyduğu yasalara uyanlar felaha ereceklerdir. 

Sonuç olarak ; Kur'anın bizden öncekilerin başlarından geçen bazı olayları anlatması sadece onlarla ilgili bir durum olarak okunmayıp ibret almak maksadı ile okunmalı ve yapılan doğrular örnek alınmalı , yapılan yanlışların tekrarlamamalıdır. Allah (c.c) nin söz aldığı insanlar sadece Yahudi ve Hıristiyanların olduğu zannı ile okunan bu Ayetlerden bizlerin herhangi bir mesaj okuması pek mümkün olmayacaktır. Allah (c.c) nin biz Müslümanlardan da söz aldığını düşünerek okuduğumuz zaman tıpku Yahudi ve Hıristiyanların izlediği yolu bizlerin de izlediği görülecek ve bu günkü zelil halimizin sebebi daha iyi anlaşılacaktır. Durumuzu düzeltmek için Allah (c.c) nin İsrailoğullarına verdiği emirlerin bizler içinde geçerli olduğu şuuruna vakıf olmak ve emirleri hayat içinde pratize ederek Allah (c.c) nin bizlerle birlikte olmasını yeniden sağlamak , ve bunun yolu da Sahabenin bu konudaki icraatının, Kur'an Ayetlerindeki anlatımlarını okuyarak hayata geçirmek gerekmektedir.

Maide s. 12-14. Ayetleri arasında yapılan anlatımı bu gözle okuduğumuzda düşülen durumun sadece Yahudi ve Hıristiyanlara mahsus olmadığı , aynı yoldan gidenler kim olursa olsun aynı tehlike ile karşı karşıya kalacakları unutulmamalıdır. Biz Müslümanlar açısından okuduğumuz zaman aynı durumun bizler içinde geçerli olduğu , şu anda içinde bulunduğumuz birbirimize karşı olan düşmanlık ve kini terketmek için gerekli olan yol yine bu Ayetlerde beyan edilmektedir. Bugün eğer yeni bir Elçi ile yeni bir Kitap gelmiş olsaydı Ayet içinde bahsedilen Yahudi ve Hıristiyanların yerini biz Müslümanlar alacak aynı ibareler sadece isim değişikliği ile yeniden nazil olacaktır. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.