Din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Şubat 2018 Pazar

Fatiha s. 4. Ayeti: Allah'ın Din Gününün Sahibi Olduğu İnancının Müslüman Hayatındaki Yeri Üzerine

Fatiha suresi, hemen hemen bütün Müslümanların ezberinde olan, her gün defalarca okunulan, fakat diğer sureler gibi anlamının yaşam içinde nasıl olması gerektiği yönünde herhangi bir fikir yürütülmeyen surelerden birisi olarak karşımızda durmaktadır. Bırakın anlamının hayat içinde nasıl olması gerektiğini, anlamının taban tabana zıttı olan inançlar, bir çok Müslümanın hayatında maalesef yer etmiş vaziyettedir.

Yazımızda, surenin 4. ayeti üzerinde durarak, bu ayetin nasıl bir mesajı olabileceği ve bu ayetin bir çok Müslümanın hayatındaki bazı inançla ile nasıl taban tabana zıtlık arz etiği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Surenin 4. ayeti olan Maliki yevmiddin ifadesi, bir çok mealde Din gününün sahibidir şeklinde anlamlandırılmaktadır. Peki nedir bu Din Günü, bu sorunun cevabını bizlere yine Kur'an vermektedir.

[015.035]  «Ve şüphesiz, din gününe kadar (ile yevmiddini) lanet senin üzerinedir.»
[015.036]  Dedi ki: «Rabbim, öyleyse onların dirileceği güne kadar (ile yevmi yub'asune) bana süre tanı.»

Hicr suresindeki bu ayetlerde, Din Günü olarak bildirilen günün, insanların yeniden diriltilecekleri gün olduğunu görmekteyiz.

[037.019] İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar.
[037.020] Ve dediler ki: Vay bize, bu; din günüdür.

[051.012] Din günü ne zaman? diye sorarlar.
[051.013] O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler.

Saffat ve Zariyat surelerindeki bu ayetlerde de, Din Günü olarak bildirilen zamanın, ölüm sonrası diriliş olduğu görülmektedir.

[082.017] Din gününü sana bildiren şey nedir?
[082.018] Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir?
[082.019] Hiç bir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah'ındır.

İnfitar suresindeki bu ayetlerde ise, Din Günü hakkında verilen bilgiler gerçekten çarpıcıdır, daha çarpıcı olan ise, ayetlerdeki verilen bilgi ile biz Müslümanların bir çoğunun sahip olduğu şefaat inancı taban tabana zıttır.

İnfitar suresi 19. ayetine baktığımızda, ki benzer bilgiler diğer ayetlerde de bulunmaktadır, hiç bir nefsin başka bir nefse faydasının olamayacağı, o günde emrin sadece Allah'a ait olduğunun özellikle hatırlatılmasına rağmen, neredeyse imanın şartı haline getirilmiş olan şefaat inancına göre, din gününde bir nefis başka bir nefse faydası olacak, yani onu ateşten kurtaracaktır.

Bu inanç aynı zamanda, din gününde Allah'ın Malik, yani tek yetkili ve tasarruf sahibi olmasına gölge düşürmektedir. Günde defalarca Allah (c.c) nin din gününün yegane yetkilisi ve tasarruf sahibi olduğunu lafzen tekrarlayan bir çok Müslümanın sahip olduğu şefaat inancında, Allah'ın yanında öyle yetkili ve tasarruf sahipleri ihdas edilmiştir ki bu durum maalesef akıllara zarardır. 

Her ne kadar kendi yanlarından ihdas ettikleri şefaatçileri için, Allah onlara izin verecek şeklinde bir kılıf bulsalar dahi, Allah'ın kendisi dışında bir kuluna şefaat etmesi için yetki vermesi bile yetki paylaşımına girer ki, böyle bir durum asla mümkün değildir. Yine her ne kadar, Allah kitabında bazı kullarına şefaat hakkı tanıyacağına dair haber veriyor şeklindeki iddiaların, şefaat ayetlerinin tamamını Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak okunduğunda ne kadar yanlış olduğu da ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak; Fatiha s. 4. ayetinin Müslüman hayatında doğru bir şekilde yer bulması, din gününde Allah (c.c) den başka kimseden medet beklememek üzerine kurulu bir inanca sahip olmaktan geçmektedir. Bu ayeti defalarca tekrarladığı halde din gününde kendisini onun hakkında verdiği ateş kararından döndüreceğine inandığı bazı kimseler olacağına inanan bir kimse, bu ayetin anlamı ile taban tabana bir zıt bir inanca sahip olmakta, bu inancın literatürdeki adı ise şirktir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

28 Ekim 2016 Cuma

Hadid s. 27 ,Maide s. 63, Tevbe s. 31.34. Ayetleri Işığında Din Adamları Sınıfına Bir Bakış

Dinler , insanların birbirleri ile olan bağının güçlenmesine vesile olan bir çimento olarak binlece yıldır işlevini sürdürmektedir. Din denildiğinde ilk akla gelen şeylerden bir tanesi, halk içinde mevcut bulunan din konusunda bilgi sahibi , ve diğer insanlardan farkı bir yeri olduğuna inanılan "Din Adamları" sınıfı gelmektedir. Fakat bu sınıfın istisnaları olmakla birlikte , kendilerine verilmiş olan bu ayrıcalığı kötüye kullanarak , insanlar üzerinde maddi ve manevi baskı aracı olarak kullanmakta oldukları herkesin malumudur. 

İnsanlığın kadim bir sorunu diyebileceğimiz , bu sınıfın yaptığı yanlışlar Kur'an'da da yer bularak , Yahudi ve Hristiyanlar içindeki Ahbar ve Ruhban takımının yaptıkları eleştirilmiş , onlar tarafından yapılan bu yanlışların Müslümanlar tarafından tekrarlanmaması için gereken ikazlar yapılmış, fakat bu ikazların maalesef göz ardı edildiği, ve Müslümanlar arasında bu sınıfın bir çok olumsuzluğu ve yanlışları içinde barındırmak sureti ile işlevini sürdürdüğüne şahit olmaktayız. 

"Din Adamlığı" sınıfının oluşmasını Allah c.c mi emretmektedir ?.

Kur'an'ın Ahbar ve Ruhban gibi bir sınıfın oluşmasına onay verdiğini söylemenin yanlış bir kanaat olduğunu burada ifade etmek istiyoruz. Böyle bir sınıfın var olması ile, hayatiyetini devam ettirmesinin meşru olması, birbirine karıştırılmamalıdır. Kur'an'ın Yahudi ve Hristiyanlar içinde olan bu guruptan bahsetmesi , böyle bir sınıfın bu toplumlar içinde var olmasından dolayıdır. 

Allah c.c, kullarından bir kısmına "Din Adamlığı" şeklinde ayrı bir paye verilerek onların ayrı bir sınıf oluşturmasına dayanan bir sistem ihdas edilmesine, veya dinin sadece mistik bir hayat olarak insanlardan ve hayatın gerçeklerinden olarak bir yaşantı olarak görülmesi ve buna uygun bir yaşantı sürülmesine onay vermemiştir. Bu durumu Hadid s. 27. ayet, şu şekilde anlatmaktadır. 

[057.027]  Sonra onların izleri üzerinde, resullerimizi ard arda gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik. Ona İncil'i verdik ve ona uyanların kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Onların uydurdukları ruhbaniyyete gelince; onu kendilerine Biz, yazmadık. Fakat kendileri Allah'ın rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da hakkıyla riayet etmediler. Biz de onlardan iman etmiş olanlara ecirlerini verdik. İçlerinden çoğu ise fasıklardır.

Hadid s. 27. ayeti, kendilerine farz kılınmadığı halde , İsa a.s a tabi olduğunu iddia edenlerin, bid'at olarak türettikleri ruhbanlığı , türetme niyetlerine uygun bir şekilde yürütmediklerini beyan etmektedir. Ruhbanlık şeklinde hayat bulan yaşam sistemini , Allah c.c insanlara emretmemiş olmasına rağmen , Allah c.c nin rızasını kazanmak gibi iyi bir niyetle ihdas edilen bu kurumun , zaman içinde şekil değiştirerek ,yanlış amaçlara hizmet eden bir kuruma dönüşmüş olması , bu kurumun diğer toplumlardaki benzer oluşumları hakkında da bizlere bilgi verebilir.

