19 Mayıs 2013 Pazar

Beyt'ul Ankebut ve Beyt'ullah

Allah azze ve celle alemlere rahmet ve hidayet olan kitabının ankebut s. 41. ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır. 

 "Allah'tan başka dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi. "

Bu ayet mesel ile anlatmanın güzel örneklerinden biri olup örümceğinin evinin dayanıksızlığının  teşbihi üzerinden , Allah cc den başka veli edinenlerin durumunu örümceğin yapmış olduğu ev misali bir üfürükle yıkılacak cinsten evler olduğu bildirilmektedir. Bu ayetteki teşbihten hareketle kabenin "beyt" olarak adlandırılmasının ve kabenin "beyt'ullah" olarak anılmasının bizler için ne anlam ifade etmesi gerektiği üzerinde durmak istiyoruz.    

"Beyt" kelimesi lügatte "insanın gece sığındığı yer" anlamına gelir. Kur'an gece kelimesini hem hakiki manada "günün bir vakti" olarak, hemde mecazi manada "vahye iman etmeyenlerin" durumları ile ilgili olarak kullanımıştır. Hakiki anlamda "vennehar" olarak gece kelimesi mecazi anlam olarak vahyi kabul etmemeyi gecenin karanlığı anlamında "ezzulumat" olarak kullanır. 

----- [002.257]  Allah iman edenlerin velisidir onları zulümattan nura çıkarır, küfredenlerin ise velileri Taguttur onları nurdan zulümata çıkarırlar, onlar işte eshabı nar, hep orada kalacaklardır.
-----005.016] Allah bununla rıdvanı ardınca gideni selâmet yollarına doğrultacak ve iznile onları zulmetlerden nura çıkarıb doğru bir yola koyacak.
-----006.039]  Ve o kimseler ki, Bizim âyetlerimizi yalanladılar. Zulmetler içinde kalmış birtakım sağır ve dilsizlerdir. Allah Teâlâ kimi dilerse şaşırtır, kimi de dilerse doğru bir yol üzerinde kılar.
-----006.122]  Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.
-----014.001]  Elif, Lam, Ra. bir kitab ki sana indirdik insanları Rablarının iznile zulmetlerden nûra çıkarasın diye: doğru o azîz hamîdin yoluna ki bütün izzet-ü hamd onun.

Örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere vahiy, mecaz anlamda "ennur"(aydınlık) vahye iman etmemek ise, "ezzulumat" (karanlık) anlamında kullanılmıştır. İnsan nasıl gecenin karanlığından veya tehlikesinden bir yerlere sığınma ihtiyacana binaen kendisine "beytler" (evler) inşa ettiyse , Allah cc de insan için "ezzulumat" kelimesi ile karanlığa benzettiği "şirk" ten şığınmak için "beyt" inşa ettirmiştir. Mekke'de olan bu beyt sembolik olarak "Allahın evi" adıyla bilinir ve o eve sığınanın şirkte düşmekten emin olacağı bildirilir.   

----- 003.96-97Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, kutlu ve bütün insanlar (alemler) için hidayet olan (Kâbe) dir.Orada apaçık alametlerle, İbrahim'in makamı vardır. Kim, oraya girerse emin olur. Ona yol bulabilen herkesin, Ka'be'yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim inkar ederse; bilsin ki doğrusu Allah, alemlerden müstağni'dir.

97. ayette, "kim oraya girerse emin olur" cümlesini biraz açmak istiyoruz. Bir insanın beyt'in içine girmesi onun canını garanti alması konusu bir tarafa daha geniş anlamını düşünecek olursak "beyt' e girmek" ten kasıt o beyt üzerinden kur'anın anlatmış olduğu tevhid akidesinin altına girmektir.  

Şeytan ve yandaşlarının kıyamete kadar insana düşman olacakları onu şirk bataklığına gömmek için ellerinden geleni yapacakları bilinen bir gerçektir. İbrahim ve oğlu ismail  as .ın temellerini yükselltiği ve insanlar için yapılan ilk ev olmasının bu evin temellerinin ne kadar eski olduğunu göstermektedir. İnsanlar için kurulan ile ev olması oradaki yerleşim tarihinin'de eskilere dayanmasının bir göstergesidir.   

Sembol kelimesi , "bir gayeyi bir fikri ifade eden ortak bir anlamı olan harf,kelime veya obje" anlamına gelen bir kelimedir.  Kabe'ninde taş bir bina olmasının ötesinde sembolize ettiği bir anlam vardır. 

-----002.125 Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam- ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: «Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!»

Bakara s. 125. ayetinde geçen "beytiye" (benim evimi) şeklindeki geçen kelime kabeyi Allah cc nin "beyt'im" yani evim şeklinde tanımlaması burasının diğer bir adının BEYT'ULLAH olarak kabul edilmesini beraberinde getirmiştir. Burada yeri gelmişken şunu ifade etmek isterizki, kur'anı tek kaynak olarak aldıklarını söyleyen bazı kişiler bu şekilde bir kelimenin kur'anda geçmediğini öne sürerek bu kullanımın yanlış olduğunu iddia etmektedirler. Onlara sadece kur'andaki kabe,hacc ,mekke ile ilgili ayetlerin sadece meaalerini değil metinleri ile birlikte okuyarak bu kelimenin nasıl geçtiğini sonrada bu kullanımın kur'anla nasıl  
örtüştüğüne bakmalarını tavsiye ediyoruz.   

"Kabe" veya "beytullah" sembolleri üzerinden verilmek istenen mesajı anlamak için önce  "beyt" kelimesinin insan için ne  ifade ettiğini anlamak, sonra ankebut s. 41. ayetindeki ayetin mesajını anlamak gerekmektedir. Ankebut s. 41. de Allah cc örümceğin evinin dayanıksızlığını hatırlatarak sağlam evin hangisi olmasını gerektiğini göstermektedir. Allahın evinin şirke karşı sığınılabilecek en sağlam ev olduğu yukarda mealini verdiğimiz al-i imran s. 96-97. ayetlerinden anlaşılmaktadır. İnsanların oraya girmeleri demek sadece çatısının altında toplanmak şeklinde değil, beyt sembolü üzerinden anlatılmaya çalışılan kişinin şirk zulumatından tevhid nuruna girmesidir.

İnsanların yılın belli bir zamanında bir araya gelerek kabeyi tavaf etmeleri veya dünyanın  neresinde olurlarsa olsunlar salatlarında yüzlerini oraya döndürmeleri orasını Allah cc nin sığınılacak evi olduğunu unutmamaları anlamına gelir. Bugün bu şuurdan yoksun olarak yapılan bu ritüeeller bazı kesimlerin istismar edebileceği bir hale gelmiş ve beyt2in bir put olduğu düşüncesi dile getirilmeye başlanmıştır.   

Beytullah'ın sembolize ettiği anlamı bırakıp onun taşına ve örtüsüne tazime başlayan müslümanların bu yaptıkları Allah cc nin kendi evine istediği tazim olmayıp aksine tevhid akidesinin aksine yapılan bir hareket olduğu bilinmelidir. Yapılan bu yanlışlar beytullahın olması gereken işlevini müslümanlardan daha iyi kavrayan şeytan yandaşlarının işlerine gelmiş kendilerini kur'anla özdeşleştiren ancak kur'andan haberi olmayan bazı kesimleri kullanarak müslümanlardaki bu şuuru örtmek için beytullahın bir put olduğu sözlerini onlara söylettirme çabasına girmişlerdir. Beytullah'ın bir put olduğunu herhangi bir gayri müslüma kişi söylese bu sözleri dolayısı ile bütün müslümanların onlara tepkisini bilen şeytan yandaşları bazı cahil kesimleri kandırarak bu söylemlerini sözde kur'anı öncelliğini iddia eden saf kişileri söyletebilmektedirler.

