konusunda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
konusunda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2017 Cuma

İsa (a.s) ın Doğumu ve Annesi İle Kavmine Geldikleri Zaman Aralığı Konusunda Bir Düşünce Çalışması

İsa (a.s), babasız olarak dünyaya gelmesi ve bebek iken konuşması ile diğer elçiler arasında bu farkı ile dikkat çeken bir elçi olup, son yıllarda Türkiye'de başlayan Kur'an'a yönelim hareketi ile, onun babasız dünyaya gelmesi ve bebek iken konuşmuş olması yeniden masaya yatırılarak sorgulanmaya başlanmıştır. 

Bu konular ile ilgili olarak ortaya atılan düşüncelerde bizim dikkatimizi çeken husus, bu konuların sorgulamasında kullanılan yöntem olup, bu konular sorgulanır iken, İsa'nın mutlaka bir babası olmalı veya İsa'nın beşikte iken konuşması asla mümkün değildir şeklinde bir ön yargı ile konuya bakılması, çıkarılmaya çalışılan neticelerin, özellikle babası olduğu yönünde, ve bebek iken konuşmadığına dair olan düşüncelerin, bu konu ile ilgili ayetlerin tahrif edilerek yapılmasıdır. 

İsa (a.s) ın babasız olarak dünyaya gelmesinin tartışılmasının dahi abesle iştigalden öte, bazı kimseler tarafından onun babasının Zekeriya (a.s) olduğuna ortaya atılan düşüncenin, yalan ve iftira olmaktan öte gitmeyen hezeyanlar olduğunu burada hatırlatmak istiyoruz.

Biz bu yazımızda, İsa (a.s) ın beşikte konuşmasını ele almaya çalışarak, onun beşikte iken konuşması ile ilgili Meryem suresi içinde geçen ayetleri Kur'an bütünlüğü içinde okumaya çalışacak, ve bu konuda vardığımız neticeyi, Kur'an içinden delillendirmeye çalışacağız.

İsa (a.s) konuşması ile ilgili vardığımız sonuç ise (en son söyleyeceğimizi baştan söyleyerek), onun Meryem suresi içinde yaptığı konuşmanın henüz beşikteki bir bebek iken değil, daha ileri yaşlarda olduğudur. Bizi böyle bir kanaate iten sebep ise, bazı yazılarımızda eleştirdiğimiz modernist kimseler ile düşünce bakımından asla aynı çizgiye gelmiş olmamız değildir. 

Bu durumu özellikle hatırlatmak gereği duymamızın nedeni ise, bazı kimseler tarafından haklı olarak kafalarında, İsmail Hakkı Başdağ'ın da çizgisi kaymaya mı başladı? gibi bir soru işareti oluşmasını istemediğimiz içindir. Bu satırları yazan kişi, yıllardır olduğu gibi Kur'an'ın tevhit merkezli bir okumaya tabi tutulması gerektiği çizgisinden sapmamış, ve bu merkezde yapmaya çalıştığı çalışmalardan asla taviz vermeden aynı çizgide devam edecektir. 

İsa (a.s) ın beşikte konuşup konuşmadığının araştırılmasının bize ne gibi bir fayda sağlayacağı elbette sorgulanabilir, bizim bu konuyu ele alma nedenimiz ise, bu konuda ortaya atılan düşüncelerin ön yargı sonucu olduğu, bu konuda yapılan çalışmalara baktığımızda (örneğin Hakkı Yılmaz'ın bu konu ile ilgili ayetleri nasıl çevirdiğine bakılabilir) buram buram tahrif kokan çalışmalara imza atılmış olmasıdır.

Bu kadar uzun bir girizgah yapma nedenimiz ele almaya çalışacağımız konunun bazı kimselerde tabu olarak görülmüş olmasıdır. Biz bu konuyu ele almaya çalışırken aynı zamanda ön yargılı bir okuma örneği vermek yerine, tabu olarak bildiğimiz bazı konuların, eğer sorgulanması gerekiyor ise, nasıl bir yöntem ile sorgulanması gerektiğine dair bir örnek oluşturmaya çalışmaktır. Yaptığımız çalışmada vardığımız sonuç elbette indi düşüncemiz olup, eksik ve hatanın muhtemel olabileceğini de şimdiden hatırlatırız.

Konumuz ile ilgili ayetlerin meali şöyledir;

[019.027] Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: «Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın.»
[019.028] Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.
[019.029] Bunun üzerine ona işaret etti, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz dediler.
[019.030] Dedi ki ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni nebi kıldı 
[019.031] Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı ve yaşadığım müddetçe salatı ve zekatı emretti.
[019.32] Beni anneme saygılı kıldı, beni eşkiya bir zorba yapmadı.
kaldırılacağım gün de.»
[019.033] Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de.

Konuya girmeden evvel, Kur'an'ın İsa (a.s) ile ilgili ayetleri üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Kur'an'ın İsa (a.s) ile ilgili ayetlerinin temelinde, Hristiyanlar tarafından onun ilah olarak görülme inancını ret etmek yatmaktadır. İsa (a.s) ile ilgili ayetlerde bir ön kabul gerekiyor ise, bu ön kabul ancak onun ilahlığının ret edilmesi düşüncesi olmalı, onun Allah'ın bir kulu elçisi olduğu hatırlatması yapıldığı merkeze alınmalıdır. Bu noktayı dikkate alan bir okumada aslında İsa (a.s) ın bebek iken konuşup konuşmadığı problem olarak görülmeyecek, konuştuğu sözlerde nasıl bir mesaj verilmek istenildiği dikkate alınacaktır. 

Meryem s. 16-26. ayetlerine kadar, İsa (a.s) ın doğumu ile ilgili ayetler olup, yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler, onun doğumu sonrasında annesi ile birlikte kavmine gelişi ile ilgilidir. Bu ayetleri okuduğumuz zaman, İsa'nın hemen doğumunu müteakip kavmine gelmişler gibi bir durum anlaşılmakta, doğal olarak ta böyle bir durumda ise İsa'nın henüz bir bebek olduğu şeklinde bir çıkarımda bulunulmaktadır.

İslam dünyasında yazılan tefsirlere kaynaklık eden, Razi , Kurtubi, Taberi gibi tefsirlerde, bu ayetler ile ilgili yapılmış olan yorumlara baktığımızda, henüz bebek bir halde iken konuşan İsa'nın konuştuğu sözler üzerinde bir takım müşkülatın olduğu, bu müşkülatın ise İsa'nın bebek iken kesinkes konuştuğu ön kabulü içinde çözülmeye çalışıldığı görülmektedir.