İnsanların içinde bulundukları şartlar , bazı insanların birbirlerinden bazı yönlerden farklı olmasını beraberinde getirmiştir. Bilgi bakımından daha ileride olan bazı insanların, diğer insanlar üzerinde onun bilgisinden faydalanılması gereğini doğurmuştur. Bu üstünlüğü din alanında düşündüğümüzde, dini alanda bilgi sahibi olan insanlar , bu alanda yeterli bilgi sahibi olmayanlar ile bilgi paylaşımında bulunarak, bir şekilde bilgilerinin zekatlarını vermek durumundadırlar.  

Bilgi paylaşımı maalesef bu şekilde yapılmamakta , bilgi sahibi olanlar ile, bilgi sahibi olmayanlar arasında derin bir uçurum oluşturularak , bir sınıf ihdas edilmiş ve insanlar "Din Adamları" olarak bildiğimiz bu sınıfa mahkum bir hale getirilmiştir. Toplumun önünde olan olan insanların , o topluma iyilik ve fazilette örnek olması açısından bazı vazifeleri bulunmaktadır. Çünkü onun arkasındaki insanlar , o kişiye saygın ve güvenilir bir kişi gözü ile bakarak , onu kendilerine önder edinerek , ondan gelecek olan sözler doğrultusunda hareket etmeyi kendilerine şiar edinmişlerdir. 

"Kanaat Önderleri" veya "Din Adamları" olarak bildiğimiz sınıflara mensup olan insanların büyük çoğunluğu, halkın kendilerine verdiği önderlik vasfını fırsata çevirerek , insanları maddi ve manevi olarak sömürerek , etrafındaki bir avuç kişi ile büyük bir saadet zinciri oluşturmuşlardır.

Kur'an işte böyle bir arka plana sahip bir topluma nazil olmuş , ve Medine de nazil olan ayetler , özellikle Yahudi ve Hristiyan toplumundaki din adamlarının yaptığı yanlışlara dikkat çekmektedir. Toplumun önünde olan insanların o topluma müspet anlamda örnek olma zorunlulukları olmasına rağmen, bu görevlerini yapmamaktadırlar. Bu gerçeği şu ayetlerde görmekteyiz . 

[005.062] Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!
[005.063]  Rabb'a kul olanlar ve bilginler; onları günah söylemelerinden ve haram yemelerinden vazgeçirmeye çalışmalı değiller miydi? Yapmakta oldukları şey gerçekten ne kötü.

İnsanların yaptıkları yanlışları onlara ikaz etmek , onları kötülüklerden engellemeye çalışmak , bu yapılanların kötü olduğunu bilen insanların görevidir. Kötülükleri gördüğü halde bunlara engel olmaya çalışmamak bundan önceki zamanlarda toplumların helak olmasına sebep olmuş, bundan sonra da olacaktır. 

Din adamları sınıfının insanlar üzerinde baskı ve hegemonya kurmak için kullandıkları yollardan birisi , kendilerinin Allah adına konuştuklarını söyleyerek yalan ve iftiralarına Allah'ı alet etmeleridir. Bu durumu Tevbe s. 31. ayeti şöyle beyan etmektedir.

[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

Haham ve rahiplerin "Rab" olarak ittihaz edinilmesi , onların Allah c.c nin yetki alanına giren konularda, Allah'ı devre dışında bırakarak verdikleri hükümlere tabi olunması şeklinde gerçekleşmekte idi. İnsanları manevi yönden bu şekilde sömüren din adamları , sömürülerini maddi bakımdan da yaparak ceplerini doldurmakta idiler . Aynı surenin 34 ve 35. ayetleri , onların bu yaptıklarına dikkat çekerek  cezalarının ne olacağını haber vermektedir. 

[009.034] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.
[009.035] Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) «işte bu, kendileriniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın» (denilecek) .

Din adamları sınıfı , insanların kendilerine olan güvenlerini kötüye kullanarak , onların iyi niyetlerini istismar etmekte ve bu yolla maddi kazanç elde etme yoluna gitmektedirler. 

Yukarıdaki ayetler ışığında din adamları sınıfının yaptıkları yanlışları sıralayacak olursak ;

1- İnsanları yaptıkları kötülüklerden onları sakındırmamak . ( Maide s. 63)
2-İnsanları manevi yönden sömürerek , onlar üzerinde rablık oluşturmak. (Tevbe s. 31)
3-İnsanları maddi yönden sömürerek , onların güvenlerini servete dönüştürmek . (Tevbe s. 34)

Yaptıkları bu yanlışlar sadece Yahudi ve Hristiyanlara has bir durum değil , tüm zamanlarda yaşamış ve yaşayacak olan ve insanları din adına kendilerine bağlayarak , din'i sömürü aracı olarak kullanan din adamlarının karakteristik özellikleridir. 

Bu durumun aynısının İslam dünyasında da yaşandığı bir gerçektir. Kendisine Hoca , Alim , Şeyh , Gavs ,Kutup , Ayetullah v.s denilen insanların büyük çoğunluğunun ellerindeki imkanı maddi ve manevi yönden sömürü aracı olarak kullanarak , insanların dünya ve ahiretini berbat etme yolunda kullandıklarını görmekteyiz. 

Biz burada bu kimselerin yaptıklarını uzun uzun yazarak, malumu yeniden tekrarlamak yerine , bu adamlardan kurtulmanın yolu üzerinde durmaya çalışacağız.

Müslümanları maddi ve manevi olarak sömüren bu kimselerin en büyük kozları , anlattıkları din'in Kur'an merkezli olmayışıdır. Kur'an dışı kaynaklardan oluşan bu din'de Allah c.c nin kullarına sunduğu kolaylıklar asla mevcut olmayıp , zorluklarla ve gereksiz teferruatlarla donatılmış bir din bulunmaktadır. Böyle bir din , bu kimselerin elinin güçlenmesine ve insanların bu kimselerin tasallutundan kurtulamamalarına sebep olmaktadır. 

Ayakkabının ilk önce hangi ayağa giyileceği , tuvalete hangi ayakla girilmesi gerektiği , tırnak kesmenin , su içmenin , yemek yemenin , yatmanın ,oturmanın İslama göre nasıl olması gerektiğini soracak kadar cahil , ve bu gibi binlerce saçma sapan sorulara cevap yetiştirecek kadar kör cahil din adamlarının varlığını devam ettirmesinin sebebi , bu gibi soruların din ile alakası olduğunu , veya din denilince incir çekirdeğini doldurmayan meseleler aklına gelen cahil Müslümanlardır. 

Kafalarında binlerce saçma sapan soruların din ile alakasını olduğunu zannederek , din adamlarının kapılarını aşındıran bu Müslümanların yeniden yapılanarak, din'i Kur'andan okumaya başlamaları , bu gibi soruların adedinin büyük ölçüde azalarak , bu kimselerin ekmek kapılarının kapanmasına sebep olacaktır.

Özellikle tasavvuf kesiminde yaygın olan kurtarıcılık müessesesi , bu sınıfa daha fazla bel bağlanılmasını beraberinde getirmektedir. Kendilerine Şeyh , Mürşit , Gavs , Evliya v.s gibi adlar yakıştırılmış olan insanları maddi ve manevi olarak ayakta tutan en büyük unsur, müritlerini ahirette kurtaracaklarına dair olan inançtır.

Kur'an , din adamları tarafından din adına uydurulmuş olan her türlü yalan ve iftiranın açığa çıkarıcısı , ve doğru olanı göstericisi olarak ismi gündeme geldiğinde , bu kitaba düşman olanlardan çok , dost olduğunu iddia eden din adamları sınıfına mensup büyük bir kesimin gürültü kopardığı bir kitaptır. Bunun sebebi ise , halkın sorularına bu kitap doğrultusunda cevap arama isteğinde bulunmaya başladıkları takdirde , maddi ve manevi sömürü kapılarının kapanması korkusudur.

Kur'an'ın anlaşılmaz bir kitap olduğu , din'in öğrenilme kaynağının Kur'an değil , hurafe , menkıbe ve rivayetler ile dolu olan kitaplar olduğu , din denildiğinde uçan kaçan şeyhlerin masallarının akla gelmediği, vaaz kürsülerinde anlatılan yalanlara kimsenin inanmamaya başladığında , bu kimselerin saltanatları artık yıkılmaya başlanacaktır. 

Din dediğimiz şey , kuru bilgiler ve mistik inançlar manzumesi değildir. Var oluş amacına uygun olarak Allah c.c yi ilah ve rab olarak tanımak , ve bu doğrultuda bir hayat sürmek din'in ta kendisidir. Bu hayatı sürmek için , bu sınıfın öğretilerine kimse muhtaç değildir. Bu sınıf mükellef olmanın getirdiği sorumlulukları kendi hayatlarında uygulayarak , ancak insanlara örnek güzel olabilir.