-----002.189  Onlar sana hilalleri soruyorlar. De ki: «Onlar, insanlar için ve hac için vakit ölçüleridir. Birr, evlere arkalarından gelmenizle değildir, gerçek birr, korunanlardır. Evlere kapılarından gelin ve Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.

Bu ayetteki "evlere arkadan girme" ile alakalı olarak tefsirlerde cahiliye devrinde hacc zamanı insanların evlerine kapıdan değil arkadan girdikleri gibi bilgilere rastlamakla beraber bu deyimin daha geniş bir anlamı olması gerekiğini düşünmekteyiz. Ayette "birr" kavramı ile anlatılmak istenen şey insanların kendi yanllarından uydurdukları bid'at inaçların yanlış olduğu Allah cc ye yakınlık adına yapmış oldukları uygulamaların yanlış olduğu, eğer Allah cc ye yakın bir kul olmak istiyorlarsa "evlere kapılarından girmeleri" yani Allah cc nin em
i doğrultusunda hareket etmeleri emredilmektedir. Bazıları evlere arkadan girme yanlışına karşı başkalarının o evi kökten yıkma çabası doğru bir yöntem olmayıp şeytan yandaşlarının ekmeğine yağ süren düşüncelerdir.  

----- 71.028 «Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız helakını artır.»

Nuh s. 28. ayetinde nuh as "evime inanmış olarak gireni bağışla" diye yapmış olduğu dua onun geceleri barınmak için oturduğu eve anlamında değil onun davetini kabul edenler anlamındadır.   

Sonuç olarak, ankebut s. 41. ayetinde "çürük ev" teşbihinden hareketle bu tür evlere girilmemesi, aksine sağlam olan eve yani Allah cc nin evine girilmesi gerektiği bizlere emredilmektedir. Semboller ve meseller üzerinden yapılan anlatımların anlaşılma kolaylığı üzerinden hareketle ,Allahın beyt'i olan kabeye kur'anın emrettiği şekilde yapılan tazimler ve onun müslümanlar için ifade ettiği anlamın doğru şekilde anlaşılması şirk evlerini terkedip tevhid evine girmek olduğudur.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


14 Mayıs 2013 Salı

Firavun'un Sihirbazlarının Verdiği Mesaj

Musa as ın kıssası kur'anda en fazla yer tutan kıssalardan birisidir. Musa as ın firavun'un sihirbazları ile olan karşılaşması ve karşılaşma sonundaki olanların verdiği mesaj düşünülmesi ve örnek alınması gereken mesajlardır. Olay 3 ayrı surede anlatılmakta ve ayet mealleri şu şekildedir.   

                         Araf s. 113-126. ayetlerinde anlatılan ayet mealleri 

113 - O sihirbazlar Firavun'a geldiler: "Galip gelirsek bize muhakkak mükâfat var değil mi?" dediler.
114 - "Evet" dedi (Firavun), "Üstelik o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız."
115 - Sihirbazlar, Musa'ya: "Ey Musa! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın, yoksa biz mi?" dediler.
116 - Musa, "Siz atın" dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler.
117 - Biz de Musa'ya "Sen de asânı bırakıver." diye vahyettik. Birdenbire asâ, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi.
118 - Artık hakikat ortaya çıkmış ve onların bütün yaptıkları boşa gitmişti.
119 - Orada mağlup olmuş ve küçük düşmüşlerdi.
120 - Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.
121 - "Âlemlerin Rabbine iman ettik." dediler.
122 - "Musa'nın ve Harun'un Rabbine."
123 - Firavun: "Ben size izin vermeden iman ettiniz ha!" dedi. "Şüphesiz bu bir hiledir, siz bunu şehirde kurmuşsunuz, yerli halkı oradan çıkarmak istiyorsunuz, sonra anlayacaksınız!"
124 - "Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra da bilin ki, sizi astıracağım."
125 - Onlar da: "Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz." dediler.
126 - "Senin bize kızman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al." derler.  

                                         Taha s. 57-76. arası anlatılan ayet mealleri    

56 - And olsun ki, biz, Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Böyle iken o yine onları yalan sayıp kabulden çekindi.
57 - (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?"
58 - "O halde biz de senin sihrin gibi bir sihirle sana geleceğiz (karşına çıkacağız); şimdi bizimle senin aranda bir vakit ve bir buluşma yeri tayin et ki; ne senin, ne bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun."
59 - Musa: "Sizinle buluşma zamanı, süs (bayramı) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir." dedi.
60 - Bunun üzerine Firavun döndü gitti ve bütün hile vasıtalarını topladıktan sonra geldi.
61 - Musa onlara dedi ki: "Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydur mayın. Sonra bir azab ile kökünüzü keser. Gerçekten (Allah'a) iftira eden hüsrana uğramıştır."
62 - Sihirbazlar aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular
63 - (Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve de örnek dininizi yok etmek istiyorlar."
64 - "Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır."
65 - Sihirbazlar: "Ey Musa! Ya sen at, yahud ilk atan biz olalım" dediler.
66 - Musa dedi ki: "Hayır, siz atın." Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi.
67 - Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.
68 - Biz dedik ki: "Korkma, çünkü sen muhakkak üstünsün (galib geleceksin) "
69 - "Sağ elindekini atıver, o, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz."
70 - Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.
71 - Firavun: "Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabının daha şiddetli ve devamlı olduğunu bileceksiniz" dedi.
72 - (İman eden sihirbazlar şöyle) dediler: "Bize gelen bu açık mucizeler ve bizi yaratana karşı, asla seni tercih edemeyiz. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin."
73 - "Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır."
74 - Her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de dirilir.
75 - Kim de ona bir mümin olarak salih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler vardır.
76 - Adn cennetleri vardır ki, altlarından ırmaklar akar, onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve işte bu, (küfür ve isyandan) arınanların mükafatıdır.    

                                         Şuara s. 36-51. ayet mealleri  

36 - Dediler ki: "Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder."
37 - "Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler."
38 - Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39 - Halka, "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)" denildi.
40 - "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler.
41 - Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler.
42 - Firavun cevaben: "Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız" dedi.
43 - Musa onlara "Atın, ne atacaksanız" dedi.
44 - Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz" dediler.
45 - Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!
46 - Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47 - "İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine "
48 - "Musa ve Harun'un Rabbine!"
49 - Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"
50 - "Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz."
51 - "Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz"   

Kıssa içinde kıssa denilebilecek türden bir anlatımı olan sihirbazların iman etmesi ile sonuçlanan karşılaşma ile ilgili ayet mealleri bu şekildedir.  