Bu müşkülatların altında yatan ana sebep, İsa'nın henüz bebek iken konuşmuş olması düşüncesinin merkeze alınarak ilgili ayetlerin yorumlanmasıdır. Eğer İsa'nın bebek çağını geçtikten sonra annesi ile kavimlerine döndükleri düşüncesi etrafında konuya bakılacak olsaydı, zaten herhangi bir müşkülatın da ortaya çıkması mümkün değildi.

İsa'nın henüz bebek iken konuştuğu düşünülerek yapılan yorumlarda ortaya çıkan müşkülatlar ise, henüz bebek bir çağda iken birisinin nebi olması ve ona kitap verilmesidir. Çünkü böyle bir seçim için önce seçilen kişinin akıl baliğ bir çağda olması gerektiği bilinmektedir. Bebek bir kimsenin nebi ve kitap sahibi olması, o tefsirlerde dahi muhal olarak düşünüldüğü için, nebi ve kitap sahibi olmasının bebek iken değil, gelecekte gerçekleşeceği şeklinde yorumlar yapılmaktadır. 

Bu tür yorumlar ise bir başka müşkülatı da beraberinde getirmektedir. İsa (a.s) ın daha bebek iken nebi ve kitap sahip sahibi olması ve söylediği diğer sözler, insanın fiillerinde serbest olmadığını savunan Cebriye düşüncesinin elini kuvvetlendirmesine kapı açması söz konusudur. Çünkü insan, iyi ve kötüyü seçmek için hür iradesini kullanması gerekmekte, İsa'nın daha bebek iken söylediği sözler ise onun hür iradesini kullanmasına engel olan bir durum olarak yorumlanabilmektedir.

Şayet geçmişte yapılan tefsirlerde İsa (a.s) ın henüz bebek iken konuştuğu ön kabulü olmadan bu konuda farklı yorumlar yapılabilmiş olsa idi, bugün tabu haline gelmiş bir konu olan İsa (a.s) ın bebek iken konuşup konuşmadığı konusu daha rahat tartışılabilecek,  daha öncesinden yapılmış farklı yorumlar bulunabileceği için, bugün bebek iken konuşmadığına dair yapılan yorumlar sert bir şekilde tepki görmeyecekti.

Biz, bize gelebilecek olan tepkileri de göze alarak, bazı kelimeler üzerinden konu ile ilgili çalışmamıza devam etmek istiyoruz.

İsa (a.s) ın Meryem s. 30. ve 33. ayetler arasında yaptığı konuşmayı anlamak için öncelikle onun doğumu ile annesi ile kavimlerine gelişleri arasında ne kadar bir zaman geçmiş olabileceğinin ortaya konulması gerekmektedir. Çünkü İsa'nın bebek iken konuştuğuna dair olan düşüncenin temelinde, onun doğumun hemen akabinde annesi ile birlikte kavimlerine döndükleri gibi bir düşünce hakimdir. 

Kur'an kıssalarına baktığımız zaman, bir elçinin kavmi ile olan mücadelesi, ve bu mücadele sonucunda meydana gelen helak olayının, sanki kısa bir zaman aralığı içinde gerçekleşmiş gibi bir anlatım üslubu kullanıldığı görülmektedir. Halbuki elçiler, uzun yıllar kavimleri ile mücadele etmiş, helak olayı ise uzun yıllar süren bir mücadele sonucunda gerçekleşmiştir. Kur'an, kıssa yollu anlatımlar ile tarihi malumat vermeyi amaçlamadığı, kıssalar üzerinden insanlara ibretler sunmayı amaçladığı için, arada geçen zaman aralığından bahsetmez. Ancak Kur'an dikkatli okunduğunda bize arada geçen zaman konusunda bilgi verebilecek ayetlerin de olduğu görülebilir.

Meryem ile oğlunun kavimlerine gelmesini anlatan ayetlerin bir öncesi, İsa'nın doğumu ile ilgili olduğu için Meryem s. 26. ayeti ile, 27. ayeti arasında bir kaç haftalık zaman aralığı olduğu düşüncesi hakim olmuş, bunun neticesinde ise İsa'nın bebek iken kavmine geldiği düşüncesi hakim olmuştur. Şayet Kur'an kıssalarındaki anlatım üslubu dikkate alınarak ilgili ayetler yorumlanmaya çalışılsa idi, Kur'an içinde bir başka ayet delaleti ile 26. ve 27. ayet arasında geçen zamanı anlayabileceğimiz bir ayet olabileceği akla gelebilirdi.

Meryem'in hamile kalması, İsa'yı doğurması ve onu kavmine getirmesi ile ilgili arada geçen zaman konusunda belki hiç kimsenin dikkate dahi almadığı, tabiri caizse Kıyıda köşede kalmış bir ayet olan Mü'minun s. 50. ayeti bizlere bilgi verebilir. 

[023.050] Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik.

Bu ayet, Meryem ve oğlunun doğum sonrası yaşamını sürdürdüğü yer ile ilgili bilgi vermektedir. Bu ayeti İsa'nın doğumu ile kavimlerine dönmesi arasına yerleştirerek okuduğumuz zaman, doğumun hemen akabinde kavimlerine dönmediklerine dair bir yorum çıkarmak mümkündür. 

Bizim bu iddiamıza karşı bir başkasının elbette, bu ayetin verdiği bilginin doğumun hemen akabinde kavmine döndükten, kavmi onlara karşı tepki gösterince yine kavimlerini terk ettikten sonra olan yaşamları ile ilgili olmadığı ne malum? şeklinde bir karşı itiraz getirmesi de mümkündür. Böyle bir itiraz gelecek olursa biz de bu itiraza karşı, İsa'nın doğumunun anlatıldığı ayetlerdeki su arkı ve hurma ağacının bu ayet ile bağının kurulmasının mümkün olduğunu, İsa ve annesinin doğum sonrası yine o topraklarda belirli bir süre kalmış olmasının daha muhtemel olduğunu söyleyebiliriz.

Bu ayetin bize verdiği kanaate dayanarak, Meryem ve oğlunun doğumun hemen sonrasında değil, belirli bir süre geçtikten, yani İsa (a.s) bebeklikten çıktıktan sonra kavimlerine döndüklerini söyleyebiliriz. Aradan ne kadar zaman geçtiği konusunda net bir rakam vermek elbette mümkün değildir, ancak ne kadar bir zaman geçmiş olabileceği konusunda, Yahya (a.s) ile ilgili ayetleri okumak sureti ile fikir sahibi olmanın mümkün olduğunu düşünmekteyiz.