Yüzlerce yıldır İslam dünyası içinde din olarak anlatılanlara, ve bunların halk arasında nasıl rağbet gördüğüne baktığımızda , din adamlarının saltanatı şu anda sallanmak şöyle dursun , daha sağlamlaşma yolunda ilerlemektedir. 

Bugün Müslümanların en büyük sorunu , din olarak bildikleri şeylerin büyük çoğunluğunun din ile alakası olmayan konular olmasıdır. Gereksiz ayrıntılara boğulması nedeni ile gerçek din'in üzeri kalın bir örtü ile kaplı bulunmaktadır. Bu örtü kaldırıldığında , gerçek din'in insanların mutluluk ve huzur kaynağı olduğunu görenler , fevc fevc bu din'e atım atarak , sadece Allah'a kul olmak için gerekenleri yerine getirmeye çalışacak ve önlerindeki engelleri yıkacaklardır.

Sonuç olarak : Din adamlığı sınıfı , binlerce yıldır insanları maddi ve manevi olarak sömürmek için oluşturulmuş , insanlığın kadim bir sorunudur. Bu kadim soruna Kur'an parmak basarak , bu sınıfın yanlışlarını ortaya koymuş , ve onlardan sakınılması gereğini hatırlatmasına rağmen , bu sınıf İslam dünyası içinde daha şedid bir biçimde ortaya çıkarak , insanların kanlarını emen vampirlere dönüşmüştür. 

Bu sınıfın tahakkümünden kurtulma yolu , insanların uyanması ile gerçekleşecektir. İnsanlar din adına bildikleri şeylerin ne kadar gereksiz , din adına cevaplarını aradıkları soruların ne kadar boş , din denilen şeyin mistik inançlar manzumesi olmadığını idrak etmeye başladıkları anda bu kurtuluş yolunun kapısı aralanmış olacaktır. 

Kur'an bu kurtuluşun yegane reçetesi olarak din adamları sınıfının baş düşmanıdır. Bu sınıfın baş düşmanı olduğu yegane şey ise yine bu kitaptır. Kur'an'ın gündeme gelmesi konusu açıldığında elektrik çarpmışcasına irkilen bu sınıfa mensup olanlar , kendileri için en büyük tehlikenin bu kitaptan geleceğini çok iyi bilmektedirler. 

İnsanlar Kur'an'ı hayatlarına aldıklarında , artık sorulacak soruların adedi azalacak , ve onların cevap yetiştirmek sureti ile elde ettikleri karizmatik yapı yerle bir olacaktır. Kur'an hayata girdiğinde bu din'in ne kadar kolay olduğu , bazı insanların elinde maddi ve manevi bir kazanç kapısı olmadığı , mistik ve hurafe bilgilerin bu din içinde yeri olmadığını göreceklerdir. 

DİN ADAMLARI SINIFININ OLMADIĞI BİR DÜNYA ANCAK HERKESİN DİNİ KENDİSİNİN ÖĞRENMESİ İLE MÜMKÜN OLACAKTIR.

18 Şubat 2016 Perşembe

Yeni Bir Din Dilinin Gereği ve Bu Dilde Rivayet Kitaplarının Yeri

İnsanlar için vaz edilmiş yaşam sistemleri ve düşüncelerin, insanlar tarafından rağbet görebilmesinin yolu , o düşünce ve sistemlerin yaşayan insanın sorunlarına çareler sunmasından geçmektedir. Sunulan bu çareler elbette doğru veya yanlış olabilir , ancak asıl önemli olan nokta , bu sistem ve düşüncelerin yaşayan insanın bilgi ve kültürüne uygun söylem üreterek , insanlara cazip ve çekici gelebilmesidir. 

Allah (c.c), insanların tek Rab ve İlahı olması nedeniyle , yaşayan insanların hayat içindeki tabi olmaları gereken kuralları  vaz etme yetkisinin kendisinde olduğunu beyan ederek , bu kuralları genel hatları ile  elçiler aracılığı ile bildirmiştir. "İslam" , Allah (c.c) nin bizler için seçtiği ve bundan başka hiç bir sistemi kabul etmeyeceği dinin adı olarak, son elçi ile kuralları tamamlanmış bir dindir.

Allah (c.c) bizlerden bunun dışında başka bir din yani yaşam ve düşünce sistemi arayışına gitmememizi, ve kendisinin vaz etmiş olduğu bu sistemin insanlar için yeterli olduğunu söylemesine rağmen , insanların bir çoğu başka dinler yani başka yaşam sistemleri vaz etmeye veya başka sistemlere tabi olmaya devam etmektedirler.

Bu noktada ortaya çıkan sorun şu dur ; İnsanlar Allah (c.c) nin kendileri için önerdiği yaşam sistemi yani İslam dinini neden kabul etmeyerek, başka dinlere yani sistemlere yöneliyorlar ?.

Bu soruya pek çok farklı noktalardan bakılarak cevap verilebilir . Yazımızda bu sorunun cevabı, insanlara Allah (c.c) nin önerdiği sistemin , kendisine "Ben Müslümanın" diyenler tarafından, yaşayan insanların ihtiyaçlarına uygun bir söylem şeklinde sunulmadığı üzerinden bakılarak, "İslam Dini" adı altında biz Müslümanlar tarafından yaşanan dinin, insanlığın sorunlarına dair bir söylem üretemediği, ve bunun suçlusunun dinin kendisinin değil , bu dine bağlı olduğunu iddia edenler olduğu merkeze alınarak verilmeye, ve bu noktadaki, bazı sorunlar ele alınmaya çalışılacaktır. 

[003.110] Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.

"Ben Müslümanım" diyen bir kişi , kendisine Allah (c.c) tarafından yüklenmiş olan bazı görev ve sorumlulukları kabul etmiş sayılarak , bu görevleri yerine getirmek mecburiyetindedir. Bunun aksi bir durumun kişiyi, dünya ve ahiret hayatında sıkıntılı bir duruma düşüreceği belirtilmiştir.

[008.039] Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.

Enfal s. 39. ayetinde "Din yalnız Allah için oluncaya" kadar ibaresi ile bizlere, yüklendiğimiz bir görev haber verilmektedir. "Din" kavramının tarifinin kısaca , "İnsanların yaşamları içinde tabi oldukları kurallar bütünü" olduğu göz önüne alındığında , Dünya üzerinde yaşayan insanların sadece Allah (c.c) nin dini olan İslama tabi olmaları için çalışmak gibi bir görevimiz olduğu anlaşılmaktadır.

Bu noktada ,"Neden Allah'ın dışındakilerin dini değil de , sadece Allah (c.c) nin dininin yeryüzünde hakim olması gerekmektedir?" sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.

[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğrardı. Arş'ın rabbi olan Allah, Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.

Bu sorunun cevabını Enbiya s. 22. ayette bulmaktayız. Dünya tarihi , Allah (c.c) dışında ilahlık iddiasında olanların , bu amaç uğruna dökmüş oldukları kan gözyaşı ve zulüm örnekleri ile dolu olup , şu anda yaşadığımız dünyada dönen olaylar aynı iddianın sonucunda çıkan olaylar sonucu dökülen mazlumların kan ve gözyaşı selinde boğulmaktadır.

Sahte ilahların savaşında en fazla zarar gören kesim olan mazlumlar, kendilerini bu tür savaşlar arasında ezilmekten , kan , gözyaşı ve zulüm görmekten kurtaracak bir sistem beklentisi içindedirler. İnsanlara bu kurtuluşu vaat eden sistemlerin hepsi , başka bir sahte ilah adayının önermesi olup , bu sistemler hayata geçtiği zaman meydana gelen durum, aynı kaosun devamından başka bir şey olmamaktadır. 

Bu noktada biz Müslümanların devreye girerek , dünyanın bu gidişine "Dur" diyebilecek bir sistemin , insanların tek Rab ve İlahı olan Allah (c.c) tarafından önerilmiş olduğunu anlatmak için harekete geçmemiz gerekmektedir. 

Kur'anın tüm zamanlar için geçerli olan adalet , infak , zengini daha zengin fakiri daha fakir yapma esasına dayanmayan bir iktisadi hayat , zalimlere karşı olmak , mazlumların yanında olmak , dengeli bir hayat , ahlaki çözülmelere karşı olan , insan hayatına değer veren , insan dışındaki canlı hayatına saygı duyan temel düsturlarının, dünyada yaşayan ve fesat düzenlerinde yaşamaktan bıkmış olan insanlara anlatılması gerekmektedir.