Sihirbazlar firavuna geldikleri zaman ona söyledikleri ilk söz "galip geldikleri zaman alacakları mükafat" idi, firavunu sihirbazların bu sözlerine karşılık onların galip geldikleri takdirde "elmukarrebin" lerden olacaklarını söylemektedir. "Elmukarrebin"(yakınlaştırılmışlar) kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetlere bakacak olursak . (3.45-56.11.88-/83.21.28 ) bu kelimeyi Allah cc nin cenneti haketmiş kulları içinde kullandığı görülür. Firavun'un , sihirbazlarının galip geldiği takdirde onları "elmukarrebun"dan kılacağını söylemesi sihirbazlara vermeyi vaad ettiği mükafatın büyüklüğünü teşbih için kullanılmış bir kelimedir.

Sihirbazların yapmış olukları sihir musa as ın asası tarafından yok edilince sihirbazlar bu durumun bir sihir olamayacağının farkına vararak iman ederler. Olay ile ilgili olarak geçen ayetlerde firavunun sihirbazları öldüreceğini söylemesi sihirbazların firavuna boyun eğmeyerek onun vereceği "elmukarrebin" payesi ile Allah cc nin vereceği "el mukarrebin" payesi arasında seçim yaparak firavunun geçici dünya hayatında vereceği mükafatı ellerinin tersi ile iterek ölümü göze almışlar ve imanlarından dönmemişlerdir.    

Sihirbazlar o an için imanlarını gizleyip takıyye yaparak firavun'dan canlarını kurtarıp içi Allah cc ye kul dışı firavuna kul olarak refah içinde bir hayat sürmeleri pekala mümkündü. Böyle yapmamaları onların haşa geri zekalılar olduğunumu gösterir?.  

Dün meydanlarda "her firavuna bir musa" diye bağıran bazı ağabeylerimiz dün lanetledikleri firavunların bugün kendilerine sunmuş olduğu dünyalık "elmukarrebun" luğu ahiret "elmukarrebun" luğuna tercih ederek Allah cc ye olan kulluklarını açığa vurma cesaretini kaybetttiklerine şahid olmaktayız. Kendileri ile beraber yola çıkanların yollarına aynı kararlılıkla devam ettiklerini görünce onlara alaycı tavırlarla " siz daha oralardamısınız?" şeklinde sözler sarfetmektedirler.  

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz ayetlerin arapça metinlerini dünya şampiyonları hafızlar tarafından dinlerken gözyaşlarını tutamayan bu eski ağabeylerimiz bu ayetlerin mesajı ile ilgili olarak hiç bir düşünme gereği dahi duymamaları içler acısı bir durumdur.  

Rabbimiz bizleri dünya hayatının geçici nimetleri ile ahiret hayatının ebedi nimetleri arasında seçim yapmak durumunda kaldığımız zaman firavunun sihirbazları örneğinde ölümü dahi göze alarak yamulmadan ahireti seçen kullarından kılsın. Amin





9 Mayıs 2013 Perşembe

Kitabı Tahrif Teknikleri Konusunda Bir İroni Denemesi (Geleneksel Metod)

Allah cc nin alemlere rahmet ve hidayet olarak göndermiş olduğu kitaplar zaman içinde şeytan ve askerleri vasıtası ile değişime uğratılıp insanların hevalarına uygun olarak yeniden tanzim edilmeye çalışıldığı bilinen  bir gerçekliktir. Adını bildiğimiz iki kitab olan tevrat ve incil bu uygulamadan nasibini almış ve tabileri olduğunu iddia eden insanlar tarafından tahrif edilerek "Allah cc nin kitabı budur" denilerek az bir pahaya satılmaya çalışılmıştır. Konumuz tevrat ve incilin tahrifi değil kur'anın tahrifi olup bu yazı başlıktanda'da anlaşılacağı üzere bir ironi denemesidir. İroni anlam olarak "söylenenin tam tersinin kastedildiği ifadedir. Söylenen ya da yapılan eylem, ciddi görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da eylemi, çelişki noktasına çekmeyi hedefler. Mizahdan farkı olarak, ironi daha eleştirel yaklaşır. İroni mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenenin altını, dolaylı çizer." şeklinde tarif edilmiş olup bizde bu tarife uygun tahrif tekniklerini sıralamaya çalışacağız.

                      1- NASİH-MENSUH TEORİSİ İLE TAHRİF TEKNİĞİ

Önce bakara s. 106. ayeti,nahl s 101-102. ayeti ve ala s.6-7. ayetleri bağlamlarından koparılarak, kur'anda bazı ayetlerin yürürlükten kaldırıldığı düşüncesi ortaya atılır. Sonra bu teori kategorilere ayrılır. 1-metni baki hükmü mensuh ayetler, 2-metni mensuh hükmü baki ayetler, 3- metni ve hükmü mensuh ayetler gibi. Daha sonra kur'andaki zina cezasının evli ve bekar ayrımı yapmadan aynı olduğu kapatılır, 2. kategoriye uygun olarak recm cezasının evliler için taşlayarak öldürme şeklinde olduğunu belirten ayetin nazil olduğu fakat muhammed as ın vefatı sırasındaki karışıklıkta ayeti mübarek bir keçinin yediği rivayet kitaplarına sokulur ve böylelikle 2. kategoriye uygun olan bir ayet bulunmuş olur. Elimizdeki kur'anın içine alınmayan bir çok ayet olduğu aynı rivayet kitaplarına sokuşturularak 3. kategori oluşturulmuş olur. Bunları okuyan bir gayri müslim " yahu bu müslümanlar ne antika hem ellerindeki kitaplarının Allah'tan indirildiği gibi aynı derler hemde kur'ana alınmayan bir çok ayetten bahsederler" dedirtip bir taraflarıyla gülmeleri sağlanır.    

Zina cezasının evliler için ayrı olduğu ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılıp bunu kabul edenlerin KUR'AN İNKARCISI olduğu gizlenip, etmeyenlerin HADİS-SÜNNET İNKARCISI oldukları yaygaraları koparılır.

       2. OLUŞTURULAN KUR'AN DIŞI İTİKADLARA UYGUN TAHRİF TEKNİĞİ

Cahiliye döneminden beri süregelen emevi- haşimi çekişmesinin adı, şia ve ehlisünnet olarak değiştirilip itikadi bir alana çekilip müslümanların kıyamete kadar birbirlerine düşman olmaları sağlanır.    

Kur'an, yunan, hint, iran düşüncelerinden alınan felsefe ve tasavvuf düşünceleri ile yeniden yorumlanır. Artık kur'an Allahın indirdiği amacın dışına çıkarılmış ve herkesin kendi düşüncesini onaylayan bir noter olmuştur.

Şirk kavramı özellikle tasavvufçular tarafından mecraıından çıkarılarak insanlara hoş gösterilir ve din maskesi altında mekke müşriklerini aratacak müşrikler türetilir.  

İtikadi mezhepler adı altında kur'an ile ilgisi olmayan meseleler üretilir ve bunların kur'andan delilleri çıkartılmaya çalışılarak kur'ani bir mesele olduğu zannı verilir.     

          3. KUR'ANA EŞDEĞER KİTAPLAR ÜRETİLEREK TAHRİF TEKNİĞİ 

Muhammed as ın söylediği sözler önce necm suresi ayetleri bektaşi misali okunarak üsütü kapatılır ve "onun her söylediği vahiydir" teorisi üretilerek sözlerininde kur'an ile aynı olduğu dayatması yaplır. Bunlar yapılırken yine muhammed as a uygun sözler söyletilerek onun desteği sağlanır. Erike hadisi gibi rivayeler üretilerek " Süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.`" gibi sözler söyletilir.     