Meryem s. 27. ayetinde geçen "Böylece onu taşıyarak kavmine geldi" cümlesinde geçen tahmiluhu kelimesine İsa'nın bir bebek olduğu kabulü içinde anlam verilmeye çalışılmış, onu kucağında taşıyarak getirdiği şeklinde yorumlara sebep olmuştur. Kelimenin Kur'an'da geçtiği başka ayetlere baktığımızda bize farklı bir bakış açısı kazandıracaktır. 

[009.092] Binek temin etmen için (litahmilehüm) sana geldiklerinde: «Sizi bindirecek bir şey (ahmiluküm) bulamıyorum» deyince, harcayacak para bulamamaları sebebiyle gözyaşı döke döke dönüp gidenleri de kınamak doğru değildir.

Tevbe s. 92. ayetinde geçen kelimeye baktığımızda bu kelimenin binek hayvan ile ilgili olarak kullanıldığını görmekteyiz. Yani Meryem'in İsa'yı taşıyarak kavmine getirmesini, onu sadece kucağında getirmesi olarak değil, binek üzerinde getirmesi olarak ta anlamak mümkündür. Kucağında taşıyarak getirmesi şeklindeki yorumlar, yine onun bir bebek olarak kavmine geldiği şeklindeki ön kabulün bir sonucudur.

Meryem s. 28. ayetinde kavmi tarafından Meryem'e gösterilen tepkiye karşılık, 29. ayette Meryem'in oğlunu işaret ettiğini görüyoruz. Meryem'in bu işaretine karşı kavmi ona "beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz" diyerek itiraz etmektedirler. Ayet içinde geçen Sabiyyen kelimesi, Kur'an içinde bir başka yerde sadece Yahya (a.s) ile ilgili olarak geçmektedir. 

[019.012] Ey Yahya, Kitab'a kuvvetle sarıl. Sabi iken ona hikmet verdik.

Sabi; Henüz ergenlik çağına erişmemiş kişiler için kullanılan bir kelimedir. İsa (a.s) ın sabi bir halde olmasının anlamının, Yahya (a.s) ın sabi bir halde kendisine hikmet verilmiş olması ile birlikte okuyarak anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Kavminin ona karşı böyle bir kelime kullanmış olması, onun bebeklikten çıkmış olmasını göstermesi açısından önemli bir ifadedir.

Ayet içinde Yahya'ya yapılan huzil kitabe bi kuvvetin hitabının bir benzerinin İsrailoğullarına da yapıldığını görmekteyiz (2.63-93/ 7. 171). Buradan anlaşılabilecek olan nokta, Yahya'nın kitap ile mükellef olması ve o yaşta iken elçilik ile görevlendirilmiş olmasıdır. Bu da bize göstermektedir ki , Sabi olarak tanımlanan bir kişinin akıl baliğ bir hale gelmiş olması gerekmektedir.

Ayrıca Yahya'ya hikmet verilmesi ile ilgili olarak, bu kelimenin geçtiği diğer ayetlere baktığımızda, bu kelimenin elçiler ile ilgili kullanıldığını görmekteyiz.

[021.074] Lut'a da hüküm ve ilim verdik; onu, çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü bir kavimdi.
[021.079]  Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.
[026.021]  Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni resullerden kıldı.

Maaleseftir ki tefsircilerimiz, Yahya (a.s) a sabi halde hikmet verilmesini onun elçi ve kitap ile mükellef olması olarak yorumlarken, aynı kelimenin kullanıldığı İsa (a.s) için beşikte konuşan bir bebek olarak yorumlamak çelişkisine düşmüşlerdir. 

Halbuki Yahya için kullanılan sabi kelimesinin ne anlama gelebileceğini düşünerek, aynı kelimenin İsa için de kullanılmasını dikkate alan yorumlar yapılmış olsaydı, ya İsa'nın bebek halde iken konuştuğu iddiasının bir benzerinin Yahya için getirilmesi gerektiğini, veya Yahya'nın sabi halde elçi olmasının onun belirli bir yaşa erişmiş olduğu dikkate alınarak, İsa'nın da sabi olmasından onun da belirli bir yaşa sahip olduğu çıkarılabilirdi.

Yine bu noktada İsa (a.s) için kavminin onun için kullandığı fil mehdi (beşikte), ve Al-i İmran s. 46 ve Maide s. 110. ayetlerinde geçen fil mehdi ve kehlen (beşikte iken ve yetişkin iken) kelimelerinin onun bebek iken konuştuğuna delil teşkil ettiği, dolayısı ile onun bebek çağının daha üzerinde olan bir yaşa sahip olduğu iddiasının yanlış olduğu ortaya atılabilecektir.

Bu konu ile alakalı olarak Prof. Dr. Murat Sülün henüz yayınlanmamış olan Allah'ın Yardımı Meselesi adlı kitabında şunları söylemektedir;

"Sözgelimi beşikte iken konuşması… Bir bebek, ağlayarak, tepinerek vs. meramını iletebilir ise de, karşısındaki ile lisanî anlamda iletişim kuramayacağı açıktır; kolektif akıl ve bilimsel veriler bunu gerektirir. Dolayısıyla, İsa’ya atfedilen bildiğimiz anlamda bir konuşma –şayet sabitse- hāriku’l-âde bir şeydir. Fakat konuşmanın içeriğine dikkat edilirse, İsa’nın “bebekken kitap sahibi bir peygamber olmadığı” aşikârdır. Bu ancak mecazen olabilir, yani “ileride verecek” mealinde tahakkuk-ı vukū‘una binâen ve bi‘tibâri mâ yeûlu ileyh. Oysa mezkûr sözleri “İsa’nın tüm hayatı boyunca söylediklerinin özeti” olarak kabul ettiğimizde, ibare hakikat anlamıyla düşünülebilmektedir. Bu konuşma nakledilirken, فقال [Bunun üzerine İsa da şöyle dedi] değil de, قال [İsa demiştir ki] buyrulması bu anlamı destekler niteliktedir. Ayrıca, “beşikteki” ifadesinin “yetişkin olmayan” anlamına gelebileceği, “çocuk” kelimesinin iddialı gençler için ukala yaşlılar tarafından sık sık kullanıldığı da vâkıadır [Oysa akıl yaşta değil, baştadır]. İlim talebinin “beşikten mezara kadar” devam ettirilmesi istenirken de aynı mecaza başvurulduğu, yani tahsilin çok küçük yaşta başladığı anlaşılmaktadır. “Ağzı süt kokuyor” vs. nitelemeler, ilgili şahsın önemsizliğini, “daha dünkü çocuk” olarak nasıl böylesine büyük iddialarda bulunabildiğine şaşıldığını ifade etmek için kullanılmaktadır. İsa Mesih hakkındaki “beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşma” temasında bu tekabül dikkat çekmektedir. Hâsılı; “Ben Allah’ın kuluyum; bana kitap verdi, beni peygamber kıldı…” mealindeki 30-31. âyetlerin açık delaletinden -yani böyle diyebilmesi için, o sırada kendisine kitap ve peygamberlik verilmiş olması gerektiğinden- anlaşılacağı üzere İsa Mesih, “hayatı boyunca” bu gerçekleri haykırmıştır. [Aslında, bu ifadelerin Kur’an’ın farklı bir üslup özelliği olarak, İsa Mesih’e Hazret-i Peygamber’in çağından geriye doğru gidilerek atfedildiği anlaşılmaktadır. Kur’an’da kıssa anlatılırken pratik ve pragmatik bir yaklaşımla Asr-ı Saadet olguları esas alınır. Hazret-i İsa da “Ben Allah’ın kuluyum” ifadesini o esnada yani henüz ‘tanrı’laştırılmamışken söylemiş olmayabilir. "