İşte olay burada düğümlenmektedir ; 

"Kendisi himmete muhtaç bir dede , nerde kaldı gayrıya himmet ede" misali , Maalesef kendisine "Ben Müslümanım" diyenlerin büyük bir bölümü, mensup olduğu dinin böyle düsturları olduğundan bile habersizdir. Dünya üzerinde yaşayan bir çok Müslüman, kendisini sahte ilah ve rablerin ihdas ettiği sistemlere teslim etmiş bir vaziyette , daha kötüsü o sistemlerden bırakın rahatsızlık duymayı , celladına aşık köleler misali o sistemlerden memnun bir vaziyette hayatını sürdürmektedir.

Müslümanların kendileri başta olmak üzere , mensup oldukları dinin yaşanan hayata ve dünyanın bozuk gidişatına dair bir söylemi olduğunu öğrenerek , sonra bu söylemi insanlığa yayarak , çarenin Allah (c.c) nin dini olan İslamda olduğunu bütün dünya insanlarının bilmesi için çalışması ve gayret etmesi gerektiği muhakkaktır. 

Bu noktada , İslamın yaşayan insanın ihtiyaçlarına dair olan evrensel söyleminin nasıl bir yöntem ile anlatılacağı konusunun çözülmesi gerekmektedir. Bu gün dünya üzerinde insanları İslam dinine davet eden, ve kendilerini "Davetçi" olarak lanse eden insanların büyük bir çoğunluğu , bu dinin 1500 sene önceki yaşantı , kıyafetten ibaret olduğundan yola çıkarak , giydikleri pantolon paçasının topuktan kaç cm yukarıda olması gerektiği , sakal , sarık , cübbe , 3 taş ile taharet alma , rivayet , tarikat ve şeyh merkezli bir din olduğunu anlatarak, cehaletin paçalardan aktığı bir dine davet etmektedirler. 

Böyle bir dine davet edilen insanların haklı olarak , bırakın davete icabet ettiğini , böyle bir dinden fellik fellik kaçtığını , hatta İslam dinini bu anlatılanlar olduğunu zannederek , bu dine düşman olmaktadırlar.

İslamın böyle bir din olmadığı , bu dinin yaşanan hayata dair sözleri olduğu , bu dinin hayatın içindeki sıkıntılara çözümler önerdiği, bilgisi ve şuurunun ,  önce bizler tarafından anlaşılması ve içselleştirilmesi gerekmektedir. Ancak bu konuda çok büyük sıkıntıların olduğu bir gerçektir.

Bu dinin kitabı olan Kur'an, insanları  sadece Allah (c.c) nin belirleyici olduğu bir hayat sistemi altında yaşamaya davet etmektedir. Bu sistem insanlara dünya ve ahirette mutlu ve huzur içinde bir yaşam garantisi sunmaktadır. Dünyada hakim olan fitne ve fesadın kökünün kazınabilmesi , sadece Kur'anın önerdiği sistemin hayata geçmesi ile mümkün olacaktır. 

Ancak biz Müslümanların bu konuda yeterli bilgi ve şuur seviyesinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu dinin insanlığı dünya ve ahirette mutluluğa çağırdığı bilgisinin insanlara uygun bir bir dil ile anlatılması çok önemli bir konudur. Mevcut olan klasik söylemin , insanları İslama yöneltmesi şöyle dursun , onların İslamdan kaçmasına sebep olan bir söylem olduğunu burada üzülerek hatırlatmak istiyoruz. 

Bu dinin söyleminin insanlar nezdinde karşılık bulması için , yeni bir din dilinin , yani tebliğde kullanılacak yeni argümanların geliştirilmesi acilen gereklidir. "Reform" olarak niteleyebileceğimiz bu yöntem, dinin kendisinde değil , biz Müslümanların din anlayışından başlaması gerekmektedir. Çünkü dinin kendisinde reform yapılma ihtiyacı olmayıp , bu reformun biz Müslümanların zihninde yapılması gerekmektedir.

"Reform" kelimesi , biz Müslümanların aklında , dinin kurallarında bazılarına hoş görünmek için yumuşatmalara gidilmesi anlamında kullanıldığı için, haklı olarak itici gelebilir. Ancak bizim teklifimiz dinin kendisinde değil , Müslümanların din anlayışında olması gerektiği noktasındadır. 

Dinin kendisinden tavizler vererek , insanlara "Müdahene" (Tavizkar tutum) etmek , hiç bir elçinin kullandığı yöntem değildir. Bizler böyle bir müdaheneye gerek duymadan , sahip olduğumuz inanç değerlerini insanlığa anlatmak zorundayız , bizim vazifemiz bu dur . Kabul edip etmemek muhatapların insiyatifine kalmış olup , kimse üzerinde baskıcı veya tavizci bir yöntem izlemeye hakkımız ve yetkimiz yoktur.

Bugün "Ben Müslümanım" diyenlerin inandıkları Kur'an , sevap makinası olarak işlev gören , dokunulmazlığı olan , herkesin anlayamayacağı , sayfalarının kutsandığı , yaşanan zamanın sorunlarına dair söylemi olmayan sadece ölülere okunan ÖLÜ BİR KİTAP haline getirilmiştir. Kur'anın  ölülere okunan bir kitap olmak durumundan çıkarılarak , dirilere okunan ve yaşanan zamana dair sözleri olan bir kitap haline gelmesi gerekmektedir.

Sıkıntının en fazla baş gösterdiği konu ise , Kur'anın dinde belirleyici bir kitap olmaktan çıkarılmış olmasıdır. Kur'anın devreden çıkarılması sonucunda , elçi merkezli bir din anlayışının tezahürleri dinde belirleyici kılınarak , rivayet kitaplarının öne , Kur'anın arka planda kaldığı bir din anlayışı hakim olmuştur. Bugün Türkiye geneline baktığımızda , rivayet kitaplarının oluşturduğu karizmatik yapının yıkılarak , Kur'anın öne çıkması için mücadele edenler "Sapık" olarak görülmekte ve suçlanmaktadır.

Görülmektedir ki ,biz Müslümanların tüm insanlığı kucaklayan bir söylem üretebilmemiz için, önce kendi içimizde bir mücadelenin yapılarak , önümüze taş koyan kişi ve unsurların temizlenmesi gerekmektedir.

Din anlayışında reform (yenilik) yapılmasının önündeki en büyük engel , rivayet ve kişi merkezli haline gelmiş olan din algısıdır. Yenilenme hareketine bu dinin , kişi ve rivayet kitapları merkezli din algısının tahakkümünden acilen kurtarılması yapılması gereken ilk çalışmadır.

Tarih boyunca insanlar, kendilerini peşine takan "Rol Model" şahsiyetlere ihtiyaç duymuş , ve bu kimselerin peşinden giderek ideallerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bizlerin ihtiyacı olan bu şahsiyetler, Kur'an içinde bizlerin onları yeniden keşfederek, onların rol modelliğinden hareketle ,yeniden küfre , zulme , isyana "Dur" dememizi beklemektedir. 

Peygamberler tarih boyunca mazlum insanlar için "Rol Model" olmuş ve bizler içinde olması gereken şahsiyetlerdir. Çünkü bu şahsiyetlerin örnekliği üzerinden yürütülen mücadele , mazlumlara umut ışığı olmuştur. Şimdi aynı mazlumlar, kendilerine rol model şahsiyetlerin yeniden diriltilmesini beklemektedir. 

İşte bu peygamberler, kıssalar ile bizlere anlatılarak , insanlara nasıl örnek oldukları , ve onların yaptıkları mücadelenin nasıl bir zemine oturduğu, önce bizler tarafından doğru bir biçimde okunarak, yaşayan insanlara sunulması gerekmektedir. Kıssaları zalimlere karşı verilen savaşların örneklikleri olarak okumayan hangi okuma yöntemi olursa olsun , Kur'anın dünyaya dair bir sözü olduğunu net olarak anlatamaz.

Klasik din algısında Muhammed (a.s) ın ölmediği , kabrinde bir takım tasarruflarda bulunduğu , kendisine okunan salavatları işittiği gibi Kur'an ile taban tabana zıt düşüncelerin mevcut olduğu herkesin malumudur.