Tevratın içine dahil edildiği gibi kur'an mushafına harici sözlerin ilave edilmesine gerek yoktur. Kütübü sitte adı altında oluşmuş olan külliyatı özellikle buhari ve müslimi "la yus'el" (sorgulanamaz) kitaplar haline getirerek gerektiği yerde onları kur'anın önüne geçirmek.
"Hadisleri kur'ana arz edelim" diyenleri sapkınlıkla suçlayalım ve "sahih hadisin kur'ana arzına gerek olmaz" tarzında bahaneler uyduralım, "sahih dediğiniz hadisin sahihliğinini deliline dair vahiymi var?" gibi soru soranları "hadis inkarcısı" veya "sünnet inkarcısı" gibi sözlerle damgalayalım. Çünkü  "hadis" adı altında üretilen bir çok husus bu hadislerin sahih olmadığı anlaşıldığında temelinden sarsılacaktır.    

4. KUR'AN MEALLERİNE GEREKLİ PARANTEZLER AÇARAK TAHRİF METODU

Kur'anın asıl metninde olmayıp hadis olduğunu söylediğimiz sözlerle oluşmuş olan din kurallarını kur'andanmış gibi göstermek için ayet aralarına parantezler açılarak oluşturmuş olduğumuz kurala uygun hale getirebiliriz. Örnek parantezler aşağıda verilmiştir. Mesela isa as ın yeniden dünyaya inmesi düşüncesi hıristiyan düşüncesi olmakla birlikte bu düşünceyi müslümanlar için bir inanç konusu haline getirip uygun rivayetlerle destekleyip bazı ayetlere parantez içi tahrif metodu yolu ile sanki ayet öyle diyormuş gibi bir hava verdirebiliriz örnek bir meal denemesini  olarak zuhruf s. 61. ayeti üzerinde uygulayabiliriz .  
" Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur."   

 Aynı metod ile müslümanların kur'an ile bağlarını koparabilmek için onu canları istediği zaman ellerine alamayacaklarını empoze edip "abdestsiz kur'ana el sürmek haramdır" şeklinde bir düşünceyi yayalım buna destek içinde vakıa suresi 79. ayetini bektaşi misali okumalarını sağlayarak sanki kur'andanmış gibi anlamalarını sağlayalım örnek bir tahrifi şu şekilde yapabiliriz. "Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz."

Kendi kafalarınca düşünce üretmemeleri ve kafalarını başkalarına kiraya vererek onların doğrultusunda düşünmeleri için ayet meallerini ona göre ayarlayalım yine örnek bir çalışma olarak enbiya s. 7 ve nahl s.43. ayetlerinin meallerini şu şekilde ayarlayalım. 
----- Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.
----- Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz.
Uyanık ve kur'andan haberi olanlar bu iki ayetin öncesinide okuyun derlerse o zaman işimiz yaş çünkü bu iki ayetin öncesi "Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik." şeklinde olup sonrasının doğru meali ""Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun." şeklindedir, ama içiniz müsterih olsun müslümanların çoğu kur'anın adına inanır içindekilerden iyiki haberi olmaz.

Müslümanlar arasında , kitaplarınındaki şefaat konusunun müşrik inancı olduğunun belirtilmesine rağmen onlara Allah cc den başka kimselerin şefaatçi olabileceklerine dair bir inancı yayarsak "garanti affedileceğiz" veya "bana ....... şefaat edecek nasıl olsa" diyerek onların günah işlemelerini kolaylaştırabiliriz. Bu inancı yaymamızda gerekli olan uydurmaların yanısıra kur'andaki şefaati red eden ayetler üzerinde gereki teviller veya meallerinde gerekli oynamalar yapılarak kur'anın red ettiği bu inancın müslümanlar arsında bir akide konusu olmasını sağlayabiliriz.

               5. ALİMLERE TABİ OLMAK  YOLU İLE TAHRİF METODU

Aklı çalıştırmamak için gerekli önlemler alındıktan sonra artık sıra düşünceleri tektip hale getirmek kolay olur. Özellikle dini hurafe anlatmaktan başka bir şekilde anlamayan alimleri! öne çıkarıp onların din tariflerinden başka tarifin olamayacağına inandırıp artık rahat rahat köşemize çekilebiliriz. "Sen ....... dan dahamı iyi biliyorsun?" şeklindeki sözlerle  o kişilerin sorgulanamaz oldukları yayılmalıdır. Artık  kendini müslüman zanneden ancak kur'andaki dini reddeden bir islam toplumu oluşmuştur şimdiden sizi tebrik ederim.  
                                                                                                                         İmza  
                                                                                                                        Şeytan

7 Mayıs 2013 Salı

Kudsi Hadis- Nebevi Hadis ayrımı Üzerine Bir Değerlendirme

Bilindiği üzere geleneksel islam düşüncesinde muhammed as ın ağzından çıkan kur'an harici sözler , "hadisi nebevi" ve "hadisi kudsi" diye ikiye ayrılmaktadır. Bu yazımızda "hadisi kudsi" olarak ayrılan sözlerin kaynağı ile ilgili bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.

Hadisi kudsi ile ilgili olarak prof. dr. Talat koçyiğit şöyle bir tarifte bulunmaktadır.
"Hazreti Peygamber'in Allah Teâlâ'dan rivayetle ifade buyurduğu hadislere "Kudsi Hadis" denir. Hz. Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir. "Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler" Talat Koçyiğit, Hadis Istılahlarla Ankara 1980, s. 123-124)."  

 Hadisi kudsi'nin tarifi bu şekilde yapılmış olması ve bu kategorideki hadislerin aynı kur'an gibi vahiy sayılması, hadis konusu hakkındaki düşülen çelişkilerden birisidir. Bu tür hadisler muhammed as a aynı kur'anın vahyi gibi vahyedildiği iddiası muhammed as ın kendisine vahyedilen iki tür vahyi yani elimizdeki kur'andaki ayetlerin vahyi ile kudsi hadis olarak vahyedilen vahiylerin ayrımını nasıl yaptığı sorusunu akla getirmektedir.    

Cibril muhammed as a gelip "bunlar kur'ana konulacak , bunlar konulmayacak kudsi hadis olarak bunları tebliğ et" mi demiştir , yoksa tasnifi muhammed as kendisimi yapmıştır? bu cevabının verilmesi gereken bir sorudur. Cibril'in muhammed as ile arkadaş sohbeti mahiyetinde vahiy alışverişi olamayacağını düşünürsek kendisine kur'an gibi vahyedilen kudsi hadis kategorisindeki hadislerin kur'anın içine neden alınmadığı sorusunun cevabının verilmesi güçleşecektir.  

Bir başka çelişki nebevi hadis kategorisindeki hadisler için geçerlidir. Ehli hadis düşüncesi mensupları necm s. ilk ayetlerine dayanarak nebevi hadislerinde vahiy olduğunu iddia etmişlerdir. Şimdi 3 ayrı vahiy türünden bahsetmek durumunda kalmamız işin garabetini ve vehametini ortaya koymaktadır.  1. vahiy kur'an, 2.vahiy nebevi hadisler, 3. vahiy kudsi hadisler.  