Sayın hocanın özellikle İsa (a.s) ın beşikte konuşması ile ilgili olarak söyledikleri dikkate değer sözlerdir. 

İsa (a.s) için kullanılan Mehdi (beşikte) ve Kehlen (yetişkin iken) kelimelerinin onun nebi ve resul olması ile ilgili yani ilk andan son ana kadar kavmine neleri tebliğ etmiş olduğunun anlaşılması olarak okumak mümkündür. Çünkü İsa (a.s) ile ilgili ayetlerin merkezinde ona Hristiyanlar tarafında yüklenmiş olan ilahlık misyonunun ret edilmesi yatmaktadır. Onun maide s. 117. ayetinde geçen sorgulama sahnesindeki söylediği sözler önemlidir.

"Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin."

İsa (a.s) hayatı boyunca sadece Allah (c.c) nin rab olduğunu ve ona kulluk edilmesi gerektiğini tebliğ eden elçiler silsilesinin bir halkası olarak yaşamını sürdürmüş, yaşamının sonuna kadar bu yol üzerinde devam etmiştir.

İsa (a.s) ın 30-31-32-33. ayetinde söylediği sözler yine tefsirlerde, neden kavminin annesine attığı iftiraya karşı onu savunan ve temize çıkaran sözler söylemek yerine, Allah'ın kulu ve nebisi olduğunu ve kendisine yüklenen bazı sorumlulukları dile getirdiği tartışılmıştır. Bu durumu, başta söylediğimiz İsa (a.s) ile ilgili ayetlerin onun ilahlığını ret etmek, ve onun bir kul ve elçi olduğunu hatırlatmak merkezli olduğunu dikkate aldığımızda daha kolay anlayabiliriz.

Bu meyanda İsa (a.s) ın doğumu ile alakalı olan Al-i İmran suresi içinde geçen diğer ayetlerin okunması da fayda sağlayacaktır. 

[003.045] Melekler demişti ki: «Ey Meryem! Allah sana, Kendinden bir kelimeyi, adı Meryem oğlu İsa olan Mesihi, dünya ve ahirette şerefli ve Allah'a yakın kılınanlardan olarak müjdeler».
[003.046] «İnsanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır ve o, iyilerdendir».
[003.047] Meryem 'Ey Rabbim, bana hiçbir insan dokunmamışken nasıl olur da çocuğum olabilir?' dedi. Dedi ki: 'İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. O bir şeyin olmasına karar verince ona sadece «ol» der o da hemen oluverir.'
[003.048] O'na kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
[003.049]  O'nu İsrailoğullarına resul olarak (gönderecek) ve onlara şöyle diyecektir: Ben, size Rabbınızdan bir ayet getirdim. Ben, size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim de Allah'ın izniyle, hemen kuş olacak. Anadan doğma körleri ve alacalıları iyi edeceğim. Allah'ın izniyle ölüleri dirilteceğim. Yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim. Eğer iman edenlerden iseniz; elbette bunda sizin için ayet vardır.
[003.050]  Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin
[003.051]  Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur

Meryem suresinde gördüğümüz Meryem'in hamile kalması ve İsa'nın doğması ile ilgili ayetlerin benzeri, Al-i İmran suresinde bulunmaktadır. Fakat bu ayetlerde farklı bir anlatım üslubu kullanılmakta olduğu görülmektedir. Meryem suresinde geçen ayetlerde İsa (a.s), beşikte olarak ifade edilen bir durumda NEBİ olarak konuşmuş iken, bu ayetlerde yetişkin bir kimse olarak RESUL vasfı ile konuşmaktadır.

İsa (a.s) ın Meryem suresinde Nebi, Al-i İmran suresinde Resul olarak konuşması, üzerinde durulması gereken bir konudur. Allah (c.c) tarafından seçilen beşer cinsinden olan kimselerin tamamının ortak vasıfları Nebi Resul olmalarıdır. Bu kimselerin Allah (c.c) den vahiy almaları onların Nebi  olmalarını sağlarken, aldıkları bu vahyi muhataplarına ulaştırmaları ile ilgili görevleri ise, onların Resul olmalarını sağlamaktadır.

Meryem ve Al-i İmran surelerinde geçen ayetleri birlikte okuduğumuz zaman, İsa (a.s) Sabi olarak yani henüz yetişkinlik çağına gelmediği bir yaşta vahiy ile şereflendirilerek Nebi olmuş, yetişkin çağında ise, Allah (c.c) nin İsrailoğullarına dair olan emirlerini tebliğ etmek görevi ile Resul olmuştur.

Sonuç olarak; İsa (a.s) ın nebi olması ile resul olarak görevlendirilmesi arasında bir zaman farkı olup, onun nebi olarak seçilmesi bebek çağında değil Yahya (a.s) gibi yetişkinlik öncesindedir. Bebek iken konuştuğunun düşünülmesi, Meryem suresi içinde anlatımda doğumu ile annesi ile kavmine gelmesi arasında pek bir zaman farkı yokmuş gibi algılanması sonucunda olduğu kanaatindeyiz. Eğer Mü'minun s. 50. ayeti ve Yahya (a.s) ile ilgili anlatımlar dikkate alınarak annesi ile kavmine gelmesinin anlatıldığı ayetler okunmaya çalışılsa idi, onun bebek iken konuşmuş olması şeklinde tabu haline gelmiş bir inancın hakim olması pek mümkün olmazdı.