Rivayetleri merkeze alan din algısının en büyük problemi, kabrinde yaşayan bir peygamber portresi altında "ÖLÜ BİR PEYGAMBER" algısına sahip olmasıdır. Çünkü böyle bir peygamber portresinin, yaşayan insanların sorunlarına dair herhangi bir çözüm teklifi yoktur. 

Böyle ÖLÜ BİR PEYGAMBERE insanlığın ihtiyacı da yoktur. İnsanlığın ihtiyacı olan peygamber portresi , rivayet ve şemail kitaplarını çizdiği değil , Allah (c.c) nin kitabının çizdiği peygamber portresidir.

Bizler sahip olduğumuz peygamberi öldürerek , misyonu bitmiş , zalimlere baş kaldırmamış , zulme boyun eğmiş , insanlara sadece hangi el ile yemek yemesini , hangi ayak ile tuvalete gireceğini öğretmiş v.s bir peygamberi insanlığa artık sunamayız. 

"Peygamber Düşmanlığı" silahı , rivayet kitaplarının kurduğu saltanata karşı sesini çıkaran ve bu kitapların sebep olduğu yanlış inançları dile getirerek , Kur'anın öne çıkmasını savunun insanlar için kullanılan bir deyimdir. Halbuki asıl peygamber düşmanlığı , Kur'anın öne çıkmasına sadece bu kitapların saltanatı son bulacağı için engel olmaya çalışanların yaptığıdır.


Peygambere dostluk ve sevgi yapılmak, eğer samimi olarak isteniyor ise , bu kitapların dinde belirleyiciliğinin devamı için koparılan yaygaraların kesilmesi , ve "YAŞAYAN PEYGAMBER" portresinin bulunduğu kitaba acilen yönelinmesi gerekmektedir. Rivayet türü kitapların Müslümanların gündeminde Kur'anın önünde yer alması için var gücüyle yırtınanların yaptıkları asıl PEYGAMBER DÜŞMANLIĞIndan başkası değildir.

Kulluk sorumluluğumuzun gereği olan "Marufu emr , Münkerden nehy" vazifesinin, bizden öncekiler tarafından nasıl hayata geçtiği , "YAŞAYAN PEYGAMBER" portrelerinin yer aldığı KUR'AN KISSALARInda bulunmaktadır. Rivayet kitaplarında ise bu kıssalar, sadece "Eskilerin masalları" şeklinde yer aldığı için , bu kitaplardaki peygamber portlerininin bize ve dünya insanlarına herhangi bir faydası yoktur.

Sonuç olarak ; "Ben Müslümanım" demek ile , Allah (c.c) ye verdiğimiz sözlerden en başta geleni, "Din yalnız onun oluncaya kadar mücadele etmek" olup , dünyanın bugünkü gidişatına baktığımız zaman , bu mücadelenin "Din yalnız tağutun oluncaya kadar mücadele etmek" düşüncesinde olanlar tarafından sürdürüldüğünü görmekteyiz.

"İslam Dini" Allah (c.c) nin bizlerden razı olduğu tek din olması nedeniyle , insanların tamamının altında toplanması gereken tek dindir. Ancak bunun böyle olması gerektiği , önce biz Müslümanlar tarafından idrak edilmesi gerekmektedir. Bu idrakı oluşturacak olan biz Müslümanların büyük bir çoğunluğunda ise maalesef inandığımız değerlerin insanların sorunlarına çareler sunmuş olduğu bile bilinmemektedir. 

"Rivayet Kitapları" olarak adlandırdığımız, Kur'an dışında bize din öğreten kitapların ortak noktası , insanlığın çaresi olan dini söylemi dillendirememiş olmalarıdır. Kur'an , dün olduğu gibi bugün , yarın , ta ki kıyamete kadar , sahte ilahların istila etmek istediği dünyanın , tek ilahın hakim olması neticesinde refah ve huzura kavuşacağını beyan eden bir kitap olarak , bu söylemin insanlara duyurulmasını istemektedir. 

Rivayet kitapları , böyle bir söylemden uzak din anlayışını insanlara anlattığı için , Müslümanların bu kitapların oluşturduğu karizmatik yapıdan acilen kurtulmaları  ve bu kitaplar içindeki en başta gelen şahsiyet olan Muhammed (a.s) ın , artık bu dünyaya herhangi bir sözü olmayan "Ölü bir Peygamber" olmaktan kurtarılması gerekmektedir. 

"Yaşayan Peygamber" bu kitaplarda değil , sadece Kur'anın içinde bulunmakta olup , rivayet kitapları tarafından örtülmüş olan kalın duvarların kırılarak , yaşayan peygamberlerin insanlığa duyurulmasını beklemektedir. Bu kitapların hakimiyetine karşı çıkanlar "Peygamber Düşmanlığı" suçlaması ile karşı karşıya bırakılarak , bu kitapların oluşturduğu din anlayışının devam için her türlü yola baş vurulmaktadır. Peygambere dost olmak onu sevmek demek , ona atfen uydurulan sözlerin bulunduğu kitapları savunmaya çalışmak ile değil , bu kitapların gerçek mahiyetini ortaya çıkarmaya çalışmak ile olacaktır.

Eğer birilerine "Peygamber Düşmanı" yaftası takılması gerekirse , ölü bir peygamber portresi çizerek , insanlığın ihtiyacı olan , zulme ve haksızlığa boyun eğmeyerek , müstekbirlere savaş açan bir peygamber portresi yerine kıl tüy ile uğraşan bir peygamber portresini bize sunanlar, bu yaftayı  etmektedirler. 

RABBİMİZ BİZLERİ ZULÜM VE GÖZYAŞININ HAKİM OLDUĞU DÜNYADA , BU GİDİŞE DUR DEMEK İÇİN KİTABI REHBER , ELÇİLERİ MODEL ALAN KULLARINDAN KILSIN.


28 Ocak 2016 Perşembe

"İNDİRİLMİŞ DİN" ve "UYDURULMUŞ DİN" Sloganları Üzerinden Yapılan Din Savaşları

Son yıllarda Türkiye genelinde Kur'anın daha fazla öne çıkması , geleneksel düşünce yanlıları ile , bu düşünce karşıtları arasındaki uçurumu daha fazla açarak , düşünce farklılıklarının düşmanlığa yol açacak kadar keskinleşmesine sebep olmuştur. Müslümanlar arasındaki bu tür düşmanlıklar, yabancısı olduğumuz bir durum olmamakla birlikte , bize düşen görev bu düşmanlıkları körüklemek yerine , en aza indirmeye çalışmak olmalıdır. 

Farklı düşünceye sahip olanların birbirleri ile olan savaşlarının, sloganlar üzerinden de yürütülerek ayrışmaların ayyuka çıkarılmaya çalışıldığına şahit olmaktayız. "UYDURULMUŞ DİN" ve "İNDİRİLMİŞ DİN" sloganları bu savaşta önce çıkan sloganlar olarak herkesin ağzında dolaşmaya başlamıştır. Bu sloganlarla , herkes kendisini "İndirilmiş din" yanlısı , karşısındakini "Uydurulmuş din" yanlısı olarak itham ederek , arası doldurulmaz bir uçurumun iki tarafında yerlerini almışlardır. 

"İndirilmiş din" yanlısı olarak kendisini ifade edenlerin, Kur'an merkezli bir din algısı üzerine oturmuş anlayışını temsil ettiği , bu kimselerin "Uydurulmuş din" yanlısı olarak lanse ettiği kimselerin , klasik ve rivayete dayalı bir din anlayışını temsil ettiğini söyleyebiliriz.

Yazımızın amacının , Kur'an merkezli din anlayışının yanlış olduğunu, rivayet merkezli din anlayışının doğru olduğunu iddia etmek değil , amacımız her iki taraftakilerin ayrılıkları körükleyici söylemler yerine , birleştirici veya en azından ayrılıkları körüklemeyen bir söylem kullanması kullanması gerektiğini hatırlatmaktır.

Birlik ve beraberlik , bir toplumu toplum yapan ana unsurlardan en önemlisidir. Bu durumu biz Müslümanlar açısından değerlendirdiğimizde , "Yüzyıllardır birbirimizle olan savaşlarda dökülen Müslüman kanı , kafirler ile yapılan savaşlarda dökülmemiştir" demek yanlış bir tespit olmayacaktır.

Savaşın her iki tarafında olanlar , kendi dinlerinin "İndirilmiş" karşı tarafın dininin "Uydurulmuş" olduğunu iddia ederek "Senin dinin kötü benim dinim iyi" kavgası yapmaktadırlar. Ortak bir paydada birleşilerek , yanlışlara çözüm aranması elbette olması gerekendir , ancak bu mümkün olmuyorsa sadece karşı tarafı hedef alan söylemler üreterek kendi haklılığını, karşı tarafın haksız olduğunu öne sürerek ispatlamaya çalışmak, faydadan çok zarar getirecektir. 