Şöyle bir düşünelim, cibril muhammed as a gelerek 3 ayrı vahiy iletiyor ve bu ayrımı muhammed as tasnif ediyor. Vahiy katiplerine, "bunlar kur'an vahyinin ayetleri bunları yazın, bunlar benim sözlerim (nebevi hadis) bunları yazmayın, bunlarda manası Allah cc den ama sözleri benden (kudsi hadis) bunlarıda yazmayın"mı demiş?   

Bu soruya kimse "evet böyle olmuştur" diyemeyecektir, çünkü böyle 3 türlü vahiy türü olamaz. Alah cc elçisi muhammed as acibril vasıtası ile sadece kur'an ayetlerini vahyetmiş olup, "bunun haricinde başka şeyler vahyetmiştir" demek Allah cc ye iftiradan başka bir şey değildir.  

Sonuç olarak, nebevi hadis-kudsi hadis ayrımı tam bir garebet bir durum olup bu kategoriyi yapanların kendi içlerindeki çelişkilerinin bir göstergesidir. Kudsi hadis kategorisindeki hadisleri böyle bir kategoriye sokmadan muhammed as ın kur'an ayetlerini açıklayan sözleri olarak sadece nebevi hadis kategorisine koymak şeklindeki bir duruma itirazımız olamaz sadece o sözlerin diğer sözleri gibi kur'anla uyuşup uyuşmadığına bakıp sahih olup olmadığı kararı verilebilir. Bütün müslümanların elimizdeki kur'an hakkındaki düşünceleri Allah cc den indiği şekli gibi olduğunu düşünüp bazılarının kur'an harici ayrı 2 vahiy türü olduğunu iddia etmeleri kur'anın mevsukiyetine gölge düşürmekten başka bir işe yaramaz.    

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

73 Fırka Hadisi Üzerine Bir Değerlendirme

Bugün müslümanlar arasındaki en büyük sıkıntılardan birisi fırkalaşmanın sonucunda doğan anlaşmazlıklar olduğu muhakaktır.Bu fırkalaşma daha ilk günlerden beri en büyük sıkıntılarımızdan biri olup bundan sonra sonrada böyle gideceği benzer olması hepimizin üzüntü kaynağı olmasına rağmen fırkalaşmadan kurtulma reçetesi olarak kimse bulunduğu yerden bir adım atmadan herkesin kendi fırkası altında toplanmaya çağırmaktadır.     

Bu çağrısına dayanak olarak 73. fırka hadisi olarak bilinen hadisi göstererek kurtulan fırkanın sadece kendi fırkası olduğunu savunmaktadır, peki bu hadis nasıl bir hadisdir'ki! herkesi fırkacılığa teşvik ediyor ve herkesi birbirine düşürüyor.

 Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardanda yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Resûlüllah (s.a.v.), “Cemaat” diye cevap verdi.
S.İbn-i Mâce, Fiten 17  


“İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç, bunların tamamı ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.” S. Tirmizî, Îman 18  

Rivayetin farklı versiyonları olmasına rağmen aşağı yukarı bütün rivayetler aynı konu etrafındadır. Hadis usulu ile ilgili bilgileri hatırlayacak olursak "fiten ve melahim "türü denilen hadislerin bir çoğu uydurma hadisler olarak kategorize edilmiştir. Muhammed as ın bir çok ayette "ben gaybı bilmem" şeklinde sözleri sarfetmiş olmasına rağmen yine  ona atfen bir çok rivayet bulunmaktadır. Bu  yazımızda yukarda metnini verdiğimiz rivayet üzerinde durmak istiyoruz.    

Bilindiği gibi muhammed as ın vefatının hemen sonrasında başgösteren fitne  hareketleri ve bu hareketlerdeki sebeblerin itikad konusu haline getirilmesi sonucu her fırak kendi itikadını haklı göstermek için ayetleri te'vil etmiş ve bununla yetinmeyerek muhammed as a atfen bir çok söz uydurmuşlardır. Yukardaki hadis ile ilgili olduğunu düşündüğümüz bir rivayetide buraya naklederek düşüncelerimizi paylaşalım.    
"Ashabım gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz" 

Bu iki rivayette ortak nokta  "ashaba tabi olmak" üzerinde yoğunlaşmış olması  böyle bir hadisin neden söylenme ihtiyacı duyulduğunu araştırmanın lüzumu üzerinde durmayı gerektirmektedir. Bilindiği gibi muhammed as Allah cc nin elçisi olması hasebiyle kendisine vahyedilene uymak ve onu tebliğ ile memurdu, ve hayatı boyunca bu memurluğa asla aykırı söz ve davranışta bulunmamıştır. Ashabına kur'ana tabi olmaktan başka bir yol tavsiye etmeyen muhammed as neden sonrakilere "ashabına uymayı" tavsiye etmiştir ? diye bir soru akla gelmektedir.    

Fitne dönemi olarak bildiğimiz cemel ve sıffin savaşları  sonucunda islam dünyasının bazı fırkalara ayrıldığı malumdur. Şia, haricilik ve sünnilik adı ile maruf olan bu fırkalardan şia ve haricilerin ortaya akidevi yönleri bazı sahabelere kafir olarak saymak üzerine kurulmuştur. Sünni fırkanın onlara göre ashaba daha mutedil yaklaşmalarına karşın bu mutedil yaklaşıma dayanak olması için bazı hadisler uydurmuş olmasıda bir gerçektir.   

Muhammed as ın bir söz söylerken karşısındaki muhatabın literatürdeki adı  "ashabı kiram" dır. Sözlerinin hepsini bunları muhatap alrak söyleyen muhammed as ın yukardaki rivayetlerde sanki başka bir ülkeye gitmiş  ve karşısında ashabın haricinde insanlar varmış gibi "ashabım" şeklindeki sözler bu tür rivayetlerin söylenmiş değil söylettirilmiş rivayetler olduğu tezini güçlendirmektedir.    

Bugün her fırkanın "biz cemaat üzereyiz" veya " biz ashabın izi üzerindeyiz" diyerek kendilerini kurtulan fırka olarak lanse etmeleri, " hangi ashabın?" sorusunu sormamızı gerektirir.   

Ehli hadis fırkasının sahabeyi adil sayarak onu "la yus'el" (sorgulanamaz) olarak kutsama düşüncesinin, günümüzdeki atatürk'ü koruma kanunundan bir farkı görünmemektedir. Sahabeyi haşa atatürk gibi müşrik olarak görmemekle birlikte onların sorgulanmasını itikad konusu haline getirip dokunulmazlık zırhına büründürmek onların zamanındaki olanları okumamızı güçleştirmiştir. Birbirlerine karşı kılıç çeken sahabeler birbirlerini adil saymazlarken sonraki nesil onları adil sayarak kutsamış ve kafir olarak gördükleri şianın masum imamları gibi onlarda sahabeye masumiyet atfetmişlerdir.    

Bu arkaplan dahilinde muhammed as ın insanlara kur'an ile kurtulacaklarını öğütleneyi bırakıp bir sahabeye uyarak kutulacaklarını ösylemesi mümkün görünen bir şey asla olamaz. Rivayetin fırkalaşmayı teşvik eden tarafınıda görmemezlikten gelemeyiz. Kur'an birleşmeyi emrederken böyle bir rivayetle herkes kendisine bir fırka bulup oraya yerleşerek kurtulacağı zannı verilmiştir.   

