33. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
33. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2019 Perşembe

Süleymaniye Vakfı Mealinde Nur s. 33. Ayetine verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an, kendi iç bütünlüğünde anlam örgüsüne sahip bir kitap olmasından dolayı, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatmak isteyenlerin ayaklarının tökezleyerek deşifre olmasını sağlamaktadır. Çünkü bu kimseler, bir ayette geçen kelimeyi doğru çevirirken, başka bir ayette geçen aynı kelimeyi, indi düşüncelerini kitaba onaylatmak amacı içinde olduklarından dolayı farklı çevirmek suretiyle, çelişkili bir anlama imza atmaktadırlar.

Bu yazımızda, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde Nur s. 33. ayetine verilen anlam üzerinde durmaya, ön yargılı bir okumanın nasıl bir çelişkiye imza atılmasını sağladığını göstermeye çalışacağız.

Ayetin Arapça metni, ve vakıf tarafından yapılan meali şöyledir: 

وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّىٰ يُغْنِيَهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ ۗ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا ۖ وَآتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ ۚ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar kendilerine hakim olsunlar. Eliniz altındaki esirlerden hürriyet sözleşmesi (kitabet) yapmak isteyenlerde bir iyi tutum biliyorsanız sözleşmeyi yapın. Allah’ın size verdiği maldan da onlara verin. Eğer evlenmek isterlerse dünya hayatının geçici menfaatinin peşine düşerek kızlarınızı isyana zorlamayın. Kim onları zorlarsa, zorlanmalarından sonra Allah onları bağışlar, ikram eder.[*] 


 Yapılan mealin altına vakıf tarafından yazılan dipnot ise şöyledir: Yazılan dipnotta


[*] Bakirelerle ilgili müteşâbih âyet:
Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Evlenmek isterlerse kızlarınızı, şu hayatın malını arzu ederek aşırı davranışlara zorlamayın.” (Nur 24/33)
Ayette geçen فَتَيَات = genç kızlar, bakire kızlardır.
إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا (in eredne tehassunen) =evlenmek isterlerse, anlamına gelir.
تَحَصُّنً = tehassun kelimesinin buradaki anlamı muhsana olmaktır. Muhsana, Nisa 4/24. âyette evli,  Nisa 4/25. âyette de namuslu anlamında kullanılmıştır. Gençliğinin baharında olan genç kızlar zaten namuslu olacakları için âyetin anlamı “evlenmek isterlerse” şeklindedir. Bu âyet evlenme ile ilgili olduğundan başka bir anlama çekilmesi imkânsızdır.
Kur'ân, makrû’ (مقروء) = bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. (Lisan’ul-arab) Kelimenin çoğulu yoktur; tekil için de çoğul için de kullanıldığı için kur’ân = قُرْآن kelimesine “kur’ânlar” diye de anlam verilebilir.
Ayet kümeleri, işlenen konu açısından aralarında benzerlik bulunan ayetlerin, bir araya getirilmesiyle oluşturulur. Küme tamamlanmadan istenen açıklamaya ulaşılamaz. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Onu kur’ânlar halinde böldük ki insanlar müks içinde iken onu onlara okuyasın. (İsrâ 17/106)
Müks = مُكْث, “durup beklemek” demektir. Ayetlerin açıklamasına ancak bir ilim heyeti birlikte ulaşabilir. İlgili ayetlerden biri de şöyledir:
Bu bir kitaptır ki, ayetleri; bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça kur’ânlar halinde açıklanmıştır. (Fussilet 41/3)
Bu yöntem sahabeden sonra unutulmaya başlandığı için ayetlere verilen meallerde büyük yanlışlar vardır. Buradaki meal, o yanlışlardan biridir.

Yazılan dipnotta geçen "Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi, vakfın ön yargılı bir okumasının örneğini göstermektedir. Çünkü vakıf bu ayetten evlenecek genç kızlara baskı yapılmaması gerektiğini, ayete söyletmeyi amaçlamaktadır.