Kendisinin söyleminin "İndirilmiş din" üzerine kurulu olduğunu iddia edenlerin bir kısmının , "Uydurulmuş din" olarak söylenenlere rahmet okutturacak kadar yanlışlar içinde olduğunu gördüğümüzde , bu söylemlerin havada kalan ve slogandan öte geçmeyen hamaset edebiyatı olduğunu da müşahede etmekteyiz. Herkesin din anlayışı kendisine göre "İndirilmiş din" olurken , karşısındakinin din anlayışı "Uydurulmuş din" haline gelebilmektedir.

Kendi aramızda olan savaşların bize bir faydası olmadığı gibi , zararı olduğu , bu işten faydalanan tarafın İslam düşmanları olduğu herkesin malumudur. Herkes tarafından bilinen bu gerçeğe rağmen ,aramızdaki düşmanlıkların gün geçtikçe azalmayıp artış göstermesi , bizleri "Nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunun cevabını aramaya yöneltmelidir. 

"İndirilmiş din" söylemini öne çıkaranların , anlattığı dine baktığımızda , tamamen rivayet kaynaklı din olan ve adına "Uydurulmuş din" dedikleri anlayışa reddiyeler ortaya koyan bir söylem olduğunu görmekteyiz. Bu söylem etrafındaki sözlerin ve düşüncelerin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte , "Din" dediğimiz şeyin sadece geçmişe reddiyeler ortaya koymakla anlatılmış olmayacağının bilinmesi gerekmektedir. 

Hadis ve sünnet anlayışları , peygamber algıları , kabir azabı , şefaat meselesi , cehennemden çıkış var mı , İsa beşikte konuştu mu konuşmadı mı , miraç , mehdi , tasavvuf , İsa (a.s) ın nüzulü v.s gibi konular, uydurulmuş ve indirilmiş din savaşlarının en başta gelen konularını oluşturmakta ve taraftarlar birbirlerini acımazsızca eleştirerek tekfirler , hakaretleşmeler gırla gitmektedir.

"Klasik din anlayışındaki bu tür yanlışlıklar hiç gündeme gelmemeli" gibi bir düşünceye sahip olmadığımızı hatırlatarak , bu tür yanlışları ortaya koyarken, düşmanlıkların körüklenmemesi ve sanki bu konular dinin özüdür gibi bir algı yaratılmaması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu konularda Kur'ani bir düşünceye sahip olduğunu düşünenlerin, dinin bu kadar olduğu ve tartışılması gereken konuların bunlarla sınırlı olduğu , bu konulardaki düşüncelerin net bir şekilde oturması ile her şeyin bittiği gibi bir algıya sahip olmaması gerekmektedir.

İstanbul fethedilirken , Bizans'ın papazlarının meleklerin kaç kanadı olduğu gibi tartışmalar yaptığı şeklinde anlatılan, belki yalan belki doğru olan anektodun gerçeğini,  şu anda biz Müslümanlar gerçek olarak yaşamaktayız. 

Etrafımızda kan gölü ve dünya insanları zulüm ve işkence içinde kan ağlarken biz Müslümanların bu zulme karşı bir çare olacak söylem üretme çalışmaları içinde olmaları yerine, bize olan getirisi kin ve düşmanlık olan ihtilaflı konuları gündemde tutmak doğru bir tavır değildir.

"Din" denilen şey sadece gelenekteki yanlışları gündemde tutarak anlatılmaz. Özellikle son yıllarda başta ülkemiz olmak üzere bir çok insan İslamdan uzak bir hayatı seçerek "Din buysa ben gavur kalayım" şeklinde sözlerle , bizlerin yaşantısını baz alarak İslamı terk etmektedir. 

Bu insanların İslamı terk etmelerine en büyük sebep , "Müslümanım" diyenlerin hal ve hareketleri veya "Din bu dur" diyenlerin anlattıkları din dir. İnsanlara sadece ahirete dayalı bir anlayışı empoze etmek artık bir çok insana artık cazip gelmemektedir. İslamın önce dünya hayatına dair olan söylemleri öne çıkarılarak , bunların yerine gelmemesinde dünyanın fesada uğrayacağı , şu anda içinde bulunduğumuz durumun sebebinin bu olduğu anlatılmalıdır. Dünya hayatında yapılan veya yapılmayanların karşılığının ahirette verileceği hatırlatılarak , sadece ahiret endeksli bir din "Tapınak dini" olarak kalmaya ve insanlar tarafından ret edilen bir olacaktır.

Düşüncemiz şu dur ki ; "İndirilmiş din" anlayışına sahip olduğunu iddia eden ve bu dini T.V ekranlarında anlatan hocalardan bir çoğunun dinin bir kısmını ele alarak diğer bir kısmını arka planda bıraktıklarına şahit olmaktayız. Ele aldıkları kısım, genellikle klasik din algısının yanlışları olup , ele almadıkları kısım ise bu dinin evrensel boyutudur. İşte bu boyut esas konuşulması ve ele alınması gereken kısım olup , cehennemin ebedi olup olmaması veya İsa nın beşikte konuşup konuşmaması , mehdinin gelip gelmeyeceği gibi gerçek hayattan kopuk olan konular ile ekranlar doldurulmaktadır.

Klasik din anlayışında "Tapınak dini" ne indirgenmiş olan İslam , bu anlayışa karşı olanlar tarafından bu algıdan kurtarılmaya çalışılmamakta , ve aynı çerçevede bir din anlayışı ortaya konulmaya çalışmaktadır. 

"Reform" kelimesi biz Müslümanlar  tarafından duyulduğunda hepimizde rahatsızlık uyandıran bir kelimedir. Ancak bu kelime "DİNDE REFORM" olarak değil "DİN ANLAYIŞINDA REFORM" olarak gündeme gelerek dinin değil, din algısının reforma tabi tutulması gerektiğini düşünmekteyiz. 

"Dinde reform" düşüncesi, dinin sabitelerinin yeniden ele alınması anlamında bir düşünceyi beraberinde getirdiği için , doğru bir düşünce değildir. Söylemek istediğimiz , asıl reformun dinin kendisinde değil , bu dine mensup olanların kafalarında gerçekleşmesi gerektiğidir.  
"Din anlayışında reform" , bu dinin sadece tapınaklarda yaşanan ve tapınaklar ile sınırlı bir din olmadığı , yaşayan insanların tümüne ve onların hayatlarının 24 saatinin tamamına dair sözleri olan bir din olduğunun, önce bu dinin mensuplarınca farkına varılması ile gerçekleşecektir. 

T.V ler de , "İndirilmiş din" adına, bu dini insanlara anlatan hocalarımız kabir azabı , cehennemden çıkış var mı yok mu gibi konular yerine, önce kendilerinin bu dinin evrensel çağrısını öğrenip , sonra insanlara anlatmaları zaruri bir ihtiyaçtır. 

Bir tarafın "Melek peygamber" algısını yıkarak , "Beşer peygamber" algısını yerleştirmek için söylenen sözlere baktığımızda , hiç bir peygamberin zalimlere karşı yaptığı başkaldırmalar , yaşadıkları düzene karşı olan savaşları gündeme gelmeyip , sadece elçilerin suya sabuna zarar vermeyen yüzleri insanlara anlatılmaya çalışılmaktadır. 

O peygamberlerin asıl yüzlerinin , zulüm ve baskı sistemlerine karşı, hakkı dile getirmek olduğunu düşündüğümüzde , bazı hocaların t.v lerde bırakın bu sistemlere karşı halkı uyarmaları , zulüm ve baskı sistemlerini öven konuşmalar yapması ve bu sistemleri desteklemeleri , bizleri gelecek için pek umuda sevketmemektedir. 

"Paralel yapılanma" olarak bildiğimiz ve bir kaç yıldır Türkiye gündemini meşgul eden konu ile alakalı olarak , bu yapılanma ortaya çıkmadan önce bazı hocaların bu yapılanmaya karşı olan tutumları ile , bu gün olan tutumları farklıdır, ne oldu da dün "Cici" olan bir hoca efendi bu gün "Kaka" oluverdi?. Dün cici diyerek , bu gün kaka diyenlerin, bu sözlerinin siyasi iktidara karşı olan yağcılıklarının bir neticesi olduğunu söylemek, o kişilere yapılmış bir haksızlık olmayacaktır. 