Sonuç olarak 73. fırka hadisi olarak kitaplarda yerini bulan hadis! muhammed as ın söylediği bir söz olmayıp ona SÖYLETTERİLEN bir söz olup uydurma hadisler kategorisinde yerini almaya mahkumdur.    

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR. 


3 Mayıs 2013 Cuma

Araf s 156. Ayeti ve Allah cc nin Yazması Konusu

 

"İnsanın kaderinin yazılması" konusu geçmişteki yapılan tartışmaların bir ürünü olup kur'an kaynaklı bir konu değildir. Allah cc yaratmış olduğu kullarının bütün yapacaklarını yazmış ve bu yazılanlar dışına çıkmasını imkanı yoktur şeklinde bir düşünce "cebriyye" fırkasının düşüncesi olup insan iradesini devreden çıkaran bir düşüncedir. Sayın Bayındır hocamız bu düşüncenin yanlış olduğunu haklı olarak dile getirirken bu düşünceyi çürütmek için bazı yanlış delillendirmelere başvurduğunu düşünmekteyiz. Peki yüzyıllardır insanların zihnini megul eden bu yazılma konusu kur'an açısından baktığımız zaman nasıl anlatılmaktadır?   

Bilindiği gibi Allah cc insanların dünya hayatının geçici bir yer olduğu asıl olan ebedi mekanın ahirette olduğu insanların ebedi olan ahiret yurtlarındaki yerlerini belirlenmesindeki kriterin dünyadadaki imtihan sonuçlarına göre belirlendiğini bizlere bildirmektedir. Cennet veya cehennem şeklinde belirlenen bu mekanı hak eden insanların adil bir muhakeme sonucu zerre kadar haksızlık yapılmayarak hakimlerin hakimi olan Allah cc tarafından belirlendiği bizlere yine kur'anda bildirilen gerçeklerdendir. 

İnsanların cennet veya cehenneme gitmelerinde herhangi bir haksızlık yapılmadığı bu  yerlere girmenin insanın işlemiş olduğu ameller neticesinde olduğu yine bizlere bildirilen gerçeklerdendir, o zaman insan bu işlemiş amellerde bir zorlama olmadan kendi iradesini kullanarak seçmek durumundadır'ki girdiği yere hak ederek girmiş olsun ve bunda herhangi bir zorlama olmasın. 

Şimdi kul tarafından görünen durum bu halde iken olayın birde Allah tarafından görünen yüzü vardır. Bu olay yine bizlere bilmemiz için yeterli olacak kadarı ile anlatılmıştır. Allah cc bütün eksiklerden münezzeh olması hasebiyle kulları hakkında her şeyi bilmektedir. Onlar yaratılmadan evvel onları yaratıldıktan sonrada yapacak olduğu bütün şeyleri bilmektedir. Kulunun hayatta iken yapacağı amelleri bilerek onun cennet veya cehenneme gideceğini bilmesi o kuluna iradesini kullanma yönünde herhangi bir baskı yapması anlamına gelmez. Karıştırılan nokta burasıdır, bazıları "madem Allah bizim nereye gideceğimizi biliyor neden imtihan ediyor?" şeklinde sözler sarfederek yaptığı amellerin suçunu Allah cc ye yüklemek istemektedirler. Bu yanlış düşünceyi izale için yüzyıllar evvel karşı yanlış düşüncelerde üretilmiştir.  

Cehm bin safvan (cehmiyyenin kurucusu) ve bağlılarının görüşlerine baktığımız zaman bayındır hocanın dile getirmiş olduğu düşüncelerin benzerini ondada görmekteyiz. "Allah cc bir şeyi yaratmadan önce bilemeyeceğini" savunan bu görüş insanların cennet veya gitmede Allah cc nin direk bir irade yönlendirmesi olmadığını ifade için böyle bir düşünce ortaya atmış olabilir ama bu görüşte yanlış olup "kaş yapayım derken göz çıkarma" deyimine uygun düşen bir görüştür.  

Allah cc nin yazması demek ,kullarının yapacak oldukları üzerinde bir baskısı olmaması demek olduğuna göre bu yazma konusunu Allah cc nin bilmesi ile ilişkilendirmek gerekmektedir. "Yazmak" fiilinin Allah cc için kullanıldığı yerlerde bu yazma eyleminin bizim yazmamız gibi olmadığını bilmemiz gerekmektedir. İnsanın herhangi bir şeyi yazmak ihtiyacı duyması onun unutkan olması ile irtibatlı olup,  "söz uçar yazı kalır" deyimi bunu ifade eden güzel bir deyimdir. Allah cc nin, haşa unutkanlığı sebebi ile bir şeyleri yazmak ihtiyacı duymayacağını hepimizin malumudur. Sayın Bayındır hocanın araf s.156. ayeti ile ilgili görüşlerine katılmadığımızı ve bu ayetin kaderin sonradan yazılması konusu ile uzaktan bile bir irtibatı olmadığını düşünüyoruz.  

                                                           ARAF S. 156. AYETİ

Araf s. 156. ayeti Musa as kıssası ile ilgili ayetlerdendir, Musa as rabbi ile 40 gün sözleşip tur dağına çıktıktan sonra kavmi onun yokluğunu fırsat bilerek samirinin önderliğinde buzağıya tapmışlardır, Musa as döndükten sonra olanlar anlatılırken 156. ayette musa as ın duasını görmekteyiz. 

 وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ ۚ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ ۖ  وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ ۚ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
 Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım.

Bu ayetteki "Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz"şeklindeki duadan sayın Abdülaziz Bayındır hocamız son günlerde tartışma konusu olan konulardan birisi olan " insanın kaderi ne zaman yazılır?" sorusunun cevabı olarak bu ayeti delil göstererek, "ezelde yazılmış olsa idi böyle bir dua neden edilsin demekki insanın kaderi ezelde yazılmıyor" şeklinde bir çıkarımda bulunmaktadır.  

İnsanın başına gelecekler  ile ilgili yazılanlar dünya hayatındaki imtihanı ile alakalı ise ve bu ayette "bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz" derken ahiretten neden bahsedilmektedir?, çünkü ahiret hayatı bir imtihan alanı değildir aksine imtihan sonuçlarının karşılığının görüleceği bir yerdir. Ayrıca Allah cc nin yazması demesi kişinin iradesine baskı koymak anlamına geliyorsa, neden " bize yaz" şeklinde iradeye baskı kurulmasını isteyen bir istek bizden istensin? . Yazmanın ezelden veya sonradan olması demek kulun iradesini baskı altına alınması düşüncesi açısından herhangi bir farkı görünmemektedir.

-----002.200-201-202 Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. «Rabbimiz! Bize sadece dünyada ver» diyen insanlar vardır, öylesine, ahirette bir pay yoktur. «Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver, bizi ateşin azabından koru» diyenler vardır. İşte onlara, kazançlarından ötürü karşılık vardır. Allah hesabı çabuk görür.

Mealini verdiğimiz bakara suresi ayetlerinde kulun rabbinden isterken sadece dünyada değil ahirettede iyiyi istemesi emredilmektedir. Araf s. 156. ayetindede bu şekilde bir isteği görüyoruz, Allah cc nin bu isteğe cevap vermesinin "korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere" için geçerli olduğu beyan edilmektedir. Ayetin, sayın hocanın iddia ettiği şekilde başımıza gelenlerin sonradan yazılması konusu ile alakası bulunmamaktadır.   