Bizim bu düşünceye varmak için kullandığımız yöntemin, İsa (a.s) ın kesin olarak konuşmasının mümkün olmayacağı ön kabulünü ayetlere söyletmeye çalışmak olmadığını tekrar hatırlatmak isteriz. Biz sadece bu konudaki ayetlerin delaleti ile böyle bir düşünce içinde olduğumuzu, bebek iken konuştuğuna dair olan düşüncelerin kesin yanlış şeklinde tarafımızdan mahkum edilmeye çalışılmadığının da dikkati çekmiş olmasını umut etmekteyiz.

Çalışmamızın temelini İsa (a.s) ın doğumu ile kavmine gelişleri arasında belirli bir zaman aralığı olması üzerine kurmaya çalışmış olmamız, İsa (a.s) ın bebek iken konuşmadığını iddia eden kimselerin bu iddialarını ya ilgili ayetleri tahrif etmek cüretini göstermek (Hakkı Yılmaz örneği) ya da bu konuda sadece zanna dayalı olarak ortaya koydukları düşüncelerin tatmin edicilikten uzak olmasındandır.

Yaptığımız çalışmaya dikkat edilirse, İsa (a.s) ın bebekte konuşmadığına dair olan kanaatimizi bu konuşmanın imkansız olması düşüncesi üzerine değil, İsa (a.s) ın annesi ile birlikte kavimlerine daha ileri bir yaşta dönmesi üzerine, Kur'an içinden ayetler getirmek sureti ile kurmaya çalıştık.

Çalışmamızı okuyan bazı kimselerin, Artık bu da mucizeleri inkar etmeye başlamış gibi ön yargılı ifadeler kullanmak yerine iddialarımızı nasıl bir temele oturtmaya çalıştığımızı dikkate almalarını temenni etmekteyiz.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


22 Aralık 2016 Perşembe

Musa (a.s) ın Asasının Yılana Dönüşmesi Konusunda Bir Mülahaza

Musa (a.s) kıssası gündeme geldiğinde bir çok kimsenin aklına ilk olarak , asasının yılana dönüşmesi , denizin yarılması gibi bir takım olağan üstü olaylar akla gelmektedir. Son yıllarda gelişen farklı Kur'an algıları, bu gibi olayların gerçekte meydana gelmediği , bu gibi olağan üstülük taşıyan anlatımların, mecazi olarak anlaşılması gerektiği konusunda fikirlerin ortaya ortaya atılmasına sebep olmuştur. 

Bu yazımızda Musa (a.s) a risalet görevi verildiği Tuva vadisinde geçen olayı ele almaya çalışarak , asasının yılana dönüşmesi konusunu ele almaya çalışarak, bu anlatımların nasıl anlaşılması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

 Musa (a.s) kıssasında anlatılan asasının yılan olması , denizin yarılması gibi olayların mecazi olarak anlaşılması gerektiği konusunda fikir sahibi olanların, bu konuda getirdikleri delil, Allah'ın sünnetinde değişiklik olmadığını beyan eden ayetlerdir. Allah'ın sünnetinde değişme olmayacağına göre, bir ağaç parçasının yılana dönüşmesinin de asla mümkün olamayacağı , bu konuda yapılan anlatımın, bundan dolayı mecazi olarak anlaşılması gerektiği iddia edilmektedir. 

Allah'ın sünnetinde değişme olmayacağını ifade eden ayetler dikkatli biçimde okunduğunda , değişmezliğin tabiat yasalarında değil , toplumsal yasalarda olduğudur. Allah'ın sünnetindeki değişmezliğin tabiat yasalarında olduğunu düşünen bir kısım Kur'an okuyucusunun , İsa (a.s) ın babasız olarak dünyaya gelmiş olmasının, Allah'ın sünnetindeki değişmezliğe aykırı olduğu gerekçesi ile ona baba aramaya koyulduklarını, bazı kimselerin ise delilsiz ve mesnetsiz olarak sadece iftira sadedinde, İsa (a.s) ın babasının Zekeriya (a.s) olduğunu dahi iddia etmeye varan hezeyanlar içinde olduğunu görmekteyiz. 

Asanın yılana dönüşmesi ile ilgili anlatımların,mecazi olarak değerlendirilmesi konusunda getirilen Allah'ın sünnetinde değişme olmaması , bu konudaki ayetlerin toplumsal yasalar ile ilgili olmasından dolayı , tabiat yasaları ile ilgili değişmezlik için delil olarak sunulması problemlidir.

Öncelikle bizim asanın yılana gerçek olarak dönüştüğü konusunda herhangi bir ön yargımız bulunmadığını , bu yazının amacının asanın yılana dönüşmesinin mümkün olabileceğini ispat etmek olmadığını önemli hatırlatmak istiyoruz.  Ancak asanın gerçek olarak yılana dönüşmediğini, yapılan anlatımın mecazi olarak anlaşılması gerektiğini iddia edenlerin, konuya  ön yargısız biçimde yaklaştıklarını söylemek güçtür. 

Mecaz , Bir sözcüğün gerçek anlamının dışında kullanılması demektir. Bir sözcük eğer hakiki anlamda anlaşılacak olduğunda bir takım problemler ortaya çıkıyor ise bu sözcüğün mecaz olduğu düşünülebilir. Kur'an bu anlatım üslubunu sıkça kullanmaktadır. Örneğin ; Allah (c.c) için kullanılan El , Göz , Ayak , Arş gibi ifadeler, eğer hakiki anlamda anlaşılacak olursa, ortaya bir takım problemler çıkacak olmasından dolayı , bu anlatımların mecazi olarak anlaşılması gerektiği sonucuna varılmıştır. 

Hasan pazarda SİRKE SATIYOR. 
Hasan'ın suratı SİRKE SATIYOR. 

Yukarıdaki her iki cümlede de "Sirke satmak" deyimi geçmekte, fakat hangi cümlenin hakiki anlamda , hangi cümlenin mecazi anlamda anlaşılabileceği, cümle bütünlüğünden belli olmaktadır.

Kur'an içinde anlatılan bir olayın veya bir ifadenin doğru anlaşılması, öncelikle anlatılan olayda veya ifadelerde kullanılan kelimelerin hangi durumlarda mecazi olarak anlaşılabileceği konusunun açıklığa kavuşması ile bağlantılıdır. Hakiki anlamda anlaşılmasına herhangi bir engel yok iken , "Bu anlatım veya kelime mecazidir" demek , veya mecazi olarak anlaşılmasına herhangi bir engel yok iken " Bu anlatım veya kelime hakikidir" demek, bizi yanılgılara götürebilir.