Eğer bizler gerçek olarak "İndirilmiş din" i anlatmak için yola çıkanlardan isek , bu dinin zalimlere karşı olan sözünün bütün elçilerin başta gelen sözleri olduğunu haykırmak zorundayız. 

"Uydurulmuş din" adı altındaki söylemin "La ilahe İllallah" kelimesinin dilde ne kadar söylenirse o kadar sevap alınacağının yanlış olduğunu ifade eden indirilmiş din yanlıları , bu kelimenin hayat içinde nasıl pratiğe geçebileceğine dair bir kelime dahi etmemeleri veya edememeleri düşündürücüdür.

"Allah'tan başka ilah yoktur" sözü , yaşanılan hayat içindeki kuralları belirleyici olanın , olması gerekenin sadece Allah (c.c) olduğunun dil ile ifade edilmesi demektir. Bu ifadenin nasıl olması gerektiği , bu ifadenin anlamı hayata geçirilmediği zaman başımıza neler geleceği , bizlere peygamber kıssaları ile anlatılmıştır. 

"Uydurulmuş din" söylemi yanlılarının, bu kıssaları masala döndürerek okumalarının getirdiği yanlışlar ,  o kıssalardan elde edilmesi gereken mesajların anlaşılmamasına yol açarak bizleri bu günlere getirmiştir. "İndirilmiş din" söylemine sahip olanların bir kısmı ise , bu kıssalarda olan bazı olayların nasıllığı üzerinde dönüp dolaşarak kıssa içinden çıkamayan okumalar gerçekleştirip, kıssaların ibret alınması gereken anlatımlar olduğunu ıskalamaları, her iki söylem yanlılarının ortak yönü olarak karşımızdadır. 

Bir tarafın Kur'anın sahifelerini kutsayarak onu dokunulmaz bir kitap haline getirmesine karşın , diğer tarafın Kur'anın suya sabuna dokunmayacak ve bizlere pratik hayatta pek faydası olmayan konularını gündeme getirerek asıl konuları ört bas etmeleri , "Alim" kisvesi altında olanları sorumluluk altında bırakmaktadır. 

İndirilmiş din" in kitabı olan Kur'anın , cehennemin ebediliği , kabir azabı , miraç , nuzulü İsa v.s gibi konulardaki sözünden daha fazla , zulüm , şirk , açlık , sefalet , infak , haksızlık v.s gibi insan hayatını direk ilgilendiren konularda sözleri vardır. Bizlerin "Şirk" kavramını sadece tasavvuf ve hadisçiler ile sınırlayan bir anlama hapsederek , daha geniş bir alana yaymamız gerekmektedir. İndirilmiş din yanlıları olan alimlerimiz, yaşam sistemleri konusundaki şirkleri anlatmadıkça, kitabı gizleyen Yahudi alimlerinden hiç bir farkı olmayacaktır. 

"UYDURULMUŞ DİN " , insanları zulme karşı uyandırmayan , zalimlere kul olmayı esas alan , haksızlığa karşı durmayan , haksızların yanında olan , "Şirk" i esas alan , Allah'ı devre dışı bırakan din olup , din adamlarının eli ile insanlara empoze edilen , ve onlara tarafından "Allah ile aldatmak" şeklinde karşılığını bulan bir din dir.

"İNDİRİLMİŞ DİN" ise , sadece Allah'a kul olmayı emreden , ondan başka ilah ve rab tanımayan , şirkin her türlüsünü ret eden , göndermiş olduğu elçiler ile hayat içinde pratize edilmiş , zalimlere karşı baş kaldırmayı esas alan , zalimin değil mazlumun yanında olan , yönetici tabakaya yağcılığı değil hakkı söylemeyi emreden , para servet v.s dünyalıklar için yöneticilerin ağzı ile konuşulmasını istemeyen , kitabın tamamına iman edilmesini emreden bir din dir.

Bizler bu deyimleri sadece slogan haline getirerek , bizim gibi düşünmeyenleri suçlamaya yönelik deyimler haline soktuğumuz zaman , gerçek bir din algısına sahip olmak yerine , kendimiz aldattığımız bir din algısına sahip oluruz.

Sonuç olarak ; Müslümanlar arasında yüzyıllardır süren ihtilaflar hız kesmeden Türkiye genelinde sürmekte ve ihtilaflar daha keskin ayrışmalara sebep olmaktadır. Sloganlar üzerinde süren bu din savaşlarında "İndirilmiş din" taraftarı olma iddiası içinde olanların büyük çoğunluğunun , dinin sadece belirli konularını ele alarak , daha önemli konularını göz ardı ettiğini görmekteyiz. 

Gerçek bir din söylemi sahibi olmak demek , bu dinin en önemli örnekleri olan elçilerin yolunu izlemek demek olup , bu elçiler her durumda hakkı, canları pahasına ortaya koyarak bizlere her konuda örnek olmuşlardır. Birilerini karalamak , birilerini aklamak adına geliştirilen söylemler gerçek bir din algısını temsil etmekten uzak olan anlayışlar olup , bizlere fayda yerine zarar getirecektir. 

Bizler karşımızdakilerin yanlışları üzerinden , kendi doğrularımızı anlatmak yerine , sadece doğrularımızı anlatıp , eğer yanlış gördüğümüz bir nokta varsa, edep erkan dahilinde bunları dile getirebiliriz Bizler, kimseyi kendimiz gibi düşünmeye zorlamak , veya düşünmediği için hakaret etmek gibi bir hakka sahip olmadığımızı unutmamak zorundayız. 

RABBİMİZ BİZLERİ SLOGANLARIN ARKASINA SAKLANAN DİNİ SÖYLEMLERDEN BERİ KILSIN. 

24 Ocak 2016 Pazar

Hiç Bir Ücret İstemeyen Elçilerin Para Karşılığı Din Satan Ümmetleri

İnsanları aldatarak onlar üzerinden , para , makam , mevki , şöhret edinme hastalığı insanlığın kadim sorunlarından bir tanesi olarak güncelliğini korumakta ve korumaya devam edecektir. İnsanları aldatmak için kurulan tezgahların en eski ve en kullanılan yöntemi dini duyguları kullanmak yani "Allah ile aldatmak" yöntemidir. Bu yöntem, insanları sömürmenin en kolay ve en basit bir yolu olarak Müslümanlar arasında da en acımasız yöntemlerle kullanılmaktadır.

Müslümanlar olarak örnek almamız gereken kişiler olan elçilere baktığımızda , bu elçilerin muhataplarına vaat ettikleri cennet karşılığında, onlardan herhangi bir ücret talep etmediklerini görmekteyiz. 

[036.020]  Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. «Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!»«Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.»
[010.072] (Nuh) «Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim Allah'a aiddir. Müslimlerden olmakla emrolundum.»
[011.051] (Hud) Ey kavmim buna karşı ben sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak beni yaratana aiddir, artık akıllanmıyacak mısınız?
[052.040]  Yahut sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
[012.104]  Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret te istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır'.
[026.164] (Lut) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
[026.180] (Şuayb) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.

Yapılan bir hizmet karşılığı ücret talep etmemek , bu hizmeti yapan kişinin samimiyetini göstermektedir. Tarih boyunca gelen elçilerin tamamı , hiç kimseden herhangi bir ücret talep etmeden , ecirlerini sadece Allah (c.c) den beklemişlerdir. Onların bu yolları yani "Sünnet" leri bizler içinde yol ,yani sünnet olması gerekirken , sünnet kavramı başka yerlere çekilerek, olması gereken yerinden kaydırılmış ve farklı anlamlar yüklenerek din bezirganların istismar ettiği ettiği bir kavram haline dönüşmüştür.

Din bezirganlarının ekmeğine yağ süren en büyük etken , "Din" denilince , halkın anlamadığı , halk arasında yaygın olan deyim ile hoca , şeyh , gavs , alim v.s gibi etiketlere sahip olanların anladığı ve onların tekelinde kalan ve "Onlar ne derse doğrudur" şeklinde genel bir kanıya sahip olanların inandığı değerler akla gelmektedir. Hal böyle olunca din konusunda cahil olan insanları aldatmanın yolu kolayca açılmaktadır. 