Allah cc nin insanın başına gelecekleri bilmesi zamanının bizim tarafımızdan belirlenmesi diye bir durum sözkonusu olamaz.Allah cc yi bizim için geçerli olan zaman ve mekan tarifleri ile vasıflandırmak doğru değildir. Yaratmış olduğu kullarının ne yapacağını kestiremeyen bir Allah tasavvuru kur'an tarafından onay alan bir tasavvur değildir.  

Çoğu konuda yapmış olduğumuz bir yanlış vardır'ki bu konudada maalesef yapmaya devam ediyoruz. Kur'anın konusu olmayan fakat bazı insanların önkabulleri neticesinde oluşturdukları düşüncelerine kur'andan onay almak için ayetler üzerinde kendi düşüncelerine uygun te'villerde bulunulmasına karşın aynı yanlış metod ,o düşünceye karşı çıkanlar tarafından uygulamaya konulmaya çalışılmaktadır.  

Biz olaya sadece kendi açımızdan bakmak zorunda iken, kalkıp  bu konunun Allah cc tarafından nasıl görüldüğü üzerine fikirler üretmekteyiz. İnsanları yaratan Allah cc onlara seçme serbestiyeti vererek kararlarında herhangi bir dahli bulunmadığını bizlere bildirmektedir. Yaratmış olduğu kullarının öncesini sonrasını bildiğini beyan eden rabbimizin bu bilgisi konusunda ona herhangi bir noksanlık atfetmek yapılacak en büyük hatalardan  biri olsa gerektir. 

"Allah cc nin yazması" demenin müteşabih yani benzetmeli bir anlatım olduğunu düşünürsek insanın unutmamak için yaptığı eylemlerden birisinin yazıya dökmek olduğu ve bu yazıya dökülmesi neticesinde bilginin unutulmadığı düşünülecek olursa Allah cc ninde böyle bir unutkanlığının olmadığını kullarına beyan etmek için yazdığını buyurması onun elinde kalem önünde defter olup yazması anlamına gelmez. 

Allah (c.c) nin yazması demek , Cennete veya Cehenneme gitmenin  kurallarını oluşturarak bu kurallar dahilinde hareket edenleri Cennete veya Cehenneme koyması demek olup , Araf s. 156. Ayetinde Cennete koyma yazısının yani kuralının , "Korkup sakınanlar , Zekatı verenler , Ayetlere iman edenler" için işleyeceğini beyan etmektedir. 

Allah (c.c) nin kulları için Dünyada iyilik yazması , önce kullarının o iyilikleri işlemesini gerektirmekte olup , iyiliğin yazılması için nasıl bir amel işlenmesi gereği beyan edilmektedir. Aksi takdirde Allah (c.c) nin kullarına yapmadan önce bir şeyler yazması demek , onların iradeleri üzerinde baskı kurması anlamına gelecektir ki bu baskıyı kurmayacağını , kullarına iki yol gösterip hangisini seçerlerse ona göre karşılık alacaklarını müteaddit ayetlerde beyan etmiştir.

"Kader inancı" başlığı altında oluşturulmuş olan ve kur'anın konusu olmayan bir konu amentü esaslarından bir haline getirilip yüzyıllardır bazı zalimlerin cinayetlerini örtme aracı olarak insanlar üzerinde bir baskı aracı haline getirilmiş olması yanlışına karşı çıkmak başka bir yanlışla olmamalıdır. Allah cc nin kullarının yapacaklarını bilmesi zamanının onun zamana bakışının bize kur'anda anlatıldığı şekli ile bilmek durumunda olduğumuz hatırdan çıkarılmamalıdır. Ezelde bilmesinin yapacaklarımız üzerinde bir dahli olmadığını bildirdikten sonra ne gibi bir zararı olduğunu, ona eksiklik etmenin allah cc kulu olarak bize ne gibi veballer yükleyeceğini düşünüp bu konu etrafında eskileri tekrar etmenin bir yararı olmadığı bilinci ile "kur'an bu konuda ne diyor" sorusunun cevabı aranmalaıdır.  

Sonuç olarak; Araf s. 156. ayetinin oluşturulan önkabullere destek olması açısından değilde , ayetin nasıl bir mesajı olabilir? şeklinde bir sorunun cevabını almak için okunduğunda şöyle bir mesaj çıkabilir . Kul dünya hayatında yapmış olduğu salih amellere karşılık olarak ahirette bunun karşılığını alır.Kul eğer araf s. 156. ayetinde olduğu gibi Allah cc nin kendisine ahirette hasene vermesini istiyorsa bunu dünya hayatında yapması gerekenleri yaparak hak edecektir. Kul sadece ellerini açıp dua ederek herhangi bir salih amel yapmaksızın buöyle bir şey isterse Alah cc ona böyle bir karşılık vermeyecek bu karşılığın nasıl verileceğini aynı ayet içinde "onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım" şeklinde buyurarak, kulun ahirette iyilik istiyorsa dünya hayatında nasıl ameller yapması gerektiğini bizlere bildirmektedir. Ayetin Allah cc nin önceden yazmadığı gibi bir mesajı olmayıp, bu ayetteki  yazma konusu kader ile uzaktan yakından alakalı olmayıp , kul eğer dünya ve ahirette iyilik istiyorsa bu istemenin gereklerini yerine getirmek sureti ile bunun gerçekleştirileceği beyan edilmektedir. Kul eğer Allah cc den onun için iyi ameller yazmasını istiyorsa bu amelleri yaparak yazılmasını sağlayacak olup hiç bir kula yattığı yerden iyi amel yazılmaz , Allah cc nin kuralı budur.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Mayıs 2013 Perşembe

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (3) Resul-Hadis-Sünnet Anlayışı

Özeleştiri olarak başlamış olduğumuz yazı dizilerinin 3. yazısını resul-hadis ve sünnet anlayışımızdaki yanlışlıklar üzerinde durarak devam etmek istiyoruz. Geleneksel islam düşüncesindeki resul anlayışının nasıl olduğu hepimizin malumudur, kainatın onun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan, bütün resullerin en üstünü olan, sözleri vahiy olan, haram ve helal koyan bir elçi anlayışı üzerine kurulmuş bir din anlayışına karşı çıkan kur'an müslümanlığı tabiri altında toplanmış müslümanlar.   

Geleneğin ifrat anlayışına karşı çıkmak için üretilen bazı tefriti anlayışların maalesef kur'anın tasvir ettiği resul anlayışı ile alakası olmadığı gibi yanlışlık açsından geleneğin içinde bulunduğu yanlıştan'da bir farkı yoktur. Geleneğin oluşturmuş olduğu resul anlayışı onu öldürmek üzerine kurulmuş bir anlayış anlayış olduğu gibi buna karşı çıkan düşüncenin oluşturmuş olduğu resul anlayışıda aynı şekilde resulu öldürmek üzerine kurulmuştur. "Resulleri öldürmek" tabiri sadec israiloğullarına has bir tabir olmayıp vahyin oluşturduğu anlayışın dışında oluşturulan her resul anlayışını anlatır.  