Vakıf mealinde, ayet içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin, "genç kız, bakire kız" anlamına sahip olduğu belirtilmektedir. Aynı kelime Nisa s. 25. ayetinde de geçmekte, fakat aynı kelimeye vakıf Nisa s. 25. ayetinde farklı bir anlam vermektedir.,

Nisa s. 25. ayetine vakıf tarafından verilen anlam şu şekildedir:

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hakimiyetiniz altında olan MÜMİN ESİR KIZLARINIZI nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz[1*]. Onları (esir kadınları), iffetli /muhsana olmaları, zinadan uzak durmuş ve gizli dostlar edinmemiş olmaları şartıyla onları, ailelerinin[2*] izni ile nikahlayın ve mehirlerini kendilerine, marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak verin. Evlendikten / muhsana olduktan[3*] sonra da zina etmiş olarak karşınıza çıkarlarsa onlara verilecek ceza, hür kadınlara verilen o cezanın yarısı kadardır[4*]. Bu ruhsat[5*], içinizden zor duruma düşmekten korkanlar içindir. Ama sabretmeniz daha iyi olur. Allah bağışlar ve merhamet eder. 

Mealde altını çizdiğimiz kelimelere dikkat edilirse, Nisa s. 25. ayeti içinde geçen مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِcümlesine, vakıf tarafından doğru şekilde "mümin esir kızlarınız" anlamı verilmiştir. Yani فَتَيَاتِكُمُ kelimesi, savaşta ele geçirilen kadın köle veya cariye olarak bildiğimiz bir anlama sahip olarak çevrilmiştir. Fakat aynı kelime Nur s. 33. ayetinde aynı anlamda çevrilmemiş, genç kız anlamı verilerek çevrilmiştir. 

Burada, "Bir kelime bütün ayetlerde aynı anlamda olmak zorunda mı, neden bir ayette farklı bir ayette farklı anlamda kullanılmış olmasın?" şeklinde bir soru sorulabilir. Arapçada bir kelimenin çok anlama sahip olmasından dolayı böyle bir durum elbette mümkündür ve bunun örnekleri Kur'an'da bulunmaktadır. Fakat bahsi geçen kelimenin, bir ayette esir kız, bir ayette genç kız anlamında kullanılmış olması kanaatimizce mümkün değildir. Kelimenin doğru anlamı esir kız yani genellikle cariye olarak bildiğimiz şeklindeki kullanımıdır. Her iki ayette de bu anlamın kullanılması gerekirken, vakıf tarafından yapılan mealde maalesef bunu görememekteyiz.

Peki vakıf neden bu kelime için farklı bir kullanım ihtiyacı duymuştur?. Bu sorunun cevabını dipnotta görmek mümkündür. Yapılan dipnottaki " Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi her şeyi açıklamaktadır. Genç kızlara evlilik konusunda baskı yapılması elbette kabul edilebilir bir durum değildir, ancak bunu zorlamalarla ayetten çıkarmaya kalkmak ise, hiç kabul edilebilir değildir. 

Nur s. 33. ayet içinde kafaları karıştıran bir diğer cümle, cariyelerin yani esir kızların fuhşa zorlanması ile ilgilidir. Cümlenin metni şu şekildedir: وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

Cümlenin genel olarak yapılan çevirileri ise şu şekildedir:

"Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın."
 Cümle içinde geçen عَلَى الْبِغَاءِ kelimesi, vakıf tarafından isyan anlamında çevrilmiş olmasına karşın, فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin esir kız anlamında kullanılması gerektiğini dikkate aldığımızda, bu kelimenin, kadının kendisi için için belirlenmiş haddi aşmış olmasını ifade eden fuhuş anlamında kullanılmış olması daha isabetli görünmektedir. Çünkü Kur'anda bu şekilde kullanımı görülmektedir. 

الْبِغَاءِ kelimesinin kadın ile birlikte kullanıldığı zaman, kadının iffeti namusu ile ilgili kullanıldığına dair iki ayet örneğini, Meryem suresi içinde görmekteyiz. Bu suredeki ayetlerin mealini yine vakıf mealinden alıntı yaparak vermek istiyoruz.

(Meryem 19/20) --- Meryem dedi ki “Benim nereden çocuğum olacak; bana erkek eli değmedi. Yoldan çıkmış (bağıyyen)biri de değilim.” 

(Meryem 19/28) --- Ey Harun’un[*] kızkardeşi! Baban kötü bir kişi değildir, anan da yoldan çıkmamıştır (bağıyyen).” 