Konuya dönecek olursak , Musa (a.s) ın asasının yılan haline dönüşmesinin hakiki veya mecaz anlam olarak hangisinin seçilebileceği kararı, olayı anlatan ayetlerin ön yargısız olarak okunması sonucunda verilebilir. 

Musa (a.s) ın Tuva vadisinde asasının yılan haline dönüşmesi , Taha , Kasas , Neml olmak üzere, 3 ayrı surede anlatılmaktadır. Biz asanın dönüşümü ile ilgili ayetlerin meallerini vererek , bu konu üzerinde düşünmeye çalışacağız.

[020.017]  «Ey Musa! Sağ elindeki nedir?»
[020.018]  Dedi ki: «O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.»
[020.019]  Dedi ki: «Onu bırak, ey Musa.»
[020.020] Hemen bırakıverdi, o derhal koşar bir yılan (hayyetün tes'a) kesildi.
[020.021]  Dedi ki: «Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz.»

[027.010]  Ve bırak asanı, derken onu çevik bir yılan (cannun) gibi ihtizaz ediyor görüverince dönüp geri kaçtı ve arkasından bakmadı, ya Musâ, korkma, zira benim, korkmaz yanımda Resul olanlar
[027.011] Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.

[028.029]  Sonunda Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine: Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm, dedi.
[028.030]  Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısındaki, ağaçtan kendisine şöyle seslenildi; 'Ey Musa, muhakkak ki alemlerin Rabb'i olan Allah benim ben!»
[028.031]  Bırak asanı!» Musa, onun bir çevik yılan (cannun) misali hareket ettiğini görünce öyle bir dönüp kaçtı ki, arkasına bile bakmadı. «Ey Musa, yüzünü dön ve korkma; çünkü sen güvenlik içinde olanlardansın!

Yukarıdaki ayet mealleri , Musa (a.s) ın Tuva vadisine geldiği zaman , Allah (c.c) ile aralarında geçen konuşmadaki , asanın dönüşüm geçirmesi ile ilgili bölümlerdir.

3 surede geçen bu ayetlerde dikkat edilmesi gereken önemli nokta , bu ayetlerin öncelikle yaşanmışlık noktasında ele alınması gerektiğidir. Yaşanmışlık noktasında anlaşılmasından sonra, "Bize dönük olarak nasıl  mesajlar içermiş olabilir?" sorusu sorularak cevap aranabilir. 

Musa (a.s) ısınmak ve aydınlanmak için ateş bulmaya geldiği Tuva vadisinde , Allah (c.c) ile konuşur ve ona elindeki asayı bırakması emredilir. Emre uyan Musa (a.s) asayı bıraktığında, asa olağan halinin dışında başka bir hale dönüşmüştür. Bu dönüşüm ayetlerde "Hayyetün Tes'a" ve "Cannun" olarak ifade edilmektedir. Bu ifadelerin ne anlama geldiğinden önce , dikkat edilmesi gereken nokta, Musa (a.s) ın elindeki asanın ağaç halini terk ederek başka bir hale dönüşmüş olmasıdır.


Musa (a.s) ın asasını bıraktığı zaman onun ilk halinin dışında aldığı farklı şekil, onun korkarak kaçmasına sebep olmuştur. Burası da önemli bir noktadır. Olayı yaşanmışlık bazında değerlendirdiğimizde , ayetlerin mecazi anlama hamledilmesi pek mümkün görülmemektedir. Musa (a.s) asasını bıraktığı anda asa değişime uğramış , bunu gören Musa (a.s) ise korkusundan ötürü arkasına bakmadan kaçmıştır. Ayetlerin devamında ona asayı tekrar alması emredilerek , onun ilk haline geri çevrileceği bildirilmektedir. 

[020.021]  Dedi ki: «Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz.»

İlk durumuna geri çevrilecek olan bir nesne , demek oluyor ki ilk durumu olan ağaç olma halinin dışında başka bir duruma çevrilmiş, ve bu durum Musa (a.s) da büyük bir korkuya neden olmuştur. Bu ifadelerin hakiki anlamda anlaşılmasına engel olan herhangi bir sorun bulunmaması nedeni ile , mecaz olarak anlaşılmasını gerektirecek bir durum söz konusu değildir. 

Dikkat edilirse , bu ayetlerin mecaz olarak anlaşılmasını savunan düşünce sahipleri , önce Allah'ın sünnetinde bir değişme olmadığı teorisini ortaya atmakta , sonra bu teoriye uygun olarak ayetleri yorumlamaya çalışmaktadır. Ancak ayetlerin yorumlanmasından önce olayın yaşandığı zaman ve mekan dikkate alınarak , o andaki olayın meydana geliş şekli dikkate alınarak, konunun anlaşılmaya çalışılması gerekmektedir. Çünkü yorumlanması gereken bir ayet , önce yaşanmışlığı noktasında ne ifade ettiği anlaşılır , ondan sonra bu yaşanmışlık dikkate alınarak , ayet üzerinde bazı yorumlar yapılabilir. 

Asanın dönüşüme uğramış olmasının mecaz olduğunu savunan görüş  sahipleri , yaşanmışlığı bir kenara bırakarak direk olayı yorumlamaya çalışarak yöntem hatası yapmaktadırlar. Bu konuda yapılması gereken asıl tartışma , asanın yılan haline hakiki anlamda dönüşüp dönüşmediği noktasında değil , bu dönüşüm ile Musa (a.s) a nasıl bir mesaj verilmek istenildiği, ve ona verilen bu mesajdan kendimize de pay çıkarmaya çalışmak olmalıdır.

Musa (a.s) ın elindeki ağaçtan objenin , başka bir hale dönüşmüş olması , öncelikle Allah (c.c) nin gücüne ve kudretine göz ile şahit olması anlamına gelmektedir. Uyarmak için gideceği Firavun'un sihirbazları marifeti ile sahip olduğu güç karşısında , arkasında daha büyük bir gücün olduğunu bilmesi ve bilgiye şahit olması Musa (a.s) için önemli bir destektir. 

Gideceği yerde karşılaşacağı insanlar, ülkenin en mahir ve yenilmez sihirbazları olarak ün yapmış insanlardır. Ülkenin başındaki kişi ise, kendisini ilah ve rab olarak tanımlayan bir kimsedir. Musa (a.s) ise, alemlerin tek rabbi ve ilahı olan Allah (c.c) nin elçisidir. Firavun'un maiyetinde bulunan sihirbazlar , Firavun'u ilah ve rab olarak tanımakta , onların karşısında olan Musa (a.s) ise, Allah (c.c) yi ilah ve rab olarak tanımaktadır. 