Allah cc, Adem as dan Muhammed as a kadar sayısını kendisinin bildiği elçiler göndererek dünyadaki hayatları için gerekli olan emir ve yasakları onlar vasıtası ile bildirmiştir. Gönderilmiş olan bu elçiler sadece vahyi ulaştırmakla kalmayıp kendilerine indirilen vahyi pratik olarak uygulamış ve örnek olmuşlardır.    

Muhammed as da bu resullerin son halkası olup önceki elçilerin nasıl bir görevi varsa oda aynı görevle  gönderilmiş olan bir elçiydi. Ancak daha hayatta iken onun yapıp ettiklerinin anlaşılması konusunda sahabe arasında bile farklı anlayışlar başgöstermiştir. Muhammed as ın her yaptığını taklit eden bir gurup sahabeye karşın onun yaptıklarının maksadını gözeten ayrı bir gurup sahabenin mevcudiyeti hepimizin malumudur. Bu iki farklı anlayış bugüne kadar süregelmiş olup baskın olan anlayış onun şahsiyetini kutsayan sözlerini kur'ana eşdeğer sayan
 bir anlayış olarak günümüzde devam etmektedir.   

Kur'anın sınırlarını çizdiği görevinin dışına çıkmayan muhammed as, vefatı sonrası olduğundan farklı bir duruma getirilerek sanki yardımcı ilah pozisyonuna getirilmiştir. Kur'an müslümanlığı düşüncesi etrafında buluşan müslümanlar bu yanlışları dile getirerek muhammed as ın kur'anın verdiği misyonun dışına çıkarılan anlayışlara karşı çıkmışlardır.   

Mutedil olan düşünceler bir tarafa , "hepsini al " düşüncesine karşı "hepsini at" düşüncesinin konuşulmaya başlanması ve bu düşünce etrafında bazı uygulamaların ortaya konulmasından anlaşıldıki "hepsini at" düşünceside öteki düşünce gibi yanlış bir düşüncedir." Hadisi şerif" deyimi muhammed as a ait olduğu iddia edilen sözlerin literatürdeki bir adıdır, elimizdeki hadis külliyatında ona atfedilen sözlerin olduğu ciltlerce kitaplar olmasına karşın maalesef içinde olan hadislerin büyük bir kısmı kur'anla uyuşmayan sözlerdir. Kur'an müslümanı olmak demek  o hadislerin topunu atmak değil o hadislerin kur'ana uygun olanı ile olmayanları birbirinden ayırarak seçmektir.

Hadis konusundan daha önemli konu "sünnet" tir, bu konuda yapılan yanlışlar mevcut olup daha vahim bir durum arzetmektedir. Kur'an hiç bir ayetinde, "resulun görevi ölene kadardır" şeklinde bir aksine haber vermemiş, aksine resullerin misyonunun kur'anın devamı ile eşdeğer bir zaman ile sınırlı olduğunu bildirmiştir. Bunun aksi bir durum resul ile ilgili ayetlerin hepsini nesh olmuş duruma getirir.   

Kur'an, yaşanan hayat içinde inmiş olan bir kitap olması nedeniyle onu yaşanmış olduğu hayat içinden ayırmak doğru olmaz. Kur'anın insan hayatını düzenleyen kaide ve kurallar kitabı olduğu açık iken, elçinin kendisine indirilen kitabı uygulayış şekli hakkındaki bilgilerin bir kenara atılması Allah ve elçisine hakarettir.

Kur'an daki bazı ayetlere baktığımız zaman o ayetler ile bilgilerin önceden mevcut olduğu yeni gelen ayetlerin o bilgi alt yapısı dahilinde olduğu görülür. Hacc,salat,kurban,oruç vs gibi konularle ilgili ayetler alt yapı bilgisi dahilinde nazil olmuştur. Hal böyle iken herhangi bir kişi bu kitab kendisine inmiş gibi bildiklerini bir kenara atıp kur'anı okumaya kalksa "bu kitab ne diyor?" diye başkasına sormak zorunda kalacağı açıktır.

Bilindiği üzere kur'an ritüeller konusu ile ilgili olarak yeni bir uygulama getirmemiştir, mevcut olan uygulamaları şirk karanlığından çıkarıp tevhidin aydınlığına çıkarmıştır. Muhammed as a inen ayetlerde "secde et" emri bu kelimenin ifade etmiş olduğu anlamın bilgisi dahilinde uygulanmıştır, çünkü kur'an nazil olmadan evvel insanlar secde etmekte olup kendilerine yaratan rablerine değil aracı kıldıkları putlara secde etmekteydi, salat kelimesi ile ifade ve içinde kıyam,ruku ve secdeyi barındıran ibadet yine bilinen bir ibadet olup şirk bulaşmış bir haldeydi.    

Bu güne baktığımız zaman eline kur'anı alan bazı kişilerin namaz,oruç,hacc gibi ibadetlerin şirk olduğunu iddia etmeleri trajikomik bir durum arzetmektedir. Bu tür düşüncelerin samimiyetten uzak olduğunu kur'anı doğru okuyan bir kişide bu tür düşüncelerin olamayacağını daha önceki bazı yazılarımızda belirtmeye çalışmıştık.  

Bu gün kılmış olduğumuz namaz uygulanarak gelmesi itibarı ile bizlerinde aynı şekilde ifa etmek durumunda olduğumuz ritüellerdendir. Kur'an müslümanlığı düşüncesi etrafında şekillenen bazı düşüncelere baktığımız zaman geleneğin ilmihal hastalığınını bir benzeri duruma düşüldüğü görülmektedir. Vakitleri ve rekatları ve nereye yönelmek gerektiği konusunda sanki herkes muhayyer ve istenildiği gibi hareket edilebilir gibi bir durumun olduğu zannedilmektedir.

Namaz ibadetinin ne demek olduğu kur'andan anlaşılacaksa, kur'anın ritüel ibadetlerin ne demek olduğunu bildiren ayetlerin iyi anlaşılması gerekmektedir. Herkes kafasına göre rekat,vakit, yön ve şekil uydurup bu ibadeti ifa etmeye kaktığı zamanki ortaya çıkacak olan kargaşadan kimlerin fayadalanacağı düşünülerek bu tür ibadetler üzerinde gereksiz olan ilmihal kavgaları bırakılarak bu ibadetlerin gerçek yönü ortaya çıkarılmalıdır.

Resulun örnekliği bu konuda bizlere en önemli bir kaynak olmalıdır. Yaşamış olduğu zamanla ilgili olarak yapmış olduğu bu tür ibadetler ile ilgili haberlerde herhangi bir namazı farklı sayıda rekatle kıldığı veya bir vakiti terk ettiği gibi haberler kesinlikle olmayıp aksine devamlılık ve kararlılık ve cemaat şeklinde birlikte ifa edildiğini bilmekteyiz.

Sonuç olarak, kur'an müslümanlığı tabirinden anlaşılması gereken resul sav i hayatın dışına atmak değil , hayatın içine alarak onun uygulamalarını örnek edinmek olmalıdır. Onu yok sayarak yapılacak kur'an okumaları doğru bir okuma olmayıp beraberinde yanlışları getiren okumalar olacaktır. Dışlama metodu ile yapılan okumalara baktığımız zaman kur'anı hayatın içine almak diye bir gayesi olmayan okumalar olup ibrahim as ın yolundan gittiğini ifade edip onun kırdığı putların önünde secde eden çakma haniflerden bir farkımız kalmaz.  

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.