Meallerden de görüldüğü üzere vakıf, ayet içinde geçen bağıyyen kelimesini kadının iffeti namusu ile ilgili bir anlam vererek doğru şekilde çevirmiş, fakat Nur s. 33. ayeti içinde geçen الْبِغَاءِ kelimesini ise, isyan anlamı vererek çevirmiştir. Vakıf, Nur s. 33. ayeti içinde geçen kelimeye de Meryem s. 20. ve 28. ayetleri doğrultusunda bir anlam vermesi gerekirken, isyan anlamı vermiş olması, ön yargılarını ayete söyletmek istemelerinin bir sonucudur. 

Yine bu cümle içinde bulunan وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚve ekseriyetle "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" olarak çevrilen cümle, eğer bir cariye kendi isteği ile fuhuş yapmak isterse, Kur'an buna müsaade mi ediyor? şeklinde bazı zihinlerde soru işaretlerine maruz kalmaktadır. 

Öncelikli olarak burada sorulması gereken soru, cümlenin çevirisinde herhangi bir sorun olup olmadığı noktasında olmalıdır. Yoksa mevcut mealler üzerinden gidilerek varılan bir sonuç, bizleri tıpkı bu cümlenin çevirisinde olduğu gibi yanlış iddialara ve düşüncelere sevk edebilir. 


Nur s. 33. ayetinin Muhammed Esed tarafından yapılmış olan çevirisinin daha makul olduğunu düşünerek, önce ayetin onun tarafından yapılmış olan çevirisini verecek, daha sonra ayet üzerinden tarihi arka planı okumaya çalışacağız. 

Muhammed Esed: 

Nur s. 33 ---- Evlenmeye imkan bulamayanlar, Allah kendilerine lütfuyla bu imkanı verinceye kadar iffetli davransınlar. Yasal olarak sahip bulunduğunuz kimselerden azatlık sözleşmesi yapmak isteyen olursa, kendilerinde iyi niyet görüyorsanız bu sözleşmeyi onlar için yazın; ve Allah’ın size bahşettiği kendi zenginliğinden onlara (paylarını) verin. Ve eğer evlenerek iffetlerini korumak istiyorlarsa, sakın, dünya hayatının geçici hazları peşine düşerek, (hürriyeti sizin elinizde bulunan) cariyelerinizi fuhşa zorlamayın; kim onları buna zorlarsa, bilsin ki, maruz kaldıkları bu zorlanmadan ötürü, Allah (onları) acıyıp esirgeyecek ve bağışlayacaktır!

Esed tarafından yapılan bu çeviri metnin gerçeğine daha yakın olup, ayet içinde geçen تَحَصُّنًا kelimesine, evlenmek sureti ile namuslu kalmak anlamı verilmiştir.

Kölelik sistemi nuzül dönemi insanlık aleminin bir gerçeği olup, Arap toplumu da bu gerçeği yaşamakta idi. Kadın ve erkek köle edinmek, savaşların bir parçası olup, Kur'an bu gerçeği kabul ederek, bir takım ıslah düzenlemelerine gitmiştir. Nur s. 33. ayeti de bu düzenlemenin bir parçasıdır. Şöyle ki: 

Köle statüsüne sahip olan bir kimse ücretli olarak çalışarak hürriyeti elde etme hakkını kazanabiliyor, cariye olarak bildiğimiz köle kadınlar ise bazı kimseler tarafından fuhuş sektöründe kullanılabiliyordu. Ayet, fuhuş sektöründe kullanılan cariyelerin bu işlerde kullanılmasını, evlenmek isteyenlere mani olunarak fuhuş sektöründe zorla çalıştırılmasını yasaklamaktadır.

Maalesef bir çok mealde yanlış anlamalara yol açabilecek olan "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" şeklinde bir çeviri yapılarak, bir çok kimsenin kafasında soru işaretlerinin oluşmasına yol açılmıştır. 

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Nur s. 33. ayeti maalesef ön yargılara kurban edilmek istenilmiş, fakat Kur'an kendi iç bütünlüğünde bir anlam örgüsüne sahip olmasından dolayı, vakıf tarafından yapılan bu ayet meali yine kendi yaptıkları diğer ayet mealleri tarafından ret edilmektedir. 