Bu noktada ortada olan durum, sahte ilah tarafından gerçek ilaha karşı açılmış olan bir savaştır. Gerçek ilah olan Allah (c.c), Tuva vadisinde ona görev vermeden önce , yükleneceği görevde arkasındaki gücün ne kadar azametli olduğunu kuluna, elindeki asa üzerinden göstermek istemiştir. Kulunun elindeki asayı , hiç bir insanın gücünün yetemeyeceği bir şekle çeviren Allah (c.c) , Musa (a.s) için güçlü bir koruyucu olarak, Firavun ve sihirbazlarına karşı vereceği mücadelede, onun sırtının asla yere gelmeyeceğini bilmesini, ve onun kalbinin mutmain olmasını, elindeki asa üzerinden göstermiştir..


Gelelim bu konuda bize düşen hisseye ; 

Firavun karakterli ve kendisinin insanlar üzerinde ilah ve rab olduğunu iddia edeni ve bu yönde bir yönetim sergileyen insanlar , Firavun'un denizde boğulması ile sona ermemiştir. Evrensel bir sembol haline gelen Firavunlar , kıyamete kadar yeryüzünde egemen olmak için çaba harcayacaklar , ve bu uğurda hiç bir zulümden kaçınmayacaklardır.

Kıyamete kadar gelecek Firavunlara karşı , yeryüzünde Musalar da, ve bu Musaların elinde asa yine olacaktır. Asa artık resul Musa'nın elindeki ağaç obje değil , Muhammed (a.s) a inen kitaptır. Resul Musa'nın elindeki ağaçtan mamul olan asa , nasıl Firavun'u mağlup etti ise , bugün elimizde olan kitap , çağdaş firavunları mağlup ederek , asanın gördüğü işlevi yerine getirecektir. 

Dikkat edilirse yaptığımız çalışmada izlediğimiz yöntem , önce kıssanın yaşandığı zaman dahilinde asanın geçirdiği dönüşümün nasıl anlaşılması yönündedir. Bu dönüşümün mecazi değil hakiki olarak anlaşılmasının daha doğru bir yaklaşım olacağı kanaatindeyiz. Asanın geçirdiği dönüşümün Musa (a.s) için ne ifade ettiği , Musa (a.s) ın elinde olan asanın, sahte ilah ve rab olan Firavun'u mağlup etmesinden yola çıkarak , bugün yeryüzündeki  sahte ilah ve rabları mağlup edecek olan asanın elimizde Kur'an olduğunu ifade ederek, bizlere dönük mesajları da ihtiva ettiği şeklinde bir tefekkür çalışması yapmaya gayret ettik. 

Sonuç olarak ; Musa (a.s) ın elindeki asanın Tuva vadisinde geçirdiği dönüşümü ele almaya çalıştığımız ayetlerde , asanın geçirdiği dönüşümün hakiki anlamda değil , mecazi anlamda olduğu şeklindeki düşüncelerin doğru bir yaklaşım olmadığı kanaatindeyiz. 

Mecazi olduğu yönünde kanaat sahibi olanların sergilediği yaklaşım, gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi misalidir. Sünnetullah teriminin tabiat yasaları ile ilgili değişmezliği ifade ettiği düşünenler bu noktada hataya düşerek , bu terimin toplumsal yasaların değişmezliği ile ilgili olduğunu hesaba katmamışlardır.

"Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunu değil , "Ayet bizlere nasıl bir mesaj vermek istiyor?" sorusunun cevabını arayarak yapılan bir okuma ve anlama çalışmasının, daha doğru sonuçlar vereceğini düşündüğümüz ve bu yöntem dahilinde okumalar yapmaya çalışarak , asanın geçirdiği dönüşümün hakiki anlamda gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında yapılan tartışmaların bizlere bir şey kazandırmayacağını , yapacağımız tartışma ve okumaların, bize dair mesajları olmasını merkeze alarak yapılmasının daha faydalı olacağını ifade etmek istiyoruz. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

9 Mayıs 2013 Perşembe

Kitabı Tahrif Teknikleri Konusunda Bir İroni Denemesi (Geleneksel Metod)

Allah cc nin alemlere rahmet ve hidayet olarak göndermiş olduğu kitaplar zaman içinde şeytan ve askerleri vasıtası ile değişime uğratılıp insanların hevalarına uygun olarak yeniden tanzim edilmeye çalışıldığı bilinen  bir gerçekliktir. Adını bildiğimiz iki kitab olan tevrat ve incil bu uygulamadan nasibini almış ve tabileri olduğunu iddia eden insanlar tarafından tahrif edilerek "Allah cc nin kitabı budur" denilerek az bir pahaya satılmaya çalışılmıştır. Konumuz tevrat ve incilin tahrifi değil kur'anın tahrifi olup bu yazı başlıktanda'da anlaşılacağı üzere bir ironi denemesidir. İroni anlam olarak "söylenenin tam tersinin kastedildiği ifadedir. Söylenen ya da yapılan eylem, ciddi görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da eylemi, çelişki noktasına çekmeyi hedefler. Mizahdan farkı olarak, ironi daha eleştirel yaklaşır. İroni mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenenin altını, dolaylı çizer." şeklinde tarif edilmiş olup bizde bu tarife uygun tahrif tekniklerini sıralamaya çalışacağız.

                      1- NASİH-MENSUH TEORİSİ İLE TAHRİF TEKNİĞİ

Önce bakara s. 106. ayeti,nahl s 101-102. ayeti ve ala s.6-7. ayetleri bağlamlarından koparılarak, kur'anda bazı ayetlerin yürürlükten kaldırıldığı düşüncesi ortaya atılır. Sonra bu teori kategorilere ayrılır. 1-metni baki hükmü mensuh ayetler, 2-metni mensuh hükmü baki ayetler, 3- metni ve hükmü mensuh ayetler gibi. Daha sonra kur'andaki zina cezasının evli ve bekar ayrımı yapmadan aynı olduğu kapatılır, 2. kategoriye uygun olarak recm cezasının evliler için taşlayarak öldürme şeklinde olduğunu belirten ayetin nazil olduğu fakat muhammed as ın vefatı sırasındaki karışıklıkta ayeti mübarek bir keçinin yediği rivayet kitaplarına sokulur ve böylelikle 2. kategoriye uygun olan bir ayet bulunmuş olur. Elimizdeki kur'anın içine alınmayan bir çok ayet olduğu aynı rivayet kitaplarına sokuşturularak 3. kategori oluşturulmuş olur. Bunları okuyan bir gayri müslim " yahu bu müslümanlar ne antika hem ellerindeki kitaplarının Allah'tan indirildiği gibi aynı derler hemde kur'ana alınmayan bir çok ayetten bahsederler" dedirtip bir taraflarıyla gülmeleri sağlanır.    