Kur'anın anlattığı din de cennete gitmenin yolu ile , bu tiplerin anlattığı din de cennete gitmenin yolu farklı olup , bu kimselerin anlattığı din de cennet yolu daha kolaydır. T.V kanallarında boy gösteren, bir çok "Hoca"  etiketli kimsenin anlattıklarına baktığımızda, tamamen hurafe kaynaklı bir din insanlara sunularak , önerilen yolu takip etmenin cennetin kapılarını sonuna kadar açacağı söylenerek cahil halk aldatılmaktadır. 

Ticareti din yolu ile ve dini malzemeler satarak kullanan bir çok t.v kanalı ve internet sitesine baktığımızda , bu kanalların çoğunun tasavvuf kaynaklı bir din algısını sunduklarını görmekteyiz. Bu tür din algısında en önemli nokta , söylenen söz değil , sözü söyleyen kişidir. Böyle olunca kerameti kendinden veya müritlerinden menkul kişiler, ekranlarda boy gösterip , falan kitabı veya falan kişiyi referans vererek satmak istedikleri ürünleri kolayca hem de yüksek fiyatla satabilmektedirler. 

Çörek otu yağları , dua kitapları , muskalar , kolyeler , yüzükler , yakmayan kefenler , peygamber nalını , kokular gibi ürünlerin satın alınarak kullanıldığı takdirde o kişilere büyük sevaplar vaad eden bu sahtekarlar için , Tevbe s. 34. ve 35. ayetlerinin beyan ettiği akıbet onları beklemektedir.

İnsanların umutlarını sömürerek onlar üzerinden para kazanma yolu , hırsızlık , gasp , soygun gibi suçlardan daha ahlaksız bir yöntemdir. Hasta olan , işi bozulan , kocası veya karısından ayrılan , imtihanını kazanmak isteyen , kısmeti kapalı olan insanların bu hacetlerini gidermek için sattıkları ürünler veya yazdıkları muskalardan aldıkları ücretler , kıyamet günü sırtlarına ateş olarak geri dönecektir.

T.V kanallarında astronomik ücretler alarak programlar yapanların , arka fonda kaval sesi ile insanları resmen koyun yerine koyarak  yaptığı programların yüksek bir izleyici kitlesine sahip oldukları , bu izleyicilerin sordukları incir çekirdeğini doldurmayan abuk sabuk sorulara cevap vermek için uğraşan kişiler bu memleketin dini manzarasını oluşturmaktadır.

Muhammed (a.s) ve onun ashabının yaşadıkları sıkıntıları anlatarak paraları cebe indiren bu insanlar , onun sadece kılı tüyü gibi şeyleri kutsayan bir peygamber inancına sahip oldukları için , anlattıkları da kıldan tüyden meseleleri aşmamaktadır.

"Cinci hoca" lakaplı kişiler , bu bezirganların önemli bir kesimini oluşturmaktadır. Bu kimselere gidenler , hangi sıkıntıları olursa olsun onlardan aldıkları cevap , "Sende cin var onu çıkarırsak iyi olacaksın" şeklindedir. İçlerinde olan cini çıkarmak için !! yüklü meblağlar ödeyenlerin bir çoğu, soyulduğunun bile farkında olmadan , sadece cinci hocaya gitmenin verdiği bir rahatlıkla iyileşmesini , cinci hocaların marifeti sanarak ,başkalarını onlara gitmesi yönünde teşvik dahi etmektedir. 

Boyunlarına taktıkları cevşen ve muskaların onları her türlü beladan ve sıkıntıdan koruyacağına dair rivayetlerle bezenmiş bilgilere inanan saf kişiler, bunların kimseye hiç bir faydası olmadığını , aksine kişiyi şirke düşürme tehlikesine kadar boyutları olduğunu bildikleri anda , cevşen ve muska sektörü diye bir şey ortada kalmayacaktır.

Gavs olarak namlanmış tarikat ağalarının tarlalarında bedava amelelik yaparak , cennette o ağalar tarafından şefaate nail olacaklarını zanneden pek çok zavallı mürit , bu düşüncelerinin hayal ve yalan olduğunu eğer yaşadıkları zaman içinde anlamayarak , ahirette anlayacak olurlarsa iş işten geçmiş olacaktır.

Tarikat ve cemaat yapılanmaları altında gerçekleşen ticaret, son senelerde büyük bir artış göstererek neredeyse devlet içinde devlet şeklinde bir güce erişmiştir. Bu güce erişmelerine sebep olan en büyük faktör , bu güçlerin başlarındaki kişilerin vaat ettikleri cennet ve şefaat garantili bağışlar olmaktadır. Bu kişiler, insanları ellerine ceplerine attırmak için olmadık taklalar atarak , her türlü menkıbe yolu ile bunların verdiklerinin ne kadar faziletli ve karşılıklarının cennet olduğunu söyleyerek soygunu gerçekleştirmektedirler.

Bu manzaranın tamamen yok olması pek mümkün görünmemekle birlikte en aza indirilerek bu türlerin ipliğinin pazara çıkarılması nasıl gerçekleşebilir ?.

Ortalıkta gezen bu tür din tüccarları yaptıkları hizmet karşılığında her hangi bir ücret talep edip etmediklerini sorgulayıp , sattıkları ürünlerin ve söyledikleri sözlerin bize din adına ne gibi bir getirisi olduğunu ilk ağızdan, yani Kur'andan öğrenmek gerekmektedir.

Bizlere önce din den bahsederek etrafına toplayan , sonra esas amacı olan satışı gerçekleştirmeye çalışanların etrafından kaçarak onları yalnız bıraktığımızda , bu bezirganların ekmek kapıları yavaş yavaş kapanmaya başlayacaktır. Bu yalnız bırakma ameliyesinin , kişilerin gerçek bir din anlayışına sahip oldukları zaman gerçekleşeceği de muhakkaktır.

Bu işe önce , kişi merkezli din anlayışından , kitap merkezli din anlayışına geçmekle başlayabiliriz. Kitap merkezli bir din algısına sahip olanlar , sözü söyleyene değil , söylenen söze bakarak , bu sözün doğruluğunu veya yanlışlığını kitaba göre ölçerler. 

Bu yöntem en etkili yöntem olup , dini ticaret haline getirerek onun üzerinden para kazananların en büyük dayanakları olan , "Falan efendinin sözü" , "Filan kitabın sözü" diyerek insanları "Bak ben demiyorum haaa falan efendi, filan kitap diyor" şeklindeki sözlerle bağlamalarıdır.

Bizler eğer falan efendi , filan kitap yerine "Kur'an ne diyor?" sorusunun cevabına yönelik bir din algısına sahip olduğumuzda , bu kişilerin sözleri ve kitapları artık hükmünü yitirerek çöp tenekesinden başka bir yere layık olmadığı görülecektir. Bu tehlikeyi çok iyi bilen bu tipler , Kur'anın elde gezen bir kitap olmaması için yüzyıllardır ellerinden geleni artlarına koymayarak , insanları kendi söylediklerine bağlamışlardır ve hala bağlamaktadırlar.

İnsanlar Kur'ani bir din algısına sahip olduklarında , bu tür kişilerin istismarına sebep olan , dua kitapları , muskalar , kolyeler , yüzük gibi şeylerin faydasının alan kişiye değil , satan kişiye olduğu anlaşılarak, dini duyguların istismar edilerek açılan bu kazanç kapısı kapanmaya başlayacaktır.

Din bezirganların sahtekarlıklarını anlatmak için ciltler dolusu kitaplar yazılsa genede bitmeyecektir. Bize düşen bunların tezgahlarına gelmemek , bunların tezgahlarına düşmüş olanları hatalı olduklarını anlatarak , din denilince akla bu tür sahtekarlar değil Kur'anın gelmesi gerektiğini anlatmaya çalışmak olmalıdır.

Ayrıca "Alim" sıfatına sahip olanların siyasi iktidarlar ile yakınlaşarak , onlardan bir takım menfaatler elde etmeye kalkmaları, bahsini ettiğimiz durumun bir başka versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasilerin oy uğruna attığı taklalardan bir tanesi , oy deposu olarak gördükleri şahsiyetlere yanaşarak karşılıklı müdahene içine girmeleridir. Alim sıfatına sahip kişilerin , elçilerin yolunu izleyerek  dünyevi menfaat karşılığı hiç bir kişi , kurum veya kuruluş ile yakınlık içine girmeyerek , kendilerini hiç bir yere bağımlı hissetmemeleri gerektiğini ifade etmek istiyoruz. 

RABBİMİZ BİZLERİ , DİN SATARAK PARA KAZANANLARIN OLMADIĞI BİR DÜNYADA YAŞAYAN KULLARINDAN KILSIN.