Ayet  içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ ve الْبِغَاءِ kelimeleri Kur'an bütünlüğüne riayet edilmemek sureti ile çevrilmiş, fakat vakıf bu hatası ile yine Kur'an tarafından tökezletilmiştir. Kendi yaptıkları meallerden örnekler vererek yaptıkları hatayı ortaya koymaya çalışmış olmamız, vakfın meal çalışmasında dikkatli davranmadığını göstermektedir.

Tavsiyemiz, vakfın ön yargılarını kırması ve yaptıkları ayet meallerinin diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz edip etmediğinin kontrole tabi tutulmasıdır.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Furkan s. 33. Ayeti: Kur'an'ı Allah (c.c) mi Tefsir Eder?

Kur'an'ın bağlam ve bütünlük gözetilerek okunması, bu kitabın doğru anlaşılması için olmazsa olmazlardan bir tanesidir. Bu yöntem dikkate alınmayarak yapılan okumalar maalesef, yanlış sonuçlar çıkarılmasına, ve Kur'an'ın gündem edilmesine alerji duyan bazı kimselerin ellerine koz geçmesine sebep olmaktadır. Yazımızda Furkan s. 33. ayetini konu ederek, bağlam gözetilmeden yapılan bir çıkarıma dikkat çekmek istiyoruz.

[025.033] Hem onlar sana her hangi bir mesel ile gelmezler ki mutlak biz sana hakkı ve tefsirin en güzelini getirmiş olmayalım.

Bazı kimseler Kur'an ile ilgili yazılmış olan tefsir kitaplarının gereksizliğini, hatta daha ileri giderek, böyle bir çalışmanın Şirk ve Küfür olduğunu öne sürerek, bu ayeti delil olarak getirmekte, bu ayete göre tefsir yapma hakkının sadece Allah'a ait olduğunu öne sürmektedirler. Biz tefsir kitaplarını savunmak veya Kur'an'ın tefsir kitapları olmadan anlaşılamayacağını iddia etmek adına böyle bir eleştiri yapmadığımızı hatırlatarak, asıl sıkıntının ayetin bağlamı dikkate alınmadan yorum yapılmasından kaynaklandığını hatırlatmak istiyoruz.

Furkan s. 3. ayetinde Allah (c.c) birilerinin Muhammed (a.s) a bir mesel ile geldiklerini söylemekte, ona getirilen bu mesele karşı en güzel cevabı ise, Allah (c.c) nin verdiği haber verilmektedir. Muhammed (a.s) a kimin nasıl bir mesel geldiğini ise, bir önceki ayette görmekteyiz.

[025.032]  İnkar edenler: «Kuran ona bir defada indirilmeliydi» derler. Biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirdik ve onu ağır ağır okuduk.

Bu ayette, Kur'an'a iman etmemek için bazı nedenler ortaya koyan inkarcıların Kur'an'ın parça parça indirilmesini dillerine doladıklarını görmekteyiz. Kur'an eğer bir defada inmiş olsa bile gene iman etmeyecek olan bu kimseler bu sefer de, neden parça parça inmedi diyerek bir şekilde iman etmemek için gerekçeyi bulacaklardı. 

İnkarcıların "Kuran ona bir defada indirilmeliydi" sözlerine karşı Allah (c.c) neden böyle bir indirme şekli tercih etmediğini" Biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirdik ve onu ağır ağır okuduk." şeklinde bir cevap ile  beyan etmektedir

Furkan s. 33. ayetinde Allah (c.c), işte inkarcıların bu iddialarına bir önceki ayette verdiği cevabı pekiştirmektedir.

[025.033] Hem onlar sana her hangi bir mesel ile gelmezler ki mutlak biz sana hakkı ve tefsirin en güzelini getirmiş olmayalım.

Mesel; Ayağa kalkıp dikilmek anlamında , Tefsir ise açıklamak, beyan etmek, ortaya çıkarmak anlamında bir kelimedir. Kafirlerin mesel ile gelmesi demek, Kur'an'ın karşısına dikilmek için bu şekilde bir bahane üretmesi anlamına gelmektedir. Allah (c.c) zımnen, "o inkarcılar senin karşısına dikilmek için nasıl bir bahane üretirlerse üretsinler, biz onların Kur'an'a karşı getirdiği bahanelerine karşı en iyi cevabı veririz" demektedir.