Zina cezasının evliler için ayrı olduğu ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılıp bunu kabul edenlerin KUR'AN İNKARCISI olduğu gizlenip, etmeyenlerin HADİS-SÜNNET İNKARCISI oldukları yaygaraları koparılır.

       2. OLUŞTURULAN KUR'AN DIŞI İTİKADLARA UYGUN TAHRİF TEKNİĞİ

Cahiliye döneminden beri süregelen emevi- haşimi çekişmesinin adı, şia ve ehlisünnet olarak değiştirilip itikadi bir alana çekilip müslümanların kıyamete kadar birbirlerine düşman olmaları sağlanır.    

Kur'an, yunan, hint, iran düşüncelerinden alınan felsefe ve tasavvuf düşünceleri ile yeniden yorumlanır. Artık kur'an Allahın indirdiği amacın dışına çıkarılmış ve herkesin kendi düşüncesini onaylayan bir noter olmuştur.

Şirk kavramı özellikle tasavvufçular tarafından mecraıından çıkarılarak insanlara hoş gösterilir ve din maskesi altında mekke müşriklerini aratacak müşrikler türetilir.  

İtikadi mezhepler adı altında kur'an ile ilgisi olmayan meseleler üretilir ve bunların kur'andan delilleri çıkartılmaya çalışılarak kur'ani bir mesele olduğu zannı verilir.     

          3. KUR'ANA EŞDEĞER KİTAPLAR ÜRETİLEREK TAHRİF TEKNİĞİ 

Muhammed as ın söylediği sözler önce necm suresi ayetleri bektaşi misali okunarak üsütü kapatılır ve "onun her söylediği vahiydir" teorisi üretilerek sözlerininde kur'an ile aynı olduğu dayatması yaplır. Bunlar yapılırken yine muhammed as a uygun sözler söyletilerek onun desteği sağlanır. Erike hadisi gibi rivayeler üretilerek " Süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.`" gibi sözler söyletilir.     

Tevratın içine dahil edildiği gibi kur'an mushafına harici sözlerin ilave edilmesine gerek yoktur. Kütübü sitte adı altında oluşmuş olan külliyatı özellikle buhari ve müslimi "la yus'el" (sorgulanamaz) kitaplar haline getirerek gerektiği yerde onları kur'anın önüne geçirmek.
"Hadisleri kur'ana arz edelim" diyenleri sapkınlıkla suçlayalım ve "sahih hadisin kur'ana arzına gerek olmaz" tarzında bahaneler uyduralım, "sahih dediğiniz hadisin sahihliğinini deliline dair vahiymi var?" gibi soru soranları "hadis inkarcısı" veya "sünnet inkarcısı" gibi sözlerle damgalayalım. Çünkü  "hadis" adı altında üretilen bir çok husus bu hadislerin sahih olmadığı anlaşıldığında temelinden sarsılacaktır.    

4. KUR'AN MEALLERİNE GEREKLİ PARANTEZLER AÇARAK TAHRİF METODU

Kur'anın asıl metninde olmayıp hadis olduğunu söylediğimiz sözlerle oluşmuş olan din kurallarını kur'andanmış gibi göstermek için ayet aralarına parantezler açılarak oluşturmuş olduğumuz kurala uygun hale getirebiliriz. Örnek parantezler aşağıda verilmiştir. Mesela isa as ın yeniden dünyaya inmesi düşüncesi hıristiyan düşüncesi olmakla birlikte bu düşünceyi müslümanlar için bir inanç konusu haline getirip uygun rivayetlerle destekleyip bazı ayetlere parantez içi tahrif metodu yolu ile sanki ayet öyle diyormuş gibi bir hava verdirebiliriz örnek bir meal denemesini  olarak zuhruf s. 61. ayeti üzerinde uygulayabiliriz .  
" Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur."   

 Aynı metod ile müslümanların kur'an ile bağlarını koparabilmek için onu canları istediği zaman ellerine alamayacaklarını empoze edip "abdestsiz kur'ana el sürmek haramdır" şeklinde bir düşünceyi yayalım buna destek içinde vakıa suresi 79. ayetini bektaşi misali okumalarını sağlayarak sanki kur'andanmış gibi anlamalarını sağlayalım örnek bir tahrifi şu şekilde yapabiliriz. "Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz."

Kendi kafalarınca düşünce üretmemeleri ve kafalarını başkalarına kiraya vererek onların doğrultusunda düşünmeleri için ayet meallerini ona göre ayarlayalım yine örnek bir çalışma olarak enbiya s. 7 ve nahl s.43. ayetlerinin meallerini şu şekilde ayarlayalım. 
----- Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.
----- Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz.
Uyanık ve kur'andan haberi olanlar bu iki ayetin öncesinide okuyun derlerse o zaman işimiz yaş çünkü bu iki ayetin öncesi "Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik." şeklinde olup sonrasının doğru meali ""Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun." şeklindedir, ama içiniz müsterih olsun müslümanların çoğu kur'anın adına inanır içindekilerden iyiki haberi olmaz.

Müslümanlar arasında , kitaplarınındaki şefaat konusunun müşrik inancı olduğunun belirtilmesine rağmen onlara Allah cc den başka kimselerin şefaatçi olabileceklerine dair bir inancı yayarsak "garanti affedileceğiz" veya "bana ....... şefaat edecek nasıl olsa" diyerek onların günah işlemelerini kolaylaştırabiliriz. Bu inancı yaymamızda gerekli olan uydurmaların yanısıra kur'andaki şefaati red eden ayetler üzerinde gereki teviller veya meallerinde gerekli oynamalar yapılarak kur'anın red ettiği bu inancın müslümanlar arsında bir akide konusu olmasını sağlayabiliriz.

               5. ALİMLERE TABİ OLMAK  YOLU İLE TAHRİF METODU

Aklı çalıştırmamak için gerekli önlemler alındıktan sonra artık sıra düşünceleri tektip hale getirmek kolay olur. Özellikle dini hurafe anlatmaktan başka bir şekilde anlamayan alimleri! öne çıkarıp onların din tariflerinden başka tarifin olamayacağına inandırıp artık rahat rahat köşemize çekilebiliriz. "Sen ....... dan dahamı iyi biliyorsun?" şeklindeki sözlerle  o kişilerin sorgulanamaz oldukları yayılmalıdır. Artık  kendini müslüman zanneden ancak kur'andaki dini reddeden bir islam toplumu oluşmuştur şimdiden sizi tebrik ederim.  
                                                                                                                         İmza  
                                                                                                                        Şeytan