Görülmektedir ki, Allah (c.c) nin tefsiri Kur'an ile ilgili değil, inkarcıların Kur'an hakkında ortaya attıkları bir iddianın reddi ile ilgilidir. Bağlam ve bütünlük gözetilmeden okunan Furkan s. 33. ayeti, maalesef bazılarının elinde bir kılıca dönüşerek, tefsir çalışmalarının gereksizliği veya küfrü gerektiren bir durum olduğu şeklinde bir yoruma dönüşebilmektedir.

Kur'an'ın bağlam gözetilerek okunması, bu gibi yanlışlara düşme ihtimalini en aza indirdiği gibi, Kur'an'ın din konusunda merkeze alınmasından rahatsız olanların eline herhangi bir koz geçmesine de engel olacaktır.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 



9 Ocak 2017 Pazartesi

Mustafa İslamoğlu'nun Maide s. 33. Ayeti Hakkında Söylediği Sözler Üzerine Bir Mütalaa

23-12-2016 tarihinde Hilal tv ekranlarında yayınlanan "Vahiy ve Hayat" programında, sayın Mustafa İslamoğlu hocanın, terör ve şiddet konusunda yaptığı konuşma içinde geçen ,Maide s. 33. ayeti hakkında söylediklerini, kendi ifadesi ile, yıllarını bu yola harcayan bir kimsenin ağzından dökülmemesi gereken sözler olarak düşündüğümüzden dolayı , onun ağzından çıkan bu sözler ile ilgili olarak bazı eleştirilerimiz olacaktır. 





Sayın hocanın konu ile alakalı olarak söylediği sözler, izlemek isteyenler için programın 2 saat 3. dakikasından itibaren başlamaktadır. 

Sayın hocanın Maide s. 33. ayetine verdiği meal hakkında daha önceden bir değerlendirme yapmaya çalıştığımız için , bu değerlendirmeyi burada tekrar etmeye gerek duymuyoruz.Sayın hocanın bu ayete yaptığı çeviri hakkındaki düşüncelerimiz, okumak isteyenler için aşağıdaki verdiğimiz linkte mevcuttur.

https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/01/maide-s-33-ayetine-esedislamoglu-ve.html

Sayın hoca Maide s. 33. ayeti ile ilgili sözlerine başlamadan önce , şiddetin sınırının meşru müdafaa olduğunu söyleyerek, sözü Muhammed (a.s) ın işkence emri vererek insan öldürttüğü iddiasının dayanağı olduğu söylenen Maide s. 33. ayetine getirmektedir. Muhammed (a.s) ın işkence emri verdiğini "İftira" olarak niteleyen sayın hocanın bu tesbitine katılmamak mümkün değildir. Ancak "İftira" olarak yaptığı tesbitin Maide s. 33. ayeti ile ilgili kısmına katılmak ta mümkün değildir.

Maide s. 33. ayeti ile ilgili kendisinin yapmış olduğu ve bizim yanlış olduğunu düşündüğümüz şekilde anlamını okuduktan sonra sayın hoca , ayetin inşa cümlesi değil haber cümlesi olduğunu , Kur'an'ın el ve ayakların çaprazlama kesilmesini emretmediğini , Peygamberimizin bu cezayı uygulamamış olmasından yola çıkarak iddia etmektedir. 

Dahası bu cezanın , Taha s. 71 , Şuara s. 49 ve Araf s. 124. ayetlerinde Firavun tarafından, iman eden sihirbazlara uygulanmış olduğundan yola çıkarak , Kur'an'ın bu cezayı Firavun cezası olarak gördüğünü söylemekte , Firavun tarafından uygulanan ceza sisteminin, Allah (c.c) tarafından peygambere emredilemeyeceğini ve bunun Allah'a atılmış bir iftira olduğunu söylemektedir.

Sayın hoca şayet , Maide s. 33. ayeti hakkında söylediklerini "Ben bu ayetin anlamının böyle düşünüyorum" şeklinde bir ifade kullanarak söylemiş olsaydı , yine bu görüşüne katılmamakla birlikte , en azından kendi düşüncesidir diyerek ses çıkarmayabilirdik. 

Ancak sayın hocanın , Maide s. 33. ayetinin bazı guruplar tarafından isitismar edilerek , Muhammed (a.s) ın işkence uygulamış olduğuna dair uydurma rivayetlerin delili olarak görmelerine , ve marjinal İslami gurupların bu ayete sarılarak insanlara işkence yapmalarının yanlış olduğuna dair düşünceyi, ayete yanlış anlam vermek sureti ile dile getirmesi yanlış bir tutumdur.

Dikkat edilirse sayın hoca konuşmasında sadece Maide s. 33. ayetini okumak sureti ile görüşlerini dillendirmiş , aynı konu ile alakalı olan 34. ayete hiç değinmemiştir. Şayet bu ayete de değinecek olsaydı , dile getirdiği görüşlerin ve ayete verdiği anlamın yanlış olduğu kolayca ortaya çıkacaktı.

[005.034] Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Biliniz ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Ayete dikkat edersek , bir önceki ayet ile bağlantılı olup , 33. ayete verilen anlamın 34. ayet ile uyuşması gerekmektedir. 

Şimdi bir an için , Maide s. 33. ayetinin anlamının sayın hocanın iddia ettiği gibi , Allah (c.c) nin emretmediği bir ceza olduğunu , bu cezanın Firavun tarafından uygulanan bir ceza olduğunun haber verildiğini düşünerek , 34. ayeti okumaya çalışalım. 

34. ayette , 33. ayette önerilen cezaların uygulanmasına engel olan istisnai bir durumdan bahsedilmiş olduğu noktasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Bu cezanın uygulanmasına istisna getiren durum, suç işleyenlerin artık tevbe ederek bir daha böyle bir suçu işlememek sureti ile normal bir hayata geçmiş olmalarıdır. Ancak bu istisna suçu işleyerek yakalandıklarında "Şimdi tevbe ettim" diyenler için geçerli değildir.

Ayet içindeki "Min gablu en takdire aleyhim" (Sizin onlara güç yetirmenizden önce) cümlesindeki "Takdire" kelimesinin muhatap zamiri olmasına dikkat edilmelidir. Ayet, karşıdaki muhataba yani ilk muhataplar bazında olaya baktığımızda Muhammed (a.s) a ve ashabına hitap etmektedir.

Eğer Maide s. 33. ayeti Firavun tarafından uygulanan bir cezayı haber vermiş olsaydı , 34. ayette neden Müslümanlara hitaben "SİZİN ONLARA GÜÇ YETİRMENİZDEN ÖNCE" şeklinde bir ceza uygulaması istisnası getirilsin? . Çünkü bu cümle 33. ayet içinde önerilen cezalar hakkında Muhammed (a.s) ve ashabına hitaben , onların cezayı uygulamayacağı durumu beyan etmektedir.

Bu sorunun cevabı sayın hoca tarafından acaba ne şekilde verilebilir ?. 

Sayın hoca , bu konuda sözler sarf ederken kendi düşüncesini mutlaklaştıran bir üslup ile konuşmakla en baştan hatalı bir davranışta bulunmuştur. Hele hele bu ayetin el ve ayakların çaprazlama kesilmesini emrettiğini düşünmenin "İftira" olduğunu iddia etmesi, yenilir yutulur bir hata değildir.

Yapmış olduğu ayet çevirisi , indi kabullerinin bir sonucu olup , bu kabulünü Allah'a mal etmekle , konuşmasında değindiği gibi Allah adına konuşmaya kalkmıştır ve böyle bir yetkiye hiç kimse sahip değildir. Allah'ın ayetleri bazı art niyetli kimselerin elinde istismar ediliyor diye "Aslında o ayet öyle değil böyle" diyerek , ayetleri bağlamından kopuk bir anlam vermeye kalkmak, ilim ehli olan kimselere yakışan bir davranış değildir.

Şuna inanıyoruz ki , sayın hoca eğer Maide s. 33. ayetini ön yargılarını bir kenara bırakarak , 34. ayet ile birlikte düşünecek ve ona göre bir anlam vermeye kalkacak olduğunda , Maide s. 33. ayetine verdiği anlamın yanlış olduğunu rahatlıkla görecektir. Müslümanların bazı kimselerin gözündeki kötü imajını silmek için kimsenin Allah'ın ayetleri üzerinde oynayarak onları güzel göstermeye hakkı yoktur. 

Cezalarda asıl olan unsurun , caydırıcılık olması gerektiği unutulmamalıdır. Bir suça verilecek olan ceza , o suçun işlenmesine teşvik etmeye değil , başkaları tarafından işlenmemesi için caydırıcılık teşkil etmesi gerekmektedir. Maide s. 38. ayetine baktığımızda , hırsızlık için öngörülen cezanın "Nekalen" (ibretlik) olması şeklinde bir ifade içermesi , işlenen suçlar hakkında verilen cezaların nasıl olmasını da bizlere öğretmektedir. 

Maide s. 33. ayetinde verilmesi istenen cezalara bu açıdan bakılmasının, daha sağlıklı bir netice doğrucağını düşünmekteyiz.

El ve ayakların çaprazlama kesilme cezasının Firavun tarafından uygulanmış olması , bu cezayı Allah (c.c) nin de öneremeyeceği veya önermemesi gerektiği anlamına gelmez. Firavun'un bu cezayı kendisinden önceki nesillerden beri süregelen bir ceza, ve bu cezanın Allah (c.c) tarafından, Firavun'dan önceki zamanlarda yaşamış olan elçilere de vahyetmediği , Firavun'un bu ceza sistemini bu yolla oradan öğrenmediği konusunda hangimizin bilgisi vardır?.

El ve ayakların çaprazlama kesilmesi cezasının , Firavun tarafından uygulanmış bir ceza olduğu dikkate alınarak Allah (c.c) tarafından böyle bir ceza önermesinin yapıldığını düşünmenin, Allah'a iftira olarak düşünülmesi , aynı iftiranın bu ceza hakkındaki düşüncelerinden dolayı sayın hoca tarafından yapılmış olabileceğini de beraberinde getirecektir. 

Sayın hocanın iftira olarak nitelediği Maide s. 33. ayetinin yanlış anlaşılmak sureti ile , el ve ayakların çaprazlama kesilmesini emretmiş olması , şayet bu ayet sayın hocanın iddia ettiğinin tersine  bir anlam taşıyor ise , aynı iftirayı "Allah böyle bir ceza emretmiyor" demek sureti ile kendisinin atmış olması söz konusudur. 

Sayın hocanın düşmanlarının eline verdiği bir koz olduğunu düşündüğümüz Maide s. 33. ayeti ile ilgili düşüncelerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Söylemediği veya öyle söylemek istemediği sözleri üzerinden kendisine atılan iftiralar konusunda rahatsız olduğunu her fırsatta dile getiren sayın hoca , düşmanlarının eline bu tür yanlış çeviriler yaparak , kimse tarafından savunulamayacak malzemeler vermemesi gerekmektedir.

Sayın hoca halka açık olarak yapmış olduğu konuşmalarda Kur'an'ı anlama yöntemi ile ilgili olarak kullandığı ifadelerinin, izleyicileri tarafından dinlenerek o ifadelerin dinleyiciler tarafından örnek alındığını unutmamalıdır. Bu nedenle Kur'an hakkında söylediklerinin kendi anladığı olduğunu ifade etmesi , onu dinleyenler tarafından da örnek alınacaktır. Yaptığı konuşmada kendisinin bile yanlış yapacağını ifade etmiş olmasının dikkatimizden kaçmadığını söylemekle birlikte , Maide s. 33. ayeti hakkında ettiği sözler , önceki sözleri ile çelişki arz etmektedir. 

Maide s. 33. ayeti ile ilgili ettiği sözler, şayet daha dikkatli seçilmiş olsaydı , kendisininde bu konuda yanlış yapma ihtimalinin olduğunu ifade eden sözlere yer veren cümlelerle , bazı kesimlerin ağzına sakız verilmemiş olacak ve bu konuşması üzerinden düşmanlık yürütülmesine vesile olmayacaktı.

Bu konuda bizlere düşen görev , araştırmacı olmak , hiç kimse için " O dediyse doğrudur" şeklinde bir ön kabule sahip olmamak , yanlış olduğunu düşündüğümüz sözleri için kimsenin hatırına susmamak olmalıdır. Böyle bir yapıya sahip olan toplulukların başındaki kişiler , söyledikleri konusunda daha dikkatli, ve kendi yanlışlarını düzeltme noktasında daha gayretli olacaklardır. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.